“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
Allah’ın selamı, bereketi, atıfeti, hidayeti, rahmeti üzerinize olsun sevgili Kur’an dostları. Geçen dersimizde Mü’min suresinin 50. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetler kısaca şu ana fikir etrafında dönüyordu. “Allah asla engellenemez.” Allah’ın yardımı firavunun sarayında da olsa gelir sizi kuşatır.
İşte o ayetlerin ardından şimdi hitap doğrudan ilk muhatabına, yani Allah Resulüne yöneldi ve şöyle dedi;
51-) İnna lenensuru RusüleNA velleziyne amenû fiyl hayatid dünya ve yevme yekumül eşhad;
Muhakkak ki biz Rasûllerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da şahitlerin kıyam ettiği günde de yardım edeceğiz. (A. Hulusi)
51 – Elbette biz Resullerimizi ve iman edenleri Mansur kılacağız hem Dünya hayatta hem de şahitler dikileceği gün. (Elmalı)
İnna lenensuru RusüleNA velleziyne amenû fiyl hayatid dünya ve yevme yekumül eşhad şüphe yok ki biz resullerimize ve iman eden kimselere, hem bu dünya hayatında, hem de ahiretin şahitlerin dinleneceği yevme yekumül eşhad. Öyle çevirelim şahitlerin dinleneceği o günde hasımlarına karşı elbette yardım edeceğiz.
İlk muhataba bir teselli var, Resulallah’a; sana yardım edeceğiz. Çünkü sen o Resullerin altın zinciri içinde en büyük halkasın. Fakat ayette onu aşan bir müjde var. O müjde yalnızca resullere değil, Allah’ın yardım vaadi, Resullerin izini takip eden, onların bıraktığı risalet mirasına sadakat gösteren, ihanet etmeyen mü’minlere de yardım vaadi yapılmakta.
Bu elbette eğer Nebinin mirasına ihanet etmemişsek bizim de gönlümüzü teselli eden ilahi bir müjde. Herkes bu müjdenin muhatabı olmanın çabasının, Allah Resulünün bıraktığı mirasa sadakat göstermekten geçtiğini unutmamalı.
52-) Yevme lâ yenfe’uz zâlimiyne ma’ziretühüm ve lehümül la’netü ve lehüm sûüddar;
O süreçte mazeret beyanları zâlimlere fayda vermez… Hem o lânet (Allâh’ın Esmâ kuvvelerinden uzak düşmüşlük) onlarındır ve hem de vatanın kötüsü onlarındır! (A. Hulusi)
52 – O günkü zâlimlere özür dilemeleri fâyda vermez, onlara lânet vardır ve onlara yurdun kötüsü vardır. (Elmalı)
Yevme lâ yenfe’uz zâlimiyne ma’ziretühüm o gün zalimlere mazeretlerinin hiçbir yararı olmaz. Mazeret yararsız. Çünkü anlamsız. Allah; Akıl, fikir, iz’an verdi ve verdiği aklın kullanılmasını istedi. Ama verdiği akla ihanet etti insanoğlu. O aklı kullanmak yerine başkalarının peşine takıldı ve sonuçta aklını kullanmasının hiçbir anlam taşımadığı bir güne geldi. Yani hüküm gününe, yargı gününe. Ve orada meşru bir gerekçe göstermeden bir takım mazeretler ileri sürdü. Bu kendi aklına, kendi iz’anına, kendi iradesine ihanetin tescilinden başka hiçbir anlam taşımaz.
ve lehümül la’netü ve lehüm sûüddar onların payına düşen Allah’ın rahmetinden dışlanmak. Lanet bu. Bizim dilimizde kazandığı anlam biraz daha farklı. Fakat lanet Allah’ın insanı rahmetinden dışlaması.
Rahmetten dışlanmak lanet mi? Evet ya..! Ekstra bir şeye ihtiyaç yok ki. Allah rahmetini çekerse geriye lanetten başka ne kalır. Allah desteğini çekerse insan nasıl dik durabilir. Allah elini bırakırsa insanın, insan sürünmekten nasıl kurtulabilir ki. Lanet bu aslında. Ve en berbat yurda konmak olacaktır. Allah’ın rahmetinden dışlanmak ve berbat bir yurda konmak.
53-) Ve lekad ateyna Muselhüda ve evresna beniy israiylel Kitab;
Andolsun ki Musa’ya hüda (Hakikat bilgisi) verdik… İsrailoğullarını da BİLGİye mirasçı kıldık! (A. Hulusi)
53 – Şanım hakkı için biz Musâ’ya o hidayeti verdik ve Benî İsrail’e o kitabı miras kıldık. (Elmalı)
Ve lekad ateyna Muselhüda ve evresna beniy israiylel Kitab vaadimiz gereği vaktiyle biz Musa’ya hidayetimizi, yani vahyimizi, rehberliğimizi iletmiş ve İsrail oğullarını ilahi kelama varis kılmıştık. Neden bu ümmete gönderilmiş olan ilahi kelamda, hem de Mekke’de, Yahudilerin yaşamadığı bir yerleşim biriminde İsrail oğulları ile ilgili bir ayet geliyor. Yani Mekke’de Yahudi yok ama bu ümmete İsrail oğullarına verilen vahiy hatırlatılıyor. Aslında zımnen söylenen belli; İsrail oğulları mirasa ihanet ettiler. Hani bakara suresinde;
Yâ beniy isrâil’ezkürû ni’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel alemiyn. (Bakara/47) Ey İsrail oğulları hatırlayın ki bir zamanda sizi vahiy emanetini taşımakla görevlendirip insanlığa anne toplum olarak seçmiştim. Evet, seçim bu. Aslında seçilmiş kavim olmak; sorumluluğun insanlığa kucak kucak vahyi taşıma sorumluluğunun sırtlarına verilmiş olmasıdır. Yoksa yattığınız yerden banko Allah’ın rahmetini hiç zahmetsizce kesenize indireceksiniz mesajı değil. Yani siz; ..nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU. (Maide/18) biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız cakasını satasınız diye değil. Yükünüz ağırlaştı. Bu yükü taşırsanız sorumluluğunuza müdrik olursanız Allah’a hesabınızı kolay verirsiniz. Onun için o hatırlatılıyor.
Meselülleziyne hummilutTevrate sümme lem yahmilûha kemeselilhımari yahmilu esfara. (Cuma/5) ayete bakın, kendilerine Tevrat’ı verip de Tevrat’ın gereğince amel etmeyen insanlar neye benzer biliyor musunuz. Sırtına kitap yüklenmiş eşeklere benzer diyor ayet. Yani burada aslında sevinmekten daha öte sorumluluğun ağırlığı altında titremek gerekmiyor mu. Sorumluluğunu bilenler sevinsinler. Yerine getirenler sevinsinler. Onun içinde kitap taşıyan merkep olmak sadece İsrail oğullarına, yani Tevrat’ın kendilerine emanet ettiği ümmete has bir şey değil. Kur’an ın kendilerine emanet edildiği ümmette eğer onların Tevrat’a yaptığı muameleyi Kur’an a yaparlarsa onlarda kitap taşıyan merkep gibi olacaklardır. Allah böyle olmaktan korusun.
[Atlanan ayet;
54-) Hüden ve zikra li üliyl elbab;
Derin düşünen akıl sahiplerine Hakikate erdirici ve hatırlatma olmak üzere! (A. Hulusi)
54 - Ki aklı selîm sahiplerine bir irşat ve bir ihtar olmak için. (Elmalı)
Hüden ve zikra li üliyl elbab “Aklı başında, selim, halis akıl sahibi olanlara bir irşat ve hatırlatmak için. Yani Allah'ın peygamberlerine ve müminlere dünya ve ahiret yardımının muhakkak olduğunu ve Firavun gibi zalimlere karşı mücadelenin gerekliliğini hatırlatmak için.” (Elmalı)
üliyl elbab Kur’an-ı Kerim’de 16 ayette geçen “ulü’l-elbâb” ifadesini “saf akıl sahipleri” olarak dilimize çeviriyoruz. (Bkz: Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat, l-b-b mad., s: 733) Bununla, fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul eden, kişisel zaaf ve beklentiler sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişiler kastedilmektedir.
Bu tabir, sağlam duruş sergileyen kişiler için de kullanılır. Çünkü bu tür insanlar, herhangi bir konuda donanımlı olsun veya olmasın, doğrulara açıktırlar ve gerçek ortaya çıktığında herhangi bir tarafa çekmeden gerçeği kabul edip hareketlerini ona göre düzenlerler. Önyargı ve saplantıları olmadığı için sürekli gelişim halindedirler. (Süleymaniye vakfı)]
55-) Fasbir inne va’dAllâhi hakkun vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike Bil ‘aşiyyi vel ibkâr;
Sabret! Muhakkak ki Allâh’ın vaadi haktır! Yanlışların için istiğfar et! Akşam ve sabah Rabbinin hamdi olarak tespih et! (A. Hulusi)
55 – O halde sabret, çünkü Allahın vaadi haktır hem günahına istiğfar ve akşam, sabah rabbine hamdıyla tesbih et. (Elmalı)
Fasbir inne va’dAllâhi hakkun şu halde dirençli olun. Doğrudan ilk muhataba, dolaylı olarak tüm muhataplara ve modern muhatap olarak bizlere de. Eğer risalet mirasına ihanet etmemiş, o mirasın sorumluluğuna uygun davranmış biri iseniz bu hitabın muhatabı olarak kendinizi de düşünebilirsiniz. Diren, sabret Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Sabır, dirençtir dostlar. Arkadan gelen cümle de bunun delilidir.
vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike Bil ‘aşiyyi vel ibkâr evet,günahın için Ondan af dile ve akşam sabah hamd ile rabbinin yüceliğini dile getir.
Sabır direniştir demiştik, ele geçirilen mevziyi savunmaktır sabır. Geri adım atmamaktır. Rüzgar ne kadar sert eserse ezsin mevziinizi terk etmemektir sabır. Onun içindir ki ‘asr suresinde;
ve tevâsav Bil Hakkı ve tevâsav Bis Sabr. (‘Asr/3) bakınız surenin bu ayetleri ile mü’min suresinin 55. ayetini karşılaştırın; Fasbir inne va’dAllâhi hakkun Allah’ın vaadi gerçekleşecektir. Hem Haktır, hakikattir manasına hem de gerçekleşecektir manasına gelir. Haktır, ama ve tevâsav Bil Hakk hakkı tavsiye etmekte bize düşen bir ödevdir. Allah’ın vaadi gerçekleşecektir, Allah bu vaadini hakkı tavsiye edenler eliyle gerçekleştirecektir.
