Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

ESMA DERSLERİ – 12 – ES SELÂM (A)

$
0
0

Es Selâm (a)

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ecmaiyn.

ES SELÂM

Hakkın bu isimle isimlendirilmesinin nedeni yaratıklarından sevmediği bir takım şeyleri kendisine nispet etmelerinden salim olmasıdır.

Bunun bir anlamı da Hakkın yaratıklarına selamet vermesidir. Binaenaleyh kevn mertebelerinin a’yanından her birisinin bu ismin eserlerinden bir payı vardır, bununla birlikte onların bu paylarda ki derece ve tabakaları birbirinden farklıdır.

Bütün yaratıklar arasında bu ismin kutsiyetine sadece nefsini şehvetlerden salim kılan, kalbini şüphelerden arındıran kimseler ulaşabilir. Şu halde selamet Haktan Hakkadır.

Ehl-i Hakkın selâmeti kuşku kirlerinden ve gizli ya da açık şirk karanlığından temizlenmeleridir.

Bu ismin hakikatleriyle vasıflanan kimsenin alâmeti vakur ağırbaşlı, mütevazi, inatçıların sıkıntılarına karşı sabırlı olmaktır. Onlar gafil insanlarla tartışmazlar, cahillerle mücadele etmezler. Onlar Hakkın bu özelliğine sahip insanları nitelediği gibi olurlar.

Hak şöyle buyurmuştur; “Onlara cahiller hitap ettikleri vakit “selam” derler. (Furkan/63) Bu ifade bazen söz ile olabileceği gibi bazen de hal ile olabilir.

Bu makam sahibi “Selâm” ifadesine bir şey eklemek isteseydi bile buna gücü yetmezdi. Bunun nedeni iradesinin olmayışı ve Hakkın kendisini korumasıdır. Çünkü Hakk bu kişinin işitmesi, görmesi ve de bütün azaları olmuştur.

Şayet hak onu kendi nefsine havale etmiş olsaydı. Hiç kuşkusuz ki, o da cahiller arasına katılırdı. Çünkü insanın özelliklerinden birisi herhangi bir insan ile herhangi bir konuda konuşurken, bu işin özelliğini kazanmasıdır.

Muhakkak ki Arif mertebelerin özellikleri kendisinde tahakkuk ettiği için gafil veya cahilin intibak ettiği veya tasavvur ettiği veya inandığı şeylerin çoğunun vehim veya hayal ürünü şeyler olduklarını bilir. Bunların varlıklarını varlık mertebesinde kendilerine hâkim bir makamları yoktur.

Binaenaleyh ârif; bu durumdaki bir insanın ifadesinin gerçeğine muttali olmakla, bu ifadenin bakî kalmayacağını ve yok olup gideceğini öğrenir. Çünkü o; bu kelâmın hakikatinin olmadığını veya bulunduğu mertebenin dışında bir suretinin bulunmadığını bilmektedir. Bunun neticesinde ise bu kelâm ın varlığını koruyacak bir koruyucusunun/zabıt olmadığını kesinlikle öğrenmiştir. Dolayısıyla bu kelâm sahibinin sözünün varlıktan gitmesinin ardından varlıktan silinip gidecektir.

Bu nedenle söz konusu Ârif bu gibi insana “Selâm” demekten başka bir şey söylemez.

Muhakkik ise sübuti ve vücudî gibi bütün mertebelerde hakikati bulunan bir şeyi söyleyebilir. Buna göre muhakkik her hangi bir şey söylediği vakit bu hakikatlere delâlet eden düzenli harfler, ruhanî suretler olarak şekillendirirler. Bunlar Allah’ı tesbih ederler kendilerini söyleyenin saltanatının mahallinden seyrederler.

Her ne zaman dile getirilen bu hakikatler fazlalaşırsa bu durumda ki ârif’in askerleri de artar. (Sadreddin Konevi/Esma-i Hüsna şerhi-s.46)

*******************************************************

SELÂM

Taalluk; Kul kendisini yanlışlıklara düşmekten korumak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder. Eğer böyle bir duruma düşülmüşse bunun devam etmemesi ve kalıcı hale gelmemesi için bu isme muhtaçtır.

Tahakkuk; Selâm kendi aleyhine olabilecek her türlü durumdan uzak durmaktır.

Tahalluk; Bu isim ile Kuddûs ismi arasındaki farka gelince; Kuddûs arınmayı gerektirecek bir husus olduktan sonra gerçekleşir. Selâm ise arınmayı gerektirecek bir eylem gerçekleşsin veya gerçekleşmesin devreye girer. Yine Selâmda bir süreklilik söz konusudur. Böyle ce Selâm ismi tahalluk halini alabilir. Allah’ın inayetiyle bu durum kulda bir huy (hulk) haline gelebilir. (İbn. Arabî/ Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi-S/48)

******************************************************

ES SELÂM

 Allah’ın vasfı olarak çeşitli açıklamaları toplayıcı bir şekilde “Kendisi her türlü eksiklikten salim olduğu gibi, başkalarına da esenlik veren” diye tanımlayabiliriz. Bazılarının bu iki özelliği ayırarak yalnız birini veya öbürünü zikrettikleri görülür. Et Taberi “Mahlûklarını zulmünden selâmette bırakan der ve bu izahı selefe nispet eder. el-Cübbaî “Esenliğe ancak kendi katından erişilen, müsellim.” Diyor. Kimisi ise “Başka varlıklara arız olan her türlü kusurdan ve fenadan salim olan.” Diye tanımlar.

Bu ikinci tarifte selam, selamet manasında alınmıştır. Es Süheyli böyle düşünenleri, Arab diline iyice vakıf olmamakla suçlar ve devamla der ki; “Eğer Arapların üslubunu ve te’nis hâ sının verdiği tahdidi iyice düşünselerdi, görürlerdi ki ikisi arasında büyük fark vardır. Her türlü bozukluktan, bütün yaratıklara şamil bir selamet verdiği içindir ki Allah, kendisini es Selâm diye adlandırır. Zira her şey hikmet nizamına göre akıp gitmektedir. Keza cin ve ins alemi O’nun tarafından zulümden esen kılınmıştır. Demek ki Allah bütün işlerinde Selâm’dır yani zulüm, bozukluk, düzensizlik O’nun fiillerinde bulunmaz.

Bu ismi “Arızalardan ve kusurlardan selamette olan” diye açıklayan müfessirler, çirkin bir hata işlemişlerdir. Es Selâm; “Kendisinden salim olunandır”. Salim ise “Başkalarından selâmette olandır”. Selamet, Selâm’ın hasletlerinden yalnız biridir. Özet olarak ihtilaf Selâm mastarını lâzım veya müteaddi saymaktan ileri gelir. İkinci mana birinciyi kapsamakla birlikte çok daha geniş bir alana yayılmaktadır.

Ez Zemahşeri her iki anlama uygun olarak tanımlar. Blachere’nin yalnız; selamet (salut) manasında ısrar edip selamet veren (Salutaire) anlamını, sonraki genişlemeye vermesi bizce mesnedsizdir. Selefin müteaddi (aktif) olarak anladığı bildirildiği gibi göreceğimiz üzere Kur’an ın kullanılmasında da bunun şahitleri vardır. Oraya geçmeden önce şunu da hatırlayalım ki Hz. Peygamber (AS.) her namazın arkasından şu meşhur zikri yapardı.

“Allahümme ente’s-Selâmu ve min-ke’s-selâm, tebarelte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm.”

“Allah’ım Sensin Selam ve Sendendir selamet”

Burada müteaddi olarak “esenlik veren” manası açıkça görülmektedir.

SLM, Kur’an da nispeten çok görülen köklerdendir. (Toplam olarak 140 kadar) Çekim ve müştaklarıyla da büyük bir çeşitlilik arz eder. Seleme fiili “esenlik verdi” anlamına alarak Allah’a izafe edilmiştir. (Enfal/43) Keza:

“Ey Nûh sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir esenlik (Bi selâm-in minnâ) ve bereketle gemiden in. (Hûd/48) ayeti ile.

“Biz “ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selâm ol” dedik. (Enbiya (69) ayetinde “selâm” kelimesinin müteaddi anlamında kullanıldığı görülmektedir.

Selâm kelimesi Kur’an da insanlara izafe edildiğinde “sözle esenlik dilemeyi” ifade ettiği halde Allah hakkında söz konusu esenliği bizzat gerçekleştirmek anlamını taşır. Zira Allah dilediğini elbette gerçekleştirebilir. Yalnız bir ayette Allah’ın cennet ehline kavl ile de selâm edeceği bildirilmektedir. (Yasin/58).

Selâm kelimesi birçok yerde – Müslüman geleneğin daha çok necat ettiği uhrevi kurtuluş manasına gelir. Allah muttakilere (Hicr/46) Hz. Yahya ve Hz. İsa (A.S.) a (Meryem/15-33), seçtiği kullarına (Neml/59), birçok resulüne (Saffat/79-109-120-181) selâm ettiğini, yani haklarında selameti gerçekleştirdiğini bildirir.

