MELİK
[Bu isim Kur’an da beş kez zikredilir. (Tâhâ/114, Mü’minûn/116, Haşr/23, Cuma/1, Nâs/2) Allah azze ve celle ve âlâ bu ismin karşılığı olan Melikh Ha-Melakhîm adıyla Tevrat’ta da anılır.]
Taalluk
Kul bu isme, Allah’ın insanı yeryüzünde halife kıldığı alanda kendisini desteklemesi için ihtiyaç duyar. Bu husus Kur’an da “Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.” (Bakara/30) Hadis-i şerifte ise “Hepiniz çobansınız ve yetkiniz altındakilerden sorumlusunuz.” Şeklinde vurgulanmıştır.
Tahakkuk;
Melik odur ki varlığın tamamı O’na aittir.
Tahalluk;
İnsanın iradesi, Allah’ın iradesine uygunluk arz ederse arzu ettiği durum gerçekleşir. Bu durumda o kimse de Melik olarak adlandırılır. Nitekim bu oluşum bir kutsal hadiste “Kul nafile ibadetlerle o dereceye ulaşır ki Ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” Şeklinde vurgulanmıştır.
Allah’a muhtaç olmak, her şeye ihtiyaç duymak anlamına gelir. Halife olmanın anlamı ise; “Ey iblis o benim iki elimle (kudretimle) yarattığıma secde etmene ne engel oldu” (Sad/75) şeklindeki ayet-i kerimesinde Hz. Peygamberin “Allah Âdemi kendi suretinde yarattı.” Hadisinde açıklanmıştır.
Melik bazen şedid (Mülkünde dilediğini yapan ancak hakkı dileyen) anlamına gelir. Bu nitelik mülkünde tasarrufta bulunan melik için özel bir anlam taşır. (İbn. Arabi/Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi-s.45)
***********************************************************
EL’MELİK
O, öyle bir varlıktır ki, ne zatında ve ne de sıfatında hiç bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilâkis her şey zatın da, sıfatında, mevcudiyetinde ve bekasında ona muhtaçtır! Şu halde ondan başka her şey O’nun memlukûdür. O’nun ise hiç bir şeye ihtiyacı yoktur! İşte Melik-i mutlak O’dur!
Tenbih
Kulun mutlak melik olması hiç düşünülemez. Çünkü onun her şeyden müstağni olduğu söylenemez.. Allah’tan başkasına ihtiyacı olmasa bile, mutlaka daima Allah’a muhtaçtır. Sonra ona herkesin, her şeyin muhtaç olduğu da düşünülemez. Zira ona muhtaç olmayan birçok varlıklar vardır da o farkında değildir., Lakin kendisinin bazı şeylere muhtaç olmaması düşünülünce onun Melik olduğu zannı hâkim olur.
Kullardan gerçek Melik o kişidir ki; Allah’tan başka kimsesi olmaz.. Allahtan gayri her şeyden alakasını keser, bununla beraber asker ve halkının kendisine itaat ettiği boyun eğdiği ülkeye sahip olur.. (Nasıl mı?)
Şöyle: Çünkü onun öz ülkesi kalbi ve kalıbıdır. Askerleri ise, gazabı, şehveti, hava hevesidir. Halkı ise; dilli, gözleri elleri ve sair azalarıdır.
O, bütün bunlara hâkim olup da kendisine boyun eğdirirse, işte kendi iç dünyasında sultanlık derecesine yükselmiş demektir.
Bir de buna insanlara karşı olan ihtiyaçsızlığı ve herkesin gerek dünya hayatında ve gerekse ahiret hayatında kendisine, muhtaç olduğu hususu eklenirse işte o zaman yeryüzünün sultanı olmuş demektir ki bu, Peygamberlerin (Allanın selamı üzerlerine olsun) rütbesidir. Çünkü O’nlar, ahiret hayatına hidayet etme hususunda Allah’tan başka hiç kimseye ihtiyaçları yoktur, herkes kendilerine muhtaçtır.