Peki hakkı tavsiye ettiniz, arkadan gelen sabrı tavsiye etmekte ne oluyor? Hakkı tavsiye etmek adamın başına iş açar mı? Elbette, Hakkı tavsiye etmek başa iş almaktır. İş başa düşerse başta işe düşmeli. Onun için hakkı tavsiye etmenin bir bedeli vardır. Hakkı savunanlar buna sevinirler, batılı savunanlarsa buna fitil olurlar. Elbette bu onların hoşuna gitmez. Güzelin varlığı çirkini rahatsız eder. İyinin varlığı kötüyü rahatsız eder. Çünkü kötü iyiyi gördüğünde kötülüğünü hatırlar. Batıl hakkı gördüğünde batıllığını hatırlar. Küfür imanı gördüğünde çirkinliğini hatırlar. Onun içinde iman ortalarda görünmesin ister, hatta ister ki iman hiç olmasın.
Bunu yapamaz, bunu beceremez. O halde en asgariden iman ortalarda gözükmesin, yani kamusal alana çıkmasın ister. Onun içinde rahatsız olur, sıkıntılanır ve hatta savaş açar doğruya, hakka, imana karşı.
İşte böyle bir durumda ve tevâsav Bis Sabr. (‘Asr/3)hakkı tavsiye başına iş açacaktır, iş açarsa sabrı tavsiye et. Dirensin, diren, yani hakkı tavsiye etmenin bedelini ödemek gerektiğinde öde.
vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike Bil ‘aşiyyi vel ibkâr günahın için ondan af dile ve akşam sabah hamd ile rabbinin yüceliğini dillendir. Rabbin zaten yüce, rabbini yücelt diye çevirmeyi doğru bulmadım. Zaten yüce, sen yüceltemezsin ki. Yüce olan rabbinin yüceliğini bil ve dille getir. Dile getir ki bu senin hamdin olsun, tespihin olsun. Şu kainatta her varlık kendi dinlince onun yüceliğini dillendirmekte. O halde ey insan oğlu bu evrensel koroya sen de katıl ve sen de kendi dilince bu ilahiyi söyle.
Dikkat buyurmuşsunuzdur vestağfir lizenbik peygambere istiğfar emri. Allah’tan af dile. Çok ilginç Hz. Peygambere istiğfar ve tespih emri genellikle Kur’an da zafer vaad edilen bağlamlarda gelir. Gerçekten ilginçtir. Yani zafer vaad edilen bağlamlar da efendimize Allah’tan günahına af dile emri geliyor. Mesela Nasr suresi, ki başka surelerde de var.
İzâ câe nasrullahi velfeth. (Nasr/1) Allah’ın zaferi ve nusreti, yardımı fetih geldiği zaman. Ve raeytenNâse yedhulûne fiy diynillâhi efvâcâ.(Nasr/2) bir ömür hasretlisi olduğun insanların hakikatin kucağına fevç fevç kendilerini kaldırıp attıkları, kitle halinde hakikate teslim olduklarını gördüğün zaman, Fesebbıh BiHamdi Rabbik.. (Nasr/3)rabbinin yüceliğini dillendir, hem de hamd ile dillendir. Sonsuzca hamd olsun ya rabbi sana de. vestağfirH ve O’na af dile, günahlarına O’ndan bağışlanma iste. inneHÛ kâne Tevvâbâ. (Nasr/3) O tevbeleri kabul eden tek kapıdır.
İşte bu. Bu sure bir görüşe göre Mekke nin fethi sırasında yolda nazil oldu. Yolda nazil olmamış olsa, bir miktar, ikinci görüşe göre önce nazil olmuş olsa dahi Resulallah yolda iken dudaklarında bu ayetleri okuyordu. Hem de başı devesinin yelesine değecek kadar iki büklüm, gözlerinde yaş. Neydi?, nedir. Burada da öyle Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğini söyleyen bir bağlamda, günahın için O’ndan af dile.
Peki, ortada görünen bizim günah olarak bildiğimiz bir şey mi var. Bildiğimiz bir şey de yok. Peki nedir? Adeta rabbimiz Allah resulü olan efendimizle olan ilişkisinde en ufak bir gönül ibresinin oynamasını daha baştan engelliyor. Yani bu büyük fetihte gönlüne en ufak bir şey gelmesin. Gönül ibresinde ki küçük bir oynamaya dahi rabbimiz izin vermiyor. Tıpkı hasenatül ebrar, seyyiatül mukarrabin sözünde olduğu gibi. İyilerin iyiliği, Allah’a çok yakın olanların günahı gibidir. Yani onların iyiliğine bir varın siz düşünün sözünde olduğu gibi.
Efendimizde bunu beyan sadedinde diyordu ya; Bazen gönlümün ibresi çok hafif oynar. Hadisin metninde le yuğan sözcüğü kullanılıyor. Yani içinde çok küçük bir efilti olur, yani Allah’tan birkaç nefeslik bir gaflet. Ben 100 defa buna istiğfar ederim. İşte böyle. Muhabbetiniz ne kadar artarsa, gafletinizin size olan bedeli de o kadar büyür. Yani Allah ile ilişkiniz rafineleştikçe, yüceldikçe, yükseldikçe O’ndan gafil aldığınız her nefesi günah gibi hissetmeye başlarsınız. Bu da tabii ilişkinin niteliğine bağlı.
Razi; vestağfir lizenbik ifadesini bu ayette ki ümmetinin günahına, yani vestağfir lizembi ümmetin şeklinde anlar. Ümmetinin günahına istiğfar et, af dile. Fakat bu bir parça zorlama gibi anlaşılabilir. Klasik kelamın ismet teorisine metni uydurmaya çalışmak gibi de anlaşılabilir. Ama biraz önce yaptığımız yorum en doğru olanı olsa gerek.
56-) İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sültanin etahüm, in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh* feste’ız Billâh* inneHU HUves Semiy’ul Basıyr;
Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allâh’ın işaretleri hakkında mücadele edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur (Kibriyâ’nın farkındalığına asla ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ’sıyla hakikatin olan Allâh’a sığın… Muhakkak ki O, “HÛ”; Semi’dir, Basıyr’dir. (A. Hulusi)
56 – Kendilerine gelmiş katî bir bürhan olmaksızın Allahın âyetlerinde mücadele edenler muhakkak ki onların sînelerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır sen hemen Allaha sığın, çünkü o, semî odur, basîr O. (Elmalı)
İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sültanin etahüm Allah’ın ayetleri hakkında kendilerine ulaşmış hiçbir belge ve bilgi olmaksızın, dahası; Sultan; yetki manasına da gelir. Hiçbir yetki olmadan tartışanlara gelince. in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh İbare ilginç onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir büyüklenme tutkusu vardır, başka değil.
Gerçekten ibare ilginç. Tanıdık geliyor değil mi? Onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir büyüklenme tutkusu vardır. Ayetin tasvir ettiği tipe bakınız. Bu tutku insanoğlunun başına tarih boyunca çok iş açtı. Öyle bir tutku ki büyükleniyor. Kibir nedir?Büyük olmadığı halde kendini büyük satmak. Büyük değil. Yani öyle değil, gösterdiği gibi değil. Ama büyük görünüyor.
Peki bu arada ki boşluğu nasıl dolduracak? Yani yalan söylüyor, sadece söylemiyor, yalan görünüyor. Varlığını yalana dönüştürüyor. Yalanı tüm hücrelerine yediriyor. Kibir bu. Yalanın tüm varlık tarafından, insanın tüm bedeni, tüm varlığı, hücreleri tarafından söylenmesi. İşte tekebbüre dönüşüyor bu durum. Bu durum insanın başına tarihte çok iş açtı. Fakat bu insan soyu tarihinde hiç günümüzde ki kadar bu tutkunun esiri olmamıştır.
Farkında mısınız. Modern insanı tarif ediyor bu ayet, bu ibare, bu cümle. Hiçbir zaman erişemeyeceği kadar büyüklenme tutkusu. O kadar büyük bir kibir ki ne kadar çabalarsa çabalasın o büyüklüğün ayak topuğuna erişemeyecek. Ama erişemeyeceğini bile bile büyükleniyor, küstahlaşıyor, caka satıyor, kurum satıyor.
Tatminsizlik çağının tatminsiz bireyini tarif ediyor bu ifade. Helak süreci işte bu bireylerin eliyle geliyor.
Elhakümüt tekâsür. Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2) ayetleri hatırlayın. Ölünceye, kabre girinceye kadar çoğaltma tutkusu, yığma tutkusu, daha büyük, daha çok, daha iyi, daha rahat, daha büyük. Yani daha, daha, daha..! diye daha fazlasını isteme tutkusu sizi helake sürükledi, helak etti. Tekasür suresinin mesajı gerçekten bu günün insanına birebir hitap ediyor.
Mağrurların mağdur ürettiği bir çağ bu çağ. Onun için tekebbür insanlık tarihinde hiç bu kadar yaygınlaşmamış kitleselleşmemişti. Kibir medeniyete dönüşünce adına modernizm diyebilirsiniz. Tekebbürün uygarlığa dönüşmüş biçimi. Büyük olmadığı halde büyük görünmek.
Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) Allah’ın sorduğu soru bu. Ey insanoğlu keriym olan rabbine karşı seni böyle müstağni kılan, böyle gururlu kılan nedir, söyler misin. Neyine gururlanıyorsun, neyine kanıyor, neyine aldanıyorsun. Yani Allah’a sırt dönüp de neye yüz döneceksin. Sırtını döndüğün Allah’a karşı, rağmen nasıl yaşayacaksın. Nasıl huzur bulacaksın. Mutluluğa nasıl ereceksin. Onurunu nasıl koruyacaksın. İnsan onurunu nasıl koruyacaksın. Hala insan olarak nasıl kalacaksın. Çünkü sırtını Allah’a dönen, kula kul olur, eşyaya kul olur, paraya kul olur, şöhrete kul olur. Daha adi şeylere kul olur. Kula kul olanın ise onuru olmaz. İşte ayet bu ve daha söylenecek belki çok söz var, fakat sözün bittiği yerdeyiz.
Bu çağa ve bu çağın Allah’a sırt dönmüş bireyine bakınız asla ulaşamayacağı bir büyüklenme tutkusuyla bu ayet neyi kastediyor onu anlayınız. Rabbine kulluk etmeye tenezzül etmeyen insanın ne bayağı şeylere tenezzül ettiğini görerek üzülün o insanın cenazesini kılın. Ama eğer tekrar dirilsin istiyorsanız o insanı vahiyle baş başa bırakmaktan başka çareniz de yok.
feste’ız Billâh artık sen sadece Allah’a sığın. inneHU HUves Semiy’ul Basıyr çünkü O, evet O’dur her şeyi işiten, her şeyi görüp gözeten.