Allah Selâm yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola hidayet eder.” (Yunûs/25)

Rızasını gözetenleri, O’nunla (Kur’an veya Hz. Peygamber A.S.) la Selâm yollarına hidayet eder. Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Maide/16)

Bu kökten isim olarak selm (Muhammed/35) (Enfal/61), silm (Bakara/208), selem; (Nisa/90) ve çokça Selâm, İslâm, Teslim şekilleri varid olur. Bunlar manevi olduğu kadar maddi, uhrevi olduğu kadar dünyevi bir selamet, barış, kötülüklerden ve arızalardan sâlim manalarını belirtirler.

Allah’a selîm bir kalp (Kalb-in Selîm) ile gitmekten başka hiçbir şey fayda vermeyecektir. (Şuârâ/89)

Es Selâm bir ayette eliflâmlı ve mücerred olarak Allah, niteler. (O Selâm dır, Mü’min dir, Müheymin’dir. (Haşr/23). Diğer birçok ayette selâmet anlamına geleceği gibi , Allah’ın vasfı da olabilir. Meselâ mlehum dâru’s-Selâm (Enam/127) ayeti; “Onlar için selâmet yurdu” veya “Selâm olan Allah’ın beldesi vardır” diye anlaşılabilir. (Prof.Dr. Suad Yıldırım/Kur’an da ulûhiyyet-267-269)

*********************************************************

SELÂM – ES SELÂM

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur, Melik’tir, Kuddûd’tür, Selâm’dır. (Haşr/23)

Bir hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber şöyle dua etmiştir. ”Ey Allah’ım, Sen Selâm’sın, Selâm (esenlik) yalnız sendendir, Ey ikram ve Celâl sahibi olan Sen ne Yücesin” (Müslüm)

İbn. Arabî der ki “İslam âlimleri bizlerin Allah hakkında ki “Selâm” sözümüzün nispet anlamında olduğu ve takdirinin “Selâmet, esenlik sahibi” olduğu konusunda hemfikirdirler. Ancak nispetin burada ne anlama geldiği konusunda üç farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Bunlar;

1 – Selâm, hiçbir ayıbı olmayan, her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olan demektir.

2 – Selâm; huzur ve esenlik sahibi demektir. Yani cennette ki kullarına esenlik, mutluluk ve huzur verendir.

3 – Selâm, varlıkları karanlıklardan kurtaran demektir. Bu el Hattabî’nin görüşüdür.

İkinci ve üçüncü maddelerde ki anlamlara göre Selâm; Allah’ın fiili sıfatlarından, birinci maddede ki anlama göre ise zatî sıfatlarındandır.

Selâm’ın “Kullarını esenliğe çıkaran” anlamında olduğu söylenmiştir. İbn. Kesir ise şunları söyler; “Selâm; zatında, fiillerinde ve sıfatlarında mükemmel oluşu nedeniyle her türlü eksiklikten, noksanlıktan, kusur ve ayıptan salim olan demektir.”

SELÂM SÖZCÜĞÜNÜN GERÇEK ANLAMI

İbn. Kayyim der ki; Selâm sözcüğünün gerçek anlamı, kötülük ve ayıplardan berî olmak, onlardan kurtulmak ve esenliğe kavuşmaktır. Selâm söz­cüğünden türeyen ve kökü buna dayanan bütün sözcükler, bu anlamlar çev­resinde dolaşır. “Sellemekellah” (Allah seni kurtarsın) ve “Selleme fülanün mineş-şer” (filanca kötülükten kurtuldu) gibi cümleler bu tür anlamdadır.

Mü’minlerin sırat üzerinde “Rabb’i sellim” veya “Allahümme sellim” (Rabb’im, Allah’ım kurtar, selâmet ve esenliğe kavuştur) şeklinde dua etmeleri de bu anlamdadır. Yine “Seleme’ş-şey’u li fülan” (Bu şey filancaya aittir) cümle­sinde “seleme” aidiyet ve sahiplik anlamı taşır. Birini zarardan kurtarmak da bu sözcükle ifade edilir. Kur’an’da bütün bu anlamlar kullanılmıştır. Örneğin;

Allah bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sa­hipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu?” (Zümer/29)

Ayetinde geçmekte olan “se­lem” sözcüğü, yalnız birine ait olmak, başkasının ortaklığı bulunmamak an­lamında kullanılmıştır.

Selâm, savaş karşıtı olan barış anlamında da kullanıl­mıştır. Şu âyette bu anlamda kullanılmıştır:

Eğer onlar barışa eğilim göste­rirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül et.” (Enfal/61)

Çünkü barış ile savaşan tarafların her ikisi de birbirlerine verdikleri eziyet ve sıkıntılarından kurtulmakta ve rahat etmektedirler. Bu yüzden kelime, müşareke gibi mufaale babında müsâleme (karşılıklı silah bırakma, barışma) olarak kulla­nılmıştır.

Yine ‘selim kalp” ifadesinde selim, temiz, sağlam, kin ve nefretten arın­mış kalp anlamındadır. Ancak gerçek anlamı, kalbi yalnız Allah’a teslim et­mek, O’nun dışında bir şeyi orda barındırmamak demektir. Böylece kalp, şirkten, kinden, günahların pisliklerinden ve Allah’a muhalefet etme duygu­sundan kurtulur ve selim bir kalp olur. Samimiyet ve sadakatle Allah’ın yo­lunda yürür, O’nunla iyi ilişkiler kurar. Sonuçta kıyamet günü Allah’ın aza­bından kurtulur ve O’nun ikram ve saygınlığını kazanır.

İslâm sözcüğü de bu kelimeden türemektedir. Çünkü İslâm, kayıtsız şart­sız Allah’a teslim olmak, O’na boyun eğmek demektir. Müslüman, şirk ve küfrün pisliklerinden temizlenerek yalnız Allah’a teslim olmuş kimsedir. O, tıpkı tamamen efendisinin emrinde olan ve başka sahibi bulunmayan bir köle gibidir. Bu yüzden Yüce Allah, yalnız Rabb’ine inanan ve O’na teslim olanla birçok efendisi bulunan iki kişinin örneğini bize şöyle vermiştir:

Allah bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu?” (Zümer/29)

Yine ticari bir muamele şekli olan selem (bedelin peşin ödenerek malın daha sonra teslim edilmesi esasına dayanan bir satış akdi) terimi de bu kökten türemiştir. Selemde, zimmetinde olan şeyin selâmetini Rabbine havale ederek satma ve ücreti peşin alma söz konusudur. Bu yüzden bu tür satış usulü selem olarak adlandırılmıştır. Ama gerçeği Yukarıda izah ettiğimiz gibidir. Eğer bu, yılan vb. hayvanların soktuğu kimseye “selim” (kurtulan) denilmesiyle çelişmektedir denilirse, şu cevabı veririz: Bu bir çelişki değildir. Çünkü yılan vb. hayvanların soktuğu kimsenin “selim” olarak adlandırılması, kişinin temel amacını ifade etmek içindir. Yani kişinin iyileşmesi ve bundan kurtulup sağlığına yeniden kavuşmasıdır. Zira bu kimseye göre şu an, bundan kurtulmak ve selâmete kavuşmaktan daha önemli bir isteği bulunmamaktadır.

Durum böyle olunca “selim” olarak adlandırılmıştır. Bu, tehlikeli yerin “kurtuluş yeri” olarak ad­landırılması gibidir. Tehlikeli yerde bulunana göre buradan kurtulmaktan başka bir amacının olmadığını ifade etmek için bu adlandırma yapılmıştır.

Özetle, yılan vb. hayvanların soktuğu kimsenin “selim”, tehlikeli yerin “kurtuluş yeri” olarak adlandırılması, o kişilerin kurtulma ümidini ve onlara yönelik iyimserliği ifade etmek için bu adlandırma yapılmıştır.

ALLAH’IN SELÂM OLARAK NİTELENMESİ

Allah bu sıfatı herkesten daha fazla hak etmiştir. Eğer bu bilinirse bu sıfatın Allah’ın isimlerinden biri olarak kabul edilmesi daha doğru olduğu anla­şılır. Allah, bu isimle isimlendirilenlerden daha fazla bu ismi hak eder. Çünkü her türlü ayıp ve kusurdan beridir. Hiçbir eksiği yoktur. O, her yönüyle ger­çek Selâmdır. Oysa varlıkların bu özelliği sınırlıdır. Allah için bu isim ve sıfatta ne de başka isim ve sıfatlarında bir sınırlama yoktur. O’nun bütün isim ve sıfatları sınırsız anlam taşır. O, kendi zatında, isim ve sıfatlarında ve fiillerinde her türlü eksiklikten ve hayallerin vehimlerinden uzaktır. O’nun fiillerinde herhangi bir yanlışlık, haksızlık ve kötülük olmaz. Hiçbir fiili, amaçsız ve geliş güzel değildir. Her fiili bilerek ve yerli yerinde gerçekleşir. Bu yüzden O, her yönüyle ve her itibarla gerçek Selâmdır. Bu nedenle Yüce Allah bu ismi, kendilerine bu ad verilen kimselerden daha fazla hak eden mükemmel ve eksiksiz varlıktır.

