Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

İslamoğlu Tef. Ders. RAHMAN (01 – 78)(169)

$
0
0

231

 

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Rahman suresi ile giriyoruz. Rahman suresi mushafta 55. sırada yer alan sure. Adını ilk ayetinden alıyor. Sonsuz rahmet sahibi manasına geliyor. Kur’an da Allah’ın isimlerinden biri ile başlayan tek sure. Sure tümüyle Furkan/60. ayetinde yer alan Rahman da kimmiş, Rahman da neyin nesiymiş sorusuna müşriklerin bu inkarcı yaklaşımına bir cevap içeriyor. İki sure arasında ki tek bağ bu değil. Bu surenin 19-20. ayetleri ile, yine Furkan/53. arasında ilginç açık bir bağ daha var. Hz. Esma’dan gelen bir rivayette Hicr/94. ayetine atıf yapılır. Bu atıf rivayetiyle birlikte düşündüğümüzde Rahman suresi Hicr suresinden sonra inmiş olmalıdır sonucuna varıyoruz.

Yine İbn. Abbas bu sureyi Şehr (İnşirah) suresi ile asr suresi arasına yerleştirir. Ki takriben Kur’an ın iniş sıralamasında 13. sıraya düşer. Ancak en makul sıralama Furkan – Fatır arasına yerleştiren sıralamadır ki İbn. Aşur’un tercihi de bu. Bu durumda sureyi iniş sıralamasında 43. sıraya yerleştirebiliriz.

İbn. Mes’ud (r.a.) bu sure indiğinde sahabe arasında kim çıkıp ta Kâbe’nin önünde bunu, müşriklerin yüzüne beraber okuyacak sorusuna ben cevabını verir ve ısrarlı talepleri üzerine talebi kabul edilerek gönderilir. İbn. Mes’ud kindar bakışlar önünde bu sureyi, bu iç sesi insanın yüreğini havalandıran, gerçekten muhteşem bir iç sese, armoniye sahip olan bu sureyi müşriklerin gözleri önünde okur ve tabii ki ağır bir biçimde hırpalanır, dayak yer.

Onun bu durumunu görüp acıyan arkadaşlarına müşrikler hakkında söylediği şu söz gerçekten manidardır. Daha önce hiç onları bu kadar zayıf, bu kadar zavallı bir halde görmemiştim. İşte mü’mince bakış.

Rahman suresi, bütün bu rivayetler ve yaklaşımlar ışığında nübüvvetin 5. yılına yerleştirilebilir. Konusu itibarıyla sure Allah’ın merhametinden söz eder. Hayranlık verici bir belagate, iç sese sahip. Allah’ın insana olan sevgi, şefkat ve merhameti sure boyunca bir dip akıntısı gibi çağlar. Varlığın çift kutuplu doğasına hemen her pasajda, hatta her ayet çiftinde atıf yapılır. Allah’ın hayata her an müdahil olduğunu ifade eden o muhteşem cümle bu surede gelir. külle yevmin HUve fiy şe’n (29) bununla Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat tasavvurlarının tamamı şiddetle reddedilir ve tokat gibi bir cevap verilir. Allah’ın müdahil olmadığı hiçbir hayat alanı yoktur.

31 kez bu surede Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban ayeti yankılanır. Bu muhteşem yankı insanın ta yüreğinde sesini bulur. O halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz. O halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz. İnsanoğlunun buna vereceği cevap yoktur. sükûttan başka hiç birini, çünkü bırakın yalanlamayı, saymaya kalksa Ve in te’uddu nı’metAllâhi lâ tuhsuha.. (Nahl/18) asla beceremez. Bu 31 ayet nakarat değildir. Birbirinin aynı vurguya da sahip değildir. Her biri adeta özel bir vurgudur kendisinden bir önce sayılan dolaylı ya da dolaysız nimete atıf içerir. Bu kısa girişten sonra surenin tefsirine geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) Er Rahmân;

Rahmân (El Esmâ ül Hüsnâ ile işaret edilen tüm özelliklerin sahibi), (A. Hulusi)

01 – Rahmân. (Elmalı)

 

2-) Allemel Kur’ân;

Talim etti Kurân’ı (Esmâ mertebesindeki özellikleri oluşturdu). (A. Hulusi)

02 – Öğretti Kur’an ı. (Elmalı)

 

3-) Halekal İnsân;

Halketti İNSAN’ı, (A. Hulusi)

03 – Yarattı insanı. (Elmalı)

 

4-) Allemehül beyân;

Öğretti ona beyanı (Esmâ özelliklerini insanda açığa çıkardı); (Hz. Âli’nin deyişiyle “‘İnsan’, konuşan Kur’ân” oldu.) (A. Hulusi)

04 – Belletti ona o güzel beyânı. (Elmalı)

 

Er Rahmân (1) Allemel Kur’ân (2) Halekal İnsân (3) Allemehül beyân (4) Adeta bire soru işareti var zımni olarak. Yani Rahman; Rahman da kim diye mi soruyorsunuz. Furkan/60. a bir atıf içerdiğini girişte söylemiştim. Onlar, müşrikler rahman ismini duyduklarında adeta kırmızı görmüş gibi bir hal oluyorlardı. Saldırganlaşıyorlardı ve bu ismi asla kabul etmiyorlardı. Oysa ki Rahman, rahmetle dolu, merhametle dolu, özü itibarıyla şefkat, merhamet ve sevginin kaynağı demekti.

Peki böyle bir isme neden itiraz ederlerdi müşrikler? Bu itirazın en tipik örneğini Hudeybiye de görüyoruz. Hudeybiye ye müşrik diplomatik heyetinin başında gelen Süheyl Bin Amr, Allah Resulünün Hz. Ali’ye; “Yaz ya Ali BismillahirRahmanirRahıym demesi üzerine,”Rahman da neymiş, Bismik Allahümme yaz” diye itirazda bulunuyordu. Hoş onun söylediğinde de bir problem yok, Allah’ın adıyla yaz alternatifini getiriyor. Fakat işin ilginç tarafı Rahman’ı inkar etmesi.

Neden? Bunun temelinde iki sebep yatar.

1 – Yanlış bilgi. Bölge müşrikleri Rahman ismini Yemen’lilerin iki tanrısından birinin adı olarak sanıyorlar, öyle biliyorlardı. Oysa ki Yemen de tek tanrılı inanç, yani büyük oranda Hıristiyan ve Yahudiler yaşıyordu. Onlar içinde Rahman Allah’ın bir sıfatıydı.

2 – Daha önemlisi, asıl sebep ise Allah’ın hayatlarına müdahil olmasını inkar ediyorlardı. Bu surede onların bu inkarı baştan sona reddedilecektir. Onlar Allah’ın rahmet vasfıyla dahi olsa insan hayatına müdahalesini inkar ediyorlar, istemiyorlardı. Uzak bir Allah’ı seviyorlardı. Yakın olanı sevmiyorlardı. Çünkü uzak olursa hayatlarına doğrudan müdahil olmayacak, putlarına da bir yer açılmış olacaktı. Uzak olursa aracılar koyma ihtiyacı hissedeceklerdi. Koydukları aracılar özne değil nesne tanrılar olduğu için ensesine tokat vurabilecekleri tanrılar olduğu için hoşlarına gidiyordu. Çünkü tanrıları onlara değil, onlar tanrılarına emredebiliyor, onları istedikleri yere yerleştiriyor. Onları istedikleri yere koyuyor, onları uslu uslu durmalarını öğütlüyor, hatta acıkınca yiyorlardı, böyle bir tanrıyı seviyorlardı.

Onlara şah damarından daha yakın olan, insanın her çağrısına cevap veren, insanı her an koruyup gözeten, kollayan, bakan besleyen, büyüten ve insanın tüm adımlarını yazan ve insanı daima merhametiyle kuşatan, sevgisiyle sarıp sarmalayan yakın, çok yakın bir Allah inancını istemiyorlardı.

İşte onun için Rahman da kimmiş diyorlardı ki Er Rahman; Rahman mı? O da kim mi? O rahmetin kaynağı, O şu varlık aleminde ki tüm şefkat ve merhametin menbaı; Allemel Kur’ân Kur’an ı öğreten. Halekal İnsân insanı yaratan Allemehül beyân ve yarattığı insana kendini ifade etmeyi öğretendir. Tabii ki bunlar hep fiil, fiili mazi. Yani Kur’an ı öğretti, insanı yarattı, yarattığı insana kendini ifade etme kabiliyeti verdi, yeteneği verdi.

Kur’an ı öğreten, insanı yaratandır. Bu ilk 4 ayetten, özellikle 2 – 3 – 4. ayetlerden hemen çıkaracağımız ilk sonuç bu. Kur’an ı öğreten, insanı yaratandır. İnsanı yaratanın Allah olduğuna inanıp da, Kur’an ı öğretenin Allah olduğuna inanmamak çelişkidir. Daha doğrusu, insanı yaratan Allah’ın insan için bir hayat düsturu, bir yol haritası, bir kılavuz, bir prospektüs, bir kullanım kılavuzu vermemiş olmasını düşünmek mümkin mi? İnsanı yaratacak, bir şah eser yaratacak, özene bezene yaratacak ve yarattığı şah eseri kaldırıp sokağa atacak ve dönüp bir daha bakmayacak. Onun sonsuz mutluluğu için yol göstermeyecek, onunla bir daha ilgilenmeyecek..! Bu akla mantığa sığar mı? Bu seliym bir aklın kabul edebileceği bir şey mi? Yarattığı şah eserle ilgilenmesinden daha doğal ne olabilir.

Allah insanı yarattı, kendisi için yarattı. Alemi yarattı, insan için yarattı. Yarattığı alem için bir düzen koyan Allah, kendisi için yarattığı insana bir düzen koymasın mı? Koymasın mı? koyamasın mı. Koyamayacaksa eğer o Allah olamaz. Yani eğer gücü yetmiyorsa (haşa) koymamışsa eğer o zaman insanın şah eser olması nerde kaldı. O zaman onun merhamet ve şefkatiyle insanı kucaklayıp, sarıp sarmalaması kabul edilmiyor demektir. Yani Allah’ın insana olan merhametini reddetmek, insanın insana yapacağı en büyük zulüm değil midir?

İşte Er Rahman; O sonsuz rahmet kaynağı Allemel Kur’ân, Halekal İnsân, Allemehül beyân Kur’an ı öğretti, insanı yarattı, yarattığı insana beyanı verdi. Kendini ifade etme yeteneği verdi.

Yaratma iki talim arasında geliyor, 2 ve 4. ayetler. Talim, öğretme. Yaratma ise ikisinin arasında yer alıyor, Halekal İnsân. Yani zımnen söylenen şu; İnsan ancak öğretim ve eğitimle insan olur. Yoksa, bunun haddi zatında daha temelde, daha farklı ifadesi şu. İnsan doğulmaz, insan olunur.  Onun için talim ve terbiye insan eğitim ve öğretimle insan olur. Allah’ın terbiyesiyle insan olur. Yoksa insan beşer doğar. Onun için 2. ve 4. ayetler öğretmekle ilgili. 3. ayet ise yaratılmak. Yani 2 parantez arasına alınmış insan.

