Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

ESMA DERSLERİ – 4 – ER RAHMÂN (A)

$
0
0

326

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

KUR’AN‟DA RAHMET KAVRAMI

1- Kur’an rahmet kavramını bazen cennet anlamında kullanır:

Sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: “Muhakkak ki biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz.” derler. İşte Rablerinden onlara bağışlama ve rahmet (cennet) vardır.” (Bakara 156-157)

“Kıyamet gününde yüzleri bembeyaz olanlar Allah’ın rahmeti (cenneti) içindedirler; orada ebedi kalacaklardır.” (Âli. İmran 107)

2- İnsanlara karşı yumuşak huylu davranmak da Allah’ın bir rahmetidir: “Allah’tan bir rahmet ile sen onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. O halde onları affet bağışlanmaları için dua et…” (Âli. İmran/159)

3- Rahmet kavramı Allah’ın maddi ve manevi yardımı için de kullanılır: “Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti (yardımı) iyilik yapanlara yakındır.” (‘Araf/56)

4- Allah’ın kullarını sıkıntılardan kurtarması da rahmettir: “Hud’u ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.” (‘Araf/72)

5- Rahmet kelimesi sıkıntıdan sonra gelen bolluk, bereket ve esenlik anlamına da gelir: “Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman bir de bakarsın ki ayetlerimiz hakkında komplo kurmaya çalışırlar.” (Yûnus/21)

6- Allah’ın insanlara çocuk vermesi de bir rahmettir: “Melekler İbrahim’in karısına şöyle dediler: “Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur.” (Hûd/73)

7- Allah’ın kullarını affetmesi de bir rahmettir: “De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden (affından) ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (Zümer/53)

8- Anne-babaya karşı iyi davranmak da Allah’ın bir rahmetidir: “Onlara iyi davranarak alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse şimdi de sen onlara öyle rahmet et.” diyerek dua et. ( İsra/24)

9- Kur’an ın kıyamete kadar baki kalması da Allah’ın bir rahmetidir: “Eğer biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız sonra da bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. Ancak Rabbinin rahmeti (sayesinde Kur’an baki kalmıştır.) Çünkü O’nun sana lütufkârlığı çok büyüktür.” (İsra/86-87)

10- Allah’ın salih insanların çocuklarını koruması da rahmettir: “Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar…” (Kehf/82)

11- Allah’ın kullarının dualarını kabul etmesi de rahmettir: “Bunun üzerine biz tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için öğüt olmak üzere onun (Eyyub’un) duasını kabul ettik kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik. Ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (Enbiya/84)

12- Peygamberimizin gönderilmesi de bir rahmettir: “Biz seni âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya/107)

13- Kur’an da Allah’ın en büyük rahmetidir: “Elif, lâm, mîm. Bunlar hikmetli kitabın ayetleridir. İyilik yapanlar için hidayet ve rahmettir.” (Lokman/1-2-3)

14- Allah’ın eşler arasında sevgi ve ülfet yaratması da bir rahmettir: “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de Allah’ın gücünün delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm 21)

15- Allah’ın, ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesi de rahmettir: “Allah‟ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünden sonra nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.” (Rûm 50)

16- Savaşta zafer kazanmak da Allah’ın bir rahmetidir: “De ki: Allah size bir kötülük dilerse O’na karşı sizi kim korur; ya da size rahmet (zafer) dilerse size kim zarar verebilir? Onlar Allah’tan başka ne bir dost bulabilir ne de bir yardımcı.” (Ahzâb/17)

17- İnsanların gemilerle boğulmadan yolculuk yapmaları da Allah’ın rahmetidir: “Dilersek onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar kurtarılırlar. Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünya nimetlerinden faydalandırmamız müstesnadır.” (Yâsîn/44)

18- Yağmur da Allah’ın bir rahmetidir: “Rüzgârları rahmetinin (yağmur) önünde müjdeci olarak gönderen O’dur.” (Furkan/48)

19- Gecenin dinlenme, gündüzün de rızık arama vakti kılınması Allah’ın bir rahmetidir: Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, gündüzün de O’nun rızkından arayasınız ve şükredesiniz.” (Kasas/73)

20- Allah’ın ibadetlere karşılık mükâfat vermesi de bir rahmettir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat ecir versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadid/28)

21-Allah‟ın muhacirleri koruması da rahmettir: Onlara: “Siz onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından ayrıldınız, bunun için mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size içinizde kolaylık göstersin” denildi. ( Kehf 16)

Görüldüğü gibi Allah’ın bizlere olan rahmeti çok boyutlu ve geniştir. Allah’ın rahmeti hayatımızın her yönünü kuşatmıştır. Allah, rahmetini bir an kaldırsa yeryüzünde yaşanmaz. Hayat sona erer. ……..

……….RAHMAN; Rahmân ismi genellikle ibadet ve ulûhiyyet ifade eder. şu ayet de bu görüşü destekler.

“Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere sor: Rahmândan başka ibadet edilecek tanrılar kılmış mıyız?” (Zuhruf, 45)

Rahmân olan Allah ayrım yapmadan bütün kullarının rızklarını, şartlara uygun olarak verir. Rahmân, kullarının bütün ihtiyaçlarını giderir ve onlara yardım eder. Nimetlerini esirgemez, bunları karşılıksız verir ve nimet vermesi hiç bitmez.

Rahman; bütün övgülere layık olandır. O âlemlerin rabbidir. (Fatiha 3)

Rahman; kendisinden başka ilah olmayandır. İbadete layık olan O‟dur. (Bakara 163)

Rahman; kullarına doğru yolu bulmaları için kitap ve peygamber gönderendir. (Ra‟d 30)

Rahman; sadece kendisine duâ edilendir. (İsra 110)

Rahman; sadece kendisine sığınılandır. (Meryem 18)

Rahman; sadece kendisine adak adanandır. (Meryem 26)

Rahman; şeytana uyanlara azap gönderendir. (Meryem 45)

Rahman; mucizeler ve mesajlar sahibidir. (Meryem 58)

Rahman; vaadinde durarak kullarına cenneti verendir. (Meryem 61)

Rahman; kullarına mühlet verendir. (Meryem 75) Rahman; gaybı bilendir. (Meryem 78)

Rahman; yerde ve gökte bulunan bütün kulların, huzurunda toplanacağı kimsedir. (Meryem 93)

Rahman; şefaat yetkisini elinde bulundurandır. (Meryem 87)

Rahman; eş ve çocuk edinmeyendir. (Meryem 92)

Rahman; iman edip salih amel işleyen kullarını sevgiyle kuşatandır. (Meryem 96)

Rahman; arşa hâkim olandır. (Taha 5)

Rahman; gerçek Rabbdir. (Taha 90)

Rahman; bütün seslerin, huzurunda kısıldığı kimsedir. (Taha 108)

Rahman; şefaat etme iznini verendir. (Taha 109)

Rahman; kullarına hatırlatmada bulunandır. (Enbiya 36)

Rahman; gece ve gündüz gelebilecek olan azaptan insanları koruyandır. (Enbiya 42)

Rahman; sadece kendisinden yardım istenilendir. (Enbiya 112)

Rahman; kıyamet gününde tek söz sahibi olandır. (Furkan 26)

Rahman; sadece kendisine secde edilendir. (Furkan 60)

Rahman; sadece kendisine kul köle olunandır. (Furkan 63)

Rahman; görülmediği halde sadece kendisinden korkulandır. (Yasin 11)

Rahman; fayda ve zarar verme özelliğine sahip olandır. (Yasin23)

Rahman; melekleri kendine kız çocuğu edinmekten uzaktır. (Zuhruf 19)

Rahman; Kur’an’ı öğretendir. (Rahman 1)

Rahman; görünen ve görünmeyen âlemi bilendir. (Haşr 22)

Rahman; yaratmasında herhangi bir kusur olmayandır. (Mülk 3)

Rahman; kuşlara uçma kabiliyeti verendir. (Mülk 19)

Rahman; kendisine karşı asla yardım edilmeyendir. (Mülk 20)

Rahman; sadece kendisine iman ve tevekkül edilendir. (Mülk 29)

Rahman; göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rabbidir. (Nebe 37)

Rahman; huzurunda O’nun izni olmadan söz söylemeye kimsenin güç yetiremediğidir. (Nebe 39)

Rahmân ismini daha iyi anlamak için Kur’an’ın 55. süresi olan Rahmân süresine bakmak gerekir. Bu süre sahabe tarafından “Arûsu‟l-Kur‟an (Kur’an’ın gelini)” olarak isimlendirilmiştir. Bu süreyi tanımadan Rahmân isminin anlamını tam olarak kavrayamayız.

“Rahmân olan Allah Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. İnsana beyanı (konuşup ifade edebilmeyi) öğretti.” (Rahmân 1-4) (Dr. Ramazan SÖNMEZ)

*************************************************************

ER RAHMÂN

TAALLUK

Kul emir âleminin (âlem-i emir/yaratılmış âlem) dışında kalıp, insanlar tarafından algılanamayan varlıklara ulaşmak için Rahman ismine ihtiyaç duyar.

