“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
BismillahirRahmanirRahıym
(17-1) den devam)
Vallahi koşarak gireceğim. Sabah verdiğim 10 dirhem akşam bana 1000 dirhem olarak döndü. Bunda benim ne kusurum var ki? Vallahi koşarak gireceğim. Servetini vefat ettiğinde baltalarla külçe altınlarını parçaladılar ve paylaştırdılar. Tabii burada servetini sayım dökümünü yapmak istemiyorum ama Allah böyle varlık vermişti o da Allah yoluna öyle saçardı. Oysaki bu muhacir Medine’ye geldiğinde sıfırdı, çünkü Mekke’liler tüm varlıklarına el koymuşlardı hiçbir şey getiremediler.
Mekke de de varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Geldi Medine’ye aç, hiçbir şeyi yok. Kardeş ilan etmişti efendimiz, Gel kardeşim malımı seninle paylaşayım, hatta o meşhur misal Abdurrahman için anlatılır. Eşlerimden birini boşayayım, çünkü sen hiçbir şeysiz geldin. Bunu tabii kardeşliğin bu derecesini yüreğinde duyan insanlar algılayabilir belki. Günümüz insanına biraz anlamak zor geliyor bunu.
Evet, eşin sana mübarek olsun, malın da sana mübarek olsun, bana bir ip ver kardeşim dedi. İp ver ve pazarın yolunu göster. Demek ki doğuştan tüccarmış, Kayseliydi mi desek acaba J. Ve ip verdi pazarın yolunu gösterdi, Allah’ta verdikçe verdi. O da Allah’a verdikçe verdi. Dolayısıyla ömrü İslâm’a hizmet yolunda, davet yolunda, cihat yolunda geçmiş bir mübarek sahabedir. Evet, sorunun altın çözümü nedir? Servet ve iktidar mülkiyet değil emanettir.
Sahip olma duygusu fıtrîdir dostlar, bu fıtrî duyguyu inkâr, insanı inkârdır çünkü sahip olma duygusu olmasaydı insanda “ben” idraki olmazdı. “Ben” idraki, “ben” şuuru yani olmazsa insan şahadet edemez. Dua edemez, ya rabbi bana ver diyemez mesela, “ben” demesi lazım önce. Dolayısıyla ben idraki olmadan insan şahadet kelimesini getiremez “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhü ve resûlü” diyemez. Bunu demek için “Ben” demesi lâzım ben şahadet ederim ki.
Bencillikle “ben” idraki zıt köşelerde durur bencillik şeytandandır, “ben” idraki Rahmân’dandır. “Ben” idrakinin zıddı bencilliktir, sahibiyet te ben idrakinden kaynaklanır. Çünkü insan kendine sahip olamaz. Sahip olmamız isteniyor oysa? Değil mi. Nefsine sahip ol, şehvetine sahip ol, öfkene sahip ol değil mi? Demek ki sahip olmamız isteniyor. Sıyâm imsaktir, oruç tutmak demektir, aslında nefsini tutmak demektir. Niçin iftar sofrasının başında her şey önünde olduğu halde Allahuekber denmeden elini uzatmaz? Bakalım şehvetine sahip misin diye.
Dolayısıyla “ben” idraki, bencilliğin karşı kutbunda durur. “Ben” idraki olan ötekini fark eder, bencil olan ötekini yok sayar. Şeytan bencildi, Âdem “ben” idrakine sahipti fark bu. Şeytan bencildi, Âdem’i aşağıladı, bencilliğinden dolayı aşağıladı. Ötekine, o ve sen e ihtiyaç duymadı. O ve Sen e ihtiyaç duyması da lazımdı, Âdem’i bir arkadaş edinmesi lazımdı, dost edinmesi lazımdı.
Azâzil’i iblis eden, -şeytanın şeytan olmadan önceki isminin Azâzil olduğu rivayetlerde geçer- yani cennetlik Azâzil’i, bir bakışa göre melek Azâzil’i şeytan eden – melek gibi diyelim çünkü meleklerden değil.- Melek gibi Azâzil’i şeytan eden, iblis eden “ben “ idrakine sahip olmak yerine bencilleşmektir. Bencil olunca ötekini aşağılar, öteki olmasın ister, sen olmasın ister o. “Ben” idrakine sahip olunca “sen” ve “o” nu fark eder çünkü birine “ben” demeniz için karşınızda biri olması lazım. Karşınızda biri olmadan “ben” demenin ne alemi var? Bir adada tek başınıza olsanız ben demenin ne alemi var? Bu yüzden ben demeniz için bir başkasının olması lazım, onu ararsınız. Ében” idraki size ötekini aratır, biz de onu fark ettiğimizde biz olur. Sen ve onu fark ettiğinizde biz olur. Sen, o, ben; biz olduk.