Eğitim ve öğretimin temeli nedir sorusuna cevap var bu ilk satırda. Er Rahman, işte cevap bu. Eğitim ve öğretimin temeli sevgi ve şefkattir. Sevgi ve şefkatin olmadığı bir yerde talim ve terbiye, eğitim ve öğretim olmaz.

Ta’lim, anlamın tasavvuru için benliğin tahriki diye tarif edilir. Ta’lim Anlamın tasavvuru için benliğin harekete geçirilmesi, yani tasavvurun inşası bizim ifademizle. Tasavvurun inşası. Nasıl yapıyor bunu, ölüm, hayat. Kâr zarar, Hakk batıl, iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, geçici kalıcı, başarı başarısızlık, büyük küçük, yüce alçak. Yani hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz ne kadar temel kavram varsa içerisini boşaltıp kendisi dolduruyor. Çünkü biz insanlar bu kavramlarla düşünür, bu kavramlarla duyar, bu kavramlarla algılar, bu kavramlarla yaşar, bu kavramlarla barışır, bu kavramlarla savaşır, bu kavramlarla ölür. Bizim hayatımızın ekseni bu kavramlardır. Eğer bu kavramlar yanlış yüklenirse biz yanlış yaşarız, yanlış ölürüz, yanlış dururuz, yanlış vururuz, yanlış barışır, yanlış savaşırız. Eğer bu kavramlar doğru inşa edilirse doğru yaşarız, doğru ölürüz, doğru savaşırız, doğru barışırız, doğru kazanırız, doğru harcarız.

Görüyorsunuz kavramlar önemli ve bu kavramları kim inşa etmişse o kişinin rabbi odur. Eğer hayati kavramlarınızı Allah inşa etmişse rabbiniz Allah olur. Eğer başkaları inşa etmişse rabbiniz o olacaktır.

Beyan; Kendini ifade etme yeteneği. Allah’ın insana verdiği en büyük yetenek. Akıl yeteneği bunun bir boyutu, irade bunun bir boyutu, iz’an ve irfan bunun bir boyutu, düşünme melekesi bunun bir boyutu, hatta hafıza bunun bir boyutu. Mel insan levlel lisan illa behimetün muhmeletun. Öyle diyordu ya şair. Eğer lisan olmasaydı, dil olmasaydı, mantuk olmasaydı, o mantuğu dile getiren mantık olmasaydı. Düşünce olmasaydı insan ihmal edilmiş bir canlıdan başka neydi ki, ne olabilirdi ki, hiçbir şey. Ancak mantık ve o mantığın ifadesi olan mantuk, dil sayesinde insan, insan olmayı beceriyor, çünkü kendini ifade ediyor. Bu surede kendini ifade edebilen insanın haddi zatında doğru ifade etmesi için zihniyeti inşa ediliyor. Tasavvuru, aklı, şahsiyeti ve hayatı inşa ediliyor.

Vahyin gayesi de zaten bu değil midir, vahiy ilahi bir inşa projesidir. Vahiy tilavet edilmek için değil yaşanmak için indirilmiştir. Vahiy hayatın ta kendisidir. Vahiy Allah’ın, hayatın ta ortasına müdahalesidir. Onun için bu müdahaleyi biz zihniyeti, aklı, tasavvuru inşa biçiminde bu surenin her ayetinde bir dip akıntısı gibi görüyoruz.

 

5-) Eş Şemsu velKameru Bi husban;

Güneş (kavrayış) ve Ay (duygu – hissediş) (Bi-) hesap iledir (mertebelerledir). (A. Hulusi)

05 – Güneş ve Ay hesaplı. (Elmalı)

 

Eş Şemsu velKameru Bi husban güneşi ve ayı mükemmel bir hesapla, sapmaz, şaşmaz, çok ince ve hassas bir hesapla yörüngelerinde hareket ettiren O’dur. Veya şöyle de çevirebilirim bu ayeti. Zamanı tayin için bir ölçü kılan O’dur, güneşin ve ayın. Kur’an ın ibret ve davet sisteminde güneş ve ay birbirinin iki ucudur, yani iki çifti, karşıtı temsil ederler Kur’an ın davet sisteminde. Gecenin ayeti aydır, gündüzün ayeti güneştir. Ayın ışığı Kur’an da Nûr olarak, güneşin ışığı dav’ (ziyanın çoğulu) olarak geçer. Yani ışıkları bile aynı kelimeyle anılmaz. Biri ışığını ödünç alır, diğeri ışığını kendisinden verir. Bunu bile Kur’an ifade ederken farklı kavramlar kullanır.

Kozmik düzene atıf var bu ayette. İnsan için yaratmıştır Allah Güneşi ve ayı. Çünkü bu misafirhanenin lambalarıdır. Biri gece lambasıdır, biri gündüz. Bu lambaları koyan Allah, insan önünü görsün diye koymuştur. Bu lambalar için bile bir yasa koysun da, bu lambaları kendisi için yarattığı insan için bir yasa koymasın mı. Onu başıboş mu bıraksın, onunla ilgili hiçbir rehberlik yapmasın, onu görmezden mi gelsin. İşte soru bu ve bu ayetin buraya yerleştirilmiş olmasının hikmeti de bu. Güneş ve ay bile bir hesaba göre dönerken ey insanoğlu sen hesapsız mı yaşayacaksın hayatı. Yani ipsiz ve sapsız mı olacaksın, başıboş mu bırakılacaksın, saldım çayıra mı demesini bekliyorsun Allah’ın seni. Yoksa Allah’ın sana sahip çıkmasından hoşnut olmadın mı.

Eğer Allah sana sahip çıkıyorsa bu rahmetinin bir ifadesidir. Öp ve tepene koy, başının üstünde taşı. Rabbim şükrederim de. Senin sonsuz nimetinin üstüne bir nimette bu oldu de. Borcum daha da arttı de. Aslında bize söylemek istediği şey bu ayetin.

 

{Atlanan ayetler(6-7).

6-) VenNecmu veşŞeceru yescudan;

Necm (yıldız – fikirler) ve ağaç (beden) secdededirler (Esmâ indînde “yokluk” hâlindedirler). (A. Hulusi)

06 – Çemen, ağaç secdedan. (Elmalı)

Nebat ve Ağacın Secdesi

Bunların secde etmelerinin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:

a) Bu, biraz önce de söylediğimiz gibi, “onların gölgeleri secde ediyorlar” manasınadır.

b) Bu ikisi Allah’a boyun eğerler. Dolayısıyla hep yerden bitip çıkıyorlar. Allah’ın izniyle bu çıkışa ve boyun eğişe devam ediyorlar. Böylece de Cenâb-ı Hak, güneşi ve ayı dairevî bir şekilde hareket etmeye, bu bitkileri de, yukarıya doğru, dikey harekete memur kılmıştır.

Bu sebeple de bitkinin hep yerinde duruşu, secdeye teşbih edilmiştir. Çünkü secdede olan, sabit ve hareketsizdir.

c) Her ne kadar gözle görülmese de, bu bitkiler, gerçekten secde ederler ve bu tıpkı, anlaşılamasa bile, her birinin Allah’ı teşbih edişleri gibidir. Nitekim Hak Teâlâ, “Her şey Allah’ı teşbih eder. Fakat siz onların teşbihini anlayamazsınız” (İsra, 44) buyurmuştur.

d) Secde, alnı yere koymak, yahut da başın yere doğru olması demektir. Gövdeli ve gövdesiz bitkilerin başları da gerçekte yere doğru, ayakları ise, göğe doğrudur. Çünkü canlıların, gıdalarını almaları başları sayesinde olur. Bitkilerin ise gıdaları almaları kökleri sayesinde olur. Bir de baş olmadan hayat olmaz. Bitkilerin de köklerine bir arıza girdiğinde, taptaze olarak ayakta kalmazlar. Ama dalları ve tepeleri kesildiğinde, hayatiyetlerini sürdürebilirler. İşte bundan ötürü dallara, “ağacın başlan” denmiştir. Çünkü insandaki baş, en üstte olandır. İşte bundan ötürü bitkilerin de üst taraflarına baş denmiştir. Bunu iyice anladığına göre, gövdeli ve gövdesiz bitkilerin başlan, hep yere doğrudurlar. O halde bunların secde edişleri, hakikî manada değil, bir teşbih olacaktır. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb)

 

7-) VesSemae rafe’aha ve veda’al miyzan;

Semâyı (bilinci; Levvâme mertebesinden Mardiye mertebesine kadar) yükseltmiş ve mîzanı (vahdet – kesret değerlerini dengeli yaşama özelliğini) yerleştirmiştir. (A. Hulusi)

07 Bak şu güzel semaya verdi ona irtifa’ vaaz eyleyip mizânı. (Elmalı)

 

«Gökyüzünü O yükseltti ve mîzânı (ölçü-tartıyı) koydu. Sakın tartıda hakkı, insafı aşmayın.»

Yedinci âyetle, Allah’ın varlığına ve birliğine delâlet eden dördüncü belge işlenirken «mîzân» kavramına yer verilmektedir. Fezanın bir bakıma rakama sığmayacak büyüklüğü ve ondaki cisimlerin birbirinden uzak tu­tulması; sistemlerin oluşturulmasının muhakkak ki çok hassas bir mîzana göre sağlandığını göstermektedir.

Mîzân, ismi alet olup «terazi» anlamına geldiği gibi, denklem, denge, adalet ve düzen mânalarında da kullanıldığı vâkidir.

Bunlardan şu sonucu çıkarabiliriz : Fezada yer alan, dünya dahil bü­tün yıldız ve sistemlerin kendi hareketlerinde, yer çekim ve merkezkaç ka­nunlarıyla mutlak bir denge hâkimdir. Aynı zamanda her yıldız ve sistemde yer alan şeyler arasında da bir denge ve hassas bir düzenleme söz ko­nusudur.

Dünyanın belli bir süratle kendi ekseni ve güneş etrafında elips çize­rek sürdürdüğü hareketi, her bakımdan dengeli ve düzenlidir. Nitekim «elipssin tarifi yapılırken bu tür dengeye işaretle şöyle denilmiştir: «Öyle kapalı bir eğri ki bütün noktalarının ‘odak’ denilen iki ayrı noktaya olan uzaklıklarının toplamı birbirine denktir.»

Yeryüzünün kuruluş ve yayılışında da bu denge kanunu hâkimdir. An­cak zaman zaman insanların bilgisizce müdahalesi bu dengeyi bozmakta­dır. Meselâ ormanlar hem bol oksijen verip sağlık kazandırır, hem havanın tozunu ve kirliliğini toplar, hem yağmur yağmasını sağlar, hem birçok can­lılara barınak hizmeti verir.

Ağaçları plânsız, programsız ve bilgisizce kestiğimiz takdirde bu den­ge bozulur ve zincirleme birçok dengelerin de bozulmasına neden olur. Önce kuraklık başlar, toprak kayması meydana gelir.