İşte Allah’ın kendisinin beri olduğunu söylediği gerçek tenzih budur. Hz. Peygamber O’nu bu şekilde tenzih etmiştir. O, eşten ve çocuktan beridir. O’na benzeyen hiçbir varlık yoktur. Hiçbir şey O’na denk değildir. O’nun mülkünde kendisine ortak kimse yoktur. O, gerçek Selâm’dır.

Allah’ın bütün mükemmel sıfatlarına baktığında, her sıfatın bu mükem­melliğin zıddı olan sıfattan uzak olduğunu görürsün. O’nun hayat sahibi oluşu, bunun zıddı olan ölümden, uykudan ve uyuklamadan beri olduğunu gösterir.

Kayyûm oluşu yine böyledir. Güç ve kudret sahibi oluşu, yorgunluk ve bitkinlikten; ilim sahibi oluşu, ilimsizlikten, unutkanlıktan, hatırlama ihtiyaç ve düşüncesinden beri olduğunu gösterir. Mutlak irade sahibi oluşu, hiçbir amaç, menfaat ve yarar gözetmeden davranmadığını gösterir. O’nun bütün sözleri yalan ve haksızlıktan beridir. Her sözü, doğruluk ve adaletle tamam­lanmıştır. O’nun zenginliği, başkasına muhtaç olmadığını, herkesin O’na muhtaç ama O’nun hiçbir şeye ve kimseye ihtiyaç duymadığın gösterir. Mül­künde mutlak mâlik olması, başkasının kendisine ortak, yardımcı veya kendi­siyle çekişen olmadığını ve hiç kimsenin O’nun izni olmadan şefaat etmesinin mümkün olmadığını gösterir. Tek ilâh oluşu, ulûhiyetinde başka ortak bu­lunmadığını ve kendisinden başka ilâh olmadığını gösterir.

Allah’ın hilm, af ve bağışlama sahibi oluşu, günahkar kullarını cezalan­dırmaktan vazgeçmesi, O’nun güçsüzlüğünden veya buna ihtiyaç duyduğun­dan değildir. O’nun bu sıfatları, başkasının yaptığı gibi yapay ve suni de de­ğildir. O, gerçek bağışlayıcıdır. Bu, O’nun salt cömertliğinden, ihsan ve kere­mindendir.

Aynı şekilde Allah’ın azabı, intikamı ve yakalaması da pek şiddet­lidir. O, çabuk hesap gören ve sonuçlandırması pek çabuk olandır. Ancak O’nun böyle olması, haksızlık etmesine, yanlışlık yapmasına, gereğinden fazla katı ve sert olmasına veya haksız intikam almasına neden olmaz. O, bütün bunları hikmet ve adaleti ile gerçekleştirir. Her şeyi yerli yerinde yapar ve kimseye haksızlık etmez. Böylece ihsan, sevap ve nimetlere karşılık hak ettiği hamd ve senayı burada da hak eder. Eğer Allah, sevabı cezanın yerine koy­saydı bu, O’nun hikmet ve izzetiyle çelişirdi. Bu yüzden Allah’ın cezayı yerli yerine koyması, hamd edilmeye değer. Allah’ın hikmet ve izzet sahibi olması, düşmanlarının ve cahillerin buna aykırı vehimlerinden uzak olduğunu göste­rir. Allah’ın kaza ve kaderi, her türlü haksızlık, zulüm, saçmalık ve hikmetten yoksun olarak gerçekleştiği düşüncesinden beridir.

Onun koyduğu yasalar ve verdiği emirler her türlü çelişkiden uzaktır. O’nun dininde hiçbir çelişki ve karışıklık yoktur. Bütün emir ve yasakları kullarının yararınadır. Onlara olan merhamet ve şefkati nedeniyle bu emir ve yasakları koymuştur. Her bir emir ve yasağın ayrı ayrı faydası vardır ve hepsi bir amaç için konulmuştur. Kısaca her emir ve yasağı, hikmet, rahmet, maslahat ve adalettir.

Allah’ın kullarına nimetler vermesi, O’nun ihsanının bir gereğidir. Yoksa verilene olan ihtiyacından veya karşılığında bir bedel almak için değildir. Allah’ın nimet vermemesi, cimriliğinden veya fakir düşmek ve muhtaç olmak korkusundan değildir. Aksine Allah’ın vermesi, bir karşılık almak veya bir ihtiyaçtan değil katıksız ihsan ve iyiliğinden; vermemesi ise cimrilik veya yok­sulluk korkusu değil katıksız adaletindendir.

O’nun hiçbir hükmünde cimrilik veya adaletsizlik yoktur. Allah’ın göğe yükselerek arşa istiva etmesi, kendisini taşıyacak ve üzerine oturacak bir şeye ihtiyaç duymasından değildir. Aksine arşın kendisi ve O’nu taşıyanlar (melekler) Allah’a muhtaçtır. Allah arştan da onu taşıyan melekler­den de kendisinin dışındaki her şeyden de müstağnidir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

Allah’ın yüceliği ve istivası her türlü eksiklikten beridir. O’nun ne arşa ne de başka bir şeye ihtiyacı bulunmamaktadır. Zira hiçbir şey onu kuşata­maz. O, her şeyin üstündedir; mutlak gani ve Hamîd olandır. Allah’ın arşa istiva etmesi ve bütün varlıklara egemen olması, bir arşa veya herhangi bir yönden başka bir şeye muhtaç olmadan mâlik oluşunun bir gereğidir.

Allah’ın her gece dünya semasına inmesi, O’nun yücelik ve müstağnili­ğinden bir şey eksiltmez. Allah’ın eksiksiz ve mükemmel oluşu, O’nun her türlü benzetmeden, bir şeyle sınırlı olmasından veya bir şeyin altında kalma­sından uzak olduğunu gösterir. Allah, mükemmelliğiyle çelişen her türlü sı­fattan beridir, münezzehtir.

Allah’ın zenginliği, işitmesi ve görmesi, Müşebbihe’nin benzetmelerinden ve bu sıfatları yok sayanların iddialarından uzak olduğunu gösterir. Allah’ın dostlarını desteklemesi ve onlara yardım etmesi, insanların birbirlerine yardım etme ihtiyacı duyması ve yardım etmediğinde eziklik ve aşağılanma hisset­mesi gibi değildir. O’nun yardımı tamamen hayır ve merhametinden, iyilik ve ihsanından kaynaklanır. Yüce Allah, Azîz kitabında şöyle buyurur:

,“De ki: “Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.” (İsra/111)

Allah Teâlâ burada mutlak anlamda hiçbir dosta değil, sadece düşkünlükten dolayı bir dosta ihtiyacı olmadığını vurgulamaktadır.

Allah’ın, kendisini sevenleri ve dostlarını sevmesi de böyledir. O’nun sevgisi, insanların birbirini sevmesi gibi değildir. Çünkü insanların birbirlerini sevmesi, bir ihtiyaçtan, yakınlıktan, yağcılıktan veya bir menfaat elde etmekten kaynaklanabilir. Oysa Yüce Allah’ın sevgisi böyle değildir. O, böyle bir sevgiden beridir. Allah’ın eli ve yüzü, Müşebbihe’nin benzetmelerinden ve bunları inkâr edenlerin iddialarından beridir. O’nun eli ve yüzü, insanlarınkine asla ben­zemez. Kendisinin dışında kimse, bunların nasıl olduğunu bilemez.

Bütün bu anlattıklarımız, Allah’ın Selâm ismi ile yüceliğine yakışma­yan her türlü şeylerden uzak olduğunu ve mükemmel sıfatlarının zıddı olan bütün sıfatlardan münezzeh olduğunu göstermektedir. Bu ismi ezberleyen nice kimseler, bu ismin delalet ettiği ve bizim işaret ettiğimiz bu gizli anlam ve sırlardan haberdar değildirler. Sen bunları düşün ve anla. Allah yardımcımız olsun.

BU İSMİ BİLMENİN FAYDALARI

1 – Allah’ın kulları arasında Selâm’ı yaymak, Bu İslâm’ın en belirgin ve en üstün özelliklerinden biridir.

2 – Müslümanların, kulun elinden, dilinden, zulüm ve haksızlığından, zarar ve kötülüklerinden emin olmasıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Müslü­man, Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.” (Müslüm)

3 – Dinini her türlü şüphe ve bid’atlerden uzak tutmak, nefsani arzu ve isteklerin peşinden gitmemek.

