“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!
Değerli Kur’an dostları Kur’an lı bir hayat, Kur’an lı bir memat dileyerek, rabbim Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an a aç niyazında bulunarak Kur’an ın gölgesi altında yaşanmış bir hayatı bize lütfet duasıyla bugünkü dersimize giriyoruz.
Bugün Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha yelken açacağız. Görmediğimiz nice sularda birlikte seyahat edeceğiz. İnşallah o derin suların , nefesimiz derinliklerine inmeye ne kadar yeterse dalışlar gerçekleştirip inciler, mercanlar, mücevherler çıkartacağız ve onları ömrümüz boyunca dünyamız ve ukbamızda göğsümüze taktığımız yüreğimiz kadar pirupak tutacağız ve yolumuza ışık yapacağız.
Bu sitenin adı Sâffât. Elimizde ki mushafta 37. sure. Sure adını 1. ayetinden alıyor. Saf saf dizilenler, sıra sıra olanlar, hizaya gelenler, ya da dizenler, getirenler, sıra sıra edenler anlamına gelir. Surenin tek meşhur adı bu tüm kaynaklarımızda.
Surenin iniş dönemi, öncelikle söyleyeyim ki Mekki bir sure. Mekke döneminin 3 periyodundan orta periyoduna denk geliyor. Habeş hicretinden sonra olduğu açık. Sure hangi dönemde indiğine dair bize içinde bir takım işaretler de vermiş. Mesela bu surenin 62. ayetine, İsra suresinin 60. ayeti atıfta bulunur. Bunun anlamı şu Bu sure İsra’dan sonra inmiş olamaz. Yine aynı ayet Duhan/43 e yapılan itiraza cevaptır. Yani bu surenin 62. ayeti, Duhan/43 ayetine yapılan itiraza bir cevap olarak inmiş. Bunun anlamı da şu; Bu sure Duhan suresinden önce inmiş olamaz. Yani en son ve en ön aralığı tespit etmiş bulunuyoruz. En’am, lokman sureleri arasına yerleştirmiş ilk otoritelerimiz.
Surenin konusu bir önceki sure olan Yasin suresi gibi ahiret, yani hesap günü. İlk ayetler, 1. ayetten 11. ayete kadar dikkati manaya önceleyen Mekki üslubun en güzel örneklerinden. Aslında bu surenin tamamında Mekki üslup çarpıcı bir biçimde kendini gösteriyor.
Mekki Üslup kısaca şu; Kur’an ın üslubunu ikiye ayırabiliriz dönemsel olarak. Mekki ayetler kendine has bir üslup taşırlar, medeni ayetler de kendine has bir üslup taşırlar. Bu iki üslup arasında ki fark ta şu. Mekke de inen ayetler anlamdan daha çok muhatabın dikkatini çekmeyi önceler. Medine de inen ayetler ise anlamı önceler. Onun için Mekki ayetler kısa, veciz, çarpıcı ve “ses düzeni olan, akustik ve şiirsel” dir. Şiirle alakalıdır demiyorum. Yani içinde böyle dip akıntısı gibi akan bi4r şiirsellik var, bir ses uyumu vardır. Medeni ayetler ise nispeten uzun, daima bir açılım taşıyan, adeta Mekki ayetlerin tefsiri niteliğindedir. Bu da Kur’an ın iniş süreci, ile alakalıdır.
Birine bir söz anlatacaksanız, önce onun dikkatini çekmek zorundasınız. Dikkatini çekmek, dikkatini toplamak, bana bakar mısın demek, beni dinler misin demek, bana kulak ver demek ve kulak verdiğine kani olduktan sonra söyleyeceğini, söylemek.
Yasa belli, iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Sure de bundan söz ediyor. Kendilerine atalar yolunu mazeret kılan vahyin ilk muhatapları, ve daha sonra ve çağdaş modern muhatapları kim olursa olsun onların hepsine birden modeller veriyor. 9 peygamber özelinde modeller sunuyor. Ama özellikle vahyin ilk muhatabı olan inkarcılara Hz. İbrahim modelini biraz ayrıntılı sunuyor. Yani bununla şunu söylüyor;
Atalarımızın yolunu mu izliyoruz diyorsunuz? Peki siz atalarda da mı ayırımcılık yapıyorsunuz. İbrahim de atanız. Niçin iyi atalar dururken kötü ataları izliyorsunuz. Kötü örnek olmaz, kötü misal olmaz. O zaman siz samimi değilsiniz. Aslında atalarınızı mazeret gösteriyorsunuz fakat kötü olan sizsiniz. Çünkü iyiyi örnek almanız gerekirken geçmişin içinden kötüyü seçip örnek alıyorsunuz. Bunu da açıkça söylüyor.
İnnehüm elfev abaehüm dâlliyn (69) Onlar atalarını sapık olarak buldular. Devam ediyor; Fehüm alâ asârihim yühre’un (70) Bu çok ilginç fakat diyor onların ardından öylesine körü körüne seğirtiyorlar ki anlayana aşk olsun. Yani hem sapık olarak buldular hem de onların ardından yetişelim diye tabana kuvvet koşuyorlar. Yühre’un, aslında bu kelime hre’, körü körüne birini izlemek, körü körüne, şaşkınca ona yetişeyim de ne olursa olsun diye ona yetişmeye çabalamak.
Hz. İbrahim ve kurbanlık oğlunun sınavı ele alınıyor surede. Hem de ayrıntılı olarak. 100 ve 105. ayetler arasında ve sonunda iyilik bedelsiz değildir diyor sure. inna kezâlike neczil muhsiniyn (105) işte biz iyileri böyle ödüllendiririz. Yani 4.500 yıl önce gök kubbeye koy verilmiş bir çığlık hala bugün kendisine aşıklar topluyorsa, hala yüreklerimizde yankı buluyorsa, Allah sadece ahirette değil, burada da ödüllendiriyor demektir. İşte İbrahim ve İsmail (A.S.) örneğinden yola çıkarak İnananların, mü’minlerin alması gereken ders bu.
Ve sure, en büyük sapma Allah ile insan arasında ki doğrudan iletişimi kesen şirktir diyor. Bunu da 149 – 166. ayetleri arasında uzun uzun işliyor. Şirk İnsanın Allah karşısında haddini bilmemesi. Tanrı tayinine kalkışması, Allah’a ait mükemmel bir niteliği onun dışında bir varlığa yakıştırıp, yakıştırdığı varlık karşısında da nesneleşmesidir. Ama bundan da öte şirkin İnsana yaptığı en büyük kötülük doğrudan iletişimi kesmesidir. Rabbi ile doğrudan iletişim kurmak. İnsana yakışan bu. Eğer dolaylı iletişim kurmaya kalkarsanız anlam kayba uğrar, mesaj kayba uğrar. Sizin mesajını da kayba uğrar, alacağınız karşılıkta kayba uğrar. Onun için rabbinizle doğrudan bağlantı kurun. Dolaysız iletişim kurun mesajıdır şirki reddeden her ayet.
Bu kısa özetten sonra şimdi Sâffât suresinin tefsirine geçebiliriz.
“BismillahirRahmanirRahıym”
1-) VesSaaaffati saffâ;
And olsun o saflar olarak dizilenlere (boyutları oluşturan kuvvelere). (A.Hulusi)
01 – Kasem olsun ol kuvvetlere: o saf dizip de duranlara. (Elmalı)
VesSaaaffati saffân düşün, Fikret, aklet, teemmül et, üzerinde uzun uzun dur. Sıra sıra dizilenlerin ve sıra sıra dizenlerin.
Bu manayı vermem boşuna değil, gerekçesini izah edeceğim. Sâffât, tekili sâffe. İnsan, melek, kuş gibi hareket yeteneği olan varlıklarla ilgili kullanılan bir kelime. Kur’an da hareket yeteneği olan tüm varlıklara atfedilir. İlk 3 ayette kim kastediliyor sorusu farklı cevaplar bulmuş. Klasik müfessirlerimiz burada hemen bir çoğu melekler cevabını vermişler ki, ben tevakkuf ediyorum bu cevap üzerinde, yani duraksıyorum. Tereddüdüm var. Çünkü bu surenin 165. ayetinde şöyle buyruluyor;
Ve inna le nahnus saffun (165) işte o saf saf olanlar, o sıra sıra dizilenler bizleriz. O ayetin bağlamına baktığımızda Allah’ın has kulları olduğunu görüyoruz. Yani surenin içinde burada ki saf saf dizilenlerin kimliğine dair bir delil var. Buradan yola çıkarak burada saf saf dizilenler Allah’ın has kulları, müminler, ona teslim olanlar diyebiliriz.
Tabii daha ötesi de var. Burada bazı müfessirler, ki başta Razi, burada ki sıra sıra dizilenler vahiydir, bununla kasıt vahiydir demiş. Ki aslında 3. surede ki tâliyat harflerin sıra sıra dizilerek anlamlı kelime, kelimelerin sıra sıra dizilerek anlamlı cümle, cümlelerin sıra sıra dizilerek anlamlı metin oluşturması anlamına gelir. O halde ilk 3 ayetten bahsettiğimize göre acaba sâffât’a da böyle bir anlam yüklenebilir mi sorusu önemli.
Vahiy eğer bu yorumu kabul edersek ki güzel bir yorum, bu durumda sıra sıra dizilen vahiy sanki canlı, kanlı özne gibi takdim edilmiş. Bu mühim, bunun altı çizilmesi gerek. Zaten Kur’an da vahye özne muamelesi yapmamızı isteyen bir çok işaret var. Unutmayınız bundan önce Yasiyn, VelKur’ânilHakiym. (1-2) Hakiym’i tefsir ederken ısrarla vurgulamıştım. Hakiym mübalağa ile ismi faildir, özne formudur. Yani özne olan biri için kullanılır. Muhatabı üzerinde öznelik yapacak, Hakiym, ismi fail, yani failin ismi. O halde Kur’an ismi faildir. Hakiym olan Kur’an. Unutmayın bu Allah’ın da sıfatı aynı zamanda. Kendi sıfatından bir pay vermiş vahye ve vahiy muhatabı üzerinde bir inşada bulunuyor. Muhteşem bir inşada. İşte burada da onu görmek mümkün. Bu ikinci yoruma göre.