Meliklik hususunda; Peygamberleri, onların varisleri olan âlimler takip ederler, onların sultanlık derecesi de, kulları irşat edebilmek yeteneğiyle ölçülür.
Evet, bu niteliklerle kul melekler derecesine ulaşır ve Allah’a yaklaşabilir. Bu mülk hâkimiyet kendilerine gerçek melik olan, mülkünde ortağı bulunmayan Allah tarafından ihsan edilmiştir.
Emirlerden biri, ariflerden birine: Ne ihtiyacın varsa söyle. Dediği zaman, arifin kendine verdiği cevap ne de arif’anedir.
Ben senden ne isteyeceğim ki, benim iki kölem vardır ki onlar senin efendindir.
Neymiş onlar bakalım?
Biri hırs, diğeri heva ve heves. İşte ben bu ikisinin sırtını yere getirip onlara hâkim oldum, sen ise bunlara yenildin. Onlar sana hâkim oldular. Demiştir.
Adamın biri, bir Şeyh’ten kendisine nasihatte bulunmasını rica edince Şeyh ona dedi ki:
Dünyada da, ahirette de melik ol. Adam bu sözü duyunca şaşırdı ve tekrar sordu:
Nasıl yani?
Dünyaya karşı olan hırs ve şehvetini kesersen, hem dünyada hem ahirette sultan olursun. Çünkü sultanlık hürriyet ve ihtiyaçsızlıkta görülebilir; esaret ve zillette değil. (İ. Gazali – Esmaü’l Hüsna/70-71)
*************************************************************
MELİK
Kısaca “hükümdar” demektir.
“Meleke yemliku” fiilinden gelen, mübalağa ve sübut ifade eden sıfat-ı meşebbehe siğasıdır. Bu fiilin en çok kullanılan masdarları mülk, milk, memleke vezinlerinde gelir. Kur’an da en çok mülk şekli kullanılmış, kırktan fazla yerde mülk yani hükümranlık Allah’a nispet olunmuştur. En çok “göklerin ve yerin mülkü Allah’ın dır” ifadesi ile gelmiştir. Ayrıca mübalağa gösteren masdar siğası ile melekût şekli de dört ayette varid olmuştur. “Melekût” tasarruf edilen şey üzerinde müstakil olarak tam hükümran olmaktır.” Dünyevi eşyaya sahip olmak manasında bilhassa fiil şekliyle insanlar hakkında kullanıldığı olmuştur. Hükümran olmak anlamında fiil şekilleri, mahlûklardan, bilhassa sahte tanrılardan mülkü nefyetmek suretiyle, dolayısıyla Allah hakkında kullanılmıştır.
Beşeri manada mülkün değeri, idare olunanlara ve idarecide ki zati vasıflara göre büyür veya küçülür. Allah’ın mülkünde ise hiçbir hükümranlık yaklaşamaz. Zira O, bu hükümranlığa, memleketini ve orada ki insanlar da dâhil bütün varlıkları yoktan var etmekle hak sahibidir. Öte yandan bu hükümranlığın, Kendisinden alınması da söz konusu değildir.
Allah öyle bir Meliktir ki, buyurma, yok etme, öldürme, diriltme, azaplandırma, mükâfatlandırma gibi işlerde istediği gibi, ne ortağı ne Kendisini engelleyebilecek olanı olmaksızın, istediği hususta istediği gibi tasarruf eden gerçek Meliktir.
Böylece, anlaşılıyor ki, O hakiki ve mutlak tek Meliktir. Beşerî hükümdarlar hakkında mülk, mecâzîdir. Allah bu durumu, hasr ifâdesiyle “lehu’l-mülk; O’nundur mülk” (Fâtır/13), “Ellezî bi yedihi’l-mülk; hükümranlık elinde olan” (Mülk/1) gibi, birçok âyette bildirmektedir.
