“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki, anlasınlar beni.
Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim hayırla aç hayırla tamamlat, hayırla neticelendir. Rabbim kolay getir güç getirme Amin, amin, amin..!
Değerli kardeşlerim geçen dersimizde Er Rahîm ismini işlemiştik, şimdi 4. Esma olarak El Mâlik ismini işleyeceğiz inşallah. Neden 4. Dersimiz, 4. Sıfat; Allah sıfat değildi Allah has isimdi. Çünkü İnne Lillâhi Tis’aten ve Tis’îne ismen. Allah’ın 99 ismi vardır, Allah’ın ismi. Allah’ın ismi denilince 99 a dahil değildir anlamı çıkar oradan. Dolayısıyla Rabb ismini 1. Sıfat ama 2. İsim olarak işledik. Çünkü El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn ayeti kerimesinde Allah’tan sonra Rabb sıfatı ilk olarak geliyordu.
Fatiha da Kur’an ın hem nüzülde, hem de mushafta başıydı. Nüzülde başı olması ilk inen ayetler olmasından dolayı değil, ilk inen tam sure olmasındandı. Hz. Aişe’den gelen rivayet böyle hatta bir başka rivayette ilk inenin fatiha suresi olduğu yönünde ama doğru değil. Çünkü A’lâk suresinin ilk 5 ayeti ittifakla aslında ilk inen Kur’an pasajı. Bu manada ilk inen tam sure olması hasebiyle efendimiz fatihayı Kur’an ın başına layık görmüş. Bu ümmül kitap ismini ona koymasından da anlaşılıyor. Kitabın anası.
Her kitabın bir önsözü olur, Fatiha’da Kur’an ın önsözü. Her kitabın bir özeti yapılabilir, Kur’an ın bir özeti yapılsaydı Fatiha olurdu. Onun için Fatiha’nın yeri her halükârda Mushaf sırasında da, nüzül sırasında da kitabın başıdır. Onun için Fatiha’da ki esmadan yola çıkarak biz dizdik esmayı, 2. Sıfat olarak ta Er Rahman’ı işledik. Çünkü El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Er Rahman 3. Sıfat olarak Er Rahîm. Şimdi Mâliki YevmidDiyn. El Mâlik ismine sıra geldi.
Me-le-ke kökünden geliyor kelime. Bir lügavi tahlil yapmak durumundayız, onun için kardeşlerimden lügavi tahlillere, etimolojik tahlillere ilgi duymayan kardeşlerimden kısa bir müsaade isteyeceğim.
El Mâlik isminin kökeni olan mim-lâm-kef harfleri 6 tane kelime verir Arap dilinde bize. Me-le-ke, me-ke-le, ke-le-me-, ke-me-le, le-ke-me, le-me-ke. 6 tane kombinezon. Bu 6 kelimeden bir tanesi Arap dilinde kullanılmaz 5 i kullanılır. Başka bir dilde böyle bir sistem olduğunu bilmiyorum. Yani olmadığını biliyorum. Arap dili adeta matematiksel bir sistem gibidir. Dolayısıyla bu 5 farklı versiyonun tamamının ortak manasını bulursak bu kelimenin Âdem’ini buluruz.
Âdem’i ne demek? İlk manası yoksa başka türlü bulamayız. Yani bu mübarek dil bize bu imkânı bahşediyor. Onun için bu kelimelerin tamamının ortak manası şiddet ve kuvvet. İbn. Cinni; El hasais isimli o muhteşem lügat felsefesine dair eserinde çok güzel işlemiş bunu, şiddet ve kuvvet.
Meselâ El Mâlik, Mülk,Milk. Mala mülk denir iktidara milk denir. Devlete de mülk denir, mal sahibine de Mâlik denir öyle değil mi. Dolayısıyla mal sahibine güç ve kuvvet verdiği için mülk denmiş. İktidar sahibine güç ve kuvvet verdiği için milk denmiş.
Melek diyoruz güçlü varlık demektir, eşyayı ayakta tutan güç manasına da gelir Melek, aynı kök ten gelir. Tersine çeviriyoruz Ke-me-le; Kemâl, Kâmil, Ekmel, mükemmel. Ne demek? Bir şeyin en güçlü haline Kemâl diyoruz. Kâmil insan dediğimizde ruhunu en güçlü hale getirmiş insan aklımıza geliyor. Le-ke-me; Lekme yumruktur, mülâkim boksördür Arap dilinde. Çünkü güç ve şiddet vardır. Kelimenin yine aslına baktığımızda orada o da gözüküyor. Dolayısıyla nereden bakarsak bakalım bu kökten türetilen tüm kelimelerin karşımıza çıkardığı asli mana kuvvet ve şiddet, güç ve şiddet.
