Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin.
Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Teğabün suresinin kaldığımız ayetinden, yani 11. ayetinden devam edeceğiz. Ancak bu ayete gelmeden önce sure nelerden söz etti kısaca bir hatırlatmak isterim. Teğabün suresi akidemizin üç umdesinden söz etmişti. Tevhid, nübüvvet ve mead. Yani giriş ayetleri ile Allah’ın birliğine ve Allah’ın kainata ve hadisata müdahil oluşuna atıf yapmıştı. Daha sonra nübüvvetle ilgili ayetler gelmiş ve inkarcı muhatapların insan türünden bir peygamber gönderilmesine yaptıkları itirazı dile getirmişti. Bu itirazı açıklama sadedinde inkarcıların insan soyundan nasıl umut kestiğine değinmiştik. Daha sonra ise Mead adını verdiğimiz, kelâmda meâd olarak isimlendirilen ahiret, cennet, cehennem, ödül, ceza. Ondan önce hesap dile getirilmiş ve zaten hemen 10. ayette de inkar edenleri bekleyen eliym azab dile getirilmişti. Şimdi 11. ayetle, yeni bir pasajla teğabün suresinin tefsirine devam ediyoruz.
11-) Ma esabe min musıybetin illâ Biiznillâh* ve men yu’min Billâhi yehdi kalbeh* vAllâhu Bikülli şey’in ‘Aliym;
Bi-iznillâh (Allâh’ın, hakikatin olan Esmâ’sı elvermedikçe) hiçbir musîbet isâbet etmez! Kim hakikatinin Allâh Esmâ’sı olduğuna iman ederse, ona şuurunda hakikati yaşatır! Allâh Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şeyde olarak) Aliym’dir. (A. Hulusi)
11 – Allahın izni olmayınca hiç bir musîbet isabet etmez, her kim de Allaha iman ederse o onun kalbine hidayet verir, ve Allah her şey’i bilir. (Elmalı)
Ma esabe min musıybetin illâ Biiznillâh hiçbir musibet, hiçbir kimseye isabet etmez ki Allah’ın izni olmamış olsun. Yani düz cümle olarak ifade edecek olursak; Allah izin vermedikçe hiç kimsenin başına hiçbir musibet gelmez.
El izn; ayette geçen Biiznillâh. Biiznillâh ifadesi, ibaresi İslam’ın kültür kodlarından biridir. Tıpkı; Bismillah, Maşâ Allah, Allahuekber, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh gibi. El izn; Özneye hareket serbestisi kazandıran şeydir. Aslında El Emr’in zıddıdır. El Emr; emirdir, El izn, izindir. Yani emirde hareket serbestisi yoktur. Emreden emreder, emredilen de yapar. Ama El izn de; Emredilen değil izin verilen vardır, izin verilen isterse izni yerine getirir, isterse getirmez. İşte muhayyerlik vardır, fark budur. Özne ister kullanır izni, isterse kullanmaz. Bu bağlamda alemde cereyan eden, ki bu ayetin bağlamında. Alemde bütün bir kâinatta cereyan eden sebep sonuç ilişkilerine delâlet eder.
Ancak Allah koyduğu yasaların mahkumu değildir. Biz mü’minler sebep sonuçtan söz ettiğimizde determinizmden söz etmiş olmayız. Yani determinizme iman etmiş bir mantıkla hareket etmeyiz. Neden? Determinizm, Tüm varlığı sebep sonuca mahkum eder. Bir Müslüman ise determine, yani sebep sonuç ilişkilerine Allah’ın bir yasası olarak bakar. Ve Allah koyduğu yasaların mahkumu değildir. Allah koyduğu yasaların hakimidir. Bunu hiç aklından çıkarmaz. Hatta şunu da bilir bir Mü’min Allah koyduğu yasaları daha üst yasalarla aşar. Mucizeler zaten böyle izah edilirler. Dilerse eşyaya, yasalarını da aşarak doğrudan müdahale eder. Zaten Allah koyduğu yasalara dokunamaz gibi bakmak, yani mutlak determinizm veya determinizme mutlaklık yüklemek aslından Allah’ı tatil etmektir. Atıl bırakmaktır (haşa). Yani Allah yasa koyar ama koyduğu yasayı kaldıramaz. Allah yasa koyar ama koyduğu yasaya karışamaz. Allah yasa koyar ama koyduğu yasanın da mahkumu olur demektir ki, haşa deriz biz buna.
