“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
EL AZÎZ KUR’AN DAN ÖRNEK AYETLER
1 – Rabbenâ veb’as fiyhim Rasûlen minhüm yetlû aleyhim ayâtike ve yüallimuhümül Kitâbe velHikmete ve yüzekkiyhim* inneKE ENTEl Aziyz’ül Hakiym; (Bakara/129)
“Rabbimiz, onların içinde senin âyetlerini (âlemlerinde Esmâ’nın açığa çıkışını) onlara öğretip okutan, onlara Bilgiyi ve açığa çıkış sistemini (hikmeti) öğreten, onları arındıran Rasûl bâ’s et (insanlara Hakikati bildiren Esmâ’nın açığa çıkmış sûretini oluştur).” Kesinlikle sen Aziyz Hakiym’sin.
2 – Fein zeleltüm min ba’di mâ câetkümül beyyinâtu fa’lemû ennAllâhe Aziyzün Hakiym; (Bakara/209)
Eğer size bunca apaçık deliller geldikten sonra yine de kayarsanız, iyi bilin ki Allâh Aziyz’dir (yaptığınızın sonucunu karşı konulmaz kudretiyle yaşatır), Hakiym’dir.
3 – HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa’* lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz’ul Hakiym; (A. İmran/6)
Sizi rahimlerde (ana karnında – Rahıymiyetinde – varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan – programlayan) “HÛ”dur! Tanrı yoktur sadece “HÛ”; Aziyz’dir, Hakiym’dir.
4 – İnne hazâ lehüvel kasasul hakk* ve ma min ilâhin illAllâh* ve innAllâhe leHUvel Aziyz’ul Hakiym; (A. İmran/62)
Muhakkak ki, işin hakikati budur. İlâhiyet (tanrı – tanrısallık) kavramı geçersizdir; sadece Allâh! Gerçek ki Allâh “HÛ”dur, Aziyz’dir, Hakiym’dir.
5 – Falikul ısbah* ve ce’alelleyle sekenen veşŞemse vel Kamera husbana* zâlike takdiyrul Aziyzil Aliym; (En’am/96)
Karanlığı yarıp aydınlığı ortaya çıkarandır! Geceyi sükûnet, Güneş ve Ay’ı ölçüler vesilesi kıldı… Bu, Aziyz ve Aliym olanın takdiridir.
6 – Ve ma nekamu minhüm illâ en yu’minu Billâhil ‘Aziyzil Hamiyd; (Buruc/8)
Onlardan (iman edenlerden) yalnızca Aziyz ve Hamiyd olan Allâh’a iman ettikleri için intikam aldılar.
7 – Ve inne Rabbeke le HUvel ‘Aziyzur Rahıym; (Şuârâ/159)
Kesinlikle Rabbin “HÛ”; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir.
8 – Fela tahsebennAllâhe muhlife va’diHİ RusuleHU, innAllâhe Aziyzün Züntikam; (İbrahim/47)
Sakın Allâh’ı, Rasûllerine verdiği sözden cayar sanma… Muhakkak ki Allâh Aziyzün Züntikam’dır (hak edenin hak ettiğini karşı konulması imkânsız bir sistem içinde yaşatandır)!
9 – Ma kaderullahe hakka kadriHİ, innAllâhe leKaviyyün Aziyz;
ALLÂH’ı (adıyla işaret edileni) hakkıyla değerlendiremediler! Muhakkak ki Allâh Kaviyy’dir, Aziyz’dir (güçlü ve gücünü karşı konulmaz şekilde kullanandır).
10 – Ve inne Rabbeke le HUvel ‘Aziyzur Rahıym; (Şuârâ/68)
Muhakkak ki senin Rabbin “HÛ”dur; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir.
11 – Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile ileyke min Rabbike HUvel Hakka, ve yehdiy ila sıratıl ‘Aziyzil Hamiyd; (Sebe’/6)
Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana inzâl olunanın Hakk’ın ta kendisi olduğunu ve Aziyz, Hamiyd’in, Hakikatine erdirme yoluna yönlendirdiğini görürler.
12 – Ve minenNasi veddevabbi vel’ en’ami muhtelifün elvanühu kezâlik* innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’* innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr; (Fatır/28)
İnsanlardan, dabbelerden (beden türleri – ırklar) ve en’amdan da (hayvansı özellikler) renkleri muhtelif olanlar var! Allâh’tan, kullarından ancak âlimler (“Allâh” ismiyle işaret olunanı fark edenler, Azametini bilenler) haşyet duyar! Muhakkak ki Allâh Aziyz’dir, Ğafûr’dur.
13 – Em ‘ındehüm hazainu rahmeti Rabbikel Aziyzil Vehhâb; (Sad/9)
Yoksa Aziyz, Vehhâb olan Rabbinin rahmet hazineleri (nimetleri) onların indînde mi?
14 – Rabbüs Semavati vel Ardı ve ma beynehümel ‘Aziyzul Ğaffar; (Sad/66)
“Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Aziyz (gücüne – hükmüne karşı konulmaz), Ğaffar olan Rabbidir.”
15 – Zuk* inneke entel ‘Aziyzül Keriym; (Duhan/49)
“Tat! Sen (güya) Aziyz’din, Keriym’din!”
16 – HUvAllâhulleziy lâ ilâhe illâ HU* el Melik’ül Kuddûs’üs Selâm’ul Mu’min’ul Müheymin’ul ‘Aziyz’ul Cebbâr’ul Mütekebbir* SubhânAllâhi ‘ammâ yüşrikûn; (Haşr/23)
“HÛ” Allâh, tanrı yok, sadece “HÛ”! Melik’tir (efâl, oluşlar âleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddûs’tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), Selâm’dır (yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), Mu’min’dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), Müheymin’dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Aziyz’dir (karşı konulması imkânsız olarak dilediğini yapan), Cebbâr’dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir’dir (Mutlak yegâne Kibriyâ {eniyeti} olan)! Allâh, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan’dır!
17 – Kezzebu Bi âyâtiNA kulliha feehaznâhüm ahze ‘Aziyzin Muktedir; (Kamer/42)
İşaretlerimizin hepsini yalanladılar! Biz de onları karşı konulmaz kudretle yakaladık!
********************************************************
EL AZÎZ
Bakara suresinde Allah “Sen her şeye Galib ve Hakimsin.” (Bakara/129)Buyurmaktadır.
Bu isim hakkında, her üç İmam aynı düşüncededirler. Aziz adı İzzetten türemiştir. Anlamı güçlü bir mevkide bulunma anlamına gelmektedir. Daha açık bir deyimle güçlü ve yasaklayıcı demektir. el-Nadarî ise, onun aynı zamanda bir durak yerinin güçlü mevkiinde bulunması anlamına geldiğini söylemektedir. Zira yüce Allah’ı bir güç sarmıştır ki, İşte bu vahdaniyetdir. Bunda imtina’ da vardır. Daha başka bir deyimle: Onda bulunan vicdanî kıskançlığın gücüdür ki sanki vezinde İmtina’ etmiş gibi olup bunun anlamına Hak Teâlâ’nın Ahad adı girmiş olur.
Şayet güç ve galibiyet anlamına gelen izzeti ele alırsan Arapların dediği gibi bunu Aziz kelimesinden alırsın. Bu kez bu isme Hak Teâlâ’nın şu adları Gâlib ve Kahir girmiş olur. Buradaki Ahadiyyet adı Azîz adına girmiş olur. Buna imtina’ anlamında vicdani kıskançlıkla birlikte itibar edecek olursak o vakit yüce Allanın ahadiyyeti belli olmuş olur. Şayet buna galib gelme anlamıyla itibar edecek olursak, Nadarî’nin anlattığı gibi, o azametin galib olarak yedinci gök katının marifetiyle durmakta olduğu, burada galib gelmenin anlamı ise, ondaki Fena’ yani silici, yokluk hükmünün kıskançlıkları temizlemesidir.
Şüphesiz kıskançlıkları silip imha etmek ahadiyyetin temizliği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Aziz adı Ahad temizliğini gerçek olarak iki anlamda yapmış olur. Ama Aziz adının temizlikleri, izzeti bulursan gerçekleşmiş olur. Zira Vücud yalnızca Rahman adına aittir ki mevcut olan varlık yine ona aittir.
