Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİN (23 – 50) (148)

$
0
0

231

 

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

Değerli Kur’an dostları geçtiğimiz ders Mü’min suresinin 22. ayetine kadar tefsir etmiştik. Bugün aynı surenin 23. ayeti ile dersimizi sürdüreceğiz. Ancak geçen dersimizde işlediğimiz ayetleri kısaca hatırlatmam gerekirse, Allah’ın ayetlerini polemik konusu edinenlerden söz eden pasajlar işledik. Allah’ın ayetlerini polemik konusu edinmek, inkarı Allah’ın ayetleriyle savunmaya, yani batılı kayırmak için Hakkı kendisi ile vurmaya kalkmak diye tarif etmişti 5. ayet.

İşte bu çerçevede Allah’ın ayetlerini polemik konusu edip onlar hakkında ileri geri konuşan akıl ele alınıp en sonunda ilahi rehberliği reddedenlerin akıbetini ifade etmişti geçen dersimizde işlediğimiz pasajlar. Ve Musa ve Firavun mücadelesine söz getirildi. Şimdi bu tarihi mücadelenin bağlamında tarih üstü, tarih ötesi tüm zamanlar ve mekanlar üstü ibret ve ders çıkaracağımız noktalara dikkatimizi çekecek vahiy.

Özetle bu mücadele de siz Allah’a güvenin Allah size olan desteğini en ummadığınız zamanda gönderir. Mesajı verilmekte. Belki daha özet bir biçimde söylemek gerekirse Allah’ın yardımı asla engellenemez. Firavunun sarayında da olsa asla ilahi yardım engellenemez mesajıdır.

23-) Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ve sultanin mubiyn;

Andolsun ki Musa’yı işaretlerimiz ve apaçık bir karşı konulamaz delil ile irsâl ettik. (A. Hulusi)

23 – Celâlim hakkı için Musâ’yı âyetlerimizle ve açık bir bürhan ile gönderdik. (Elmalı)

Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ve sultanin mubiyn doğrusu biz Musa’ya mesajlarımızı ve sahibinin doğruluğuna şahit olan apaçık bir belgeyi vermiş, mesajlarımızla ve sahibinin doğruluğuna şahitlik yapan apaçık bir belge ile Musa’yı elçi göndermiştik.

24-) İla fir’avne ve hamane ve karune fekalu sahırun kezzab;

Firavun’a, Haman’a ve Karun’a (irsâl ettik)… Dediler ki: “Çok yalancı bir büyücüdür.” (A. Hulusi)

24 – Firavuna ve Hâmân’a ve Karun’a da dediler ki: bir sihirbaz, bir yalancı. (Elmalı)

İla fir’avne ve hamane ve Karun kimlere? Firavuna, Haman’a ve Karun’a. Aslında ayeti kerime de bu üç erkin sayılması, iktidarı oluşturan üç saç ayağına bir gönderme.

1 – Üç erkten birincisi; Firavun, siyasal ayak.

2. Haman; Bürokratik ayak,

3 – Karun; Ekonomik ayak.

Yani bir zulüm eğer payidar oluyorsa bu üç ayak üzerinde durur genellikle. Onun bir ayağı siyasaldır, bir ayağı bürokratiktir veya dini bürokrasidir, bir ayağı da ekonomiktir. İşte burada bu üçünü birden görmekteyiz. Haman; bir yoruma göre Ha-aman, yani amon tapınağının baş rahibi ve onun temsil ettiği dini erk. Ama eski Mısır yönetim tarzı göz önüne getirilecek olursa o yönetimde Firavundan sonra yetki amon tapınağının baş rahibinde. Dolayısıyla Firavun adına kimi zaman yetkileri onu kullandığını da biliyoruz.

İşte bu çerçeve de Karun ise ekonomik erki temsil ediyor. Yani paranın gücünü temsil ediyor. İktidarın gücü, paranın gücü ve örgütlü dinin, ya da dini bürokrasinin gücü Firavunun zulmünün üç saç ayağını oluşturuyordu. Ve ilginçtir ki Hz. Musa’nın getirdiği tevhide karşı bu üç saç ayağı, yani sapmış olan putperestliğin dini erki yine siyasetin Firavunla temsil edilen erki, ekonominin Karun’la temsil edilen erki tevhide karşı, ilahi mesaja karşı birlikte savaş verdiler. Yani ilahi mesaj bu üçünü birden iktidarını sarstı, salladı ve sonunda devirdi.

fekalu sahırun kezzab fakat onlar yalancı sihirbazın teki demişlerdi. Bu yalancı sihirbazın teki diye Hz. Musa’ya yönelik bu iftira aslında efendimiz S.A. ı da teselli mahiyeti taşıyor. Çünkü benzerini müşrikler de Resulallah’a söylemişlerdi. Yalancı sihirbazın teki. Oysa Nebi S.A. hiçbir sihrine şahit olmamışlar. Bırakınız onu olağan dışı sayılabilecek bir şeyini görmemişlerdi ki onun sihrine örnek vermek gerektiği zaman zorlanmışlar ve sadece diye diye anne babayı evladından ya da evladı anne babasından ayırıyor diyebilmişlerdi. Sihir bunun neresinde?

Resulallah bununla teselli ediliyor ve sana yönelik bu iftira sadece seninle başlamadı. Risalet vazifesini üstlenen senden önceki nebilerde bu türden iftiralara maruz kaldılar. Ama iftira edenler suya gömüldüler. İftira edilen nebilerse tarih onların adını altın harflerle yüreklere yazdı.

25-) Felemma caehüm Bil Hakkı min ‘ındiNA kaluktülu ebnaelleziyne amenû meahu vestahyu nisaehüm* ve ma keydül kâfiriyne illâ fiy dalâl;

(Musa) onlara indîmizden Hak olarak (Hakk’ı) getirince, dediler ki: “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını diri bırakın”… Hakikat bilgisini inkâr edenlerin tuzağı boşa çıkar! (A. Hulusi)

25 – Bunun üzerine kendilerine tarafımızdan hakkı getiriverince de onunla beraber iman etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını diri tutun dediler, kâfirlerin düzeni de hep dalâl içinde. (Elmalı)

Felemma caehüm Bil Hakkı min ‘ındiNA kaluktülu ebnaelleziyne amenû meahu vestahyu nisaehüm Musa kendilerine katımızdan hakikati getirince onun yanında yer alan mü’minlerin kadınlarını sağ bırakıp oğullarını öldürün dediler. Onun yanında yer alan, iman eden kimselerin kadınlarını sağ bırakıp oğullarını öldürün. Bu biraz da Tevrat merkezli bir yorumla kız çocuklarını diri bırakıp erkeklerini öldürün şeklinde anlaşılmış.

Ama ibarede ki kadın manasına gelen nisa kelimesinden yola çıkarak anneleri sağ bırakıp çocuklarını öldürdüklerini de söyleyebiliriz. Yani burada eğer söz konusu olan soykırımsa cezalandırılması gereken annelerdi denilebilir. Yani neden anneler, yani doğum yapan, çocuk doğuran, Firavunun yasağını bile bile çocuk doğuran anneler cezalandırılmıyor da çocukları öldürülüyor. Küçücük yavrular öldürülüyor denilecek olursa analara acı çektirmek için diye cevap verebiliriz. Yani Firavunun zulmü, anaların rahmine uzanmıştı. Anaların rahmine uzanan zulmün nasıl sonuç vereceği konusunda eğer tereddüdünüz varsa işte bu tarihi kıssayı göz önüne getirin.

Bir zulüm ki anaların rahmine kadar uzanıyorsa orada iş bitmiş demektir değil mi? Hayır. İşte bize böyle düşünen mantığın Allah’ın yardımını hesaba katmadığı gerçeğini söylüyor bu kıssa. İnsanın gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar. Zulmün isterse annelerin rahmine kadar uzansın yine de sonuçta başaramayacağının tarihi bir vesikasıydı bu. Firavun sonunda düşmanını kucağında büyütmek zorunda kalmıştı. Yani siz zulmünüzle annelerin rahmini dahi kontrol altına almaya kalkarsınız. Fakat Allah size öyle bir düzen kurar ki, siz düşmanınızı kucağınızda  el bebek, gül bebek yetiştirmek zorunda kalırsınız, farkına bile varmazsınız. İşte Hz. Musa’nın hayatı budur.

[Ek bilgi; FİRAVUNUN ERKEK ÇOCUKLARI ÖLDÜRMESİ

…Firavun'un bir rüya gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavun'un evlerini yaktı. Fakat sadece Kıpti'lere zarar verdi, İsrail oğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kahin ve müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "İsrail oğulları içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helakine ve senin krallığının yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."

Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrail oğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti….Kaynak;

(Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya; İmam Suddî’den rivayet)]

[Ek bilgi 2; İsrailliler Mısır’da Baskı Görüyor.

15 - Mısır Kralı, Şifra ve Pua adındaki İbrani ebelere şöyle dedi:

16 - İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.”

17 - Ama ebeler Tanrı’dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı’nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar.

18 - Bunun üzerine Mısır Kralı ebeleri çağırtıp, “Niçin yaptınız bunu?” diye sordu, “Neden erkek çocukları sağ bıraktınız?”

19 - Ebeler, “İbrani kadınlar Mısırlı kadınlara benzemiyor” diye yanıtladılar, “Çok güçlüler. Daha ebe gelmeden doğuruyorlar.”

20 - Tanrı ebelere iyilik etti. Halk çoğaldıkça çoğaldı.

21 - Ebeler kendisinden korktukları için Tanrı onları ev bark sahibi yaptı.

22 - Bunun üzerine firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil’e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.”

(2) 1 - Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi.