4 – Tarikat makamı olarak selâmet, aklın şehvet ve öfkenin esiri değil, emiri olmasıdır. Çünkü akıl, emir; şehvet ve öfke ise birer köledir. (İbn. Kesir-Kurtubi- Beyhaki../Esma-i Hüsna/185-190)

******************************************

ES SELÂM

Es Selâm, yüce Allah’ın isimlerindendir. Bu isim “fealûn” kalıbında “Kelâm” gibi mastar ismidir, selâmet manasındadır. Bu isimle isimlenmeye yüce Allah diğer mahlûkattan daha müstahaktır. Çünkü O, tüm afetlerden, ayıplardan, noksanlıklardan ve karalamalardan Selâmdır.

Yüce Allah, her yönüyle mutlak kemâl sahibidir. O’nun kemalliği zatından hiç ayrılmaz ve durum devamlı böyledir. Selâm; fiillerinin abeslikten, zulümden ve hikmete muhalif olmaktan selametini, sıfatlarının mahlûkatın sıfatlarına benzemesinden selametini, zatının tüm noksanlıklardan ve ayıplardan selametini ve isimlerinin bütün karamalardan selametini içermektedir.

Selâm ismi, Yüce  Allah’ın kemalatının (=mükemmelliklerinin) tümünün ispatını ve noksan sıfatların tümünün O’ndan uzaklaştırmayı içermektedir. Bunun manası şöyledir: “Subhânallahi ve’l-Hamdu lillah.” Bu tesbih, yüce  Allah’ın Ulûhiyyette ve tazimde tek olduğunu kapsamaktadır. Ve aynı şekilde; “Lâ ilehe illallahu vallahu ekber”‘de Ulûhiyyette ve tazimde tek olduğunu kapsamaktadır.  Böyle olunca da Selâm ismi, Rabbin kendileriyle senâ edildiği “el-Bâkiyâtu’s-Sâlihât” ları derleyip toplamıştır.

Bunun tafsilatının bazısı şöyledir; yüce  Allah, hayatı ölümden, uyuklamaktan, uyumaktan ve değişikliğe uğramaktan selamette (=uzak, salim) olan Hayy’dır. O, kudreti yorulmaktan, zorluk çekmekten, takatsiz düşmekten ve dilediğini yapmaya aciz olmaktan selamette olan Kâdir’dir. O, hardal tanesi kadar bir şeyin dahi ilminden uzak kalmasından ve bilgilerden bir bilginin dahi ilminden uzak kalmasından ilmi selamette (=uzak, salim) olan Alîm’dir. Yüce  Allah’ın diğer sıfatları da aynı şekildedir.

Yüce  Allah’ın rızası, öfkenin onunla beraber olmasından Selâmdır. O’nun Hilmi, intikamın onunla beraber olmasından Selâmdır. İradesi, ikrâhın (=zorlamanın) onunla beraber olmasından Selâmdır. Kudreti, aczin onunla beraber olmasından Selâmdır. Dilemesi, dilediği şeyin gereğinin zıttının onunla beraber olmasından Selâmdır. Kelâmı, yalanın ve zulmün onda meydana gelmesinden Selâmdır. Bilakis O’nun sözleri doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun vadi (=sözü) çelişkinin ona karışmasından Selâmdır. Yüce  Allah kendisinden önce ve sonra bir şeyin olmasından ve altında ve üstünde bir şeyin olmasından Selâmdır. Aksine O, her şeyin üzerinde yücedir. Her şeyin üzerinde, her şeyden önce ve her şeyden sonradır. O, her şeyi kuşatmıştır. O’nun vermesi ve vermemesi, yeri ve (zamanı) dışında meydana gelmekten Selâmdır. O’nun bağışlaması, adam kayırmaktan veya kullarının günahlarından dolayı daralmaktan ya da insanların bağışlaması gibi hakkını almaktan acziyetinden ötürü bağışlamaktan Selâmdır. Rahmeti, ihsânı, şefkati, iyiliği, cömertliği, veli kullarına olan yardımları, onlara sevgi göstermesi, onlara olan merhameti, onları anması ve onları bağışlaması onlara olan bir ihtiyaçtan veya onların vesilesiyle şereflenmekten yada onların vesilesiyle artmaktan Selâmdır. Özet olarak Yüce  Allah, mukaddes kelamının her yönüyle aykırı olduğu her şeyden Selâmdır.

Bu  ismin selbî isimlerden olduğunu iddia eden kimse   hataların en büyüğünü yapmıştır. Çünkü sırf selb kemalliği  içermez. Aksine Selâm ismi, O’na zıt olan her şeyden salim olan kemalliği içermektedir. Bu ismin hakkını tam veren kimse onun manasını eda etmiş olur. Ve resuller göndermeyi, kitaplar indirmeyi, ahiretin sabitliğini, alemin sonradan yaratıldığını, kazanın ve kaderin sabitliğini, Yüce  Allah’ın mahlukatının üzerinde olmasını, onların fiillerini görmesini, seslerini işitmesini, sırlarına ve alenen yaptıkları işlerine vakıf olmasını, onların işlerini yönetmede tek olmasını, her yönüyle şirkten mukaddes olan kemaliyle bir olmasını gerektirir bir halde bulur. O, her yönden beşerin noksanlıklarından temiz ve münezzeh olduğu gibi her yönüyle hak olan Selâm’dır.

Yüce  Allah, her ikisinde de solun söz konusu olmadığı iki “El” ile vasıflanmıştır. Aksini her ikisi de mübarek sağdırlar. (Buradaki sağ ve sol kavramları cihet (=yön) anlamlarında değildir. Çünkü Yüce  Allah cihetten münezzehtir. Buradaki sağ ve sol kavramları hayır ve şer anlamlarındadır. )

Yüce  Allah’ın tüm isimleri aynı şekilde hüsnâ (en güzel) dir. O’nun tüm fiilleri hayır sıfatları ise kemaldir. Yüce  Allah Selâmı dünyada ve ahirette (O’nun huzuruna çıkma gününde) dostları arasında selamlaşma kıldı. Yüce  Allah Âdem (a.s.) yaratıp, yaratmasını tamamlayıp insan şekli verdiği zaman ona şöyle buyurdu:

Meleklerden ileri gelen şu cemaate git ve seni nasıl selamladıklarına kulak ver. Çünkü o bundan sonra senin ve zürriyetinin selamlaşmasıdır”(Buhari, Müslüm)

Yüce  Allah şöyle buyurmuştur: “Rableri katında onlara esenlik yurdu (=Daru’s-Selâm=cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur” (Enâm/127)

Başka bir âyeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir” (Yûnus/25.)

Cennetin “Dâru’s-Selâm” diye isimlendirilmesinde ihtilaf edilmiştir. Şöyle denildi: Selâm, yüce  Allah’tır  cennet ise O’nun yurdudur. Ve şöyle denildi: Selâm selamettir. Cennette tüm afetlerden, ayıplardan ve noksanlıklardan selamet yurdudur.

Ve bir de şöyle denildi ki: “Dâru’s-Selâm” ile isimlendi çünkü cennet ehlinin oradaki selamlaşması Selâm’dır. Bu manaların hiç birinin arasında çelişki olmaz.

Müslim’in sözüne gelince: “es-Selâmu aleykum” kendisine selam verilene, müslümanın hile ile öldürmesinden, aldatmasından, zorlamasından ve kendisine ondan gelecek çirkin şeyden selametini bildirmektir. Oda aynı şekilde karşılık verir (ve Aleykum Selâm der). Yani yüce  Allah aynısını sana da nasip etsin. Onu sana helal kılsın (demektir).

Selâm, ayıplardan ve noksanlıklardan salim olandır. Selâm ile isimlenmesi sâlim diye isimlenmesinden daha belagatlıdır (=daha fasih, daha açık). Selâm ile vasıflanması mahlukatına yapacağı zulmünden mahlukatının selametini gerektirmektedir. Böyle olunca da yüce  Allah zulmü ve şerri irade etmekten, onlarla isimlenmekten, o fiillerden ve onlara nisbet edilmekten Selâm’dır. Yüce  Allah noksan sıfatlardan, noksan fiillerden ve noksan isimlerden Selâm’dır. Mahlûkatını zulümden selamete çıkarandır.

İşte bundan dolayı Yüce  Allah Kadir gecesini “Selâm”, Cenneti “Daru’s-Selâm”, Cennet ehlinin selamlaşmasını “Selâm” diye vasıflandırmış ve veli kullarını Selâm sözü ile övmüştür. Bunların hepsi ayıplardan selâmdır.

O zaman şöyle bir soru sormamız mümkün olur: Rahmet ve Bereketin Yüce  Allah’a izafe edilmesinde ve Selâm’ın izafeden mücerret olarak tek başına gelmesindeki hikmet nedir?