TAHAKKUK

Rahmân ismi delalet açısından Allah gibi özel/alem isimler kategorisindendir. Allah bu isimle nitelenebilir ama onunla insanlar nitelenemez. Nitekim müşrikler; “Rahmân da neymiş” (25/60) diye sorduklarında onu inkâr etmişlerdi. Eğer onlar bu sorularında ki “Rahmân” lafzını isim halinde değil de iştikak şeklinde mastar olarak evrenin yaratıcısının temel bir niteliği şeklinde düşünerek söylemiş olsalardı bu Rahmân’ı

yadırgamayacaklardı. Yine eğer bu Allah lafzı gibi müşrikler tarafından önceden bilinen bir isim olsa idi yine inkâr edemeyeceklerdi. Onlara; “Allah’a kulluk edin.” (7/59) dendiğinde onlar Allah kimdir demediler. Aksine putları ile ilgili olarak; “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (39)/3) dediler. Bu nedenle Rahmân ismini âlem statüsünde kabul ettik. Eğer Rahmân isminin “Rahmet” kelimesinden türetildiği düşünülürse bu konuda elif ve lâm takısıyla birlikte (er Rahmân şeklinde) Arap dilinde bir veri bulunmamaktadır. Ancak “el” takısı olmaksızın; “Rahmânü’l-Yemame” şeklinde Arap dilinde bir kayıt yer almaktadır. Er Rahmân isminin Hz. Peygamberden önce mi yoksa sonra mı kullanılmaya başladığı konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz.

“Rahmân” ismi elif ve lâm harfleriyle birlikte (er Rahman) Hz. Süleyman’ın Kraliçe Belkıs’a göndermiş olduğu mektupta “Bismillahirrahmanirrahim” şeklinde Kur’anı kerimde mevcut olduğu dikkate alınacak olursa burada ki Rahmân ifadesine lafız olarak değil de mana açısından yaklaşılır. Buna kimse itiraz etmez. Bizim burada tartıştığımız husus Arap dil bilimi açısından “Rahmân” lafzının Arapça isim sığasında “er-Rahmân” şeklinde kullanımıdır. Nitekim Hz. Peygamber de “Bismike Allahümme” şeklinde yazıya başlamıştır.

Rahmân isminin alem isimler kategorisinde olduğunu destekleyen bir başka hususta; “De ki; İster Allah ile çağırın ister Rahmân diye. O’nu hangi isimle çağırırsanız çağırın O tüm zamanlarda birdir ve bütün güzel ve üstün nitelikler O’nundur. (fe-lehû)” (İsra/110) ayetidir. Burada Allah isminin taallûk ettiği varlık aynı zamanda Rahmân isminin medlulüdür. O nedenle ayette ikisi anlamına olan “fe-lehümâ” (Allah ve Rahmân isimlerine yönelik olarak) yerine tekil manasına gelen “Fe-lehu” (Allah ismi kastedilerek) dendi.

Kulun rabbine bu Rahmân adıyla gerçekleştireceği bağlantı, aynı zamanda Allah ismiyle oluşturacağı irtibatla aynıdır. Her iki isim arasında ki tahakkuk farkı ise; “Allah “ adının kulun kendisi ile rabbi arasında “Hak sıfatıyla oluşan bir iletişim olmasıdır. Zira “Hak” tanımlamasına Allah’ın dışında bir varlığın ulaşması mümkün olmadığı için başka bir kimsenin bu yönlü bir bağlantıyı fark etmesi imkânsızdır. Bu durum o seçkin kul ile Allah arasında kalır. Eğer Allah ismi ile gerçekleşen böyle bir rabıta bir şekilde fark edilecek olursa, Rahmân” da olduğu gibi bu bir başkası tarafından inkâr edilir. Zira onun kapasitesi bunu idrakten aciz kalır.

Bazı erenlere “Abdal kaç tanedir?” diye sorulduğunda onlar kırk kişi olduklarını söylediler. Onlara “Neden kırk erkek şahıs demiyorsunuz” denildiğinde cevap olarak “Onların arasında kadınlar olabilir” demişlerdir. Bunların hiç birisi diğerini tanımaz. Bu durum yukarıda anlatılan Rahmân isminin konusuna işaret etmektedir. Zira Rahmân isminin tahakkuku sadece ve sadece bu isim ile yani Rahmân isminin tahakkuk boyutuna ulaşan kimselerin her biri arasındadır. Bazen rabbi ile seçkin kul arasındaki birebir gerçekleşen bu irtibat, masaddak olan şahsın en yakın maneviyatı kuvvetle bir arkadaşına zahir olabilir. Ama bu özel ve birebir irtibat şeklinde gerçekleşen durumu değiştirmez. Nitekim Hz. Hızır’ın durumu Hz. Musa’ya mâlûm oldu da o bunu görmezlikten geldi.

TAHALLUK

Rahmân ismiyle tahalluk, Allah adının tahallukuyla aynı konumdadır. Zaten Rahmân Allah isminin önüne geçebilir Ancak bu isim olarak değil de bir nitelik olarak kabul edilemez. Rahmân ismi genel, kapsamlı bir anlam taşır. Bu kapsamlılık yaratma (icad) açısındandır. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’raf/156) ayeti umumiyet ifade eder. Varlıkların birbirleriyle yardımlaşması şeklinde ortaya çıkan şefkat, bu Rahmân isminin tezahürüyledir ki aynı zamanda bu varlıkların bizzat kendilerine yönelik şefkatlerini de kapsar. Allah Taâlânın; “Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır, ileride onu özellikle kötülükten sakınanlara, zekâtını verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf/156) demesi Rahîm isminin sonucudur. Bu konuda mensup olduğumuz ehl-i Sünnet ile Mu’tezile arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır.

Rahmân ismiyle tahalluk alanı içerisinde herhangi bir ayırım yapmaksızın Allah’ın yarattığı bütün varlıklara merhamet göstermek te bulunmaktadır. Burada dinin açıkça vermiş olduğu bazı durumlar ve şahıslar bu kapsama girmez. Bu nedenle Hz. İbrahim (AS), “Keremi rabbimden öğrendim.” Demiştir. Allah samimiyet ve ciddiyete ulaştırandır. (İbn. Arabi-Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi/39-41)

***********************************************************

ER RAHMÂN

….. Gazabın yaratılması da, gazaba rahmetten kaynaklanır. Böylelikle her şey kendisine dâhil olduğu için her şeyi kapsayan imtihanî rahmetin saltanatı umumî olmuştur. Bu rahmet er-Rahmân isminin saltanatının mahallidir.

Bu rahmetin umumiliğinin neticesi olarak Hakkın şakilere yönelik fazlı da artmıştır. Her ne kadar onların varış yerleri “şakilik” diyarı olsa bile rahmetin her şeye yayılmasının eserlerinin kendilerinde hallerine yaraşır tarzda sabitleşmiş olması nedeniyle onlar da “azab”tan tat alacaklardır. Çünkü ihsanın zuhuru sadece ve suçlularda büyük olabilir. Bu noktada Muhsinler bahsin dışındadırlar.

Rahmetin bu umumiliği nedeniyle Hak, günahkâr olmalarına rağmen bütün kullarını kendisine izafe etmiştir. Bu bağlamda Allah Tealâ şöyle buyurmuştur. “De ki ey kendilerine zulmeden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz.” (Zümer/53)

Böylelikle Allah kullarının rahmetinden ümit kesmelerini yasaklamıştır. Hatta İblis bile Hakkın bizzat minnetinden olan rahmetine tamah etmiştir. Şayet Hakkın rahmetinden ümit kesmiş olsa idi hiç kuşkusuz bu daha büyük bir günah olurdu. Bununla birlikte iblisin varacağı yer ateştir. Ve kendisine tabi olanların günahlarını taşıyacaklardır. Buna göre taşınan şey belirli bir sürede kesilir. Çünkü o bir cezadır, ceza ise amellere uygun olur. Şu halde ceza da kesilecektir. Allah’ın fazlının ise kesilmesi söz konusu değildir. Çünkü o karşılık ve amellere uygun olup olmamasının dışında kalır.
İmtihan rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Bu rahmet herhangi bir mahalle veya başkalarına değil de sadece bir diyara mahsus değildir. Aksine o dünya ve ahirette varlık diyarıdır.

Vaciplik rahmeti ise na’t ve özellikleriyle özel bir konuya sahiptir. Onda rahimlik eserleri tezahür eder ki bunlar onun tecellilerinin ve saltanatının tecelligâhlarıdır.