2 - Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi.

3 - Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.

4 - Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.

5 - O sırada firavunun kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi.

6 - Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrani çocuğu” dedi.

7 - Çocuğun ablası firavunun kızına, “Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.”

8 - Firavunun kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı.

9 - Firavunun kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi.

10 - Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Musa koydu. (Tevrat, Mısırdan çıkış 1- 2)]

ve ma keydül kâfiriyne illâ fiy dalâl kafirlerin düzeni asla hedefine ulaşmayacaktır. İşte bu tarihi hadise de bunun göstergesi.

El adlü esasül mülk demişti Hz. Ömer. Adalet iktidarın temelidir, esasıdır. Devlet diyor bir İslam alimi, küfürle değil zulümle yıkılır. Onun içindir ki zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur. Belki Kur’an da sık sık Firavun ve Musa mücadelesini anlatılmış olması insanoğluna zulmün payidar  olmayacağının bir ibret vesikası idi.

26-) Ve kale fir’avnü zeruniy aktül Musa vel yed’u Rabbeh,* inniy ehafü en yübeddile diyneküm ev en yuzhire fiyl Ardıl fesad;

Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim… O da Rabbini (yardıma) çağırsın… Muhakkak ki ben, (Musa’nın) din anlayışınızı değiştirmesinden yahut bu beldede fesat çıkarmasından korkuyorum.” (A. Hulusi)

26 – Bir de Firavun: bırakın beni, dedi: öldüreyim Musâ’yı da o rabbine duâ etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yahut Arzda bir fesat çıkarmasından korkuyorum. (Elmalı)

Ve kale fir’avnü zeruniy aktül Musa Firavun; bana bırakın Musa’yı ben öldüreyim dedi ve ekledi vel yed’u Rabbeh,* inniy ehafü en yübeddile diyneküm ev en yuzhire fiyl Ardıl fesad O rabbine yalvara dursun vel yed’u rabbeh, ama ben asıl onun, sizin dininizi değiştirmesinden ve dahi ülkede düzeni bozmasından korkuyorum. Yani iki şeyden korktuğunu söylemişti firavun; dininizi değiştirmek ve düzeni bozmak.

Ama ondan önce bir cümle var zeruniy aktül Musa bırakın onu bana ben öldüreyim Musa’yı diyor. Ölümle korkutuyor. Tüm Firavunlar en çok ölmekten korkarlar. Aslında biri düşmanını neyle korkutuyorsa, kendisi ondan çok korkuyordur. Bu bir açık vermedir. Tüm tarihin firavunları ölümden çok korkarlar. İşte bu nedenle de hasımlarını en çok ölümle korkutmaya kalkarlar. Ve onların en büyük düşmanı insanın ölümden korkmaması, ölümden korkmayan insan. Ya da insandan ölüm korkusunu kaldıran bir iman gücüdür. Onun için böyle bir imandan her çağın Firavunları çok korkarlar. Ve arkasından iki şey söylemişti; Sizin dininizi değiştirmesinden korkuyorum, düzeni bozmasından.

Aslında buradaki din hayat tarzı manasına gelir. Hayat tarzınızı değiştirmesinden diye de anlayabiliriz. Kendisi hayat tarzını, anaların rahmine uzanacak kadar zulümle değiştirmeye kalkıyordu. Ama Musa sözle daha güzel bir hayat tarzını anlatırken ona razı olmuyordu. İşte zulmün mantığı bu. Kendisi kendi hayat tarzını annelerin rahmine uzanacak kadar dayatıyor, fakat daha güzel ilahi bir teklif ile gelen hayat tarzını ise anlatmaya dahi izin vermiyor ve ölümle tehdit ediyor.

Fesat çıkarma suçlaması zulümden beslenenler, zulme razı olmayan herkesi kamu düzenini bozmakla suçlamışlar. Onun için hemen siyasal bir alana getiriyor sözü firavun. Yani kendi zulüm iktidarını sarsacak ve sallayacak her unsuru, toplumsal düzeni bozan bir olay olarak lanse etmeyi propagandasına uygun buluyor. Bu klasik bir firavun mantığı.

27-) Ve kale Musa inniy ‘uztü Bi Rabbiy ve Rabbiküm min külli mütekebbirin lâ yu’minu Bi yevmil hisab;

Musa dedi ki: “Muhakkak ki ben, yaptıklarının sonucunu yaşama sürecine iman etmeyen her kibirli benlik sahibinden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım.” (A. Hulusi)

27 – Musâ da ben, dedi: her halde öyle hesap gününe inanmaz her mütekebbirden rabbim ve rabbinize sığındım. (Elmalı)

Ve kale Musa inniy ‘uztü Bi Rabbiy ve Rabbiküm min külli mütekebbirin lâ yu’minu Bi yevmil hisab Musa dedi ki; Ben kibre kapılıp hesap gününe inanmayan herkesten, benimde, sizinde rabbiniz olan Allah’a sığınırım.

28-) Ve kale racülün mu’minun, min ali fir’avne yektümü iymanehu etaktülune racülen en yekule RabbiyAllâhu ve kad caeküm Bil beyyinati min Rabbiküm* ve in yekü kâziben fe’aleyhi kezibüh* ve in yekü sadikan yusıbküm ba’dulleziy ye’ıdüküm* innAllâhe lâ yehdiy men huve müsrifün kezzab;

Firavun ailesinden olup o ana kadar imanını açıklamamış bir adam dedi ki: “Rabbim Allâh’tır, dediği için mi bir adamı öldürüyorsunuz? Oysa O, size Rabbinizden apaçık delillerle gelmiştir… Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir… Şayet doğru söyleyen ise, sizi uyardığı azap size isâbet eder! Muhakkak ki Allâh, (hakikatindeki sermayeyi) israf eden, çok yalancı kimseye hidâyet etmez.” (A. Hulusi)

28 – Âli Firavundan mü’min bir er de -ki imanını saklıyordu- â, dedi: bir adamı rabbim Allah diyor diye öldürecek misiniz? Size rabbinizden beyyinelerle de gelmiş iken? Hem o bir yalancı ise çok sürmez yalanı boynuna geçer, fakat doğru ise size yaptığı vaatlerin bir kısmı olsun başınıza gelir, şüphe yok ki Allah müsrif bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)

Ve kale racülün mu’minun, min ali fir’avne yektümü iyman işte o sırada firavunun çevresinde olup ta imanını gizleyen mü’min bir adam şöyle çıkıştı.

Evet, sureye adını veren olaya girdik. Sureye adını veren olayın ilk ayeti bu. Hatta sureye adını veren ayet bu ve burada ki racülün, mü’minun. Mü’min bir adam. Öncelikle isim verilmiyor. Kur’an istese isim verirdi başka olaylarda isim verdiği gibi. Ama bunda isim vermiyor. Bir çok noktada da isim vermiyor zaten.

Neden? Çünkü Kur’an ayrıntıya değil dikkatimizi, olayın vereceği derse. Tarihin belli bir zamanında yaşanmış olaydan daha çok o olayın zamanlar ve mekanlar üstü dersine dikkatimizi çekiyor. Burada da bir mü’min, bir mü’min yiğit hatta. Çünkü Racül mecazen kelime olarak erkek manasına gelse de mecazen yiğit manasına kullanılır. Yani bizde de adam o manaya gelir ya. Adam ol. Bu kadına da söylenebilir, yani sadece erkeğe değil. Onun için ricalün nisa demişler. Kadınların erkekleri değil, kadınların yiğitleri diye anlaşılmalı bu.

Yiğit bir adam, bir mü’min. Hem de Firavunun sarayında bir mü’min. O güne kadar imanını gizlemiş. Neden gizlemiş? Yeri geldiğinde açıklamak, açıkladığında da bir işe yaraması için. Buradan bir çok hisse alıyoruz aslında. İsmini vermiyor, Vermiyor, çünkü maksadı tarihi bilgi vermek değil, maksadı tarih kitabına benzemek değil. Maksadı tüm zamanlarda geçerli olan ilkeleri sunmak.

Onun içinde bir mü’min diyor, yiğit bir mü’min ve onu da unutmuyor, unutturmuyor. Vahiy kendi içine bu mü’minin hatırasını alarak o hatırayı ölümsüzleştiriyor. Namaza, ibadete konu ediyor. Düşünün Firavunların ismini unuttu gitti insanlık tarihi ama o mü’min her bir Müslüman’ın yüreğinde o mü’minin sevgisi yaşıyor. Şu anda gelip sözümüze konuk olduğu gibi.

Tabii ki kim sorusunu tefsirler sormuş. Bu mü’min kim. Süddi, Firavunun amca oğludur demiş. 2. nesilden tefsir otoritelerinden Süddi’nin yorumu böyle.

Asiye diyenler olmuş. Firavunlardan birinin mü’min olan hanımı. Tahrim suresinin son ayetinde kaviy imanı tüm mü’min kadınlara örnek gösterilen o büyük anne, o büyük kadın. 4 kadın örnek gösterilir Kur’an da, işte bir tanesi de bu.

Yine uzarsif isimli tarihler birini örnek veriyorlar. Firavuna karşı ayaklanıp Musa’yı ya da çağında Tevhidi savunanları destekleyen bir saray komutanı. Ama Kur’an ın üslubu bu kişinin ille de aynı o zaman da olan bir kişi değil, her zaman görebileceğimiz, rastlayabileceğimiz türden bir sembol kişi, bir simge kişi. Yani zulmün bağrında imanı savunan mutlaka birileri olur. Her yerde mutlaka iman iyileri cezp eder. Bu her yerin içine firavunun sarayı da girer. Onun için iyiler nerede olursa olsun iman varır o yüreği bulur.