İzzet, yani güç ve imtina’ varlıkla sıfatlanırsa o varlık yalnızca Aziz adının temizleyicilerinden olmamış olur. Şayet izzet yani ilâhî güç ve galebe mertebesi olarak imtinaya dayanmış olursa, o vakit Yüce Allah Celle ve Celâl adıyla adlandığı gibi yüce adları da Rahman adına bütün topluluğu ile karışmış olur. O zaman orada ne bir isim ve ne de adlanma itibar görmez. Benîm buradaki sözüm mecazi olup herhangi bir makamı kastetmiyorum. Bu bir itibar veya itibarların kesilmesi demektir. Şimdi Aziz adının itibari olarak Rahman adına ve yine itibari olarak da Allah adına nasıl döndüğünü anlatacağım. Bütün adların menşei ve aslı olan, cem’in cem’idir. Sözümüz zata ait olmayan bir yol ile gelmiştir.
Şimdi konumuza dönüp konuşalım: Daha önce anlattığımız her iki anlamın Ahad adına döndüğünü açıklamıştım. Bu da imtina’ da ki galebenin doğrulanmasıdır. Zira Hak Teâlâ’nın gözlerden imtinai, görünmemesi zahiridir. Çünkü onu gözler idrak edemeyeceği gibi mana mertebesile o gözler yüce izzet sahibinindir ki bununla gözler tarafından görünmesine imtina’ etmiştir.
İşte Aziz olan, Teâlâ, batını kuvvetlerin idraki nispetinde bu gücün yardımıyla hislerin kendini idrak etmesini istememektedir. Zira onun zatiyyetine kendisi dahi bir hayal hazırlamış olsa dahi, o kudsidir ve kuşatılmaktan münezzehdir. Bunun İçin vehmi ve zikri kuvvetlerden hafıza kuvvetinin zatiyetiyle alakası yoktur. Ancak kendisine yardımcı olan imanla alakası vardır ki, o da kendisini gerçeklik ve hafıza kuvvetiyle göstermesidir. Hafıza kuvvetile kendisine bağlı olanlar, menasik-i Hac yerleriyle ona tabi olan yerlerdir. Yanı işaretli yerler ve buna tabi olanlardır.
Bir kimse şöyle konuşabilir: Aklın yalnız basma bu cihette ihtİsası vardır, desek bizler buna şöyle cevap verebiliriz: Zira akıl kilit altında bağlı olduğundan bir şeyin tümüyle aslını, yani künhünü göremez. Çünkü onun sıfatla alakası vardır. Sıfatları bilmek hisden gelir. Ne var ki bir kimse canlıyı görmemiş olursa, hayatı görmemiş olur. Keza ilimle veya bir başka şeyle vasfedilen temiz değilse o vakit sıfat dahi temizlenmemiş olur. O zaman aklı renklere karşı olanın idrak nispeti, dili tutuk kekemeye benzer, bunlardan ancak isimleri ve duyularla idrak ettiklerini bilir.
Zatın aslını, yani künhünü aklen bilmek için gaib olanın kıyamı ile kıyas edilemez. Hak Teâlâ’nın Aziz adının ahkâmı aklen idrak ve tavırları mertebesi temizdir. Ama naklen ayan beyan bir iş olmayıp, ancak bir iman işidir. O akıl ve nakil ehlinin idraki ve ibadet edenlerin ve bunların üstünde olan mutasavvıfların mertebeleriyle güçlü ve imtina’ edici olup ma’kulün ve menkulün zımnında olur.
Bu iki taifenin Allah’ın Aziz adının aslıyla bir yakınlığı yoktur. Sözünü ettiğimiz bu iki taife avamın özüdür. Filozoflarla konuşanlar ise yalnızca avamdır. Diğer yönden temiz şeriat ehli ise ondan öğrendikleriyle amel etmiş olurlarsa, İşte bu gibiler içtenlikle Allah’a ibadet eden kullardır. Bunların hal ve durumları söylenecek olursa ilimle bir şey yapmasalar dahi, ilimlerinin hüccetiyle süratle ilerleyerek ilimleriyle amel eden kullara yetişirler. Zira bunlar itaatli kullar olup, Allah’a ibadet edenler ilimden başka bir şeyle amel etmeleri güzel bir şey değildir. Nitekim şeriat ile amel etmek ibadetin başlangıcıdır ki bu da İnsanın güzel amellerinden biridir.
Şayet bir kimse şeriat gereği olarak amel ederse, İşte buna “amel-i salih” derler. Bununla amel etmediği takdirde, amel-i batıl olur. O vakit dostuna hüccet getirmek için, kötü amele yönelmiş olur ki, kurtuluşu beklerken helake düşmüş olur. Özrü olanın zikre nispeti imtina anlamına gelir.
Yukarıda anlatıldığı gibi haşaratın kendi çevresinde birbiri ardına döndüğü gibi dönen bu özel kimseler kimlerdir dersen cevabımız “bu özel kimseler marifet ehlidir” deriz. Daha açık bir ifadeyle, yazdıkları eserlerden sonra tevhid yolunda kendilerini Allah uğrunda yok eden tecelliyat ve şehadet ehlidir diyebiliriz, İşte bunlar Allah’ın haklarında imtina’ manasıyla değil kendisini onlara Azîz adıyla tanıttığı özel kimselerdir.
Yukarda açıkladığımız gibi el-Izz sözcüğü, güçlü anlamına gelmektedir. Bunun yok olma keyfîyyetini istila etmektir. Daha açık bir ifadeyle marifet ehlinde oluşan tecelli tavırlar yönünden yazı veya eserlerinin mertebelerine göre yok olma keyfiyetine el koymak, yani istila etmek; nur zulmeti nasıl yok ediyorsa İşte bu da çoğunluğun yazılarına karşı Vahdaniyet zuhuruna galibiyetidir. Zira cehalette bir zulmettir. Tecelli de zulmet olduğundan Hak Teâlâ’nın Azîz adı, yüce makamında yalnız başına kalmış olur. Bundan çıkan anlam galebedir. Çünkü bu yolda yürüyen bir kimse Hak Teâlâ’nın ne türlü bir şevkle ve içtenlikle kendisine bağladığını görmek ister. Şayet bunu görürse o zaman tecelli, tecelli edenin iradesini yok eder. Çünkü mütecelli kendini görmek isteyene bir şekilde tecelli edince Musa’da (a.s.) olduğu gibi kendisinden geçerek yere düşer. İşte bu hal aşırı sevgi ve isteğin sonucu olup şevk ve heyecanın zat üzerindeki galebesidir.
İstersen bu duruma imtina’ diyebilirsin. Nitekim bu özel kimseler fena’ ehli olup belirli ne sıfat, ne yazı ve ne de adı olmayan kimselerdir. Sözümüz özelin özeli olan kimseler içindir ki bunlar bulundukları makamlarında mücadele eden kimselerdir. Bunlar daha üst makamda bulunanlar ise Fâni olduktan sonra gelen Beka ehlidir. Bunlar hakkında daha başka konuşulur. Öyle ise Aziz ismi özel tavırlarıyla birlikte temizdir. Özellikle bu ismin hususiyetlerinden biri, galibiyyet istılahıyla sıfatlanmasından temizliğinin faziletiyle temayüz etmiştir.
Beka ehlinin fani olduktan sonraki tavırları ve Azîz adının temizliği orada bulunan bir çok isimlerin temizliğine yol açmıştır. Çünkü bu, bizzat kendi nefsinin çevresidir. Aynı zamanda çevresinde bulunan adların da yardımcısıdır. Allah en iyisini bilir. (Afifüddîn Süleyman et-Tilmsâni/57-59)
**************************************************
‘AZÎZ İSMİ NAZARİ ÇERÇEVEDEN
Kul ne kadar şerefli olursa olsun kuldur. Bu yüzden Allah’ın kuluna bahşedeceği şeref ve izzet gibisini hiç kimse bahşedemez. ‘Azîz olan Allah Azîz ettiği gibi zelil etmesi esasen izzetinin tecellisinden kulunu mahrum etmesidir. O’nun izzetinin tecellisinden mahrum olmak zaten kişiye zillet olarak yeter.
İmam gazali kendisinde şu üç sıfat bulunmayan ‘Azîz ismi ile nitelenemez der;
1 – Emsali bulunmamalı,
2 – Kendisine şiddetle ihtiyaç duyulmalı,
3 – Kendisine ulaşmak zor olmalı.