Bu rahmet de türün cinse dâhil olması gibi imtihani rahmete dâhildir. Bu nedenle Hak onu şu ifadesiyle kayıt altına almıştır. “Ben o rahmeti tövbe edenlere zekât verenlere yazacağım. (A’raf/156)

Bu bağlamda Allah onlara rahmet edeceğini ve amelleri karşılığında kendilerine mükâfat vereceğini bildirmiştir. Onlara ulaşan rahmet kendilerinden Hakka ulaşan takva ölçüsündedir. İşte bu uygun karşılıktır. (Sadreddin Konevî- Esma-i Hüsna şerhi/40-41)

*********************************************************

ER RAHMÂN

(Fatiha BAĞLamında)Bu da yüce Allah’a mahsus bir isimdir. Bunun özel bir mânâsı vardır. Fakat zat ismi değil, sıfat ismidir. Hem vasıflanarak hem vasıflanmadan kullanılır. Bundan dolayı katıksız isim ile katıksız sıfat arasında bir kelimedir. Bunun için cer edatı ile geçişli olmaz, fiil gibi amel yapmaz. “Buna rahmandır.” denilmez. Fakat izafetle (tamlama ile) “Dünya Rahmânı” gibi amel eder. Böyle olması bu kelimenin fiil sıfatı değil, zat sıfatı olduğunu gösterir. Ve böyle sıfatlara sıfat-ı galibe (üstün sıfat) ismi verilir.

Aslında içerdiği niteliğe sahip olan her şahsı nitelemek uygun olduğu halde o sıfatla seçkin olan özel bir kişi için kullanılması çokça görüldüğünden yalnız onun sıfatı olarak kullanılmış demektir. Üstünlük bir derece daha kuvvet bulunca isim olarak da kullanılır ki, Rahmân böyledir. Ve bu üstün gelme ya gerçekten veya varsayım şeklinde olur. Eğer önce genel olarak kullanılmışsa ve daha sonra bir şeye tahsis edilmesi gerekmişse “gerçek anlamıyla”; eğer önce genel olarak kullanılması bizzat meydana gelmemiş de dil ile ilgili bir kural gereğince ise “varsayım anlamıyla” denilir.
(er-Rahmân) ismi de varsayım tarafı ağır basan ve yalnızca Allah için kullanılan bir özel isimdir. Çünkü dil açısından (rahm) ve (rahmet)ten türemiş ve sürekli ve pek fazla acıma mânâsına gelen bir sıfat-ı müşebbehe kipidir ki çok merhametli, çok rahmet sahibi mânâsına bir sıfattır. Böyle olunca da bu sıfat kimde bulunursa ona (er-Rahmân) demenin kıyas yoluyla mümkün olması lazım gelir.

Hâlbuki hiç böyle kullanılmamış, rahmeti sonsuz, ezelî ve gerçek anlamda nimet veren bir mânâya tahsis edilmiş olduğundan dolayı başlangıçtan itibaren yüce Allah’tan başkasına Rahmân denilmemiştir. Ancak yalancı peygamber Müseylimetü’l-Kezzâb’a bir defa haddini aşan yağcı bir şair lâmsız olarak “Sen rahmân olmaya devam ediyorsun.” tabirini kullanmış ve buna rağmen (er-Rahmân) dememiştir. Böyle olduğu halde İslâm dini açısından değil, dil açısından bile bu şairin hata ettiği belirtilmiştir. Din açısından ise şairin yanlış bir ifade kullandığı haydi haydi sabittir.

Öyle ise mutlak surette “Rahmân” yüce Allah’a ait bir sıfat ismidir. Bundan dolayı aslında sıfat olması itibariyle çok rahmet sahibi, pek merhametli, çok merhametli, gayet merhametli veya sonsuz rahmet sahibi diye tefsir edilebilse de özelliğinden, isim olmasından dolayı tercümesi mümkün olmaz. Çünkü özel isim tercüme edilmez. Özel isimlerin tercüme edilmesi onların değiştirilmesi demektir ve dilimizde böyle bir isim yoktur.
Bazılarının Rahmân’ı “esirgeyici” diye tercüme ettiklerini görüyoruz. Hâlbuki “esirgemek” aslında kıskanmak, yazık etmek manasınadır. “Benden onu esirgedin.” denilir. Sonra kıskanılanın korunması, saklanması tabiî olduğundan esirgemek, onun gereği olan korumak manasına da kullanılır. “Beni esirgemiyorsun.” deriz ki, “Beni korumuyorsun.” demektir. Fakat “Bana merhamet etmiyorsun.” gibi, “bana esirgemiyorsun” denilmez. Bundan dolayı esirgeyici aslında “kıskanç” demek olacağından Rahmân’ın gelişigüzel bir tefsiri de olmamış olur.

Elemlenmek, acı duymak demek olan acımaktan “acıyıcı” da tatsız ve kusurludur, kuru bir acımak merhamet değildir. Merhamet, acı felaketini ortadan kaldırmak ve onun yerine sevinç ve iyiliği koymaya yönelik olan bir iyilik duygusudur ki dilimizde tamamen bilinen bir kelimedir. Biz merhametli sıfatından anladığımız tatlı manayı öbürlerinden tam olarak anlayamayız ve hele pek merhametli yerinde “acıyıcı, esirgeyici” demeyiz.
Bunun için eskilerimiz burada “yarlığamak” fiilinden “yarlığayıcı” sıfatını kullanırlardı. “Rabbim rahmeti ile yarlığasın”, “rahmetinle yarlığa ya Rabbi!”, “Rahmetinle yarlığa kıl ya gani (zengin)” gibi ki, bu kelimeyi hafifleterek “yarlamak” ve “yarlayıcı” denildiği de olmuştur. Ve aslında “yar (dost) muamelesi yapmak” demektir ki, merhametin sonucudur. Fakat “yarlığayıcı” da isim değil sıfattır.

Özetle Rahmân “pek merhametli” diye noksan bir şekilde tefsir olunabilirse de tercüme olunamaz. Çünkü “pek merhametli”, ne yalnız Allah için kullanılan bir sıfattır, ne özel isimdir, “Rahim” demek de olabilir. Sonra yüce Allah’ın rahmeti, merhameti; bir kalp duygusu, psikolojik bir meyil manasına gelen bir iyilik duygusu değildir. Fâtiha sûresi tefsirinde açıklanacağı üzere iyiliği kastetmek veya sonsuz nimet verme manasınadır.
Dilimizde de rahmet bu mânâ ile bilinir, fakat bu ilgiden dolayı “Rahmân” ismini “Vehhâb = çok bağışlayan” ismi ile karıştırmak da uygun olmaz. Vehhâb, Rahmân gibi özel isim değildir. Bundan dolayı Rahmân, Vehhâb veya Afüvv (çok affeden) mânâlarına gelen “bağışlayıcı” sıfatı ile de tercüme edilemez. Bu ismi ezberleriz ve tercümesi ile değil, tefsiri ile rahmet manasından anlamağa çalışırız.

(Haşr suresi/22 bağlamında) Bu iki sıfat, iki çeşit rahmete delâlet eder. Birisi, Rahmet-i Rahmâniyye, diğeri de Rahmet-i Rahîmiyye’dir.
Rahmet-i Rahmâniyye, hiç bir amelin şart koşulmadığı ve geri bırakılmadan başlangıçta bahşedilen ilâhi rahmettir ki, mümini de kâfiri de, çalışanı da, çalışmayanı da kapsamaktadır. Mesela, başlangıçta var olma bu rahmetin eseridir. Nitekim rahimlerdeki ceninler ve bütün hayvanat bu rahmet ile beslenir. Yine bu rahmet ile Allah Teâlâ kâfirlere dahi dünyada rızık, akıl vesaire gibi nimetler verir.

Rahmet-i Rahîmiyye ise, elde edilmesi için çalışmanın şart koşulduğu ve Rahmet-i Rahmâniyye’yi güzelce kullanarak çalışan kimselere verilen rahmettir ki, en aşağısı, amelle kazanılmış bir haktan aşağı değildir. Sırf fazilet olan yüksek derecesinin ise, sınırı ve sonu yoktur. İşte dinin, takvanın, çalışm a ve gayretin önemi bu sebepledir. Onun içindir ki yani “Rahmân, dünya ile Rahîm ise ahiretle ilgilidir.” denilmiştir.

Buna göre Rahîm sıfatı, imanlı ile imansızı, iyi ile kötüyü, korunanla korunmayanları ayırt ederek iyileri sonuçta mükâfat ile murada erdirmek manasını ifade ettiği için, ona mukabil Rahmet-i Rahmâniyye’yi kötüye kullanmış kişilerin de mahrumiyet ve ceza göreceklerini ihtiva eder ki bu anlam, sonraki ayette sayılan vasıflarla izah edilmiş olacaktır.

Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur ki, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü ve kudretini beyan ile Allah korkusunun gereğini ispat konumunda gelen bu ayetler, korkudan önce sevgi ve ümit hislerini uyandıracak olan bu rahmet ayeti ile başlamıştır. Ancak ilim rahmetten, vahdâniyyet (Allah’ın birliği) de ilimden önce zikredilmiştir. Çünkü Rahmet-i Rahîmiyye’nin gizli ve aşikâr hiçbir mükâfatı zayi etmeyecek tarzdaki güzel cereyanı, ilim sıfatının mükemmelliğine dayalı olduğundan, sübûtî sıfatlardan sayılan ilim sıfatının kemalini gösteren “gaybı ve görüneni bilir.” vasfı, fiilî sıfatlardan olan rahmet sıfatını gösteren er-Rahmân, er-Rahîm vasıflarından önce zikredilmiştir.