Bakara/155 – 156. ayetleri bu ayetin tefsiridir. Yani insan musibetlerin sebebidir. Aslında musibet kelimesi Arap dilinde hem olumlu hem olumsuz için kullanılır, mücerret olarak. Fakat dilde daha çok olumsuz şeyler için kullanılagelmiştir. İnsanın başına musibetin ancak Allah’ın izniyle gelmesi, insanın izin istemesini gerektirmez mi. İzin istememişseniz Allah neye izin verecek? İzinden söz edilen bir yerde izin isteyen biri vardır demektir.
Peki insan musibet için Allah’tan nasıl izin ister. Musibeti hele olumsuz manada alırsak, insan; Ya rabbi izin verirsen benim başıma bela gelsin der mi? Der. Nasıl der?
1 – Kendisine verilen irade emanetini kötüye kullanarak. Aslında insanın günah işlemesi, iradeyi kötüye kullanması, kötülük yapması, kötüyü tercih etmesi. Hak dururken batılı tercih etmesi iyi dururken kötüyü tercih etmesi, güzel dururken çirkini tercih etmesi, iradesiyle musibet için izin istemek anlamına gelir. Ya rabbi bana musibet için izin verir misin demiş olur.
2 - İkincisi iman iddiasında bulunmak izin istemek manasına gelebilir. Yani? Yanisi şu: İman büyük bir iddiadır, iddialar ispat ister. Allah böyle büyük bir iddia da bulunan mü’mini musibetle sınar, imtihan eder ki iddiasında samimi mi, iddiasını ispat edecek mi. İşte izin istemenin 2. şekli de bu olabilir.
3. Üçüncü bir şekli daha var, dua etmek. Ki dua eden bir insan aslında sınanmaya da hazır demektir. Daha doğrusu sınanan bir ins da eklenebilir.an dua eder ve dua eden insan da sınanır. Sınandıktan sonra eğer sınavı geçerse o zaman Allah’tan ödülü hak etmiş olur. Dua eden bir insanın duasının kabulü için sınanması, bir tür musibet için izin isteme anlamına gelebil ki. buna başkaları da eklenebilirse de doğrusu bu üç şık altında tüm izin istemeler toplanabilir.
ve men yu’min Billâhi yehdi kalbeh ve kim Allah’a iman ederse O, onun kalbine rehberlik eder. yehdi kalbehu. O onun kalbine rehberlik eder.
İfadeye bakınız değerli Kur’an dostları Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi, ne muhteşem bir ifade bu, ifadenin ulaştığı zirve bu. Allah kulun kalbine eder diyor. Bu şayet musibeti kolayca savuşturmak olarak anlaşılırsa ben şöyle de ifade edebilirim. Acıyı bal eylemek için Allah onun kalbine rehberlik eder. Yani insanın başına gelen musibet insana acı vermez. O zaman tatlı verir. İnsan derdini sevmeye başlar. Acısından haz almaya başlar. Hatta musibetin arkasında yatan o büyük hakikati gördüğü için belki de musibete göz kırpar. Bu gerçekten de imanın zirvesi olsa gerek. Bu anlamda acıyı bal eylemek, derdini sevmek, musibete göz kırpmak biraz rızaya ram olmakla alakalı değil mi? Rıza’ya ram olmak, Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi değil de nedir. Allah mü’minin kalbine rehberlik ederse, Allah’ın insan için istediğini, insan kendisi için ister. Ram olmak budur zaten.
Öyle ki bunu fark edenler, bu dereceye ulaşanlar, Allah ile samimiyeti bu derece ilerletenler dua ederken hapsi hali, ‘ansuali derlermiş. Rabbim senden dua olarak, sana dua olarak halim yeter. Senden isteğimi halime bak ta anla, halim ifade eder ya rabbi. Benim bir şey söylememe gerek yok. Dilim konuşmuyor ya rabbi halim konuşuyor. Dolayısıyla, mü’minin kalbine Allah’ın rehberlik etmesi acıyı bal eylemesidir. İşte o zaman Seyrani’nin dediği gibi;
Ey tabip elden gelirse yaremi gel emleme.