Şöyle devam eder; Zira emsalsiz nice şeyler vardır ki, değeri büyük olmadığı gibi yararı da küçüktür. Böylelerine de ‘Azîz denilemez. Yine değeri büyük, faydası çok ve emsali az nice şey vardır ki kendilerine ulaşmak zor olmadığı için bunlara da ‘Azîz denilemez. Meselâ güneş gibi. Elbette güneşin emsali yoktur. Dünya da böyledir, onun da emsali yoktur bu ikisinin faydası da çoktur ve kendilerine şiddetle ihtiyaç vardır. Böyle olmakla birlikte bu ikisi ‘Azîz olarak isimlendirilemezler. Çünkü her ikisini de seyretmek zor değildir. İnsan onları her an görüp müşahede eder.
Bundan başka üç mananın her birinin birer kemal ve birer noksanlık halleri vardır. Emsalinin az bulunuşunda ki kemal bir tek oluşuna bağlıdır Benzerinin olması muhal olmalıdır ki ‘Azîz olsun.
Mesela güneşi ele alalım, her ne kadar kâinatın bizim görebildiğimiz kısmında güneş bir tek ise de bu bizim gözümüzün ulaşabildiği yere nispetiyledir. Muazzan Kâinatın başka yerlerinde kemalde ve nefasette bizimkine benzer başka güneşlerin varlığı mümkündür.
Gazzali bu üç şartı koşmuş olsa da bizim medeniyetimizde “ekmek” ve “su” Azîz olarak adlandırılmıştır. Bu onların azlığından değildir. Aksine çok bulunsa da çokluğu değerinden bir şey azaltmadığı için Azîz dir ler. Su her yerde vardır ama onun her yerde olması onun değerini eksiltmez. İnsanlar ona hayati ihtiyaç duyarlar. Bunun içinde su ikram edene “Su gibi Azîz ol” derler. (M. İslamoğlu/Esma-i Hüsna-1/612)
******************************************************
AZÎZ
İbn Kayyim ise şunları söyler: “Azîz, dilediğine karar veren ve uygulayandır. O, izzetinin eksiksiz ve mükemmel oluşuyla kullarına hükmeden ve bu hükmü onlar üzerinde icra edendir. Allah kulların kalplerini ve iradelerini dilediği yöne çevirendir. O dilerse kul ile kalbi arasına da girer. Allah dilediği şekilde kulunu istek ve irade sahibi yapar. Bu, O’nun üstünlük ve izzetinin mükemmel oluşunu gösterir. Zira Allah’tan başka hiç kimsenin böyle bir şey yapmaya gücü yetmez. Bir insan ancak kişinin bedeni ve dış görünümü üzerinde etkili olabilir. Onu kendi iradesi doğrultusunda istek ve irade sahibi yapması mümkün değildir. Buna ancak karşı konulamayan mutlak üstünlük sahibi olan Allah yapabilir.”
Gazali ise bu ismi şöyle açıklar: “Azîz, benzeri az bulunan, kendisine şiddetle muhtaç olunan ve ulaşılması zor olandır. Bu üç anlamı kendinde toplamayan kimseye Azîz ismi verilmez. Benzeri az bulunan nice kimseler vardır ki kendisine hiç ihtiyaç duyulmaz. Bu yüzden ona Azîz denilmez. Hatta benzeri bile bulunmayan ve kendisinden çok yararlanılan birine, eğer ulaşmak kolay ise buna da Azîz denilmez. Güneş gibi. Güneşin bir benzeri yoktur ve birçok yararı vardır. Ama kendisine ulaşmak zor olmadığı için Azîz olarak nitelenemez.”
Bütün varlıklar her şeyde Allah’ın zatına, sıfatlarına, fiillerine ve bekasına muhtaçtırlar. Hiçbir kimse O’nun gücüne erişemez. Ama O’nun her şeye gücü yeter. Akıl, O’nun gücünü anlamaktan, gözler de O’nun azamet ve yüceliğini müşahede etmekten acizdir. Hiçbir varlık O’nun nimetlerini sayamaz ve şükrünü eda edemez. Bütün bu sıfatlar başkası için değil yalnız Allah için geçerlidir. Bu sıfatlar, O’nun mutlak üstünlük sahibi olduğunu kesin bir şekilde ispatlamaktadır.
BU İSMİ BİLMENİN FAYDALARI
1 – Kul efendisinin gücünü bildiğinde ve O’nu hatırından çıkarmadığında daima O’nu müşahede etme imkânı bulur. Bu durum kulun günahlardan uzaklaşmasını ve yararlı şeylerle meşgul olmasını sağlar. Zira böyle bir kul, nefsiyle değil mutlak üstün sahibi olan efendisiyle (Allah’la) birliktedir.
2- Kul, Allah’ın kaza ve kaderde mutlak üstünlük sahibi olduğunu, Allah’ın mutlak Hâkim olduğunu, sevk ve idaresinin O’nun elinde olduğunu, O’nun koruma ve himayesi olmadan korunamayacağını, O’nun yardımı olmadan başarılı olamayacağını bilmelidir. Kendisinin zelil ve hakir bir kul olduğunu, Hamîd ve Azîz olan Allah’ın kabzası altında bulunduğunu unutmamalıdır.
3- Kul, kaza ve kaderde daima Allah’ın üstünlüğünü müşahede etmelidir. Her türlü hamd, kemâl, zenginlik ve izzetin Allah’a ait olduğunu, eksikliğin kuldan kaynaklandığını, ancak kulun yerileceğini, her türlü kusur, ayıp, zulüm ve muhtaçlığın kula ait olduğunu bilmelidir. Kul, eksikliğini, ayıbını, muhtaçlığını ve zelilliğini düşünüp müşahede ettikçe Allah’ın izzetini, kemalini, hamdini ve zenginliğini daha çok müşahede eder. Eğer bunun aksini düşünürse bütün bunları müşahede edemez. Dolaysıyla eksikliğini ve zelilliğini samimiyetle kabul etmek, Allah’ın izzetini müşahede etmeyi sağlar.
4- Kul, günah olduğunu bildiği için Mevlâ’sına karşı gelmek ve günah işlemek istemez. Ancak yinede kendisi için takdir edilen gerçekleştiğinde, istemeden, kendi seçimi, dilemesi ve tercihi olmadan günah işlemiş olabilir. Böyle bir durumda sanki o, seçme hakkı olmadan seçen, istemediği halde isteyen ve dilemediği halde dileyen gibidir. İşte bu durum, Allah’ın yücelik, büyüklük ve üstün güç sahibi oluşunu gösterir. (İbn. Kesir-Kurtubi-Beyhaki/El Esmaü’l-Hüsna/238)
********************************************************
EL AZÎZ İSMİ (Arabî/9-142)
O’nun madenleri var etmeye yönelmesi, O’na ait harf zı, menzillerden ise Sadu’z-zabihtir.
Bilmelisin ki zata “nitelikler” diye isimlendirilen yedi nispet tahsis edilmiştir. Bu isim ve nitelikler bu yediye döner. İsim ve niteliklerin bu yedi niteliğe nasıl döndüğünü İnşaü’l-cedavil adlı eserimizde açıkladığımız gibi bizden önceki kimseler de onu açıklamıştı. Şu var ki ben öncekilere el Mücib isminin eş şekûr ismiyle birlikte kelam niteliğine katılışını ekledim. Bizden öncekiler Es Şekûr ismini el Mücib ismine katmamışlardı. Gökler yedi tane olduğu gibi gezegenler de yedidir. Günler yedidir. Allah madenleri yedi gezegenin büyük felekte bulunan yedi felekte seyrinden ve yüzüşünden yarattı. Onlardan yedi maden var etti. El Azîz ismi onları var etmeye yöneldiğinde madenler bu isimden başkasını görmemiştir. Bu nedenle onların varlığında bir izzet ve engelleme (özelliği) vardır.
Türeyenlere ve ana unsurlarda hüküm sahibi olan başkalaşmanın otoritesi onların direncine karşı koyamamıştır. Başka bir ifadeyle diğer türlerde hüküm sahibi olduğu gibi onları da süratle bir suretten başkasına dönüştürememiştir. Çünkü başkalaşma diğer türeyenlerde daha hızlı gerçekleştiği gibi eksilme, artma ve kendilerine bir suret giydirme fiilleriyle onlarda ki otoritesi daha hızlıdır.