İlim sıfatının bunları temin edecek şekilde kemali ise, her türlü hükmünde ortaklık ve aykırılıktan uzak olarak zât, sıfat ve fiillerde tevhide dayalı olduğu için selbi sıfatlardan olan vahdâniyyet sıfatı da ondan evvel getirilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, selbi, sübûtı ve fiili sıfatların mercii olan zâtın varlığı da “Allah” ismi ile hepsinden önce zikredilmiştir.

Yukarıda da zikredildiği gibi korku, mutlak ürküntüden ibaret olan bir korku olmayıp, sevgi ve hürmet ile beraber olan saygılı bir korku olduğu için, evvela ilâhî rahmetin, “Rahmetim gazabımı geçti.” kudsi hadisi gereğince ilâhî gadabı geçtiğini gösteren bu ayette önce korkunun birinci esası olan hürmet ve saygı hissi uyandırılmak üzere şevk ve ümitle sevgi coşturulmuş, sonra da korkunun ikinci esası olan ve Rahmet-i Rahîmiyye’nin mânâsı içinde bulunan sorumluluk ve korku hisleri de yine aynı ümid ve şevk prensipleriyle beraberce telkin edilmek üzere buyurulmuştur ki: “O Allah’tır ki kendisinden başka ilâh yoktur.” (Haşr/23) (M.H. Elmalı/Hak dini Kur’an dili)

*********************************************************

ER RAHMÂN, ER RAHÎM ZU’R-RAHME HAYRUR- RAHİMİN

Rahman ve Rahim İsmi faile mülhak olan mübalağa binalarından fa’lan ve Fa’il vezninde, Rahmet kökünden gelen iki sıfattır. Genel olarak kabul edildiğine göre Rahman, rahmetin daha ileri bir derecesini ifade eder. Bazılarına göre fa’lan vezni, fiilin çok olduğuna ve tekerrür ettiğine, fa’il ise fiilin sabit ve yerleşik olduğuna delâlet eder.

Rahmet kelimesi dilde kısaca “rikkat (yufkalık) ve ihsan” anlamına gelir. El Hattabî’nin tarifine göre Allah’ın sıfatı olarak er Rahman; “Bütün mahlûklara rızıkları, yaşama vesileleri ve her türlü faydaları hususunda rahmeti yayılmış olan rahmet sahibi demektir. Rahmeti mü’min olsun kâfir olsun, iyi olsun kötü olsun herkese şamil olandır. er Rahîm de aşağı yukarı aynı anlamı ifade eder. Fakat bu iki sıfat arasında bir takım ince farklar vardır Allah kendisini bir arada andığı bu iki isimle tavsif ettiğine göre bunlar arasında fark olması gereklidir. Birçok âlim bu farkları göstermek için büyük gayret sarf etmiştir. İkisi arasında ki ince farkların ayrıntılarını, onların verdiği bilgilere havale edip sadece Kur’an kullanışında ki farkları ortaya koymaya çalışacağız. İşaret edelim ki bazı durumlarda yapılan ayırımlar temellerini lisandan çok, zevk ve ıstılahta bulmaktadır. Bu iki ismin Kur’an da ki kullanışları şu farkları gösterir.

a) er Rahman “sıfat-ı galibe” den olarak ulûhiyetin ikinci bir ismi durumunda kullanılmıştır. Geçtiği yerlerin ekserisin de böyledir. Sıfat olarak geldiği yerler oldukça azdır. Er Rahîm ise mevsufsuz olarak hiç kullanılmamıştır. Geçtiği her yerde (36/5 – 26/217 istisna edilirse) Allah ismini tavsif etmiştir.

b) er Rahman her zaman eliflâmlı geldiği halde Rahîm bir çok defa eliflâmsız gelmiştir.

c) Arapça da olduğu gibi Kur’an ı kerimde de er Rahman insanlar hakkında hiç kullanılmamış, münhasıran Allah’ın sıfatı olmuştur. Rahîm ise bir rivayette (9/128) Hz. Muhammed’i tavsif etmiştir.

d) er Rahman ismi, harf-i cerr ile ta’diye etmez, fiil ameli yapmaz. Rahîm ismi için durum böyle değildir. Harf-i Cerr ile te’addi ve rahmete konu teşkil eden şeye taallûk eder.

inneHU kâne Bi küm Rahıyma; (İsra/66) şüphesiz ki O esasen mü’minlere karşı Rahîmdir.

ve kâne Bil mu’miniyne Rahıyma; (Ahzab/43) O esasen mü’minlere karşı Rahîmdir. Vb. ayetlerde bu durum görülmektedir. Hâlbuki hiçbir yerde “Rahmanun bihim” (onlara karşı rahmandır gibi bir ifade görülmez. Bu istimale ve Arapça da fa’lân vezninin umumi delâletine (bu veznin normal olarak lâzım fiilden bina edilip başkasına taaddi etmez.) dayanarak, er Rahmân isminden ise “Rahmetle mevsuf olan”, er Rahîm isminden ise “rahmetiyle merhamet edici olan” manası bulunabilir. İbn. Abbas’tan gelen bir rivayet bu fikri destekler mahiyettedir. “er Rahman refik olan, er Rahîm ise mahlûklarını rızıklandırmakla şefkatini gösterendir.” (Tefsîu’l Menâr)

Rahman isminin de Rahîm gibi rahmetten müştak olduğunda sahabe devrinden beri ittifak vardır. Rahman kelimesinin Arapça olması için bütün şartlar (fiil, çok sayıda isim ve mastar şekli, cahiliye devrinin kullanışı gibi.) mevcuttur. Buna rağmen eski zamandan beri Rahmân’ın Arapça asıllı olmadığını ileri süren kimseler olmuştur. El Halil’in talebesi olan el Leys, Ebu Ubeybe, ez Zeccac gibi en eski dilciler bu iki sıfatın da rahmetten müştak olduğunu söylemişlerdir. Yalnız el Munzirî, şair Cerir’in bir şiirinde ki kullanışına dayanarak Rahman kelimesinin İbranice asıllı olduğunu iddia eder. Böyle bir fikrin ileri sürülmesine şu iki sebep düşünülebilir.

1 – Bir ayette; “Onlara; er Rahman’a secdeye varın” dendiği zaman er Rahman da nedir? Senin emretmenle mi secdeye varacağız derler. Bu onların nefretini artırır. (Furkan/60)

Hudeybiye mütarekesi sırasında Kureyşliler şartnamenin başına “Bi’smi’llâhir’r-Rahmanir’r-rahîm” yazılmasına itiraz etmişler, onların delegesi Suheyl “er Rahman’ı tanımıyorum.” Demişti.

2 – İbranî, Aramî, Süryani gibi öteki Sami dillerde bu kelimenin bulunduğu görülmüştür. Büyük bir ihtimalle bu iki tezahürü yanlış değerlendiren birkaç kişi, değişik bir teklifte bulunmak hevesiyle Rahman isminin Arapça asıllı olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Birinci şıkkı değerlendirmeye çalışalım; Ne ayet ne de Hudeybiye olayı, müşriklerin Rahman isminin manasını bilmediklerini göstermez. Onların Rahman’a karşı çıkmaları, savaştıkları İslam dininin Allah’ı birçok isimler meyanında bu isimle tavsif etmesiydi. Bilhassa besmele ile bu ismin İslâm’ın sembolü olmasıydı. Onların aslında Allah’ın rahmetle mevsuf olmasına da bir itirazları yoktu. Mesele Rahman isminin İslam için bir alâmet değeri taşımasıydı.

Çok eskilerden günümüze kadar insanlar arasında benzeri direnişler olagelmektedir. Eskiden bir misal verelim; Ba’al, Rabb anlamında olarak eski Ahit’de yer alan tanrı isimlerinden biridir. İsrail oğulları Ken’an diyarına geldiklerinde Ken’an lılar da tanrılarını Ba’al diye adlandırıyorlardı. Bir müddet sonra Ba’al şeklinde tanrılığı adlandırma tamamen putperestlik alâmeti sayılmış ve İsrail oğulları tarafından kullanılması şiddetle yasaklanmıştır. Ba’al’a karşı hücumun en çarpıcı tezahürü

Eski Ahid’in meşhur “Karmel” sahnesinde ayrıntılı olarak görülür. (KM.I. Krallar, 18-21-46) Yahova adı Ba’al adını ortadan siler. Oysa Ba’al pekâlâ İbranice bir kelime idi, üstelik tanrının vasıflarından biri idi. Reformcu Luther kitaplarında “Ben Allah’ın düşmanıyım” der. Hâlbuki “Allah” kendisinin de inandığı ulûhiyetin bir başka dinde ki (İslam da ki) adı idi. Kendisi İslâm’a karşı olan düşmanlığını böylece ifade ediyordu.
Kur’an ı batı dillerine tercüme eden garplılar, “Allah” ismini o dillerde ulûhiyete işaret eden kelimeyi kullanarak değil, Arapçasıyla yazarlar. Gaye, yabancılığını, haşa “şirk tanrısı” olduğunu ihsas ettirmektir. D.Masson’un Fransızca Kur’an tercümesinde ilk defa olarak Alla ismini Fransızcası olan”Dieu” ile çevirmesi bir “hadise” sayılmıştır.