Denizleri kirletmek ve barındırdığı canlıları bilgisizce avlamak ayrı bir dengesizlik doğurur.

Kur’an bu hususu biraz daha açıklayarak Rûm Sûresi 41. âyette şöy­le buyurmaktadır: «İnsanların elleriyle işledikleri (bilgisizce) işlerden, fe­nalıklardan dolayı karada ve denizde fesat (dengesizlik ve düzensizlik) or­taya çıktı..»

Onun için konumuzu oluşturan sekizinci âyette, insanlara seslenilerek şu uyarı yapılmaktadır: «Sakın mîzânda (ölçü, tartı, denge ve düzende) hakkı, insafı aşmayın.»

Ayrıca âyette, göklerde mîzân, yani denge ve düzen kurulduğu gibi, yerde de mîzan kurulmuştur. Artık siz de hem denge ve düzeni koruyun, hem de alım-satımda bulunurken teraziyi, tartıyı doğru ve âdil kullanın, hususu da kısaca belirtilerek uyarıda bulunulmaktadır. (İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri Celal Yıldırım)

[Ek bilgi; Bilindiği üzeregök kütlelerinin birbirinden olan uzaklığı, onların dengesinin esasını teşkil eder. Kütleler birbirlerinden ne kadar uzaksa birbirleri üzerindeki çekim güçleri de o derece zayıf olur.ç Birbirlerine yakın oldukları ölçüde biri birini öteki üzerinde ki etkisi fazla olur. Nitekim(astronomik anlamda) yere yakın olan ay, çekim kanunuyla denizlerde ki suyu etkiler. Med cezir de bundan ileri gelir. Şayet iki gök cismi gereğinden çok birbirine yaklaşsaydı çarpışma kaçınılmaz olurdu. Karışıklığın olmaması için bir emre boyun eğmek vazgeçilmez bir şarttır. (Maurıce Bucaılle – Kur’an ve bilim)]}

 

8-) Ella tatğav fiyl miyzan;

Ki o mîzanda haksızlık etmeyesiniz (dengede biri ağır basarak diğerinden mahrum kalmayasınız). (A. Hulusi)

08 -  Ki taşmayın mizanda. (Elmalı)

 

Ella tatğav fiyl miyzan ki siz ey insanlar dengeyi bozup ölçüyü kaçırmayın. Yani Allah bir denge koydu her şeye, sizin içinize de koydu, sizin içinde koydu. Akıl dengesi, düşünce dengesi, duygu dengesi, eylem dengesi. Bu dengeyi bozmayın. Bu dengeyi bozmak nedir biliyor musunuz? Güneşin ölçüsü kaçarsa ona kıyamet diyoruz. Kozmik kıyamet. Sizin de ölçünüz kaçarsa bu da insanın kıyameti olur. Kendi kıyametinizi kendi ellerinizle koparmayın.

 

9-) Ve ekıymulvezne Bil kıstı ve lâ tuhsirul miyzan;

Değerlendirmeyi (Ulûhiyet hükümlerine göre) adaletle yaşayın ve mîzanı dengelemede yanlış yaparak hüsranı yaşamayın! (A. Hulusi)

09 – Ve doğru tutun adaletle tartıyı da aksatmayın mizanı. (Elmalı)

 

Ve ekıymulvezne Bil kıstı ve lâ tuhsirul miyzan yine istikamet ve adaletle ölçüp biçin. Ölçüp biçme işini istikametli ve adaletli yapın. Ölçme değerlendirme yaparken asla haksızlık yapmayın ve lâ tuhsirul miyzan. Yani; Mizan terazi demek. Aslında sadece katı şeyleri, cisimleri ölçüp tartan şeyler değil teraziler aynı zamanda soyut hükümler verirken de akıl terazisini kullanırız. Akıl terazisinde de hata yaparız. Ölçüp tartarken, değerlendirirken, kıymet hükmü verirken eğer akıl terazimiz doğru ölçmezse, doğru tartmazsa ne yaparız? Büyüğe küçük, küçüğe büyük. İyiye kötü, kötüye iyi, hakka batıl, batıla Hakk muamelesi yaparız. Kâra zarar, zarara kâr deriz. İşte Kur’an bunu demememiz için akıl terazimizin ayarını yapar. Kur’an ın insan aklını, tasavvurunu, şahsiyetini inşasının amacı budur ve burada da bu vurgulanmıştır.

Kozmos – Kaos. Birbirinin zıddı değil mi? Kozmos kainatta ki düzen. Kaos ise bu düzenin bozulması. Tıpkı bunun gibi insanın iç dünyasında da bir kozmos ve kaos var. Kozmosa karşılık düşen adalet, kaosa karşılık düşense zulümdür. Denge, dengesizlik. Bu her şey için böyledir. Ekolojik denge, ekonomik denge, psikolojik denge, toplumsal denge, hayat dengesi. Bunlardan hangisi bozulursa insanoğluna büyük problem olarak yansır ve insan mutluluğunu kendi elleriyle asar.

 

10-) Vel Arda veda’aha lil enam;

Arz (Beden) ki, mahlûkatı (mikro evreni) onda oluşturdu! (A. Hulusi)

10 – Arza da bir tevazu’ verdi berayı enam. (Elmalı)

 

Vel Arda veda’aha lil enam yine O yer yüzünü insanların ayağı altına özenle, özene bezene döşemiş sermiştir.

 

11-) Fiyha fakihetün vennahlu zâtul ekmam;

Bir meyve (insan) var onda (arzda); tomurcuklu (açılıma hazır) hurma ağacı (beyin)! (A. Hulusi)

11 – Onda bir meyve, ve ikmaliyle duran nahli benam. (Elmalı)

 

Fiyha fakihetün vennahlu zâtul ekmam yine orada envai çeşit meyveler, salkım saçak hurma ağaçları vardır. Aslında Kur’an da bu örnek sık verilir ama bu surede daha sık veriliyor. Meyve. Yer yüzünü döşemekle kalmadı Allah. Sadece döşese iyi. Yani sizin için olmazsa olmaz bir misafirhane yaptı. Ama misafirhaneyi yapıp bırakmadı, sizin için zaruretleri koydu, onun yanına ihtiyaçlarınızı da koydu. Onun yanına bununla da yetinmedi Allah’ın insanoğluna, sevgi ve şefkatine bakın ki güzellik ihtiyacınızı, estetik ihtiyacınızı da karşıladı.

İşte ağaç örneği budur. Ağaçlar zaruri yattan olan oksijen üretirler. Bu muhteşem işlemi yapan ağaçlar aynı zamanda meyveleri ile bitkiler bizi beslerler. Soframıza ekmek olarak gelir buğday, meyve olarak gelir. Karbon hidratlar olarak gelir. Ama aynı zamanda dolaylı olarak et olarak gelir. Yani et meyvedir, dolaylı bir meyvedir. Bununla da yetinmezler. Bitkiler dünyası güzellik ihtiyacımıza da cevap verirler. Çiçek olurlar, gül olurlar ve burcu burcu kokularıyla, can alıcı renkleriyle dünyamızı güzelleştirirler. Yani rabbimiz sizi yaratıp atmadım sizin her türlü ihtiyacınızı da gözettim imasında bulunuyor.

 

12-) Velhabbu zül asfi verreyhan;

Filizlenmiş tohumlar (uç vermiş hakikat fikirleri) ve hoş kokulu bitkiler (insanî hakikatin getirisi davranışlar) var. (A. Hulusi)

12 – Ve o çimli dâneler ve o hoşbu’ reyhan. (Elmalı)

 

Velhabbu zül asfi verreyhan işte geldi ve filizlenen danelerle, başaklarla, hoş kokulu çiçekler verdi. İşte geldi! Sadece zaruret olan ekmeğinizi vermedi, aynı zamanda estetik ihtiyacınız olan, güzellik ihtiyacınız olan hoş kokulu çiçekleri de verdi. Nimetler gerdanlık gibi. İnsanoğlu gerdan, yer yüzünün göz bebeği. Bu gözbebeği gerdana dizilmiş birer gerdanlık. İnsanoğluna söylenen şu; Gerdanlıklar gerdanlar içindir, ey insanoğlu gerdanları gerdanlığa kurban etme. Yani sen Allah’a kurban ol, Allah’a adan adanacaksan. Allah diğer nimetleri sana kurban etti. Seni ise kendisine ayırdı. Sen gerdansın, gerdan gerdanlığa kurban olmaz. Değerini bil, kıymetini bil.

 

13-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

13 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar eder, hangisini yalanlarsınız. Küma; ikil zamiri, tensiye zamiri neyi ifade eder sorusu müfessirler tarafından farklı farklı yorumlar olmuş.

1 – Kadim müfessirlerin çoğunluğu bu ikili zamirin, tensiye zamirinin insan ve cinlere gittiğini söylerler. Fakat bu yüz yılın din müfessirlerinden İbn. Aşur Kur’an cinlere değil, insana nazil olmuştur diyerek bu görüşün isabetli olmadığını söyler.

2 -  İkinci görüş; Bu ikili zamir, tensiye zamiri iman ve küfre gider derler. Yani ey iman eden ve inkar eden insan o halde rabbinizin hangi bir nimetini inkar edersiniz, yalan sayabilirsiniz. Yani tamam iman eden etti, ama ey inkar eden insan sen inkarcısın ama Allah’ı inkar ederken sana verdiği nimetleri kullanarak inkar ediyorsun. Allah’ı inkar ettiğin dilin bile Allah’a ait. O halde bu nankörlük niye. Bu ikili zamirin küfür ve imana delalet ettiğini söylerler ki iki denizin kavuşmasından söz eden 19- 20. ayetler buna gönderme yapar gibidir.

3. Üçüncü görüş, ki bu bendeniz böyle düşünüyorum; Varlığın çift kutupluluğuna delalet eder. Bu Küma ikili zamiri. Ey çift kutuplu varlıklar yaratılmış olmanın temel yasasıdır çift kutupluluk. Yaratılmış hiçbir şey yoktur ki tek kutuplu olsun, tek olmak Allah’a mahsustur. Yaratılmış her şey zıddıyla kaimdir. Onun için ey zıddıyla kaim olan mahlukat anlamına gelir. Görünen iradeli varlıklar, görünmeyen iradeli varlıklar. Ya da insanın görünen boyutu, görünmeyen boyutu. Her iki boyutuyla birlikte insanın görünen nimetleri, görünmeyen nimetleri. İnsanın bedeni için var edilen nimetler, ruhu için var edilen. İnsanın aklı için var edilen nimetler, midesi için var edilen nimetler. Vahiy gibi insanın aklı için indirilen nimetler, meyve gibi, sebze gibi, ekmek gibi, et gibi insanın midesi için indirilen nimetler. Yani her ikisine de muhatap olan insan. O halde rabbinizin hangi bir nimetini inkar edersin, yalanlarsın. Yani manevi nimetini mi, maddi, nimetini mi. Kalbine indirdiği vahyi mi, bedenin için yarattığı şu bin bir türlü nimetleri mi, hangisini inkar edersin.