Madenlerde ise bu etki süratle gerçekleşmez. Taşlar, aradan uzun zaman ve dönemlerin geçmesiyle uzun bir süreden sonra başkalaşabilir. Bunun nedeni el Azîz ilahi isminden kazandıkları izzettir. Bu isim ilahi mertebeden onları var etmeye yönelmiştir. Sonra bu isim onları var etmeyle kendileri için kemâl mertebesi talep etti ki onlar da izzet özelliğiyle özdeşleşsinler. Dolayısıyla onlara başka ilahi isim etki etmemiştir. Bunun nedeni o ismin kıskançlığıdır. Çünkü Azîz ismi madenlerin kendisine ait olmasını istemiştir. Bilginler onların varlığını bu isme izafe edildiğini bilir. Dolayısıyla madenlerin ulaşmak istedikleri gaye, kemalin bulunduğu tek surettir ki o da altın olmaktır.
Yolda iken ed Dar ve kardeşleri olan isimlerden madene bir takım arazlar ilişerek varlıklarını hasta eder, onları yollarının dışına çıkartır. Böylece uğradıkları o mertebe üzerlerinde hüküm sahibidir.
Herhangi bir ismin (Kendine ait mertebedeb) başka bir mertebe de hükmünün olması mümkün değildir. Çünkü ev sahibi konuğuna göre önceliklidir. Onlar ilahi edep sahibi ve edep öğretmenleridir. Böylece Azîz ismi bu mertebede madenin cevherini korumak üzere kalmıştır. Mertebenin sahibi olan isimler ise onun –cevherine değil- suretine etki etmiştir.
Türeyenlerde ve unsurlarda ilahi isimlerin doğalardan ve unsurlardan koruyucuları vardır. Onlar bu eşya da mertebenin sahibinin hükmüne göre –ki o ilahi isimdir- tasarruf eder. Bunlar maden, onun sıcaklığı, kışın soğukluğu, yazın sıcaklığı, genel anlamda sıcaklık, yaşlık ve kuruluktur.
Bu zikrettiklerimizden her birinin kendine özgü bir hükmü vardır. Bu hüküm türeyenlerde ve unsurların cevherlerinde ortaya çıkar. Böylece seyrekleştirir, yoğunlaştırır, soğutur, ısıtır, ıslaklık verir, kurutur.
Kemal mertebesi ise bütün bu hükümlerin eşitlenip birbirinin hükmünün diğerinin hükmünü izaleye güç yetiremeyeceği şekilde dengelendiği yerdir. Cevher etkiden kurtulup suretini kendisinden çıkarttığında ve kendisini etkiden koruduğunda kemal mertebesine ulaşmış demektir. Bu özellik madenler arasında sadece altına özgüdür. Diğer suretlerde ise hastalık ve illetler vardır ve bunlar madenleri kemalden uzaklaştırır. Böylece cıva, kurşun, demir, bakır ve gümüş ortaya çıkar.
Maden toprak unsurunda ki yerini terk ettiğinde hastalık üzere sürekli illetli kalır. Maden uzmanı bilgin bu durumu bilip te böyle bir madeni kemal mertebesine ulaştırmak istediğinde bu hastalığı ortadan kaldırmakla yapabilir. Hastalık; ya bir fazlalık veya eksiklik iken tıpta tedavi eksikliği gidermek veya fazlalığı azaltmakla mümkündür. Doktor eksiğe ilave yapan veya fazlayı eksilten kimsedir.
Böylece madenleri tedavi ederken uzman doktor madeni demire veya bakıra veya herhangi bir şeye dönüştüren nedeni inceler ve o özellik ile altın olma arasına engel koyar. Böylece maden menziline ulaşır ve altın sureti kendisinde gözükür. Maden kemal derecesini elde eder ve izzeti etkiden kurtulacak şekilde güçlenir Azîz olur.
Bu doktora feleklerinde yüzen yedi yıldızın yüzüşü yardım eder. Bunlar Ay, Müşteri, Kâtip, Zühre, Merih, Güneş ve Keyvandır. Bunlar güçleriyle ve birbirlerine zamanın değişmesiyle verdikleri özellikleriyle doktora yardım ederler. Her zamanın hükmü kendisini takip eden zamanın hükmünden bir açıdan farklı iken bir açıdan uygun bütün açılardan ise farklıdır. Bütün açılardan uygun olması mümkün değildir. Uygun olsaydı onun aynı olurdu ve iki tane olmazlardı. Halbuki onlar iki tanedir Binaenaleyh her bakımdan uyum gerçekleşmemiştir.
Zamanların tekrarlanmasının ve iki yeninin peş peşe gelmesinin ise unsurlarda etkisi olduğu gibi, cevherini düzenlemede ve itidale kavuşturmada çocuğun varlığında da etkisi vardır. Onu düzenleyip itidale kavuşturması, Hakkın kendisinde terkip etmek istediği bir sureti kabul eden bir cevhere dönüştürmesidir. Öyleyse suretler farklılaştırmıştır.
Bu nedenle cevheri yönünden bitkiler suret nedeniyle farklılaştığı gibi hayvanlar da böyledir. Doğal cevheri bakımından ise tek bir hakikattir. Bu nedenle cevheri yönünden bir tanım onları birleştirir. Suret nedeniyle ise farklılaşma olmuştur. Baba ve annede de durum böyledir. Hatta bütün âlemin cevheri cevher olmak bakımından bir iken suret ve kendisine ilişen arazlar nedeniyle farklılaşır. Âlem birleşen-ayrışan, bir-çoktur. Zat ve isimlerde ilahi mertebenin sureti de böyledir.
Böylece uzman doktor, hasta cevheri –ki onu hastalığı kemal yolundan alıkoymuştur- tekrar yoluna çevirir. Bu sayede onu yönetmesi mümkün olur ve sağlığını koruyabilir. Ayrıca Kemale ulaşma yolunda, kendisiyle kemal mertebesi arasında engel teşkil edecek “başkalaşma” menzillerinin kalıntılarından da onu korur.
Allah Teâlâ bu cevhere kemale ulaşma yolunda böyle yapmış onu hasta ve malûl ederek maksadına –kemal mertebesi- ulaşmasını engelleyecek kimseleri ona musallat etmiştir. Bunun nedeni insan türünün maslahatıdır. Çünkü Allah insanın zorunlu olarak bir takım araçlara muhtaç olduğunu bilir. Bu araçları elde etmesi ise bu cevherde söz konusu hastalıkların bulunması ve onun yolundan ayrılmasıyla mümkün olabilir.
Bu nedenle Allah kendi ehlinden olan güvenilir insanların dışındakilerden cevherde ki hastalıkları gidermenin bilgisini gizlemiştir. Onlar ise Allah’ın aleme yerleştirdiği hikmeti bulunduğu halde bırakacağını bilenlerdir. Böylece onlar altında veya başka madenlerde bulunmayan yararları nedeniyle demiri demir olarak bırakırlar. Allah “Demiri indirdik” der Burada onu kemal derecesinden indirmeyi kasteder. Bunun nedeni ise demirdeki yararlardır. Hastalıktan iyileşseydi, asileşir, yükselir, ve bu yararlar meydana gelmez, varlığın amacı olan insan ancak demirde bulunabilecek yararlardan mahrum kalırdı. Nitekim Allah onun hakkında “büyük bir güç ve insanlar için menfaat vardır” (Hadid/25) der. Diğer madenlerde de insanlar için yararlar vardır. Onlar ortaya çıkmış ve insan türüne olan inayetinin büyüklüğüne bakınız. İnsan ise Allah’tan habersiz, nimetleri karşısında nankör bir halde intikamına doğru kayar.
Allah Teâlâ bilir ki insanlık alemi içinde güvenilirlikten mahrum bırakılan ve ilahi sırları yayma özelliğiyle rızıklandırmış kimseler vardır. Allah’ın ezeli bilgisinde güvenilir olmayan bu kişinin de “madeni tedbir” bilgisini elde edeceği belirlenmiştir. Allah onu hemcinslerine karşı hırs duygusuyla rızıklandırmıştır. O, cimrilik yapar, haset eder ve Allah’ın rızasını gözetmeden onunla ameli bırakır.
Allah madenleri çoğaltmış ve bu insan için bir eser meydana getirmemiştir. İnsanın sadece elde ettiğinde ve elde etme umudu olanlarda etkisi vardır. Bu kısımda onun tedbiri ve sanatı ortaya çıkar. Böylece akıllılar ve Hakimler, onun Allah’ın kendisine verdiği şeyde güvenilir olmadığını anlar. Çünkü Allah’ın bu konuda bir izni yoktur.