Demek ki Mekke’lilerin Rahman ismi karşısında direnmeleri onun arapça olmadığını göstermez. Et Taberi bu yanlış düşünceye saplanan hakkında çok ağır bir ifade kullanır. “Furkan/60 ayetine dayanarak bir ahmak Arapların “Rahman’ı bilmediklerini, bunun dillerinde olmadığını iddia etti. Ona göre şirk ehli, doğruluğunu bildiği şeyi inkâr edemezmiş sanki. Bu adam Allah’ın kitabında ki şu ayetleri okumamış mıdır nedir?

Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler oğullarını tanıdıkları gibi onu (Hz. Muhammed’i) tanırlar. (Bakara/146)

Et Taberi onların peygamberimiz Hz. Muhammed’i böylesine tanıdıkları halde inkâr edip yalanladıklarını bildirir. Sonra eski Arap şiirinde Rahman isminin kullanışlarına dair örnekler verir.

İkinci şık olan öteki sami dillerde Rahman lafzının bulunmasına gelince “Allah“ ismini görürken söylediğimiz gibi aynı dil ailesine mensup insanlarda benzer lafızların bulunmasından tabii bir şey olamaz. Çoğu zaman hangisinin hangisinden aldığı bilinemez. Arapça dan öbürlerine geçtiği söylemek te en az aynı derecede geçerlidir. Esasen böyle bir şeyi aramak yersizdir. Böyle durumlarda şöyle düşünmek daha makul ve verimli olmaz mı? Değişik yerlerde rastlanan bu tezahür aynı köke dayanan bu kavimlerin ortak gelenekleri olamaz mı? Hz. İbrahim’den hiç mi bir şey kalmayacak Önemli olan şu kesin gerçektir.

1 – Rahman ismi her yönüyle Arapça bir kelimedir. 2 – Kur’an vahiyden çok önce bu isim Arapça da mevcut idi.

Yabancı asıl meselesi bin küsur yıl öncesinde kalsaydı, sınırlı çerçevemiz içinde konuya bu kadarcık bile zaid olurdu. Son zamanlarda bu iddia eskisinden çok daha pelesenk edilmektedir. İslâmiyet hakkında şüpheler uyandırmaya basamak yapılmasa yine de üzerinde durmaya değmezdi. Bazı garplı yazarlar ise konuyu sadece yakın dillerle ortak bir lafız meselesinden de öteye götürerek Kur’an ın bu ismi kullanmasından bir takım sonuçlar çıkarmak istemektedirler. Buna az sonra temas edeceğiz. Şimdi Kur’an ın genel olarak rahmet maddesini özel olarak da Rahman ismini kullanışına dair bilgi verelim.

RHM kökü, çeşitli çekimleriyle fiil olarak 30 kadar yerde gelmiştir. Fiil şeklinde kullanıldığı her yerde fail, sarih veya takdiri olarak Allah’tır. İnsanların, fail olduğu görülmez. isim şekli “Rahme” 100 den fazla yerde mücerred veya muzaf olarak hep Allah ile alâkalıdır. “Merhame” mastarı ise yalnız bir ayette ve insanlar arasında ki münasebet için kullanılmıştır. (Beled/17) (anlaşılan normal olarak dilimizde “rahmet”i Allah, “Merhamet”i ise insanlar hakkında kullanmak tesadüfi değildir.)

Yine aynı anlama gelen “ruhm” mastarı da yalnız bir ayette (Kehf/81) ve insanların birbirine olan merhameti hakkında varid olmuştur.
Aynı kökten gelen “rahîm” ise hem cemî olan “erham” şekliyle on küsüşür ayette görülür. Sıfat olarak ise er-Rahman, Rahîm ve ismi- taftil şekli zikrolunmuştur. Bu kök normal olarak şefkat etmek, merhamet etmek anlamında kullanılır. Hatta fiil şekilleri hemen her zaman bu anlamdadır. (‘Araf/23-Yusuf/53-Hud/43 vs.)

Hülâsa Allah “rahmet” etmeyi kendisine vacip kılmıştır. (En’am/12) İsim olarak ise Kur’an ı kerim (12/111-16/89 vb.) Dünyevi nimet ve ihsan (11/9) (30/33) ve bu cümleden olarak yağmur (7/57 v.b.) nübüvvet gibi manevi nimet (11/28) (18/65) (41/50) uhrevi ecir vr sevap (57/28 v.b.) gibi anlamlarda kullanılmıştır. Er Rahmân fiiline gelince;

1 – Rahmân ismi ise Kur’an da 57 defa zikrolunmuştur. Daima eliflamlı olarak gelmiş, ekseriya ulûhiyetin özel ismi durumunda kullanılmıştır. Buna mukabil gramer yönünden tabi’ (sıfat) olarak geçtiği yerler büsbütün istisna sayılmaz. Şu altı ayette tabi’dir. (1/1-3) (2/163) (27/30) (78/37) (59/22).

2 – İslâmi geleneğin sıralamasına göre vahyin bütün safhalarında varid olmuştur.(Her sureden bir ayet olup olmadığı konusunda farklı görüşler olan besmele hariç tutulmak üzere.

3 – Er Rahmân isminin geçtiği bütün yerler bu vasfın taşıdığı rahmet ve ihsan anlamlarına uygundur. Bunların hepsini ele alarak bu uygunluğu göstermek işi uzatmak olacaktır. Bu konuyu tefsirlere havale ederek sadece bu münasebetin gizli göründüğü birkaç ayeti ele alalım.

Kul men yekleüküm Bil leyli ven nehari miner Rahmân* bel hüm an zikri Rabbihim mu’ridun. (Enbiya/42)

İbn. Kesir; Sonra Allah Taâlâ kulları üzerinde gece ve gündüz kendilerini korumak, uyumayan gözü ile gözetip himaye etmek şeklinde olan nimetlerini anarak böyle buyurdu; Gece ve gündüz o Rahmân’a bedel, O’ndan başka sizi kim himaye eder?

Burada “min” harfine “gayr” anlamı vermesi hakkında şiirle istişhad eder. Ayetin son kısmı için ise şöyle der; “Onlar Allah’ın üzerinde ki nimetlerini ve kendilerine olan ihsanını itiraf etmezler, aksine ayetlerinden ve nimetlerinden yüz çevirirler.”

El Alusi ise bu ayet hakkında “min” harfinde ki “gayr” anlamını göz önüne almaksızın şöyle diyor; “Allah Taâlâ’nın kendilerini bürüyen nimetleri sebebiyle aldanmamalarına tembih için Resulüne; onların başlarına vururcasına bunu sormasını emrediyor. Rahmaniyer ünvanını getirmesi, ancakOnun rahmetiyle korunduklarına dikkati çekmek içindir. Yahut rahmeti galip olan Rahmân’ın bile azaplandırmasına delâlet eder.”

Hz. İbrahim’in babasına şöyle dediği bildirilir; “Ya ebeti inniy ehafü en yemesseke azâbün miner Rahmâni fetekûne lişşeytani veliyya;” (Meryem/45) Babacığım Rahmân’dan sana azap dokunacağından korkuyorum.

Kur’an ın tavsifiyle; “çok içli, yumuşak huylu, kendini Allah’a vermiş” (Hûd/75) şirkinden vazgeçmeyeceğini ve kendisini taşlayacağını bildiren babasına karşı yine de son söz olarak; “Selametle, senin için Rabbim’den (hidayet ve) bağışlanmanı isteyeceğim.” (Meryem/47) diyecek olan nezaket ve merhamet timsali Hz. İbrahim, küfür ve şirk yolunu bırakması için babasına, ele aldığımız ayette ki üslûp içinde öğüt veriyor. Böylesine nazik bir zat gayesi irşad ve muhatabı da babası olunca haliyle ağzından çıkacak her söz -ilahi tevcihe mazhar olmuş olarak- “Boğazın dokuz boğumundan geçmiş” bir söz olacaktır. Bunun böyle olduğunu ayetin her unsuru göstermektedir.