Acaba 1. yorumla 2. yorumu, yani Sâffât; hem samimi mü’minleri hem de vahyi, ikisini birden içermez mi? Diye bir soru sorabiliriz haklı olarak. Cevabını da çok güzel alıyoruz. Merhum büyük müfessirimiz, bu toprakların yetiştirdiği Ebus Suud; Evet diyor. Bu kelime sarf olarak 2 manayı birden içerir. Yani hem fail, hem mef’ul manasını. Hem dizen, hem dizilen manasını. O halde ben de ikisini birden içermek yerine neden bir tanesini tercih edip diğerini atalım ki. Zaten usulse böyle bir kural vardır. Eğer delillerin arasını cem etmek, birleştirmek, te’lif etmek mükinse iki delilden biri atılmaz. İşte bu noktada;
VesSaaaffati saffân sıra sıra dizilenleri düşün, onları sıra sıra dizenleri düşün. Hizaya dizilenler Mü’minler, onları hizaya sokan da vahiy. Saf saf olan mü’minler, onları saf saf eden kurşunla berkitilmiş bir duvar gibi, hani Hucurat suresinde ifade buyruluyor ya; (hayır Saff/4 olacak) ..saffen keennehüm bünyanun mersus. (Saff/4) kurşunla birbirine berkitilmiş tuğlalardan yapılmış muhteşem bir duvar gibi omuz omuza, saf saf çelik gibi, yani dağılmış yürekleri kurşundan bir duvar gibi birleştirdik.
İşte bunu kim yaptı sorusunun cevabı da ilk ayetin içinde vahiy yaptı. Vahiy parçayı bütünler, dağınığı toplar, bölünmüşü bütünleştirir, parçalanışı, parçayı bütünün içine koyar. Sizin parça olarak gördüğünüz şeyi bütün içinde görmenizi sağlar ve parçayı bütün içinde değerlendirme yeteneği kazandığınızda parça da kökü duran, kötü gibi gelenin bütünde çok güzel olduğunu görürsünüz. O zaman uçağa yetişmek için gaza basıp ta kaza yapmanızı çok kötü olarak nitelendireceğiniz yerde, 1 saat sonra o uçağın düştüğü haberini aldığınızda. Bu bana ne büyük bir iyilik oldu deme ihtimalinizi hep aklınızda tutturur. İşte parça bütün ilişkisini Kur’an inşa ettiği akılla, tasavvurla böyle kurar.
2-) Fezzacirati zecra;
O (Allâh’tan engelleyici – perdeleyici faktörleri) şiddetle defedenlere. (A.Hulusi)
02 – O haykırıp da sürenlere. (Elmalı)
Fezzacirati zecran vazgeçirip set çekenleri.
Vahyin nehiyleri, ikili anlamı tercih ettiğimize göre vahiy ve mü’minler. Yani set çeken ve vazgeçiren, geri durduran, bazı şeylerde tutan sizi. Yürüme diyen, dur diyen, buraya girme diyen. Bu vahye yönelik olarak anladığımızda vahyin nehiyleri, vahyin yasakları. Çünkü vahiy; içinde zehir olan köftelere el uzatmamızı engeller Çünkü vahiy zakkum’u yememizi engeller. Güzel kokar, albenilidir, güzel görüntüsü vardır, ama yemeye kalktığınızda zehirlidir, öldürebilir. Zaten bu surenin içinde de zakkum gelecek. Onun için günah öyledir, Zakkuma benzer. Dışardan albenilidir, caziptir. Ama yemeye kalktığınızda zehirler. İşte vahiy ona karşı sizi uyarır ve engeller.
Mü’minler için aldığımızda nehy i anil münker, kötülükten sakındırma, vazgeçirme. Mü’minin böyle bir görevi var. Ona tekabül eder bu ayet.
3-) Fettaliyati zikra;
O zikir (hatırlatıcıyı) okuyanlara. (A.Hulusi)
03 – Ve o yolda zikir okuyanlara. (Elmalı)
Fettaliyati zikra uyarmak için peş peşe gelenleri.
Evet, uyarmak için peş peşe gelenler. Yine vahiy eksenli düşündüğümüzde vahyin uyarmak için ardı ardı sıra gelmesi. Saf, hareketli varlıklar için değil mi. Tilavette harfler için kullanılır. Yani harfler yan yana gelince anlamlı kelime, kelimeler yan yana gelince anlamlı cümle, cümleler yan yana gelince metin oluşturur. Burada saf, bir amaca ulaşmak için sıraya dizilmekse, tilavette bir anlama ulaşmak için sıraya dizilmektir. Onun her ikisini de birden ilk 3 ayette birden görüyoruz. Nasıl ki harfler bir manaya, ilahi manayı içine almak için sıra sıra dizilmeleri gerekiyorsa ey mü’minler, sizi de ilahi misyonu üstlenmeniz için sıra sıra dizilmeniz gerek, saf saf olmanız, disipline girmeniz gerekiyor. Biz bu mesajı alıyoruz.
4-) İnne ilâheküm le Vâhıd;
Muhakkak ki sizin tanrınız (olarak düşündüğünüz) Vâhid’dir! (A.Hulusi)
04 – Ki ilâhınız birdir sizin. (Elmalı)
İnne ilâheküm le Vâhıd şüphe yok ki ilahınız elbette bir tektir.
5-) Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve Rabbül meşarık;
Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir (Esmâ’sıyla açığa çıkaranı) ve doğu(ş)ların (açığa çıkacakların) da Rabbidir! (A.Hulusi)
05 – Hep o Göklerin Yerin ve aralarındakilerin rabbi ve bütün müşriklerin rabbi. (Elmalı)
Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve Rabbül meşarık göklerin, yerin ve onlar arasında ki her şeyin rabbi ve bütün doğuların rabbi.
İlginç, bütün doğuların rabbi. Güneşin doğum yerleri, meşarık. Güneş iki gün aynı yerden doğmaz. Daima derece derece kayar. Ama burada güneşle, ayla, geceyle gündüzle, yerle gökle, yağmurla ilgili bir şey söylendiği zaman, tabiatla ilgili bir şey söylüyor olmaktan daha çok, onun aracılığı ile manevi bir şey söyler Kur’an. Çünkü Kur’an fizik kitabı, coğrafya kitabı değil. Bu manada hep bize, bizi biz eden, bizi biz kılan, bizi ebedi kılan insani tarafımızı onarır.
İşte o noktada ne söylüyor manevi güneşlerin farklı farklı doğum merkezlerine işaret ediyor. Mesela peygamberler. Her biri bir güneşti, her biri farklı doğdu. Ama güneş olmalarını engellemedi. Her biri bir güzelliği temsil etti, ama ortak güzellikleri de hep oldu. Her biri farklı coğrafya da geldi. Ama hepsi de güneşti. Farklı dilleri konuştu, ama hepside güneşti.
Dahası her vahiy farklı farklı yerden doğan güneşin doğuşuna benzer. Her vahiy aynı güneşin farklı yerlerden doğuşuydu. Kökü aynı idi. Allah’tan geliyordu, ama farklı farklı yerlerden doğuyordu. Güneş farklı yerden doğar ama, güneş aynı güneştir. Çünkü ışık kaynağı olan bir şeydir, karanlığın tersine. Karanlıksa kaynaksız bir şeydir. Onun için karanlık bir başına var olan bir şey değildir. Karanlık, ışığın yok olduğu halidir. Işık olmadan karanlığı tarif edemeyiz, tanımlayamayız. Çünkü karanlık kendi başına bizatihi var olan bir şey değil.
Batıl budur işte. Aslında batıl yoktur, “mış” gibi görünür. Varmış gibi. Yoktur aslında. Çünkü bir temeli yoktur. Bir gerçekliği yoktur, yalana dayanır. Bakınız tüm batıllar yalana dayanırlar. Hakikatse tektir. Kaynağı tektir, fakat hakikatin geliş yolları farklı farklıdır. Tıpkı güneşin geliş yolları gibi.
İşte bu farklılıklar arasındaki uyumu gör. Bu farklılıklara düşman olma. Bu farklılıkları algıla, bu farklılıklar hayatın doğasında vardır. Olanca farklılığına rağmen muhteşem bir uyumu sergiler. Ey insanoğlu sen de farklı mizaçlara, farklı huylara, farklı yapılara, farklı dillere, farklı renklere sahip olmana rağmen güneş gibi tek bir hakikate yönelmelisin. Farklı yerlerden doğabilir sana hakikat ama unutma ki kaynağı tektir.
6-) İnna zeyyennes Semâed dünya Bi ziynetinil kevakib;
Muhakkak ki biz, o Dünya semâsını gezegenler ile zinetlendirdik. (A.Hulusi)
06 – Bakınız biz o Dünya Semayı (o yakın Göğü) bir ziynetle donattık: kevakib. (Elmalı)
İnna zeyyennes Semâed dünya Bi ziynetinil kevakib şüphesiz biz yerin en yakın göğünü yıldızların güzelliğiyle süsledik. Evet, insanoğlu nedense yıldızları yer yüzünde arar, gök yüzündekileri unutur. İnsanoğlu nedense otellerin duvarlarında ki yıldızları sayar da gökteki sayılamayacak yıldızların ihtişamını unutur. İnsanoğlu böyledir. Alıştığı mucizeleri unutur da alışmadığı sıradanlıklara hayran olur. İnsanoğlu böyledir ve Rabbimizde alıştığımız mucizelere bir kez daha dikkatimizi çeker. Yani bütün bu muhteşem mucizelerin tek kusuru sizin çok görmüş olmanız mı? Aslında bu hatırlatılır.
Aslında el kevakip gezegen anlamına gelir. Afaki ayetler içerisinde. Fakat yıldızlar diye çevirmek daha doğru Çünkü burada bize bahsedilen şey gezegen ya da yıldızların bizzat cismi değil gelen ışığı. Semanın süslendiği şey ışık. Onun içinde bize kadar gelen ışık bildiğimiz bu evrenin içinde her buuttan, her boyuttan bize kadar gelir. Onun için burada ki dünya, yani seması en yakın gök. Bizim evren dediğimiz. O halde seb’a semavat, yedi gök, ne anlayacağız, o çıkmıyor mu. En yakın gök şu evrense, onun ötesinde göklerden söz ediyor. Bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, aklımızın ermeyeceği, akıl sır ermeyen bambaşka alemlerden söz ediyor. Yedi kat gökten söz ederken. Aslında burada ki yedi rakamı kat katlılığa, çok katlılığa çeşitliliğe delalet eder. Yani aritmetik değildir.