Şeytan biz olacak yerde Azâzil, bencilliğe sapınca şeytan oldu. Dolayısıyla bencillik ve be idraki karşı kutuplarda durur sahip olma duygusu “ben” idraki ile alakalıdır. Sahip olma duygusunu Allah vermeseydi insan kazanmazdı, çalışmazdı, doymazdı, yeryüzünü inşa etmezdi, medeniyet kurmaz, Medine’ler kurmazdı. Yeryüzü de insanlık ta böyle olmazdı.Allah bu duyguyu vermiş ki insan Medine’ler kursun, medeniyetler kursun, imar etsin, keşfetsin, akletsin, bilgiyi üretsin, eşyayı üretsin, binayı güzelleştirsin, hayatı daha da güzel kılsın diye. Allah bu duyguyu vermeseydi biz de diğer canlılar gibi olurduk, diğer canlılarda ben idraki yoktur onun için şehadetle mükellef değildirler. Yani hayvanlar dediğimiz o âlemde insan farklıdır, bencillendiğinde o aleme kaçmış olur, insanlar aleminden çıkıp ismini söylemek istemediğim o aleme girmiş olur. Hatta; kel en’ami belhüm edall. (A’raf/179) hatta daha da aşağı diyor ya, daha da aşağı olur. Onun için “ben” idraki bencilliğin zıddıdır ve sahip olmakta buradan kaynaklanır.
Bencillik üç Kur’anî sembol üzerinden tanımlanabilir. Şeytan, Firavun, Karun. Şeytanın bencillik sembolü “ene” dir. Firavunun bencillik sembolü “lî” dir benim için, bana ait. Ene ben, “Lî”; benim için. Karun’un bencillik sembolü ‘Indî dir, benim katımda. Nereden çıkardık bunları? Kur’an dan.
ene hayrun minhu (Sâd/76) dedi şeytan, ben ondan hayırlıyım dedi Âdem ile kendini kıyasladı, onu tahkir etti, kendini üstün gördü. Hammaddeye atıf yaptı, adi ve ilkel bir materyalizme saptı. Beni ateşten onu topraktan yarattı, elementer kökenine atıf yapıyor, kendi elementer kökeni ateşten, Âdem’in elementer kökeni topraktan. Yoksa bu Âdem’in işte çamur çömlek oldu, çömlekten Âdem oldu değil. Onu daha önce söylemiştim. Âdem de bizim gibi nutfedendir, bu Kur’anla sabittir, insan suresinin 1-2 ayetleri buna yeter.
Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra. (İnsan/1)
İnna halaknel’İnsane min nutfetin emşâc* nebteliyhi fece’alnahu Semiy’an Basıyra. (İnsan/2)
Biz insan türünü nutfeden yarattık, var ettik. El İnsan’a Âdem girer mi girmez mi bunu öğreneceğiz. Âdem’e insan diyorsak Âdem de nutfeden yaratıldı. Bitti, Kur’an meseleye çözüm koydu. Ondan sonra İsrail oğullarından geçen çömlek benzetmeleri ile değil yani. Ondan sonra zaten işte Âdem’in kızı oğluyla evlendi ye falan da gerek yok. Yani çocuğunuza karşı yüzünüzü kızartacak bir şey kalmıyor yani. Dolayısıyla Kur’an ı doğru anlayalım yeterki. Yoksa sizin de inanamadığınız, inanmakta zorlandığınız izahlar getirmeye çalışacaksınız, getirdiğiniz her izah daha da berbat edecek meseleyi içinden çıkılmaz hale getirecek.
Dolayısıyla şeytan öyle dedi, ene hayrun minhüm, “ben”; bencillik “ben” i bu. Firavun ne dedi? kale ya kavmi eleyse liy mülkü mısra. (Zuhruf/51) Dedi ki firavun ey kavm Mısır benim mülküm değil mi bana mahsus değil mi?
Evet, birincide şu soruyu sorarım; Ey muhatap sen hangi Azâzil ile sınanıyorsun? Âdem’in sınandığı Azâzil idi, senin Azâzil’in ne? Ona karşı bakalım bencillik mi yapacaksın, ben idraki ile mi. Ben idraki ile yaklaşacaksan onu tanıman lazım, yoksa reddetmen lazım.
İkincisinde ey muhatap sen hangi iktidarla ve mülkiyetle sınanıyorsun, hangi emanetle sınanıyorsun ona bak.