“Babacığım” hitabı, sırf hürmet venezakettir. “Havf” Arapça da “sanılan veya bilinen bir belirtiden ileri gelerek kötü bir durumun tahmin edilmesidir.” Dolayısıyla korkuya konu olan şey kesin değildir. “Mess” Arapça da, bizde ki ”dokunma” ile ifade olunduğu gibi azıcık olan değinmeyi bildirir. “Azab” aslında Arapça da temsil, nekâl, ‘ikab vb. acı çektirme çeşitleri içinde hafif bir dereceyi gösterir. Sonunda ki tenvin böyle yerlerde “taklîl” yani küçültme ifade eder. er Rahmân ise Allah’ın isim derecesine çıkmış, merhametinin çokluğunu ifade eden sıfatıdır.

Şu halde her kelime inzar görevini en şefkatli bir şekilde yerine getirmek gayesiyle seçilmiştir. İşte Rahmân ismi de bundan ötürü burada çok uygun düşmektedir. Buna göre toparlarsak şöyle bir meal verilebilir; “Babacığım korkarım ki O sonsuz merhamet sahibinden bile sana azıcık bir acı dokunsun.” (Va’llahu a’lem)

“Onu bırakıp ta tanrılar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.” (Yasin/23) Bunun için de denilebilir ki Allah dışında geniş manada rahmet sahibidir, zarar vermek istemez. “in” şart edatının Arapça da “iza” şart edatının tahakkuk etmesine karşılık “teşvik” ifade ettiğini hatırlayalım. “ve iza eradallahu” varid olduğu halde “iza” er Rahmân ile hiç zikredilmemiştir. Ama buna rağmen bana bir zarar vermek isterse bana o tanrıların bir faydası olabilir mi? manasını ifade eder.

Şu halde Rahm3an sıfatının en ilgisiz sanılabileceği yerlerde bile dikkat olunursa uygunluk bulunduğu görülebilir.

4 – Kur’an Allah’ı Rahmân ismiyle andığı sırada, Allah lafzı celâlini bir tarafa bırakmış değildir. Her iki sism bir arada, hatta bazen aynı ayette yer almışlardır. Bu önemli noktayı niyice hatırda tutmak gerekir. Meselâ “İşte onlar Allah’ın nimetine erdirdiği kimselerdir, kendilerine Rahmân’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.” (Meryem/58)

Neml/30 ayetinde de bu iki isim aynı ayette yer almıştır. Aynı kelamın devam ettiği Mülk/28-29 da, Ra’d/30-31 de, Bakara/163-164-165 de birlikte kullanılmıştır.

Dahası var, İslâmi geleneğe göre el Fatiha suresi 5. Sıradadır, bu surede “er Rahman” tabî’ (sıfat) olarak Allah’ı tavsif etmektedir. (Fatiha/2-3) Şu halde Allah kendisini bu isimle ilk defa adlandırdığında sıfat durumunda getirmiş, en zahir olan bu sıfatını –artık kime delâlet ettiği bilindiği için- sonra mevsufsuz olarak özel isim durumunda irad etmiştir. Sıfat olarak geldiği (1. Maddede bildirdiğimiz 6 ayet) yerler sırasıyla (5/48), (80/87-101) sırasındadırlar. Buna bakarak tâli derecede olarak diyebiliriz ki muayyen fasılalarla Rahmân’ın Allah’ın sıfatı olduğu hatırlatılmak istenmiştir.
5 – Kur’an da özel isim durumunda kullanılan tek vasıf Rahmân değildir. Mevsuflarının Allah olduğu bilindiği için şu vasıflar da gramer yönünden özel isim değerini kazanmışlardır. Rabbü’l âlemin (56/80) (10/37) (2/131) vb. ki bu vasıf 27 ayette bu durumda varid olmuştur. Nadiren Tabî’ (Sıfat) veya haber müsned ( yüklem) durumundadır.

El ‘Azizu’r-Rahîm (36/5) (26/217), El ‘azizu’l-Ğaffar; (40/42), Ğafûr’in Rahîm; (41/32), el Hayyu’l-Kayyûm; (20/111), ‘Âlimu’l-gaybi va’ş-şehade; (9/94-105) (62/8), Hakîmin Habîr; (11/1), Habîr; (35/14) gibi birçok isim böyledir.

6 – Aynı fiil mesela “Arş üzerinde istiva” fiili bir ayette; “er-Rahmân” a (20/5), başka ayette ise Allah’a (10/3) izafe edilmiştir. Buna başka örnekler de verilebilir. Bu da gösteriyor ki Fâil aynıdır.

7 – Rab vasfını ele alırken şunu anlatmak istemiştik; Kur’an bu vasfı çok değişik şekillerde kullanarak “Allah” ın nasıl bir tanrı olduğunu iyice anlatmak istedi. Aynı şey Rahmân ismi için de söylenebilir. Allah böylesine muhtevalı bir isme sahip olduğunu bildirmekle ulûhiyetin en bariz bir sıfatını göstermiştir. Bunu iyice yerleştirmek için önceleri bu ismi daha çok ihtiva eden ayetler göndermiştir. Sonraları arada bir hatırlatılmıştır.

8 – Ulûhiyeti bazen en meşhur ve özel ismi olan Allah, bazen en vazıh vasıflarını gösteren Rabb, Rahmân, Rabbü’l-âlemin vb. isimleriyle tanıtmak (hem de mânâ bakımından tam yerini bulmak üzere) belagati belli başlı özelliği olan Kitap için neden bir güzellik olmasın? Üslûp tenevvü, edebi zevkin her zaman aradığı bir hususiyet olmamış mıdır?

9 – Rahmân ismini, sadece “ikinci Mekke devresine” ait olduğu iddia ediliyor. Tutalım ki doğru olsun. Biz Kur’an da belirli devrelere ait tenzillerde başka muayyen birçok esmâ-i hüsnânın da olduğunu söyleyebiliriz. Bundan da sakîm teoloji delâletler mi çıkarmak gerekecektir? Meselâ; “Rabbü’s-semavâti va’l-ard” vasfı İslâmi geleneğe göre yalnız Mekke devriortalarında görülüyor. Tevvâb ‘Afuvv gibi isimler yalnız medeni surelerde ortaya çıkıyor vb.

10 – Genel olarak hadislerde ulûhiyetin özel ismi “Allah” tır Yeterli bir araştırma yapmamış olduğumuz halde şu durumu görüyoruz. Rahmân ve Rabb isimleri “Sıfat-ı galibe” babından özel isim durumunda kullanılmıştır. Bu muhtemelen Kur’an ın bu iki vasıf üzerine fazla ağırlık vermesi ve Hz. Peygamberin tervici ile olmuştur. O zamandan beri Müslümanlar arasında bu durum süregelmiştir.

11 – Kur’an Allah’ın isimlerini birbirleriyle mücadele ettirmemek için, bu isim münakaşasının önüne geçmek için sarahat ihtiva etmektedir. “En güzel isimler ‘nundur.” (20/5), “İster Allah diye çağırın ister Rahmân diye. Hangisini derseniz en güzel isimler O’nundur.” (17/110) Rahmân isminin Kur’an da kullanışı ile ilgili olarak söyleyebileceğimiz bu belli başlı hususları gördükten sonra bir kısım müsteşriklerin aynı konu hakkında ileri sürdükleri iddialara geçelim.

H. Grime ve Th.Nöldeke’den beri iddia edildiğine göre Rahmân ismi münhasıran “2. Mekke devresi” surelerinde geçer. Böyle bir hususiyet farzedince, bazı surelerin kronolojik sıralamasında bu ismi kıstas olarak kullanmışlardır. Daha önce veya daha sonraki bir safhada yer alacağını düşündükleri bazı sureleri sırf er Rahmân ismini ihtiva etmesi sebebiyle “ikinci devreye” yerleştirdikleri de olmuştur. Bunu “Muhkem kaziyye” sayan bazıları artık bir takım sonuçlar çıkarmaya başlarlar.

Hz. Muhammed’in “Te’sis ettiği dinin Tanrısını ta’yin etmekte tereddütler geçirdiği”ni, bile söylemeye cür’et edenler oldu. Çağdaş bir kilise mensubu (Dominiken) müsteşrik J. Jomler, er Rahmân isminin Kur’an da kullanışına dair yayınladığı 21 sayfalık uzunca bir makalesinde, bu isim etrafında yapılan spekülasyonların semeresini devşirmeye yeltendi.

Yazar dayandığı bir kısım verilerin esassızlığının farkında bulunduğundan olmalı, arada bir ihtiyatlı hareket ettiği intibaını veren ifadeler kullanır. Buna rağmen “sadece teklif sahasında kalmak üzere” ortaya attığı hipotezlerle makalenin götürmek istediği genel hava şudur; Arabistan da İslâm’dan önce Tanrıyı Rahman diye adlandıran bir mezhep bulunmalı ve bu mezhep Hıristiyanlıkla ilgili olmalıdır. Böyle olduğu Kur’an ın Hıristiyan geleneğine ait bazı kavramları Rahman ismine bağlamasından anlaşılmaktadır. Bu intibaı verirken öne sürdüğü mülahazalara temas etmeden önce bu müsteşriklerin tutuldukları bu kronik durumun menşei hakkında fikrimizi söylemek isteriz. Kur’an da farklı Allah adlarının ayrı ayrı mütela olunup bunlardan bazı sonuçlar çıkarma asırlık hevesi nereden gelmiş olabilir?