Allah hükümdarlar için o bilgiye dönük bir arzu yaratır Güvenilir olmayan biri onların nezdinde bulununca bilgiyi ondan isterler. Onları reddederse haset ederek veya öfkeye kapılarak kendisini öldürürler. Onlara bu bilgiyi verirse bu kez kendisinden korkarak ve kıskanarak kendisini öldürürler.
Maden uzmanı bilgin Hükümdarlar karşısında böyle bir durumu olabileceğini anlayınca, bilgiyi hükümdarlara veya haberi hükümdara ulaştıracakları için sıradan insanlara açıklamaz. Böyle yapmasının nedeni güvenilir olduğu için değil, canı hakkında korkmasıdır. Bu nedenle bu sanatı bilen insan genellikle kendisini göstermez. Onda bilgi sahibi olduğu zannedilen kişi ise, içinden bu konuda bilgisi olmadığını bilir ve hükümdara yalan iddiada bulunduğunu söyler. Bu sayede öldürülme tehlikesinden kurtulur ve kendi yönünden ona ulaşacak makam ve malla tatmin olur. Bu sanatı bilen insan kesinlikle kendisini göstermez ve Allah kendisine emanet vermiş olsa bile ilâhi gayret gereği onu izhar etmez.
Bu ilâhi isimden nefis taşlar olur. Örnek olarak zebercedi zümrüt, mercan, inci ve yakutları verebiliriz. Allah bütün bunları insanın gücüne yerleştirmiştir. Yani o, kendisinden bunları oluşturmaya kabiliyetlidir. Veliler için bu durum, harikulade diye isimlendirilir Bu konuda ki hikâyeler çoktur Fakat bu makama terbiye ve tedbir yoluyla ulaşmak, ilâhiyat alanında himmeti ve doğruluğuyla onu oluşturmaktan daha değerlidir. Çünkü bilgide ki üstün şeref (bir şey oluşturmada) değil, oluşturmayı bilmededir. Oluşturma delâlet makamına dayanır. Tedbir ederek kendisinden bir şeyin oluştuğu kimse, bilgindir. Harikulade sahibinin ise Kendisinden oluşan şeyin sureti ve onun yakın zamanda oluşumunun niteliği hakkında bilgisi yoktur. Alim ise bunu bilir. (İbn. Arabi/F. Mekki-9/142-146)
********************************************************
AZÎZ İSMİ İLE BERABER KULLANILAN İSİMLER VE BUNLAR ARASINDAKİ BAĞLAR.
Haşr suresinde Rabbimizin 14 ismi ardı ardına sıralanmıştır. Bu isimlerin sıralanışı rasgele değil, tamamen bir hikmetle yapılmıştır. Her ismin diğer isimle yani siyak ve sibakıyla bir bağlantısı vardır.
Bizler el-Azîz ismine kadar sıralanan er-Rahman, er-Rahim, el-Melik, el-Kuddüs, es-Selam, el-Mümin, el-Müheymin gibi isimleri iyi kavradığımız zaman, izzet ve şerefe kavuşacağız demektir. Eğer bu isimler bizim hayatımızda olmazsa biz Allah’ı bu isimlerle tanımazsak o zaman izzet ve şerefe kavuşamayız. Zillet içinde yaşamaya devem ederiz
Allah’ın er-Rahman olduğunu, er-Rahim olduğunu kabullendiğimiz, Allah’ın rahmetine sığındığımız zaman şerefli ve izzetli olmaya başlayacağız.
Hayatımızda Allah el-Melik olursa Allahtan başka söz sahibi olmazsa izzete kavuşacağız.
Allah’ı el-Kuddüs olarak tanırsak bütün eksikliklerden bütün zaaflardan, bütün gafletlerden O’nu uzak tutar ve tenzih edersek izzet ve şerefe kavuşacağız. Selametin Allah’tan geldiğine, Allah’ın es-Selâm olduğuna, esenlik ve mutluluk veren olduğuna inanırsak güvene, izzet ve şerefe kavuşacağız.
Rabbimizin el-Mü‟min olduğuna inanırsak zilletten kurtulacağız, izzete kavuşacağız.
Rabbimizin heymenesini, otoritesini, hakimiyetini, şahitliğini, koruyuculuğunu, muhafaza ediciliğini ve gözetici olduğunu kabul edersek o zaman izzet ve şerefe kavuşacağız.
Azîz ismi 47 kez Hakim ismiyle beraber geçmektedir. Rabbimiz güçlüdür; ama yeryüzünün azizleri gibi hikmetten uzak değildir. Allah her konuda hüküm sahibidir ve her işini hikmetle yapar. Yanlış ve hatalı işlerle uğraşmaz. Allah Aziz‟dir, güçlüdür, gücünü hikmetle kullanır. Yeryüzünün ceberut zalimleri gibi hikmetsiz bir şekilde gücünü kullanmaz.
Bizler Azîz ismine iman ederken Hâkim ismine de iman etmeliyiz. Allah’ı güçlü ve izzetli kabul ederken hayatımıza hüküm koymaya yetkili olarak da kabul etmeliyiz. Eğer bizler Allah’ın hayatımıza hakim olmasını kabul edersek o da bizi izzet ve şerefle mükâfatlandıracaktır. Eğer bizler Allah’ı Hâkim olarak kabul etmiyorsak Allah’ın karışmadığı bir hayatı yaşıyorsak o zaman biz ve hayatımız izzetten, şereften yoksun olmaya mahkûmuz demektir.
Tarih boyunca Allah’ın orduları ve şeytanın orduları arasındaki amansız savaş devam etmiştir. Kimi zaman şeytanın orduları, Allah’ın ordularına galip gelmiştir. Rabbimiz belli hikmetlerden dolayı bazen şeytanın ordularına ve avanelerine güç ve iktidar vermiştir. Müslümanlar bunun hikmetini kavramak zorundadırlar. Çünkü ne zaman Müslümanlar gaflet içinde olsalar, cihadı terk etseler, kâfirler onların üzerine çullanmaya başlamışlardır. Nasıl ki durağan bir su, belli bir süre sonra kokuşmaya başlarsa hem kendisi pis olacak hem de çevresine pislik yayacaksa Müslümanlar da durağanlaşmaya başladığı zaman, zillet içerisinde yaşayama başladığı zaman, kâfirler artık Müslümanların üzerine çöreklenmeye başlayacaklardır. Tıpkı duran bir suyun üzerine bir sürü pisliklerin, köpüklerin tabakalandığı gibi.
Ancak asıl olan haktır, köpük sonradandır, batıl sonradan gelmiştir. Hak ehli hareketlenmeye, canlanmaya başladığı, Kur’an la bir akışın, bir hareketliliğin içerisine girmeye başladığı zaman Allah’ın orduları galip geleceklerdir. Artık hareketlenen Müslüman, üzerinde pislik tutmayacaktır. Hem kendisi temiz olacaktır hem de çevresine temizlik saçacaktır. O zaman Müslüman kendi içindeki pislikleri de temizleyecektir. Tıpkı akan suyun yatağındaki tortuları, birtakım kökleri, birtakım kayaları parçalayıp attığı gibi, Müslüman da içindeki zilleti, bencilliği, enâniyeti, egoizmi atacak; bağımsız, özgür bir şekilde, çevreye hayat vererek canlılık vererek izzetle hayatına devam edecektir.
Zaman zaman batıl güçler Müslümanların üzerlerine çöreklenmişlerdir. Bizler onları çok güçlü ve yenilmez gibi görsek de nihayetinde onlar bir köpüktür veya bir köpük tabakası gibidir. Onların içi ufak bir darbeyle çok çabuk halledilecektir. Onların evleri, saltanatları, onların izzet ve şerefleri tıpkı örümceğin evine benzer. Ufak bir darbeyle onların işi çabucak bitiverecektir. Yeter ki hak ehli kendini temizlemeye, kendini arındırmaya çalışsın. Allah-u Teala hak ehline o zaman yardım edecektir.
Aziz ismi, Kur’an-ı Kerim de; Rahîm, Alîm, Kaviyy, Züntikam, Gaffar, Hâmid, Ğafur ve Muktedir isimleriyle beraber kullanılmaktadır.
“Azizun Rahîm” Allah azizdir, güçlüdür; ama merhametlidir. Yeryüzünün zalimleri gibi değildir. Allah merhamet sahibidir. Kullarını sever. Kullarının ateşe gitmesini, kulların zulme gitmesini kesinlikle istemez. Bundan dolayı Allah merhamet eder. “Azizun Alîm” Allah azizdir, Alîm’dir, bilendir, güçlüdür. Gücünü belli bir ölçüde kullanır. Allah gücünü belli bir hikmet için kullanır.