Üçüncüsü Karun. Karun ne demişti; Kale innema utiytühu alâ ılmin ındiy. (Kasas/78) Bu servet bana benim katımda ki bir bilgi sayesinde verildi. Yani bu servet benim sayemde bana verildi demişti. Karun kim? Hz. Musa’nın amca çocuğu olduğu söylenir ama firavunla iş birliği yapmıştır. Hz. Musa’nın akrabası olduğu halde Firavunla iş birliği yapıp Hz. Musa’ya komplo kuran bu adam niye böyle yapmıştır? Serveti mülkiyeti zannedip elden çıkmasından korktuğu için. Serveti mülkiyet zannederseniz Musa’nın mü’mini olmak yerine firavunun uşağı haline geliyorsunuz. Allah onu servetiyle birlikte yere geçirir diyor Kur’an. Servetinin anahtarlarını develer taşırmış o kadar zenginmiş. Karun hazineleri derler ya aslında o Karun’la çok fazla alakası yok bu Karun’un, ama bu bir serveti mülkiyeti zanneden tipin prototipidir Karun.
Onun için “Ben” im sayemde. Kimindir? “Ben” im sayemde elde ettim dolayısıyla benimdir. Allah’ın servetinde hakkı olduğunu inkâr eden tip Karun’dur. Onun için şeytan, firavun ve Karun. Ben, ene, lî ve indî. Bu 3 tipin sembolü sayabiliriz.
Bu girizgâhtan sonra Kur’an i çerçeveye geçebiliriz. Mâlik ve Melik isimleri arasında fark var. Mâlik ismi Kur’an da iki yerde geçiyor, biri fatiha’nın 3. Ayeti, diğeri A. İmran/26. Ayeti. Fatiha’nın 3. Ayetini biliyoruz; El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn – Er RahmanirRahıym – Mâliki YevmidDiyn. Mâliki YevmidDiyn, Meliki YevmidDiyn diye de okunmuş. Kıraat vakıadır, kıraat farklılıkları diye bir olay vardır Kur’an ın okunmasında. Yani Kur’an da bazı kelimeler bazı sebeplere bağlı olarak farklı okunurlar. Bunun temelinde de aslında Kur’an ın ilk yazıldığında hareke, hatta noktalamadan arî olmasındandır.
Dolayısıyla zaten Arap dilinde hareke sonradan çıkmış bir şeydir. Yani bazen bakıyorsunuz yektübü, tek tübü diye de okunabiliyor altında mı hareke üstünde mi, iki noktası üstte mi altta mı? Dolayısıyla Mâlik, Melik te okunabiliyor. Melik okuyan karilerin kıraatı da meşru bir kıraat, Mâlik okuyan kıraatta, hatta Şâfilerden bazıları bu kıraat hassasiyet farkını öyle bir ileriye götürmüş ki zekâtın birinde Mâlik, diğerinde Melik okumaya başlamışlar Hâlbuki bu kadar hassasiyete gerek yok Mâliki YevmidDiyn bizim elimizde bulunan hafz kıraatında okuduğumuz kıraattır. Dolayısıyla elimizde ki mushafta da Mâlik olduğu için bizim bunu öne almamız lazım.
Kur’an da bu kökten 3 isim yer alıyor Mâlik, Melik, Melîk. Mâlik ismi fail, Melik aslında mülkten geliyor, Mâlik milkten geliyor, Melîk ise melekûttan geliyor. Dolayısıyla Melik üçüne de nispet edilebiliyor hatta Milk e, mülk e, Melk e.
Melik, daha önce görmüştük Rahîm; hem ismi fail hem ismi mef’ul. Dolayısıyla Mâlik ile Melik arasında fark var. Mâlik ile Melik arasın da ki fark açık.
Mâlik fiile bakıyor, Melik ise isme bakıyor. Melik olduğu için Mâlik. Çünkü Melik mülkün meliki, Mâlik milk’in Mâliki. Mülkün sultanı, milk’in Mâliki. Dolayısıyla Melik zata bakıyor, Mâlik fiile bakıyor.
Rahman ve Rahîm de ki ilişkiyi hatırlayın, Rahman zata bakıyordu, Rahîm fiile bakıyordu. Allah Rahîm’dir Niçin? Rahman olduğu içindir. Adeta Rahman’ın ilk tecellisi Rahîm’edir. Melik’in ilk tecellisi Mâlik’edir. Onun için bakınız Melîk ayrı, o daha da fiile bakan bir şeydir. Çünkü hem fail hem mef’ul manası içeriyor. Kuldan O’na dönen şey, O’ndan kula geri dönüyor. Dolayısıyla Kul ile Allah arasında adeta link hattı var. Bu ne oluyor? Kul eğer şükrünü eda ederse, Rabbimizden eda edilmiş şükür o nimetin artışı olarak yansıyor. Yani Mülkü daha fazla veriyor, daha fazla emanet ediyor.
Malik Mülkün sahipliğini, Melik mülk üzerinde ki otoriteyi ifade eder. Mâlik’in nesnesi nesnedir, Melik’in nesnesi hem nesnedir hem öznedir. Ne demek bu? Hem mülk sahibidir, hem mülktür insan gibi. İnsan hem Allah’ın mülküdür, hem de Rabbimizin mülkünü verdiği mülküdür, mülkünün eline mülk verir. Onun için milkin elinde mülk olmaz, mülkün elinde milk olur. İşte fark bu.