İslâm a beşeri kaynak arama düşüncesi olmasa konuyu şu şekilde de düşünmemize engel yoktur. Farz edelim ki bütün iddiaları doğru olsun. Arabistan da Tanrı’yı Rahmân diye adlandıran ve ehl-i kitap geleneğine mensup bir cemaat bulunsun. Mekkeli müşrikler onlardan, onlar bunlardan ve dolayısıyla birbirlerinin tanrıya verdikleri isimden nefret etsinler.

Tanrı Kur’an ı vahy eden “Allah” ile civardakilerin “Rahman” adıyla taptıkları ulûhiyetin aynı olduğu fikrini yerleştirmek istese, insanları lüzumsuz düşmanlıklardan lâfızda ve yersiz taassupta boğulmaktan kurtarmak için, başkalarının da verdiği ismi kullansa kıyamet mi kopar? Onların Rahmân adıyla tazim ettikleri halde, hakkında bir takım yanlış inançlara yanaşsa, irşad gayesi ile alıştıkları terimleri kullansa ne olur? Sırf ehl-i Kitap bu vasfı kullanıyor diye kör taassuba layık bir şey yaparak Arapça da Tanrı’nın en bariz bir vasfını ifade eden, Rahmân ismi ile adlandırmamanın anlamı olur muydu?

Faraza kaydıyla olan bütün bu sorular doğru olsaydı bile hiçbir şey olmazdı. Kur’an mesajının gayesine de uygun olurdu. Zira Kur’an Yeryüzünün tanıyacağı en büyük çapta Oecuménique, evrensel bir davet getiriyordu. Çeşitli toplulukların düşmüş oldukları yanlış inançları atarak birleşmelerini istiyordu Dolayısıyla onun için önemli olan lâfızdan ziyade mânâ idi. (Prof,Dr. Suad Yıldırım- Kur’an da ulûhiyet/syf.111-124)

***********************************************************

ER-RAHMÂNİ’R-RAHÎM’İN TEFSİR

Bu faslın tefsiri hususundadır. Bu konuda birçok faydalar vardır. Birinci fayda: “Rahman”, kullardan bir benzerinin çıkması tasavvur olunama¬yan nimetler veren demektir. “Rahim” ise, kullardan da benzerinin çıkması düşünülebilen şeylerle nimet ve¬ren demektir.

İbrahim b. Edhem’in şöyle dediği hikâye edilmiştir; “Bir yere misafir oldum. Derken sofra getirildi. Birden bir karga sofraya konup çöreği kapıp kaçtı. Hayret¬le onun halini izlemeye başladım, O, bir tepeye kondu. Birden iki eli bağlı bir adamı fark ettim. Karga çöreği o adamın yüzüne bıraktı.
Zinnûni Mısrî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Evde bulunuyordum. Birden kalbimde bir velvele koptu. Öyle ki, kendime hâkim olamaz hale geldim. Bunun üzerine evden çıktım ve Nil kenarına vardım. Birden koşmakta olan kuvvetli bir akrep gördüm ve hemen onu izlemeye koyuldum. Sonra akrep nehrin tam kıyısı¬na varınca, orada tam kenarda durmakta olan bir kurbağa gördüm. Birden ak¬rep kurbağanın üstüne atlayınca kurbağa yüzmeye ve gitmeye başladı. Bunun üzerine bir kayığa binerek, kurbağayı takıp etmeye başladım. Kurmağa Nil’in karşı kenarına ulaşmıştı. Kıyıya varınca akrep kurbağanın sırtından indi ve koşmağa başladı; ben de takıp ettim. Birden, ağacın altında uyumakta olan bir genç gör¬düm; bir de, ona doğru gelmekte olan bir yılan…Yılan bu gence yaklaşınca, akrep de yılana yetişmişti; birden, akrep yılanın üstüne atladı ve yılanı soktu. Yılan da akrebi sokmuştu. Bunun üzerine her ikisi de ölmüş, o adam da onlardan kur¬tulmuştu.”

Anlaşıldığına göre, bir karga yavrusu yumurtasının kabuğunu kırarak çıktığı za¬man, hiç bir tüyü olmadığı için, nerdeyse bir et parçasına benziyormuş. Bu sebeple ana karga ondan kaçıyor ve terbiyesiyle de meşgul olmuyormuş. Sonra, bir et parçasına benzediği için, yavrunun başına sinekler üşüşüyormuş. Sinekler yavrunun yanına vardığı zaman, sinekleri yutar ve onunla beslenir. Bu durum, güçleninceye, tüyleri büyüyünceye ve tüyleri altında eti gizleninceye kadar de¬vam eder. O zaman annesi ona döner. Bu sebeple Arapların duasında şu ifade geçmektedir: “Ey, karga yavrusunu yuvasında besleyen Allah’ım.”

Bu misallerle, Allah’ın lütfunun umumî, ihsanının yaygın ve rahmetinin geniş olduğu ortaya çıkmış olur.

Hadiseler iki kısımdır. Rahmet olmadığı halde rahmet sanılan, fakat hakikatte bir azap ve belâ olan hadiseler ve hakikatte bir lütuf, ihsan ve rahmet olduğu halde, bir azap ve ceza olduğu sanılan hadiseler.

Birinci kısma şu misali verebiliriz: Baba çocuğunu, ihmal edip, dilediğini yapa¬cak şekilde, onu terbiye etmez, öğrenmeye teşvik etmezse… İşte bu durum, gö¬rünürde bir merhamet, hakikatte ise bir cezadır.

İkinci kısmın misali ise; çocuğunu okula hapsedip, onu tahsil yapmaya zorla¬yan baba gibidir. Bu zahirde bir ceza sanılsa da, hakikatte bir rahmet ve merhamettir.

İnsan da böyledir. Bir insanın elinde kangren hastalığı olsa. Bu adamın eli kesilse, bu, görünüşte bir azap, gerçekte ise bir rahmet ve acımadır Bundan do¬layı aklı az olanlar, işlerin zahirine aldanırlar, gerçek akıllılar ise, İşin aslına ve hik¬mete bakarlar.

Bunu iyice anladığında, âlemde bulunan çile, belâ, elem ve bütün meşakkat¬ler, her ne kadar görünürde böyle olsalar da gerçekte onların bir hikmet ve rah¬met olduğunu anlarsın. Bunun özü, hikmet konusunda söylenen şu sözdür: Kü¬çücük bir serden dolayı, çok hayırları terk etmek, büyük serdir. Buna göre, tekliflerden maksadın, ruhları bedene ait ilgilerden temizlemek olduğunu anlarsın. Ni¬tekim Cenâb-ı Hakk:

“Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz” (isrâ, 7) buyurmuştur.

Ateşin yaratılmasından maksat, kötü olanları iyilerin amellerine çevirmek ve o kötüleri dünyadan, ahiret yurduna çekmektir Nitekim Cenâb-ı Hakk,

“Allah’a kaçınız.” (Zariyat. 50) buyurmuştur.

Bu konunun en açık misali. Hz. Mûsâ ve Hızır (a.s.)’ın kıssasıdır. Çünkü Hz. Mûsâ hadiselerin zahirine göre hüküm veriyor, böylece de Hızır (a.s.)’ın gemiyi delmesini, çocuğu öldürmesini, yıkılmak üzere olan duvarı onarmasını yadırgı-yordu. Hızır (a.s.) ise, hükümleri hakikatlerine ve iç yüzlerine bina ediyor ve şöyle diyordu:

“Gemiye gelince: Denizde iş yapan yoksullarındı. Ben onu kusurlu yapmak is¬tedim ki, onların arkasında her sağlam gemiyi, zorla alan bir hükümdar vardı. Çocuğa gelince, onun anası da babası da iman etmiş kimselerdi. Bunun için onla¬rı bir azgınlık ve kâfirliğin bürümesinden endişe ettik de, diledik ki, bunun yerine Rableri kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhametçe daha yakınını versin. Duvara gelince, bu o şehirdeki iki yetim çocuğun idi. Altında da, onlara ait bir hazine vardı. Babaları iyi bir adamdı. Bundan dolayı Rabbin diledi ki, ikisi de bu¬luğ çağlarına ersinler de definelerini çıkarsınlar. Bu Rabbinden bir merhamettir” (Kehf. 79-82).

Bu kıssayla, olayların hakikatine vâkıf olan Hâkimin, işini zahire değil de haki¬katlere bina ettiği anlaşılmış oluyor. Tabiatının hoşlanmadığı, aklının nefret ettiği bir şeyi gördüğünde, onun altında nice gizli sırlar, erişilmez nice yerli yerinde hü¬kümler olduğunu ve O’nun hikmetinin ve rahmetinin bunu gerektirdiğini iyi bile¬sin! İşte o zaman, O’nun ” sözünün sır deryasından bir iz, sana tecelli eder.