“Kaviyyun Aziz” Allah çok güçlüdür ve şereflidir. Mağlup edilmez. Bugün bazı güçler vardır. Kendilerini çok güçlü zannederler. Ama belli bir süre sonra aziz olmadıkları için mağlup olacaklardır. Saltanatları ve hükümleri bir gün yok olacaktır.
“Azizun Züntikam” Allah azizdir, şereflidir; ama kendisine karşı savaşanlara, dinine karşı harp ilan edenlere, Allah dostlarına karşı mücadele edenlere züntikamdır. Yani Allah azizdir; ama aciz değildir. İntikam sahibidir. Kendisine savaş ilan edenlerden öç alır.
“Azizun Ğaffar” “Azizun Ğafur” Allah azizdir; ama affedicidir. Kullarının ayıplarını örter. Onları bağışlar.
“Azizun Hamid” Allah azizdir, güçlüdür. Herkes tarafından kendisine hamdedilendir. Yeryüzünün azizleri ancak bazı dalkavuklar tarafından övülürler. Oysa Allah öyle değildir. Yeryüzünün bütün canlıları Allah’a hamd ederler. O‟nu tesbih ederler ve överler. “Azizun Muktedir” Allah hem izzet ve şeref sahibi hem de iktidar sahibidir.
AZÎZ İSMİNİN Bİ,ZE YÜKLEDİĞİ GÖREV VE SORUMLULUKLAR
1 – BİZLER ALLAH’IN DIŞINDA Kİ İLAHLARIN YANINDA ŞEREF VE İZZET ARAMAMALIYIZ
“Onlar kendilerine bir izzet ve şeref olsun diye Allah’tan başka ilahlar edindiler. Hayır! Taptıkları o ilahlar, onların ibadetini tanımayacak bilakis onlara düşman kesileceklerdir.” (Meryem/81-82)
Kendileri zelil olanlar bize nasıl izzet versinler? Kendileri itibarsız, düşük seviyeli ve adi olanlar, bizim itibarımızı nasıl yüceltsinler? Öyleyse izzetin adresini şaşırmamalı, şerefsizlerden geçici dünya şerefi dilenmemeliyiz. Onların kapılarında şeref ve izzet aradığımız takdirde, hem Allah’ın izzetinden yoksun kalacağız, hem de şeref dilendiklerimiz kısa bir zaman sonra bize hasım olacaklardır.
Müslüman, Allah ile bağını güçlendirdiği oranda şeref sahibi olacaktır. Allah’ın dışındakilere yaltakçılık yaparak, izzet ve şeref elde edilemez.
2 – MÜ’MİNLERİ BIRAKIP KÂFİRLERİ DOST EDİNMEMELİYİZ.
Mü‟minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki, bütün izzet yalnız Allah’a aittir.” (Nisa/139)
Münafıklar kendilerini aziz, akıllı, Müslümanları ise sefih ve zelil kabul ederler. Müslüman; izzetiyle, şerefiyle fakirdir, yoksuldur, zindandadır, işkence altındadır, şehit olmuştur, bin parçadır. Ama izzetlidir. Münafık ise rahattır, bolluktadır, refah içindedir. Dünya standartlarında azizdir. Ancak ikiyüzlü, beş para etmez, onursuz, değersiz ve sefih bir yaratıktır. Bunun böyle olduğunu hem mü’minler hem de kâfirler gayet iyi bilirler. Kâfirler onları aralarına almaz, işleri düşünce kullanır, sonra da kolayca harcarlar.
Medine’de münafıklar zaman zaman Müslümanlardan ayrılır kâfirlerle dost olmaya çalışırlardı. Kâfirlere sevgi duyar, onlara Müslümanların sırlarını aktarırlardı. Kâfirlerle beraber olduklarında güçlü olacaklarını, izzete kavuşacaklarını zannederlerdi. Oysa hem dünyada hem de ahirette en şerefsiz kendileri oldular. Cehennemde bile kâfirlerin altında yer aldılar.
“Şüphe yok ki, münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlara bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisa/145)
3 – FİRAVUNLARIN YANINDA İZZET VE ŞEREF ARAMAMALIYIZ:
“Bunun üzerine iplerini ve değneklerini atarak: “Firavun‟un izzetine yemin olsun ki, elbette bizler galip geleceğiz” dediler.” (Şuara/44)
Sihirbazlar izzeti Firavunun yanında aramış, onun izzetine güvenerek galibiyet ummuşlardı. Ancak Firavunun izzeti, Allah’ın izzetiyle donatılmış Hz. Musa’nın karşısında beş para etmemişti. Bütün âleme zelil olmuş, küçük düşürülmüştü. Firavunların saraylarında olan her Müslüman, onları aziz kabul etmez, izzeti Allah’tan beklerse Allah onları da Hz. Musa’yı aziz kıldığı gibi aziz kılacak, Firavunların zelil oluşunu âleme gösterecektir.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Her kim bir zalim ile birlikte zulmünde ona yardımcı olmak üzere yürüyecek olursa yüce Allah ayakların kaydığı o günde sıratın üzerinde onun ayaklarını kaydıracaktır. ” (el-Kudaî/Müsnedu’ş Şihâb, I, 315.)
Bizler Firavunlara itaat etmeyeceğiz. Onlara asla yardım etmeyeceğiz. Birkaç parça kemik uğruna kendi izzetimizi ve şerefimizi onlara satmayacağız.
4 – DÜNYALIKLARI MALLARI VE EVLATLARI İZZET VE ŞEREF ÖLÇÜSÜ OLARAK GÖRMEYECEĞİZ.
“Bahçe sahibi, arkadaşıyla konuşurken şöyle dedi: “Ben mal mülk bakımından senden daha zenginim. İnsan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve şerefliyim.” (Kehf 34)
Gururlu ve kibirli insanlar, dünyayı gözlerinde putlaştıranlar, dünyayı yegâne hedefleri haline getirenler; izzeti ve şerefi malda, mülkte arıyorlar. Mal mülkleri ne kadar çoksa, etraflarında yardakçıları, dalkavukları ne kadar fazlaysa kendilerini o kadar şerefli ve izzetli zannediyorlar.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onların bütün gayretleri, mideleri; şerefleri, dünyalıkları; kıbleleri, kadınları; dinleri, dirhem ve dinarlarıdır. Onlar yaratıkların en kötüsüdürler ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” (Kenzu‟l-Ummal/Kitabu‟l-Fiten 31183.)
Bizler, dünyanın bu nimetlerinin Allah tarafından olduğunu bilmeli, bunlarla övünüp kibirlenmemeliyiz. Bunları izzet ve şeref ölçüsü kabul etmemeliyiz. Allah’ın nice yoksul, kimsesiz kulları vardır ki, Allah’a yakınlıklarından dolayı zenginlerden daha değerli, daha izzetli ve şereflidir.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ümmetimden öyle kimseler vardır ki, birinizin kapısına gelip bir dinar istese vermezsiniz. Bir dirhem istese yine vermezsiniz. Bir kuruş istese yine vermezsiniz. Fakat o, Allah’tan cenneti isteyecek olsa hemen verir. Eğer Allah’tan dünyayı isteyecek olsa vermez. Dünyayı o kişiye vermemesi onu küçük gördüğü için değildir. Öyle kimseler eski elbise giyerler, kimse onlara iltifat etmez. Ama bir konuda Allah’a yemin edecek olsalar Allah onların yeminlerini doğru çıkarır.” (Mecmeu‟z-Zevaid 10/264.)
5 – ALLAH’IN AZÎZ OLUŞUNU ŞEYTANIN KABUL EDİŞİ GİBİ KABUL ETMEMELİYİZ.
“Şeytan dedi ki: “İzzetine yemin olsun ki, onların hepsini azdıracağım. Ancak ihlas sahibi olan kulların müstesna.” (Sad/82-83)
Ayette gördüğümüz üzere, şeytan Allah’ın izzetini ve şerefini kabul etmektedir. Allah’ın izzeti üzerine yemin etmektedir. Ancak buna rağmen hatasına devam etmekte, gurur ve kibrini sürdürmektedir. Bizler de Allah’ın izzetini kabul eder ama kendi bildiğimiz gibi yaşamaya, kendi anladığımız şekilde izzetli olmaya devam edersek şeytandan hiçbir farkımız kalmayacaktır. Allah’ın izzetini bilmemizin, hatta o izzet üzerine yemin etmemizin bize hiçbir faydası olmayacaktır.