Tabii bu çerçeve de bakacak olursak, anlayacak olursak, Hz. Yusuf’u bu çerçeveye yerleştirebiliriz. Firavunun sarayında bir mü’minmiydi, evet. Hiksoslar döneminde, yani Arabistan yarımadasından fatihler olarak gelip mısır firavunlarının elinden Mısır’ı fethettikten sonra ülkede hanedanlık kuran ve uzun bir süre ülkeyi yöneten Hiksos hanedanları döneminde Hz. Yusuf, Yusuf suresinde anlatılan o kıssanın tarihi bir yansıması olarak geldiği, en sonunda köle diye satıldığı, kuyulara atıldı, en sonunda Mısır’da çok önemli bir siyasal mevki elde etti. Hazine bakanlığı yapıyordu ama tüm yetkiler elindeydi. Onun içinde Kraldan sonra kralın yetkisine sahip en büyük yöneticiydi.

Yusuf’un tarihsel kıssası bir kişi ne yapar sorusunun cevabıdır. Ahlak, erdem, liyakat, çalışkanlık, bilgi ve faziletle bir kişi ne yapar, bir kişi koca bir imparatorluğu, çağının süper gücünü parmağına takar ve yönetir. İşte bunlara sahip olabilirse mesajıydı bu.

Ama benim daha farklı bir yorumum var. Burada ki raculün, mü’minun. Bir yiğit adam, bir mü’min adamla ilgili. Kim o? Firavunlar hanedanları içerisinde muvahhit tek yönetici olma ayrıcalığını elinde bulunduran Ahneton (Akhenaton). Ahneton dönemi gerçekten eski Mısır Krallıkları dönemi boyunca, ki birkaç bin sene süren tarihin en uzun süreli devletlerinden biridir. Boyunca en çok tevhide yaklaşan, tevhidin devlet düzeni haline getirildiği bir dönemdi.

Ahneton babasından kalan büyük Mısır devletini, tüm putları yasaklayarak Allah’a kulluğa mecbur kıldı. Yani amon dininin, amon tapınağının, amon rahiplerinin pençesinde ki dini hayatı tamamen kurtararak Allah’a kulluğu tek ibadet biçimi olarak toplumuna gösterdi. Bununla kalmadı aynı zamanda sarayı halka açtı. Çünkü Firavunlar halka o güne kadar hiç görünmezlerdi. Halk firavunların devasa heykellerini görür, kendileri de o kadar büyük sanırlardı. Bu heykellerin hepsinde de illaki bir elinde halkalı haç, diğerinde de firavunun otoritesinin bir ifadesi olan kamçı bulunurdu ve devasa heykelleri gören halk firavunu hiç ömründe görmediği için onları gözünde büyütür ve onların zulmüne ses çıkarmazdı. Hatta öyle bir yasa vardı ki firavunlar döneminde, firavuna elini dokunan öldürülürdü. Böyle bir yasa da yürürlükteydi.

İşte böylesine bir devlette Kral Ahneton’un firavunların putperest geleneğini alt üst etmesi, tek Allah’a iman edip halkı da tek Allah’a imana çağırması ve amon rahiplerini tamamen işlerini iptal edip, amon tapınaklarını kapatıp, hatta devletin başkentini bu uğurda değiştirip Ahataton diye Allah şehri diye yepyeni bir başkent kurdurması ve oraya göç edip halkın içinde yiyip, içip onlarla haşır neşir olarak; Bakın ben de sizin gibi bir insanım, sizden farklı biri değilim. Onun için firavunlar tanrısal birileri değil onlara tapınmayın diye mesaj vermesi gerçekten de manidar.

İşte böylesine bir kraldı Ahneton. Onun içinde firavunun sarayında bir mü’min deyince ben Ahneton’u da hatırlıyorum. Bu mümkin bir yorumdur, belki dolaylı olarak bu ayette ifade edilen mü’min eğer tüm zamanlarda simge ve sembol bir şahsiyet ise bu şahsiyetlerin içine Ahneton. (Akhenaton) mutlaka girmelidir.

Tabii sonuç tarihsel malumattan daha çok tarih üstü, zaman üstü bir müjdedir burada. O müjde açık, her yerde Allah sevdiği kullarını desteklemek için birilerini aracı kılar. Allah onlara olan yardımını en olmadık zamanda, en olmadık yerde gösterir işte burada olduğu gibi. Yani genel mesaj burada budur.

[Ek bilgi; “Firavun, amcasının oğlu Harmil'in Mûsâ (a.s.) 'ya iman ettiğini bilmiyordu. O, Mûsâ (a.s.)'yi onların şerrinden kurtarmak için elinden geleni yapıyordu. (Ebü'l-Leys Semerkandi- Tefsir-ül Kur’an)]

Allahu alem..!

etaktülune racülen en yekule RabbiyAllâhu ve kad caeküm Bil beyyinati min Rabbiküm Bir adamı sırf rabbim Allah’tır dediği için, üstelik size rabbinizden hakikatin apaçık delillerini getirdiği halde öldürecek misiniz dedi o Firavunun sarayında imanını o güne kadar gizleyen mü’min bir yiğit, mü’min bir adam böyle dedi. Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz.

Bu cümle tarihte bir başka olay hakkında da kullanıldı. Resulallah A.S. Kâbe’nin etrafında ibadet ediyordu, namaz kılıyordu. Ukbe bin Ebu Muayd, ki müşrik liderlerindendi. O anda gözü karardı adamın, küfrü başına vurdu. Resulallah’ı öldürmeyi kafasına kurdu ve geldi boynunda ki atkıyla Resulallah’ın boynuna sardı ve onu boğmaya başladı. Hz. Ebu Bekir o anda oradan geçiyordu ve hemen yetişti Ukbe Bin Ebu Muayd’ı itti Resulallah’ın üzerine abanan bu müşrikten Resulallah’ı kurtardı. Ve orada işte bu ayeti okudu. Rabbim Allah’tır dediği için bir şahsı öldürecek misiniz.

Buradan yola çıkarak biz bu surenin iniş zamanını da girişte tespit etmeye çalışmıştık ki Resulallah’a yönelik iyiliği yok etme çabaları Ebu Talib’in vefatından sonraya denk düşüyordu. Onun içinde nübüvvetin 9. yılına tarihlemiştik bu sureyi işte bu olaydan dolayı.

Rabbim Allah’tır dediği için, sırf bunun için bir kişiyi öldürecek misin? Evet, tarih boyunca tüm firavunların yaptığı rabbim Allah’tır dediği için insanların hayatına kastetmek. Ne yapmış? Suçu ne dediğinizde; rabbim Allah’tır benim rabbim sadece Allah’tır dediği için. Aslında tüm firavun zulümlerini alt alta topladığınızda hasımlarına yaptıkları şiddetli muamelenin temelinde yatan gerekçeyi öğrenmeye kalktığınızda buraya ulaşıyorsunuz. Yani kula kul olmadı diye katletmeye kalkmak. Kula kul olmayanlara düşman olmak, iktidarın elinde tuttuğu gücünü kula kul olmayanlara karşı şiddetli bir biçimde kullanmak.

Neden? Kula kul olmayanları korkutacak bir şey yokta ondan. Kula kul olmayanlar hiçbir iktidarın kölesi olmaz da ondan. Kula kul olmayanlar, iktidara kul olan yöneticilerin karşısında özgür olurlar da ondan. İşte buna dayanamıyorlar. Onun için burada ki bu ifade tüm tarih boyunca kula kul olanların, makama kul olanların, iktidarına kul olanların, kulu kendisine kul edenlerin, kula kul olmayanlara karşı yürüttüğü şiddet politikasının temelini teşkil eder.

 ve in yekü kâziben fe’aleyhi kezibühu kaldı ki diyor o mü’min adam. Eğer yalancı ise yalanının zararı yalnızca kendisinedir. Yani Musa eğer yalan söylüyorsa yalanının zararı herhangi birine değil. Yani size zarar verecek bir şey değil bu Bunun zararını kendisi görür. ve in yekü sadikan yusıbküm ba’dulleziy ye’ıdüküm yok eğer gerçeği söylüyorsa tehdit ettiklerinin en azından bir kısmı gelip sizi mutlaka bulacaktır. innAllâhe lâ yehdiy men huve müsrifün kezzab çünkü Allah yalan dolanla kendini alaya veren, musrifün, kendini israf eden, kendini harcayan birini asla hedefine ulaştırmaz.

Bu sureden önce işlediğimiz surede ..lâ taknetu min rahmetillâh. (Zümer/53) denilen Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmeyin denilen kimseleri hatırlayınız. esrefu alâ enfüsihim ey kendini harcayan kullarım diyordu ya. Kendini harcamak, hayatını israf etmek. Onun için eğer böyle yapıyorsa kendini harcamış olur. Ama kendini harcayan birini de Allah asla hedefine ulaştırmaz diyor o mü’min kişi, o mü’min adam. Harika bir yaklaşım.