Dolayısıyla El Mâlik ismi de Allah’ın mutlak mülkün sahibi, mutlak iktidarın sahibi, mutlak gücün sahibi manasıyla önümüze çıkıyor. Bir esma zinciri içerisinde bir halka olarak gökten uzatılıyor, Kullarım akleden kalpleriyle buna tutunsunlar, aşkın olan Allah’ı anlasınlar diye. Yani zihin seviyeleri yukarı çıksın, mutlak olan Allah esmalarıyla, sıfatlarıyla bizim dünyamıza tenezzül buyuruyor.
El Hamdu Lillah, hele ki tenezzül ediyor, işte o zaman Allah gözümüze, gönlümüze, aklımıza, esmasıyla görünmeye başlıyor. Eğer esma ipini arştan arza doğru uzatmasaydı Allah bizim için mutlak bir bilinmez olacaktı. Mecburen agnostik, bilinemezci olacaktı. Tanrı bilinemez, ama tanrı bilinemez diyenler esmayı inkâr etmiş olurlar. Yani bilmiyorum var mı yok mu diyen esmayı inkâr etmiş olur. Esmanın tecellisi olan varlığı inkâr etmiş olur. Bütün bu varlık alemi evreni, esmanın tecellisidir. Rabbimiz varlık içinde bize tecelli ediyor,
Tabir caizse varlık esmaya tutunmuş bir aynadır, bu ayna da biz esmayı seyrediyoruz tabii seyredebiliyorsak. Bunun için önce bilgi lazım unutmayacağız, sonra bu bilgi ve bilinçle kararak kullandığımız irade, sonra bu iradeyi harekete geçirecek kudret, sonra bu kudretin eseri olan amel bakın nasıl geliyor.
Mâlik ismi yani özne ismi, Arap dilinde bir form, ismi fail. Mâlik, Fâil. Zaten sesleri de benzer. Ne demek ismi fail; Bir fiilin ismi demek. Peki, Mâlik isminin fiili nedir ki? Mâlik isminin fiili mülkü ondan alıp ona, ondan alıp ona vermektir. Bir vererek sınar, bir alarak sınar. İktidarları bir ona verir, bir ona verir. Devleti bir ona verir, bir ona verir. Devlet zaten elden ele geçen manasına gelir. Mütedavel olan, tedavülde bulunan, devreden. Onun için ondan alır ona verir. Yani bir vererek sınar bir alarak. Bazen Davud ve Süleyman gibi sultan eder sınar, bazen Zekeriyya ve Yahya AS. gibi kurban ederek sınar. Bakalım kurban olunca ne yapıyorlar, sultan olunca ne yapıyorlar. İkisinde de kazanmamız için onları örnek gösterir.
Sal avazeni Davud gibi bu cihana,
Bâki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş.
Bakalım Davud gibi salacak mı yoksa iktidara kanacak mı? Bakalım Süleyman gibi, İnnehu min Süleymane ve innehu Bismillâhir Rahmânir Rahıym. (Neml/30) diyecek, rakiplerine, alt ettiklerine, yoksa ben Kahhâr, ben Cebbâr, ben sultanım mı diyecek.
Alın Süleyman size örnek olsun. Belkız’a yazdığı mektubun başına Bismillâhir Rahmânir Rahıym. Allah’ın adıyla diye yazdı Süleyman. Yendiği, galip geldiği bir kraliçe, ama galip benim diyerek başlamıyor. Hatta Allah’ın Kahhâr ismi ile de başlamıyor, Rahman ve Rahîm ismi ile başlıyor. Yenmenin de bir edebi vardır, galip gelmenin de bir edebi vardır, zaferin de bir edebi vardır. Müslümanca zafer kutlayın, biz onu Hz. Süleyman’dan öğreniyoruz. Kurban olmanın da bir edebi vardır, onu Zekeriyya ve Yahya AS. Gibilerden öğreniyoruz.
İşte bunun gibi Mâlik; ismi fail. Mastarı milk bilginler böyle demiş fakat ben Arap dilcilerinin dediklerini Kur’an a tercih edemiyorum. Kur’an Arap dilinin ilk kodlanmış kitabı olduğu hakikati ortada iken Arap dilinin kurallarına uymuyorsa Kur’an a göre biz Arap dilini düzeltiriz. Çünkü Arap dilinde Kur’an dan daha kadîm bize kadar gelmiş vesika yok. Şiirler var cahiliye Arap şiiri fakat bu şiirler çok şüpheli, üzerine çok söz söylenebilir sözlü olarak gelmiş. Nerede bozulmuş nerede bozulmamış onu bilemeyiz. Ama Kur’an olduğu gibi gelmiş.