[Ek bilgi; "Yakın gök" ifadesi ile, gözlerimizle görebilmenin mümkün olduğu uzaya işaret edilmektedir. Nitekim daha uzakta bulunan, yerlerini bilemediğimiz birçok "sema" vardır. Başlangıçtan günümüze kadar insan, "sema=gök" ifadesi ile belli bir yeri kastetmemiş ve uzayın görebildiği kadarını "sema" olarak adlandırmıştır. (Ebu’l Alâ Mevdudi – Tefhimu’l Kur’an)]
7-) Ve hıfzan min külli şeytanin marid;
(Dünya semâsını) kurallara itaatten çıkan her şeytandan koruduk. (A.Hulusi)
07 – Hem mütemerrid ve her şeytandan koruduk. (Elmalı)
Ve hıfzan min külli şeytanin marid üstelik onları her isyankar şeytanın tasallutundan koruduk.
Marid; kontrol dışı diye de çevrilebilir. Kontrol dışı her şeytanın. El Haric anidda’a. Öyle demiş üstad Aşur. Kontrol dışı, itaat dışı. İradeyi zaafa uğratan her türlü kehanet ve onu yapan kâhine bir atıf var burada. Şeytanlaşmış tip. Kehanet ve Kâhinlerin en büyük zararı nedir? İnsan iradesini sıfıra indirmek. Neden? Bazı kehanetler kendi kendini gerçekleştiren kehanetlerdir. Nasıl olur? Der ki size; sizin yıldızınız, sizin burcunuz hep başarısızlığı gösteriyor. Mesela, şimdi siz buna bir kere inanırsınız, inandıktan sonrada başarısız olmak için elinizden geleni yaparsınız. Çünkü kendi, kendini gerçekleştiren kehanet diyoruz biz buna işte. Önce inanıyorsunuz, sonra başarısız olmak için elinizden ne geliyorsa onu yapıyorsunuz. Ve başarısız olduktan sonra da; Gördün mü nasıl doğru çıktı diyorsunuz. Aslında doğru çıkan falan yok siz doğrulamak için kendi kendinizi mahvettiniz. İç enerjinizi tükettiniz. Yamuldunuz tabir caizse.
İşte tüm bu tip hurafelerin ve batıl inançların en büyük zararı insan iradesinin istikametini saptırmasıdır. Tıpkı pusulayı saptıran sahte manyetik alanlar gibi. Sahte manyetik alanlar yaratır, sahte manyetik alanlar doğurur ve sizin pusulanız o sahte manyetik alan sayesinde sapar. Siz zannediyorsunuz ki pusulanızın ucu kuzeyi gösteriyor, hayır, kuzeyi gösteriyor diye hesaplayıp yürüyüşünüzü ona göre devam ettirdiğinizde Mekke’ye varacakken bir de bakmışsınız Moskova’ya varmışsınız. Veya Washington’a varmışsınız. Yani yanlış yere varmışsınız. Çünkü pusulanız sapmış. Onun içinde burada ayet ve ayetler bu pasaj saptırıcı her tür iradeyi kısıtlayıcı her tür müdahaleye tekabül eder.
8- Lâ yessemme’une ilel Meleil A’la ve yukzefune min külli canib;
(O şeytanlar) Mele-i Âlâ’yı dinleyemezler ve her taraftan şiddetle defedilirler! (A.Hulusi)
08 – Onlar melei alâyı dinleyemezler, tart için her taraftan sıkıya tutulurlar. (Elmalı)
Lâ yessemme’une ilel Meleil A’la ki yüce katın sakinlerini dinleme iddiasında bulunamasınlar. İsyankar şeytanın tasallutundan koruduk demişti bir önceki ayet, Neden? Ki yüce katın sakinlerini dinleme iddiasında bulunamasınlar, dinleyemesinler, dinlemesinler. Yüce kat, Melei âlâ, melekler alemi. Daha özelde vahiy meleğini dinleyemesinler.
ve yukzefune min külli canib bu ayet, biraz önceki okuduğumuz ayetin aslında bir kısmı, yarısı şunu söylüyor; Kâhinler, kehanette bulunanlar, falcılar ve ona benzer gaybdan haber verdiğini iddia eden şarlatanlar, hemen bütün bunların hepsi nedense yalanlarını sahici bir kaynağa atfederler. Zaten yalan diye söylese kim dinler. İşte onu ret içindir bu ibare. ve yukzefune min külli canib ve her yandan terslensinler, yüz geri edilsinler, çevrilsinler.
9-) Dühuren ve lehüm azâbün vasıb;
Kovularak… Onlar için daimî bir azap vardır. (A.Hulusi)
09 – Ve onlara ayrılmaz bir azâb vardır. (Elmalı)
Dühuren ve lehüm azâbün vasıb dünyada dışlansınlar ve ahirette de sürekli bir azaba mahkum olsunlar.
10-) İlla men hatıfel hatfete feetbe’ahu şihabün sâkıb;
Ancak bir söz kapan olursa, bu yüzden onu yakıcı bir alev takip eder. (A.Hulusi)
10 – Ancak bir çalıp çarpan, onun da peşine bir şihabı sâkıb takılır. (Elmalı)
İlla men hatıfel hatfete feetbe’ahu şihabün sâkıb ancak bir bilgi kırıntısı kapanlar olursa onlar da delik deşil eden, burgu gibi oyan, matkap gibi oyan bir ateş korunun pençesine düşsünler. Sanki beddua eder gibi ayetler. Yani bir bilgi kırıntısı, onun için her sahte peygamber gaybdan haber verdiğini iddia eden herkes mutlaka bir parça doğru söyler. Zaten söylediğinin tamamı baştan sona yalan olması şeytan için bile mümkün değil. Onun için hiçbir kitap yazlamaz ki baştan sona yalan olsun. En azından içinde bir doğru bulursuz.
Bu noktadan yola çıkarak şunu söylüyor bu ayet; Eğer söylediği içinde bazı gerçekleri görüyorsanız, bu diğer yalanları meşrulaştırmaz, ya da onun gaybdan haber aldığı anlamına gelmez. Çünkü birçok şey zaten iki ihtimallidir. Atar, %50 tutma payı vardır. Eğer siz %50 tutma payının içinde bazıları tutmuşta bildi diye alkışlamanız gerekmiyor siz de atsanız o kadar tutar, belki ondan çok tutar. O nedenle sahte ile yalan, yalanla gerçeği ayırt edin ve yalanın peşine düşmeyin, kapılmayın.
11-) Festeftihim ehüm eşeddü halkan emmen halaknâ* inna halaknâhüm min tıynin lazib;
O hâlde görüşlerini sor onlara (seni inkâr edenlere): Yaratılışları itibarıyla onlar mı daha güçlü yoksa yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları Tıyn-i Lazib’den (yapışkan – kopup ayrılmayan bir balçıktan) yarattık. (A.Hulusi)
11 – Şimdi sor onlara yaradılışça kendileri mi daha çetin yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz kendilerini bir cıvık çamurdan yarattık. (Elmalı)
Festeftihim onlardan şu sorunun cevabını iste ehüm eşeddü halkan emmen halaknâ kendileri yaratılışça takdir ettiğimizden daha üstün ve güçlümüdürler, yoksa bizim yarattığımız ve çok iyi bildiğimiz kimselerden midirler. Biraz tasarruflu çevirdim bunu Yani açmalıyım galiba, Kendileri bizim kendilerini yarattığımız kapasitede midirler, yoksa biz çoktan aştık Allah’ın kapasitesini mi demeye getiriyorlar. (haşa) Yani yaratılıştan getirdiğimiz yeteneklerin kapasitesini aştık, dolayısıyla bizim türümüz için Allah’ın koyduğu yasalar bize işlemez demeye mi getiriyorlar. Evet onu diyor burası.
inna halaknâhüm min tıynin lazib açık gerçek şu ki onları konsantre bir balçıktan, yani bir çamursan yaratan biziz.
Zımnen şunu söylüyor Yaratılıştan konulan sınırları aştıklarını mı zannediyorlar. O zaman şunu söylemeli onlara Elâ ya’lemü men hâlâk, (Mülk/14) Allah tarattığını bilmez mi. Yani siz Allah’ın sizin için koyduğu sınırları aştığınızı mı söylemek istiyorsunuz. Bu nasıl bir iddia, bu nasıl bir arlanmazlık demeye getiriyor ayet.
Kaderi aşmak, Burada ki kader Allah’ın koyduğu ölçü. Kader ölçüdür. Ölçüsüz şey yok, Allah ölçüsüz şey yaratmaz. Onun için Allah’ın koyduğu ölçüyü aşma iddiası ha, bu ne cüret. Toprakta bulunan elementlere de dikkat çekerek ayetin sonu, yani topraktaki elementlerden yarattık sizi. Fakat toprakta o elementler hala duruyor. Haydi sizde ondan yola çıkarak laboratuarınızda bir şeyler yaratsanıza. Orada ki elementler orada. 140 küsur element var. Toprakta ne kadar element varsa, sanırım 144, insanda da o kadar var. Çok ilginç. Aynı, aynen, aynı sayıda, ne fazla ne eksik. Fakat buyurun bir avuç toprağı alın bu insan deyin.
Peki onu insan haline getiren kim bize bu soruyu sordurmak istiyor aslında. Yani basit bir hammaddeden kompleks bir şaheser yaratan biziz.
[Ek bilgi; Çünkü biz kendilerini, cıvık, yapışkan bir çamurdan yarattık. Onlar yaratıldıktan sonra cıvık bir çamurun ne çetinliği olur? Bir cıvık çamur ki, en gelişmiş şekli nutfe (bir damla su)dir. (Elmalı- Tefsir)]
12-) Bel ‘acibte ve yesharun;
Hayır, onların alaylı hâllerine şaşıp kaldın. (A.Hulusi)
12 – Fakat sen taaccüp ettin onlar eğleniyorlar. (Elmalı)
Bel ‘acibte ve yesharun ama hayır sen hayranlık ve şaşkınlık duyarken onlar işin gırgırındalar. ‘acipte’yi; hem hayranlık, hem şaşkınlık olarak çevirdim, doğrudur iki anlamı da içeriyor. Hayranlık duyarken böyle bir şaheser yaratan Allah’a ve böyle bir Allah’a isyan edenlere de şaşkınlık duyarken onlar işin dalgasındalar, gırgır geçiyorlar.
13-) Ve izâ zükkiru lâ yezkürun;
Onlar hatırlatıldıklarında da hatırlayıp düşünmezler! (A.Hulusi)
13 – İhtar edildiklerinde de düşünmüyorlar. (Elmalı)
Ve izâ zükkiru lâ yezkürun hatırlatıldığı zamanda öğüt almazlar. Yani uyarırsınız uyarı da kar etmez, dinlemezler.