Sözün özü Allah Mâlik’i mümelliktir, zira başkasını mülkün sahibi kılan da Mâlik’tir. Başkasını mülk sahibi kılmayana Mâlik denmez, kılana Mâlik’i mümellik denir.
Gelelim Kur’an ın bu konuda ki ayetlerine. O din gününün Mâlik’idir. Mâliki YevmidDiyn. Bu ayeti nasıl anlayacağız? Fatiha’nın 3. Ayeti. Din gününü kendini Mâlik sananların memlûk olduklarını anladıkları güne denir. Yani kendini sahip zannedenlerin aslında sahiplerinin Allah olduğunu anladıkları gündür.
Kur’an soruyor li menil Mülkül yevm. (Mü’min/16.) bugün mülk kime aittir? Lillâhil Vâhidil Kahhâr. Bilmiyorum cevap kimden geliyor, Kur’an da cevabın kimden geldiğine dair bir beyan yok. Allah’u âlem kendisi veriyor. Rabbimiz soruyu soruyor, Rabbimiz cevabı veriyor çünkü cevap verecek hiç kimse yok Küllü men ‘aleyha fan – Ve yebka vechu Rabbike ZülCelâli vel’İkrâm. (Rahman/26-27) her şey fani olmuştur, herkes fani olmuş, Bâki kalan Rabbin zatıdır. Bugün mülk kime aittir diyor koca bir varlıktan ses yok Lillâhil Vâhidil Kahhâr Vahid ve Kahhâr olan Allah’a aittir bitti.
Soru; hesap günü Allah’ın mülkün Mâliki olması niçin özel olarak vurgulanmış? Niçin hesap günü mülkün Mâliki, sor bu.
Cevap; Müşriklerin çarpık şefaat anlayışını ret için. Yani Fatiha’nın 3. Ayetin in öyle nazil olması, çarpık bir şefaat anlayışını ret için. Sadece müşriklere hasretmek doğru olmaz Fatiha’yı biz okuyoruz, hepimiz için. Demek ki her gün bu kadar unutabildiğimiz bir hakikat bu, her gün bu kadar hatırlatılıyor.
Çarpık bir şefaat anlayışı yani kayırıcı bir anlayış. Beni falanca kayırır, beni Allah’ın huzurunda falan efendi kayırır, falan hoca kayırır, falan şeyh kayırır, falan üstad kayırır, falan azîz kayırır, falan velî, evliya kayırır diyen herkese Fatiha’nın 3. Ayetini okuyor Kur’an.
Evet, Mâliki YevmidDiyn, O din gününün Mâlikidir, yani din gününün Mâlik’i dururken sen başka Mâlik’ler mi çıkarıyorsun. Din gününde Allah’a rakipler mi, ortaklar mı çıkarıyorsun. Yani o gün söz sahibi O iken sen birilerini de söz sahibi yapıyorsun öyle mi? Bunu diyor Kur’an. Mâlik’i YavmidDiyn ile biz 40 küsür kez günde, her kıldığımız rekâtta aslında bunu diyoruz. Ama namazın içinde söylediğini namazdan sonra yalanlayan ne kadar Müslüman var, Allah şuur versin.
Tüm şefaat anlayışlarını Zümer/44. Ayet ışığında tashih etmek lazım. Kur’an da şefaat konusunda 25 ayet var. 23 tanesi form olarak nefy, yani menfi cümledir men zelleziy yeşfe’u ‘ındeHÛ illâ Biiznih. (Bakara/255) Lâ yeşfe’u gibi nefyeden cümledir Lâ ile başlar, men ile başlar. Orada ki kimmiş bakayım O’nun izin verdikleri dışında şefaat edecek olanlar. Yani bunlar menfi cümledir. 25 ayetin 23 ü menfi cümledir. Geriye kalan 2 ayetten biri de b u ayettir, nedir? Zümer/44 Kul Lillâhiş şefa’atü cemiy’an. De ki şefaatin tamamı Allah’a aittir. leHU Mülküs Semavati vel Ard. Mülk ün gelmiş olmasını dikkatinize sunarım. Aynı ayette 2. Cümle böyle geliyor. Çünkü göklerin ve yerin mülkü O’na aittir, O’na mahsustur. Yani ey insan Allah dışında birine şefaat yetkisi çıkarıyorsan gökler ve yerin mülkünde bir ortak ta tanıyorsun demektir. sümme ileyhi turce’un. En son unda dönüş O’nadır, O’na döneceksiniz.