Dikkati çeken bir durum da, -bu gerçeğe rağmen- insanların İlâhî hükümranlığı, kendilerince bilinen hükümdarlık kavramı ile karıştırmamaları için, Allah’ın mülkünü belirten tâbirlerin mücerred olarak getirilmemesidir. Bunlar muzâf kılınmak veya tavsif edilmekle, nasıl bir mülk karşısında bulunulduğu gösterilmiştir:
“Mâlik-i yevmi’d-dîn; Din gününün Mâliki/sahibi (veya Melik’i)” (Fâtiha/4);
“el-Melikü’l-Hakk; Hakiki Hükümdar” (Tâhâ/114; Mü’minûn/116),
“el-Melikü’l-Kuddûs; Her türlü eksiklikten münezzeh Hükümdar” (Haşr/23; Cum’a/1);
“Melikü’n-nâs; Bütün insanların hükümdarı”(Nâs/2);
“Mâlikü’l-mülk; Mülkün mutlak sahibi” (Âl-i İmrân/26).
Bu son vasfın geçtiği pasajda O, ancak Ulûhiyetin sahip olabileceği birçok sıfatla (hayat vermek, öldürmek vb.) nitelenmiştir. Bundan ötürü, et-Taberî: “Dünya ve âhiretin mülkü, yalnız Kendisine âit olan” diye tefsir etmiştir.
Melîk ismi, yalnız bir Mekkî âyette, “Melîk Muktedir” (Kamer/55) terkibiyle gelmiştir. “Tam Kudretle Güçlü olan Hükümdar” anlamına gelen bu vasıf, özel isim durumundadır. (Prof. Dr. Suad Yıldırım-Kur’an da Ulûhiyyet/128-129)
****************************************************************
EL MELİK
Kâinatın sahibi ve bütün mahlûkarın Hakim-i Mutlakıdır O. Görünen ve görünmeyen, bütün alemlerin ve bütün mahlûkatın evvelinden ahirin ahirine dek yegane Hâkimi Allah’tır. O’na benzer hiçbir şey yoktur, çünkü O âlemlerin yoktan var edicisidir. Yarattığı kâinatın büyüklüğü, içinde bulunanların adedi ve ordularının gücü ancak O’na mahkûmdur. Ancak O’nun iradesi, hükmü ve adaleti caridir. Her ne olursa olsun O’nun iradesidir. O’nun murad etmediği hiçbir şey olamaz.
O yarattığı âleme muhtaç değildir ama alem O’na muhtaçtır. O kendi kendine hükmeder, hükmünde yardımcıya ihtiyacı yoktur. Kâinatı yarattıkları için tıpkı bir iş yeri, kıyamet gününü de muazzam bir adalet divanı olarak yaratmıştır. Bu dünyada biz amellerimizi ekeriz, kıyamet gününde de mükâfatlarını biçeceğiz. Herkes kendi işinin neticelerini görecektir. O’ndan gayrı iltica edilecek kimse yoktur.
Kendilerinde bu ilâhi ismin manasını bularak efendilerine arif olan Allah’ın kulları, servet, makam ve şöhretlerinin kendilerine ait olduğunu zannetme sarhoşluğundan ayılırlar. Dünyada ki Krallara tanrıymışçasına hizmet edenlerin arasından bu ismin manasını bulanlar efendilerin efendisini talep etmeye başlarlar. Bu ilahi memlekette kendi başlarına bırakılmayacaklarını ve en kara gecede kara taşta yürüyen kara karıncayı gören, akıllar ve kalplerden geçen en gizli düşünce ve hisleri duyan bir Hâkim-i Mutlak olduğunu herkes bir gün bilecektir. Olduğumuz ve yaptığımız her şey izlenmekte ve kaydedilmektedir her şeyin hesabı kıyamet gününde verilecektir.
El Melik’ten haberi olan bir kimse kral bile olsa en fazla kendisine ait olmayan bir sürüyü gütmek üzere bir süreliğine tutulmuş bulunan bir çoban olduğunu bilir. İnsafı, gayreti ve sadakati ölçüsünde efendisi tarafından mükâfatlandırılmayı umabilir. Kuzuları kesip pişiren, bütün sütlerini içen ve kurtların sürüde terör estirmesine izin veren habis bir çoban olursa kesinlikle cezalandırılacaktır. Bir çoban olarak görevi bittiğinde hesap vermek zorunda kalacaktır. Teslim edilmesi gereken günden evvel hesabı kitabı hale yola koymak çok daha evladır.