Onun için Kur’an mülkü de kullanıyor Mâlik ile ilgili Onun için Mâlik el mülk, Kulillâhumme mâlikel mülk. (A.İmran/26) mülkün Mâliki. Mâlik el Milk diyebilirdi ama Mâlik el mülk diyor. O zaman bilgilerin dediği gibi Mâlik sadece malın sahibine değil, iktidarın sahibine de denir diyoruz burada.
3 tane mastarı var, Rabb de görmüştük değil mi Rabb, Rub, Rib, Ribbiyyun, Robbe oradan görmüştük. Burada da 3 mastar var. Çok ilginç bir başka Arap dilinin hususiyetine geldik burada. Bazı mastarlar 3 şekilde okunur. Bir mastarı 3 şekilde okuyorsanız üç ayrı mana çıkar ortaya. Melk, mülk, milk. Mülk harekesi ötre damme. Damme, fetha ve kesra dil felsefesinde, nahiy felsefesinde Hz. Ali’nin ilk kuralını koyduğu dil üç şeye delalet eder. Damme faile delalet eder. Fetha mef’ule delalet eder, kesra muzafı leyhe delalet eder.
Ne demek bu? Aslında harekelerin konuluş şekline bakarsanız manaları da verir. Ötreyi gördüğünüzde, damme yi gördüğünüzde orada başını yukarı kaldırmış güçlü birini görürsünüz, yani özne görürsünüz. Onun için Mülk burada mastarın en güçlü halidir mastarın efendi hali. 3 mastar, aynı mastar, 3 harekesi var. Mülk, melk, milk. Ama mülk bu üçünün en güçlü halidir, özneyim ben der. Ben başımı diktim özneyim der.
Peki melk? Ben yaptım der, teslim oldum. Yatar çünkü mefule delalet eder. onun için Mefulün hareketi nedir masumdur. Fâilin hareketi nedir merfudur. Dolayısıyla Darebe Zeydün Amran; Zeyd Amr’i dövdü. Dövülen Amr. Amr’ın hareketi fetha, yatmıştır, yani Ame Zeyd’den dayağı yiyince yatmıştır. Bu dil felsefesidir.
Ve kesraya geldiğimizde orada herhalde havlu atmış hali mi diyeceğiz , kesra eteğine en dibine düşmüştür Muzafun ileyh. Bir muzafa artık mecbur kalmıştır. Yani arkasını dayadığı o varlık olmadan kendi de olmaz. Daha doğrusu onunla beraber anılmak lazım gelir. Dolayısıyla milk dediğimizde mal deriz. Maldan bahsediyorsak mutlaka sahibinden bahsediyoruz demektir. Bir sahibe yaslanmalı, milk ise bir yaratana yaslanmalı. Dolayısıyla milk sahipsiz olmaz. İşte Muzafun ileyh, bir muzafı var, izafe edildiği bir yer var, sırtını dayadığı bir yer var onunla güç kazanıyor onunla anılıyor ondan bağımsız olmuyor. Lazım-ı gayrı müfareke var onun için milk dediğimizde mal akla gelir. Ama mülk dediğimizde iktidar akla gelir, devlet akla gelir, yönetme akla gelir, güç akla gelir, sultaniyyet akla gelir. Melk dediğimizde ise işte orada da mef’ulün özelliğini görüyoruz melekût kelimesi oradan geliyor. Yasin-i Şerif’te var ya; melekûtü külli şey’in. (Yasin/83) Ama bakınız BiyediHİ melekûtü külli şey’ Allah’ın melekûtu Allah’a doğrudan izafe edilmiyor, BiyediHi Allah’ın eline izafe ediliyor. Allah’ın eli tabii bildiğimiz el değil, Allah’ın eli kudreti demektir, mecazdır. Yani Allah’a doğrudan değil, Allah’ın gücüne, mecazen eline izafe ediliyor. Dolayısıyla nahiv felsefesi açısından mülk, melk, milk mastarları böyle.
Çok mu önemli diyeceksiniz, benim için çok önemli. Sizin içinizde olan ilim adamları için çok önemli. Bizi buradan Hilal TV ekranlarından izleyen alimlerimiz için çok önemli. Ama herkes için çok önemli olmaya bilir, zaten önemli olanlar alırsa yeter.
Mâlik’i sadece milk değil mülk te izafe edilir demiştim Kulillâhumme mâlikel mülk. (A.İmran/26) ayetini delil göstermiştim. Melikinnas kullanılır, mâlikinnas kullanılmaz. İnsanların meliki, fakat insanların mâliki değil. Demek ki mâlikiyyette bilinçli özneye atfedildiğinde melikiyyete dönüşüyor, melik oluyor. Ama sırf bilinçli özneye atfedilmedi de tümüne birden, bilinçli bilinçsizi kapsadığı zaman Mâlik kullanılıyor.