29-) Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahiriyne fiyl Ard* femen yensuruna min be’sillahi in caena* kale fir’avnü ma üriyküm illâ ma era ve ma ehdiyküm illâ sebiyler reşad;

(O adam dedi ki): “Ey vatandaşlarım! Yeryüzünde hüküm sürenler olarak bugün zenginlik sizindir… Fakat, eğer bize gelirse, Allâh’ın hışmına karşı bize kim yardım edip kurtarır?”… Firavun dedi ki: “Ben size kendi görüşümden başkasını göstermiyorum ve tek çıkar yoldan başkasına da sizi kılavuzluk etmiyorum.” (A. Hulusi)

29 – Ey benim kavmim! Bu gün mülk sizin, Arzda yüze çıkmış bulunuyorsunuz, fakat Allahın hışmından bizi kim kurtarır şayet gelirse bize? Firavun, ben, dedi: size reyimden başkasını göstermem ve her halde ben size Reşat yolunu gösteriyorum. (Elmalı)

Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahiriyne fiyl Ard ey kavmim bugün iktidar sizin tekelinizde ve siz üstün güçsünüz. Zahiriyne fiyl ard, aslında bu ibareyi aynen şöyle çevirmemde hiçbir sakınca yok; Siz bu günün süper gücüsünüz. Evet, yani dil açısından bu manayı veren bir yapıda bu ibare. İktidarın bir imtihan olduğunu unutursanız eğer o zaman ebediyen kaybedersiniz. O mü’min adamın söylediği, verdiği zamanlar ve mekanlar üstü öğüt bu. Devam edelim o zaman;

femen yensuruna min be’sillahi in caena tamam ama yani siz bugün iktidar tekelinizde. Yer yüzünde süper güçsünüz. Eyvallah, tamam. Ama eğer Allah’ın cezasına maruz kalırsak bizi O’ndan kim kurtaracak. Ne kadar ibretamiz değil mi? İnsanoğlu iktidarla şımarınca yer yüzünün mutlak hakimi sanır kendisini.

Oysa böyle zanneden herkes eminim ki kalbine dahi söz geçiremez. Yani kendi bedeni üzerinde ki iktidarı dahi mutlak değilken insanın, yeryüzünde ki iktidarı nasıl mutlak olur. Yer sallansa yeri tutamaz, gök inse göğü tutamaz. Ölüm gelse geri çeviremez. Kalbi dursa çalış diyemez. Peki bu nasıl iddia, bu nasıl bir haddini bilmezlik, kendini bilmezliktir ki kişiyi, sahibini tanrılık iddiasına sürükler. Böylesine haddini bilmezliğin önünde ancak böyle bir bilin durur işte. Yani eğer senin iktidarını Allah bir sallamaya ve sarsmaya başlarsa, kütür kütür yıkmaya başlarsa bunun önünde kim duracak. Kim geçecek bunun önüne ve sana kim yardım edecek.

kale fir’avnü ma üriyküm illâ ma era ve ma ehdiyküm illâ sebiyler reşad Firavun buna karşılık dedi ki; Ben size sadece kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi doğru olan alternatifsiz bir yola yöneltiyorum.

Evet, zorbaların tarih üstü mantığı burada da ortaya çıktı. Aslında burada söylediği şu. Kimsenin alına ihtiyacım yok, kimsenin, senin de aklına ihtiyacım yok demeye getiriyor. Eşkıya dünyaya hükümdar olunca gücün sözü, sözün gücünü yok etmeye kalkacaktır. İşte burada olduğu gibi. Yani senin aklına ihtiyacım yok demeye getiriyor aklını beğenmişlik. Tüm zorbaların mantığı böyle çalışıyor. Farklı düşünen kendilerini uyaranlara karşı düşman oluyorlar. Etraflarında zaten hep kendi zulümlerini onaylayan insanları tutuyorlar. Onun için zulmettikçe etraflarında ki insanlar onu alkışlıyor, onlar alkışladıkça o zulmünü artırıyor. Yani birbirlerinin günahına takviye oluyorlar.

Onun için efendimiz sahih bir haberde, hadisinde; Eğer Allah bir yöneticiye yardım etmek isterse onun etrafına onu uyaran bir bitane verir. Yani bir dostlar topluluğu. O yanlış bir şey yapmaya kalktığında onlar onu uyarır. Doğru bir şey yaptığında ise onu tebrik ve taltif ederler.

Eğer Allah bir yöneticiye rahmetini kesmişse, ondan yüz çevirmişse; onun etrafına onun her dediğine kafa sallayan bir bitane verir. Yani bir yakın çevre. Onlar o günah işledikçe onu teşvik ederler. Onlar teşvik ettikçe o günahı artırır, zulmü artırır.

Harika bir tespit, gerçekten de tüm çağlar boyunca, bugün içinde geçerli olan gerçekten bir öğüt bu. Yönetici etrafında ki insanlarla birlikte davranır. O insanlar yöneticinin davranışını iyi ya da kötü yönlendiren çevreyi oluşturur.

30-) Ve kalelleziy amene ya kavmi inniy ehafü aleyküm misle yevmil ahzâb;

İman etmiş kimse dedi ki: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin üzerinize hakikate karşı birleşmişlerin başına gelenlerin yaşadığı sürecin benzeriyle karşılaşmanızdan korkuyorum.” (A. Hulusi)

30 – O iman etmiş olan zat da, ey kavmim! dedi doğrusu ben size Ahzâb günleri gibi bir günden korkuyorum, (Elmalı)

Ve kalelleziy amene ya kavmi inniy ehafü aleyküm misle yevmil ahzâb yine iman eden kimse söze girerek dedi ki ey kavmim inanın ki ben şu inkarda ittifak etmiş toplulukların helakine benzer bir günün sizin de başınıza gelmesinden korkarım.

31-) Misle de’bi kavmi Nuhın ve ‘Adin ve Semude velleziyne min ba’dihim* ve mAllâhu yüriydu zulmen lil ‘ıbad;

“Nuh toplumunun, Ad’ın (Hud’un toplumu), Semud’un (Sâlih’in toplumu) ve onlardan sonra gelenlerin benzeri… Allâh kulları için bir zulüm irade etmez.” (A. Hulusi)

31 – Nuh kavminin Âdın, Semûd’un ve daha sonrakilerin mâcerâları gibi ki Allah kullarına bir zulüm istemez. (Elmalı)

Misle de’bi kavmi Nuhın ve ‘Adin ve Semude velleziyne min ba’dihim yani Nuh kavminin, Ad ve Semud’un ve onlardan sonrakilerin uğradıkları türden bir helakin, bir belanın sizinde başınıza gelmesinden korkuyorum. ve mAllâhu yüriydu zulmen lil ‘ıbad bir de unutmayın ki Allah kullarına asla haksızlık etmek istemez.

32-) Ve ya kavmi inniy ehafü aleyküm yevmettenad;

(O iman eden adam dedi ki): “Ey kavmim… Gerçekten ben, sizin üzerinize o endişeyle haykırışma sürecinin gelmesinden korkuyorum.” (A. Hulusi)

32 – Hem ey kavmim! hakikaten ben size o çığrışma gününden korkarım. (Elmalı)

Ve ya kavmi inniy ehafü aleyküm yevmettenad ey kavmim ben herkesin birbirinden imdat dilediği o günün aleyhinize neticelenmesinden korkuyorum. Yani kıyamet gününün, hesap gününün. Onun için ben sizin eylemlerinizin, sizin başınıza iş açacağından korkuyorum. Yani sizi düşünüyorum da siz kendinizi niçin düşünmüyorsunuz mesajı.

33-) Yevme tüvellune müdbiriyn* ma leküm minAllâhi min ‘âsım* ve men yudlilillâhu fema lehu min Had;

Arkanızı dönüp kaçmaya çalışacağınız o süreçte, sizi Allâh’tan (koruyacak) bir koruyucu olmaz! Allâh kimi saptırırsa onun için hidâyet edici yoktur. (A. Hulusi)

33 – O arkanıza dönüp gideceğiniz gün, yoktur size Allah dan bir himaye edecek, her kimi de Allah şaşırtırsa yoktur ona artık bir hidayet edecek. (Elmalı)

Yevme tüvellune müdbiriyn* ma leküm minAllâhi min ‘âsım o gün arkanıza dönüp kaçmayı kuracaksınız fakat Allah’ın adaletinden sizi kurtaracak hiç kimse bulamayacaksınız. ve men yudlilillâhu fema lehu min Had zira Allah kimi saptırırsa artık ona doğru yolu gösteren kimse bulunmaz.

Tabii ki Allah saptırmaz. Kur’an ın neresinde gelirse gelsin bu ibare Mutlaka Bakara suresinin 26. ayetinde geçtiği gibi;

…ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26) Allah yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz türü ayetler ışığında anlaşılmalıdır. Yani Allah sapanı saptırır. Daha doğrusu tercihi sapmak olanın tercihinin önünü açar. Yani sapan insanın kendisidir. Allah ona irade vermiştir o iradeyi doğruyu seçmek için değil de yanlışı seçmek için kullanır.

34-) Ve lekad caeküm Yusufu min kablü Bil Beyyinati fema ziltüm fiy şekkin mimma caeküm Bih* hattâ izâ heleke kultüm len yeb’asÂllahu min ba’diHİ Rasûla* kezâlike yudıllullahu men huve müsrifün murtab;

Daha önce Yusuf da size apaçık delilleriyle gelmişti de Onun size getirdiklerinden kuşku duyarak yaşamıştınız… Nihayet (Yusuf) vefat ettiğinde de: “Allâh, O’ndan sonra bir Rasûl asla bâ’s etmez” demiştiniz… Allâh, israf eden, kuşkulu kimseyi böylece saptırır. (A. Hulusi)

34 – Bundan evvel size beyyinelerle Yusuf gelmişti: o vakit da onun size getirdiği hakikatte şek ketmiş durmuştunuz, nihayet vefat ettiğinde de bundan sonra Allah aslâ Resul göndermez dediniz! işte müsrif şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır. (Elmalı)

Ve lekad caeküm Yusufu min kablü Bil Beyyinat ve doğrusu daha önce Yusuf’ta size hakikatin apaçık belgeleriyle gelmişti. Yani tıpkı Musa gibi, tıpkı Muhammed A.S. gibi Yusuf peygamber de hakikati getirdi. Yani hepsi de aynı çizginin mensubu. fema ziltüm fiy şekkin mimma caeküm Bih ama onun size getirdiklerini şüpheyle karşıladınız. hattâ izâ heleke kultüm len yeb’asÂllahu min ba’diHİ Rasûla en sonunda Yusuf ölünce kalkıp Allah ondan sonra asla bir daha elçi göndermeyecektir. Dediniz.