Hocam diyor ki burada Kul Lillâhiş şefa’atü cemiy’an Tüm şefaat Allah’a aittir, cemiy’an var orada, tüm, şefaatin tamamı Allah’a aittir. İyide Kur’an da başka yerlerde istisna olarak geliyor, Allah’ın izin verdikleri dışında. Bunu nasıl anlayacağız? Bunu, bu ayete göre anlayacağız. Tüm şefaat anlayışlarını, yani aslında Allah’ın izin verdikleri şefaat etmiyorlar, Allah şefaat ediyor, şefaat eden Allah. Peki o izin ne? Bu şu demek Allah’ın insana verdiği ödül beratı. Ödül beratını diyor ki, falan kuluma ben şefaat beratı verdim, bu beratı sen takdim et. Şimdi siz teşekkür edeceksiniz, kime edeceksiniz? Ödülü size takdim edene mi? Ödülün sahibine mi. Ödülü size takdim eden ödülün sahibi değil, Allah onu da ödüllendirdi, onu da ödülü takdim etmekle ödüllendirdi.
Peygambere diyor ki sen falan kuluma verdiğim şefaat beratımı takdim et bakalım, peygamberin elinden alıyorsunuz, Fakat Allah veriyor sana şefaati, budur. Dolayısıyla doğru anladığınızda meseleyi çözersiniz. Yoksa Allah korusun bu ayetin reddettikleri arasına düşeriz. Onun için Mâliki YevmidDiyn diye her gün Fatiha da okuyup ta namazın dışına çıkınca onu yalanlayanlardan olmayalım Allah muhafaza.
Mülk ve Hamd bir arada geliyor. Teğabün/1. Ayet. leHUlMülkü ve leHUlHamdu ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr. (Teğabün/1) mülkte O’na mahsus hamd de. Niye ikisi bir arada gelir?
1 – Mülkü zatına tahsis edip bizi kula kul etmediği için O’na hamd olsun. Mülkü zatına tahsis etmeseydi de mülkü kullarına tahsis etseydi ne olurdu halimiz, bize zırnık vermezlerdi. Eline geçirenin elinde olurdu, onun için Hamd olsun leHUlMülkü ve leHUlHamd.
2 – Eşyaya kul etmediği için hamd olsun.
3 – İnsanları kendimize kul edinmekten koruduğu için hamd olsun. Eğer mülkü bize verseydi insanları kendimize kul ederdik.
4 – Yalnız El Mâlik’ten istemeye mecbur ettiği için hamd olsun. İstediğimiz büyüktür, biz ise küçüğüz. İstediğimiz bizim isteğimizi, istismar etmez değil mi. Çünkü bize ihtiyacı yok. Bizi ihtiyacı olmayan zatına mecbur ettiği için hamd olsun.
5 – Kullara el açmaktan bu suretle koruduğu için hamd olsun. leHUlMülkü ve leHUlHamdü. Bu demektir.
Kulillâhumme mâlikel mülk. Kur’an da geçtiği 2. Yer A. İmran/26. Ayeti. De ki ey Allah’ım sen mülkün hakiki mâlikisin, mutlak mâlikisin tü’til mülke men teşâu ve tenzi’ul mülke mimmen teşâ’. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de sıyırıp alırsın ve tu’ızzü men teşâu ve tüzillü men teşâ. Dilediğini Azîz eder dilediğini zelil edersin. Bi yediKEl hayr. Hayır senin elindedir. inneKE alâ külli şey’in Kadiyr. (A.İmran/26) sen her bir şeye kâdirsin, güç yetirensin. Tûlicül leyle fiynnehari ve tûlicün nehara fiyl leyl. /A. İmran/27) Sen geceyi gündüzün başına sarar, gündüzü de gecenin başına sararsın, sen zalimi mazlumun başına sarar, döner mazlumu da zalimin başına sararsın. ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy. Sen ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Sen Âzer gibi bir ölüden İbrahim gibi bir diriyi, sen Nûh gibi bir diriden Kenan gibi bir ölüyü çıkarırsın ve terzüku men teşâu Bi ğayri hisab.(A.İmran/27) Ve sen istediğini hesapsız, istediğin gibi rızıklandırırsın.
Aslında burada hesapsız rızık sadece malı, mülkü, parayı üst üste vermek değil, birini hastalıkla rızıklandırır ruhunu tedavi edersin, öbürünü yoksullukla dinini rızıklandırırsın. Yani elinde yok olur ama dini artar, ahlakı artar, imanı artar, öbürünü de elinde malı çok ederek rızıklandırırsın. Yani şimdi elinde malı çok olanın rızkı mı çok, sabrı çok olanın rızkımı çok. Bana sorarsanız sabırla rızıklandırılan, servetle rızıklandırılandan daha zengin. Peki hangisi fakir hangisi zengin? Onun için ikisini de rızıklandırmış ama ikisinin de rızkı nasıl kullandığına bakıyor.