Yar elinden gelmedir bu yareyi melhemleme. (Seyrani)
Der insan. Yine Fuzuli gibi;
El çek ilacından tabib, aşk derdiyle hoşem,
Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır.
Der. Yani senin derman dediğin benim zehrimdir, elini ilacından çek der, derdini sever. Allah musibet gelen bir kalbe rehberlik ederse. O zaman işte Allah resulü gibi; Ben senden razıyım. Taif dönüşünde Allah resulünün dediği gibi; eğer bana gazaplı değilsen; İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâli, ben bu çektiklerimin hiç birine aldırmıyorum ya rabbi. Diyecek dereceye gelir ve arkasından da velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ‘ayn. Beni nefsimle bir lahza baş başa bırakma Allah’ım diye yalvarır. İnsanı nefsiyle bir lahza baş başa bırakmamak, Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi değil de nedir.
vAllâhu Bikülli şey’in ‘Aliym zira Allah her bir şeyi en ince detayına kadar bilendir. Öğrenmek için değil sınaması, musibet vermesi. Ya ne için? Allah bilmez mi? elâ ya’lemu men halâk. (Mülk/14) yaratan bilmez mi? yarattığını bilmez mi. Peki ya ne için sınar, musibet verir? Öğretmek için. Seni sana öğretmek için. Kişiyi kendine öğretmek için.
Hicretin hemen ertesinde zor şartlar da inen bu ayetleri anlamak için Mekke den Medine’ye hicret eden mü’minlerin nelerden vaz geçtiğini ve nasıl zor tercihlerde bulunduğunu gözümüzün önüne getirmemiz lazım. O zaman daha iyi anlarız.
Kafirler mü’minlerin çektiği sıkıntıyı; Eğer Allah onlardan yana olsaydı bu kadar sıkıntıya düşmezlerdi gibi laflarla karşılıyorlardı. Mantığa bakınız. Yani dünya da kim daha rahat ediyorsa Allah ondan yana olmuş oluyor müşrik mantığına göre. Bu mantığı bugüne de getirerek herkes kendisini sorgulasın. Kim daha varlıklı, kim daha refah içinde, kimin dişi kanamıyor, kimin başı ağrımıyor, kimin başına hiç musibet gelmiyorsa Allah’a en çok o yakın mı diyeceğiz. O zaman peygamberlerin, insanlığın en çok acı çeken kutupları olduğunu, bu gerçeği nasıl izah edeceğiz. “İnniy Nebiyyül ahzan” (hadis) ben hüzünlerin peygamberiyim diyen peygamberi nasıl anlayacağız. “Eşeddül belâ, alel enbiya, sümmel ulema sümmel emselü fel emsel” (Hadis) belanın en şiddetlisi peygamberlere ve sonra diğerlerine Allah’a yakınlığına göre gelir gerçeğini nasıl anlayacağız. Demek ki müşriklerin dediği gibi değilmiş.
12-) Ve etıy’ullahe ve etıy’urRasûl* fein tevelleytüm feinnema ‘alâ RasûliNElbelağulmubiyn;
Allâh’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz, Rasûlümüzün üstüne düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir. (A. Hulusi)
12 – İman edin de Allaha itaat eyleyin ve Resulüne itaat eyleyin eğer aksine giderseniz Resulünüze ait olan sade açık bir tebliğden ibarettir. (Elmalı)
Ve etıy’ullahe ve etıy’urRasûl ve Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin. fein tevelleytüm feinnema ‘alâ RasûliNElbelağulmubiyn yok eğer yüz çevirirseniz, eğer sırt dönerseniz eğer hakikatten yüz çevirirseniz şunu çok iyi bilin ki elçimizin üzerine düşen şey sadece ve sadece apaçık tebliğdir. Hakikati açık ve net bir biçimde tebliğ etmekten başka ona bir şey düşmez. Yani O jandarma değil, sizi üzerinize güç kullanıp ta istediği yola soksun. Zaten hidayette kişinin tercihine verilmiş bir ödül değil mi? Rabbiniz kalbinize rehberlik etsin istiyorsanız öncelikle siz kalbinizi doğru koordinatlara yönlendireceksiniz. Ne diyordu Kur’an; felemma zağu ezağAllâhu kulubehüm. (Saff/5) ne zaman onlar kaydılar Allah’ta kalplerini kaydırdı. Yani siz kaymazsanız Allah kaydırmaz. Onun için siz de doğru yola yönelmezseniz, Allah size rehberlik etmez, kalbinize rehberlik etmez.