4 – Dördüncü bir görüşte bunun te’kit, te’yit ve tekrar olduğu görüşüdür ki Razi’nin görüşüdür bu. Yani iki kez Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalan sayarsınız, o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalan sayarsınız şeklinde iki kez tekrara delalet ettiği görüşü var.

[Ek bilgi; 5 - Ayrıca belâ ve musibetleri kaldıran, rahatlık veren keyfiyete de denir. Sık sık bu âyet-i kerîme tekrar edilerek. (Ebü’l Leys Semerkandi-Tefsir-ül Kur’an)]

 

14-) Halekal’İnsane min salsalin kelfahhar;

Yarattı insanı (bedenini) pişmiş kuru balçıktan (elementler). (A. Hulusi)

14 – Fağfur gibi bir salsâldan insanı yarattı. (Elmalı)

 

Halekal’İnsane min salsalin kelfahhar o insanı sanki ateşte pişirilmiş gibi kurutulmuş çamurdan yarattı.

 

15-) Ve halekalCanne min maricin min nar;

Cann’ı (cin sınıfını – görünmez varlıkları) da dumansız ateşten (radyasyon – ışınsal enerji – elektromanyetik dalga bedenli) yarattı. (A. Hulusi)

15 – Bir maric ateşten de o cannı yarattı. (Elmalı)

 

Ve halekalCanne min maricin min nar görülmeyen varlıkları da, çözülmesi zor ateş türü bir karışımdan yarattı. Kavranması, anlaşılması, çözülmesi zor, ateş türü bir karışımdan yarattı.

Yer yüzünün insandan önceki iradeli varlığı cinlerdir. Biz bunu Kur’an dan öğrenmiş oluyoruz. Hicr suresinde bu açıkça yer alıyor. Cinler yer yüzünde insandan önce iradeyi temsil ediyorlardı, seçmeyi temsil ediyorlardı. Yani insanın selefi onlar, insan ise onların halefidir. Belki halifeyi bu çerçeve de anlamakta mümkündür. Yer yüzünün yaratılış aşamalarından ateş topu haline ve soğumuş haline ayrı ayrı bir atıf olarak anlaşılabilir bu hikaye. Ateş topu haline bir atıftır, yani yer yüzünün ateş topu zamanlarında yer yüzünü Allah iradesiz varlıklardan noksan bırakmadı, soğumuş zamanında da insanla iradeli varlıklardan mahrum bırakmadı. Onun için bu ikisine arka arkaya yer yüzünün yaratılış aşamasına iki aşamasına ve bu iki yaratılış aşamasında ki iki ayrı iradeli varlığa birer atıf olma ihtimali mümkindir.

Basit bir hammadde den mucizevi bir varlık çıkarmak zımnen ayetlerin söylediği bu. İrade nimetini inkar nankörlüktür diyor. Allah basit bir varlıktan muhteşem bir varlık var etti, insan gibi ve irade verdi. İşte bu nimetin şükrünü istiyor ve diyor ki;

 

16-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

16 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban bu basit özden iki muhteşem inşa yaptı. Birisi beden, ceset, diğeri ruh. Dolayısıyla hangi birini yalanlayabilirsiniz. Bunlardan hangisini yalanlayabilirsiniz. Bu basit temelden, bu karmaşık ve muhteşem şah eseri yaratan Allah’ın hakkını nasıl ödeyebilirsiniz.

 

17-) Rabbulmeşrikayni ve Rabbulmağribeyn;

İki doğuş yerinin (dünya ve ölüm ötesi yaşam boyutu) Rabbidir ve iki batış yerinin (dünya ve kabir âlemi) Rabbidir. (A. Hulusi)

17 – Hem iki Meşrikın rabbi hem iki Mağribin rabbi. (Elmalı)

 

Rabbulmeşrikayni ve Rabbulmağribeyn O iki doğunun da rabbidir, iki batının da rabbi. Gün doğumunun ve gün batımının iki uç noktası arasına delalet eder. bu iki doğu ve iki batı. Zımnen söylediği şudur ayetin Allah kainatın sanîi, Banîi ve kayyumudur, ayakta tutanıdır. Dolayısıyla sen varsan Allah’ın merhameti sayesinde varsın, bunu nasıl inkar edebilirsin.

[Ek bilgi; "Meşrikeyn ve mağribeyn" (iki doğu ve iki batı) ifadesiyle, kış ve yaz mevsimlerinin en kısa ve en uzun günleri kastediliyor olabilir. Ya da yeryüzünün yarı küresidir.

Kış mevsiminin kısa günlerinde güneş, en dar açıdan doğar ve batar, yaz mevsiminin en uzun günlerinde güneş en geniş açıdan doğar ve batar. En uzun ve en kısa iki gün arasındaki günlerde güneşin doğuş ve batışı her gün farklı açılarda olur. Nitekim başka bir ayette (Meariç: 40) "Doğuların ve Batıların Rabbi" ifadesi kullanılmıştır.

Ayrıca güneş bir yarı kürede doğarken, diğer bir yarı kürede batar. Bu şekilde düşünürsek, yeryüzünün iki doğusu ve iki batısı olmuş olur. "Doğuların ve batıların Rabbi" ifadesi de birkaç anlama gelebilir,

1) Güneş Allah'ın emriyle doğar ve batar, ayrıca bu, her gün farklı açılarda vuku bulur.

2) Yeryüzünün de güneşin de sahibi O'dur. Çünkü bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu kadar uyum içinde bulunamazlardı.

3) Doğunun ve batının ve ikisinin arasındaki her şeyin sahibi Allah'tır. Tüm bunları yaratmak ve güneş ve yeryüzünün hikmete dayalı nizamını kurmak O'na aittir. (Ebü’l Alâ Mevdudi-Tefhim-ül Kuran)]

 

18-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

18 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz.

 

19-) Meracelbahreyni yeltekıyan;

Salmıştır (melekiyet ve hayvaniyet; şuur ve bilinç) iki denizi; kavuşup kucaklaşıyorlar. (A. Hulusi)

19 – Salmış iki deryayı demâdem çatışırlar. (Elmalı)

 

20-) Beynehüma berzahun lâ yebğıyan;

Aralarında bir berzah var, birbirinin sınırını aşamıyorlar (ikisi de kendi boyutunda gereğini yaşıyor). (A. Hulusi)

20 – Beyinlerinde bir berzah bagy eylemezler bir ân. (Elmalı)

 

Meracelbahreyni yeltekıyan (19) Beynehüma berzahun lâ yebğıyan O iki denizi saldı ama ikisi birbirine kavuşsunlar diye saldı. Fakat aralarında aşamayacakları da bir engel koydu. İki denizi bir birine saldı ki kavuşsunlar. Ama Meracelbahreyni yeltekıyan, Beynehüma berzahun lâ yebğıyan ikisi arasında aşılmaz bir duvar var.

 

21-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

21 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz.

Burada açıkça söylenen şey bir yasaya delalet ediyor ki o zaten bugün artık bilinen bir yasa. Nedir? Bazı boğazlarda açık denizler ve kapalı denizlerin kavuştuğu yerlerde su olduğu halde su birbirine girmiyor. Bir miktar öteden alınan su örneği ile öbüründen alınan su örneğinin elementer yapısı farklı, kimyasal yapısı farklı. Çok ilginç. Yani sanki arada bir duvar var, görünen bir şey yok. Fakat birbirinden ayrı duruyor. Bunu, bu fiziki mucizeye bir işaret var.

Hatta ilginçtir çağımızın merhum büyük bilim adamlarından Fransız mühtedisi bir gün Kaptan (Jagues) Cousteau da Kur’an ın bu mucizesini aktarır. Maurice Bucaille. Fransız muhtedisi Müslüman. Arkadaşı olan Kaptan Cousteau’ya Kur’an da ki bu ayeti aktardığında Cousteau; “Bunu Kur’an mı söylüyor?” Der. “Bunu 1400 yıl evvel mi söylemiş, biz bunu yeni keşfettik.” Diyerek hayretini ifade eder.

[Ek bilgi; Büyük denizlerin birleşim noktalarında meydana gelen doğal bir engel, bu denizlerin özelliklerinin birbirine geçmesini önlemektedir. Mesela Akdeniz’in kendine özgü bitki örtüsü ve hayvanları, Atlas okyanusunun da yine kendine özgü bir ortamı vardır. Atlas okyanusunda ki bazı hayvanlar, Akdeniz’de yaşayamadığı gibi, Akdeniz de ki bazı hayvanlar da Atlas okyanusunda yaşayamaz. Eğer bu denizlerin suları birbirine karışmış olsaydı hiç birinin ortamı diğerinden farklı olmayacaktı.

İşte aradaki doğal engel denizlerin özelliklerini korumakta birinin özelliğinin diğerine geçmesine engel olmaktadır. (Prof. Dr. Süleyman Ateş- Yüce Kur’an ın çağdaş tefsiri)]

Ama bence bu ayetlerde daha derin bir şey söyleniyor, daha derin bir ahlaki ve insani karşılığı var. Ne bu karşılık? İman ve küfür. İki deniz, iki ayrı inanç, iki ayrı bakış açısı, iki ayrı hayat tarzı adeta Mekke’de ki Müslümanlara bir teselli bu. Siz küfür denizi içindesiniz, fakat karışmıyorsunuz. Allah sanki aranızda bir duvar var gibi sizin imanınızı koruyor. Mekke’de ki ortamın bir ifadesi aslında. Karıştırmıyor sizi, sizin imanınızı görünmez duvarlarla koruyor.

..sedden ve min halfihim sedden feağşeynahüm fehüm lâ yubsırun. (Yasin/9) adeta yasinde ki bu ayete bir gönderme. Önlerinde bir set, arkalarında bir set var, göremezler, göremiyorlar. Dolayısıyla görünmez duvarlarla Allah kendisine iman edenleri koruma altına alıyor. Sanki böyle bir ima var gibi geliyor bana.

 

22-) Yahrucu minhümellü’lüü velmercan;

Çıkıyor onlardan inci ve mercan (çeşitli özellikler). (A. Hulusi)

22 – Çıkar onlardan inci ile mercan. (Elmalı)

 

Yahrucu minhümellü’lüü velmercan (sonraki ayetle birlikte)

 

23-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

23 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Yahrucu minhümellü’lüü velmercan (22) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o ikisinden irili ufaklı inciler çıkar. Mercan Arap dilinde bizde ki şu anda mercan resiflerine verilen isim olmaktan daha çok, büyük inciye verilen isim olarak şöhret bulmuş. Onun için irili ufaklı inciler diye çevirdim. O halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edersiniz.

Önceki yorumumun bir devamı sadedinde. Küfür perdesinin altında inciler gizlenir. O küfür denizinde bakarsın öyle inciler yatar ki can alıcı inciler. Sen o incileri ara, o incilere dua et. Ki Resulallah mesajı almıştı. “İki Ömer’den birini ya rabbi” diyordu. Biri Ebu Cehil, biri Ömer Bin Hattab. İki Ömer’den birini. Küfür denizinde ki incilere göz dikmişti Resulallah. Gözü incilerdeydi. Çünkü küfür perdesinin altında gizleniyordu. Tıpkı midye kabuğunun içinde gizlenen inci tanesi gibi.