Abdülmelik o kuldur ki Rabbi kendisine kifayet eder. Rabbi hariç kimseden bir ihtiyacı yoktur onun. Bu halle hallenenlere kendi hayat ve amelleri üzerinde tasarruf kudreti verilir. Allah onları halifeleri olarak tayin eder ve onlar da kendi memleketlerinde hükümran olurlar. İnsanın memleketi kendi bedenidir. Tebaalarımız da dilimiz, gözlerimiz, ellerimiz vs. azalarımızdır. Ordularımız; Hırslarımız, arzularımız, şehvetimiz ve öfkemizdir. Eğer onları tasarrufumuz altına alırsan ve onlar da bize tabi olurlarsa, Allah başkalarının hayatlarına tasarruf etmemize de müsaade eder. Bu yüzden Abdülmelik olmuş bir kula kendi hayat ve amelleri üzerinde ayrıca Allah’ın emirleri dahilinde ve izin verdiği ölçüde başkalarının da hayatları üzerinde tasarruf etme yetkisi verilmiştir.
Kâinatın mutlak hükümdarı anlamında ki yâ Melik isminin kul üstünde ki tecellisi taşıması en zor olandır ve insanda zuhur eden sıfatların en kuvvetlisidir.
Bir kimse hakikaten rabbinin kendisine kifayet ettiği bir dereceye gelir ve daima bu ismi zikrederse herkese heybetli görünüp kendisine herkes tarafından hürmet edilir.
Rivayette gelir ki Hz. Hızır hasta bir kimsenin üzerine 100 kere okumak üzere aşağıda ki duayı öğretmiştir.
Allahümme ente’l-Melikü’l Hakku’llezî Lâ ilâhe illâ ente. Yâ Allah’u, ya Selâm’u, ya Şâfî. Ve 3 kere ya şifâe’l-kulûb.
(Ey Allah’ımız hakiki hükümdar sensin, senden gayrı başka bir ilâh yoktur. Ey Allah, ey Selâmet kaynağı, ey şifa verici, ey kalplerin ilacı) Allah dilerse şifa zuhur edecektir. (T. Bekir Bayraktaroğlu/ esma i hüsna)
****************************************************
MELİK İSMİNİN ISTILAHÎ ANLAMLARI:
Mülk kavramını içerdiği anlamları ve Melik isminin Allah için kullanıldığı ayetleri Kur’an dan öğrendikten sonra Melik isminin anlamlarını şöyle sıralayabiliriz:
Melik; yerin, göklerin ve ikisinin arasındakilerin hâkimiyet, egemenlik ve hükümranlığını elinde bulundurandır.
Melik; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir varlığa muhtaç olmayan, fakat her varlığın kendisine muhtaç olduğu kimsedir. Melik; yoktan var ettiği her şey hakkında dilediği şekilde tasarrufta bulunan zâttır.
Melik; saltanatının şerefi yerde, göklerde, insan ve diğer canlılarda görülendir.
Melik; hem insanları yaratan hem de onların hayatına ve yaşam tarzına müdahale eden demektir.
Melik; helal ve haram koyan, hakk ve batılın sınırlarını çizen, hidayet ve dalâletin ölçülerini belirleyen demektir.
Melik; insanları belli bir hedef için yaratan, onları başıboş bırakmayan ve neticede onları yaptıklarından dolayı sorgulayacak olan mutlak hüküm ve egemenlik sahibidir.
Melik; hem gerçek mabut, akılların sıfatları konusunda hayrete düştüğü, hayranlık beslenen, sevgi ve bağlılık gösterilen, zatı his ve duyu organlarıyla idrak edilemeyendir, hem de bütün kâinatta, dünya ve ahirette tasarruf ve saltanat sahibidir. Bütün bu özellikleri taşıyan Allah her türlü zaaf ve ayıptan uzaktır.