Tevhid ve nübüvvet. burada bu dinin iki ana umdesi dile getiriliyor. İman özgür tercihin eseridir deniliyor zımnen. Ben bu ayet ve buna mücavir ayetlerden Hz. Yunus peygamberin kaçış örneğini de hatırlıyorum. Sanki ona bir atıf, gizli bir ima var gibi geliyor. Yani peygamberin görevi tebliğdir. Eğer muhataplar iman etmiyorsa bundan peygamber sorumlu değildir. Onun içinde Yunus peygamberin iman etmiyorlar diye kavmini terk edipte gitmesi gerekmiyordu. Yani adeta bunun üzerinden Allah Resulüne ders veriliyor. Unutmayalım Kur’an ın nüzul sürecinde Allah resulüne ilk anlatılan kıssa Yunus kıssasıdır kalem suresidir ve bu da boşuna değildir. Allah resulüne sakın Yunus’un yaptığını yapmak aklından geçmesin, aklının köşesine bile getirme uyarısı olduğunu anlıyoruz oradan.
13-) Allâhu lâ ilâhe illâ HU* ve ‘alAllâhi felyetevekkelil mu’minun;
Allâh, tanrı yok; sadece “HÛ”! İman edenler Allâh’a tevekkül etsinler! (A. Hulusi)
13 – Allah dan başka Tanrı yoktur, onun için mü’minler hep Allaha dayansınlar. (Elmalı)
Allâhu lâ ilâhe illâ HU Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Kendisinden başka tapınılmaya layık mabut ve varlık olmayandır. ve ‘alAllâhi felyetevekkelil mu’minun eğer böyle ise tevhit ve nübüvvetle ilgili bu ayetler demiştik, eğer böyle ise Allah kendisinden başka tapılmaya layık varlık olmayan ise, O zat ise bu durumda mü’minler, yani O’na güvendiklerini söyleyip bu güvenlerini iman ile ispat edenler sadece O’na dayanmış felyetevekkelil mu’minun mü’minler sadece O’na dayansınlar.
El Mü’minun iman iddiasını Allah’ın onayladıkları, Elleziyne amenü; henüz onaylamadıkları manasına geldiğini Taberi’den naklen yer yer söylemiştim.
14-) Ya eyyühelleziyne amenû inne min ezvaciküm ve evladiküm ‘aduvven leküm fahzerûhüm* ve in ta’fu ve tasfehu ve tağfiru feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym;
Ey iman edenler! Muhakkak ki eşlerinizden ve evlatlarınızdan (onların içinden) sizin için düşman vardır! Bundan ötürü onlardan korunun! Eğer affeder, vazgeçer ve bağışlarsanız, muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A. Hulusi)
14 – Ey o bütün iman edenler! Haberiniz olsun ki çiftleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman vardır, onun için onların mahzurlarından sakının, bununla beraber affeder, kusurlarına bakmaz, örterseniz şüphe yok ki Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)
Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler ailesi. Zımnen vurgularını da içine alarak söyleyecek olursam; Ey iman iddiasında bulunanlar, iddianızı ispat etmek mi istiyorsunuz? Allah size emrediyor, konuşuyor; inne min ezvaciküm ve evladiküm ‘aduvven leküm şunu çok iyi bilin ki eşleriniz, çocuklarınızdan size düşman olanlar var. yani burada ki min ezvaciküm teb’ıyd için eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar var. Size diyor, sizin imanınıza demiyor. Bu çok ilginç, bu farklı bir şey. Daha ince bir ayrıntı bu.
fahzerûhüm* ve in ta’fu ve tasfehu ve tağfiru her ne kadar affedici, hoş görülü bağışlayıcı olsanız da yine de onlara karşı fahzerûhüm, dikkatli olun, onlara karşı tetikte olun.