Peki, Mâlik’e yaslananlar içinde insan da yok mu? Var. Niye? İnsan Mâlik’in mülkü mü? Mülkü. Mâlik onun için Mâlik’tir. Mâlik mülkünü de mülke boğandır. Mülküne mülk veren Mâlik’tir. El Mâlik sadece mülkü olan değil, mülküne mülk veren. Ben de senin mülkünüm ya Rabbi, sahip olduklarım da senin mülkündür. O zaman El Mâlik’in manasına giriyoruz. Birinin el Mâlik olması için verince elinden çıkmaması lazım.
Haydi bakalım, ben Mâlik’im deyin de göreyim. Biz Mâlik olabilir miyiz? Olamayız. Niye? Verirsek elimizden çıkar. Allah Mâlik olur, niye? Verirse elinden çıkmaz. Niçin çıkmaz? Çünkü mülkünü mülküne verir. Verdiği de mülküdür, kendisine emanet ettiği de mülküdür. Benim mülküm dediklerim, benimle beraber onun mülküdür, ben O’nun mülküyüm çünkü. Dolayısıyla kimdir El Mâlik olan derseniz verince elinden çıkmayandır. İnsan verince elinden çıkar onun için insan El Mâlik değildir insan emanetçidir, geleceğiz inşallah.
Mâlik mülkünün varlığı ve yokluğu hakkın da karar yetkisine sahip olandır. Hiç ben Mâlik’im diyen, mülk benimdir diyen bir insan benimdir dediklerinin varlığına karar verme yetkisine sahip midir? Hadi bakalım ev benimdir dedi, Mâlik’im dedi. Fakat taşları, demiri, çimentoyu, malzemeyi, arzı, yeri yaratan kendisi mi? Değil. O zaman ödünç almıştır, yaratılmışı mülküm diye üstleniyor, sahipleniyor. Mecazen mülkümdür diyebilirsin, sadece mecaz ifade eder hakikat ifade etmez. Mülküm demen için senin yaratman lazım. O zaman mülküdür de, itiraf et kurtul.
İnsanın Mâlik olması için mülkün yaratılmış olması şart. Yaratılmamış bir mülke Mâlik olamaz ki insan, insanın kendisine bile Mâlik olmadığı ortaya çıkar, çünkü kendi kendisini yaratmamıştır, en kesin gerçek budur kişi kendi kendisini yaratmamıştır. O zaman kendi varlığı bile kendisine ait olmayan bir insan başka varlıkların nasıl kendisine ait olduğunu düşünebilir, bu nasıl bir şeytan ayartısıdır. Dünyada ki tüm kavgalar insanın mâlik olduğu vehmine kapıldığı zaman ortaya çıkıyor.
Devlet demiştim elden ele geçen, Kur’an da Haşr suresinin 7. Ayetinde devlet konusunda devlet kelimesinin geçtiği tek ayettir. Ama gerçekten harika bir ayettir. Orada savaş gelirlerin in tanziminden söz eder bu ayet, savaş gelirleri nereye harcanacak. Kur’an dan önce dünya toplumları savaş gelirlerinde bu geliri elde edene aitti. Onun için çapul vardı. Çapul nedir? Basanın kendisinindir, alanın kendisinindir. Dolayısıyla savaşlarda savaş ahlakı yoktu, hiçbir sınır yoktu. Çünkü ne kadar elde edebilirse çapul bulursa o kadar varlık sahibi olurdu.
Vahiy ne yaptı? Hiç kimse savaşta elde ettiğini kendine saklayamaz. Ğulül dedi buna ve onu haram olarak gördü ve nehy etti sakındırdı. Bu manada savaş geliri savaşçının kendisine ait değil kamu malıdır. Getirir ve kamu otoritesine teslim eder. İşte o andan itibaren artık insanlar savaşı kendilerine gelir getirecek bir kapı olarak görmekten çıkardılar. Savaş ahlakı oluştu. Savaş ahlakı oluşturmak için bunu yok etmek gerekiyordu. Bu kötü geleneğe dur demek gerekiyordu. İslâm ne yaptı, ganimet dedi. Ganimet çapul değildir, çapulla ganimeti karıştıranlar işi bilmiyorlar. Ganimet nedir? Meşru savaş geliridir ve kamu malıdır.