Melik; ancak kendisine sığınılan ve kendisinden yardım istenendir.
Melik; istediği topluma istediği kişiyi peygamber olarak gönderen ve bundan dolayı da asla sorgulanmayandır.
Melik; göklerde ve yerde var olan her canlı ve cansız varlığın kendisini tesbih ettiği kimsedir.
Melik; örnek ve lider ümmet olma emanetini dilediği topluma veren ve dilediğinden de alandır.
Melik; her türlü eş, çocuk, ortak ve yardımcıdan berî olan ve yaratıkların sahip oldukları nitelemelerden uzak olandır.
Melik; kendisine ve elçisine saygı duyan, zikrini her şeyin üstünde gören kullarını dünya ve ahiret hayatında mükâfatlandıran, saygısızlık yapanlara da ceza verendir.
Melik; hem canlıları diriltme hem de öldürme özelliğine sahip olandır.
Melik; hem kıyametin başlamasında, hem de kıyamette olacak olaylar konusunda tek söz ve yetki sahibidir.
Melik; hükümranlığı kıyamete kadar devam edecek olandır. Rasulullah (s.a.v) “..O her an bir iştedir.” (Rahman 29) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Bir günahı bağışlamak, bir sıkıntıyı gidermek, toplumların bir kısmını yüceltip bir kısmını ise alçaltmak Allah’ın işlerindendir.” (İbn. Mace)
——————-
Melik isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:
1-Bazı komutan ve yöneticileri Melik ismi ile isimlendirebiliriz. Ama göklerin, yerin ve arasındakilerin sahibi ve hâkimi anlamında hiçbir kimseye Melik ismi verilemez. Bu konuda Rasulüllah şöyle buyurur:
“Allah kıyamet gününde yeryüzünü avucuna alır, semayı da sağında dürüp katlar. Sonra da: “Ben Melik‟im! Yeryüzünün hükümdarları nerede?” der.” (Buhari)
ResulAllah şöyle buyurdu:
“Allah kıyamet gökleri dürer ve sağ eline alarak şöyle buyurur: “Ben Melik’im! Cebbarlar (zorbalar) nerede? Ben Melik‟im! Mütekebbirler (büyüklenenler) nerede?” Sonra yeryüzünü dürerek sol eline alır ve şöyle buyurur: “Ben Melik‟im! Cebbarlar (zorbalar) nerede? Ben Melik‟im! Mütekebbirler (büyüklenenler) nerede?”
“Melikü‟l-Emlâk (Hükümdarlar hükümdarı)” ismini insanlara vermek doğru değildir. Peygamber bu konuda şöyle buyurur:
“Allah katında isimlerin en hakir, aşağılık ve zelil olanı, kendisine “Melikü’l-Emlak” adını veren kişidir.”
Bir başka rivayette de şöyle geçmektedir:
“Kıyamet gününde Allah’ın en çok gazap edeceği, en adi ve hakir göreceği kişi dünyada iken “Meliku’l-Emlak” diye adlandırılan kimsedir. Hâlbuki Allah‟tan başka melik yoktur.”
“Melikü Yevmi’d-Dîn (Din ve ceza gününün tek sahibi)” ve “Malikü‟l-Mülk (Mülkün tek sahibi)” isimleri de Allah’tan başkasına isim ve unvan olarak verilmez.
2 – Peygamber ailesinden henüz konuşmaya başlayan çocuklara şu ayeti anlamıyla öğretirdi.
“O (Allah) ki, göklerin ve yerin egemenliği O’na aittir; O herhangi bir çocuk edinmemiştir; egemenliğinde herhangi bir ortağı yoktur; çünkü her şeyi yaratan ve her şeyi belli bir yasalar örgüsüne göre düzene koyan O’dur.” ( Furkan 2)
Rasulullah Abdulmuttalib oğullarından her çocuk konuşmaya başlar başlamaz
İsra suresinin 111. ayetini öğretirdi.
“Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, aczinden dolayı bir dosta ihtiyaç duymayan Allah’a hamdolsun de ve gerektiği şekilde onu büyükle.” (İsra/111)
Bu ayetler, tevhit inancını en kapsamlı bir şekilde işleyen ayetlerdir. Allah, bu ayetlerde kendini özlü bir şekilde tanıtmaktadır. Bu ayetlerde hem Allah’ın sahip olduğu özellikler belirtiliyor, hem de O’na yakışmayan vasıflar ifade ediliyor. Kısaca Allah’ın ne olduğu ve ne olmadığı açıklanıyor. Göklerin ve yerin mülkünün O’na ait olduğu gerçeği öncelikle gündeme getiriliyor. Göklerde ve yerde gerçek egemenliğin, saltanatın ve hükümranlığın Allah’a ait olduğunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çocuklarımıza Allah’ı Kur’an ayetleriyle tanıtmalıyız. Kendimize göre birtakım yöntem ve metotlarla Allah’ı tanıtmamalıyız. Allah kendisini en güzel bir şekilde Kur’an da tanıtmıştır. Allah’ı sadece yaratıp takdir eden olarak tanıtmamalıyız. O’nun aynı zamanda emretme ve yasaklama yetkisine sahip olduğunu da öğretmeliyiz. Yerin ve göklerin otorite ve egemenliğinin Allah’a ait olduğunu Kur’an la tanıtmalıyız. Sloganik söylemler den kaçınmalıyız. Mutlak egemenlik, otorite ve hakimiyette O’nun hiçbir ortağının olmadığını, hayat programı belirleme, hayata karışma, emretme ve yasaklama yetkisinin ancak Allah’a ait olduğunu anlatmalıyız. Allah’ın, insan hayatının bütün bölümlerine müdahale etme yetkisinin olduğunu sık sık gündeme getirmeliyiz. O’nun hükümranlığı sadece camilerde ve Ramazan ayında geçerli değildir. O, insan hayatının her bölüm ve birimi için kurallar koymuş ve bunlara uyulmasını istemiştir. Bireysel, toplumsal, ekonomik ve siyasal alanlar Allah’ın kurallarına göre düzenlenince Allah, Melik olarak kabul edilmiş olur. Allah’a hayatın sadece belirli kısımlarında söz hakkı tanımak Kur’an ın bir bölümünü kabul edip diğer bölümünü kabul etmemek demektir. Bu ise tevhid inancına uygun düşmez.
“Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir, bu yüzden azapları hafifletilmez, onlar yardım da görmezler.”( Bakara 85, 86 )
3 – Şeytan, Hz. Adem ve Havva’yı asla yok olmayacak bir mülk ve saltanat ile aldatmıştı. “Şeytan ona sinsice fısıldayarak: “Ey Adem ! Sana ebedilik ağacını ve hiç yok olmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi? dedi.” ( Tâhâ/120)
Şeytan Hz. Âdem’in gönlündeki en hassas noktaya dokunmuştu. İnsanın ömrü sınırlıydı. İnsanın gücü sınırlıydı. Bu nedenle insan uzun hayatı, kayıtsız bir hâkimiyeti elde etmek istiyordu. İşte şeytan bu iki gedikten ona yanaşıyordu. Hz. Âdem, insanın fıtratını ve insanın zaaflarını üzerinde taşıyan bir yaratıktı. Bu nedenle verdiği sözünü unuttu. Ve yasağı çiğnedi.
Sinsi ve dönek şeytanların insan ve cin türleri günümüzde de mevcuttur. Kıyamete kadar insanları mülk ve saltanatla aldatmaya devam edeceklerdir. Günümüz çağdaş şeytanları da insanın fıtratında mevcut olan temayülleri ve hisleri çok iyi biliyorlar. İnsanda mevcut olan ebedi yaşama ve saltanat sahibi olma duygusunu devamlı galeyana getirmeye gayret ediyorlar. Bunun için her türlü yöntem ve taktiği kullanıyorlar. İnsanlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşıyorlar.