Burada üç kavram geçiyor değerli dostlar. Af, safh, ve ğafr köklerinden türetilmiş 3 kavram. İn ta’fu, ve tasfehu ve tağfiru bu üç kavramın üçü de farklı vurgulara sahip.
Af; azarlasa da cezasından vaz geçmek demektir suçun. Yani azarından vaz geçmiyor ama suçun cezasından vazgeçiyor. Vazgeçmeye af diyoruz biz Arap dilinde.
Peki Safh; Azardan ve cezadan ikisinden birlikte vaz geçmek. Yani ne azarlıyor; sen bunu yaptın sakın bir daha yapma da demiyor. Azarından da vazgeçiyor cezasından da.
Ya peki mağfiretin türetildiği ğafr ne demek? O daha müthiş. Hep Allah’ın ğufranından söz ediyoruz ya, Allah’ın mağfiretinden söz ediyoruz ya. İşte bu daha farklı bir manaya, daha ileri bir manaya geliyor o da şu. Affetmek, affettiğini bile hissettirmemek suçluyu. Öyle affetmek ki sen suç işledin, ben affettim demeyi şöyle bırakın affedildiğini bile kendisine söylememek, yani üstünü örtmek, hiç işlememiş gibi Ettâibü minezzembike mella zembeleh günahına tevbe eden o günahı işlememiş gibi. (Hadis) İşte bu mağfiretin sonucudur. Onun için mağfiretin türetildiği ğafr budur. Allah’ın affı bu üçüncüsüne girer, mağfirete girer.
feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym hiç şüpheniz olması ki, Allah mağfiret edendir, sonsuzca bağışlayandır ve rahmeti sınırsız olandır. Bu ayetin böyle, bu iki isimle bitmesi beklenirdi, değil mi? Ama zımnen sanki şöyle bir şey de var gibi; İmanınızdan dolayı, imanınıza değil de size düşmanlık edenler için. Bakınız leküm var burada, yani imanınıza değil, size düşmanlık edenler var, ama imanınızdan dolayı. Siz onları bağışlayın diyor. fakat imanınıza düşmanlık ediyorlarsa bunu bağışlamak size düşmez. İmanınızın sahibine artık onlar düşman oluyorlar. O artık Allah’a kalmıştır. Ama imanınızdan dolayı size düşman oluyorlarsa, size düşmanlık tarafını bağışlayın, çünkü o sizinle alakalı bir şey. Bu ince bir ayrım.
[Ek bilgi; NASIL DÜŞMAN OLURLAR
Evlenmenin sonucunda oğullar, kızlar veren de Allah’tır. Allah vermedikçe bir insanın asla bunlara ulaşması mümkün de değildir. Toptan yaratırdı Rabbimiz bizi ve biz, kim kimin karısı, kızı? Kim kimin oğlu, babası, bilemezdik. Ama Rabbimiz öyle yapmamış. Bizi baba, ana, karı, koca, evlât şeklinde yaratmış. Yani bu yasayı kendisi böylece belirleyen Rabbimiz şimdi bize diyor ki, “eşleriniz, çocuklarınız size düşmandır.” Peki nasıl anlayacağız bunu?
Eğer bunlar Rabbimize kulluk adına geldiğimiz, getirildiğimiz bu dünyada, bu imtihan salonunda eşlerimiz ve çocuklarımız Allah’a kulluk yolumuzda önümüze engeller, bizim esas gâyemiz olan kulluğumuza ayak bağı, cennetimize mâni olmaya başlamışlarsa, işte o noktadan itibaren bilelim ki onlar bizim düşmanımızdır. Eğer hanımlarımız ve çocuklarımız, kocalarımız ve çocuklarımız bizi Allah’a isyana, bizi kulluktan uzaklaşmaya ve cehenneme doğru götürmeye başlamışlarsa, kesinlikle bilelim ki işte o zaman onlar bizim düşmanlarımız-dır. Eğer biz kendi kendimizi hayırdan şerre, kulluktan isyana, cennetten cehenneme doğru götürmeye başlamışsak, kesinlikle bilelim ki biz kendi kendimizin düşmanı olmaya başlamışız demektir.