14-) Ve izâ raev ayeten yesteshırun;
Bir işaret gördüklerinde, alaya alırlar. (A.Hulusi)
14 – Bir mucize gördükleri vakit da eğlence yerine tutuyorlar. (Elmalı)
Ve izâ raev ayeten yesteshırun ve bir ayet gördüklerinde küçümsemeye kalkarlar. Bir ayet, Allah’ın bir hitabı, ilahi hitap, ya da bir mucize fark etmez. ama burada özellikle zaten kendisi mucize olan ilahi vahiy ifade ediliyor olsa gerek.
15-) Ve kalu in hazâ illâ sıhrun mubiyn;
“Bu apaçık bir büyüleyici etkidir” dediler. (A.Hulusi)
15 – Ve, bu, diyorlar başka bir şey değil, apaçık bir sihir. (Elmalı)
Ve kalu in hazâ illâ sıhrun mubiyn ve derler ki açıkça bu büyüleyici sözden başka bir şey değildir.
Ahiretten söz edilen her yerde akılları almadığı için sevgili dostlar Ahiretten ve gaybdan bahseden her ayeti sihir olarak görüyorlar. Aslında burada gördükleri olağanüstü bir hal falan yok, sadece kafalarının, havsalarının almadığı bir dünyadan söz edildiğini gördüklerinde buna sihir diyorlar. Akıllarının almadığı ahiretle ilgili tüm ayetlere yaklaşımları bu.
16-) Eizâ mitna ve künna türaben ve ızamen einna le meb’usûn;
“Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda, gerçekten biz bâ’s olunacak mıyız?” (A.Hulusi)
16 – Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit mı? biz mi ba’s olunacakmışız? (Elmalı)
Eizâ mitna ve künna türaben ve ızamen einna le meb’usûn ne yani biz ölüp gittikten, toza toprağa karışmış bir iskelet halini aldıktan sonra tekrar mı diriltileceğiz derler.
17-) Eve abaünel evvelun;
“Evvelki atalarımız da mı?” (A.Hulusi)
17 – Evvelki atalarımız da mı? (Elmalı)
Eve abaünel evvelun yani eski atalarımızda mı diriltilecek, hala devam ediyorlar. Salvo üstüne salvo. Aslında burada alttan alta farklı bir şey görüyorum ben. Bir korku eski atalarımızda mı diriltilecek derken babalarımızla yüzleşmeyelim. Babalarımız da diriltilecekse yandık der gibiler yani. Onlarla yüzleşmeye kalkarsak eğer hesabı veremeyiz. Yani şimdi onlar gittiler bir daha dönmeyecekler diyerek onların arkasından istediğimizi söylüyor, onları takip ediyor, onlara öldükten sonra yol yordam biçiyoruz. Daha doğrusu misyon giydiriyoruz. Ama şimdi onlar da diriltilecekse bizim halimiz ne olacak. Sanki böyle bir korku var gibi geldi bana. Yani atalarıyla yüzleşmekten korku.
18-) Kul ne’am ve entüm dahırun;
De ki: “Evet! Siz de boyun bükmüş zavallılar olarak (bâ’s olunacaksınız).” (A.Hulusi)
18 – De ki: evet, hem siz çok hor, hakîr olarak. (Elmalı)
Kul de ki, cevap ver onlara ne’am evet, elbette de. ve entüm dahırun hem de rezil rüsva bir halde diriltileceksiniz.
19-) Feinnema hiye zecretün vahıdetün feizâ hüm yenzurun;
O ancak bir tek çığlık; birden onlar bakınırlar! (A.Hulusi)
19 – Çünkü o bir zorlu kumandadan ibarettir derhal gözleri açılıverir. (Elmalı)
Feinnema hiye zecretün vahıdetün feizâ hüm yenzurun nitekim o gün bir tek sarsıcı komut yankılanır her tarafta. Ve işte o gün herkes bön bön bakakalır.
20-) Ve kalu ya veylena hazâ yevmüd diyn;
“Vay bize! Bu, Din Günü’dür!” dediler. (A.Hulusi)
20 – Eyvah bizlere derler bu o din günü. (Elmalı)
Ve kalu ya veylena hazâ yevmüd diyn ve eyvaahh..! derler, eyvah.! Bu; işte o haber verilen hesap günüdür.
21-) Hazâ yevmül faslilleziy küntüm Bihi tükezzibun;
“Bu, kendisini yalanladığınız ayırt etme sürecidir!” (A.Hulusi)
21 – Bu işte o sizin yalan dediğiniz fasıl günü. (Elmalı)
Hazâ yevmül faslilleziy küntüm Bihi tükezzibun işte bu yalanlayıp durduğunuz, iyi ile kötünün arasını ayırma günüdür.
22-) Uhşürulleziyne zalemu ve ezvacehüm ve ma kânu ya’budun;
“Toplayın o zulmedenleri (bilinçleri), onların eşlerini (bedenlerini) ve tapınıp kulluk yaptıkları şeyleri.” (A.Hulusi)
22 – Toplayın mahşere o zulmedenleri ve eşlerini ve Allah dan başka taptıkları şeyleri. (Elmalı)
Uhşürulleziyne zalemu ve ezvacehüm ve ma kânu ya’budun toplayın bütün o zalimleri onların türdeşlerini ve kulluk ettikleri her bir şeyi toplayın.
Ellezine zalemu geliyor burada, zulümde direnenler diye mana vermek lazım zalemu; mazi fiil, çoğul kipinden. Kendilerini bilmeyenler için kullanılır Kur’an da genelde. Çünkü zulüm bir şeyi yerinden etmektir. Allah’ın koyduğu yerden etmeye zulüm denir. İnsanı Allah bir yere koymuş, ona bir misyon biçmiş, bir rol biçmiştir. Ama insan Allah’ın kendisini koyduğu yerden kendi eliyle kendisini ederse zulüm olur bu. İşte bu da kendini bilmezliktir, yerini şaşırmaktır. Yerini şaşıranlar zalim olurlar.
23-) Min dûnillâhi fehduhüm ila sıratıl cahıym;
“Allâh dûnundakileri! Onları cehennem yoluna yollandırın!” (A.Hulusi)
23 – Toplayın da götürün onları sırata; Cehennem köprüsüne doğru. (Elmalı)
Min dûnillâh Allah’tan başka her şeyi, yani burada demişti ki toplayın o zalimleri, türdeşlerini, taptıklarını, Allah’tan başka taptıkları her şeyi fehduhüm ila sıratıl cahıym ve hepsini gözleri fal taşı gibi açacak bir ateşe sürün.
Cahıym; etimolojik olarak Cahmet-ül ayn derler mesela gözleri yuvalarından fırlamış. Onun için gözleri pörtlek olana böyle denilir Araplarda. Onun içinde öyle dehşetli bir gazap ki onu gören göz yuvasından fırlayacak. Gördüğünün dehşetinden, gördüğü şeyin dehşeti gözü çekecek bir mıknatıs gibi.
24-) Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun;
“Durdurun onları! Muhakkak ki onlar sorumludurlar!” (A.Hulusi)
24 – Ve tevkif edin onları, çünkü sorguya çekilecekler. (Elmalı)
Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun ve onları orada alıkoyun. Çünkü onlar sorgulanacaklar.
Sorgulanmaktan kim kaçmaz? Belli sorumluluktan kaçmayanlar kaçmaz. Sorumluluktan kaçmaması içinde sorumlu bir hayat yaşaması lazım. Eğer sorumsuz bir hayat yaşamışsa sorgulanmaya nasıl evet desin Onun için kaçacaklar ama, kaçamayacaklar.
25-) Ma leküm lâ tenâsarun;
“Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?” (A.Hulusi)
25 – Ne oldu sizlere yardımlaşmıyorsunuz? (Elmalı)
Ma leküm lâ tenâsarun denilecek ki ne oldu, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz ki, hadi. Dünyada birbirinizin yalanını da, sapkınlığını desteklemek için omuz omuza veriyordunuz. İnkarda, küfürde. Bu hesap gününde de birbirinizi desteklesenize.
26-) Bel hümül yevme müsteslimun;
Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır! (A.Hulusi)
26 – Hayır bu gün onlara teslim olmuşlardır. (Elmalı)
Bel hümül yevme müsteslimun yoo..! ama hayır bu imkansız. Onlar o gün Allah’a ister istemez teslim olacaklar. Dünyada gönüllü teslim olmayanlar, hesap günü gönülsüz de olsa mecburen teslim olacaklar. Dünyada teslim olsalardı Müslüman olmuş olacaklar, bu teslimiyetlerinin adı da İslam olacaktı. Ama orada teslim olmanın hiçbir getirisi olmayacak.
27-) Ve akbele ba’duhüm alâ ba’dın yetesaelun;
Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar! (A.Hulusi)
27 – Ve bazısına dönmüş soruyorlardır: (Elmalı)
Ve akbele ba’duhüm alâ ba’dın yetesaelun ve birbirlerine yönelerek yardım talebinde bulunacaklar, ya da birbirlerine soracaklar. İki manaya da gelir yetesaelun. Birbirlerine yardım talebinde bulunmak, ya da birbirlerine sormak. Ama yardım talebi gibi geldi bana burada.
28-) Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemiyn;
“Muhakkak ki siz bize sağdan (sanki hakikati bildirirmiş gibi) gelirdiniz?” (A.Hulusi)
28 – Siz diyorlardır: bize sağdan gelir dururdunuz. (Elmalı)
Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemiyn bir kısmı şöyle diyecek…
Değerli dostlar burada anti parantez şunu hemen vurgulamalıyım. Burada anlatılanları başka hiçbir kaynak anlatamaz. Öyle bir yerden konuşuluyor ki şu anda, Allah’tan başkasının haber veremeyeceği bir yer. Ahiret. Arkeolojik kazılarla bilgi elde edemeyeceğiniz bir alandan konuşuyor Kur’an. Uzayda ki kulaklarınızla dinleyemeyeceğiniz bir alandan konuşuyor Kur’an. Laboratuarda çalışarak elde edemeyeceğiniz bilgiler veriyor şu anda Kur’an ve kimse bu bilgileri veremez başka. Bu bilgileri verse verse; Sadece ve sadece Kur’an verir. Unutmayın. İşte Kur’an oradan konuşuyor. Onun içinde dinlerken can kulağıyla dinlemek gerekiyor.
Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemiyn bir kısmı şöyle diyecek; siz bize hep sureti haktan görünerek yanaştınız, Anil yemin, sağdan demek kelime manası. Ama Arap dilinde sağdan yanaşmak aldatarak, tumturaklı gerekçelerle yaklaşmak.