57-) Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min halkın Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya’lemun;
Semâların ve Dünya’nın yaratılışı, insanların yaratılışından elbette fevkalâde büyük! Ne var ki insanların çoğunluğu bilmezler. (A. Hulusi)
57 – Elbette Göklerin ve Yerin halkı o nâsın halkından daha büyüktür ve lâkin nâsın ekserîsi bilmezler. (Elmalı)
Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min halkın Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya’lemun göklerin ve yerin yaratılması elbette insan türünün yaratılmasından daha kapsamlı bir hadisedir. Fakat insanların çoğu bunu dahi anlamazlar. Bunun hikmetini, anlamını dahi bilmezler.
İnsanı tanrılaştıran hümaniter modern düşünceye ret aslında bu ayet. Bir önceki ayetle irtibatlı. Kapsamlı diye çevirdim Ekber sözcüğünü. Bu kapsam nicelik olarak tır. Nitelik olarak değil. Göklerin ve yerin kapsamı nicelik olarak insanın kapsamından çok fazla, İnsan bu evren içerisinde bir okyanusta ki damla kadar bile değil. Mini minnacık bir şey. Onun içinde bu ayette ki bu nicelik olarak kapsam ifadesini, Kur’an da ki mesela;
Ve lekad kerremna beniy Adem.. (İsra/70) Biz ademoğlunu onurlu kıldık, yüce kıldık, ikram edilmiş kıldık. Ya da yine Kur’an da bir çok yerlerde gelir.
Lekad halaknel’İnsane fiy ahseni takviym. (Tıyn/4) insanı biz ahseni takvim üzere, en güzel surette yarattık. Gibi ayetlerle çeliştiğini sanmamak lazım. Çünkü nicelik olarak insanın kainata nispeti bir çöldeki bir tanecik kuma nispetinden daha küçüktür.
58-) Ve ma yestevil a’ma vel basıyru velleziyne amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy’* kaliylen ma tetezekkerun;
Kör ile gören, iman edip imanın gereğini uygulayan ile inkâr ile kötülük yapan bir olmaz! Ne kadar da az hatırlayıp düşünüyorsunuz! (A. Hulusi)
58 – Kör ise görenle müsavî olmaz, iman edip iyi iyi işler yapan kimselerle ne de kötülük yapan, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)
Ve ma yestevil a’ma vel basıyru velleziyne amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy’ görmeyenle gören asla bir olmaz. Ama daha da önemlisi iman edip salih amel işleyen dürüst ve erdemli davrananla, kötüler bir olmaz. Yani görmeyenle görenin bir olmadığını akıl ediyorsunuz. Fakat mana aleminde iman edenle imansızın, iyilik yapanla kötülük yapanın bir olacağını nasıl düşünüyorsunuz. Görmeyen birine renkleri sorsanız hiçbir anlam ifade etmez.
Anadan doğma görmeyen biri için mavi, kırmızı, yeşil, sarı bir şey ifade etmez. Onu biliyorsunuz ve farkı biliyorsunuz. Ama siz kalp gözü kör olmuş olan, kalben ölmüş olan, kokuşmuş olan biriyle, kalben diri olan birinin nasıl aynı akıbete uğrayacağını düşünüyorsunuz. Yani testiyi kıranla suyu getiren bir olsun istiyorsunuz öyle mi? Adil olanla zalim olanı Allah bir tutarsa, iyi olanla kötü olanı bir tutarsa aslında iyi olana zulüm olmaz mı bu. Dolayısıyla bu sizin bile mantığınızın almayacağı bir şey. Allah için bunu nasıl düşünebilirsiniz.
Kur’an ın özürlü tanımı manevidir. Onun için vahyi, okuyan özürlü kardeşlerim asla alınmasın ve üzülmesinler. Kur’an hiçbir yerinde kör derken baş gözü görmeyeni kast etmez. Aksine onları tenzih eder, temize çıkarır. Çünkü asıl kör Kur’an a göre yüreği kör olmuş olanlar.
lâ ta’mel ebsaru ve lâkin ta’mel kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46) Gözler değil asıl kör olanlar. Asıl kör olanlar göğüslerdeki kalplerdir. Diyor. Onun için Kur’an kendine has bir özürlü tanımı getirir. Bu özürlü tanımında asıl özürlü, işte elinde, ayağında, gözünde, kulağında engel bulunan değil, asıl özürlü yüreğinde engel bulunandır. Hakka ulaşmaya yüreğinde engel bulunandır özürlü.
kaliylen ma tetezekkerun ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
59-) İnnesSaate le atiyetün lâ raybe fiyha ve lâkinne ekserenNasi lâ yu’minun;
Kesinlikle o Saat elbette gelecektir; onda kuşku yoktur… Ne var ki insanların çoğunluğu iman etmezler! (A. Hulusi)
59 – Her halde o saat muhakkak gelecek, onda şüphe yok ve lâkin nâsın ekserîsi inanmazlar. (Elmalı)
İnnesSaate le atiyetün son saat mutlaka gelecektir. lâ raybe fiyha bundan hiç şüphe yok, kimse kuşku duymasın ki son saat mutlaka gelecektir. ve lâkinne ekserenNasi lâ yu’minun ama insanların çoğu buna dahi inanmaz. Hesap günü aklen ve ahlaken zorunludur. Hem aklen zorunludur, hem ahlaken. Bir hesap günü yoksa iyi ve kötünün bir anlamı kalır mı? İyi olmak ya da kötü olmanın bir anlamı kalır mı? böyleyse aklın anlamı yoktur. Çünkü akıl iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etsin, zararlıyı ve yararlıyı birbirinden ayırt etsin. Kötü ve çirkini birbirinden ayırt etsin, hakk ve batılı birbirinden ayırt etsin diye verilmiştir. Eğer bunların arasında bir fark yoksa, akılın bir anlamı yoktur, aklın işlevi yoktur, akıl işe yaramayacaktır. Eğer akıl anlamını yitirirse insan olmanın bir anlamı yoktur. O zaman insanı insan eden ayırıcı vasfın bir anlamı yok. Diğer canlı varlıklarla insanı eşitleyebilirsiniz.
Zaten küresel değersizleştirmeyi savunup insanı yer yüzünde sadece istatistik değer olarak gören modern cinnet. Aç bıraktığı milyonları seyrederken bu bakış açısıyla seyrediyor. Evet, küresel değersizleştirme, yani insanı kutsalla irtibatından soyutlayıp, insanı hayvanlığına indirgeme. Canlı türlerinden bir türe indirgeyip insanı alemi lahuti ile, kutsal alemle olan bağlantısını yok sayma. O zaman insan kasap çengelinde ki etten farkı olmayacak. Yani insanı parçalara ayıran bir cani, eti doğradım diyebilir. Eğer insanı insanlığından soyutlarsanız, değerinden arındırırsanız o zaman insana hürmet, insanın onuru, insanın izzeti nasıl sağlanacak, nasıl korunacak.
60-) Ve kale Rabbükümüd’uniy estecib leküm* innelleziyne yestekbirune an ‘ıbadetiy seyedhulune cehenneme dahıriyn;
Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim! Muhakkak ki kibirleri yüzünden ibadet etmeyenler, boyunları bükük olarak cehenneme gireceklerdir.” (A. Hulusi)
60 – Halbuki rabbiniz buyurdu: yalvarın ki bana size karşılık vereyim, çünkü benim ibadetimden kibirlenenler yarın hor hakîr olarak Cehenneme girecekler. (Elmalı)
Ve kale Rabbükümüd’uniy estecib leküm ve rabbimiz şöyle buyurur; Bana dua edin ki ben duanıza icabet edeyim. Literal manada verelim; Beni davet edin ki ben davetinize geleyim. Daha farklı bir anlam verelim; Benden beni isteyin ki, bana ulaşabilesiniz. Dua ibadetin iliği. Muhhul ibadat diyordu peygamberimiz. Dua haddini bilmenin esas duruşu.
Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm.. (Furkan/77) eğer duanız olmasaydı rabbinizin ne işine yarardınız diyor ya Kur’an, Neye yarardınız. Dolayısıyla dua insanın Allah karşısında ki klas duruşudur. Ve izâ seeleke ‘ıbadiy ‘anniy feinniy kariyb (Bakara/186) Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben uzak değilim, çok yakınım. O kadar yakın ki; ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) kuluna şah damarından daha yakın olan bir Allah.
Müşriklerin problemi Allah’ı inkar değil, uzak bir Allah tasavvuruydu. Evet. Çok yakınım uciybu da’veteddâ’ı izâ de’âni (Bakara/186) beni davet edenin davetine, davet ettiği zaman icabet ederim, duasına yetişirim. Ama dilekçe yazmanın dahi bir usulü ve üslubu varsa, her dilekçe katta kabul edilmiyorsa, duanın bir usulü ve üslubu olmasın mı.
Dua aslında insanın akıl modundan yürek moduna geçmesidir. Dua, mod değiştirmektir. Onun için duanın en gür sesi dışarıdan duyulmayan sestir. Duanın en gür sesi yüreğin koy verdiği sesiz çığlıktır. Kibir küfrün, dua imanın alametidir. Bu ayetler de bunu öğretiyor bize.
innelleziyne yestekbirune an ‘ıbadetiy seyedhulune cehenneme dahıriyn işte burada öğretiyor. Biraz önce söylediğim cümle bu. Bana kulluk yapmayı kendisine yediremeyenler, yani bana kulluk yapmaya tenezzül etmeyenler, rezil rüsva olarak cehennemi boylayacaklar.
Bir önceki cümlede ki duanın yerini burada ibadet aldı dikkat buyurunuz. Aynı ayette girişte ki cümlede duadan söz ediliyordu. Ama şimdi duadan yüz çeviren değil, duaya tenezzül etmeyen değil, ibadete tenezzül. Adeta dua ve ibadet birbirinin yerine kullanıyorlar burada.
[Ek bilgi 1; DUANIN ŞARTLARI ŞUNLARDIR:
1- Duanın kabul olması için yenilen, içilen ve giyilen şeylerin helâl olması gerekir.
2- Duâ namazdan sonra yapılmalıdır. Namaz kılmayanların duası kabul olmaz.
3- Duâ eşref saatte yapılmalıdır.