Evet, tarihsel bir hadiseye atıf yaptı. Bu hadisenin en ayrıntılı biçimde Yusuf suresinde işlendiğini biliyorsunuz. Biz ilgili sureyi tefsir ederken Yusuf suresinde ki zamanlar üstü hissenin neler olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık. Bir kişiden ne çıkar sorusunun cevabıydı o sure.

Sahi, bir kişiden ne çıkar? Yani bir kişi ne yapabilir ki diye mi soruyorsunuz. O kadar çok şey yapar ki Eğer o bir kişi adam gibi bir adamsa, ahlak, liyakat ehliyet ilim hikmet çaba ve gayret sahibiyse bir kişiden çok şey çıkar. Koca bir toplum o bir kişinin arkasına geçer. İşte tarihsel olarak Yusuf kıssası bu sorunun bir tarihi örneğidir.

Hiksos’lar Arap yarımadasından çıkıp firavunların ülkesini fetheden fatihler idi. Aslen Araplarla aynı ataya sahipler. Arap kaynaklarında amâlika diye geçer bu kavim. Hz. Yusuf Hiksoslar hanedanı döneminde bildiğiniz nedenlerle kardeşleri tarafından kıskançlık sonucu kuyuya atılır. İlahi irade öyle bir senaryo yazmıştır ki bu senaryo dillere destandır.

Yusuf atıldığı kuyudan yine hiksos hanedanının geldiği kökene mensup İsmailî bir kervan tarafından, yani Arabistanlı bir kervan tarafından atıldığı kuyudan çıkarılır. Mısır’a getirilir. Firavunlar ülkesini başkentinde köle edilir ve köle diye satılır. Bir peygamber çocuğudur ve kendisi de bir peygamber olarak seçilecektir. Köle diye satıldığı yer Potifar, Mısır’ın yüksek bürokratlarından biridir ve Yusuf’un çilesi dolmamıştır.

Yusuf koca bir ülkeyi ahlakıyla yönetmek için rabbi tarafından ağır bir sınava tabi tutulur. Züleyha onun imtihan aracıdır. Her çağın Yusuf’unun bir Züleyhası vardır elbet, ama o Yusuf’un Züleyha’sı gibi gerçekten ağır bir sınav aracıdır. Yusuf ahlakını muhafaza eder, iffetini korur, iffet gemisini asla deldirmez. Gömleğini önden yırttırmaz, arkadan yırtılır. Tüm Yusuf’ların gömleği arkadan yırtılır. Zaten arkadan yırtılıyorsa Yusuf olur. Onun için herkes Kendi Züleyha’sının ne olduğuna bakmak ve gömleğinin nereden yırtıldığını kontrol etmek durumundadır.

Kiminin Züleyhası para, kiminin Züleyhası iktidar, kiminin Züleyhası şöhret, kiminin Züleyhası servet, kiminin Züleyhası bilgidir. Ama herkesin sınandığı bir Züleyhası illaki vardır. İşte Yusuf sınandığı Züleyha ile sınandığı bu sınavdan alnının akıyla çıkar ve bir de zindanla sınanır. Medrese-i Yusufiye olarak meşhur olacak olan Yusuf’un medresesi sadece kendisini yetiştirmez, başkalarını da yetiştirir ve oradan Mısır’a sultan olacak bir süreç başlar.

İşte bu dramatik hadise, yani kuyuya atılıp, köle olarak satılıp, Züleyha’nın önünde iffet sınavından geçip, zindanları aşıp Mısır’ın tepesine oturmak. Bu bir ahlâk yolculuğu. Aslında Yusuf’un hikayesi, kıssası bir iffet sembolünün kıssasıdır. Allah eğer ahlaki ilkelerinizden taviz vermezseniz, eğer kendisini görür gibi yaşarsanız sizi nasıl destekler sorusunun cevabıdır bu. İşte ona bir atıf.

Yusuf Lider olduğu ülkeyi kıtlık döneminde tüm dünya açlık çakerken, bırakınız kıtlığa mahkum olmayı, etrafında kıtlıktan kırılan insanlara hububat verecek kadar, ihraç edecek kadar, hediye edip etrafta ki ülkeleri tabir caizse kendisine bende edecek kadar büyük bir yönetici olduğu halde yine de onun hakkında tereddüt etmişler. Bu ayetten biz bunu anlıyoruz.

Tereddütlerinin temeline onun iyi yönetmiş olmasından daha öte, iyi yönetiminin temelinde yatan imanı, imanî ilkeleri. Yani adamlar demek ki; sen hayırlı birisin her şeyinle bizim için yararlısın ama yine de senden geliyorsa hayır, bir parça şüphe ediyoruz demeye getirmişler. Bu ayet onu öğretiyor, onu söylüyor bize.

kezâlike yudıllullahu men huve müsrifün murtab işte Allah düştükleri şüphe bataklığında debelenerek kendilerini harcayan kimseleri böyle yoldan çıkarır. Yani müsrifleri, şüphe bataklığında debelenen, hayatını harcayan kimseleri Allah onları böyle yoldan saptırır. Yine saptırmaz, onlar sapmayı tercih ederler, Allah’ta onların tercihini kendi başlarına sarar.

35-) Elleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sultanin etahüm* kebüre makten ‘indAllâhi ve ‘ındelleziyne amenû* kezâlike yatbe’ullahu alâ külli kalbi mütekebbirin cebbar;

Onlar ki kendilerine gelmiş reddedilemez bir delil olmaksızın Allâh’ın işaretleri hakkında mücadele ederler… (Bu durum) hem Allâh indînde ve hem de iman edenlerin indînde şiddetli gazaba sebep oldu… Böylece Allâh, her kibirlenen, zorba bilinci kilitler. (A. Hulusi)

35 – Onlar ki kendilerine gelmiş bir bürhan olmaksızın Allahın âyetlerinde mücadele ederler, Allah yanında ve imanı olanlar indinde mebğuz olmak için ne büyük huy, işte Allah her cebbar mütekebbirin kalbini öyle bir tabiat ile mühürler. (Elmalı)

Elleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sultanin etahüm Bu gibiler kendilerine ulaşmış hiçbir belge olmadan Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşurlar. Polemik yaparlar. Yani batılı üstün getirmek için hakkı Hakk ile vurmaya kalkarlar. kebüre makten ‘indAllâhi ve ‘ındelleziyne amenû bu hem Allah katında hem de iman edenler nezdinde büyük bir şenaattir. kezâlike yatbe’ullahu alâ külli kalbi mütekebbirin cebbar işte Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.

Her kibirli zorbanın kalbi mühürlenir. Yani umutsuz vakıa haline gelir. Umutsuz vakıa haline gelirse büyük mahkeme de açılmak üzere sapmış her kalp arşive kaldırılır. Arşivde bekletilir. Mühür budur aslında.

36-) Ve kale fir’avnü ya hamanübni liy sarhan lealliy eblüğul esbab;

Firavun dedi ki: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule bina et, belki o sebeplere ulaşırım.” (A. Hulusi)

36 – Firavun da «ya Hâmân! dedi: bana bir kule yap, belki ben irerim o esbaba. (Elmalı)

Ve kale fir’avnü ya hamanübni liy sarhan ve firavun ey haman diye emretti, bana görkemli bir kule yap. Haddini bilmezliğin elinde tekniğin ve bilimin nasıl istismar edildiğinin örneği bu. Yani eğer haddini bilmez biri mevcut masum bilgiyi ve teknolojiyi eline geçirirse nasıl küfrüne alet edeceğinin ilginç bir örneği. lealliy eblüğul esbab (sonraki, ayetle birleştirildi)

37-) Esbabes Semavati feattali’a ila ilâhi Musa ve inniy le ezunnühu kâziba* ve kezâlike züyyine li fir’avne sûü amelihi ve sudde anis sebiyl* ve ma keydü fir’avne illâ fiy tebab;

“Semâların sebeplerine… Bu sayede Musa’nın tanrısını anlayabilirim! Kesinlikle Onun yalancı olduğunu düşünüyorum!”… Böylece Firavun’a yaptığı işin kötülüğü süslendirildi ve (hakikatine giden) yoldan engellendi… Firavun’un yöntemi hüsrandan başka bir şey sağlamadı! (A. Hulusi)

37 – Semaların esbabına da Musâ’nın tanrısına muttali’ olurum ve her halde ben onu yalancı sanıyorum» İşte bu suretle Firavuna kötü ameli süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Firavun düzeni hep hüsrandadır. (Elmalı)

lealliy eblüğul esbab Esbabes Semavat birlikte okuyalım, çünkü birlikte mana verilmeli; Belki böylece amacımı gerçekleştirecek araçlara ulaşırım. Gökleri aşacağım araçlara. İşte firavunun mantığı. Yani firavunca bir akıl nasıl olur diye soruyorsanız eğer o aklı ele veren ayetleri okuyoruz şu anda. Bana gökleri yaran bir kule yap belki göklerin perdesini yırtar öte tarafa geçerim. Ne yapacak peki geçince? Devamından öğreniyoruz.

feattali’a ila ilâhi Musa ve inniy le ezunnühu kâziban böylece Musa’nın ilahına ulaşabilirim, erişebilirim. Hoş, ben onun bir yalancı olduğundan kesinlikle eminim ya, yani tavrı bu. Kendi içinde de tutarlı değil. Hem öyle diyeceksiniz hem de göklere ulaşmayı düşüneceksiniz. Göklere ulaşmaktan da Musa’nın ilahını belki görebilirim. Yani bu aslında soyutlayamayan bedevi aklının firavunca ifadesi. Allah’ın göklerde olduğunu kim söyler?