Bunun cevabı şöyledir: Selâm, yüce  Allah’ın isimlerinden bir isim olunca mutlak olarak Yüce  Allah’ın ismi celaline izafe olarak zikredilmesine ihtiyaç kalmadı. Rahmet ve berekete gelince, eğer onlar, yüce  Allah’a izafe edilmezlerse kimin rahmetinin kimin bereketinin istendiği bilinmez. Şayet, Aleykum ve rahmetun ve bereketun (=Rahmet ve bereket sizin üzerinize olsun) dense bu lafızda kendisinden rahmet ve bereketin talep edildiği merhamet edenin ve bereket verenin kim olduğuna işaret yoktur.

İkinci cevap: Selâm, kendisiyle  “Selâmun Aleykum” diyen kimsenin sözünün murad edilmesidir. Bu ise hakikatte selam verene izafe edilir. Bunun ile de Selâm olan Yüce  Allah’tan talep edilen selametin hakikati murad edilir. Bu da, yüce  Allah’a izafe edilir. Böyle olunca da masdar olan bu isim bazen bunu zikrederek selameti talep edene izafe edilir bazen de kendisinden selamet talep edilene (Yüce  Allah’a) izafe edilir. Böyle olunca da kesinlikle izafe edilmeden getirilir.

Rahmet ve berekete gelince, bu ikisi yalnızca Yüce  Allah’a izafe edilirler. Bundan dolayı da “Benim rahmetim ve bereketim sizin üzerinize olsun” denmez.  “Benden selam sizin üzerinize olsun” veya “Falandan selam falanın üzerine olsun” denir. (Falanın falana selamı var veya benden selam söyleyin gibi)
Bunun sırrı, rahmet ve bereketin zıttına “Selâm” lafzının sözlü bir cümle için isim olmasıdır. Çünkü rahmet ve bereket, lafızları için değil de kendi manaları için birer isimdirler. Bunu iyi düşünmek gerekir. Çünkü bu güzel bir misaldir.

Üçüncü cevap: Rahmet ve bereket, selamet kelimesinin mücerret (=soyutlanmış, sade) gelmesinden daha mükemmeldir. Çünkü selamet, şerden uzaklaştırmaktır. Rahmet ve berekete gelince; onlar hayrı tahsil etmek, onu devam ettirmek, sabit kılmak ve çoğaltmaktır. Bu ise daha mükemmeldir. Çünkü asıl maksat budur. Birincisi selamete vesiledir. Bundan dolayı cennet ehli için hasıl olan nimetler onların mücerret olarak sadece cehennemden selamete ermelerinden daha mükemmeldir. Her iki mananın da en olgunu ve en mükemmeli lafzen Yüce  Allah’a izafe olmuştur. Diğeri (bereket) ona nisbet edilmiştir. Atıftan ve içinde bulunduğu karineden dolayı manen Yüce  Allah’a izafe edildiği anlaşılmaktadır. Bu lafız en mükemmel şekil ve en güzel üslup üzere gelmiştir.

Diğer bir soru şöyledir: Selâm ve rahmetin müfret (=tekil) gelmesinde ve bereketin cemi (=çoğul) gelmesindeki hikmet nedir?

Cevap şöyledir: Selâm, ya sırf masdardır. Ve oda bir şeydir. Cemi olması için de hiçbir mana yoktur ya da Yüce  Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Bunun da cemi olması imkânsızdır. Bu iki takdir üzere onu cemi yapmaya imkân yoktur.

Rahmete gelince; aynı şekilde şefkat ve merhamet manasında masdardır. Bir önceki (Selâm) gibi cemi olmaz. Rahmetin sonundaki “te” hillet (=dostluk), muhabbet ve rikkat (=şefkat) kelimelerindeki “te” ile aynı makamdadır. Darbeten (=bir kez vurmak) ve temraten (=bir hurma)deki “te” gibi sınırlamak için değildir.

Nitekim rikkâtun (=şefkatler), hillâtun (=dostluklar) ve ra’fâtun (=merhametler) denmediği gibi rahmâtun (=rahmetler) denmez. Burada ceminin gelmesi sınırlamayı ve bir adetle kayıtlı kılmayı bildiriyor. Onun müfret olması ise kendisiyle isimlenenin mutlak olarak sınırsız olduğunu bildirir. Öyleyse burada müfret olması cemi olmasından manen daha mükemmel ve daha olgundur. Bu, tekil olanın manasının çoğul olanın manasından daha mükemmel olması (hadisesi) cidden harikuladedir. İşte bundan dolayı Yüce  Allah şöyle buyurmuştur:

De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi” (Enâm/149)

Bu buyruk “kesin deliller ancak Allah’ındır” denmesinden daha umumi ve daha mükemmeldir. Yüce  Allah’ın;

Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız” (İbrâhim/34.)

Buyruğu; “Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız sayamazsınız” denmesinden daha mükemmeldir.

Ve yine yüce  Allah’ın,

Onlardan bir kısmı da: Ey Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler” (Bakara/201.)

Buyruğu, “Ey Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilikler ver, ahirette de iyilikler ver. Bizi cehennem azabından koru!” denmesinden daha mükemmeldir. Aynı şekilde Yüce  Allah’ın şu buyruğu da diğerleri gibidir:

Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler” (Al-i İmrân/171)

Bu âyetlerin benzerleri gerçekten çoktur.

Berekete gelince; o hayrın çokluğu ve peş peşe devamlı olarak gelmesiyle isimlenmiştir. Her ne zaman o hayırdan bir şey sona erse onun arkasından hemen başka bir hayır gelir. Bu devam eden hayırdır. Hayr olan şeyler peş peşe birbirini takip etmeye devam ederler. Cemi lafzı bereket kelimesinde, bereket ile kastedilen manaya delalet ettiğinden dolayı daha evladır. Ve bundan dolayı yüce  Allah’ın Kur’an’ı Kerim’deki şu buyruğunda şöyle gelmiştir:

Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir” (Hûd/73.)

Burada yüce  Allah, rahmeti müfret bereketi ise cemi zikretmiştir. Teşehhütteki (=namazdaki oturuş) selâmda da aynı şekildedir:

“Ey Nebi! Selâm, Allah’ın rahmeti ve bereketleri Senin üzerine olsun”

Müslim’in “Sahîh”inde Sevbân’dan rivayet ettiği hadiste Nebi (s.a.v.)’in namazdan çıkış esnasındaki şu sözünü düşünmek gerekir:

Allahumme ente’s-Selâmu ve minke’s-Selâmu tebârekte yâ ze’l-Celâli ve’l-İkrâm” (=Ey Allah’ım! Sen Selâm’sın ve Selâm Sendendir. Sen yücesin. Ey Celâl ve İkrâm sahibi)

Bu mübarek lafızları iyi düşünmek gerekir. Senâ çeşitlerini, yani tenzih senâsını, tesbih senâsını, hamd senâsını ve yüceltme senâsını lafzın en belagatlısı en vecizi ve mana olarak en mükemmeli ile nasılda bir araya getirmiş. Bu şekilde Yüce  Allah’ın Selâm olduğunu, Selâm’ın O’ndan olduğunu ve Selâm’ın O’nun vasfı ve mülkü olduğunu bildirmiştir.

Bu bilindiği zaman şu da anlaşılır: Yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olarak Selâm ile isimlenmesi bunun hepsinden daha evladır. Yüce Allah, her yönüyle tüm ayıplardan ve noksanlıklarsan selamette olduğundan dolayı bu isimle isimlenmeye bu isimle isimlenen herkesten daha müstahaktır. O bütün itibarlarla hak olan Selâm’dır. Mahlûkat ise izafe ile selâmdır.

Yüce Allah kendi zatında tüm ayıplardan ve vehmin hayal etmiş olduğu tüm noksanlıklardan Selâm’dır. O sıfatlarında tüm ayıplardan ve noksanlıklardan Selâm’dır. O fiillerinde tüm ayıplardan, noksanlıklardan, şerlerden, zulümden ve hikmet yönünün dışında meydana gelecek fiillerden Selâm’dır. Bilakis O her yönden ve her itibarla hak olan Selâm’dır.

Yüce Allah’ın bu isme müstahak olması bu isimle isimlenen her şeyin müstahak olmasından daha mükemmeldir. Bu, Yüce Allah’ın kendi zatını tenzih ettiği ve Resulünün O’nu tenzih ettiği tenzihin hakikatidir. O, zevceden ve çocuk edinmekten Selâm’dır. O, eşi, dengi, adaşı ve benzeri olmaktan Selâm’dır. O, ortaktan Selâm’dır. Bundan dolayı kemâl sıfatlarının her birine baktığın  zaman her sıfatı kemaline zıt olan şeylerden Selâm olarak bulursun.

O’nun hayatı ölümden, uyuklamadan ve uykudan Selâm’dır. Kayyûmiyyeti ve Kudreti yorgunluktan ve zorluk çekmekten Selâm’dır. O’nun ilmi Ondan bir şeyin ayrılmasından veya O’na unutkanlığın isabet etmesinden, hatırlamaya ve düşünmeye ihtiyaç duymaktan Selâm’dır. O’nun iradesi hikmetten ve maslahattan çıkmaktan Selâm’dır.