İşte ganimetin paylaşılmasını savaş gelirlerinin nerelere paylaştıracağını söyleyen ayettir işte Haşr/7. Orada yoksullara paylaştırıyor, borçlulara paylaştırıyor, miskine paylaştırıyor, fakire paylaştırıyor ve Allah resulüne ve ehli beyte de kamu hizmeti verdikleri için oradan bir pay veriliyor. Allah Resulüne sadaka haram, zekat haram dolayısıyla bunları alamaz, evladı da yiyemez. Fakire sorarsanız Allah resulünün varisi olan, peygamberlerin varisleri olan ulemaya da yasak olmalıdır zekât ve sadaka, onlar da yememelidirler ve evlatlarına yedirmemelidirler. Eğer kendileri peygamberlerin altına varis olmak istiyorlarsa.
Dolayısıyla işte humus dediğimiz humus gelirlerini düzenleyen bu ayette şöyle gelir devamı. Böyle yaptık ki; key lâ yekûne duleten beynel’ağniya. (Haşr/7) içinizde zenginlerin elinde bir devlete dönüşmesin. Demek ki servet zenginlerin elinde devlete dönüşürse o toplumda çürüme başlar, Kur’an buna mani olmak istiyor. Servetin devlete dönüşmesine. On un için ayetin bu bölümü çok manidardır.
Allah mülkünü yasaya göre dağıtır o yasa bellidir. Mülkünü istediğine verirdi değil mi. Kulillâhumme mâlikel mülki tü’til mülke men teşâu ve tenzi’ul mülke mimmen teşâ’. (A.İmran/26) Allah’ım mülk senindir, sen mülkün gerçek mâlikisin mülkü dilediğine verirsin. Amenna ve saddakna, inandık, bu bir iman meselesi,
Fakat Allah dilediğine verir de dilediğini nasıl seçer? Dilemesinde neyi ölçü tutar? Ölçü tutmaz yani kafasına kim gelirse verir mi? İşte öyle değil. ”Rabbimiz ahlaklı bir Allah’tır” Ahlak kelimesi Rabbimiz için uygun değil belki mecazen kullanılır. Yani Gazali hadis diye nakletmiş ve Tahalleku Bi ahlâkıllah. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanın, fakat hadis değil ama kullanılabilir mi kullanılabilir ama mecazen. Ama kullanılması pek hoş değil çünkü ahlak hulktan gelir, hulk hilkatten gelir, hilkat yaratılış demektir, Allah yaratandır yaratılan değil. Dolayısıyla bunu kullanmamak en doğrusu gibi geliyor bana, kullanılacaksa mecazen, yani Gazali gibi üstadlar da bazen böyle noktaları atlayabiliyorlar.
Evet, dolayısıyla burada ne diyeceğiz? Rabbimiz ilkeli, prensipli bir Rabdir ve kime verir Ve en leyse lil İnsani illâ ma se’a. (Necm/39) insan için çalıştığının karşılığı vardır. Demek ki mülkünü verirken insanın çabasına bakıyor.
Mülkün mâliki kullar olsaydı ne olurdu, hiç düşündünüz mü? Tutun ki mülkü rabbimiz mâlik ben değilim sizsiniz dedi. Evet, firavun olurdu, Nemrut olurdu ama rabbimiz daha açığını söylüyor. ..feizen, eğer öyle olsaydı lâ yü’tunen nase nekıyra. (Nisa/53) insanlara zırnık vermezlerdi.
Aman Allah’ım, kurban olmaz mısınız, şimdi Allah’a teşekkür etmek gerekmez mi? Hele ki bizi mülkün mâliki yapmamışsın ya rabbi. Yapsaydın bizi kim tutardı ya rabbi. Kim tutardı, kan tutardı, güç tutardı, iktidar tutardı ama kimse tutamazdı. Şeytanlaşırdık hepimiz ya rabbi. Nitekim şeytanlaşanlar nasıl şeytanlaşıyor. Elinde ki ufacık şeyi mülkü sanmaya başladığında bakıyorsunuz. Dünyanın başına bela olan ne kadar firavun varsa arkasını kazın, elindeki iktidarın mâliki olduğunu iddia etmeye başlar. Osmanlı padişahları onun için para verirler bir adam tutarlar, o adamın halk içinde gezerken padişah; Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var diye bağırmasıyla görevlendirirlerdi.
Hz. Ömer çağının bir numaralı “imparatoru” bu kelimeleri kullanmayınca devletini gücünü anlayamıyoruz da onun için. Unutmayın Hz. Ömer’in yeryüzünde kurduğu devletin başında olduğu dönemde yeryüzünde Hz. Ömer’den daha büyük devleti olan yok.