4- Duâ akşam ile yatsı arasında veya gecenin yarısından sonra yapılmalıdır. Şu vakitlerde yapılan dualar da kabule şayandır:
1- Sahur vaktinde yapılan duâ.
2- Cuma günü ve gecesi yapılan duâ.
3- Arefe günü ve gecesi yapılan duâ.
4- Beytullah görüldüğü vakit yapılan duâ.
5- Bayram günlerinde ve gecelerinde yapılan duâ.
6- Kandil gecelerinde yapılan duâ.
7- Ramazanda ve özellikle son on gününde yapılan duâ.
8- İtikafta iken yapılan duâ.
9- Receb ayının ilk cuma gecesi yapılan duâ.
10- Peygamberlerin ve velîlerin türbelerinde yapılan duâ.
11- Yolculuk esnasında yapılan duâ.
12- Hastanın duası.
13- Anne-babanın. çocuklarına yaptığı duâ.
14- Velîlerin duası. İşte bu dualar kabule şayandır. Duâ ederken diz çöküp elleri yüzün hizasına kadar kaldırıp başı öne eğerek tevazu ile kalbi, dili ve düşünceyi birleştirip aynı noktaya yönelterek Rabbine yalvarmak gerekir. Bunlar da duânın âdâbındandır. (Ebü'l-Leys Semerkandi – Tefsir-ül Kur’an)]
[Ek bilgi 2 ; DUA
"DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR" diyor Rasûlullâh Muhammed Mustafa AleyhisSelâm... Ve gene, şöyle başka bir açıklama getiriyor "DUA" konusuna:
"DUA İBADETİN ÖZÜDÜR."
Bu hadîs-î şerîf'in hemen arkasından şu âyeti kerîmeyi hatırlayalım:
"BEN CİNNİ VE İNSİ YALNIZCA (ESMÂ ÖZELLİKLERİMİ AÇIĞA ÇIKARMAK SURETİYLE) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!" (51.Zâriyat: 56)
En basit anlamıyla kulluk, dua ve zikirdir!
En geniş anlamıyla kulluk, birimin var oluş gayesinin gereğini yerine getirmesidir.
- Peki, biz dua ettiğimiz zaman, kabul olur mu?
"Eğer kulum, bana ellerini kaldırır da dua ederse, ben o elleri boş olarak geri çevirmekten hayâ ederim." Evet, bu bir hadîs-î kudsî.
Bu konudaki bir başka hadîs-î kudsî de şöyle:
"Ey Âdemoğlu, dua senden, icabet benden; istiğfar senden, bağışlamak benden; tövbe senden, kabul etmek benden; şükür senden, fazlasıyla vermek benden; sabır senden, yardım benden... Ne istedin ki benden sana vermedim..."
İşte yukarıdaki hadîs-î kudsî'yi destekleyen bir âyeti kerîme:
"BANA DUA EDİN, SİZE İCABET EDEYİM!" (40.Mu'min: 60)
Bu konuya açıklık getiren diğer bir hadîs-î kudsî ise şöyle:
"Ben, kulumun zannı üzereyim. Artık dilediği gibi düşünsün!.." Yani siz dua ederken, o duanızın kesinlikle kabul göreceğini düşünürseniz, biliniz ki mutlaka isteğiniz meydana gelecektir!
Nitekim, bu açıdan olaya bakıldığı içindir ki, önde gelen evliyaullâhtan İmamı Rabbanî Ahmed Faruk Serhendî şöyle demiştir:
"Bir şeyi istemek, ona nail olmak demektir. Zira Allâhû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."…
(Ahmed Hulusi – Dua ve zikir.)
61-) Allâhulleziy ce'ale lekümül leyle li teskünu fiyhi vennehare mubsıra* innAllâhe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekserenNasi lâ yeşkürun;
Allâh ki, sizin için, geceyi onda sükûn bulasınız; gündüzü de görüp değerlendiresiniz diye yarattı! Muhakkak ki Allâh insanlara lütuf sahibidir... Ne var ki insanların çoğunluğu şükretmezler! (A. Hulusi)
61 - Allah o ki sizin için geceyi yaptı, içinde dinlenesiniz diye, gündüzü de göz açıcı, hakikat Allah, insanlara karşı bir Fadıl sahibi ve lâkin insanların ekserîsi şükretmezler. (Elmalı)
Allâhulleziy ce'ale lekümül leyle li teskünu fiyhi vennehare mubsıran geceyi sükûnet bulasınız diye, gündüzü de işleriniz göresiniz diye yaratan Allah’tır.
Yukarıyla irtibatı elbette var. Biraz önce insanın Allah ile irtibatından bahsediyordu ayetler. Şimdi insanın tabiatla irtibatından bahsediyor. Yani insan çevresinde ki varlığın Allah ile ilişkisini görmezse, kendisinin Allah ile ilişkisini kuramaz. Bu varlığı okuma meselesi. Onun için varlık bir kitaptır, açık bir kitap. Onu okuyamıyorsanız rabbinizle ilişkinizi doğru biçimde kuramazsınız.
Yeni pasaja girdik aslında bu ayetle 61 – 69 ayetler bir pasaj. Sıralama ilginç bu pasajda. Önce zaman, 61. ayet işte burada. Sonra mekandan söz edilecek 64. ayet. Sonra ise insandan söz edilecek. Zımnen gece gündüz metaforu iman küfür zıtlığının varlığına da ibret olarak sunuluyor. Kur’an ın hemen her tarafında gece gündüz örneği verildiği zaman ya açık olarak ya da zımnen iman ve küfrün hayatta ki varlığının hikmeti nedir sorusuna verilmiş ilahi bir cevap.
Eğer gece olmasaydı gündüzün değerini bilmezdiniz. Küfür olmasaydı imanın değerini, çirkin olmasaydı güzelin değerini, batıl olmasaydı hakkın değerini, cehennem olmasaydı cennetin değerini bilmezdiniz.
innAllâhe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekserenNasi lâ yeşkürun çünkü Allah insanlara karşı sınırsız lütuf sahibidir, kerem sahibidir. Ama insanların çoğu yinede şükretmemektedirler.
62-) Zâlikümullâhu Rabbüküm Haliku külli şey'* lâ ilâhe illâ HU* feenna tü'fekûn;
İşte budur Rabbiniz Allâh, her şeyin Hâlık'ı! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Nasıl (Hak'tan) döndürülüyorsunuz! (A. Hulusi)
62 - İşte o Allah dır rabbiniz her şeyi yaradan, başka tanrı yok ancak o, o halde nasıl çevrilir siniz? (Elmalı)
Zâlikümullâhu Rabbüküm rabbiniz olan Allah var ya, işte o budur. İbare ilginç, yani ey rabbim sen kimsin diye soruyorsanız rabbinizi rabbinizden tanıyın. Kendi kelamından tanıyın, işte o budur. Özellikle rab sıfatı burada açıklanıyor dikkat buyurunuz lütfen. Haliku külli şey'* lâ ilâhe illâ HU her şeyi yaratan, kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir varlık bulunmayan O dur. feenna tü'fekûn ilginç bitti, böyle bitmeliydi. O halde nasıl oluyor da böylesine savruluyorsunuz.
Tü’fekûn u savruluş olarak çevirdim. Bu bağlamda ki en doğru karşılığı olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki ayette de zaten biraz daha açılacak. İsterseniz onu da okuyalım;
63-) Kezâlike yü'fekülleziyne kânu Bi âyâtillâhi yechadun;
Allâh'ın işaretlerini bilerek inkâr edenler işte böylece döndürülür! (A. Hulusi)
63 - İşte Allahın âyetlerine cehudluk (ayetleri inkar) edenler öyle çevriliyorlar. (Elmalı)
Kezâlike yü'fekülleziyne kânu Bi âyâtillâhi yechadun işte Allah’ın ayetlerini bile bile, göre göre inkar eden kimseler de vaktiyle daha önce böyle savrulmuştular. Durum bu.
Evet değerli dostlar, bu savruluş zihni bir savruluş. ‘efeke aslında iftira etti, yalan söyledi manasına gelir, yoldan çıktı manasına gelir. Fakat zihni bir savruluşu ifade eder. Yani yoldan çıkma da zaten budur. Zihni bir savruluş. Kendi kendine yalan söyleme halidir bu. Yalanı kime söyledi? Elbette kendisine. Allah’a inkarını yükseltirken, yani göz göre göre hakikati inkar ederken kime yalan söyleyecek. Kendi varlığının zerreleri hakikati haykırıyor aslında.
İşte bu zihni bir savruluş. Savrulan zihindir çünkü. İlk sebeple son gaye arasında bağ kuramayan zihin. Parmakla parmağın gösterdiği yer arasında bağ kuramayan zihin. Parmak bir yeri gösterirken parmağa bakıp gösterilen yere bakamayan zihin. Cama bakıp camdan bakamayan zihin. Bir türlü gösterileni göremeyen zihin. Onun içinde savrulur durur. Çünkü çivisi yok. Çünkü koordinatları yok. Çünkü haritası yok, çünkü yolu yok, yolsuz. Yolunu kaybetmiş bir akıl savrulmayıp ta ne yapacak.
Onun için böyle bir aklın sahibi yürür fakat yol almaz. Dolaşmak ayrı şey, yol almak ayrı şey. Yol almak, yolu olmak demektir. Yol almak maksadı bilmek demektir. Yol almak bilinçli bir biçimde bir yere doğru ulaşmaya çalışmaktır. Oysaki dolaşmak; yılkı atının yaptığı gibi hedefi olmayanın yürümesi yol almak değildir. Hedefi olmak içinde mutlaka bir yol haritası, bir yolu olmak gerekir.
64-) Allâhulleziy ce'ale lekümül'Arda karâren vesSemae binaen ve savvereküm feahsene suvereküm ve razekaküm minat tayyibat* zâlikümullâhu Rabbüküm* fetebarekâllahu Rabbül 'alemiyn;
Allâh ki, arzı sizin için bir yaşama yeri, semâyı da bina (içindekilerle arzı - bedeni mamûr eden) olarak oluşturdu. Sizi tasvir etti (özelliklendirdi) de sizin (mânâ) sûretlerinizi (özelliklerinizi) en güzel etti ve sizi tayyibattan (ilim ve marifetlerden) yaşam gıdalarıyla besledi! İşte Rabbiniz Allâh! Âlemlerin (insanların) Rabbi Allâh ne yücedir! (A. Hulusi)
64 - Allah o ki sizin için Arzı bir makarr (karargah) yaptı, Semayı bir bina, ve size suret verdi, sonra da suretlerinizi güzellendirdi, hoş nimetlerden sizi merzuk da buyurdu, işte o Allah dır rabbiniz, ne yücedir o Allah, rabbülâlemîn. (Elmalı)
Allâhulleziy ce'ale lekümül'Arda karâren vesSemae binaen yer yüzünü sizin için bir yerleşim alanı yapan ve gök kubbeyi tepenize inşa eden ve savvereküm feahsene suvereküm size şekil verip, üstelik şeklinizi de en güzel surette yapan ve razekaküm minat tayyibat sizi temiz ve güzel nimetlerle rızıklandıran yine Allah’tır.