İşte görüyoruz. Allah’a kulluk yolunda yürüyen mü’min bir kocaya aksi istikâmette yürüyen karısı ve çocukları veya Allah’a itaate yönelmiş mü’mine bir kadına, aksi istikâmette yürüyen kocası ve çocukları büyük engeller ve problemler çıkarabilmektedir. Genellikle Allah’a kulluğu birinci plana almış, dünyayı, dünya ikballerini, dünya zevk ve sefasını ikinci plana atmış bir erkeğe karşı hanımı ve çocukları büyük bir talihsizlik olarak bakarlar.
Öyle ki, kocalarını, babalarını cehenneme gönderme pahasına da olsa bu dünyada kendilerine refah ve zenginlik içinde bir dünya sunmasını beklerler. Yine Allah’a kulluğu birinci plana çıkarmış pek çok mü’mine hanımın kocaları ve çocuklarının onların hayatlarını zindan ettiklerini görüyoruz. Allah için bir cihada çıkacak kocaların önünde en büyük engel, hanım ve çocuklardır.
İşte Rabbimiz bu konuda bizleri uyardıktan sonra buyurur ki: “Eğer siz onları affeder, müsamaha ile muamelede bulunur, onları Allah çizgisine çekmeye çalışır, eğitme yoluna gider, hem kendi yolunuz, kendi kulluk programınızla onları tanıştırır, barıştırır, hem de Allah’la aralarını düzeltirseniz, onları Allah’a iyi kullar, cennete iyi aboneler yapabilirseniz, bunun kavgasını verirseniz, kesinlikle bilesiniz ki Allah sizi de bağışlayacak, eşlerinizi ve çocuklarınızı da bağışlayacaktır.” Beairu’l Kur’an - Ali küçük)]
15-) İnnema emvalüküm ve evladüküm fitnetun, vAllâhu ‘ındeHU ecrun ‘azıym;
Mallarınız ve evlatlarınız sizin için yalnızca sınav objesidir! Allâh(a gelince), O’nun indîndedir büyük ecir. (A. Hulusi)
15 – Her halde mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir, Allah ise büyük ecir, onun yanındadır. (Elmalı)
İnnema emvalüküm ve evladüküm fitneh mallarınız ve çocuklarınız sizin sınanma aracınızdır. Sizin için yalnızca birer imtihan aracından ibarettir. El fetn; Madenin ergitilme işlemi demektir, pota da ergitilme işlemi. Maide/41. ayetinde de geçer. Allah sizi saflaştırıyor. Nasıl? Fitne işte Allah’ın insanı saflaştırma. Tıpkı altının hamını hasından, cevherini cürufundan ayırmak için nasıl haddehane de ergitiliyor, yüzlerce hatta binlerce derecelik ateşten geçiriliyorsa insanın başına gelen musibetler de aslında insanı altın gibi saflaştırmak içindir. Allah insanı saflaştırmak istiyor. Onun içinde ergitiyor. Fitne budur. İnsanın malının ve evladının fitne olması, insan için bir imtihan aracı olmasındandır. Bir potadır adeta. Siz hammadde olarak bu potaya girersiniz, hammaddenizin cevheri mi çok, cürufu mu çok. Hamımı çok hasımı çok orada belli olur. Yani buradan ne anlaşılıyor. Biz çocuklarımızı eğittiğimizi düşünüyoruz ama aslında çocuklarımız bizi eğitiyor.