Her mekanı yaratan bir mekana sığar mı? Zaten firavunun zihninde ki tanrı tasavvuru yüzünden firavun Hz. Musa’nın mesajını anlayamadı. Çünkü o zihninde ki tanrı tasavvuru kendisi gibi, ki kendi tanrılığını iddia ediyordu. Ene rabbükümül ‘alâ diyordu. Ben sizin en büyük rabbinizim. O kendisi gibi bir tanrı arıyordu aslında. Aslında o zihnini, tasavvurunu, düşüncesini yüceltememiş, düşüncesi cüce birisiydi. Onun için düşüncesi yücelik Allah’a ulaşamadığı için tanrıyı küçültmeye kalkıyor, kendi şahsında düşünüyordu.

ve kezâlike züyyine li fir’avne sûü amelihi ve sudde anis sebiyl işte kötü davranışı firavuna böylesine güzel göründü ve doğru yoldan alı konuldu. Sudde; Sedde diye de okunur bir kıratta o zaman doğru yoldan uzak durdu, doğru yoldan uzaklaştı manasına da gelir. ve ma keydü fir’avne illâ fiy tebab netice de firavunun düzeni çöküşü hızlandırmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Yani onun kurduğu tuzaklar, onun kurduğu düzen, onun kurduğu nizam; kendi çöküşünü hızlandırdı.

Hep böyledir. Allah’tan bağımsız bir iktidar düşlerseniz eğer ve sizi uyaran herkesi de düşmanınız olarak görürseniz ve gücün sözünü, sözün gücünden üstün tutar güçlü olduğunuzu, haklı olduğunuzun belgesi olarak sunarsanız, varıp toslayacağınız gerçeğin duvarı çöküştür. Çöküş mukadder ve kaçınılmazdır. Çünkü büyürken aynı zamanda sorununuzu da, ölümünüzü de büyütürsünüz. Çünkü hasta bir akıl, hasta bir güç, hasta bir tasavvur, hasta bir iktidar büyüdükçe hastalığını da büyütür. Kendi ölüm sebebini kendi içinde taşır. İşte firavunun problemi de bu olmuştur.

38-) Ve kalelleziy amene ya kavmit tebiûni ehdiküm sebiler reşad;

(Firavun’un ailesinden) o iman eden dedi ki: “Ey halkım… Bana uyun, sizi olgunluğa erdirici yola yönlendireyim.” (A. Hulusi)

38 – O iman eden zat ise: ey kavmim, dedi: Gelin ardımca size Reşat yolunu göstereyim. (Elmalı)

Ve kalelleziy amene ya kavmit tebiûni ehdiküm sebiler reşad derken iman eden o kimse, hani bir mü’min yiğit vardı ya, ona söz geldi yine. O kimse; Ey kavmim dedi. Aslında biz de onun hitap ettiği kitleler arasında olup hepimiz onun verdiği bu tarihler üstü öğüde kulak verelim ne demiş diye. Ey kavmim dedi bana uyun ki ben sizi aklı selim yoluna yönelteyim. Siz bu mü’min şahısla yine ismi verilmeyen, kimliği meçhul bırakılan bunun gibi tarihler üstü bir davete sahip olan yasin sahibini karşılaştırın, kıyaslayın. mesajları ne kadar da bir birine benziyor. Yani keşke kavmim benim şimdi burada Allah’ın nimetlerine gark olduğumu bilseydi diyen o yasin sahibinin mesajıyla bu mü’min suresinde ki bu yiğidin mesajı arasında ki benzerliğe dikkatinizi çekerim.

39-) Ya kavmi innema hazihil hayatüd dünya meta’* ve innel ahırete hiye darul karâr;

“Ey halkım… Şu dünya hayatı sadece geçici nimetlerden yararlanma ve keyif sürmedir! Sonsuz gelecek yaşam daimî kalma yurdunun ta kendisidir!” (A. Hulusi)

39 – Ey kavmim! Bu Dünya hayatı ancak (bir meta’) bir kazançtan ibarettir, Âhiret ise (Dârülkarar) durulacak yurttur. (Elmalı)

Ya kavmi innema hazihil hayatüd dünya meta’un ey kavmim bu dünya hayatı sadece kısa vadeli tadımlık bir lezzet, kısa vadeli bir haz, geçici bir zevktir. ve innel ahırete hiye darul karâr ve bir de öteki dünya vardır ki, işte kalıcı olan hayat orasıdır.

40-) Men ‘amile seyyieten fela yücza illâ misleha* ve men ‘amile salihan min zekerin ev ünsâ ve huve mu’minun feülaike yedhulunel cennete yurzekune fiyha Bi ğayri hisab;

“Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun misli ile cezalanır! Erkek veya kadın, imanlı olarak kim imanın gereğini uygularsa, işte onlar cennete dâhil olurlar… O yaşamda, türlü sınırsız yaşam gıdasıyla beslenirler!” (A. Hulusi)

40 – Her kim bir kötülük yaparsa ona onun gibi kötülükten başka karşılık olmaz, gerek erkekten, gerek dişi her kim de mü’min olarak iyi bir iş işlerse işte onlar Cennete girerler, orada hesapsız merzuk olurlar. (Elmalı)

Men ‘amile seyyieten fela yücza illâ misleha kim bir kötülük işlerse sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır. ve men ‘amile salihan min zekerin ev ünsâ ve huve mu’minun feülaike yedhulunel cennete yurzekune fiyha Bi ğayri hisab ama kim de imanlı olarak güzel davranışlar sergiler kadın olsun erkek olsun fark etmez, işte bu gibiler cennete girecek ve orada haddi hesabı olmayan nimetler ikram edilecektir.

Rızkın en alt derecesi bedeni besler, en üst derecesi ruhu besler. Onun için rızık deyince sadece boğazımızdan giren lokmalar aklımıza gelmesin. Ruhumuzun gıdaları da rızıktır, aklımızın gıdaları da rızıktır. Onun için maddi manevi insanın elde edince sevindiği her yararlı şey rızıktır. İşte burada cennete girince haddi hesabı olmayan nimetler ikram edilecek denilirken bu ikramın içinde sadece boğazdan geçecekler değil gönül huzuru, kalp itminanı, yani cennetle tatmin olmada bulunacak.

41-) Ve ya kavmi maliy ed’uküm ilennecati ve ted’uneniy ilen nar;

“Ey halkım… Ne biçim iş ki, ben sizi kurtuluşa davet ederken, siz beni Nâr’a davet ediyorsunuz!” (A. Hulusi)

41 – Hem ey kavmim! Neye ben sizi halâsa davet ederken siz beni ateşe davet ediyorsunuz? (Elmalı)

Ve ya kavmi maliy ed’uküm ilennecati ve ted’uneniy ilen nar ey kavmim nasıl olup ta ben sizi kurtuluşa çağırırken siz beni ateşe çağırıyorsunuz. Yani nasıl oluyor da ben sizi kurtuluşa çağırırken siz beni ateşe, batışa, bitişe çağırıyorsunuz. Bu revamıdır, bu adalet midir. Bir mü’min ya da her mü’min, kurtuluşa çağıran bir davettir. Verilen mesaj bu. Nerede oluyorsanız olun, nerede bulunuyorsanız bulunun, isterse Firavunun sarayında olun eğer size düşmüşse söz, eğer iş başa düşmüşse hakkı ve hakikati korkmadan ifade edin, kurtuluşa çağırın. İnsanlığa gönül hidayeti sunun. İşte bu mü’min temsil ediyor.

Firavunun ailesinden de olsa. Tarihin aktığı iki yatak var zaten, biri cennete diğeri cehenneme akan iki yatak. Bu mü’min cennete akan yatağın üzerinde duruyordu ve cennete akan yatakta yüzmek isteyenlere yol gösteriyordu.

42-) Ted’uneniy li ekfüre Billâhi ve üşrike Bihi ma leyse liy Bihi ‘ılmun ve ene ed’uküm ilel ‘Aziyzil Ğaffar;

“Siz bana, Esmâ’sıyla hakikatim olan Allâh’ı inkâr etmemi ve hakkında bilgim olmayan şeyi O’na ortak koşmamı öneriyorsunuz! Ben ise sizi Aziyz, Ğaffar’a çağırıyorum.” (A. Hulusi)

42 – Siz beni Allaha küfretmeğe ve bence hiç ilimde yeri olmayan şeyleri ona şerik koşmağa davet ediyorsunuz, ben ise sizi o azîz, gaffara davet ediyorum. (Elmalı)

Ted’uneniy li ekfüre Billâhi ve üşrike Bihi ma leyse liy Bihi ‘ılmun ve ene ed’uküm ilel ‘Aziyzil Ğaffar siz beni hem Allah’ı inkar etmeye, hem de hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırırken, ben ise sizleri yüceler yücesi, affı sınırsız olana çağırıyorum. Yukarıdaki ayetin bir devamı. Buradaki ma leyse liy Bihi ‘ılm ifadesi, ibaresi biraz farklı formlarla da Kur’an da başka yerlerde de gelir. Yani tanrısal bir nitelik taşıdığı hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyler manasına gelir.