Ayetin bağlamı nedir? Yahudileşen İsrail oğulları. Hemen önünde ki 22. 23, 24, 25. Ayetlere baktığımızda bunu görüyoruz. Bu tarihi örnek üzerinden tüm muhataplara ayet şunu söylüyor.
1 – O mülkün mutlak sahibidir.
2 – Allah’ın seçimine razı ol. Çünkü sen kendini bilmezsin, Allah seni bilir. Yani seni ne ile sınadığına bak, en güzel sınavının öyle olacağına inan.
3 – El Mâlik olan Allah Azîz de eder zelil de. innel ‘ızzete Lillâh İzzet Allah’ındır. ve Lillâhil ‘ızzetu ve liRasûliHİ ve lilmu’miniyn. (Münafıkun/8) Resulüne aittir, mü’minlere aittir. Dolayısıyla Allah Azîz de eder zelil de ama İzzet Allah’a aittir, izzet mü’minlere aittir. Dolayısıyla imanda izzet vardır. Eğer Allah Azîz eder zelil eder de bunu keyfince yapmaz, senin tercihin Azîz olmaksa Azîz eder, zelil olmaksa tercihine saygı duyar zelil eder.
4 – Onun mülkünü vermesi hayır vermemesi şer değildir. Bi yediKEl hayr. Bi yediKEl hayr ve şerri olsaydı o zaman böyle derdik vermesi hayır, vermemesi şer. Ama vermesi de vermemesi de hayırdır. Çünkü ayette tekli geliyor Bi yediKEl hayr hayır senin elindedir. Şer ise kuldandır. Şer kulun yaptıklarından ve tercihinden kaynaklanır, Allah’tan nahza hayr kaynaklanır. Bi yediKEl hayr. Hayr sendendir. Dolayısıyla ayet sadece vermesini hayır olarak görmeyin, vermemesini de hayr olarak görün.
Hz. Ali ne diyordu? Ben O’nun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım. Her istediğini verseydi ne olurdu? Bir kişiye bela olarak her istediğini elde etmesi yeter. Allah korusun. Her istediğini elde etseydin ey insan belanı istemiş olurdun. Bir düşünse ne neler istemedin, bir çetelesini tutsaydın şimdiye kadar, şimdi geri dönüp iyi ki istediğimi vermemiş diyorsun. İyi ki vermemiş Yarın bugün istediklerin için de bunu söyleyeceksin. İyi ki vermemişsin ya Rabbi, verseydin belamı verirdin derdin. Onun için her istediğimizi vermemesi iyidir. Ben O’nun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım. Ya rabbi ben benim için istediğimi hayr sanırdım, ama senin, benim için istediğin hayırlıymış. Ya rabbi sanırdım ki ben seni zikrederim. Ama öğrendim ki sen beni zikredermişsin. Ya Rabbi, sanırdım ki, sen razı olunca iş biterdi öğrendim ki ben senden razı olunca sen benden razı olurmuşsun. Öğrenmek lazım. Eyvallah.!
Allah’ın Kâdir olmasını anlamak için El Mâlik ismini anlamak şart. Bir zamanlar Belh’te bir kıtlık varmış, Şakık-i Belhi gerçekten de eşkıya bir adammış, şehrin eşkıyasıymış. İçer, vurur, saçar savurur, kırar döker. Demişler ki nasıl bu hale geldin? Kıtlık senesinde bir köle gördüm, herkes üzüntüden kırılırken köle şen şakraktı. Sordum yahu, millet kıtlıktan kırılıyor, sen bu kadar şen şakrak nasıl olabiliyorsun? Ben falan ağanın kölesiyim dedi. Efendim ambarları doldurdu herkes aç kalsa da biz aç kalmayız.
Dank etti kafama diyor. Yahu şu köle ağasının ambarına güvenerek böyle şen şakrakta, Mâlik el Mülk olan Allah’ın ben kulu olayım da şu köle kadar aklım olmasın. Ondan sonra rızık için kaygı etmeyi bıraktım ve tevbe ettim diyor. Dolayısıyla bakmak lazım, Mâlik el mülk olan Allah’a ne kadar güveniyoruz.
Mâlik olan Allah’ın tecellileri var. El Mâlik ismini ihsa eden her kul Allah resulünün müjdesine nail olur. İhsa eden, ne diyordu? İnne lillâhi tis’aten ve tis’înesmen. Allah’ın 99 ismi vardır men ehsâhâ dehalel cenneh. Kim bunu ihsa ederse cennete girdi bilsin. İhsa etmek ne demek? Yaşamak, anlamak, duymak, hissetmek, hayata taşımak, ömür kılmak. Eh dedim ya o girmeyecekte ben mi gireceğim, her halde o girecek, yani ihsa ederse cennete girer.