Yine Resulallah; “İnsanlar madenler gibidir” diyordu. Ennasü meadiynü hıyarhüm fiyl cehliyye fe hıyarühüm fiyl İslâm. Cahiliye de değerli olanı İslam da da değerli olur. Yani madeni değerliyse eğer. Küfür denizinin içinde, üstü küfür örtüsüyle örtülmüş olsa dahi o örtüyü açtığınızda, onu keşfettiğinizde, kabuğu kırdığınızda, ortaya çıkardığınızda, gerdana dizdiğinizde o işlevini yapar. İncidir o. İmanda da üstün olur. Biz Resulallah’ın bu sözleriyle bu ayetleri yan yana getirdiğimizde gerçekten müthiş bir okuma görüyoruz.

Yine Buhari’nin naklettiği beni çok etkileyen bir başka hadis var. İnsanlar develer gibidir bazen yüzü bir arada bulunur da binecek bir tane bulamayabilirsin diyordu. İşte bütün bunları yan yana dizip bu ayetlerin söylediğinin ötesinde söylemek istediğini daha derin anlayabiliriz.

En azılı kafirin en derinlerinde fıtrat incisi yatar onun için%100 kafir bir insan yoktur. İçinin en derinlerinde bir tarafı Müslüman’dır, en azından fıtrat. Siz oraya hitap etmeye, oraya ulaşmaya, onu oradan diriltmeye, onu orasından yakalamaya bakın. Onun orasını muhatap alıp, onun orasını sevmeye ve onun orasından sarsmaya dikkat edin. Unutmayın Fıtrat Mü’mindir. Siz o fıtrat incisi için küfür kabuğunu yarmak zorundasınız. Eğer küfür kabuğunu atar, fıtrat incisine ulaşırsanız o inci de size müteşekkir kalacaktır.

 

24-) Ve lehulcevarilmünşeatu fiylbahri kel’a'lam;

O’nundur, denizde (Hakikat ilminde) inşa olunmuş, dağlar gibi (oluşturulmuş benliklerle yaşamda) akıp giden gemiler (bedenler)! (A. Hulusi)

24 – Hem onun denizde akıp giden o münşeâti alem nişan. (Elmalı)

 

Ve lehulcevarilmünşeatu fiylbahri kel’a'lam yüce dağlar gibi denizde hızla akıp giden koca gemiler O’nun yasalarına tabidir.

 

25-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

25 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde ey görünen ve görünmeyen varlık çiftleri, ey iradeli varlık çiftleri rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz.

Tatlı- tuzlu tüm suların yasası Allah tarafından konulmuştur. Bu ayet çiftini böyle açıklaya biliriz. Zımnen Allah’ın iradesi İman küfür gibi her türlü hayatın içinde ki durumların üstünde ve ötesinde, tüm tavır alışların üstünde ve ötesinde tecelli eder.

Su akıllıdır, ben bu ayeti biraz da böyle anlıyorum. Su mucizedir. Su akıllıdır. Gerçekten de son yılların en tipik araştırmasıydı Japon bilim adamının su molekülleri üzerine yaptığı araştırma. Su molekülleri üzerine yaptığı araştırmada çok özel bir yöntemle moleküllerin fotoğrafını çekmişti bu bilim adamı. Moleküllerin yanında sevgiden, Allah’tan söz edildiğinde moleküller muhteşem bir düzene giriyor, kozmos oluşturuyor, harikulade  şekillere giriyor, ama şeytandan söz edildiğinde, küfredildiğinde bu düzen bozuluyor, kaosa giriyor, çok kötü bir biçim alıyordu ve her ikisinin de fotoğraflamayı başarmıştı bu bilim adamı. Adeta 2/3 su olan insanın moleküllerinin Allah deyince, iman deyince,cennet deyince, yani besmeleli bir insanın moleküllerinin nasıl güldüğünü, nasıl muhteşem güzellikler sergilediğini gösterir gibiydi. Gerçekten de ilginç bir sonuçtu. Onun için su akıllıdır, su mucizedir ve suya dikkat çekiyor. Rabbinizin hangi bir nimetini inkar edersiniz uyarısıyla.

[Ek bilgi; Su Mucizesi]

 

26-) Küllü men ‘aleyha fan;

Arzda (bedensel yaşamda) kim varsa hepsi fânidir (her bedendeki nefs – bilinç ölümü tadar). (A. Hulusi)

26 – Üzerindeki her kes fanî. (Elmalı)

 

Küllü men ‘aleyha fan Oradaki her varlık fanidir. Yani yer yüzünde ki. Hatta şu alemde ki her canlı, hatta şu alemin kendisi fanidir, yok olacaktır.

 

27-) Ve yebka vechu Rabbike ZülCelâli vel’İkrâm;

Zül’Celâli vel’İkrâm Rabbinin vechidir (Esmâ mânâları) Bakıy olan! (A. Hulusi)

27 – Bakı o Rabbinin yüzü o zülcelâli vel’ikram. (Elmalı)

 

Ve yebka vechu Rabbike ZülCelâli vel’İkrâm baki kalacak olan sadece celal ve ikram sahibi, azamet ve ihtişam sahibi rabbinin zatıdır.

küllü şey’in halikün illâ vecheH. (Kasas/88) bu da başka bir ayet O’nun zatı dışında her şey helak olacaktır, yok olacaktır diyor. Çift kutupluluk yaratılmışlığın esasıdır. Yaratılmışlıksa ebedi olmamanın illetidir. Ne ki yaratılmıştır, o ebedi değildir. Onun için burada insana söylenen çok derin bir öğüt var. Ey mahluk, ey yaratılmış olan insan Halîkla ayaklaşma, yaratanla ayaklaşmaya kalkma. Yaratanla yarışmaya kalkma. Kaybedeceğin bir yarıştır bu. Haddini bil. Haddini bilirsen değerini de bilirsin, değerini bil. Eşyaya kul olma, Allah’a isyan etme. Kul olacaksan Allah yeter. Allah’a kul ol ki hakkını tam veren tek kapı odur. Senin kulluk bedelini eksiksiz ödeyecek tek hazine O’na aittir. Kula kul olur, eşyaya kul olursan ucuza gidersin ey insan. Zımnen söylenen bu.

Celal ve ikram sıfatları geçiyor. Aslında kahır ve lütuf sıfatları. Surenin tamamına yayılmış olan çift kutupluluk burada da gözüküyor. Allah’ın sıfatlarının birbirini dengelediği bu çifte sıfatla bize hakikati duyuruyor ayet.

 

28-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

28 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz, inkar edebilirsiniz. Yani Celal sıfatıyla, Cemal sıfatıyla tecelli eden Celal sıfatıyla tecelli edip suçluyu cezalandıran, Cemal sıfatıyla tecelli edip sevap işleyeni ödüllendiren Allah’ın her iki tecellisi de nimettir. Her iki tecellisi de şükredilmesi gereken nimettir. Hangi birinin hakkını ödeyebilirsiniz.

 

29-) Yes’eluhu men fiysSemavati vel’Ard* külle yevmin HUve fiy şe’n;

Semâlarda ve arzda ne varsa O’ndan talep eder; “HÛ” her “AN” yeni iştedir! (A. Hulusi)

29 – Ondan dilenir göklerde hem yerde olan «kulle yevmin huve fi şe’n».(Elmalı)

 

Yes’eluhu men fiysSemavati vel’Ard göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na muhtaçtır. Lafzen O’ndan ister, O’na yalvarıp yakarır. Varlık kategorileri İslam’da üçtür; Vacip varlık, mümkin varlık, muhal varlık. Vacip varlık Allah’tır. mümkin varlık; varlığı kendiliğinden olmayıp bir başkasına borçlu olan varlıktır ki tüm mahlukattır. Allah’a borçludur. O ol der olur, öl der ölür. Muhal varlık ise farzı muhaldir, aslında yokluktur. O varlığı anlamamız için farzı muhal olarak konmuş bir kategoridir.

Rolünü seni yaratan yazar. Bu ayetlerin söylediği zımni olarak bu. Allah’tan rol çalmaya kalkma ey insanoğlu, Allah senin rolünü yazmıştır, Allah’tan rol çalmaya kalkma, yani tanrılığa kalkışma. Bu rol çalmaktır. Allah’a ait rolü çalma. Bunu beceremezsin. En iyisi sen, seni yaratanın senin için yazdığı rolü oyna bu senin için mutluluk vesilesidir. Bunu yapmayıp ta eğer Allah’tan rol çalmaya kalkarsan haddini aşmış olursun. Ayetin söylediği hakikat bu.

külle yevmin HUve fiy şe’n her an hayata ve varlığa müdahildir. Hayata ve varlığa dair her işe müdahildir. Allah’ın müdahil olmadığı her tür alan tasavvuru reddediliyor. Aslında vahyin ilk inkarcılarından bu güne kadar Allah’ın hayatın bazı alanlarına müdahil olmadığına inanan, ya da müdahil olmasından hoşlanmayan zümreler hep olmuştur.

Bugün bu akımların varlığı bir moda dır. Seküler akımlar aslında işte bunu temsil ederler. Allah’ın hayata müdahil olmasından hoşlanmazlar. Allah’ın göklerin ilahı olmasına bir itirazları yoktur. Ama yer yüzüne müdahalesi insanın hayatına müdahalesi, insan hayatının içine müdahalesi onları hoşnut etmemekte, onlar bundan hoşlanmamaktadırlar. Fakat onlar hoşlanmasalar da Allah hayata müdahildir. Çünkü;

Ve “HU”velleziy fiys Semâi ilâhun ve fiyl Ardı ilâh. (Zuhruf/84) açıktır O göklerde de ilahtır, yerde de ilahtır diyen Kur’an dır. Kafirler istemese de Allah hayata müdahildir. Müdahale etmeye devam edecektir. Onun müdahalesini reddetmek, O’nun müdahalesini ortadan kaldırmaz. Olsa olsa kişiyi nankör yapar, inkarcı yapar, kör yapar.

[Ek bilgi; YERİNDE BİR CEVAP

Ünlü Rus kozmonot Gagarin uzaya gider, gelir ve “Ben uzayda çok dolaştım ama Allah’ı göremedim” der. Necip Fazıl da buna cevap mahiyetinde “Bre ahmak! Allah’ın bir balon gibi uzayda dolaştığını sana kim söyledi” der. (F. Harpçı)]

 

30-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

30 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz. Yani Allah’ın hayata müdahalesi rahmettir, nimettir, devlettir. Ya Allah’sız bir hayata mahkum olsaydınız asıl felaket bu olurdu. Nankörlük etmeyin, Allah’ın hayata müdahil olmasını bir nimet olarak görün.