29-) Kalu bel lem tekûnu mu’miniyn;
(Onlar da) dediler ki: “Hayır, siz iman etmediniz (bildirilenlere)!” (A.Hulusi)
29 – Yok, diyorlardır: siz inanmamıştınız. (Elmalı)
Kalu bel lem tekûnu mu’miniyn onlar da cevap verecekler; asla diyecekler siz zaten hiç inanmamıştınız ki.
30-) Ve ma kâne lena aleyküm min sultan* bel küntüm kavmen tağıyn;
“Bizim, üzerinizde bir hâkimiyetimiz yoktu… Aksine siz azgın bir topluluk idiniz.” (A.Hulusi)
30 – Ve bizim size karşı cebredebilecek bir saltanatımız yoktu, fakat siz azmış bir kavim idiniz. (Elmalı)
Ve ma kâne lena aleyküm min sultan hem bizim sizi zorlayacak hiçbir gücümüz de yoktu. bel küntüm kavmen tağıyn bilakis siz küstah ve azgın bir topluluk idiniz.
Hani İbrahim suresinde geçer ya, hatırlayınız. Orada da ahirette şeytanın aldattıkları arasında ki diyalog sırasında geçer. O ayeti hatırlayalım; ..illâ en deavtüküm festecebtüm liy* fela telumuniy ve lumû enfüseküm. (İbrahim/22) Beni kınamayın diyor şeytan kendi yandaşlarına, arkasına dökülenlere, kendinizi kınayın, beni kınamayın. Kınayacak biri varsa o da sizsiniz. Çünkü ben davet ettim, siz de tıpış tıpış geldiniz. Sorgulamadınız. Ben tuzağın içine peynir koydum, Allah size akıl vermiş ama siz fare gibi davranış gösterdiniz, peynir burada ne geziyor, kim koymuş bunu buraya demediniz. Hemen atladınız. Ben itlaf etmek için sizin imanınızı telef etmek için köftenin içine zehir koyup verdim siz ise akıllı bir insan gibi değil, köfte sever bir canlı gibi davrandınız. Yani ona atıldınız. Ve dolayısıyla bunu buraya kim koymuş, bunun için ne bedel ödedim, bunu yiyince başıma ne gelir diye sormadınız. Oysa akıl bunun içindi ve yediniz. Onun için öyle diyecek beni kınamayın, kendinizi kınayın.
ma ene Bi musrihıküm ve ma entüm Bi musrihıyye (İbrahim/22) bugün ne benim size bir yararım olur, ne ben sizin imdadınıza yetişebilirim, ne de siz benim imdadıma yetişebilirsiniz diyecek. Bu ayette ki diyalogla burayı birlikte okumak lazım.
31-) Fehakka aleyna kavlü Rabbina* inna lezâikun;
“İşte sonunda Rabbimizin bildirisi gerçekleşti! Doğrusu (şimdi) biz (azabı) tadıcılarız.” (A.Hulusi)
31 – Onun için üzerimize rabbimizin kavli Hakk oldu, her halde hepimiz tadacağız. (Elmalı)
Fehakka aleyna kavlü Rabbina* inna lezâikun fakat şimdi rabbimizin sözü hepimizin aleyhine gerçekleşti. Hepimiz yaptıklarımızın acısını tadacağız. Yani bir başka acı değil, kendi elimizle yaptığımızın. Onun için Allah insana gazap etmez. Allah insana azab etmez. insan kendi eylemleriyle kendine eder.
ve ma zalemnahüm ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun. (Nahl/118) onlara biz zulmetmedik asla, Asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler. O kadar.
32-) Feağveynaküm inna künna ğaviyn;
“Bundan ötürü sizi saptırıp azdırdık… İşin gerçeği biz azmıştık!” (A.Hulusi)
32 – Evet biz sizi kışkırttık, çünkü biz azgındık. (Elmalı)
Feağveynaküm inna künna ğaviyn fakat biz sizi aldatmadık. Ben burayı böyle anladım, böyle çevirdim. Başka türlü çevirenler de var. Ama asıl burada ki 28. ayette ki sureti haktan görünüp bizi aldattınız diyorlardı ya, ona cevap gibi geldi bana. Fakat biz sizi aldatmadık, o aldatmadık yok literal olarak. Parantez içinde onu söylüyorum. Açıkça saptırdınız. Yani sureti haktan görünüp de bizi aldattınız demeyin açıkça saptırdık sizi. Niye? Arkasında inna künna ğaviyn geliyor. Çünkü biz zaten sapıtmış kimselerdik. Buradan zımnen söylediği şu sapığı takip edince sapıtacağınızı akledemediniz mi. aklınıza gelmedi mi diyor.
33-) Feinnehüm yevmeizin fiyl azâbi müşterikûn;
Muhakkak ki onlar, o süreçte azapta ortak olanlardır. (A.Hulusi)
33 – O halde hepsi o gün azâpta müşterektirler. (Elmalı)
Feinnehüm yevmeizin fiyl azâbi müşterikûn şu halde onlar o gün azapta da ortak olacaklar.
Bu açık ve net dostlar, bu açık ve net. Kim kimin yolundan yürüyorsa o, onun vardığı yere varır. Bunu bilmek için kahin olmaya, hatta zeki olmaya bile gerek yok. Kimin yolundan yürüyorsanız onun durduğu yere varırsınız, onun menziline varırsınız. Yolunuz müşterekse durağınız da müşterek diyor. Bu, bu kadar.
34-) İnna kezâlike nef’alu Bil mücrimiyn;
Kesinlikle biz, şirk suçunu açığa çıkaranlara işte bunu uygularız! (A.Hulusi)
34 – İşte biz mücrimlere böyle yaparız. (Elmalı)
İnna kezâlike nef’alu Bil mücrimiyn çünkü biz suçu tabiat haline getirenlere işte böyle davranacağız. Mücrimiyn i suçu tabiat haline getirenler diye çevirdim. Çünkü bir tek cürüm, bir tek suç işlemek sahibini mücrim yapmaz. Suçu içselleştirmesi, suçu tabiat haline getirmesi, suçu bir ahlaka dönüştürmesi lazım. Onun için o suçu isim olarak alır. Artık mücrim diye anılır.
35-) İnnehüm kânu izâ kıyle lehüm lâ ilâhe illAllâhu yestekbirun;
Onlara “lâ ilâhe İllAllâh” gerçeğini kabullenin denildiğinde, muhakkak ki onlar benliklerini öne çıkarmışlardı! (A.Hulusi)
35 – Çünkü onlar «la ilahe illallah» denildiği zaman kafa tutuyorlardı. (Elmalı)
İnnehüm kânu izâ kıyle lehüm lâ ilâhe illAllâhu yestekbirun şu bir gerçek ki ne zaman kendilerine Allah’tan başka ilah yoktur denilmişse, mutlaka küstahça kibirlenmişler, böbürlenmişlerdir.
36-) Ve yekulune einna letarikû alihetina lişa’ırin mecnun;
“Tanrılarımızı, cinlenmiş bir şair için terk mi edeceğiz?” derlerdi. (A.Hulusi)
36 – Ve «hiç biz mecnun şâir için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı. (Elmalı)
Ve yekulune einna letarikû alihetina lişa’ırin mecnun ve; ne yani şimdi kalkıp ta mecnun bir şairin sözüne uyup ilahlarımızı mı terk edelim demişlerdir. Böyle demişlerdir.
Aslında zihnen kurdukları bir bağ var. Vahyi şiire benzetiyorlar. Yasini şerifte ilgili ayetleri işlerken bunu da işledik hatırlayınız. Ve ma allemnahüş şi’re ve ma yenbeğıy leh. (Yasin/69) ayetlerinin tefsirinde bunu işlemiştik. Şiiri vahye benzetiyorlar, vahyi şiire. Peygamberi de şaire benzetiyorlar. Daha arkası var. Şiirle kehanet arasında doğrusal bir bağ kuruyorlar. Şairlerle cin arasında da doğrusal bir bağ kuruyorlar. Yapısal bir bağ bu. Dolayısıyla böyle düşününce şu sonuca varıyorlar. Bu şiirdir, bunu söyleyen şairdir, şairlere şiiri cinler verir. Cinlerle haşır neşir olanda mecnundur, cinlenmiştir. İşte oradan yola çıkarak böyle bir yafta yapıştırıyorlar.
37-) Bel cae Bil Hakkı ve saddakal murseliyn;
Hayır, O, Hak olarak gelmiştir ve Rasûlleri de tasdik etmiştir. (A.Hulusi)
37 – Hayır o Hakk ile geldi ve bütün Peygamberleri tasdik eyledi. (Elmalı)
Bel cae Bil Hakkı ve saddakal murseliyn yoksa onlar bilmiyorlar mı..
Peygambere, peygamberlikten önce Muhammed ül emiyn dediklerini ve toplumun en ahlaklı, en zeki en kaliteli insan olarak gördüklerini bilmiyorlar mı. Onlar da biliyorlar ama, inkar böyle bir şey.
Hayır bilakis o hakikati getirmiş ve geçmiş gitmiş elçileri tasdik etmiştir.
38-) İnneküm lezâikul azâbil eliym;
Muhakkak ki siz o feci azabı tadıcılarsınız! (A.Hulusi)
38 – Elbette siz o elîm azâbı tadacaksınız. (Elmalı)
İnneküm lezâikul azâbil eliym şu kesin ki siz acıklı bir azabı hak ettiniz. Neden? Çünkü siz kendi kendinizi inkar ettiniz. Çünkü siz hakikate gözlerinizi kapadınız, yalanı içselleştirdiniz.
39-) Ve ma tüczevne illâ ma küntüm ta’melun;
Yaptıklarınızın sonucundan başka bir şey yaşamazsınız! (A.Hulusi)
39 – Mamafih başka değil, hep yaptığınız amellerinizle cezalanacaksınız. (Elmalı)
Ve ma tüczevne illâ ma küntüm ta’melun ve yaptıklarınızın dışında bir şeyle cezandırılmayacaksınız. Yani cezalandırılacaksınız ama, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.
Tevbe/21 le birlikte (Hayır 121. olacak) anlamak lazım, onun ışığında anlamak lazım bu ayeti. .. li yecziyehümullâhu ahsene ma kânu ya’melun. (Tevbe/121) evet, orada diyordu ki mü’minlere; hak ettiklerinizin en güzeli ile cezalandırılacaksınız. Mü’minlere. Yani Mü’minler Allah’ın rahmetini böyle elde edecekler. Mesela namazlar tasnif edilmiş sıra sıra namazlar, teneke namazlar, demir namazlar, bakır namazlar, tunç namazlar, gümüş namazlar, altın namazlar, elmas namazlar. Varsa tabii. Bir tane bile. En iyisi ne mümine rahmet ederken Allah elmas namazlar mı bir tane, maksimumuna ulaşmış hangisi ise diğerlerini de ona katın. Ama burada inkarcılar için tersi yok. Yaptıklarının en kötüsü değil, yaptıkları kadar. İşte Allah’ın rahmet farkı.