“Şeytan Allah’a: “Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım. Onların çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın” dedi.” (A’raf/17)
Önden ve açıktan yaklaşarak ölümü ve kıyameti unutturup mal ve makam hırsını körüklerler. Arkadan gizlice yaklaşarak ya geçmişlerini unuttururlar ya da geçmişte yaptıkları bazı iyiliklerle avuturlar.
Sağlarından yani birtakım kutsal değerlerle yaklaşarak insanları mal ve mevkiinin kulu kölesi yaparlar. Zengin olmanın ve mevki sahibi olmanın önemini ve gerekliliği üzerinde durarak, kulluk ve infak görevinden uzaklaştırmaya çalışırlar.
Sollarından yaklaşıp mal ve mevki sahibi olan insanları örnek gösterirler. İnsanları aşağılık kompleksine iterler. Neticede insanlar “Mülk Allah’ındır. Dünya fani. Ölüm haktır. Hepimiz öleceğiz” gibi sözler söylerler, ama malın ve mülkün kölesi olurlar. Allah’a kulluk için değil dünya hayatının geçici zevklerini elde etmek için yaşar hale gelirler. Allah’ın mülkünde Allah’ın istediği şekilde yaşamazlar. O’nun mülkünde O’na isyan edip azgınlık yaparlar. Allah’ın verdiği nimetleri O’nun istediği şekilde harcayıp kullanmazlar. Şeytanı dost edinen bu insanlar öleceklerini ve hesaba çekileceklerini dillerinden hiç düşürmezler; ama ölüm ve hesap için hazırlık yapmazlar.
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalış.” gibi bazı sözleri hadis diyerek düstur edinirler. Hâlbuki hadis diye meşhur olan bu sözün aslı şu şekildedir:
“Şüphesiz bu din sağlamdır. Sen bu dinde yumuşak davranarak (rıfk) derinleş. Rabbine ibadeti nefsine nefret ettirme. Zira acele eden ne yol alabilir ne de binecek bir binek bırakır. Hiç ölmeyeceğini bilen bir kimsenin çalışması gibi amel et. Yarın öleceğinden korkan birinin sakınması gibi günahlardan sakın.”
Dünya hayatının ve nimetlerinin geçiciliği ile ilgili Hz. Peygamberden birçok hadis rivayet edilmektedir:
“Kim dünyasını severse ahiretine zarar verir. Kim de ahiretini severse dünyasına zarar verir. Siz fani olan dünya nimetlerine karşılık ahiret hayatını tercin edip, üstün tutun.”
“Obur hayvanların yemek çanaklarına üşüştükleri gibi ümmetlerin de sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır.” Ashab: “Ey Allah’ın Resulü! Bu durum o gün azlığımızdan dolayı mı olacak? diye sorunca Peygamber şöyle buyurdu:
“Bilakis o gün sizin sayınız çok olacaktır. Fakat selin üzerindeki çer çöp gibi dağınık ve zayıf olacaksınız. Allah sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden çıkaracak ve kalplerinize Vehn hastalığı atacaktır.”
Bir adam: “Vehn hastalığı nedir ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. ResulAllah da: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu”
“Vallahi bundan sonra size fakirlik ve yoksulluk geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum tek şey; sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılması ve onların birbirlerini haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz, onların helak oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.”
Hz. Ali’nin şu sözü konuyu ne güzel ifade ediyor:
“Müslümanlar! Dünya, arkasını çevirerek rüzgâr gibi uzaklaşmakta, ahiret de onu karşılayarak aynı süratte yaklaşmaktadır. Her iki âlemin de insanlar arasında çocukları, kendisine emel bağlayanları vardır. Siz ahiretin fazilet çocukları olun, dünyaya kul köle olmayın. Bugün amel günüdür, hesap yok. Fakat yarın hesap günüdür, amel yok.”
Kur’an da 115 kez geçen dünya ve ahiret kelimeleri arasındaki ölçüyü şu ayet ne güzel belirlemektedir.
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı er kişilerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. Çünkü o günde Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nûr/37-38)
Müslümanın izzet ve şerefi mal ve mülk sahibi olmasında değildir. İzzet ve şeref, ekonomik ve siyasi kaygılardan dolayı Allah’la ve kitabı Kur’an la beraberliği devam ettirmek, bir de Allah’ın bize emanet olarak verdiği nimetleri O’nun yolunda harcamaktır.