Demek ki işin aslı böyleymiş. Yani çocuklarımızın potasında biz eğitiliyoruz. Ya cürufa ayrılıyoruz, ya cevhere ayrılıyoruz. Umarım cevhere ayrılanlardan oluruz. Bunun içinde imtihanı, musibeti, fitneyi algılamak ve ona göre davranmak gerekiyor.
vAllâhu ‘ındeHU ecrun ‘azıym zira Allah büyük ecir, sonsuz karşılık, sonsuz ödül Allah katındadır. Allah muhteşem ödülün kendi katında olduğu zattır. Bir başka şekliyle tercüme edecek olursam eğer.
16-) Fettekullâhe mesteta’tum vesme’u ve etiy’u ve enfiku hayren lienfüsiküm* ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül müflihun;
Öyleyse, olabildiğince Allâh’tan (yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun; algılayın ve itaat edin ve kendi hayrınıza olarak infak edin! Kim benliğinin cimriliğinden/ihtirasından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)
16 – Onun için gücünüz yettiği kadar Allaha korunun, dinleyin, itaat edin, infak edin, kendileriniz için hayır yapın, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlar felâh bulanlardır. (Elmalı)
Fettekullâhe mesteta’tum bu halde, şu durumda gücünüz yettiğince Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Allah’tan gücünüz yettiği kadar sakının demek çok oturmadı. Allah’a karşı gücünüz yettiği kadar saygılı olun dersem daha doğru olur galiba. Ama gücünüz yettiği kadar diyor. Hakikaten ne kadar şefkatli bir ifade. Yani gücünüzün üstünde rabbimiz kendisine saygı bile istemiyor. Gücünüz yettiği kadar.
vesme’u ve etiy’u ve enfiku hayren lienfüsiküm O’nu dinleyin, O’na itaat edin. Kendi hayrınıza olmak üzere infak edin. Hayredin, karşılıksız bağışta bulunun. Allah için vermek, vermek değil almaktır. Kim gibi? Allah Hz. İbrahim’den Hz. İsmail’i istedi. Peki aldı mı? Netsin alıp ta, Allah’ın buna ne ihtiyacı var. Peki almayacaksa neden istedi? Vermek için istedi. İshak’ı da vermek için. Onun için istediğini almadı. İstediği imtihanı geçince İshak’ı üzerine lütuf olarak verdi. Bir başka lütuf olarak.
ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül müflihun kim de nefsinin aç gözlülüğünden infak ile korunursa (İnfak yukarıda geçtiği için oraya zımni bir atıf olduğunu düşünüyorum) Nefsinin aç gözlülüğünden infak ile korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir, felaha erenlerin ta kendileridir Dahıyl; cimri demek. Duhl; cimrilik Şuhh ne peki? Aslında duhl ile Şuhh arasındaki farkı bir vesileyle daha önceden değindiğimi hatırlıyorum. Duhl; kendi elindekini başkasından kıskanan, saklayandır. Şuhh ise başkasının elindekini de kıskanıp onu da eline geçirmeye çalışmaktır.
Demek ki insan bir kez kıskançlık krizine tutulursa, cimrilik krizine tutulursa, Allah’ın kendisine ne kadar cömert olduğunu unutur da, kendisi insanlara karşı pintilik hastalığıyla hareket ederse artık başladığı yerde kalmıyor. Yani kendi elindekini paylaşmamakla kalmıyor. Kendi elindekini paylaşmama hastalığı ilerleyince başkasının elindekine de sahip olmak, yani hiç kimsenin elinde bir şey olmasın, herkesin elinde ki benim olsun noktasına geliyor. Hastalığın en son varacağı çıldırma noktası burası işte. Onun için bu hastalığı daha başlangıçta tedavi etmek infak ile olur. Nifak’ın tedavisi infaksa, cimriliğim tedavisi de infaktır.
17-) İn tukridullahe kardan hasenen yuda’ıfhu leküm ve yağfir leküm* vAllâhu Şekûrun Haliym;
Eğer Allâh’a (Esmâ’sıyla var olmuş ihtiyaç sahiplerine) güzel bir ödünç verirseniz, verdiğinizi size katlayarak arttırır ve sizi mağfiret eder… Allâh Şekûr’dur, Haliym’dir. (A. Hulusi)
17 – Eğer Allaha bir karzı hasen arz ederseniz onu sizin için katlayıverir ve sizi de mağfiret buyurur, Allah şekûrdır halîmdir. (Elmalı)
İn tukridullahe kardan hasenen yuda’ıfhu leküm ve yağfir leküm eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah kat kat size döndürecek ve sizi bağışlayacaktır.