Allah’tan kork ya Ömer dedi bir tanesi yolda giderken. Sırtında bir şey taşıyordu koca halife. Dizlerinin bağı çözüldü ve yere yıkılıverdi. Ömer’de kim ki Allah’tan korkmasın dedi başladı hıçkırmaya. İşte bu kadar. Allah resulünün karşısına bir adam getirdiler adam titriyordu. ResulAllah baktı Ne titriyorsun be adam dedi, ben de senin gibi kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum. Eh öyle hocanın b öyle talebesi olur öyle değil mi. Allah resulü gibi bir öğretmenin, muallimin Ömer gibi bir talebesi olur, bu bir yetişme tarzı, bu bir eğitim meselesi, bir terbiye meselesi. Ömer’de kim ki Allah’tan korkmasın..!
Dolayısıyla mülkün mâlikini tanıdığınızda elin ize giren ve çıkan eşit hale gelmeye başlar. B u hale geldiği zaman siz artık özgürsünüz. Özgürlüğün size harika bir tarifi. Dünyayı size vermeleriyle dünyayı elinizden almaları eşit hale geliyorsa siz özgürsünüz. Özgürlük budur. Yok elinize biraz mülkiyet geçince, emanet geçince değişiyorsanız siz mala sahip değilsiniz, mala aitsiniz. Allah bizi korusun.
..feizen lâ yü’tunen nase nekıyra. (Nisa/53) Nekıyr; Hurma çekirdeğini bilirsiniz değil mi. Hurma çekirdeğinin bir de çukur tarafı var bilirsiniz değil mi. O çukur tarafında incecik bir nokta kadar bir uç var, Hurmayı toprağa gömdüğünüzde oradan filizlenir, ona nekıyr denir. Bir de fetiyl var, o da hurma çekirdeğinin üstünde ki ince zardır. Bunlar küçüklükten kılletten, azlıktan kinayedir. Ben meal-i Şerifte zırnık vermezler diye çevirmiştim bunu. Eğer Allah mülkü insanlara verse, mülkün mâliki insanlar olsaydı zırnık vermezlerdi, paylaşmazlardı. Hele ki rabbimiz mülkün mâliki. Rabbimiz olduğu için insanlar doyabiliyor yoksa bakın bugün emanete riayet etmedikleri için yeryüzünde açlık var. Kapitalizm der ki açlık evrenseldir. İslam der ki rızık evrenseldir.
Peki evrensel olan rızka rağmen birileri niye aç? Çünkü Allah onların rızkını bir başkaları üzerinden vermeyi murad ediyor. Onları varlıkla, onları yoklukla sınıyor ve varlık sahiplerini paylaşmaya davet ediyor. Bu davete icabet etmeyenler o açların sorumlusudurlar. Biri açsa biri israf ediyor demektir. Mutlaka bir yerde israf edilen bir ekmek, bir başka yerde kursağından geçmeyen bir fakiri haber veriyor.
Allah aşkına hanımlar, şeytan mutfaktan girer. Çöp tenekelerinize bakıp imanınız hakkında karar vermek lazım. Allah ile nasılsınız? Döktüğünüz, attığınız, kokuttuğunuz, çürüttüğünüz her bir kaşık rızık, her bir lokma ekmek yeryüzüne birinin kursağına girsin diye indirildi. Benim değil mi diyorsunuz, hayır sizin değil, size verilmiş bir emanet. Ya emanete riayet edersiniz ya da yarın Allah yakanıza yapışır. Allah yapışmaz o ekmeğin sahibi yapışır. Benim ekmeğimi nasıl kıydın da çöpe attın diye. Onun için bir daha düşünün, lütfen bunun sadece ve sadece bir adabı muaşeret meselesi olduğunu sanmayın, bu bir iman meselesidir, Allah ile irtibat meselesidir.
Bugünkü ders budur El Mâlik ismini biz bunun için işliyoruz. Eğer buradan bize bir pay düşmeyecekse, şu salondan veya şu ekranların başından farklı olarak ayrılmayacaksak vay gele benim başıma, vay gele sizin başınıza.
Kur’an da mülk her nerede Allah’a izafe edilse, isnat edilse mutlaka orada bir lâm’ı tahsis gelir. Lehul’Mülkü ve lehul’Hamd. Ve Lillâhi Mülküs Semavati vel Ard. (Câsiye/27) O lâm varya o lâmı tahsistir. Ne demek? Mülk O’na mahsustur yani hasreder. Mülkü tamamen Allah’a tahsis eder. Bu lâm bize neyi hatırlattı? Hamd in lâm’ını hatırlattı orada da var değil mi. Kur’an da nerede hamd geçse orada bir lâmı tahsis gelir. Kur’an da nerde mülk Allah’a izafe edilse orada bir mülkiyet lâmı gelir. Lâmı mülk te denir buna. Yani mülk Allah’ın milkidir. Lehül mülk. Lehül’Hamd. El Hamdu Lillahi deki Lâm da aynı lâmdır işte. Yani Hamd nasıl Allah’a mahsussa mülte öyle Allah’a mahsustur.