İkinci fayda: lâfzı, “Allah” a has bir isimdir. ismi ise, hem O’na hem de başka varlıklara verilebilir. Eğer, “buna gö¬re in ifade ettiği mana daha büyüktür; o halde büyük olanı zikrettikten sonra, küçük olanı niye zikretmiştir?” denilirse, buna cevabımız şudur:

Çünkü büyük olandan, önemsiz ve basit şey istenmez.

Anlatıldığına göre, birisi bir büyüğün yanına giderek, “ufak bir şeyden ötürü sana geldim” demiş. O da bunun üzerine, “önemsiz şeyler İçin önemsiz bir adam ara!” diye cevap vermiştir.

Buna göre, Cenâb-ı Hakk sanki şöyle demiş olur: Şayet Rahman lâfzını zikret¬mekle yetinseydim benden utanır ve benden basit isteklerde bulunman imkân¬sız olurdu. Ancak sen benim “Rahman” olduğumu bildiğin için, benden büyük şeyler istersin; ama ben aynı zamanda ı’Rahîm”ım o halde benden ayakkabının bağım ve tencerenin tuzunu da iste!”. Nitekim Cenâb-ı Hakk, Hz. Musa’ya şöyle demiştir: “Ey Mûsâ, benden tencerenin tuzunu ve koyununun yemini bile iste!”

Üçüncü fayda: Cenâb-ı Hakk. Kendisini Rahman ve Rahîm olarak niteledi. Sonra O, Hz. Meryem’e, “Bizden bir rahmet olarak… Ve, iş bitirildi.” (Meryem 21) diyerek, tek bir rahmet verdi, İşte bu tek rahmet de, kâfirlerin ve tacirlerin onu ayıplamalarından kurtul¬masına sebep oldu. Sonra biz Allah’ı her gün otuz dört kerre, Rahman ve Rahîm olarak vasfediyoruz. Bu böyledir, çünkü namazlar on yedi rekâttır. (Şâfi mezhebine göre)
O Rahman ve Rahîm lâfzı, besmelede ve Fâtiha’da olmak üzere, her rekâtta ikişer kere tekrar edilir. Tek bir rahmetin zikri, Hz. Meryem’in kötülüklerden kurtulmasına sebep olun¬ca, ömür boyu bu kadar çok rahmeti zikretmek, müslümaniarın cehennemden, rezîl rüsvay olmaktan ve helak olmaktan kurtuluşlarına sebep olmaz mı?

Dördüncü fayda: Allah Teâlâ Rahmân’dır. Çünkü o, kulun takat getiremeyeceği şeyleri yaratır. O, Rahîm’dir, çünkü O, kulun benzerine güç yetiremeyeceği şeyi yapar. Bu sebeple sanki Cenâb-ı Hakk şöyle demiştir: Ben, Rahmanım; çünkü sen bana atılmış bir meni teslim ettin, ben de onu sana güzel bir biçimde teslim ediyorum. Nitekim O, “Sizi şekillendirdi ve şekillerimizi ne de güzel yaptı” (Ğafır 64) buyurmuştur. Ben Rahîm’im, çünkü sen bana eksik taât getirdin, Ben de sana halis bir cennet verdim.

Beşinci fayda: Anlatıldığına göre bir genç, ölmek üzere iken, kelime-i şehâdet getiremedi. Bunun üzerine, yanında bulunanlar Hz. Peygamber’e gelerek, duru¬mu O’na haber verdiler. Resûlullah (s.a.s.) da kalkıp, bu gencin yanına gelerek ona, kelıme-i şehâdeti telkin etmeye başladı. O genç hareket ediyor, sağa sola dönüyor, ama bir türlü dilini kımıldatamıyordu.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle sormaya başladı: “Bu namaz kılmaz, oruç tutmaz ve zekât vermez miydi?” Ora¬da bulunanlar, “Hayır Ya Resûlallah, bunların hepsini yapardı” dediler. Hz. Pey¬gamber “Ebeveynine asî olur muydu?” diye sorunca, “evet, asî olurdu” dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.), “o halde annesini getirin bakalım” dedi. Bunun üzerine, yaşlı ve gözleri şaşı olan, bir kadıncağız geldi. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Onu, af¬fetmez misin? Keşke affetsen” deyince, kadın, “hayır, onu affetmeyeceğim, çün¬kü o beni tokatlayarak, gözlerimi bu hale getirdi” dedi. Bunun üzerine Hz. Pey¬gamber, “odun ve ateş getirin.” dedi. Kadıncağız, “ateşi ne yapacaksın?” deyin¬ce de, Hz. Peygamber {s.a.s.). “onu, sana yaptığının karşılığı olarak, gözünün önünde yakacağım” diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın, “affettim, affettim!” dedi. “Ateş için mi onu dokuz ay taşıdım; ateş için mi onu iki sene emzirdim! Nerede annelik merhameti?” Bunun üzerine, delikanlının dili çözüldü ve kelime-i şehadet getirdi. “Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve elçisîdir!”

Buradaki incelik şudur: Bu kadın Rahmâne olmadığı halde, sadece Rahîmedir (bu vasıf onda bulunur). Rahmetin bu kabarcığıyla, kadın oğlunun ateşte ya¬kılmasına müsaade etmedi. O halde, kullarına yardım ettiği halde, kendisine karşı işledikleri suçlardan zarar görmeyen Rahman ve Rahîm olan zât, yaklaşık yetmiş yıl kelime-i şehâdeti söylemeye devam eden kimsenin ateşte yanmasına nasıl mü¬saade eder?

Altıncı tayda: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, rebâiyyesi (köpek dişi ile ön dişler ara¬sındaki diş) kırıldığı zaman şöyle dediği meşhurdur: “Allah’ım kavmimi hidayete erdir; çünkü onlar bilmiyorlar” Bundan, Hz. Peygamber’in kıyamet günü, “Benim ümmetim, benim ümmetim!” diyeceği anlaşıl¬mış olur. Bu da, hem dünya hem de ahiret hususunda O’ndan sudur etmiş bü-yük bir lütuftur.

Bu lütuf ve ihsan, Hz. Peygamber bir rahmet olduğu için onda meydana gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, “Biz seni, ancak âlemlere rahmet olsun diye yolladık.” (Enbiya. 107) buyurmuş¬tur. Tek bir rahmetin tesiri, bu dereceye varırsa, Rahman ve Rahîm olan zâtın ke¬remi ya nasıl olur?
Ve yine Hz. Peygamberin şöyle dediği rivayet edilir: “Ey Allah’ım, ümmetimin hesabını benim önümde gör”. Sonra, Hz. Peygam¬ber (s.a.s.), iki dirhem borçlu olarak öldüğü ve ilk (iftira) atmak sebebiyle Hz. Aişe’nin evinden çıkmasına sebep olduğu için, bir ölünün cenaze namazını kıl¬maktan kaçındı. İşte bunun üzerine Cenab-ı Hak, sanki ona şöyle demiştir: Se¬nin tek bir merhametin vardır bu da;

“Seni, ancak âlemlere rahmet olarak yolladık “ (Enbiya. 107) sözüdür. Tek bir mer¬hamet, mahlûkat âlemini ıslah etmeye kâfi gelmez. Beni, kulumla baş başa bırak. Beni ümmetinle baş başa bırak. Çünkü ben Rahman ve Rahîm’im, benim rahmetimin sonu yoktur. Onların günahları ise, mahdut ve sayılıdır. Sınırsız olanın yanında, sınırlı ve mahdut olan yok olur. Bütün mahlûkatın günahlarının benim rahmet deryamda yok olacağında şüphe yoktur. Zira ben Rahman ve Rahîm’imdir.

Yedinci fayda: Kaderiye (Mutezile), “Ateşte yakmak ve devamlı azab etmek için mahlûkatı yaratan kimse, nasıl Rahman ve Rahîm olur; kâfirde küfrü yaratıp ve bundan dolayı ona azab eden kimse, nasıl Rahman ve Rahîm olur?; İman etmeyi emredip, sonra ona mâni olan kimse nasıl Rahman ve Rahîm olur? Bu böyle ol¬maz” demişlerdir.

Cebriyye ise. ‘Nimet ve rahmet nevilerinin en büyüğü Allah’a imandır. Eğer iman Allah tarafından değil de kul tarafından yaratılmış olsaydı, Rahman ve Rahîm isim¬lerinin kula verilmesi, Allah’a verilmesinden daha uygun olurdu” demiştir. Allah en iyi bilendir. (F. Razi/ Mefâtihu’l-Gayb-Fatiha)

Devam edecek



Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

Trending Articles


huddam daveti


Tekasür Suresi


"Yâ Kuddûs!" Esması Havâs ve Esrârı


Kasemi Mübelliğa


Peri44


Kuvvetli muhabbet ve aşk tılsımı


El-Mütekebbir


Papaz büyüsü


SCCM 2012 Client Installation issue


Zilhicce Ayının Namaz Duası ÖNEMLİ