40-) İlla ‘ıbadAllâhil muhlesıyn;
Allâh’ın ihlâsa (samimiyete, sâfiyete) erdirilmiş kulları (azaptan) müstesna. (A.Hulusi)
40 – Müstesnâ ancak Allahın ihlâs verilmiş kulları. (Elmalı)
İlla ‘ıbadAllâhil muhlesıyn ancak Allah’ın ihlasını desteklediği kulları hariç. Muhlesiyn; Kur’an da 2 tür gelir. Muhlisiyn ve muhlesıyn. Yani hem ismi fail olarak, hem ismi meful olarak. Bu ne manaya gelir? Hem aktif bir özne olarak kişi ihlas sahibi olur, hem de Allah ona ihlas verir, samimiyetini artırır. Bu şu demektir; özünde samimi olmaya çaba gösterirse, Allah onun bu çabasını destekleyerek samimiyetini maksimum seviyeye yükseltir. Onun için bu ayetin söylediği de aslında bu.
Hani Üzmer/11. ayetinde deniliyordu ya; Kul inniy ümirtü en a’budAllâhe muhlisan lehüd diyn. (Zümer/11)aslında ihlasın tarifidir bu. De ki ben dini yalnız Allah’a has kılarak, onu başka her tür sapmadan, kirlenmeden korumakla emr olundum, O’na kulluk etmekle emr olundum. Yani dini temiz tutarak, inancı, imanı temiz tutup ona sağdan soldan kir karıştırmamak ihlastır işte, budur.
41-) Ülaike lehüm rizkun ma’lum;
İşte onlar için bilinen (takdir edilmiş olan) bir rızık vardır. (A.Hulusi)
41 – Onlar için bir «malûm rızık» var. (Elmalı)
Ülaike lehüm rizkun ma’lum işte onlar için ahirette belirlenmiş bir rızık vardır.
42-) Fevakih* ve hüm mükremun;
Meyveler (elde etmiş oldukları kuvvelerin getirileri)… Onlar ikram olunanlardır. (A.Hulusi)
42 – Meyveler, ve onlar hep ikram olunurlar. (Elmalı)
Fevakih lezzet kaynağı her tür ürün. Fakihe de meyve manasına gelir Arap dilinde ama üretildiği fe ki he kökü aslında neş’e, lezzet, haz, sevinç manalarına gelir. Yani hazzın, refahın sevincin sürurun kaynağı. ve hüm mükremun zira onlar tarifsiz bir ikrama mazhar olacaklar. Yani tarifsiz bir ikram, mükemmel ikram daha doğrusu.
43-) Fiy cennatin ne’ıym;
Nimetler cennetlerinde. (A.Hulusi)
43 – Naîm Cennetlerinde. (Elmalı)
Fiy cennatin ne’ıym nimetlerle tıka basa dolu olan cennetlerde. Cennet; güzelliklerin üretildiği merkezdir değerli Kur’an dostları. Bildiğimiz, dünyada tanıdığımız ne kadar lezzet, tat, neşe, zevk varsa hepsi cennette ki mükemmel aslının çok geri bir kopyasıdır. Aslı cennettedir. Cennet, varlığın tekamül ettiği yerdir. Cennet güzelliğin üretildiği merkezdir unutmayınız ve onun için cennete girmiş Mü’min, tekamül sürecinin sonuna ermiş mümindir. Yani yürüyüşün sonu cennet olursa içinizdeki potansiyelin maksimum gerçekleştirildiği yerdir orası. Yani siz de maksimum noktanıza çıkmış olursunuz. Onun için cennet en iyinin en iyi ile en iyi ortamda buluştuğu en iyi yerdir.
[Ek bilgi; Cennet hakkında detaylı bilgi için Yasin/55 bakınız.]
44-) Alâ sürurin mütekabiliyn;
Serirler (makamlar) üzerinde karşılıklı olarak otururlar. (A.Hulusi)
44 – Karşılıklı tahtlar üzerinde. (Elmalı)
Alâ sürurin mütekabiliyn muhteşem tahtlarda birbirlerine bakışarak. Cennette kimse kimsenin ensesinden bakmayacak. Kur’an da cennetliklerden söz ederken hep yüz yüze bakmaktan, sevgi dolu bakışlarla bahseder. Enseden bakmak aslında arkadan bakmaktır. Cennette herkes herkesin yüzüne bakacak, yüzünden tat alacak. Çünkü yüzüne bakılacak insanlar olacak. Sevginin aslı orada. Adeta sevgi ırmağı cennetten doğuyor. Dünyaya da birkaç damla gelmiş olsa gerek. O birkaç damlacık dahi insanın hayatını günü gülzar ediyor, ya aslı ne etmez.
45-) Yutafü aleyhim Bi ke’sin min me’ıyn;
Kaynaktan (Esmâ hakikatinden) doldurulmuş kâseleri (kuvveleri) gezdirilir. (A.Hulusi)
45 – Maînden bir ke’s ile üzerlerine pırlanılır. (Elmalı)
Yutafü aleyhim Bi ke’sin min me’ıyn aralarında kaynak sularından doldurulmuş kristal kaseler dolaştırılacak. Ke’s; Arapça da dolu bardak, dolu kâse, dolu kadeh. Boşuna kû’t denir. Kû’t ta ke’s te bardak manasına gelir ama dolu olanına ke’s, boş olanına kû’t denir. Arap dilinde iclis te u’kut ta otur manasına gelir. Fakat arasında ciddi bir nüans vardır. Nedir o? Ayaktakine otur demektir iclis, yatana otur demek te u’kut tur. Böylesine harika bir ayırım vardır. Yani incelik vardır dilde.
46-) Beydae lezzetin lişşaribiyn;
Bembeyaz (marifet nûru), içenlere (kullananlara) keyif veren kâseler (kuvveler). (A.Hulusi)
46 – Bembeyaz, içenlere lezzet. (Elmalı)
Beydae lezzetin lişşaribiyn içenlere tarifsiz bir lezzet veren berraklıkta olacak.
47-) Lâ fiyha ğavlün ve lâ hüm anha yünzefun;
Aklı yanlışa yönlendiren bir özellik yoktur onda… Onlar ondan sarhoş da olmazlar (neyi nasıl yaptıklarının bilincini hiç yitirmezler)! (A.Hulusi)
47 – Onda ne bir gaile vardır, ne de başlarına vurur. (Elmalı)
Lâ fiyha ğavlün ve lâ hüm anha yünzefun ne zahmet verir ne de baş döndürür.
48-) Ve ‘ındehüm kasıratüt tarfi ıyn;
Yanlarında gözlerini yalnızca onlara dikmiş, göz aydınlığı olanlar vardır. (A.Hulusi)
48 – Yanlarında iri gözlü nazarlarını kasretmiş nazenînler. (Elmalı)
Ve ‘ındehüm kasıratüt tarfi ıynun ve yanlarında gözü dışarıda olmayan tatlı bakışlı eşler olacak. Bunun cinsiyeti falan verilmiş değil. Geleneksel tefsirimiz hep beyli cinslere hasreder ama gözü dışarıda olmayan kasıratüt tar. Bakışın bir kısmını kısmak demektir kelime olarak. Yani belli şeylere bakmayan. Daha doğrusu bakışını kontrol altında tutan, kontrol eden bakışını demektir. Bu da çevirdiğim gibidir. Yani gözü dışarıda olmayan, gözü hep eşinde olan eşler. İşte bu, adeta burada iffet timsali sevgi dolu eşlere tekabül ediyor.
49-) Keennehünne beydun meknun;
Sanki onlar (kendileri için) korunmuş yumurtalar (kuvvelerini açığa çıkarmada yardımcı objeler) gibidir. (A.Hulusi)
49 – Sanki saklı yumurtalar. (Elmalı)
Keennehünne beydun meknun sanki kumda gizlenmiş deve kuşu yumurtaları gibi kusursuz eşler. Kumda gizlenmiş deve kuşu yumurtaları. Yani burada gün görmemiş, ellenmemiş. Bu manaya gelir. El değmemiş, bu manaya gelir. Evet, eşler.
[Ek bilgi; “Bu ayet müfessirler tarafından çok çeşitli şekillerde yorumlanmış olmasına rağmen en doğrusu, Hz. Ümmü Seleme'den rivayet edilen şu hadistir. Rasûlullah'a (s.a.) bu ayetin anlamı sorulduğunda o şöyle dedi: "Bunlar, yumurtanın kabuğu ile içi arasındaki zar kadar nazik ve yumuşak olacaklardır." (İbn Cerir.) (Ebul Al’a Mevdudi- Tefhimu’l Kur’an)]
50-) Feakbele ba’duhüm alâ ba’dın yetesaelun;
(Cennettekiler) birbirlerine yönelip soruşurlar. (A.Hulusi)
50 – Derken bazısı bazısına dönmüş soruyorlardır: (Elmalı)
Feakbele ba’duhüm alâ ba’dın yetesaelun işte onlar da birbirlerine dönerek sualler soracaklar.
51-) Kale kailün minhüm inniy kâne liy kariyn;
Onlardan biri dedi ki: “Gerçekten benim bir arkadaşım vardı.” (A.Hulusi)
51 – İçlerinden bir söyleyen «benim der: bir karînim vardı. (Elmalı)
Kale kailün minhüm inniy kâne liy kariyn içlerinden biri diyecek ki bir zamanlar benim bir arkadaşım vardı.
52-) Yekulü einneke le minel musaddikıyn;
(O) derdi ki: “Hakikaten sen (bildirilenleri) tasdik edenlerden misin?” (A.Hulusi)
52 – Derdi: sen cidden inananlardan mısın? (Elmalı)
Yekulü einneke le minel musaddikıyn bana; “Ne, yoksa sen onun doğruluğunu tasdik mi ediyorsun.” Diye itiraz ederdi.