O’nun kelimeleri yalandan ve zulümden Selâm’dır. Bilakis Rabb’in sözleri, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun zenginliği hiçbir yönden başkasına ihtiyaç duymaktan Selâm’dır. Aksine O’nun dışındaki her şey O’na muhtaçtır. O kendi dışındaki her şeyden zengindir. Mülkünde zıtlık olmasından, ortağı olmasından, muavini veya yardımcısının olmasından ya da O’nun izni olmadan O’nun katında bir şefaatçinin bulunmasından Selâm’dır.

O’na Ulûhiyyetin de bir ortağının olmasından Selâm’dır. Aksine O, kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan Allah’tır. O’nun Hilmi, affetmesi, bağışlaması, mağfiret etmesi ve kulların günahlarından vazgeçmesi O’nun dışındakilerde olduğu gibi ihtiyaçtan, zayıflıktan ya da menfaatten dolayı olmaktan Selâm’dır. Aksine O’nun cömertliği, ihsanı ve keremi saf ve halistir. Aynı şekilde azabı, intikamı, yakalamasının şiddeti ve cezalandırmasının sürati zulüm, öfke, katılık ve sertlikten dolayı olmaktan Selâm’dır. Aksine O’nun hikmeti, adaleti ve eşyayı yerli yerine koyması saf ve halistir.

O, ihsanda bulunmaya, mükâfatlandırmaya ve nimetlendirmeye müstahak olduğu gibi hamda ve senâya da müstahaktır. Bilakis mükâfatı cezanın yerine koysaydı bu hikmetiyle ve izzetiyle çelişirdi. O cezayı yerli yerine koymuştur. Bu ise O’nun hamdından, hikmetinden ve izzetinden 

dolayıdır. O düşmanlarının ve cahillerin hikmetine muhalif olan vehimlerinden Selâm’dır.

Onun kazası ve kaderi abeslikten, zulümden ve açık olan hikmetine muhalif olarak meydana gelmesinin düşünülmesinden Selâm’dır. O’nun şeriatı ve dini çelişkiden, ihtilaftan, bozulmaktan, kulların maslahatına zıt olmaktan, onlara rahmet olmaktan, ihsan olmaktan ve hikmetine zıt olmaktan Selâm’dır. Aksine O’nun şeriatının tamamı hikmettir, maslahattır ve adalettir.

Aynı şekilde O’nun (nimetler) vermesi yaltakçılık olmaktan ve nimet verdiği kimseye ihtiyaç duymaktan Selâm’dır. O’nun bir şeyi men (=yasak) etmesi katıksız adalet ve cimriliğin ve acziyetin karışmayacağı hikmettir.

Yüce Allah’ın Arşına istivası ve onun üzerinde olması, Arşı taşımaya ihtiyaç duymasından yada ona istivaya muhtaç olmaktan Selâm’dır. Aksine Arş ve onu taşıyanlar O’na muhtaçtır. O Arş’tan, onu taşıyanlardan ve her şeyden
Ğaniy’dir. O yüce ve yüksektir.

O’na hiçbir sınır ulaşamaz. Arş’a ve diğer mahlûkata hiçbir ihtiyaç duymaz. Yüce Allah’ı hiçbir şey kuşatamaz. Her şeyi kuşatan Arş değil bilakis O’dur. O‘nunla birlikte Arşa ihtiyacın olması söz konusu değildir. O Ğaniy ve Hamîddir.

Aksine Arşına istivası ve mahlûkatını kuşatması, herhangi bir yönden Arşa veya bir başkasına ihtiyaç duymaksızın mülkünün ve üstünlüğünün gerektirdiklerindendir.

Her gece dünya semasına inmesi O’nun yüceliği ile ve zenginliği ile çelişmekten Selâm’dır. O’nun kemali, Muattıla (=sıfatları inkar eden) ve Müşebbihe (=O’nu mahlukata benzeten)’nin tüm vehimlerinden Selâm’dır. O bir şeyin altında olmaktan veya bir yerde mahsur kalmaktan Selâm’dır.

Rabb’imiz olan Allah kemaline ve zenginliğine zıt olan her şeyden  yücedir. İşitmesi ve görmesi müşebbihenin tüm hayallerinden ve muattilenin uydurduğu her şeyden Selâm’dır.
Yüce Allah’ın veli kullarını dost edinmesi, mahlûkatın birbirini dost edindiği gibi acizlikten dolayı değildir. Aksine O’nun dostluğu yardım, rahmet, ihsan ve iyiliktir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim de ve tekbir getirerek O (c.c.)’nun şanını yücelt!” (İsrâ/111.)

Bu âyette yüce Allah kendisine dost edinmeyi mutlak olarak nefyetmedi (=olumsuzlaştırmadı). Aksine acziyetten dolayı dost edinmeyi nefyetti.

Aynı şekilde O’nun sevdiklerine ve dostlarına muhabbeti, ihtiyaç duyulan sevgiden dolayı mahlûkatın birbirine olan sevgi ihtiyaçlarından veya yalan sevgi göstererek yaltaklık yapmaktan ya da yakınlığı ile menfaat elde etmekten Selâm’dır. O’nun muhabbeti hakkında muattilenin uydurduklarından Selâm’dır.
Aynı şekilde kendi zatına “el” ve “yüz”ü izafe etmiştir. Muhakkak ki O müşebbhenin hayallerinden ve muattilenin uydurduklarından Selâm’dır.

Yüceler yücesi olan Allah’ın münezzeh olduğu her şeyi Selâm isminin nasılda kapsadığını gerçekten iyi düşünmek gerekir. Bu ismi nice ezberleyenler vardır ama içerdiği sır ve manalarını idrak edemez.

Selâm masdarmı yoksa masdar ismimi? diye sorulacak olursa şöyle cevap veririz: Tahiyyat (=Selâm demek) manasında olan Selâm “selleme” fiilinden masdar ismidir selleme’nin masdarı alleme-talîmen, fehheme-tefhîmen ve kelleme-teklîmen gibi teslîmen olarak gelir. Kelleme’den kelâm’ın geldiği gibi Selâm’da selleme’den gelmiştir.

Şayet şöyle sorulsa: masdar ile isim arasındaki fark nedir?

Şöyle cevap veririz: O ikisinin arasındaki fark lafzî ve manevî’dir.

Lafzî olana gelince: Masdar, efale’den ifâl, fa’ale’den tefîl, infeale’den infiâl, tefa’lele’den tefa’lul ve diğerleri gibi kıyasî olan fiilinin üzerinden gelir. Selâm ve kelâm’a gelince her ikisi de fiillerinin üzerine kıyasî olarak gelmezler. Eğer fiillerinin üzerine kıyasî olarak gelselerdi teslîm ve teklîm denirdi.

Manevî olan farka gelince: Masdar fiile ve failine delalet eder. Teklîm (=konuşmak), teslîm (=teslim olmak, selam vermek), talîm (=öğretmek) ve benzerleri kullanıldığı zaman fiillerine ve o fiilleri yapan kimselere delalet eder. Böyle olunca da teslîm selâma ve selâm verene delalet eder. Teklîm ve talîm’de aynı şekildedir.

Masdar ismine gelince: O yalnızca fiile delalet eder. Selâm ve kelâm lafızları, teklîm ve teslîm’in hilafına selâm verene ve konuşana delalet etmez.

Bu farkın sırrı, selleme-teslîmen ve kelleme-teklîmen sözlerindeki masdarın fiilin tekrarı makamındadır. Sanki konuşan şöyle diyor; selleme-selleme ve kelleme-kelleme. Fiil failinden hiçbir zaman ayrılmaz.

Dördüncü soruya gelince: Tahiyyat’ta talep edilen selâm’ın manası nedir?

Bunda meşhur olan iki görüş vardır.

Birincisi: “Selâm ismi sizin üzerinize olsun” Demektir.  Burada Selâm, Allah’tır. Bu cümlenin manası ise; “Selâm isminin bereketi sizin üzerinize insin ve üzerinize hak olsun” ve benzerlerini demektir. Bu manada Yüce Allah’ın isimlerinden başka bir isim değil de Selâm ismi tercih edildi. Sonraki sorunun cevabında gelecek.