 

31-) Senefruğu leküm eyyühessekalân;          

Yarın sizinle kalacağız (hesap için) ey suç yüklü ins ve cin topluluğu! (A. Hulusi)

31 – Yarın size kalacağınız ey sekalân! (Elmalı)

 

Senefruğu leküm eyyühessekalân ey ağır bir yükün altına giren çift, size ayıracak zamanımız da olacak. Aslında burada bir nükte var. Bu nükte hemen yukarıda külle yevmin HUve fiy şe’n vardı ya O her an iş başındadır, lafzen bu manaya gelen ayet, eğer O’nun her an işi varsa bizimle ilgilenecek zamanı yok diyecek şaklabanlara cevap bu ayette. Sizinle de ilgilenecek zamanımız olacak. Yani siz atlatacağınızı sanmayın Allah’ı. Onun için sizinle ilgilenecek bir zamanımız olacak.

Ağır yük, ayette geçen; sekalân irade emanetine bir atıf aslında Ahzab/72. ayetinde ki  irade emanetine. Eyyüh Dikkat buyurursanız Arapça bilenleriniz hemen göreceklerdir, oradaki zamir tekildir. Tıpkı 39. ayette ki zenbihi de ki zamire gibi. Bu tekil zamir ayette ikil zamir olmasına rağmen neden tekil gelmiştir sorusu önemli bir sorudur. İns, cin çiftini hakikatin iki farklı yüzü gibi algılamamıza izin veren bir zamir bu. Adeta böyle bir düşünceye de geçit verir. Onun için bu iki zamiri Küma zamiriyle insanın görünen ve görünmeyen boyutuyla hakikatin iki yüzüne hitap eden ayetler olduğu sonucuna varabiliriz.

 

32-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

32 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan?

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz. Yani size irade verdi, sizi denetledi, sizi başıboş bırakmadı. Yani irade vermekle kalmadı, bir de iradenizin doğruyu seçmesi için sizi doğruya yönlendirdi. Nübüvvet verdi, onunla da kalmadı vahiy indirdi. Daha ne yapsın. Hangi birini yalanlarsınız.

 

33-) Ya ma’şerel cinni vel’insi inisteta’tüm en tenfüzû min aktaris Semavati vel’Ardı fenfüzû* lâ tenfizûne illâ Bisultan;

Ey cin ve ins topluluğu! Semâlar ve arzın aktarından (bedenlerinizin çekim gücünden) çıkıp gitmeye gücünüz yeterse, hadi çıkın gidin (bedensiz yaşayın)! Kudretiniz olmadıkça (kudret sıfatı sizde açığa çıkmadıkça) geçip gidemezsiniz! (A. Hulusi)

33 – Ey cinn-ü insin mahşeri! Gücünüz yeterse geçin gidin aktarı Arz-u Semadan, geçemezsiniz olmazsa ferman. (Elmalı)

 

Ya ma’şerel cinni vel’insi inisteta’tüm en tenfüzû min aktaris Semavati vel’Ardı fenfüzû siz ey görünmez ve görünür varlık çifti eğer göklerin ve yerin sınırlarını geçmeniz mümkinse, geçmeye gücünüz yetiyorsa hadi buyurun geçin. lâ tenfizûne illâ Bisultan fakat bunu ancak O’nun bahşettiği bir güç sayesinde yapabilirsiniz, yoksa geçemezsiniz. Ancak O’nun bahşettiği güçle geçebilirsiniz. Yani onun desteğiyle aşıyorsunuz göklere koyduğu sınırları, atmosferin dışına bu sayede çıkıyor, uzayı bu sayede dolaşıyorsunuz şeklinde de anlayabiliriz. Nankörlük etmeyin Allah eğer bu yasaları koymasaydı siz aşamazdınız.

[Ek bilgi; UZAYIN FETHİ VE KUR’AN   

Kur’an ın üç ayeti iyice dikkat çekici niteliktedir. Bu alanda gerçekleştirecekleri hususu hiçte kapalı olmayan bir tarzda açıklar. Öbür iki ayette Allah Mekke müşriklerine hitap ederek göğe çıkmaları halinde ne derece şaşıracaklarını bildirirken onlar üzerinde etkisi olmayacak bir hipoteze işarette bulunur.

1 – Birinci ayet (Rahman/33) ayetidir.

“Ey cinler ve insanlar topluluğu göklerin ve yerin (bucaklarından geçip) öteki bölgelerine girmeye gücünüz yeterse geçip girin. Ancak bir kudretle geçebilirsiniz.”

Burada verilen meal bazı açıklamaları gerektirir.

a) Fransızcada ki “si” kelimesi dilimize bağlı bir şartı ifade ettiği gibi aynı zamanda gerçekleştirilebilir bir faraziyeye (varsayım) veya gerçekleştirilemeyen bir faraziyeye bağlı olan bir şartı da ifade eder. Arap dilidaha açık bir şekilde incelikleriyle belirtmeye elverişlidir. İhtimali bildirmek için “iza”, gerçekleştirilebilir bir faraziyeyi anlatmak için ise “in”. Gerçekleştirilemeyecek bir faraziyeyi belirtmek için ise “lev” olmak üzere üç ayrı şart edatı vardır. İncelenen ayet “in” ile ifade edilen gerçekleştirilebilecek bir faraziyenin söz konusu olduğunu göz önünde bulundurur.

Demek ki Kur’an burada müşahhas bir gerçekleştirmenin maddeten mümkün olduğunu bildirmektedir. Arapçada ki bu ayrım bazılarının haksız olarak bu ayeti sırf mistik bir tarzda yorumlamalarını konu dışı bırakır.

b)Allah görünmez varlıklara (cinn) ve insanlara (ins) hitap etmektedir. Yoksa varlık bakımından mecazi muhataplara değil.

c)”Geçip öteki bölgelere gitmek” min edatı ile gelen nafaza fiilinin tercümesidir. Bu fiil Kazimirski sözlüğüne göre; “Geçip gitmek”, “bir yandan öte yana geçmek” ve “bir şeyin öbür ucundan çıkmak” (mesela bir taraftan girip öte taraftan çıkan ok hakkında kullanılır.) gibi anlamlara gelir.

Demek ki bu kelime sözü geçen bölgelere derin bir nüfuzu ve onların öteki ucundan çıkışı bildirmektedir.

d) Bu teşebbüsü gerçekleştirecek insanların sahip olacakları gücün (Sultan), Kadîr-i Mutlak tarafından verilen bir güç olduğu anlaşılıyor. (Bu ayetten sonra gelen ayet Allah’ın nimetlerini itiraf etmeye davet eder ki, surenin tamamının konusu da budur.)

2 – Öteki iki ayet Hicr suresinin 14 ve 15. ayetleridir. (devam ediyor) Maurıce Bucaılle- KURAN VE BİLİM)]

 

34-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

34 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz.

 

35-) Yurselu ‘aleyküma şüvazun min narin ve nuhasün fela tentesıran;

İkinizin de üzerine Nâr’dan alev ve duman (bilinç bulanıklığı) irsâl edilir de başarılı olamazsınız! (A. Hulusi)

35 – Salınır üstünüze ateşten bir yalın, bir zehir duman, kurtulamazsınız deseniz de el’aman. (Elmalı)

 

Yurselu ‘aleyküma şüvazun min narin ve nuhasün fela tentesıran sizin üzerinize dumanıyla boğup aleviyle yakan bir ateş topu gönderilir ve hiçbir yardım da alamazsınız. Alamazdınız, eğer O istemeseydi sizin aşmanızı.

 

36-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

36 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban  o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalan sayarsınız. Yani siz eğer fezaları dolaşıyorsanız ve orada ki olup biten o bütün gök taşlarından korunuyorsanız bu da rabbinizin koyduğu yasalar sayesinde. Rabbiniz Atmosfer gibi bir zırhı, yer yüzü gibi bir misafirhaneye giydirmeseydi uzaydan korkunç bir yaylım ateşine tutulur, yer yüzünde tek bir canlı kalmazdı. Bunun şükrünü nasıl unutursunuz.

 

37-) Feizen şakkatis Semau fekânet verdeten keddihan;

(Ölüm esnasında) semâ (benlik bilinci) parçalanarak yanık yağ rengi alıp, gül misali (hakikat müşahede edildiğinde)! (A. Hulusi)

37 – Gök bir yarılıp oluverdi mi bir gül, yağ gibi eriyen, kızaran yanan. (Elmalı)

 

Feizen şakkatis Semau fekânet verdeten keddihan derken gök yarılınca sanki göz alıcı kırmızılıkta açılmış bir gül gibi olduğu görülür.

Nasa nın internet sitesinde aynen bu ayette tasvir edilen hakikati beyan eden bir fotoğraf görmüştüm. Oradan alınma bu fotoğraf yayınlandığında gerçekten de bu ayetle birebir örtüşen bir hakikati faş ediyordu. Bilmediğimiz, belki de bilemeyeceğimiz kozmik bir hakikate atıf yapıyordur, ben sadece çağrışım yaptığı için nasanın fotoğrafına atıf yaptım.

 

38-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

38 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız.

 

39-) Feyevmeizin lâ yüs’elu an zenbihi insün vela cann;

İşte o süreçte ne ins ne de cin türü suçundan sorulmaz (doğal olarak yaptıklarının sonuçlarını yaşamaya başlarlar)! (A. Hulusi)

39 – O gün sorulmaz cürümünden artık ne bir insan ne de bir cânn. (Elmalı)

 

Feyevmeizin lâ yüs’elu an zenbihi insün vela cann o gün ne insanlar, ne cinler hiç birine günahları hakkında sorulmaya gerek kalmaz. Sorulmaz, çünkü buna gerek kalmaz. Neden? Hemen 41. ayette nedeni gelecek. Yu’reful mücrimune Bi siymahüm çünkü günahkarlar yüzlerinden tanınacaklar. Onun içinde sorguya çekilmeye gerek kalmayacak

 

40-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

40 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız. Hemen şu soruyu sorabilirsiniz; Burada nimet hangisi? Burada bir nimet yok ki. İnsan olsun görünen, görünmeyen varlık olsun her biri sorguya bile gerek kalmaz cümlesinde nimet nerede diyorsanız nimet büyük. Çünkü ya yaşla kuruyu karıştırsaydı, ya suçluyla suçsuzu karıştırsaydı, ya kurunun yanında yaşı da yaksaydı. Onun için bu nimetin de şükründen aciziz. Bu nimette Allah’ın büyük nimeti. Günahın içinde bizi duvarlarla koruyan Allah bize bir nimet verdiği gibi, günahkarların içinde yaşadığımız halde bizi de onlarla toptan muamele yapmaması da ayrı bir nimet.

 

41-) Yu’reful mücrimune Bi siymahüm feyü’hazü Binnevasıy vel’akdam;

Suçlular sîmalarından (huylarının oluşturduğu görünümden) tanınırlar da; alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (A. Hulusi)

41 – Tanınır da mücrimler simalarından tutulur Perçemleriyle ayaklarından. (Elmalı)

 

Yu’reful mücrimune Bi siymahüm günahkarlar alametlerinden tanınırlar feyü’hazü Binnevasıy vel’akdam yaka paça yakalanıp atılırlar. Zımnen testiyi kıranla suyu getiren bir değil. Rabbin bu ikisini ayırır, bu da rabbinin nimetidir. Yani adalet büyük nimettir buna da şükredin.