53-) Eizâ mitna ve künna türaben ve ‘ızamen einna le mediynun;
“Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı cezalandırılacağız?” (A.Hulusi)
53 – Öldüğümüz de bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit hakikaten biz cezalanacak mıyız?» (Elmalı)
Eizâ mitna ve künna türaben ve ‘ızamen einna le mediynun ne yani derdi, biz şimdi ölüp gittikten, toza toprağa karıştıktan sonra bir iskelet halini aldıktan sonra hesap vereceğiz öyle mi? Diye eklerdi. einna le mediynun Medine, bakınız aynı köktendir. Medeniye, temeddün. Aslında Medine; içinde hukukun uygulandığı yerleşim merkezi anlamına gelir. Medeniyette hukukun hakim olduğu uygarlıktır. Hukukun üstün olduğu. Burada reddettiği şey hesap, yargılama. Aslında ahireti inkarın arkasında yatan gizli gerçeği söylüyor bu ayet. Sorumsuzca bir hayatı yaşamak istiyor, onun içinde yargılanmayı reddediyor, hesap vermeyi reddediyor. Hesapsız yaşamak istiyor, hepsi bu. Ahireti inkarın temelinde bu yatıyor.
54-) Kale hel entüm müttali’un;
Dedi ki: “Siz söz ettiğinizin gerçekleşmesine şahit oldunuz mu?” (A.Hulusi)
54 – Nasıl der bir bakıştırır mısınız: (Elmalı)
Kale hel entüm müttali’un sözüne devamla sordu. Onun halini görmek ister misiniz. Onun ne durumda olduğunu bilmek ister misiniz?
55-) Fettale’a fereahü fiy sevail cahıym;
İşte şimdi onu yaşadılar; üstelik onu cehennemin tam ortasında gördü. (A.Hulusi)
55 – Derken bakmış onu tâ Cehennemin ortasında görmüştür. (Elmalı)
Fettale’a fereahü fiy sevail cahıym bunun üzerine bakar etrafına ve onu cehennemin taa..! orta yerinde görür.
56-) Kale tAllâhi in kidte le turdiyn;
Dedi ki: “TAllâhi, az kalsın beni de bu çukura yuvarlayacaktın.” (A.Hulusi)
56 – Tallahi, der: doğrusu sen az daha beni helâk edecektin. (Elmalı)
Kale tAllâhi in kidte le turdiyn aman Allah’ım der. Aman Allah’ım, az kalsın beni de mahvedecektin. Beni de yanına buraya alacaktın der.
57-) Velev lâ nı’metü Rabbiy leküntü minel muhdariyn;
“Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle (cehennem) kapısına zorunlu getirilenlerden olurdum.” (A.Hulusi)
57 – Rabbimin nimeti olmasa idi ben de bu ihzar edilenlerden olacaktım. (Elmalı)
Velev lâ nı’metü Rabbiy leküntü minel muhdariyn eğer rabbimin yardımı olmasaydı ben de burada tutulanlardan olmuştum diyecek.
Burada bir diyalog geçiyor, temsili bir diyalog. Zaten bu ayetlerde anlatılan ahiret hayatının ve hassaten cennet hayatının, bizim şu sınırlı havsalamız ve aklımızla algılayabileceğimiz bir gerçeklik değil. Aklımızı aşan bir gerçeklikten, aklımızın alacağı kelimelerle söz ediliyor ve burada ki diyalogdan amaçta kötü arkadaşın ne dehşet zararı olduğu yeriliyor. Yani aslında akıbeti kötü olanların bir çoğu, kötü arkadaş yüzünden oluyor. Belki Sadi Şirazi’nin dediği gibi;
“Yâri bed bed ter-bâd ez mâri bed” kötü arkadaş engerek yılanından daha zehirlidir dediği gibi gerçekten de kötü arkadaşın soktuğu ölüyor. Burada söylenen gerçekte o olsa gerek.
58-) Efema nahnu Bi meyyitiyn;
“Biz beden kaydından kurtulmuşlardan değil miyiz?” (A.Hulusi)
58 – Nasılmış bak? Biz ölecek değiliz. (Elmalı)
Efema nahnu Bi meyyitiyn cennet arkadaşlarına yönelerek, bir daha ölmeyeceğiz değil mi der sevinçle.
59-) İlla mevtetenel ula ve ma nahnu Bi muazzebiyn;
“İlk ölümü tadışımız dışında (artık başka ölüm yaşanması söz konusu değil)! Biz azap olunacaklar da değiliz.” (A.Hulusi)
59 – ilk ölümümüzden başka. Ve biz muazzep değiliz. (Elmalı)
İlla mevtetenel ula ve ma nahnu Bi muazzebiyn ölüm sadece şu ilk ölümümüzdü değil mi. ve biz artık asla azaba uğratılmayacağız değil mi. Allah, Allah, insanın cennette dahi nasıl sevindiğini gösteren ayetler bunlar.
60-) İnne hazâ lehüvel fevzül azıym;
“Muhakkak ki bu büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (A.Hulusi)
60 – Bu işte hiç şüphesiz o büyük murad, büyük kurtuluş. (Elmalı)
İnne hazâ lehüvel fevzül azıym evet bu, işte budur muhteşem zafer. Evet dostlar işte budur muhteşem zafer. Kazanmak nedir, başarı ne, başarısızlık ne, kaybetmek ne. Allah’tan bağımsız bir başarı tasarımı yok. Allah’tan bağımsız bir kariyer planlaması yok. Bir mü’min Allah’tan bağımsız bir kariyer planlaması yapamaz, yapmamalı. Çünkü başarı dediğiniz şeyin içini Allah dolduracak. Yoksa yok. Parçada başarı görünen öyle şeyler var ki bütünde korkunç bir kayıptır. Nasıl garanti edeceksiniz. Bütünü gören birine sığınmadan nasıl garanti edeceksiniz. Sizi aldatan bir parça ise ve bütün içinde gerçekte çok berbat duruyorsa..! Evet..!
61-) Limisli hazâ felya’melil amilun;
Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar! (A.Hulusi)
61 – Böyle bir murad için çalışsın çalışan erler. (Elmalı)
Limisli hazâ felya’melil amilun çalışıp çabalayanlar işte buna benzer bir akıbet için çalışmalıdırlar.
Bir daha okuyalım mı? Bu ayet bir kez daha okunmayı hak ediyor. Limisli hazâ felya’melil amilun çalışıp çabalayanlar işte böyle bir başarı için çalışıp çabalamalıdırlar.
62-) Ezâlike hayrun nüzülen em şeceretüz zakkum;
Nüzûl itibarıyla bu mu hayırlıdır yoksa zakkum ağacı (kişinin bedeni) mı? (Buraya kadar kişinin hakikatine imanla açığa çıkardığı Esmâ kuvvelerinin yaşatacağı cennet hâlinden bahsedilmişken; şimdi de kişiye cehennemi yaşatacak, kendini beden kabul etmesi sonucu yalnızca bedenî zevklere dönük yaşamasının sonuçları, benzetmelerle anlatılmaya başlanmıştır. A.H.) (A.Hulusi)
62 – Nasıl bu mu hayırlı konmak için yoksa o zakkum ağacı mı? (Elmalı)
Ezâlike hayrun nüzülen em şeceretüz zakkum şimdi konuğu böyle ağırlamak mı iyidir, yoksa zehir zakkumla ağırlamak mı. Aslında zakkum ağacıyla, lafzen bu. zehir zıkkım olsun derler ya, aslına zehir zakkum olsun, Anadolu’da deyim olmuş, yani konuğu böyle muhteşem bir sofrayla ağırlamak mı, cennet gibi bir yerle ağırlamak mı, yoksa zehir zakkumla ağırlamak mı. Onu söylüyor. Nüzülen ağırlamak, mükellef ziyafet manasına gelir. Vahiy bir gök sofrası olduğu için nazil olmuştur. Yani vahyin nazil olmasından söz ederken de vahyin insanlığın önüne açılmış bir gök sofrası olduğunu söylemiş oluyoruz.
Şeceretüz zakkum ilk geçtiği yer Duhan/43. ayet. Buna ateşte ağaç biter mi, ki Yasin/80. ayetinde bunu görmüştük. Yani ağaçtan ateş çıkıyor, ateşte de ağaç bitiyor. Birbirinin zıddı. Ağaçtan ateş, ısı çıktığını gördünüz inandınız da ateşin ortasında ağaç çıktığını Allah söyleyince niye inkar ediyorsunuz. İlk inkarcılara aslında söylenen de bu.
Zakkum lügatte, yemek, yutmak, nahoş bir şey yutmak ya da nahoş şekilde, kötü şekilde yemek anlamına geliyor. Biraz sonra daha ayrıntılı bilgi vereceğim.
63-) İnna ce’alnaha fitneten liz zâlimiyn;
Doğrusu biz onu (zakkum ağacını – bedeni) zâlimler için bir sınav objesi kıldık (hakikatlerini mi hatırlayacaklar yoksa kendilerini beden kabul ederek mi yaşayacaklar). (A.Hulusi)
63 – Ki biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır. (Elmalı)
İnna ce’alnaha fitneten liz zâlimiyn şüphe yok ki biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.
Sınav aracı, iman; gaybi hakikatlere inanmaktır dostlar. Sınav aracı kılınan bir çok şey var Kur’an da tek tek bu ayet kullanılır oralarda da, bu ibare. Salih peygamberin devesi mesela, Kamer/27. ayeti. Üzerinde 19 vardır ayetin. 19 melek mi, 19 başka bir şey mi, bu sayı da bir sınav aracı kılındığı söylenir. Müddessir/31. ayetinde. Yine İsra- miraç hadisesinin sınav aracı kılındığı söylenir İsra/63. ayetinde. (Hayır İsra/60 olacak) ki bütün bunlar sınav aracı kılınmıştır. Onun için sınanma aracı kılınan bu hususlar üzerinde spekülasyon yapıp tartışmak, sınavı kaybetmek anlamına gelir.
64-) İnneha şeceretün tahrucü fiy aslil cahıym;
Muhakkak ki o cehennemî (yanmayı oluşturan) kaynaktan oluşan bir ağaçtır (biyolojik bedendir). (A.Hulusi)
64 – O bir ağaçtır ki Cehennemin kökünde çıkar. (Elmalı)
İnneha şeceretün tahrucü fiy aslil cahıym elbet o cehennemin ta orta yerinde yetişen bir ağaçtır.