“..Asıl şeref Allah’a, O’nun elçisine ve mü’minlere aittir. Ama münafıklar bunun farkında değillerdir.” Ey İman edenler! Malınızın mülkünüzün ve çocuklarınızın sizi Allah’ı anmaktan (Kur’an) alıkoymasına izin vermeyin. Çünkü kim böyle davranırsa ziyana uğrayanlardan olur. Birinize ölüm yaklaştığı ve: “Ey Rabbim! Bana mühlet tanı da karşılıksız yardımda bulunup iyiler arasına gireyim” diye yalvaracağı zaman gelmeden önce size rızık olarak verdiklerimizden harcayın.” (Münafıkûn/ 8-10)
Allah böyle onurlu ve şerefli Müslümanlara dünya hayatında izzet, şeref, yardım ve zafer verecektir. Ahirette ise büyük saltanatlar ikram edecektir. “Ve nereye baksan orada her türlü nimet ve büyük saltanat görürsün.” (İnsan/ 20)
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resulüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şeyler de var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri bunlarla müjdele.” (Saff/10-13)
4 – Yeryüzünde bozgunculuk yapan, fesat çıkaran meliklerin kul ve kölesi olmamalıyız.
“Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, şerefli kimselerini aşağılık yaparlar.” (Neml/34)
Allah’a ve Resulüne itaat etmeyen, insanların inançlarına uygun bir şekilde yaşamalarına karşı çıkan azgınlarla itaat etmemeliyiz. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarıp, nesli, ürünleri ve kültürü yok edenlere asla boyun eğmemeliyiz. Kâfirlere karşı merhametli, mü’minlere karşı da zorba ve zalim olanlarla hiçbir zaman gönül bağımız olmamalıdır. Her türlü zalim ve zulümden nefret etmeliyiz. Hem namaz kılıp hem de Allah düşmanı zalimleri alkışlayanlar sırat-ı mustakimden ayrılmış, Allah‟a savaş açmışlardır. Zalimin kimliğine bakmadan karşı çıkan, mazlumun da kim olduğuna bakmadan destekçisi olan Allah Rasulü bu konuda şöyle buyurur:
“Her kim, bir kimsenin zalim olduğunu bildiği halde, ona yardım etmek için onunla birlikte yürürse kesinlikle Ġslam halkası onun boynundan çıkarılır.”
“Ümmetimin zalime karşı “Sen zalimsin” demekten çekindiklerini görürseniz onların varlıklarıyla yoklukları birdir demektir. Onların kurtuluşlarını ümit etmeyin.”
5 – Allah’tan başka yardımcı, kurtarıcı ve şefaatçiler edinmeyeceğiz. Kıyamette gerçek hükümranlık sadece Rahman olan Allah’a ait olacaktır. Tek ve Kahhâr olan Allah’tan başka hiçbir makamın, gücün ve kimsenin sözü geçerli olmayacaktır.
O’nun izni olmadan hiçbir kimse, hiçbir kimseye aracı olamayacaktır. Cennete girmesi için şefaat edemeyecektir. Her hangi bir kimsenin referansı geçerli olmayacaktır. O gün bütün insanlar Allah’ın huzurunda toplanacak ve ancak Allah’ın izin verdiği kimseler konuşabileceklerdir. Onlar da ancak doğruyu söyleyeceklerdir. Durum böyle iken bizim bazı insanlara bağlanıp onlardan medet beklememiz, Allah’ı hakkıyla tanımadığımızı gösterir. Kendi kafamıza göre şefaatçi listeleri belirlememizin hiçbir geçerliliği yoktur. Cüce insanları yüce tanıyıp onların kurtarıcılığına inanmak tevhid inancı ile taban tabana zıttır. (Dr. Ramazan SÖNMEZ/el-ESMÂÜ’L-HÜSNÂ)
(Devam edecek)