6 – ALLAH’IN AZÎZ OLUŞUNA GERÇEKTEN İMAN EDERSEK KÂFİRLER BUNDAN RAHATSIZ OLACAKLARDIR:
“Onlardan sırf Aziz ve Hamid olan Allah‟a iman ettikleri için intikam aldılar.” (Buruc 8)
Ashab-ı Uhdud, zalimlerden oluşan bir topluluktu. Kazmış oldukları hendekleri ateşle doldurmuş, Müslümanları bu hendeklere atarak onlara azap ediyorlardı. Hendeklerin etrafına da masalarını kurup onları neşe içinde seyrediyorlardı. Bütün bunların tek sebebi, o Müslümanların Aziz ve Hamid olan Allah’a iman etmeleriydi. Çünkü onlar Allah’ın izzetiyle yetinmiş, Firavunları aziz kabul etmemişlerdi. Onlar Allah’ı övmüş, Firavunlara dalkavukluk yapmamışlardı. Bu imanları ve tavırlarıyla, Firavunların saltanatlarını sarsmış, onları rahatsız etmişlerdi.
Bizler de Allah’ın Aziz oluşuna gerçekten iman eder ve bunu hayatımızın her alanında yaşarsak kâfirler bizden de rahatsız olacak, bizleri de susturmaya çalışacaklardır, bizden dolayı uykuları kaçacak, kâbuslar göreceklerdir.
Allah’ın Aziz oluşuna gerçekten iman etmeyen, hayatlarının her alanında bunu sergilemeyen kimseler, kafirleri rahatsız etmezler, kafirler onlara dokunmazlar.
7 – DÜNYADA KENDİLERİNİ AZÎZ SIFATINA LAYIK GÖREN KÂFİRLERİN GERÇEK SONLARINI BUGÜNDEN BİLMELİYİZ
“Allah zebanilere emreder: “Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! Ve deyin ki; “Tat bakalım! Hani sen kendince azizdin, güçlüydün, şerefliydin!” (Duhan/47-49)
İşte Rabbimiz böylece onlarla dalga geçecek, onların zilletlerini yüzlerine vuracaktır.
8 – KÂFİRLERE KARŞI İZZETLİ, ONURLU VE ŞEREFLİ DURMALIYOZ.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü ve şefkatli, kâfirlere karşı ise izzetli ve zorlu bir toplum getirecektir. Onlar Allah yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği lütuftur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide/54)
Bizler kâfirlerin ve münafıkların kınamalarına aldırmamalı, Allah yolunda cihadımızı sürdürmeliyiz. Müslüman kardeşlerimize karşı hiçbir zaman böbürlenmemeli, büyüklük taslamamalı, onlara alçak gönüllü ve şefkatli davranmalıyız. Kâfirlerin karşısında ise hiçbir zaman başı eğik durmamalı, zelil görüntüler sergilememeliyiz. Ellerimiz kelepçeli, her tarafımız yara-bere içinde olsa bile, başımızı dik tutmalı, onların önlerinde eğilmemeli, izzetimizi ayakta tutmalıyız.
ResulAllah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Sadaka malı eksiltmez. Allah affetmesi sebebiyle kulunun şerefini artırır. Kim de Allah için tevazu (alçak gönüllülük) gösterirse, Allah onun derecesini yükseltir.” (Müslim/Birr ve Sıla 19. Tirmizi 2029.) ( Dr. Ramazan SÖNMEZ/ el-ESMÂÜ’L-HÜSNÂ)
********************************************************
EL-AZİZ
İzzet veya İzz’den türemiştir. Güçlü ve üstün olmak, galip gelmek, güç, şiddet ve üstünlük, eşi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli olarak anlamlarındadır. Azîz hiç bir zaman mağlup edilemeyen, eşi ve benzeri bulunmayan demektir.
Gazalî’ye göre ‘Azîz, benzeri az bulunur, kendisine çok ihtiyaç duyulur, kendisine ulaşılması güç olur özelliklerine sahip olması lâzımdır. Bu üç manayı kendinde toplamayana ‘Azîz demek mümkün olmaz. Benzeri az bulunan nice şeyler vardır ki kadri büyük olduğu halde faydası azdır. Kadri büyük, faydası çok, benzeri de bulunmayan nice şeyler vardır ki ulaşılması güç olduğundan ‘Azîz ismini alamazlar.
Güneş ve dünya gibi ki faydası çok, kendilerine ihtiyaç şiddetli, ama ulaşmak zor değildir, her an seyredilebilir. Bu üç özelliğin kemâli de söz konusudur. Benzerinin az bulunuşunun kemâli tek oluşudur. Bu da Allah olabilir. Kendisine ihtiyacın şiddetli olmasında kemâl, her hususta var oluşta, varlığın devam ve kemâlinde onsuz olmamasıdır ki bu da Allah’tır. O ulaşılamazdır, kendisi kendisini bilebilir. Biz onu onun bize anlattığı şekliyle bilebiliriz. O halde hakikatte ‘Azîz Allah’tır, başkası değil.
İzzet, bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, statü gibi yönlerden güçlü, baskı altın alınamaz konumda bulunması, saygın olmasıdır. Alçaklık, âcizlik anlamındaki zilletin karşıtıdır.
İzzet şekil olarak kibre benzerse de mahiyet olarak ayrıdır. İzzet, insanın nefsinin hakikatini, kendi hakikatini tanıması, onu âcil kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Kibirse kendini bilmemesi, kendisini bulunduğu konum üstünde tutmasıdır.
İzzet, insanın başkalarınca mağlup edilmesine mani olan hal demektir. Bu “başkaları”, ihtiyaçları, ihtirasları, nefsi, hevası, alışkanlıkları, düşkünlükleri, hoşlandıkları, şeytan, nefis, diğer insanlar olabilir. Bunlara karşı yenilmemesidir.
İnsanın kendisini zilletten koruması hürriyet olarak da isimlendirilir. İnsanın kendisini zilletten koruması, kimsensin elindekine göz dikmeyiş (tok gözlülük) minnetsiz bir hayat yaşamak, yalnızca Allah’a itimat ve izzeti böylece beklemesi ile mümkün olur. Allah’tan başka hiç kimseden bir şey beklememek ve istememek ve vermek izzet sahibi olmada çok önemlidir.
Allah’ın izzeti sadece kendisini zilletten koruyan bir izzet değil kendisine itimat edip dayananı da zillete düşürmeyen, yenilmeyen, yanılmayan, kendisiyle uğraşılamayan, hükmüne karşı gelinme ihtiyacı bulunmayan bir izzettir. İtimat edip vikâyesine sığınanları izzetiyle muazzez ve mükerrem kılar.
İradesi bütün esbâb ve âmillere hakim, münazaa ve muhalefet edilmesi gayrı mümkündür. Onun için dalâlete düşürdüğünü yola getirecek, hidayete erdirdiğini de şaşırtabilecek hiçbir kudret ve irade bulunamaz.
Kudretine direnme, karşı koyma ihtimali yok. Va’dini yerine getirir, kazasını infaz eder, kahreder de asla galip gelinemez. Hiçbir kayıt ve şartın tesiri altında bulunmayan, koyduğu kanunların bile tesirinde kalmayan, istediği harikaları yapan demektir.
Âlemde her izzet kırılabilir, karşı konulabilir ancak onun izzetine karşı konulamaz, karşı koymak isteyenler sonun mağlup ve makhûr olurlar.
İzzet bazı yerlerde kuvvet ve galebe manasında tefsir edilmiştir. Pejmürde halde bulunan bir kadın şöyle demiştir. Sen İslâm üzere değil misin? İşte o, o izzettir ki beraberinde zillet ve o servettir ki beraberinde fakr yoktur.
Hz. Hasan’a insanlar sende biraz kibir var zannediyorlar demişler de cevaben o kibir değil izzettir demiş ve şu âyeti okumuştur:
“İzzet Allah’a Resûlüne ve mü’minlere aittir.” (Münafikûn/8)
Münafıkların izzeti yoktur, olsaydı âcil kısmetler için yalancılığa, nifaka tenezzül etmezlerdi, ahlâksızlık ve alçaklık yapmazlardı. Onlar kibri izzet, izzeti kibir zannederler.
Allah mü’minleri izzete erdirmek için iki haslet beyan ediyor:
1–Zikrullahtan asla gafil olmamak,
2–İnfak.