Sahabeyi Kirâm bu söz hakkında birçok delil getirmiştir. Bunlardan bir tanesi sahih bir hadiste şöyle gelmiştir:
“Namazda şöyle diyorlardı: Selâm kullarından önce Allah’a olsun. Selâm Cebrâil’in üzerine olsun. Selâm falanın üzerine olsun. Nebî (s.a.v.) onları uyararak şöyle buyurdu: Selâm Allah’a olsun demeyin. Muhakkak ki Allah Selâm’dır. Fakat siz; Ey Nebî! Selâm Senin üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketleri Senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize olsun. Ve Salih kullarının üzerine olsun’ deyin.” /A. Bin Hambel)

Nebî (s.a.v.); Selâm Allah’a olsun demeyi onlara yasakladı. Çünkü Selâm, selam verilene dua ve onun selamete ermesini istemektir. Allah kendisinden selamet talep edilendir yoksa kendisi için selamet talep edilen değildir. O duaya icabet etmesi istenendir yoksa kendisi için dua edilen değildir. Allah’a selamet dilemek imkânsızdır. Aksine Yüce Allah kitabında da buyurduğu gibi kullarına selamet verendir:

Senin izzet sahibi Rabb’in, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun!” (Saffât/180-181.)

“Selam olsun İbrahim’e” (Saffât/109)

“Bütün âlemler içinde Nuh’a selam olsun” (Saffât/79.)

“Selam olsun İlyâsîn’e” (Saffât/130.)

Hz. Yahyâ hakkında yüce Allah şöyle buyurdu:

“Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam olsun!” (Meryem/15.)

“Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in!” (Hûd/48.)

Yüce Allah kıyamet günü cennet ehline selâm verir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

Lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma yedde’un,

Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym. (Yasin/57-58)

“Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir. Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır” (Yâsîn57-58.)

Burada “قَوْلًا” kavlen kelimesi masdar (mefûlu mutlak) olarak mensubdur. Fiili ise selâmın içerdiği kavlin (=söz) fiilidir. Çünkü selâm bir kavildir.

İmam Ahmed’in “Müsned”inde ve İbn Mâce’nin “Sünen”inde Muhammed b. Münkedir’in Câbir (r.a.) den rivayet ettiği bir hadiste, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennet ehli nimetler içinde iken aniden üzerlerinde bir nur belirir. Başlarını kaldırıp baktıklarında Cebbâr (olan Allah onları üzerlerinden kuşatmıştır. Ve onlara şöyle seslenir: ‘Ey cennet ehli Selâmun aleykum’ sonra şu âyeti kerimesini okur ‘Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır’ sonra onlardan gizlenir. Ve onların diyarında, onların üzerlerinde O’nun rahmeti ve bereketi kalır” (ibn. Mace)

İbni Mâce’nin hadis kitabında merfû olarak Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Hak Teâlâ’nın kıyamet günü ilk selâm vereceği kişi Ömer’dir” İbn Mace)

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“O’na kavuşacakları gün kendilerine esenlik dileği selamdır” (Ahzâb/44.)

Bu, Yüce Allah’ın huzuruna çıktıkları gün onların selâmıdır. Bu selâmın onlardan Yüce Allah’a olması imkansızdır. Çünkü onlar O’na selâm vermelerinin imkansız olduğunu çok iyi biliyorlardı. Dünyada ikinde bu işten men edilmişlerdi. Bu ancak Yüce Allah’tan onlar için selâmdır. Burada ki selâm mufule izafe edilmektedir. Bu selâm kulların selâmlandığı selâmdır yoksa onların Yüce Allah’ı selamlamaları (yüce Allah’a selamet dilemeleri) değildir. Eğer Yüce Allah’ın Yâsîn sûresindeki şu sözü olmasaydı: “Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır” bu selâmın meleklerden kullara olması muhtemel olurdu. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır (Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler) (Ra’d/23-24.)

Fakat bu, onlar cennetteki makamlarındayken onların yanına girdikleri zaman onları selâmlayarak giren meleklerin selâmıdır. Yüce Allah’ın, “O’na kavuşacakları gün kendilerine esenlik dileği selamdır” (Ahzâb/44.)

Buyruğunda geçen Selam’a gelince, bu Selâm, karşılaştıkları vakit yüce Allah’ın onlara verdiği selâmdır. Nitekim bir kimse sevdiği biriyle karşılaştığı zaman ona selâm verir. O gün Rableriyle aralarına perde çekilenler neden mahrum oldular?

Onun sana gözükmemesi yeter. Bu, cezası içinde olan günahtır.

Burada kastedilen, Selam’ın, yüce Allah’tan talep edilmesidir. Ve O’nun kullarına selâm vermesi imkânsız değildir. O’nun selâma ihtiyacı olmadığı için O’na selâm verilmez. Rasûlullah (s.a.v.)’in; “Muhakkak ki Allah Selâm’dır” (Buhari) sözü, Selâm’ın, yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olduğuna delidir.

Bazıları şöyle dediler: Selam veren bir kimse selâm verdiği zaman manası Selam’ın ismi sizin üzerinize olsun demektir.

Onların delilerinden birincisi; Ebu Dâvud’un, Abdullah ibn Ömer’den rivayet ettiği şu hadistir:

“Bir adam Nebî (s.a.v.)’e selâm verdi. Fakat Nebî (s.a.v.) selâmına karşılık vermedi ta ki duvara dönüp sonra teyemmüm aldı sonra selâmına karşılık verdi ve şöyle dedi: Muhakkak ki ben temizleninceye kadar Allah’ı zikretmeyi hoş görmedim”

(Ebu Davud)

Dediler ki: Bu hadiste Selâmın Allah’ı zikretmek olduğunu açıklama vardır. Zikir ise ancak yüce Allah’ın isimlerinden bir ismi içerdiği zaman olur.

İkinci delil: Kitap ehlinden olan kâfirlerin (bir biriyle karşılaştıklarında konuşmalarına) Selâm ile başlamamalarıdır. Ve onlara da “Selâmun Aleykum” denmez. Onlardan birisine; Allah seni selamete çıkarsın (seni hidayete erdirsin) denilmesinin çirkin görülmediği malumdur. Bu da ancak Selâm’ın, yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olmasından dolayıdır. Bu ismin bereketinin bir kâfir için meydana gelmesini talep etmek caiz olmaz. İşte bunlar görüldüğü gibi kuvvetli ve açık delillerdir.

Meşhur olan ikinci görüş: Selâm selamet manasında masdardır. Oda selâm esnasında selâm ile istenen taleptir (=selamettir). Bu sözün sahiplerinin birinci delilleri ise Selâm’ın elif-lam’sız zikredilmesidir. Selâm veren kimse şöyle der: Selâmun Aleykum. Eğer yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olsaydı bu şekilde söylenmezdi. Yüce Allah’ın Esmâu’l-Hüsnâ’sından olan diğer isimlerinin elif-lam ile marife (=belirli isim) geldiği gibi bununla da elif-lam’lı bir şekilde isimlenmesi gerekirdi. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Selâm (esenlik veren) Mü’min (güvenlik veren), Müheymin (kollayıp koruyan), Azîz (üstün, gâlib), Cebbâr (istediğini zorla yaptırmaya muktedir olan), Mütekebbir (çok büyük)dir! Allâh (kâfirlerin) ortak koşmalarından yücedir” (Haşr/23.)

Nekre (=belirsiz) olan isim marifenin (=belirli isim) hilafına, marifenin Yüce Allah’a kullanılmasına üstün tutularak muayyen olana (yüce Allah’a) kullanılamaz. Çünkü yüce Allah’ın Esmâu’l-Hüsnâ’sı hatırlandığı zaman marifenin Yüce Allah için muayyen olarak kullanıldığı (görülür).

İkinci delilleri: “Selâmun Aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu” sözünde rahmet ve bereketin Selâma atfedilmesi Selâm ile muradın masdar olduğuna delalet etmektedir. İşte bundan dolayı kendisi gibi masdar olan rahmet ve bereket Selâm’ın üzerine atfedilmiştir.

Üçüncü delilleri: Eğer burada, Selâm, yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olsaydı cümle ancak Yüce Allah’ın ismi celâlinin gizlenmesi ve kendisiyle kayıtlı olan bir taktir ile düzgün olurdu. Ve mana şöyle olurdu: “Bereketu  ismi’s-Selâmi aleykum” (=Selâm isminin bereketi üzerinize olsun). Çünkü tek başına isim onların üzerine olmaz.

Şayet şöyle denseydi: “İsmullahi aleyke” (=Allah’ın ismi senin üzerine olsun) o zaman mana şöyle olurdu: Bu ismin bereketi ve taktir edilen buna benzer şeyler   (senin üzerine olsun). Bu taktirin aslın hilafına olduğu ve hakkında delil olmadığı bilinmektedir.

Dördüncü delilleri: Selâmdan kastedilen bu mana değildir. Ondan kastedilen bundan sonraki sorunun cevabında geleceği gibi ancak haber ve dua olarak selameti bildirmektir. İşte bundan dolayı Selâm, selameti içerdiğinden dolayı emân (=emniyet) ve selam veren ve selama karşılık verenlerden her biri için emniyettir.

Ve şöyle dediler: Bu delillerin hepsi Selâm’ın selamet manasında masdar olduğuna delalet etmektedir. Selametin sonundaki “ta” kaldırılmıştır. Çünkü burada kastedilen bir tek selamet değil selamet cinsinin tamamıdır. “ta” ise sınır ifade etmektedir.