43-) Lâ cerame ennema ted’uneniy ileyhi leyse lehu da’vetün fiyd dünya vela fiyl ahireti ve enne mereddena ilAllâhi ve ennel müsrifiyne hüm ashâbun nar;

“Hakikat şu ki: Sizin beni kendisine davet ettiğinizin ne dünyada ve ne de sonsuz gelecek yaşamda bir daveti yoktur… Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allâh’adır… Muhakkak ki (ömrünü) israf edenler Nâr arkadaşlarıdır!” (A. Hulusi)

43 – Hiç kabili inkâr değildir ki hakikatte sizin beni davet ettiğinizin ne Dünyada ne Ahirette bir davet hakkı yoktur ve hepimizin varacağımız Allah dır, ve bütün müsrifler nâra yanacaktır. (Elmalı)

Lâ cerame ennema ted’uneniy ileyhi leyse lehu da’vetün fiyd dünya vela fiyl ahireh kesinlikle sizin beni çağırdığınız şey ne dünyada, ne de ahirette kendisine çağırılmaya layık bir şey değildir. ve enne mereddena ilAllâhi ve ennel müsrifiyne hüm ashâbun nar zaten dönüşümüz de Allah’a dır ve elbet kendini harcayanlar ateşin dostlarıdır, ateşin yaranıdır, ateşin taraftarlarıdır.

44-) Fesetezkürune ma ekulü leküm* ve ufevvidu emriy ilAllâh* innAllâhe Basıyrun Bil ‘ıbad;

“Size söylediğimi yakında hatırlayacaksınız! Ben işimi Allâh’a bırakıyorum! Muhakkak ki Allâh kullarını Basıyr’dir.” (A. Hulusi)

44 – Siz benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız, ben emrimi Allaha tefviz ediyorum, her halde Allah kullarını görür gözetir. (Elmalı)

Fesetezkürune ma ekulü leküm işte bu mühim. Ve bir gün gelecek bu sözlerimi bir bir hatırlayacaksınız. ve ufevvidu emriy ilAllâh bense sorumluluğuma ilişkin hükmü Allah’a havale ediyorum. Yani sorumluluğumu yerine getirip getirmediğime ilişkin hükmü ve bunun karşısında sizin ne yaptığınıza ilişkin hükmü, sizi de Allah’a havale ediyorum zımnen. innAllâhe Basıyrun Bil ‘ıbad çünkü Allah kulların her şeyini görmektedir.

Tabii ahirete yönelik bir ayet. Bir gün gelecek bu söylediklerimi bir bir hatırlayacaksınız. Çünkü ben şahit olarak çıkarılacağım, siz de şahit olarak çıkarılacaksınız ve orada asla yalan söyleyemeyeceksiniz. Tüm peygamberlerde şahit olarak çıkarılacaklar, onların yolunu izleyen davetçiler de, davet ettikleri de şahit olarak çıkarılacaklar. Davetçiler biz davet ettik ya rabbi, bunlar davetimize karşılık şöyle davrandı diyecekler ve onlar, onları yalanlayamayacaklar. İşte onu hatırlatıyor.

45-) Fevekahullahu seyyiati ma mekeru ve haka Bi ali fir’avne sûül azâb;

Nihayet Allâh onu (o imanlı adamı, Firavun ehlinin) yaptıkları mekrin kötülüklerinden korudu… Âl-i Firavun’u ise azabın kötüsü kuşattı. (A. Hulusi)

45 – onun için Allah onu onların kurdukları mekrin fenâlıklarından korudu da Âli Firavunu o kötü azâb kuşattı. (Elmalı)

Fevekahullahu seyyiati ma mekeru derken Allah onu kavminin çirkin tuzaklarından korudu. ve haka Bi ali fir’avne sûül azâb firavun ailesini helaki ise azabın en kötüsüyle oldu. Burada da yine zamanlar ve mekanlar üstü bir ilke yer alıyor. Yani nihai tahlilde, Allah’ı razı eden, Allah’a davet eden herkesi Allah korur. Ama onu tehdit eden güç ne kadar büyük olursa olsun Allah onu Hakk ile yeksan eder. Mesaj bu.

Bu mü’minin misyonunu oynayan kim olursa olsun onun için geçerli. Firavunun sarayında hakkı söylemek. O sorumluluğunu yerine getirirse eğer, Allah onu elbette koruyacaktır. Mesaj budur.

46-) Ennaru yu’redune aleyha ğudüvven ve ‘aşiyya* ve yevme tekumüs saatü, edhılu ale fir’avne eşeddel azâb;

(O kötü azap) Nâr’dır! Sabah – akşam ona arz olunurlar… O saatin geldiği süreçte de: “Âl-i Firavun’u azabın en şiddetlisine sokun!” (denilir). (A. Hulusi)

46 – Ateş, onlar sabah akşam ona arz olunur dururlar, saat kıyam edeceği gün de tıkın Âli Firavunu en şiddetli azâba. (Elmalı)

Ennar bir önceki cümle ile bağlantılı ve haka Bi ali fir’avne sûül azâb, Ennar firavun ailesinin helaki ise azabın en kötüsüyle olduğu ateş, o ateştir. yu’redune aleyha ğudüvven ve ‘aşiyya onlar o ateşe sabah akşam arz olunurlar, sunulacaklar, sunulurlar. ve yevme tekumüs saatü, edhılu ale fir’avne eşeddel azâb ve son saat gelip çattığında Allah şöyle buyuracaktır; Firavun ailesini ateşe sokun. Azabın en şiddetlisine sokun, azabın en şiddetlisini firavun ailesine verin diye emir buyuracaktır.

ale fir’avne firavun ailesine tüm çağlarda onun izini sürdürenler girer. Tıpkı Ale İbrahîym. İbrahim ailesine, İbrahim’in izini sürenlerin girdiği gibi.

47-) Ve iz yetehaccune fiyn nari feyekulud du’afâu lilleziynestekberu inna künna leküm tebe’an fehel entüm muğnune ‘anna nasıyben minennar;

Hani (o vakit) Nâr içinde birbirleriyle tartışırlar da, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara der ki: “Doğrusu biz sizin tâbilerinizdik… Şimdi siz ateşi biraz olsun bizden uzaklaştırabilir misiniz?” (A. Hulusi)

47 – Ve hele ateş içinde birbirlerine (ihticac- Delilleriyle hüküm verme) protesto ederlerken: o vakit zuafa (Zayıf olanlar) kısmı o büyüklük taslayanlara diyorlardır: hani bizler sizin tebaanız idik, şimdi siz bizden bir ateş nevbetini savabiliyor musunuz? (Elmalı)

Ve iz yetehaccune fiyn nar hani ateşin başında karşılıklı tartışırken onları bir görmeliydin. Aslında kinaye olarak şöyle bir şey de aklımıza getiriyor bu ibare zımnen. .. .yücadilune fiy âyâtillâh.. (35) vardı ya hani. Allah’ın ayetleri konusunda polemik yapanlar. 4., 35. 56. 69. ayetler hep birbirine yakın. İşte Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar, polemik konusu yapanlar, cehennemde de bu polemiği birbirleri ile sürdürecekler. Birbirleriyle tartışmaya başlayacaklar. Tartışmak bir alışkanlık haline dönüşecek, orada da kendilerini oraya sürükleyen, arkasını takip ettikleriyle tartışmaya başlayacaklar.

Ne diyecekler? Nasıl tartışacaklar? Kur’an da bir çok yerde bu tartışma konusunda ayrıntı verilir. Tabii ki bu ayrıntılar önde gidenlerle, küfrün önderleriyle küfrün artçıları arasında ki ilişki biçiminde ele vermektedir.

feyekulud du’afâu lilleziynestekberu zayıflar büyüklenen kimselere diyecekler ki, Burada iki kesim var. bir zayıflar var. Bunlar kim? Yanlışı izleyenler, ezilenler, eziliyorlar. Kendilerini ezenlere hayran olanlar. İşin ilginci kendilerini ezenler gibi olmak isteyenler. Bu çok ilginç bir şey insan ezilir, fakat ezenlere hayran olmaz. Çünkü ezenlere hayran olmak, onursuzlaşmaktır. Sizi ezenin yerinde olmak. İşte bu mustazaflar bu türden olanlar. Çünkü Kur’an da 3 tip mustazaftan, ezilenden söz edilir.

1 – Övülen mustazaflar. Eziliyorlar, fakat kendilerini ezenlere hayran değiller. Yani ellerinde fırsat olsa onların yerinde olmak istemeyenler. Onların hayat tarzına imrenmeyenler. İman eden mustazaflar. Ezilmek istemiyorlar, ellerinden gelen her çabayı gösteriyorlar, fakat yinede eziliyorlar. İşte bunlar için bu bir sınav ve sabrettikleri oranda da ecirlerini alacaklar. Direnecekler tabii. Direniş – sabır, sabır –direniş olacak tabii.

2 – Bu tipler, yerilen mustazaflar. Bunlar kendilerini ezenlere alttan alta hayranlık duyuyorlar. Yani eğer eline imkan verin kendileri de başkalarını ezmeye başlayacak. Ezenlere hayran olanlar. Onları izleyenler, onlar gibi yaşamaya can atanlar. Ellerine fırsat geçtiğinde de onlar gibi yaşayanlar. Onursuzlar.

3 – Tip mustazaflar da yetimler, ihtiyarlar ve güçsüzler, zayıflar. Onlar savaşın mağdurları. Zaten o çerçevede geçer Kur’an da savaşın mağdurları olarak. Onlar nötr olarak ele alınmış. Ne övülmüş, ne yerilmiş. Fakat bunlara dokunulmaması istenmiştir. Hiçbir savaşta bunlara dokunulmaz.