Zamandan sonra mekana tekabül eder demiştim. Bakınız mekan geldi. Mekana ve insana geldi söz aslında. Rububiyet işte bu. Allah’ın rabliği yarattığının muhtaç olduğu her şeyi de yaratmak demektir rab olmak. Sadece yaratıp bırakmak değil, yarattığını yaşatmak, yaşaması için ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratmak, onu terbiye etmek, onun potansiyelini kinetize etmesi için aşama aşama bir noktadan alıp bir başka noktaya iletmek. Bütün bunlar Rab sıfatının çerçevesi içine girer.
zâlikümullâhu Rabbüküm Rabbiniz olan Allah işte budur, böyledir. fetebarekâllahu Rabbül 'alemiyn nitekim alemlerin rabbi olan Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır.
Neden böyle bitti ayet? İnsandan, insanın yaratılışından, insanın suretinden, siyetinden bahseden bir ayet neden bereketle biter? Allah’ın yaratışında ki bereket şudur; İnsanoğlunda potansiyel sınırlı değildir. Eğer kendi potansiyelini gerçekleştirecek gayreti gösterirse Allah ona ilave potansiyel ekler. Yani onu büyütür, büyütür..!
Bu niye böyle geldi? Unutmayın biraz önce tekebbür gelmişti, kibir gelmişti. Yani eğer büyük olmak istiyorsan Allah’a kul ol. Büyüklenmekle büyük olmak ayrı şey. Yani büyük yapması için Allah’ın kapısına başvur. Allah’a sırt dönerek büyük olunmaz, sadece büyüklenilir. Bu da tekebbürdür. Seni küçüklüğe götürür. Çünkü seni büyütecek olan Allah’tır. Bu, bu demektir.
[Ek bilgi; BEYİN KAPASİTE ARTIRIMI
Ahmed Hulûsi, 1986'da yayımlanan "İNSAN VE SIRLARI" kitabının, "Dünyadaki En Önemli Çalışma Zikir" adlı bölümünde bu konuyla ilgili şunları söylüyor:
"Yaklaşık 14 milyar hücreden oluşan insan beyninin ancak cüzi bir kısmı doğum sırasında aldığı ışınlarla faaliyete girer; bundan sonra da yeni tesirlerle yeni açılımlara kavuşması imkânsızdır.
Beyin, doğum anından sonra dışarıdan gelen ışın etkileriyle yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebet âtıl durmak için var edilmiş demek değildir bu..."
"Allâh ismini dilinizle söylediğinizi kabul edelim... 'Allâh' kelimesinin beyinde hatırlanması demek, bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir biyoelektriğin akışı demektir... Esasen beyindeki tüm fonksiyonlar, beyin hücreleri arasındaki biyoelektrik faaliyetten başka bir şey değildir!.. Her mânâya göre beyindeki değişik hücre grupları arasında bir biyoelektrik akışı söz konusudur. Bu akış neticesinde devreye giren hücre grubuna göre ortaya sayısız mânâlar çıkmaktadır."
Belleğin işlevi, John Horgan, "Dağınık İşlevler" makalesinde aynı konuyu şöyle açıklıyor: "Bu deney beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü, ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek yalnızca içeriğine göre değil, aynı zamanda işlevine göre de bölümlere ayrılıyor."
Ahmed Hulûsi'nin, yine "İNSAN VE SIRLARI" adlı kitabındaki yanıtı ise şöyle: "Zikir yaptığınız zaman yani Allâh'a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman beyinde ilgili hücre grubunda bir biyoelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde, manyetik bedene yükleniyor! Aynı zamanda siz bu mânâyı tekrara devam ederseniz yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz, bu defa tekrarlanan kelimenin tekrarından oluşan biyoelektrik, daha da güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor."
Sonuç olarak, zikrin bilimsel açıklamasının elimizdeki iki yorumu var. İlki, 1986 yılında, tam yirmi üç yıl önce Ahmed Hulûsi, diğeri ise bu açıklamadan tam sekiz yıl sonra 1994 yılında, dünyaca ünlü bir bilim dergisinin Türkçe sayısında, John Horgan adlı bir Batılı tarafından yapılmış. Batılının dediklerine dört elle sarılmadan önce, Ahmed Hulûsi'yi bir kez daha okumakta yarar var. (Ahmed Hulusi – Dua ve zikir.]
65-) “HU”vel Hayyü lâ ilâhe illâ HUve fed’uhu muhlisıyne lehüd diyn* elHamdu Lillâhi Rabbil ‘alemiyn;
“HÛ”dur El Hayy! Tanrı yoktur; sadece “HÛ”! Dini O’na has kılarak, O’na yönelin artık! Hamd, âlemlerin (insanların) Rabbi Allâh’a aittir. (A. Hulusi)
65 – Hayy ancak o, ondan başka tapılacak yok, onun için dîni halîs kılarak ona, hep ona yalvarın, hamd, Allâhın, o Rabbülâlemîn in. (Elmalı)
“HU”vel Hayyü lâ ilâhe illâ HUve mutlak diri O ve kendisinden başka ibadete layık olan hiçbir ilah yoktur. fed’uhu muhlisıyne lehüd diyn artık siz de ona adanmış samimi ve saf bir inançla sadece O’na yalvarın. Evet, O’na adanmış bir iman. Muhlisiyne lehüd diyn. Saf ve arı duru bir iman ona adanmış. Lehüd diyn.
Evet, Peki O’ndan başkasına adanmış olabilir mi iman? Zaten O’na iman denilmiyor ve o imanı Allah kabul etmiyor. O İslam’ı, o teslimiyeti Allah kabul etmiyor. Zaten burada da vurgulanan o.
Ve men yebteğı ğayrel İslâmi diynen felen yukbele minhu, ve huve fiyl ahireti minel hasiriyn. (A. İmran/85) Kim İslam’dan başka bir dine sarılırsa ondan o kabul edilmeyecektir. Asla Allah onu din olarak kabul etmeyecektir. Yani teslimiyet yolunun dışında bir yol Allah tarafından din olarak kabul edilmeyecektir. Tüm örnek ve ibretler bu hakikate sözü getirmek içindi dostlar. İşte bu hakikate nihayet sözü getirdi ve Allah’a adanmış bir imanın makbul tek iman olduğunu söyledi.
elHamdu Lillâhi Rabbil ‘alemiyn öyle bir imana sahipseniz eğer Hamd tümüyle Alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur diye. Dönün bir ömrü hamd ile geçirin. Yani hamd edin artık. Böyle bir imanın tek teşekkürü böyle olur.
66-) Kul inniy nühiytü en a’budelleziyne ted’une min dûnillâhi lemma caeniyel beyyinatü min Rabbiy ve ümirtü en üslime liRabbil ‘alemiyn;
De ki: “Rabbimden bana deliller geldiğinde, Allâh dûnunda sizin yöneldiklerinize tapınmaktan yasaklandım ve Rabb-ül âlemîn’e teslim olmakla hükmolundum.” (A. Hulusi)
66 – De ki: bana rabbimden beyyineler geldiği vakit ben o sizin Allah dan başka yalvardıklarınıza ibâdet etmekten katiyen nehy edildim de emr olundum ki Müslim olayım o rabbülâlemîn e. (Elmalı)
Kul inniy nühiytü en a’budelleziyne ted’une min dûnillâhi lemma caeniyel beyyinatü min Rabbiy biraz uzun bir metin okudum, ancak buraya kadar okumam gerekiyordu, De ki elbet ben, hele de rabbimden bana hakikatin apaçık delilleri, beyyinat, ulaşmışken Allah’tan başka yalvarıp yakardıklarınıza kulluk etmekten şiddetle nehy olunmuşum.
Kişiyi kafir yapan şey kendisine ulaşan açık davete ısrarla karşı durmasıdır. Davet ulaşacak ve ısrarla o daveti reddedecek. İşte kişiyi kafir yapan şey budur.
ve ümirtü en üslime liRabbil ‘alemiyn ve ben kendimi alemlerin rabbine teslim etmekle emr olundum. Burada görüyorsunuz değil mi Kur’an dostları, en üslime; fiil, meçhul fiil olarak gelmiş, edilgen fiil. İslam bir eylemdir, bir isim değildir. Kuru bir ad değildir, bir eylemdir. Teslimiyet eylemi İslam’ın ta kendisidir. Müslüman’ın esas duruşu teslimiyettir.
67-) “HU”velleziy halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min ‘alekatin sümme yuhricüküm tıflen sümme liteblüğu eşüddeküm sümme litekûnu şüyuha* ve minküm men yüteveffa min kablü ve liteblüğu ecelen müsemmen ve lealleküm ta’kılun;
“HÛ”, odur ki; sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir alakadan (embriyo) yarattı… Sonra sizi bir çocuk olarak çıkardı; sonra olgunluğa ulaşmanız, sonra yaşlılığı yaşamanız için ömür verdi… Sizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor… (Bunların oluşu) takdir edilen süreye ulaşmanız ve aklınızı kullanmanız içindir. (A. Hulusi)
67 – O odur ki sizi bir topraktan yarattı, sonra bir nufteden, sonra bir alakadan, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra kuvvetiniz çağına iresiniz diye büyütüyor, sonra da ihtiyar olasınız diye, içinizden kimi de daha evvel vefat ettirilir, hem de müsemmâ bir ecele iresiniz diye, bir de gerek ki akıl edesiniz. (Elmalı)
“HU”velleziy halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min ‘alekah sizi önce toprak türünden, toprak türünden diye çevirişim Türabin sözcüğünün belirsizliğinden dolayı. Tenvin, ona tür anlamı da katar. Cins, nev anlamı. Toprak türünden. Sonra bir damlacık hayat suyundan, sonra da döllenmiş yumurta hücresinden yaratan O dur.