 

42-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

42 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz.

 

43-) Hazihi cehennemülletiy yükezzibu Bihel mücrimun;

İşte bu, suçluların kendisini yalanladığı cehennemdir! (A. Hulusi)

43 – İşte bu, mücrimlerin yalan dedikleri Cehennem. (Elmalı)

 

Hazihi cehennemülletiy yükezzibu Bihel mücrimun işte bu günahkarların yalanlamış oldukları cehennemdir.

 

44-) Yetufune beyneha ve beyne hamiymin ân;

Onunla (cehennemî kayıtlarla) kaynar su (şartlanmalarının getirdiği yakıcı değer yargıları) arasında dönüp dururlar. (A. Hulusi)

44 – Olacaklar bununla bir kızgın hamîmin arasında pûyan. (Elmalı)

 

Yetufune beyneha ve beyne hamiymin ân onlar cehennemle yürek dağlayan bir umutsuzluk arasında mekik dokuyacaklar. Yani cehennemin ateşi mi ağır, yoksa pişmanlığın yürek yangını mı. Hani küma zamiri vardı ya, adeta hem fiili yangına, fiziki yangına, hem de manevi yürek yangınına bir delalet aslında. İki yangından hangisi daha çok yakıyormuş. Yürek yangını sanırım diğer yangından daha büyük olacak.

 

45-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

45 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz.

 

46-) Ve limen hafe mekame Rabbihi cennetan;

Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet (fiil ve hissediş – mânâ cennetleri) vardır. (A. Hulusi)

46 – Rabbinin makamından korkan kimseye iki Cennet raygân. (Elmalı)

 

Ve limen hafe mekame Rabbihi Cennetan rabbinin mutla otoritesinden korkup sakınanlar için çifte cennet vardır. Hani insanın görünen ve görünmeyen boyutuna şükretmesi, Allah’ın görünen ve görünmeyen boyuta verdiği nimetleri bilmesi isteniyor ya. Eğer görünen ve görünmeyen boyuta indirilen nimetlerin şükrü eda edilirse çifte cennet var. Biri bedene, biri ruha dercesine adeta. Ki bu bana değil Elmalılıya ait bir yorum. Tam da biri cismani diğeri ruhani olmak üzere iki cennet cümlesinin sahibi odur.

Rabbin makamından çekinen biri olmak, bu korku sevgiyi kaybetme korkusu. Evet, limen hafe mekame Rabbi bu korku öyle yılandan aslandan korkuya benzemez. Bu korku korkuların en yücesi. Sevgilerin bile üstünde ki bir korku bu. Sevgiyi kaybetme korkusu. Allah’tan mahrum kalma korkusu. Ben Allah’sız ne yaparım korkusu. Rabbim ellerimi bırakırsan ben ayakta duramam korkusu.

Hz. Ebu Bekir işte bu korkunun tecessüm ettiği şahsiyetlerden biriydi. Bir gün bu ayetler hatırına geldi, cennet ve cehennem gözünün önünden şerit gibi aktı, “Keşke bir ot olsaydım da hayvanlar yayılsa ve yok olsaydım.” Diye hıçkırmaya başladı. İbn. Ebi Hakim Ata dan naklediyor bu rivayeti.

Yine bu korkunun, bu muhteşem sezgiyi kaybetme korkusunun o dönemde yaşanmış bir başka örneğine daha rastlıyoruz. Beyhaki, Hasan Basri’den naklediyor.  Hz. Ömer döneminde kara sevdaya yakalanmış bir genç vardı. Bir ömür sevdiğinin peşinde koşmuş, fakat kavuşamamıştı ki, bir gün hayatını uğruna koyduğu sevdiğine kavuştu. Fakat içine Allah korkusu düştü, el uzatamadı. Elini çekti büyük bir sayha bir çığlık koy vererek oraya bayıldı. Evine getirdiler baş ucunda ki amcasına ayılınca; “Ömer’e git, Halifeye git Allah benim için ne hazırlamış onu sor” dedi. Amcası başucundan ayrılırken bir sayha daha koy verdi ve teslim-i ruh etti.

Haber Hz. Ömer’e geldiğinde bu ayeti okuyan Hz. Ömer; Ve limen hafe mekame Rabbihi cennetan vallahi onun için iki cennet var. Demişti.

 

47-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

47 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlarsınız.

 

48-) Zevata efnan;

(İki cennet de) çeşitli dallara (yaşam özelliklerine) sahiptir. (A. Hulusi)

48 – Var her birinde envai bostan, envai ağsan. (Elmalı)

 

Zevata efnan çeşit çeşit, rengârenk cennetler bunlar. Yani bu cennetlerde öylesine bir bezeme, öylesine bir rengârenk güzellikler var ki saymakla bitmez.

 

49-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

49 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz.

 

50-) Fiyhima ‘aynâni tecriyan;

İkisinde de iki kaynak akıp gider!

50 – Onlarda iki kaynak olur revan. (Elmalı)

 

Fiyhima ‘aynâni tecriyan o çifte cennetlerden iki su akacak. İki su, ‘ayn aslında Arap dilinde etimolojik manası kaynağıyla hedefi arasında yol olan her şeye denir. Onun için göze de ‘ayn denmiş. Hatta casusa da ‘ayn denir. Hedefiyle kaynak arasında yol olmuştur çünkü. Aldığı haberi efendisine götürmüştür. Onun için hedefle kaynak arasında yol olan her şey ‘ayn dır. Yani bu noktada ‘ayn hatırlatılınca göz, gönülle görülen arasında bir yoldur. Onun için eğer gönüle taşımıyorsa görüleni o yol kapalı demektir ve haddi zatında ağlayan göz gönle taşıdığının bir eserini vermiş olur gördüğünün. Göz yaşı bu yolun açık olduğunu göstergesidir aynı zamanda. Ve işte kaynağından çağlayan sulara atıf adeta göz yaşına bir atıf gibidir.

 

51-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

51 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz.

 

52-) Fiyhima min külli fakihetin zevcan;

(O cennetlerin) ikisinde de her meyveden (marifetten) iki tür (zâhirî ve bâtınî olarak) vardır! (A. Hulusi)

52 – Onlarda her meyveden çifte çifte hân. (Elmalı)

 

Fiyhima min külli fakihetin zevcan o çifte cennetlerde her üründen ikişer ikişer çıkacak. Yani cennetler çift, ürünler çift olacak. Çünkü maddi ve manevi hayatınla birlikte, sen de çifte kulluk yaptığın için çifte kulluğuna çifte ödül olacak.

 

 53-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

53 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban O halde rabbinizin hangi bir nimetini yalanlayabilirsiniz.

 

54-) Müttekiiyne alâ furuşin betainuha min istebrak* ve cenel cenneteyni dan;

Astarları atlastan döşeklere yaslanırlar… İki cennetin meyvelerinin toplanması çok kolaylıkladır! (A. Hulusi)

54 – Dayanmışlar öyle mefruşata kim astarları istebraktan, her iki Cennetin derimi de yakından. (Elmalı)

 

Müttekiiyne alâ furuşin betainuha min istebrak onlar çözgü ve atkısı, düşey ve yatay ipleri dahi ipekten mamul atlas halılar üzerine uzanacaklar. Betainuha lafzan halının karnı demek. Bat; karın. Fakat halının karnı olmayacağı için bunu astar diye de çevirmek doğru değil, düşey ve yatay ipleri bile ipekse gerisini sen düşün, gerisini sen hesap et anlamı var gibi geliyor bana. Kalıcı ve kusursuz güzelliğin üretildiği merkeze bir atıf aslında. Çünkü cennet hakkında söylenen her şey insan havsalasını, aklını aşar. Bu cennet adına ne aklımıza geliyorsa mükemmel olduğunun bir ifadesidir. Eksiksiz, güzelliğin mükemmel tasviridir cennet. Cennet tasavvurumuz asla aklımızın havsalamızın alacağı bir şey değildir. Secde/17. ayetinde ifade edildiği gibi;

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) O gün cennette insanı hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini hiç kimse asla bilemez, tahayyül dahi edemez. Evet, hiç kimse tahayyül dahi edemez, tasavvur dahi edemez. Cennet insan aklının kavrayamayacağı güzelliğin üretildiği merkezdir.

ve cenel cenneteyni dan o çifte cennetlerin muhteşem ürünleri çok yakınlarında olacak, hemen el uzattıklarında alacak kadar yakın. Yani her nimet ve lezzetin bir zahmeti var. Yemenin bile bir zahmeti var. Ama cennette olmayacak. Sen onun ayağına gitmeyeceksin o senin ayağına gelecek.

 

55-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

55 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz.

 

56-) Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishünne insün kablehüm ve lâ cann;

Onlarda eşlerinden başkasını görmeyenler (yapılar) vardır ki, daha önce kendilerini ne ins ne de cann (cin türü) dokunup (beşerî – şeytanî fikir ve duygularla) kirletmiştir! (A. Hulusi)

56 – O Cennetlerde öyle kasıratüttarf dilberler, ki dokunmamıştır onlara onlardan evvel İns-ü Cânn. (Elmalı) (Elmalı)

 

Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishünne insün kablehüm ve lâ cann bu cennetlerde daha önce ne insanların ne de cinlerin asla ellerinin değmediği, gözü dışarıda olmayan eşler bulunacak. Lafzen bakışını kontrol eden eşler. Kasıratuttarf; zımnen gözü dışarıda olmayan, iffet ve hayati salih eşler. Bu eşler herhangi bir cinse indirgenemez. Gözü birbirinin üzerinde eşler. Hani o hoş dizelerde var ya? Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarim. Diyen dizeler. Yüzünde göz izi olmayan gözünde yüz izi olmayan eşler. Dünyayı versen eşinden başkasına bakmayacak eşler. Ruhu bakir ve bakire eşler. Burada söylenen o. Ruhuna dek bakir ve bakire.

 

57-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

57 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalan sayarsınız.

 

58-) Keennehünnel yakutü velmercan;

Onlar sanki yakut ve mercandırlar. (A. Hulusi)

58 – Sanırsın onları yâkut-ü mercan. (Elmalı)

 

Keennehünnel yakutü velmercan sanki o eşleri inci ve yakut gibi birbirine yakışan güzellikte olacak. Biri karada gizlenen, diğeri denizde gizlenen. Yakut ve inci. Biri karada gizlenir diğeri denizde gizlenir. Yani Allah zaruriyatı, haciyatı verdi tahsiliyatı da veriyor. Güzellikleri ve estetik ihtiyacını da karşılar insanın. O halde böyle bir Allah’a ne yapmak lazım;

 

59-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

59 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz.

 

60-) Hel cezaul ıhsani illel ıhsan;

İhsanın (Hakk’ı görürcesine kulluğun) cezası sadece ihsan değil midir? (A. Hulusi)

60 – İhsânın cezâsı elbette ihsân. (Elmalı)

 

Hel cezaul ıhsani illel ıhsan iyiliğin iyilikten başka bir karşılığı olabilir mi? İşte bu, iyiliğin iyilikten başka bir karşılığı olabilir mi.