İşte bu 3 tip mustazaftan 2. tip buradaki yerilen mustazaflar. Onların niteliğine onlar kendilerini ezenlere içten içe hayranlık duyuyorlar ve bakalım aralarında ne konuşma geçiyor.

inna künna leküm tebe’an fehel entüm muğnune ‘anna nasıyben minennar bizim, sizin peşinize takıldığımız kesin. Şu halde ateşin üzerimizde ki etkisini bir parça olsun hafifletemez misiniz. Görüyor musunuz ezen ezilen ilişkisinde ki çarpıklığa. Yani sapık ilişki biçimi bu. Ruhen, manen sapık ilişki biçimi. Nasıl bir ilişki? Yani bizi ezdiniz, fakat biz sizi yine de izledik, yine de arkanızdan geldik, yani günahlarınızı takip ettik. Sizin kadar işleyemedik, çünkü imkanımız yoktu ama elimizde ki imkan kadar size yaklaşmaya çalıştık. Siz viski ile günah işlemeye aklınızı örtmeye kalkıştınız, biz onu elde edemediğimiz için daha aşağısı rakıyla, onu da bulamazsak baly ile örtmeye çalıştık.

Siz büyük büyük zinalar yaptınız, gittiniz kendinize pahalı zinalar buldunuz. Ama biz sizin yaptığınızı yapamadık biz daha küçüğünü. Siz büyük kumarlar oynadınız, veya siz büyük zulümler yaptınız, biz sizin yaptığınız zulümleri yapma imkanına sahip değildik, elimizde güç yoktu. Ama elimizde gücümüzün yettiğine yaptık bizde. Ki böyle devam eder gider.

İşte bunlar, şimdi ateşimizi biraz hafifletebilir misiniz diyenler. Aslında gizli bir ironi taşıyor, yani sizin hiçbir şey olduğunuzu gördük, hiçbir şey. Kaldırın demiyoruz bakın, sizi izledik sonuçta geldiğimiz nokta ortada. Kaldırın demiyoruz, ama birazcık  hafifletebilir misiniz, onu bile yapamayacağınızı biliyoruz ama kendi güçsüzlüğünüzü ve azciyetinizi görün anlamı taşıyor gibi adeta bu.

48-) Kalelleziynestekberu inna küllün fiyha innAllâhe kad hakeme beynel ‘ıbad;

O büyüklük taslayanlar da der ki: “Gerçek şu ki hepimiz onun içindeyiz… Muhakkak ki Allâh, kulları arasında hüküm vermiştir!” (A. Hulusi)

48 – Büyüklük taslayanlar da şöyle demektedirler: evet, hepimiz onun içindeyiz, çünkü Allah, kulları Beyninde hükmünü verdi. (Elmalı)

Kalelleziynestekberu inna küllün fiyha innAllâhe kad hakeme beynel ‘ıbad büyüklenenler, o küstahça böbürlenenlerse işte hepiniz onun içindeyiz. Yani ateşin içindeyiz. Siz de, bizde buradayız diyecekler. Yani siz biz kalmadı ki, hepimiz şimdi o derin Allah’ı kaybetmenin derin ateşinde yanıyoruz. Yüreğimize köz düştü. Öyle bir yangın ki bu bin ateşten beter. Çünkü şu anda Allah’tan başka bizim elimizden kimse tutamaz. Biz ise bir ömrü O’na sırt döndüğümüz için şimdi O da bizi kendi halimize terk etti.

İşte bu kendi başımıza terk edilmişliğin derin yürek yangınını öyle hissediyoruz ki siz biz kalmadı. Acziyetimiz eşitlendi. Hepimiz onun içindeyiz. Kesin olan şu ki Allah kulları arasında hükmünü çoktan vermiştir. Diyecekler. Yani bir tür başlarından savacaklar ama orada söyledikleri doğru söz tabii ki. Allah kulları hakkında hükmünü verdi.

Bir anlamsız bu, orada yapılacak her tür itiraf anlamsız. Çünkü hiçbir yararı yok. Ahlaki bir yarar sağlamaz. Allah’ın insan için getirdiği tüm talimatlar insanın yararı için. Orada ise itirafla elde edeceği bir ahlaki yarar kalmamış olacak.

49-) Ve kalelleziyne fiyn nari lihazeneti cehennemed’u Rabbeküm yuhaffif ‘anna yevmen minel azâb;

Nâr’ın (ateşin – radyasyon okyanusunun) içinde olanlar, cehennem bekçilerine dedi ki: “Rabbinize yalvarın, azabı bir gün (olsun) bizden hafifletsin!” (A. Hulusi)  

49 – Ve hep o ateştekiler Cehennem bekçilerine derler: rabbinize duâ ediverin bir gün bizden azâbı biraz hafifletsin. (Elmalı)

Ve kalelleziyne fiyn nari lihazeneti cehennemed’u Rabbeküm yuhaffif ‘anna yevmen minel azâb ve ateşin içinde olanlar cehennemin bekçilerine dönüp şöyle yalvaracaklar. Yani onlardan bir şey çıkmadı, bari ey bekçiler siz bizim derdimize derman olun. Siz rabbinize yalvarın da azabı üzerimizden birtecik gün, sadece bir gün olsun hafifletsin.

Yani belki. Yevm Kur’an da bizim bildiğimiz manada sadece yeryüzünün kendi etrafında ki bir kez lik, bir seferlik dönüşüne denmez. Çünkü burası ahiret. Ahiretin zamanı farklı. Onun içinde andan uzun zamana kadar kullanılır. Bir anlığına kaldırsın diye de anlayabiliriz.

50-) Kalu evelem tekü te’tiyküm Rusulüküm Bil beyyinat* kalu bela* kalu fed’u* ve ma du’âul kâfiriyne illâ fiy dalâl;

(Bekçiler) dediler ki: “Rasûlleriniz size apaçık deliller olarak gelmedi mi?”… Dediler ki: “Evet”… (Bekçiler) dediler ki: “O hâlde kendiniz dua edin!”… Hakikat bilgisini inkâr edenlerin duası da asılsız yönelişten başka bir şey değildir. (A. Hulusi)

50 – Ya size, derler: beyyinelerle Resulleriniz geliyor değil mi idi ki? Evet, derler, öyle ise kendiniz duâ edin derler, kâfirlerin duâsı ise hep çıkmazdadır. (Elmalı)

Kalu evelem tekü te’tiyküm Rusulüküm Bil beyyinat bekçiler şöyle cevap verecekler; Elçileriniz size hakikatin apaçık belgeleriyle gelmemiş miydi. Yani size gönderilen Resuller size gerçeği söylemediler mi? Tabii ki bu soru istifham-ı inkari yani elbette söylediler. Elbette geldiler.

kalu bela berikiler elbette gelmiştiler diyecekler.

kalu fed’u* ve ma du’âul kâfiriyne illâ fiy dalâl berikiler ise diyecekler ki buna karşılık haydi o halde yalvarmaya devam edin, yakarmaya devam edin ama inkarı tabiat haline getirenlerin yalvarması aldanışlarını artırmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Yani kişinin duasına istikamet açısını, koordinatı, imanı, inancı verir değil mi. Yani duanız aslında imanınızdan fışkırır.

Unutmayınız iman etmemiş birinin duası ne olabilir ki? Nereye yönelecek? Dua imanın eseridir. Bu çok mühim onun içinde:

Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm. (Furkan/77)eğer rabbiniz sizin duanız olmasaydı, rabbinizin ne işine yarardınız ayeti bu hakikati veriyor. Onun için dua Muhhul ibadat, ibadetlerin iliği, ibadetlerin beyni diye adlandırılmış efendimiz tarafından. Dua ibadetlerin beyni, bu manada namaz da salât, yani dua manasına gelen bir kökten türetilir.

İmanı olmayanın duası elbet sapmasını artıracaktır. Çünkü istek ve arzuyu ya iman yönlendirir, ya küfür. Eğer imanınız yoksa istikametinizi nasıl tutturacaksınız? Dua bir taleptir, bir isteyiştir, bir mesaj vermedir. İstemek için mesaj vereceksiniz. Mesaj vereceğiniz zata nasıl yönelteceksiniz yüreğinizi, hangi açıdan yönelteceksiniz. Koordinatları nasıl bulacaksınız? İman verir o koordinatları. Eğer inanıyorsanız iman yüreğe koordinatları verir ve yürek duaya durur.

Aslında dil dua eden organ değildir, dua eden dil değildir. Dil iç dünyanızın talebini dile getiren sadece bir araçtır ve dua gerçekte dil üstü bir dille yapılır. O nedenle yüreğin duası en yüksek sesle yapılan duadır. Ve burada da böyle bir alt yapınız yok ki sizin, onun içinde duanızın istikameti yok, kıblesi yok. Yerine ulaşmak yerine sadece sapmanızı, aldanışınızı artıracaktır deniliyor.

Rabbim duası felahını artıranlardan kılsın, duası ziyanını artıranlardan kılmasın. Rabbim yüreklerimize vahyin koordinatlarıyla bir duruş versin inşallah.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.



Viewing all articles
Browse latest Browse all 327

Trending Articles


"Yâ Kuddûs!" Esması Havâs ve Esrârı


Süfli Hadim-Cin Daveti


Latifeler


Eşlerin Arasında Sevgi ve Muhabbet Oluşması İçin


Istihare için


huddam daveti


Mum ile celb (aşık etme)


Evradı Fethiye (Kabe-i Muazzama)


ervahı tayyibeyi davet etmek için yasin suresi tertibi


sonuç veren istihare


Heyakili süleymaniye-7 Heykel


Selefi


Şura Suresi 19. Ayet Mucizesi


Ve huvel kaviyyul azîz


Uzakta Bulunan Bir Velinin Kabrini Ziyaret Etmek İstersen...


Yüz güzelliği için


El-Mütekebbir


Defne yaprağı tütsüsü ve cinler


SCCM 2012 Client Installation issue


Tarık Suresi ve Faziletleri