Bu ismin tecelli ettiği kul emanete mülkiyet gözü ile bakmaktan kaçınır. Mâlik olup servetin hakkını verenlere gerçekten Mâlik ismi ile tecelli eder. Eğer servetine Mâlik olursa Allah’ın Mâlik ismi de ona tecelli eder. Servetine Mâlik olanlar mülkiyet bilenler değil emanet bilenlerdir. Emanet bilenler verirler, verince Mâliki haline gelirler. Verinceye kadar emanetti Allah için verince Mâlik oldular. Verince mülkiyet olur, artık garanti haline gelir orada. Yani infak ne demekti? İki delikli bir yeraltı dehlizi, buradan sallarsınız oradan çıkar. Eyvallah..!
Nefse Mâlik olmak mı, nefse ait olmak mı. Nefse Mâlik olmamız isteniyor. Mâlik el Mülk’e iman eden ve Mâlikiyyetin tecellisine mazhar olan bir kul nefsine Mâlik olur.
Bir Allah dostu âlime Abbasi halifelerinden biri demiş ki dile benden ne dilersen. Sultan, hükümdar, kral dile bendem me dilersen diyor. Âlim demiş ki benim kölelerimi kendisine efendi edinen kişiden ben ne dileyebilirim ki demiş. Bozulmuş sultan, senin kölelerin benim efendim olduğunu iddia ettiğin kim? O da demiş ki; Hırs ve nefs. Ben hırsı ve nefsi kendime köle ettim, bakıyorum ki benim köle ettiklerim senin efendin olmuşlar. Ben kölelerimin kölesi olandan ne isteyeyim ki demiş. Nefse Mâlik olmak mı, nefse ait olmak mı? Nefse mâlik olmayanlar nefse ait olurlar. Nefse ait olan ise artık ortada kalmaz, nefsin kulu ve kölesi olmuştur artık. Şehvete Mâlik olmak mı, şehvete ait olmak mı? Mâlik ismi tecelli ederse bir kulda o şehvete Mâlik olur.
Oruç ibadeti Mâlik isminin bir tecellisini içinde gizler. Onun için orucu gerçekten tutan da oruç tutar, oruç ta onu tutar. Aslında oruç insanı tutar, insan orucu değil. Namaz içinde de Mâlik isminin bir tecellisi var, innes Salâte tenha anil fahşai vel münker. (Ankebut/45) namaz insanı fuhşiyattan ve münkirattan alıkoyar değil mi? Alıkoyar, tutar yani. Namazda da Mâlik isminin bir tecellisi var.
Zina yasağı Ve lâ takrabüzzina innehu kâne fahışeten. (İsra/32) Zinaya yaklaşmayın, değil yapmayın, yaklaşmayın bile. Mâlik ismi tecelli eden bir kul şehvetine Mâlik olursa zinaya değil yapmak, yaklaşmaz bile Çünkü tasavvurda çözmüştür. İşte Yusuf’u olur çağının. Yusuf şehvetinin Mâliki idi, Züleyha ise şehvetine aitti. Şehvetine sahip mi, şehvetine ait mi. Onun için Yusuf zindanda kraldı, Züleyha sarayda köleydi. Hangisi özgürdü? Onun için Mâlik ismi tecelli ederse şehvetinin mâliki olur. Eğer Mâlik isminin tecellisine medar olmazsa kul şehvetine ait olur.
Mâlik ismi kulda tecelli ederse öfkesine Mâlik olur. Öfkesine Mâlik olmak mı, öfkesine ait olmak mı? Ne diyordu efendimiz? Gerçek pehlivan öfkesini yenendir. Öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanların hatalarını bağışlarlar diyor Kur’an A.İmran/134. Ayette. vel kazımiynel ğayza vel afiyne aninNas. (A.İmran/134) öfkelerine sahip olurlar ve insanları affederler. Demek ki öfkeye malik olmak ile öfkeye ait olmak zıt köşelerde. Allah’ın Mâlik ismi tecelli ederse öfkesine Mâlik olur.
Servete Mâlik olmak mı, servete ait olmak mı. Servete Mâlik olmak için serveti mülkiyet bilmemek lazım serveti emanet bilmek lazım. Paradoks gibi gelmesin lütfen anlaşılır olması lazım. Bu şu manaya gelmiyor, servet siz olmak lazım demiyor. Fakirlik övgüsü bize ait bir şey değil, Hint felsefesine ait bir şeydir. Onun için Kâde’l-fakru en yekûne küfran diyen Allah resulü. Fakirlik neredeyse küfr olacaktı, nankörlük olacaktı veya.
Hz. Ömer diyor ki fakirlik insan olsaydı onu öldürürdüm diyor. Haklı değil mi, fakirliği öldürmek lazım, yani günahı üreten nedenlerden biri yoksulluktur şöyle baktığınızda. Yoksulluğun sevilecek bir tarafı yoktur.