Allah’a borç vermek, infak, sadaka. Demek ki Allah’a borç vermek olarak anılıyor. Allah’a kredi açmak yani bir bakıma tabir caizse. Kişi güvendiğine borç verir değil mi. Kişi güvenmediğine kredi açmaz değil mi. Aslında Allah güvenimizi sınıyor. Allah’a borç vermekten söz ediyor ayet, Allah’ın borca ne ihtiyacı var. Yahudiler gibi mi diyeceğiz innAllâhe fakiyrun ve nahnü ağniya (A. İmran/181) Allah fakir biz zengin miyiz haşa. Böylemi bakacağız. Allah borç istedi diye buradan bu sona mı ulaşacağız. Allah korusun.
Allah, almak için istemez demiştik, vermek için ister. Aslında burada da O. Vermek için istiyor. Zaten O vermişti. Aslında veren kim. Aslında kul hiçbir şeyi vermiyor, kendinin varsa ver. Ne sana ait ki verdiğiniz söyleyeceksiniz. Vermekten söz etmek için senin yaratmış olman lazım. Oysa ki seni de yaratan, elindekileri de yaratan ve yarattığını senin eline emanet olarak veren O değil mi? O zaman ey insan ..ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) bu kadar keriym olan, cömert olan rabbine karşı ne bu gurur, ne bu müstağnilik, ne bu dik kafalılık. Ayet soruyor. Rabbim korusun.
Allah’a güvenen Allah için borç verir. Yani infak eder. Burada ki borç, borç verme değil infaktır aslında. Yaptığınız sadaka infak ve zekatlar Allah’a borç vermek mecazı üzerinden kullanılıyor. İmanın ahlakına güven denir. Ahlaksız iman güvensiz imandır. Ben Allah’a inanıyorum ama Allah’a güvenmiyorum havalarında ki birinin imanı ahlaksız imandır. Bu ne biçim imandır dostlar. İbrahim gönüllü ol ey mü’min, İsmail’ini kurban etki İshak’ı hak edesin. İbrahim gönüllü ol.
vAllâhu Şekûrun Haliym Allah şekurdur, haliymdir. Nasıl tercüme etsem bilmiyorum ki. Şükre hemen ve kat kat karşılık verendir. Kendisine şükredene kat kat karşılık verendir. Dahası; şükürsüzlüğü ise, – Haliym’i ben böyle çevireyim- şükürsüzlüğü ise cezalandırmakta acele etmeyendir. Şükürle bağlantılı olarak iki ismi bir arada bir biri ile bağlantısız çevirmek doğru değil. Çift isimler mutlaka birbirleriyle bağlantılı olarak çevrilmeli, anlaşılmalı. Onun için Haliym’i, şekûr ile birlikte geldiği bu bağlamda şükürsüzlüğü cezalandırmakta acele etmeyen diye anlamak daha doğrudur.
18-) ‘Alimul ğaybi veşşehadetil’Aziyzül Hakiym;
Gayb ve şehâdetin Âlim’idir, Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A. Hulusi)
18 – Gayba de şahadete de âlim, azîz, hakîmdir. (Elmalı)
‘Alimul ğaybi veşşehadetil’Aziyzül Hakiym O Allah’ki idraki aşan hakikatleri de bilir, idrakin kapsamına giren hakikatleri de bilir. Yani sizin açıkladıklarınızı da bilir, açıklamadıklarınızı da. Sizin gördüklerinizi de bildiği gibi görmediklerinizi ve algınızı aşan hakikatleri de bilir. O yüceler yücesidir, hikmetinde sonsuz hikmet sahibidir.
Sadakallahul azıym.
Rabbim bizi O’nun hikmetini kavrayan O’nun yüceliğini ve izzetini layıkıyla anlayan ve O’nun izzetine yaraşır bir kulluk üreten, kulluk yapan kullarından eylesin.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