İnsanın topraktan yaratılışına ilişkin birçok ayet yer alır Kur’an da, farklı farklı ifadelerle de gelir. Min Türabin, min dıynin (23/12), çamurdan. Min hamein nesnun (15/33) konsantre çamurdan. min tıynin lazib (37/11) süzülmüş çamurdan. min salsalin kelfahhar. (55/14) kurutulmuş, pişirilmiş çamurdan. Yani hepsi de aynı noktaya varır. Neden toprak, hem elementer kökenine işaret eder bu? çünkü insan elementer olarak topraktan gelmiştir. Onun içindir ki toprakta ne kadar element varsa aynı sayıda element insanda da vardır. Bu ilginçtir. Sanırım 155 – 155 yanlış hatırlamıyorsam.
İkincisi insanın biyolojik büyüme süreci de topraktandır. İster karbon hidrat, ister mineral ister vitamin, ister protein. Protein dolaylı, hayvani ama hayvanların hepsi de yine topraktan. Dolayısıyla neden besleniyor olursanız olun topraktan beslenirsiniz.
Üçüncüsü de embriyolojik süreç, anne karnında ki büyüme süreci. Yine topraktan.
sümme yuhricüküm tıfle ama şunu söyleyeyim ki bu gibi insanın elementer kökenini hatırlatan ayetler genel olarak geldiklerinde bir şeye işaret ederler. Basit bir unsurdan, ne kadar muhteşem ve karmaşık bir şah eserin elde edildiğine dikkat çekmek ve Allah’ın büyüklüğüne, yaratışında ki ihtişama dikkat çekmek ve insana da haddini bil, seni böylesine basit bir unsurdan alıp ta böyle şah eser yapan Allah’a karşı küstahlaşma mesajıdır bu.
sümme yuhricüküm tıflen sonra bebek olarak meydana gelmenizi dilemiştir. sümme liteblüğu eşüddeküm sümme litekûnu şüyuhan sonra olgunluk çağına erişmenizle ardından da yaşlanmanız için yasa koyuştur. ve minküm men yüteveffa min kablü ve liteblüğu ecelen müsemmen ve lealleküm ta’kılun ne ki, kiminize ölüm erken tattırılır, kiminize de sonu yasa ile belirlenmiş ecelen müsemma. Buna daima verdiğim karşılık budur; Sonu yasa ile belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için zaman tanınır ki, belki aklınızı başınıza alırsınız diye.
Zuhruf/42. ayeti Kur’an da ölümle ilgili geçen tüm ayetlerin kendi ışığında anlaşılması zorunlu olan bir ayettir. Unutmayalım o ayet; ölüm, mevt ve Allah’ın ruhu alması teveffiyi ikili bir şekilde dile getirir. Yani ölüm kendi gelir, Allah ruhu alır. Ölüm kendi gelir. Nasıl gelir? Allah ölümün yasalarını koymuştur. O yasalara göre gelir. Fakat o gelince Allah’ın bir emaneti vardır, o emanetini alır. İşte teveffi çekip almak kökünden. Onun için Allah’a nispet edilmiştir. Zuhruf/42. de. Şimdilik bu kadar giriyorum sadece. Ki ilgili ayet tefsir edilirken açıklanmıştı.
Esasen müsemma; insanı hayata bağlayan yasalar anlamına gelir ki bu ecelin müsemma. İsimlendirilmiş ecel. Ya da standartlaştırılmış ecel. Adı konulmuş ecel manası da verebiliriz. İnsanı hayata bağlayan yasalara tekabül eder.
Hücrenin yaşlanması hücrenin kaderidir. Allah bu kaderi koymuştur hücreye. Onun için hücre kendini her yenileyişte bir unsurunu kaybeder. Yani her kendini yenileyişte ömründen bir şey düşer. Hücrenin içinde histam denilen bir sistem var. Adeta hücrenin kendi tarihi, kendi kaderi. Hücre mutlaka ölümlüdür. Kaderi böyledir. O nedenle insana dıştan hiçbir hastalık arız olmasa hücre kendi kendini yok eder. yani mutlaka ölüme planlanmıştır. Onun için ecelin müsemmayı hücrenin içine yerleştirilmiş, hücrenin ana belleğine hafızasına yerleştirilmiş, yazılmış olan ölüme ayarlı süreci de diyebiliriz.
Her yenileyişte ömrü azalıyor, sonunda dışardan hiçbir şey arız olmasa dahi ölüm mukadder oluyor. Bir daha üreyemiyor, çoğalamıyor, ölüyor. İşte ölümün ve hayatın yasasını Allah böyle koyar. Ki devamı da bunu getiriyor zaten.
68-) “HU”velleziy yuhyiy ve yümiyt* feizâ kadâ emran feinnema yekulü lehu kün feyekûn;
“HÛ” odur ki; diriltir ve öldürür! Hüküm verdiğinde yalnızca “Ol” der (olmasını irade eder); o, olur! (A. Hulusi)
68 – O odur ki hem diriltir, hem öldürür, hasılı o bir emri istediği vakit ona sâde «ol!» der oluverir. (Elmalı)
“HU”velleziy yuhyiy ve yümiyt hayatı ve ölümü yaratan O dur. Hayatın ve ölümün yasasını koyan O dur. feizâ kadâ emran feinnema yekulü lehu kün feyekûn ve O bir işin olmasını hükmettiğinde ona sadece “ol” demesi yeter. O da hemen oluverir. Allah’ın yaratmada ki üstün gücüne dikkatimizi çekiyor bu ifade.
69-) Elem tera ilelleziyne yücadilune fiy âyâtillâh* enna yusrefun;
Allâh’ın işaretlerinde mücadele eden kimseleri görmedin mi? Nasıl da (Hak’tan) döndürülüyorlar? (A. Hulusi)
69 – Bakmaz mısın şimdi o Allahın âyetlerinde mücadeleye kalkanlara nereden döndürülüyorlar? (Elmalı)
Elem tera ilelleziyne yücadilune fiy âyâtillâh* enna yusrefun baksana Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşup polemik yapan şu tiplere. Tasavvurları kendilerini hakikaten nasıl da uzaklaştırıyor. Yani tabii ki gerçekten uzaklaştırıyor. Vahiyden uzaklaştırıyor, Allah’tan uzaklaştırıyor. Hepsinden öte kendisinden uzaklaştırıyor, kendi uzağına düşüyor, kendini bilemiyor. Kendini bilemeyince rabbini bilemiyor kendi ile kavgalı hale geliyor. Onun için tasavvurları kendilerini hakikatten uzaklaştırıyor böylelerini.
70-) Elleziyne kezzebu Bil Kitabi ve Bima erselna Bihi RusüleNA* fesevfe ya’lemun;
Onlar ki hakikatlerinin BİLGİsini ve Rasûllerimiz olarak irsâl ettiklerimizi yalanladılar! Yakında bilecekler! (A. Hulusi)
70 – Kitaba ve Resullerimizi gönderdiğimiz şeylere yalan diyenler artık ileride bilecekler. (Elmalı)
Elleziyne kezzebu Bil Kitabi ve Bima erselna Bihi RusüleNA onlar bu ilahi kelamı ve elçilerimize daha önce gönderdiğimiz mesajları yalanlayan tipler. fesevfe ya’lemun fakat bir gün gelecek, zamanı gelince ne dehşet bir suç işlediklerinin veya ne büyük bir fırsatı teptiklerini öğrenecekler, bilecekler.
71-) İzil ağlâlü fiy a’nakıhim vesselasil* yüshabun;
O vakit onların boyunlarında (beşeriyetlerinden kalma) bağlar (şartlanmaları ve değer yargıları) ve zincirler (zincirleme bağlılıklarla), sürüklenirler! (A. Hulusi)
71 – O vakit ki tomruklar boyunlarında ve zincirler sürüklenecekler. (Elmalı)
İzil ağlâlü fiy a’nakıhim vesselasil* yüshabun işte o zaman var ya, o zaman kendi boyunlarına geçirdikleri tasmalar ve ellerine taktıkları kelepçelerle yürek dağlayan bir umutsuzluğun gayyasına yuvarlanacaklar, sürüklenecekler.
72-) Fiyl hamiymi sümme fiyn nari yüscerun;
Hamim’de (kaynar suyun – yakan fikirlerin içinde)… Sonra Nâr’da (ateşte – radyasyon okyanusunda) yakılırlar! (A. Hulusi)
72 – Hamîmde, sonra ateşte kaynatılacaklar. (Elmalı)
Fiyl hamiym onu da okuyayım da beraber olsun. Çünkü mutlaka birlikte vermek lazım müteakip ayetin ilk kelimesi. Fiyl hamiym burada ki hamiym; yürek dağlayıcı bir yangın. Aslında yürek yangını, iç yangını. Hani bir insan kendini hayata bağlayan her şeyini bir anda kaybeder ya. Mesela Allah korusun tüm çocuklarını ve eşini aynı anda, aynı kazada gözünün önünde kaybeden bir insanı düşünün. Hiçbir şeyi kalmamış. Bu insanın içinde ki yangını düşünün. Bu insanın parmağına kibrit yaksanız hisseder mi? Öyle bir iç yangını ki ölüm daha güzeldi dedirtecek böylesine ağır acılar var. Şimdi bu insan aslında zaten ölümlü şeyleri kaybetti. Yani bir gün kaybedilecek şeyler bunlar, bunu biliyor ve hatta eğer ahirete inanıyorsanız bir gün geri kavuşacağı şey.
Ya bir de hiçbir şeyin kendisine yarar sağlamadığı o büyük güne geldi ve o gün; sen Allah’ı kaybettin dediler. Rabbine dünyada olan biganeliği, küstahlığı yüzünden Allah’ın üstünü çizdiği birini düşünün. Böyle birinin o anda içine düşen yürek yangınını hangi metreyle, hangi ateş metre ile, hangi birimle ölçersiniz. Evet, işte bu yangının bir tür tarifi ve tavsifi.
sümme fiyn nari yüscerun sonunda ateşi azdıran bir yakıta dönecekler. İlginç, yüscerun. Ateşin nesnesi demektir. Yani ateşin alevini çok kışkırtan yakıt. Vahiy insanı hayatın öznesi yapar. Bunun zınnında şöyle bir nükte var. Vahiy insanı hayatın öznesi yapar. İnsan hayatın nesnesi olursa eğer, yani hayat atının üstünde bir süvari değil, hayatın altında bir at olursa, hayat insanı eline geçirir ona hükmetmeye başlarsa, ipini insan hayata verirse o zaman nesneleşir ve nesne muamelesi görür. Ahirette de böyle bir insan ateşin nesnesi muamelesi görecektir. Yani madem yer yüzünde özne olman gerekirken, vahiy ile inşa olmuş bir özne olmak yerine, malın servetin, paranın, şöhretin nesnesi oldu, hadi şimdi de ateşin nesnesi ol denilecek nüktesi var burada.