65-) Tal’uha keennehu ruusüş şeyatıyn;
Onun (kendini yalnızca beden kabulünün) meyvesi, sanki şeytanların kafaları (bilincin içgüdüsel dürtüleri) gibidir. (A.Hulusi)
65 – Tomurcukları Şeytanların başları gibidir. (Elmalı)
Tal’uha keennehu ruusüş şeyatıyn tomurcukları yeleli yılanların başları gibi albenilidir. Bu ayet gerçekten açıklamaya ihtiyaç duyuyor;
Araplar yeleli bir yılan türüne şeytan derler. Hatta bir hadiste şeytan adı verilen bu yılanın çok zehirli olduğu için öldürülmesi emredilmiş, itlaf edilmesi. Buradan hisse nedir? Şu. Bu yılan başının üzerinde altın sarısı bir tüy taşır saç gibi başka yılan türlerinde olmayan muhteşem bir görüntüsü vardır başının. Çok hayret verici, şaşkınlık verici bu yılanın bu albenili başını gören biri ona hayran hayran bakarken o onu sokar ve öldürür. Yani şeytana belki de oradan mülhem olarak şeytan dendi.
İşte aslında günahın tabiatı veriliyor burada. Günah , siz onun zevkine, lezzetine ağız tadına bakarken sizi zehirleyen bir yılan, ibikli yılan, yeleli yılan (Kobra) gibi bir şey. Şeytan da böyle. Onun için burada kıssadan hisse olarak belki bugün zakkum adını verdiğimiz Nerium oleander isimli bitki. Latincesi bu. Bu bitki biliyorsunuz her yerde yetişen zakkum dediğimiz bitki. Bunu hiçbir hayvan yemez. Kokusu albenili, çiçeği de albenili ama yemeye kalktığınızda belli bir dozu aşırırsanız ölürsünüz.
İşte tıpkı günahta bunun gibi, şeytanın aldatması da bunun gibi. Eğer size dış kabuğuna bakarak aldatır da yedirirse o zaman zakkumu yemiş olursunuz. İşte burada söylediği de bu.
66-) Feinnehüm le akilune minha femaliune minhel butun;
Muhakkak ki onlar (dünya yaşamı boyunca) ondan yerler ve ondan karınlarını doldururlar. (A.Hulusi)
66 – Her halde onlar ondan yiyeceklerdir. Yiyecekler de ondan karınlarını dolduracaklardır. (Elmalı)
Feinnehüm le akilune minha femaliune minhel butun ve onlar kesinlikle ondan yemeye ve karınlarını onunla tıka basa doyurmaya mahkum ve mecburdurlar. Yani isteklerine kalmış bir şey değildir diyor.
67-) Sümme inne lehüm aleyha le şevben min hamiym;
Bunun sonucu onlara, yapılarına işleyecek yakıcı su (benlik duygusu) vardır. (A.Hulusi)
67 – Sonra üzerine onların hamîmden bir haşlamaları vardır. (Elmalı)
Sümme inne lehüm aleyha le şevben min hamiym sonra onun üstüne birde yürek dağlatan, yürek dağlayan, iç parçalayan, iç kaldıran bir umutsuzluğu yudumlayacaklar.
68-) Sümme inne merci’ahüm leilel cahıym;
Bundan sonra onların dönüş yerleri elbette cehennemdir. (A.Hulusi)
68 – Sonra da dönümleri şüphesiz ki Cehennemedir. (Elmalı)
Sümme inne merci’ahüm leilel cahıym neticede son durakları elbet gözleri fal taşı gibi açan bir ateş olacak.
69-) İnnehüm elfev abaehüm dâlliyn;
Çünkü onlar atalarını (hakikatten) sapmışlar olarak buldular. (A.Hulusi)
69 – Çünkü onlar babalarını dalâlette buldular. (Elmalı)
İnnehüm elfev abaehüm dâlliyn çünkü onlar atalarını sapkın kimseler olarak buldular.
70-) Fehüm alâ asârihim yühre’un;
Böylece onların izleri üzerinde ısrarla koşarlar.
70 – Şimdi de onların izlerince koşturuyorlar. (Elmalı)
Fehüm alâ asârihim yühre’un fakat kendileri arkalarından körü kürüne seğirtiyorlar, koşturuyorlar. Onları sapık olarak buldukları halde. Burada söylediği hakikat; değerini kıdeminden almaz. Hakikat hakikattir, değerini kendinden alır. Atalarının doğru yolda yürüyüp yürümedikleri hakikati belirleyici olmaz.
71-) Ve lekad dalle kablehüm ekserul evveliyn;
Andolsun ki onlardan önce, ilk nesillerin çoğunluğu da (Hakikatten) sapmıştı! (A.Hulusi)
71 – Hakikat onlardan evvel eskilerin ekserisi dalâlette idi. (Elmalı)
Ve lekad dalle kablehüm ekserul evveliyn doğrusu onlardan öncekilerin çoğu da sapmıştı.
72-) Ve lekad erselna fiyhim münziriyn;
Andolsun ki onların da içinde uyarıcılar irsâl ettik. (A.Hulusi)
72 – Celâlim hakkı için içlerinde inzar edici Peygamberler de gönderdik. (Elmalı)
Ve lekad erselna fiyhim münziriyn ve elbette onların içerisine de uyarıcılar göndermiş, peygamberler yollamıştık.
73-) Fenzur keyfe kâne akıbetül münzeriyn;
O uyarılanların sonu nasıl oldu bir bak! (A.Hulusi)
73 – Sonra da bak o inzar edilenlerin akıbeti nasıl oldu? (Elmalı)
Fenzur keyfe kâne akıbetül münzeriyn dön de bir bak şu uyarılanların akıbeti ne olmuş. Yani uyarılıp ta uyarıya uymayan, isyan edenlerin sonu ne olmuş. Ad kavminin sonuna bir bak, Semud kavminin sonuna bir bak, Lût kavminin sonuna bir bak, Nuh kavminin sonuna bir bak. Bak ta ibret al.
74-) İlla ‘ıbadAllâhil muhlesıyn;
Sadece Allâh’ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları bunun dışında kaldı. (A.Hulusi)
74 – Ancak Allahın ihlâs ile seçilen kulları başka. (Elmalı)
İlla ‘ıbadAllâhil muhlesıyn bunun tek istisnası var Allah’ın samimi ve saf imanını desteklediği kullar. Evet. Onlar bunun istisnası. 40. ayette geçti, ki açıkladık. İnançları üzerine titizlenenlerin Allah tarafından desteklenmesine işaret. Yani bunu müjdele. İnançları üzerine titizlenenler Allah tarafından desteklenirler. Yoksa sırf kendileri baş edemeyebilirler. Ama titizlenmeleri yeterli, Allah onların eksiğini giderir.
75-) Ve lekad nadana Nuhun felenı’mel müciybun;
Andolsun ki Nuh bize yönelmişti… Biz ne güzel icabet edenleriz. (A.Hulusi)
75 – Celâlim hakkı için bize Nuh nidâ etmişti, biz de hakikat ne güzel mucîbiz. (Elmalı)
Ve lekad nadana Nuhun felenı’mel müciybun doğrusu onlardan biri olan Nuh’ta yardım dilemişti, imdat dilemişti ve onun imdadına derhal yetişmemiz ne güzeldi. Öyle buyuruyor ayeti kerime, ben de aynen çeviriyorum. Onun imdadına yetişmemiz ne güzel oldu. Yani güzel imdat dilerseniz güzel yetişiriz diyor. Tıpkı güzel adayan olursa güzelce yetiştiririz buyurduğu gibi, Meryem’i yetiştirdiği gibi.
Nuh suresinin 26 – 28. ayetlerine bakarsanız imdat dileyen Hz. Nuh’un imdadı için.
Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara. (Nuh/26) Nuh dedi ki can havliyle artık burasına gelmiş. Bir insan olarak yaşayacağı en uzun sürenin tamamını tebliğe hasretmiş, ama hala direniyor ve inkar ediyorlar. Ve artık boğazına gelmiş, ağzına kadar dolmuş, elini kaldırmış, çünkü artık yapacak hiçbir şeyi yok. Ya rabbi dedi, kafirlerden bir tane bırakma.
İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara. (Nuh/27) onlardan bir tanesini bırakırsan onlardan kafir doğacak, kafirden başka kimse doğmayacak. Ve arkasından devam etti tabii.
Rabbiğfirliy ve livâlideyye ve limen dehale beytiye mu’minen ve lilmu’miniyne velmu’minât… (Nuh/28) Rabbim beni affet, annemi babamı affet, benimle beraber olan mü’min erkekleri, mü’min kadınları affet diye dua etti. İşte yardım çağrısı bu.
76-) Ve necceynahu ve ehlehu minel kerbil ‘azıym;
Onu ve Onun ehlini çok büyük tasadan kurtardık. (A.Hulusi)
76 – Hem onu ve ehlini o büyük sıkıntıdan kurtardık. (Elmalı)
Ve necceynahu ve ehlehu minel kerbil ‘azıym zira onu ve yakınlarını büyük bir badireden kurtarmıştık.
77-) Ve ce’alna zürriyyetehu hümül bakıyn;
Onun zürriyetini de devam ettirdik. (A.Hulusi)
77 – Hem zürriyetini bâki kalanlar kıldık. (Elmalı)
Ve ce’alna zürriyyetehu hümül bakıyn onun soyunu da baki kıldık.
78-) Ve terekna aleyhi fiyl ahıriyn;
Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık. (A.Hulusi)
78 – Hem de namına bıraktık sonrakiler içinde. (Elmalı)
Ve terekna aleyhi fiyl ahıriyn geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin örnek bir hatıra bıraktık. Dillerde onun adını yadını bıraktık.
79-) Selâmun alâ Nuhın fiyl alemiyn;
İnsanlar arasında Nuh’a Selâm olsun. (A.Hulusi)
079 – Selâm Nuh’a bütün âlemler içinde. (Elmalı)
Selâmun alâ Nuhın fiyl alemiyn bütün milletler arasında Nuh’a selam olsun.
80-) İnna kezâlike neczil muhsiniyn;
Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak’tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız! (A.Hulusi)
80 – Biz böyle mükâfat ederiz işte Muhsinlere. (Elmalı)
İnna kezâlike neczil muhsiniyn elbette biz iyi olup güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz.
81-) İnnehu min ıbadiNEl mu’miniyn;
Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır. (A.Hulusi)
81 – Çünkü o bizim mü’min kullarımızdan. (Elmalı)
İnnehu min ıbadiNEl mu’miniyn çünkü o bizim hakiki iman sahibi kullarımızdandı.
82-) Sümme ağraknel âhariyn;
Sonra diğerlerini (şirk ehlini) suda boğduk. (A.Hulusi)
82 – Sonra da diğerlerini suya boğduk. (Elmalı)
Sümme ağraknel âhariyn nihayet inkarda direnen diğerlerini boğulmaya terk ettik.
Rabbim onların güzel yolunu izleyip, o yolda yaşayıp, o yolun hakkını verenlerden kılsın.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