 

61-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

61 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz. İyiliğin iyilikten başka bir karşılığı olabilir mi diyor, arkasından rabbinizin nimetlerinden. Ya Rabbi, ben iyilik yaptım, dolayısıyla cenneti de hak ettim mi diyorsunuz. Hayır asla, cennet bir bedel değildir. Çünkü siz, sahip olduğunuz her şeyi Allah’tan kredi olarak aldınız. Borcunuzu ödeyemezsiniz ki ekstrasını alabilesiniz. Siz önce borcunuzu ödeyin. Her nefesinizi Allah’a borçlusunuz. İki gözle doğmak sizin hakkınız değildi, Allah size lûtfetti. Bir akılla doğmak hakkınız değildi, lütfetti. Siz önce bunların borcunu ödeyin. O halde cennet bedel değildir, cennet ödüldür. sevaben min indillâh. (A. İmran/195) Allah’tan bir ödül. Ödüllerin en güzeli O’nun katında. Onun için kulun, kulluğa borcuna karşılıktır, cennet bir ödüldür.

 

62-) Ve min dûnihima cennetan;

İki cennet dûnunda iki cennet daha vardır. (A. Hulusi)

62 – Ötelerinden de diğer Cennetan. (Elmalı)

 

Ve min dûnihima cennetan o cennet çiftinin berisinde daha başka çifte cennetler de bulunacak, yani orada kalmayacak onun berisinde onun altında daha başka cennetler de bulunacak.

 

63-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

63 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz.

 

64-) Mudhâmmetan;

Yemyeşildirler! (A. Hulusi)

64 – Yağız yeşil ne dilsıtan. (Elmalı)

 

Mudhâmmetan uzayıp giden göz alıcı çifte yeşillikler, göz alabildiğine yeşillikler. Yeşil; tazelik ve canlılığın simgesi. Zımnen cennet, sonsuz ve noksansız baharın adıdır deniliyor bu ayette.

 

65-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

65 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz.

 

66-) Fiyhima aynâni naddâhatân;

İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak (Rabbanî tecelliler)! (A. Hulusi)

66 – Bunlar da püsküren çifte şadravan. (Elmalı)

 

Fiyhima aynâni naddâhatân bu cennet çiftinde billurdan sular fışkırtan iki fıskiye olacak. Dünyada bir çağlayan görseniz, şelale görseniz içiniz gidiyor seyrederken. Ya cennette bir ırmağın yerden göğe doğru aktığını görseniz? Tasavvur etmek bile mümkin değil. Onun için cennet insan aklınca kavranabilecek bir şey değil. Cennet güzelliğin üretildiği merkezdir.

 

67-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

67 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban sözün bittiği yerdir, o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz.

 

68-) Fiyhima fakihetun ve nahlun ve rumman;

İkisinde de meyve, hurma (Hakkanî vasıfların açığa çıktığı şuuru temsilen) ve nar (tek bilincin tasarruf ettiği çok beden yaşamını temsilen)! (A. Hulusi)

68 – Bunlarda bir meyve, bir başka hurma, bir başka rumman. (Elmalı)

 

Fiyhima fakihetun ve nahlun ve rumman bu çifte cennette en mükemmel haliyle meyveler, hurma ve çekirdeksiz nar bulunacak. Rumman; çekirdeksiz nar. Neden? Cennet nimetleri dünyada ki kopyalarının mükemmel asıllarıdır da  ondan. Hani Bakara/25. ayetinde ifade buyruluyordu; küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızka. (Bakara/25)ne zaman cennet nimetleri önlerine getirilse ve sunulsa, kalû hâzelleziy ruzıknâ min kabl. Derler ki bu daha önce yediğimiz bir şeyi hatırlatıyor bize. Ama rabbimiz ve utû Bihî müteşabiha. Onu hiç yemediniz sadece size benzer göründü buyuruyor. Onun için cennet mükemmelliğin adıdır. Cennet kusursuzluğun adıdır.

Hadiste öyle deniliyor ya; Cennet vaadini Resulallah Allah’ın lisanından şöyle okuyor; ‘adet tü li’ ibadi’s salihîyne mâ lâ ‘aynün ra’ed salih kullarım için öyle bir cennet hazırladım ki hiçbir göz daha önce benzerini görmedi. Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak işitmedi. Ve lâ hatara ‘alâ kalb-i beşerin. ve hiçbir insanın aklına öylesi gelemez, tasavvur dahi edemez. Haddi zatında Secde/17 nin  Resulallah dilinde bir karşılığıdır, tefsiridir bu hadis.

 

69-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

69 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban O halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz.

 

70-) Fiyhinne hayratun hısan;

(O cennetlerin) içlerinde en muhteşem, en güzeller. (A. Hulusi)

70 – İçlerinde dilber, hayırlı hûbân. (Elmalı)

 

Fiyhinne hayratun hısan orada her şeyin en mükemmeli, en güzeli olacak. İşte bu, başka söze hacet yok. Cennet her şeyin en güzelinin, en mükemmelinin, en kusursuzunun üretildiği, güzelliğin madenidir. Cennetü adn var ya odur işte.

 

71-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

71 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban O halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlarsınız.

 

72-) Hûrun maksuratün fiylhıyam;

Yalnız eşlerine hasredilmiş huriler (Hakkanî vasıfları açığa çıkaran bilinçlerin tüm istek ve arzularını yerine getirecek kapasite ve olanaklarla oluşturulmuş eşler – bedenler. Bakınız 13.Ra’d: 35, 47.Muhammed: 15)! (A. Hulusi)

72 – Cibinliklerde mestur, mahsus hûriyan. (Elmalı)

 

Hûrun maksuratün fiylhıyam gözü gönlü eşine dönük pırıl pırıl eşler, çardaklarda kalacak.

Muhtemelen Kur’an da geçtiği ilk yer burası Hûr kelimesinin. Ki 4 yerde geçer Kur’an da, geçtiği 4 yerde Mekki surelerdedir ve birbirine yakın zamanlarda nazil olmuştur. Üç anlama gelir. 1 – Renk, 2 – geri dönüş, 3 – Bir şeyin kendi etrafında dönmesi. Onun için gözü gönlü eşine dönük diye çevirdim bu anlamlara istinaden. Kelime erkeği de dişiyi de ifade eder. Çünkü Ahve in de çoğuludur, havra nın da çoğuludur ki biri dişi, diğeri erildir. Onun için bu kelimeye dayanarak dişilik ya da erillik iddiası yapılamaz. Medeni ayetlerde bu kelimenin yerini bambaşka bir şey alır. O da tertemiz eşler; ezvacün mutahharatün. Ki A. İmran/15. ayeti, Enbiya/2. ayeti gibi ayetlerde bu yer alır.

Maksurat, gözü gönlü eşline dönük, yani gözü dışarıda olmayan anlamına gelir ki daha önce benzer bir ifadeyi görmüştük. Yüzünde göz izi olmayan, gözünde yüz izi olmayan, sadece bedeni değil, ruhu ve aklı bakir ve bakire eşler. Yani imanla cennete giren eşler birbirlerine böyle sunulacaklar ahirette. Rabbimizin verdiği müjde bu.

 

73-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

73 – Şimdi rabbinizin hangi eltâfına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlarsınız.

 

74-) Lem yatmishünne insün kablehüm ve lâ cann;

Daha önce onlara ne ins ne de cann (cin) dokunup (beşerî – şeytanî fikir ve duygularla) kirletmiştir! (A. Hulusi)

74 – Dokunmamıştır onlara onlardan evvel İns-ü Cann. (Elmalı)

 

Lem yatmishünne insün kablehüm ve lâ cann daha önce görünür görünmez hiçbir varlığın dokunmadığı eşler.

 

75-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

75 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan? (Elmalı)

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban  o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlarsınız.

 

76-) Müttekiiyne ‘alâ refrefin hudrin ve ‘abkariyyin hısan;

Yeşil refrefe ve harikulâde güzel işlemeli parlak döşeklere yaslanırlar. (A. Hulusi)

76 – Kurulmuşlar yeşil refref ve güzel abkarîler üzere şadan. (Elmalı)

 

Müttekiiyne ‘alâ refrefin hudrin ve ‘abkariyyin hısan onlar tarifsiz yemyeşil örtüler ve baş döndürücü güzellikte sergiler üzerinde uzanacaklar. Aslında efsanevi diye çevirmem daha uygun olurdu ‘abkariyn i. Efsanevi sergiler üzerinde. Bu sergiler cennetin çayır çimenlerimidir, yoksa bambaşka şeyler midir onu bilemem.

 

77-) Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban;

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin – şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan? (A. Hulusi)

77 – Şimdi rabbinizin hangi eltafına dersiniz yalan?

 

Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban o halde rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz. Hiç birini inkar edemeyiz ya rabbi..! Hepsine iman eder, teşekkür etmeye çalışır, ama şükründen de aciz olduğumuzu biliriz ya rabbi. Bırak inkarı saymaya kalksak baş edemeyeceğimizi biliriz ya rabbi. En güzel teşekkürün sana şükürden aciz olduğunu bilmek olduğunu da biliriz ya rabbi. İtiraf ederiz.

 

78-) Tebarekesmu Rabbike ZiylCelâli vel’İkrâm;

Zül’Celâli vel’İkrâm Rabbinin ismi ne mübarek – ne yücedir! (A. Hulusi)

78 – Yüce çok yüce rabbinin adı onun o celâl, onun o ikram. (Elmalı)

 

Tebarekesmu Rabbike (Zülcelâli) ZiylCelâli vel’İkrâm iki kıratı vardır ikisi de okunur. Azamet ve ihtişam sahibi rabbin şanı pek yücedir, pek büyüktür. Azamet ve ihtişam sahibi olan rabbimizin yüce şanını yüceliğine layık bir biçimde anıyor, O’nun büyük nimetlerine şükreden, şükretmeye çalışan, nankörlük yapmayan kullarından kılmasını niyaz ediyoruz.

 

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.



Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

Trending Articles


Göz perdesi kaldırma zikri Sonuç alınmıştır.


Korunma zirhi


rızık ve geçim derdi için ya vehhab vefki


Ve huvel kaviyyul azîz


Davet-i tahatili Kübra


Muhabbet Ve Cimaya Kuvvet


İrsali hatif


“ Yâ Evvel Yâ Âhir Yâ Zahir Yâ Bâtın “


Kalp gözünü açmak için kolay yollar


Kağıtları Altına Çevirmek


Musallat için


Havasta Açık Kapalı Günler


Karia Suresi ile Celb


Sıkıntıyı gideren Ismi Celil duası


Mülk süresi 14. Ayet ve ya habir esması


Hizbul Vikâye (Koruyucu Dua) Ruhsal Yükselme ve Korunmak


Ya Cebbar;Yâ Cebbar c.c:Dilediğini zorla yaptırmaya


SCCM 2012 Client Installation issue


Karanfil ve Surei İhlas ile CELB


Ya Rakib Esmasının Mucizeleri