İlki rûhu güçlendirmek, ikincisi de fiilî olarak semeresini temin içindir. Asıl izzet yemekte değil yedirmekte, almakta değil vermektedir. Kur’ân’da ‘Azîz vasfı :
1– Allah’ın mutlak kudret ve üstünlüğünü, eşsizliğini belirten bir muhtevada kullanılmıştır.
“O sabahı aydınlatandır, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, ‘Azîz olan pekiyi bilen Allah’ın tâ kendisidir.” (En’am/96)
2 – Galebe manasının ağırlık kazandığı muhteva,
“Allah’ın âyetlerini, inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunu hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (Al-i İmran/4)
3 – Nâdir olmak, eşi benzeri bulunmamak anlamı,
“Size kendinizden öyle bir resûl gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe/128)
“O eşsiz bir kitaptır.” (Fussilet 41/41)
Eşi, dengi bulunmayan anlamıyla tenzihî, güçlü, daima gelip anlamıyla da zatî sıfatlardan olur.
BU İSMİN ALLAH İÇİN İFADE ETTİĞİ ANLAMLAR:
1 – Varlığı var ederek yokluğa gücünü göstermiştir,
2 – Varlık üzerinde hükmünü yürütür, yürütmesine kimse, hiçbir şey engel olamaz,
3 – Yaptıklarından dolayı hesaba çekilemez, sorumlu tutulamaz,
4 – Koyduğu düzenin de mahkûmu olmaz, düzenini de kimse bozamaz,
5 – Eşi, dengi, benzeri yoktur,
6 – İradesine karşı durulamaz, irade etiği bir şeyin olması için “ol” demesi yeterlidir. Hiçbir şey ona zor gelmez,
7 – Azalarda bir haksızlık, bağışlamasında izzetsizlik, isabetsizlik, tasavvur edilemez,
8 – Kendisine inananları, itimat ve tevekkül edenleri zillete düşürmez, mağlup ve mahcup etmez,
9 – Vikâyesini kabul edenleri mükerrem ve muazzez kılar,
10 – Hidayete erdirdiklerini şaşırtarak, şaşırttıklarını hidayete erdirecek, rızkını daralttıklarına rızkı açacak, açtıklarına da kapattıracak hiç kimse yoktur,
BU İSMİN PEYGAMBERİMİZ İÇİN İFADE ETTİĞİ ANLAMLAR;
1 – Allah, kendisine her türlü imkân ve gücü verdiği halde bu imkân gücünü kullanmamıştır,
A – Tâif dönüşünde Mikâil emrine âmadedir,
B – Melik peygamber olabilecekken o kul peygamber olmayı seçmiştir,
C – Dağların yanı başında altın olup da gezmesi teklifini kabul etmemiştir.
2 – İhtiraslarına, öfkesine, ihtiyaçlarına karşı galipti. Yaptıklarını bunları tatmin için değil Allah’a karşı kulluğunu gerçekleştirmek için yapardı.
3 – Eşi, benzeri bulunmaz bir insandı,
4 – Herkesin kendisine olan ihtiyacı en şiddetli ihtiyaçtır.
BU İSMİN BİZİM İÇİN İFADE ETTİĞİ ANLAMLAR;
1 – İzzete erdirenin de, zillete düşürenin de Allah olduğuna inanmak,
2 – İzzete, Allah’ iman, zikrullah ve infak ile ulaşılacağını bilmek,
3 – Beşerî arzularımıza karşı hâkim olmak,
4 – Allah’ itimat ve tevekkül ederek, onun dışındaki varlıklara dalkavukluk ve müdahele de bulunmamak,
5 – İnsanlar için ihtiyaç duyulan, müracaat edilen bir insan olmak,
6 – Allah’ın vikâyesine girerek ‘Azîz olabileceğine inanmak,
7 – Azîz olmak için Allah’tan başkalarına müracaat etmemek,
8 – İslâm’ı izzet kabul etmek, başka izzete izzet olarak bile bakmamak,
9 – Gücümüzü olur olmaz yerlerde kullanarak, kullanmaya kalkarak zillete düşmemek.
http://www.birlikvakfi.org/esma/yazilar/aziz.html
************************************************************
El – ‘AZÎZ
Aziz isminin 3 manası vardır.
- Allah’ın izzet sahibi ve yüceler yücesi olması,
- Allah’ın mağlup olmayan galip olması,
- Yarattıklarının onun emrine itaat etmesidir.
Şimdi Aziz isminin bu üç tecellisini alem aynalarında görmeye çalışalım:
1 – İzzet sahibi ve yüce olan
Allah azizdir. Yani Azamet, büyüklük ve kuvvet sahibidir. Şanı pek yücedir. Şu âlemde kendine büyüklük verilen mahlûklar Allah’ın ‘Aziz ismine aynadırlar. O yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerde ki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere, aylara, güneşlere, yıldızlara kulak verseniz hep bir ağızdan yâ ‘Aziz, yâ ‘Aziz, yâ ‘Aziz diyerek tesbih ettiklerini işitirsiniz.
‘Aziz ismi âlemde böyle gözüktüğü gibi insan da hatta devletlerde bile gözükür. Aziz isminin tecelli ettiği insanlar şu ayetin ifadesiyle;
”Üstünlük, ancak Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur.” (Münafikun/8)
Yani aziz olan yalnız Allah, O’nun resulü ve müminlerdir. Yine bu isim tarihe adını altın harflerle yazdıran Osmanlı imparatorluğunda ve Kur’an’ı kendilerine rehber yapan tüm devletlerde tecelli etmiştir.
Şimdi bize düşen: Allah’ın aziz ismini âlem sayfalarında okumak, lisan-ı halleriyle ya aziz ya aziz diye zikir eden mahlukatın tesbihatını işitmek ve kuranı kendimize rehber yaparak hem dünyada hem ahirette aziz olmaktır.
2- Mağlup olmayan galip
Allah azizdir. Yarattıkları üzerine galiptir. Yeryüzü Allah’a asi olup ta böyle mağlup olmuş nice kavimlerin kalıntıları ile doludur. Bakın Allah, o asi ve inatçı kavimleri helak ettiğini kitabında nasıl anlatıyor.
“Elçilerimiz Lut’a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O’na: “Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna” dediler.
“Biz şüphesiz bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (feci) bir azap indireceğiz.”(dediler). Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.
Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” dedi.
Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki (azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi.
Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (Ankebut 33-40)
İşte Helak olan bütün bu kavimlerde Allah’ın ‘Azîz ismi haşmetiyle gözüküyor.
Biz hiç bu kavimlerin yıkıntılarının arasından geçerken, onların yerle bir olmuş kabirlerini gördüğümüzde Allah’ı ‘Aziz ismiyle yad ettik mi?
O kalıntıların ve harabelerin üzerinde Allah’ın Aziz ismini okuduk mu?
Ya da bizde Allah’a asi olursak, Allah’ın bizi de onları yakaladığı gibi yakalayacağını hiç düşündük mü?
3 – Mahlukatının itaat etmesi
Mahlûkatının Allah’ın emrine itaat etmesi ve ona karşı gelememesi de Aziz isminin bir tecellisidir.
Evet insan ve bazı canavarlardan başka, güneş, ay, yeryüzünden tutunda, tâ, en küçük mahluka kadar her şeyin dikkatle vazifesinde çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, büyük bir heybet altından umumi bir itaatin bulunması, gösterir ki, büyük bir celal ve izzet sahibi bir zatın emriyle hareket ediyorlar. İşte, vazifesini yapmakla ona itaat eden her bir mahlûk bu itaatiyle Allah’ın aziz ismine aynadır.
Bütün mahlûkat ona böyle itaat ederken, biz nasıl cesaret ederiz ki, isyanımızla öyle bir sultanının emirlerine karşı geliyoruz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkâr askerler gibi emirlerine itaat ederler.
Hem isyanımızla öyle bir azize karşı geliyoruz ki, öyle azametli ve itaatli askerleri var ki, farz-ı misal şeytanlar dayanabilselerdi, onları dağ gibi güllelerle taşlayabilirlerdi.
Hem öyle bir sultanın memleketinde isyan ediyoruz ki, kullarından ve askerlerinden öyleleri var ki, değil bizim gibi küçük, aciz mahlûkları, belki farz-ı muhal dağ ve yer büyüklüğünde asi bir mahlûk olsaydık, dünya büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, bize atıp dağıtabilirlerdi.
http://www.ilmedavet.com/el-aziz.html
******************************************************