Buradan ne çıkar? Buradan şu çıkar Allah dışında hiçbir varlık mâlik olmaz, hakiki el Mâlik olamaz. Buradan bu çıkar. Mülk Allah’a mahsustur. O zaman Mâlik’in gerçek sahibini arayanın tek kapısı tek yöneleceği adres vardır o da Rabbül Alemindir.
Şeytanın Ademoğlunu aldattığı nokta da burası değil mi. Bakın, Tâhâ/120. Ayetine bakın; Fevesvese ileyhişşeytanu kale ya Ademu hel edüllüke alâ şeceretil huldi ve mülkin lâ yebla. (Tâhâ/120) Ayeti kerimeye bakın Ve Âdem oğluna şeytan vesvese verdi, yani atamıza vermiş bize vermiş falan demeyelim onun için Adem, Ademoğludur bunu artık anlamış olmalıyız. Adem geçtiği yerde Âdemoğlu anlayacağız. Âdemoğluna şeytan vesvese verdi ve dedi ki ey Âdem, ey Âdemoğlu sana ebedilik ağacını göstereyim mi? Ya da mülkin lâ yebla. Hiç fani olmayacak, elden çıkmayacak bir mülk. Görüyor musunuz?
O zaman şöyle diyebilir miyiz dostlar dünyada insanın elinden çıkmayacakmış gibi baktığı mülk, aslında şeytanın eline tutuşturduğu bir oyuncaktır diyebiliriz. Ne zaman mülkü elden çıkmayacakmış gibi görüyor, o artık şeytanın oyuncağı olmuştur. Dolayısıyla kendini mülkün sahibi gibi görmeye başlamak şeytana aldanmış olmaktan başka bir şey değil. Mülkün mâliki zannetmek şeytana aldanmaktır.
Mülkiyet meselesi insanoğlunun en emel meselelerinden biridir. Bunu insanlık tarihinde bizim kadar iyi gören bir başka nesil olabilir mi acaba? Ben sanmıyorum. Yani, bundan 10.000 yıl evvel yaşayan insanlar bizim kadar bu işin acısını çekmedi. Çünkü hayat daha kolaydı, tüketim daha düşüktü, üretim böyle değildi. Tüketim ve üretim dişlisi arasında insan ezilmiyordu, günlük rızkını temin ediyor onunla geçiniyordu. Ama bugün öyle değil. Mülkiyet meselesi bugün insan için hayati bir mesele olmuştur. Ama insanlık tarihi boyunca olmuştur, Habil’in Kabil ile kavgası nedendi sanki. Aslında arka planda işin özünde işte o mülkiyet meselesi. Eyvallah.
Dolayısıyla mülkü sandı Kabil, onun için en iyisini vermedi, sahip olduğunun en kötüsünü verdi çünkü benim dedi. Habil ise sahip olduğunun en iyisini verdi. Niye? Allah’ın dı. Bakınız Kabil mi olacağız Habil mi. Yani elimizde ki sahip olduklarımıza Kabil gibi mi bakıyoruz, Habil gibi mi? Basit bir soru.
Demek ki yeryüzünde ki kardeş kavgalarının, kardeş cinayetlerinin temelinde aslında mülkiyete nasıl baktığınız var. Allah’ın size emanet ettiği mülke, mülkiyet gibi mi bakıyorsunuz, emanet gibi mi bakıyorsunuz. Emanet gibi bakıyorsanız Habil gibi davranır, mülkiyet gibi davranıyorsanız Kabil gibi davranırsınız. Buradan o çıkıyor. Mülkiyet meselesi insanlığın ilk meselesidir ama bugün daha büyük bir meseledir.
Mülkiyet meselesi yüzünden kopmadı mı tufan, mülkiyet meselesi etrafında oluşmadı mı ideolojik karşıtlıklar. Kapitalizm hangi meselenin etrafında ortaya çıktı? Mülkiyet. Peki, onun karşıtı olan Komünizm de yan ürünü olan sosyalizm mi, hangi mesele etrafında çıktı? Hatta liberalizm hangi mesele etrafında. Bütün izmler bakın mülkiyet meselesi etrafında düğümleniyor. Ve yeryüzünü kana boğmadı mı bu izmler ve halen de boğmuyorlar mı, halen de görmüyor muyuz?