Peki böyle diyen Allah resulü şöyle de demiş mi; el Fakrû fahrî, fakr övüncümdür. Evet nakledilir. Her ne kadar hadisin sıhhati hakkın da söylenmiş olsa da nakledilir. Diyelim ki sahih, o zaman nasıl telif edeceğiz? Fakirlik neredeyse küfür olacaktı, nankörlük olacaktı hadisiyle bunu?
Fakr tarifini doğru yapacağız. Cüneyd-i Bağdadi’nin tarifini yapacağız. Ne diyordu Cüneyd-i Bağdadi; Fakr; senin hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. Dolayısıyla Celâleddin Rûmî çok güzel bir benzetme yapar; Kalp bir gemi servet bir denizdir. Eğer su geminin içine girerse gemi batar, su geminin dışında durursa gemi yol alır. Kalbe koymamak lazım, el kârda gönül yarda olmak lazım. Onun için aklı başında olanlar elimizde çok eyle gönlümüzde yok eyle diye dua ederlermiş.
Altın ölçü şudur, ele girmesi ile elden çıkması bir olacak. Hadîd/23. Ayeti bunu söyler ele girmesi ile elden çıkması bir olacak. Eğer ele girmesi ile elden çıkması demek verdi, verdiğine sabrederim. Aslında varlığa sabretmek yokluğa sabretmekten daha zordur. Yokluğa zaten sabredeceksiniz, isterseniz sabretmeyin. Yokluğa sabreden nicelerini gördüm ki varlığa sabredemediler. Yokluğa sabretmek her kişi kârı, varlığa sabretmek er kişi kârıdır onun için. Varlığa da sabredilir mi, servete sabredilir mi? Sabredilir ya..! Hem de daha ağır bir sabır bu çünkü servet ayartır, para ayartır, mülk ayartır. Mülkün ayartısına direnen iki meydan savaşı kazanmış mareşal gibidir. Dolayısıyla mülk ayartır onun için altın ölçü bu; ele girmesi ile elden çıkması bir şey fark etmeyecek. Ele girdi sabredeceksiniz servete ve emanet bileceksiniz paylaşacaksınız. Elden çıktı yine sabredeceksiniz. Ya Rabbi verdin şükr olsun, aldın hamd olsun. Verince şükredilir alınca hamd edilir bu kadar. O zaman göreceksiniz Rabbimiz ne muamele ediyor.
Servetin hakkı beştir.
1 – Helâl kazanmak, zira helal sadık, haram haindir.
2 – Paylaşmak. Zekât, infak ve sadakanın özü paylaşmaktır. Bunlar nimetin şükrüdür.
3 – Serveti elde edince şükretmek, kaybedince hamd etmek.
4 – Servete mülkiyet değil emanet olarak bakmak.
5 – Servete ait değil servete sahip olmak. Eyvallah..!
Mâlik olan Allah’a dua ederek inşallah bahsimize nokta koyalım. Önümüzde ki ders inşallah El Ekrem, ‘Alâk ilk beş ayetinde ki El Ekrem ismiyle devam etmek üzere amin diyelim.
Ey mülkün hakiki Mâliki, ey yerlerin ve göklerin Mâliki, ey Meleklerin ve Cinlerin Mâliki, ey görünenlerin ve görünmeyenlerin Mâliki, Ey sahip olduklarımın Mâliki, ey benim Mâlikim. Ey otoritesi önünde tüm otoritelerin baş eğdiği zat, ey dünyanın tüm meleklerinin kendisine memluk olduğu zat. Ya Mâlik el Mülk, Mâlik olan sensin bizi memlûke muhtaç eyleme, hakiki sahip olan sensin bizi mecazi sahibe muhtaç eyleme. Ne dilendikse senden dilendik, bunu bir şeref bildik senden gayrisine el açtırma, başkasına dilendirme, biz senin Mülkünüz ya Rabb, sahip olduklarımız da senin mülkündür. Bizi mülkümüzün elinde oyuncak eyleme. Emanet sahibiyiz mülkiyet sahibi değiliz, emanete sadık olanlardan yaz hainlerden eyleme. Ey mülkün hakiki Mâliki, ey kâinatın tek meliki, bizi servete ait olanlardan eyleme, bizi, servete sahip olanlardan eyle. Elimizde yoluna sarf etmek için çok eyle ya Mâlik, gönlümüzden sil süpür yok eyle ya Mâlik. Bizi malımızın altında at eyleme ya Mâlik, bizi malımızın sırtında süvari eyle. Bizi malımıza mal etme ya Mâlik, bizi sana hakiki kul et. Amin ya Mu’in vel Hamdülillâhi Rabbil âlemin.
Allah kabul etsin.
Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