73-) Sümme kıyle lehüm eyne ma küntüm tüşrikûn;
Sonra onlara denildi ki: “Nerede şirk koştuğunuz şeyler…” (A. Hulusi)
73 – Sonra denecek onlara: nerede o şirk koştuklarınız? (Elmalı)
Sümme kıyle lehüm eyne ma küntüm tüşrikûn devam edelim;
74-) Min dûnillâh* kalu dallu anna bel lem nekün ned’u min kablü şey’a* kezâlike yudıllullahul kâfiriyn;
“Allâh dûnunda!” Dediler ki: “Bizden kayboldular… Hayır, zaten biz daha önce, olmayan şeye yönelmişiz!”… Allâh, hakikat bilgisini inkâr edenleri böylece saptırır. (A. Hulusi)
74 – Allahın berisinden? Diyecekler ki onlar bizden gaip oldular daha doğrusu biz bundan evvel bir şey’e ibâdet eder değilmişiz, işte Allah kâfirleri böyle şaşkın eder. (Elmalı)
Sümme kıyle lehüm eyne ma küntüm tüşrikûne, Min dûnillâh ve onlara sorulacak hani nerede Allah’ı bırakıp ta ilahlık yakıştırdığınız o varlıklar? kalu dallu anna bel lem nekün ned’u min kablü şey’a onlar şöyle cevap verecekler; Şimdi onlar bizi terk edip gittiler, bizi terk ettiler. İşin doğrusu daha önceden biz sanki hiçbir şeye yalvarmamışız. Yani aslında doğrusunu söylemek gerekirse yalvarıyoruz zannettiğimiz şeyler meğer yokmuş gerçekte.
kezâlike yudıllullahul kâfiriyn işte Allah inkar edenleri böyle şaşırtır. Hakikati inkar edenleri böyle şaşırtır.
75-) Zâliküm Bima küntüm tefrehune fiyl Ardı Bi ğayril hakkı ve Bima küntüm temrehun;
Bu, yeryüzünde haksız olarak sevinip şımarmanız ve kasılıp böbürlenmeniz yüzündendir. (A. Hulusi)
75 – Bu şundan: çünkü yer yüzünde haksızlıkla seviniyordunuz ve çünkü güveniyordunuz. (Elmalı)
Zâliküm Bima küntüm tefrehune fiyl Ardı Bi ğayril hakkı ve Bima küntüm temrehun bunun nedeni yer yüzünde hak etmediğiniz halde azıp şımarmanız, sevince gark olmanız ve kasıntılık yapmanızdır. Tekebbür, küstahça tekebbür sergilemenizdir.
Burada tefrehun diyor, sevinmek manasına gelir. Hak etmediği halde sevinmek, şımarmak. İlginç, elindeki nimeti hak etmemek. Allah nimet vermiş, fakat nimeti belaya dönüştürmüş. Şımarmak ve kasıntılık yapmak, istikbar ve tekebbür. Haddini aşmak yani Allah’ın sınav aracı olarak verdiği nimeti, Allah’a sırt dönmek için kullanmak. Allah’a ihtiyacının olmadığını söylemek Allah’ın nimetini kullanarak. Dehşet yanlışa bakınız.
76-) Üdhulu ebvabe cehenneme halidiyne fiyha* febi’se mesvel mütekebbiriyn;
Orada sonsuza dek kalmak üzere cehennem kapılarından girin… Benlik – kibir sahiplerinin yaşam ortamı ne kötüdür! (A. Hulusi)
76 – Girin Cehennemin kapılarına içlerinde muhalled kalmak üzere, bak ne çirkin mevkii o kibirlenenlerin. (Elmalı)
Üdhulu ebvabe cehenneme halidiyne fiyha haydi içinde yerleşip kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. febi’se mesvel mütekebbiriyn doğrusu küstahça böbürlenenler için orası dehşet bir mekandır.
77-) Fasbir inne va’dAllâhi Hakk* feimma nüriyenneke ba’delleziy ne’ıdühüm ev neteveffeyenneke feileyNA yurce’un;
Sabret! Muhakkak ki Allâh’ın vaadi Hak’tır! Onlara vadettiğimizin bazısını sana göstersek de yahut (görmeden) seni vefat ettirirsek de (fark etmez); (nasıl olsa) onlar bize rücu ettirilecekler. (A. Hulusi)
77 – Onun için sabret: Allahın vaadi haktır: muhakkak olacaktır. Artık onlara ettiğimiz vaadin bazısını sana göstersek de yahut seni kendimize alsak da onlar mutlak döndürülüp bize getirilecekler. (Elmalı)
Fasbir inne va’dAllâhi Hakk Şu halde dirençli ol sana yönelik saldırılara göğüs ger. Yani davet için yaptığın tüm çağrılar karşılığını bulmazda, sen Allah’a davet ettiğin halde onlar senin üstüne yürürler davetin bedelini ödemek durumunda kalırsan bulunduğun mevziiyi asla terk etme ve bir adım geri atma. Neden? inne va’dAllâhi Hakkun çünkü Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir.
feimma nüriyenneke ba’delleziy ne’ıdühüm ev neteveffeyenneke feileyNA yurce’un imdi, onlara yönelttiğimiz tehditlerin bir kısmının gerçekleştiğini ister sana gösterelim, isterse senin için ölümü takdir edelim. Er geç onlar bize döndürüleceklerdir. Bu mucizevi bir haber. Bu ayetlerin peygamberliğin 4 ya da 5. yılda indiğini düşünürseniz ondan sonra yaklaşık 20 yıllık süreçte yer yüzünün tanıdığı ve gördüğü en büyük iman inkılabı, en büyük iman hamlesinin nasıl gerçekleştiğini anlarsınız.
Ukbe Bin Ebi Muayd ın öldürmeye teşebbüs ettiği günler Resulallah’a düşünün. Geliyor bir müşrik reisi Ukbe bin ebi Muayd, Resulallah Kâbe’nin etrafında namaz kılarken boynunda ki atkıyla onu boğmaya çalışıyor. Bir önceki derste ayeti tefsir ederken bu olayı da nüzul olarak söylemiştim. Dolayısıyla böyle bir zamanda rabbimizin vaadine bakınız, çok değil Resulallah’a gösterdi rabbimiz Bedir’i, Hayber’i, Mekke’nin fethini, Taif’i gördü Resulallah. Bir kısmını ise göstermedi. Ayette buyurduğu gibi İmparatorluklar İslam’ın önünde dize geldiler.
İmparatorları imana davet etti Resulallah. Düşünün, vefatından 15 yıl sonra 3 kıtaya İslam’ın aziyz sesi ulaştı. Çağının iki süper gücünden birinin sarayı imana teslim oldu, Kisra’nın sarayı. İşte böylesine bir mucizevi bir haber.
78-) Ve lekad erselna Rusülen min kablike minhüm men kasasnâ aleyke ve minhüm men lem naksus aleyk* ve ma kâne li Rasûlin en ye’tiye Bi ayetin illâ Biiznillâh* feizâ cae emrullahi kudiye Bil Hakkı ve hasire hünalikel mubtılun;
Andolsun ki senden önce de Rasûller irsâl ettik… Onlardan kiminin hikâyelerini anlattık ve onlardan kimini de sana anlatmadık… Bir Rasûl için, Allâh izni dışında, mucize getirmesi mümkün değildir! Allâh hükmü geldiğinde, Hak olarak hükmedilir ve bâtıl peşinde koşanlar orada hüsrana uğrar! (A. Hulusi)
78 – Celâlim hakkı için biz senin önünden nice Resuller göndermişiz, onlardan kimini sana ayıtmışız, kimini de ayıtmamışızdır, hiç bir Resul için Allahın izni olmaksızın bir âyet (bir mucize) getirmek olamaz, Allahın emri gelince de hak yerine getirilir ve işte hüsrana burada düştü mubtıller. (Elmalı)
Ve lekad erselna Rusülen min kablik doğrusu biz senden önce de sayısız elçiler göndermiştik. minhüm men kasasnâ aleyke ve minhüm men lem naksus aleyk onların kimisinden sana söz ettik, kimisinden sana hiç söz etmedik.
Çok üzerinde durulması gereken bir ibare gerçekten. Serdedilenler belli. Peki söz edilmeyenler olduğuna göre söz edilenler neye göre seçildiler. Söz edilmeyen bir çokları var. Peki söz edilenlerden niçin söz edildi. Sormamızı istediği soru bu aslında ayetin. Kur’an da anlatılanlar tombaladan mı çekildiler (Haşa), Yani rast gele mi oldu, yoksa bire amacı mı vardı.
Evet kesinlikle. Allah amaçsız iş yapmaz. Amaçlılığın yasası yer çekimi yasasından daha önce vardı. mâ halakte hazâ batılâ. (A. İmran/191) Rabbin bunları boşuna yaratmadın, amaçsız yaratmadın.
Peki neden? Amaç neydi. Mesela Adem. Nasıl tevbe edilip adam olunurun örneğidir. Mesela Nuh nasıl davette sabredilirin örneğidir. Mesela İbrahim nasıl Allah’a teslim olunur ve pazarlıksız iman edilirin örneğidir. Mesela Yusuf, bir adamdan ne çıkar sorusunun cevabıdır. Gömleğiniz nereden yırtılırsa Allah nasıl muamele ederin cevabıdır. Mesela Musa Firavunun kucağında Allah dostu olur mu sorusunun cevabıdır. Mesela Zekeriya ve Yahya Allah’a nasıl kurban olunurun cevabıdır. Mesela Davud ve Süleyman nasıl servetin ve iktidarın, gücün ahlaksızlığına ve ayartısına kapılmadan sultan olunurun cevabıdır.
Evet, Yani Kur’an da ki her bir peygamber kıssası bir sorunun, belki bin sorunun cevabıdır. Mesela Meryem Allah’a adanırsa Allah o birine ne yaparın cevabıdır. Meryem’in annesi Hane, İmran ın kadını, A. İmran suresinin adının adandığı, ailenin reisesi o hanım. Allah’a nasıl adak yapılır, adanır. Mesela İsa adayan bir büyük annenin, adanan bir anne Meryem’in çocuğu ne olur. Bütün hepsi bir mesajdır. Yani liderlik problemi nasıl çözülür bir başka açıdan.
ve ma kâne li Rasûlin en ye’tiye Bi ayetin illâ Biiznillâh ama şu kesin ki hiçbir elçi Allah’ın izni olmadan mucizevi bir mesaj getiremez. Mucize getiremez. Buradaki ayeti öyle de anlayabiliriz. Mucize istemek ve mucizeleri görememek. İlginç bir akılla karşı karşıyayız. Mucizeleri göremeyenler mucize istiyorlar. Hayatın kendisi sınırsız bir mucize dolabıdır. Ama bunu hayatın anlam ve amacını kavrayanlar anlar ve görür.