En yakın bugün bile acı içinde izlediğimiz o deprem, Haiti depremi 150.000 kişi, bazı otoriteler 250.000 kişi olduğunu da söylüyorlar, o insanlar. Amerika’nın burnunun ucunda nasıl o kadar yoksullar? Bunu sormak lazım. Amerika’nın çöpe attıklarını Haiti’ye verse orada yoksulluğu y si kalmaz. Niye böyle acaba? Hala yardım getirecekleri yerde şeytanlık ve cinlik düşünürler? Niye böyle?
Yeryüzün ün başka taraflarına bakın, mülkiyet meselesi insanlığın bugün tarihte olmadığı kadar önemli bir noktaya gelmiştir. Onun için bu mesele etrafında düğümleniyor her şey. İdeolojiler bu mesele etrafında diziliyorlar, karşıtlıklarını ortaya koyuyorlar. Kavgalar bu mesele etrafında veriliyor. Cinayetler bu meseleden dolayı işleniyor.
Ve mülkiyetin içine devleti e iktidarı da katmamız lazım. Bakınız güç tutkusu, gücün hakka ve adalete galip gelmeye çalışması. Bugün yeryüzünde ki tüm mücadelelerin aslında, özünde bu yok mu? Ben güçlüyüm, haklıyım. Güç tutkusu benim gücümü ya kabul edersiniz, ya da baş eğdiririm size. Bu meseleden dolayı 100.000 ler, milyonlar gityor mu?
Onun için yine mülkiyet. İktidar üzerinden mülkiyet, mal üzerinden mülkiyet, servet üzerinden mülkiyet, bilgi, üzerinden mülkiyet. Sadece mülkiyet deyince elden ele tedavül eden mal aklımıza geliyor. Ya bilgi mülkiyeti? Bilgi emanettir, emanet olarak görmeyip te mülkiyet olarak görmeye başladığınızda b ilgi hırsızlığından bilgi tekeline varıncaya kadar bakınız ortaya çıkan şeye? Bakınız bilgi bir mülkiyete dönüştü.
Onun ötesinde öyle ki mülkiyet olmayan şey kalmadı ese mülkiyete dönüştü. İnsanlığın ortak değerleri sanat mülkiyete dönüştü, sanat, estetik, insan öldü mülkiyete dönüşünce ve insan mülkiyete dönüştü. Dolayısıyla işin özü getirip her kavga mülkiyet noktasın da düğümleniyor görüyorsunuz.
Sorunun çözümü için elbette çok insan kafa yoruyor. Belki insanlık tarihi boyunca mülkiyet problemini çözmek için bir çok filozof, bir çok bilgin, bir çok düşünür, bir çok alim kafa yormuştur varlığını ortaya koymuştur. Fakat sorunun çözümünde altın formülü üreten sadece ve sadece Mâlikü’l Mülk olan Allah olmuştur. Yani vahiy üretmiştir.
Nedir bu altın formül? Servet ve iktidar mülkiyet değil, emanettir. Sade bir cümle, basit demiyorum ama sade bir cümle. Servet ve iktidar mülkiyet değil emanettir. Meseleyi bu sadelikte ele alıp ta çözen başka bir formül yoktur, olmamıştır, meselenin çıkış noktası budur çünkü. Eğer serveti, iktidarı siz emanet değil de mülkiyet olarak görmeye başladığınızda işin şekli değişiyor, tüm problemler oradan çıkıyor. Yani tasavvur, tasavvurdaki milimetrik sapma açısı eylemde Km. lere bâli oluyor. Tasavvurdaki sapma açısını düzeltiyor Kur’an bu bilinçle, tasavvurumuzu düzeltiyor. Diyor ki mülkiyet değildir emanettir sana verdiklerimin hepsi.
Böyle bildiğinizde artık titremeye başlıyorsunuz fazla sahip oldukça fazla titremeye başlıyorsunuz. Hatta birazını alsa yükünüz hafifliyor öyle değil mi, çoğaldıkça korkmaya başlıyorsunuz, titremeye başlıyorsunuz. Çoğaldıkça ne olacak ya Rabbi, ipini boynuma mı doladı diyorsunuz ve işte o zaman telaşa düşüyorsunuz çünkü emanet çoğalıyor. Hangi birine sahip olacaksınız. Emanete sahip olmak için titrerken o nu kontrol altında tutuyorsunuz, Allah’ta size yardım ediyor ve bu sefer paylaşmayı öğreniyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Allah veriyor, siz veriyorsunuz, tabii sonunda Allah yeniyor sizi.
Hz. Aişe; Ben Abdurrahman’ın cennete sürünerek gireceğini zannediyorum demiş. Abdurrahman’ın cevabı dillere destandır. Sabah verdiğim 10 dirhem akşam bana 1000 dirhem olarak döndü. Kusur benim mi, vallahi koşarak gireceğim. Demiş. (Devam edecek)
Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