Bu meselede doğru ile yanlışı birbirinden ayıran hüküm, şöyle denmesidir: Doğru olan, bu her iki görüşünde toplamında mevcuttur. O ikinden her birinde bazı doğrular bulunmaktadır. Asıl doğru olan her ikisinin toplamındadır. Biz ancak bunu bir kaide ile açıklıyoruz. Oda Yüce Allah’a dua eden kimsenin talep ettiği her şeyde Esmâu’l-Hüsnâ ile istemesi, bu talebini gerektiren ve meydana gelmesine uygun olan isim ile tevessül (=vesile) etmesidir.

Hatta dua eden sanki bu isim ile O’na tevessül ederek şefaat istiyor. Bir kimse: “Ey Rabb’im! Beni bağışla ve tevbemi kabul et. Muhakkak ki Sen tevbeleri çokça kabul eden ve günahları bağışlayansın” dediği zaman, o kimse, yüce Allah’tan; iki şeyi, isimlerinden iki ismi vesile kılarak istemiştir. Bu iki isim, onun talep ettiği şeylerin meydana gelmesini gerektirmektedir.
Aişe (r.a.), Kadir gecesine ulaştığında nasıl dua etmesi gerektiğini Nebî (s.a.v.)’e sorduğunda Nebî (s.a.v.)’in ona verdiği cevapta aynı şekildedir:

Deki: Ey Allahım! Muhakkak ki Sen affedici ve Kerîm’sin affetmeyi seversin, beni affet” (Tirmizi)

Aynı şekilde Ebu Bekir Sıddîk (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’den kendisiyle dua edebileceği bir dua öğretmesini istediğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ey Allah’ım ben nefsime çok zulüm ettim ve günahları Senden başka bağışlayacak kimse yoktur. Katından bir mağfiret ile beni bağışla ve bana merhamet et. Muhakkak ki Sen el-Ğafûr ve er-Rahîm’sin” (Buhari)

Bunun örnekleri gerçekten çoktur. Biz burada bu delilleri getirerek sözü uzatmayacağız.

Bu sabit olunca, makamda bir kimsenin yanında en mühim olan selametin talebi makamı olduğunda onun lafzında Yüce Allah’ın isimlerinden bir ismin siğası (=kip-kalıp) getirildi. Oda kendisiyle selametin talep edildiği Selâm’dır. Selâm lafzı iki manayı kapsamına almaktadır.

Birincisi, Abdullah ibn Ömer’inde hadisinde geçtiği gibi yüce Allah’ın zikridir.

İkincisi ise selam verenin maksadı olan selametin talebidir. “Selâmun aleykum”, hem yüce Allah’ın isimlerinden bir ismi içermekte ve hem de Ondan selameti talep etmeyi içermektedir. Bu faydalı olan bilgiyi iyi düşünmek gerekir.

Buna yakın olan, bazı selef ulemasından rivayet edilen Âmîn hakkındaki görüştür. Bazıları, Âmîn’in, yüce Allah’ın isimlerinden bir isim olduğunu söylemiştir. (Mücahid)

İnsanlarda bir çoğu bu görüşü reddetmiş ve demişlerdir ki: Âmîn, yüce Allah’ın isimlerinden bir isim değildir. Bunlar, selefin sözünün manasını anlamamışlardır. Hâlbuki onlar bu kelimenin, yüce Allah’ın ismini içerdiğini kastetmişlerdir. Çünkü Âmîn kelimesinin manası; “Duamıza icabet et ve Senden istediğimizi ver” demektir.

Âmîn kelimesi talep etmeye delalet etmesiyle beraber yüce Allah’ın ismini içermektedir. “Selâmun aleykum”deki kapsamlılık ise daha açıktır. Çünkü Selâm, yüce Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Bu da, meselenin sırrının açılmasıdır. (Bedâiu’l-Fevâid) (http://www.ihya.org/kavram/kavramlar-ansiklopedisi/dt-1418.html )

***********************************************************

KUDDÛS VE SELÂM İSİMLERİ ARASINDA Kİ FARK NEDİR?

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 Şimdi Önceki dersle bu dersi karşılaştırdığımızda burada aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Kuddûs ismi ile Se3lâm ismi arasında ki fark nedir o zaman.

Biz demiştik ki Kuddûs nedir? İki tane anlamı vardır, biri temizliktir, bir tanesi de berekettir. Temizlikten kastımız ne idi? Allah’ın bütün eksikliklerden ve noksanlıklardan temiz olması demektir. Bereketten kastımız ne idi? El Kuddûs bir yeri temizlediğinde oranın bereketlenmesi ve hayırlanması demekti.

Hatta şöyle bir örnek verebiliriz buna. Bir toprak düşünün, o topraktan sizi iyi ve verim alabilmeniz için toprağın temizlenmesi gerekir. Yani, çakıl taşlarından, zararlı zehirli otlardan, bitkilerden temizlenmesi gerekir. Temizledikten sonra Allah’ın onda yarattığı hayırlardan faydalanabilirsiniz. İşte yeryüzünde var olan her şey böyledir. Yani bir kalp düşünün mesela, derslerimizde hep tekrar ediyoruz. Ya kalp yaratıldığı işi görür, Allah’ı sever, boyun eğer, Allah’ın karşısında zillete kapılır, ya da kalp yaratıldığı amacın dışına çıkar Allah’a isyan eder, Allah’ı unutur, gaflete düşer.

Ne zaman kalp birincisini yapabilir? Yani sen ondan hayırla faydalanabilirsin? Kuddûs ismi tecelli eder, orayı Allah temizler, arındırır. Arındırdığı anda sen oranın bereketinden hayrından faydalanabilirsin. Allah sana bir çocuk verir, o çocuğun afetine de şekavet denir. Yani azgınlıktır, aksiliktir Allah o çocuğu temizler, o zaman göz aydınlığı olan bir evlat olaraktan ondan yararlanmaya başlarsın. Kuddûs ismi bu idi. Temiz olan ve temizleyip orayı bereketli kılan demektir.

Selâm ismi de yine eksikliklerden, kayıplardan, noksanlıklardan münezzeh olan ve karşısındakini selâmette kılan demektir. Peki, bu ikisi birbirine çok benziyor ve peşpeşe zikredilmiş oradaki isimler. Bu iki isim arasında ki fark ne?

Bazısı şöyle bir fark zikretmişler. Demişler ki Kuddûs ile Selâm arasında ki fark şudur; Selâm mücerret olaraktan Allah’ın eksikliklerden ve ayıplardan münezzeh olmasıdır. Kuddûs ise bu eksikliklerden münezzeh olduğu gibi Allah’ın kutsal olmasıdır aynı zamanda. Kuddûs ve Selâm temizlik konusunda, afetlerden uzak olma konusunda birleşiyorlar, ama Kuddûs ün fazla olan tarafı Allah’ın kutsallığıdır. Yani Allah’ın dokunulmazlığı yüceliği, ulaşılmazlığıdır aynı zamanda.

Bazıları ise demiş ki Kuddûs ile Selâm arasında ki fark şudur; Kuddûs eksikliklerden münezzeh olandır. Selâm eksikliklerden münezzeh olduğu gibi sonsuza kadar da eksikliklerden münezzeh olmaya devam edecek demektir. Yani yarın da bir eksikliğin tarih olmasından Allah münezzehdir diye söylemişler.

Tabii Allah en doğrusunu bilir, bunların hepsi görüş. Ben iki isim üzerinde tefekkür etmiş olduğum zaman şöyle bir şey söyleyebilirim benim gördüğüm kadarıyla. İki ismin de ortak olduğu nokta Allah’ın eksikliklerden münezzeh olmasıdır. İki ismin birbirinden ayrıldığı nokta tecelli ettikleri yerdir. Yani tecelli ettikleri zaman biri temizlemeye yöneliktir, bereketlendirmeye yöneliktir, öbürü ise insanları korkularından, sıkıntılarından, hüzünden vs. bunlardan emin kılmak, bu afetlerden selâmette kılma üzerine kuruludur. Yani özü birdir fakat dışarıya yansıması, yani fiil sıfatına dönüştüğü zaman farklı tecellileri vardır. Ama ne olursa olsun rabbimizin bütün isimleri güzeldir, bütün isimleri kemâl üzerinedir. (Ebu Hanzala – Halis Bayancuk)

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

 

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 

 

 



Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

Trending Articles


Hamile kalmak için


Şekilli süslü hazır floodlar


Havas-ul Kur-an Kenzul Havas PDF


Hamile kalmak için


EL-AZÎM Esması ve Sırları


En etkili korumlardan birisi


Enerji Beden ve İki Uygulama-1


Foxtrot Six Türkçe Dublaj izle (2020)


SCCM 2012 Client Installation issue


Hakan Sabancı 4 ayrı adrese Sevgililer Günü buketi gönderdi!