Ya kavrayamayanlar? Devam edelim isterseniz; feizâ cae emrullahi kudiye Bil Hakkı ve hasire hünalikel mubtılun nitekim Allah’ın emri geldiği zaman Hakk tecelli etmiş olacak, işte o anda da orada hayatı anlam ve amacından yoksun bırakanlar, el mubtılun un karşılığı bu. Hayatı anlam ve amacından yoksun bırakanlar hüsrana uğramış olacaklar.
Şimdi yukarıdaki anlaşıldı mı açıklama. Sınırsız mucizelerin içinde yaşayıp ta bir tanesini göremeyenler, yani mubtıulun, hayatın anlam ve amacını görmeyenler, onu yoksun bırakanlar. Eğer anlam ve amaçtan yoksun bırakmasalar dı hayatlarını, hayvanların varlığının dahi mucize olduğunu görürlerdi. Yani etraflarında sırtlarını dayadıkları ağacın içinde sürekli bir mucizenin gerçekleştiğini görürlerdi. Kendi bedenlerinde sınırsız bir mucizenin gerçekleştiğini görürlerdi. Fakat bakma meselesi. Görene, her şey görene. Köre ne? Görmek için Allah’ın bak dediği yerden bakmak lazım.
79-) Allâhulleziy ce’ale lekümül en’ame literkebu minha ve minha te’külun;
Allâh ki, onlardan bazısını binesiniz ve bazısından da yiyesiniz diye en’amı sizin için oluşturdu. (A. Hulusi)
79 – Allah odur ki sizin için (enamı) o yumuşak başlı hayvanları yarattı, onlardan binit edinesiniz diye, hem onlardan yersiniz. (Elmalı)
Allâhulleziy ce’ale lekümül en’ame literkebu minha ve minha te’külun bir kısmına binmeniz, bir kısmıyla da beslenmeniz için evcil hayvanları emrinize amade kılan Allah’tır.
80-) Ve leküm fiyha menafi’u ve liteblüğu aleyha haceten fiy suduriküm ve ‘aleyha ve ‘alel fülki tuhmelun;
Sizin için onlarda (daha başka) faydalar vardır… Hedeflediğiniz yere onların üzerinde ulaşmanız için… Onların üzerinde ve gemilerin üzerinde yüklenilip taşınıyorsunuz. (A. Hulusi)
80 – Size onlarda daha bir çok menfaatler var, hem onların üzerinde sînelerinizdeki bir hâcete iresiniz diye, hem onlar üzerinde hem gemiler üzerinde taşınırsınız. (Elmalı)
Ve leküm fiyha menafi’u ve liteblüğu aleyha haceten fiy suduriküm onlardan daha başka alanlarda da yararlanırsınız. Onlar aracılığıyla yürekten özlemini çektiğiniz bir şeye ulaşır, sevdiklerinize taşınır, bir ihtiyaca ulaşırsınız. ve ‘aleyha ve ‘alel fülki tuhmelun hem onlarla hem de gemilerle hayatın yükünü taşırsınız.
81-) Ve yüriyküm âyâtiHİ, feeyye âyâtillâhi tünkirun;
(Allâh) size işaretlerini gösteriyor… Allâh’ın işaretlerinin hangisini inkâr ediyorsunuz! (A. Hulusi)
81 – Ve size âyetlerini gösterir, şimdi Allahın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz? (Elmalı)
Ve yüriyküm âyâtiHİ, feeyye âyâtillâhi tünkirun İşte O size varlık ayetlerini böyle gösteriyor. O halde Allah’ın ayetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz ki. Yani biraz önce söyledik ya hayvanlar dahi Allah’ın ayeti ise gerisini varın siz düşünün Burada zımnen söylenen gerçek bu. Etrafınız mucize dolu, siz garip garip işler istiyorsunuz. Dolayısıyla kendisinin burnunun ucundaki mucizeleri görmeyen, oradan gelen mucizeyi nasıl görecek. Zaten göremediler de.
82-) Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* kânu eksere minhüm ve eşedde kuvveten ve asâren fiyl Ardı fema ağnâ anhüm ma kânu yeksibun;
Arzda seyretmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu nazar edip görsünler! Onlar (öncekiler), bunlardan hem kalabalık, hem de kuvvetçe ve yeryüzünde daha çok eser üretmişlerdi. Kazandıkları, onları kurtarmadı! (A. Hulusi)
82 – Daha Yer yüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok hem kuvvetçe ve Arzda âsarca daha çetin idiler, öyle iken o kesp ettikleri şeyler kendilerini kurtarmadı. (Elmalı)
Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim şimdi bunlar yer yüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmezler mi? Ben bunlar diye çevirdim, onlar da diyebilirsiniz. Ama yer yüzünde dolaşıp ta ibret almayan herkes bu ayetin muhatabı.
Hayatı anlam ve amacından soyutlayan her uygarlık kendi sonunu getirir. dolayısıyla burada söylediği geçmiş uygarlıkların kalıntılarına bakın, onları o hale getiren, bir zamanlar yer yüzünde güç kuvvet yetmez uygarlıkları böylesine toz duman eden, tarih eden, onların; hayatın amaç ve anlamını yok etmiş olmaları.
kânu eksere minhüm ve eşedde kuvveten ve asâren fiyl Ard onlar, berikilerden daha kalabalık, daha güçlü ve yer yüzünde daha derin izler bırakmıştılar. fema ağnâ anhüm ma kânu yeksibun fakat birikimleri onlara hiçbir yarar sağlamadı.
Evet hiçbir yarar sağlamadı, parçalar hakkında bilgi edindiler onlar, Fakat onu bütün içinde değerlendiremediler. Parçayı bütünün amacına aykırı kullandılar, sonuçta parça başlarına bela oldu. İsterseniz devam edelim de ayet söylesin;
83-) Felemma caethüm Rusulühüm Bil beyyinati ferihu Bima ‘ındehüm minel ‘ılmi ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;
Rasûlleri onlara apaçık deliller olarak geldiklerinde, onlar kendi bildiklerine dayanarak sevinip şımardılar! Alay etmekte oldukları şey onları kuşatmıştır! (A. Hulusi)
83 – Çünkü onlara Peygamberleri beyyinelerle geldikleri vakit kendilerinde bulunan ilme güvendiler de o istihza ettikleri şey kendilerini kuşatıverdi. (Elmalı)
Felemma caethüm Rusulühüm Bil beyyinati ferihu Bima ‘ındehüm minel ‘ılm çünkü onlara elçileri hakikatin apaçık delillerini getirmişlerdi, ama elde tuttukları bir parça bilgiye küstahça şımardılar.
Çok ilginç Bima ‘ındehüm minel ‘ılm yani bilgiden ellerine geçirdikleri bir parça yüzünden küstahça böbürlendiler. Bir parça bilgi diyor değil mi. Parçanın bilgisi yani. Zincirin halkasını fark edip zincirden kopardılar, o halka boyunlarına geçen bir tasmaya dönüştü. Oysa ki halkayı yerinden koparmasalardı o zincir onları Allah’a ulaştıracaktı. Allah’ın ipine tutunmuş olacaklardı.
ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun sonunda alay ede geldikleri gerçek kendilerini çepeçevre kuşattı.
84-) Felemma raev be’sena kalu amenna Billâhi vahdeHU ve keferna Bima künna Bihi müşrikiyn;
Hışmımızı gördüklerinde: “Esmâ’sıyla hakikatimiz olan Allâh’a ve O’nun Tek olduğuna iman ettik; O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. (A. Hulusi)
84 – O vakit hışmımızı gördüklerinde Allahın birliğine inandık ve ona şirk koştuğumuz şeylere küfrettik dediler. (Elmalı)
Felemma raev be’sena kalu amenna Billâhi vahdeHU ve keferna Bima künna Bihi müşrikiyn ve kahredici cezamızı gördükleri zaman tek olan Allah’a iman ettik ve O’na ortak koştuğumuz şeylere olan inancımızı reddettik dediler.
85-) Felem yekü yenfe’uhüm iymanühüm lemma raev be’sena* sünnetAllâhiletiy kad halet fiy ‘ıbadihi ve hasire hünalikel kâfirun;
Fakat hışmımızı gördükten sonra onların iman etmeleri kendilerine fayda vermedi! Bu, geçmişten beri uygulanan kulları hakkındaki Sünnetullâh’tır! Hakikat bilgisini inkâr edenler (hakikatlerinden, Sünnetullâh’tan perdeliler) işte bundan dolayı hüsrana uğradı! (A. Hulusi)
85 – Dediler amma hışmımızı gördükleri vakit ki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allahın kullarında geçe gelen sünneti, ve işte hüsrâna bu noktada düştü kâfirler.(Elmalı)
Felem yekü yenfe’uhüm iymanühüm lemma raev be’sena fakat kahredici cezamızı gördükten sonra iman etmeleri onlara hiçbir yarar sağlamadı. Özgür iradeyle seçilmiş ve tercih edilmiş bir iman değildi çünkü. Dayatılmış bir imanın sahibine hiçbir yararı yoktu. Ense köküne dayadığınız bir silahla iman ettirseniz neye yarardı. Allah’ın verdiği iradeye ihanet etmemişler miydi bunlar. Yararsızdı onun içinde hiçbir işe yaramadı, çünkü irade dışı idi.
sünnetAllâhiletiy kad halet fiy ‘ıbadih kulları hakkında geçmişten bu güne gelen Allah’ın uygulaması adeti, sünneti budur. Sünnetullah; ilahi uygulama, adetullah yani. İnsanın kaderi seçmektir, Sünnetullah budur. Seçer ve sorumlu tutulur. Seçtiğinden sorumlu olur. İşte bu Sünnetullah.
ve hasire hünalikel kâfirun nitekim inkarı tabiat edinen, inkarı ahlak edinenler, inkarı huy edinenler orada ve o anda. Hünalike nem zamana hem mekana delalet eder. Orada ve o anda hüsrana uğradılar.
Rabbim iman eden, dini Allah’a has kılan, imanında pazarlık yapmayan, koordinatlarını ve istikametini vahyin belirlediği bir imana sahip olan ve bu imanı Allah’a kavuşuncaya kadar sağlıklı ve sahih bir çizgide koruyanlardan kılsın.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
