“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘alâ ‘alihi, ve eshabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki, anlasınlar beni. Amin, amin, amin.
Değerli esma dostları bir esma da daha bizi beraber kılan Rabbe hamd olsun. Bugün 79. Esma dersimizde beraberiz, önümüzde bundan başka 4 ders daha kaldı. 6 yıllık esma maratonumuza Allah nasip ederse 2 haziranda ki son ders ve 9 haziranda ki Hitamuhu misk 2 ile nokta koyacağız bu günden duyurmam iyi olur. Bir ekstra dersimiz var önümüzde ki Pazar canlı ders var, zira ancak yetiştirebileceğiz onun için önümüzde ki pazara da canlı ders koyduk inşallah. Bu şu demektir bu günle beraber üç hafta üst üste canlı ders göreceğiz inşallah. Bugün işleyeceğimiz 2 mübarek ismimiz Kuddûs ve Selâm isimleri. Rabbimizin şerefli 2 ismi.
El Kuddûs; Mutlak kutsal demek, zatı kutsal olan tek varlık, kutsallığın eşsiz benzersiz mutlak ve sonsuz kaynağı. Kısaca lügat olarak bakalım; Ka de se kökü Arap dilinde arılık ve duruluğa delalet ediyor. Arı ve duru olma durumuna işaret ediyor.
Kuds; Bereket manasına da geliyor, bizim dilimizde de kullandığımız bereket, hani mübarek diyoruz ya o şey. Bir şeyin nicelik artışı olduğu gibi nitelik artışı da var, bir şeyin nicelik artışı nedir? Bir tane olanın yanına bir tane konduğu zaman nicelik olarak artmış olur, sayısal artış. Üçünüz beş olduğu zaman buna nicelik artışı diyoruz, kantitatif artış. Ama bir de nitelik artışı var. Her sayısal artış nitelik artışını getirmez, hatta biraz cesaretli bir şey söyleyeyim; birçok sayısal artış nitelik düşüşünü getirir. Onun için hep çok nicelik olarak, kantitatif olarak çoğa talip olanlar kalitesizlikle cezalandırılırlar. Benim adamım çok olsun, bizim cemaat en çok olsun. Ala sana kalitesizlik cezası anlatabiliyor muyum, sürülük, sürüleşme cezasıyla cezalandırılırlar.
Benim param çok olsun, benim servetim en çok olsun; bereketsizlik cezasıyla cezalandırılırlar. Bereketsizlik esasında nitelik kaybıdır. Çünkü servet niteliğini yitirir, tamam sayıca çoğalır ama nitelik olarak azalır, kalitatif olarak azalır. Onun için sanki ters orantılı bir durum varmış gibi geliyor.
Onun için Elhakümüt tekâsürü – Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2) çoğaltma tutkusu yani nicelik olarak, sayısal olarak, kantitatif olarak çoğaltma, artırma tutkusu sizi helâk etti, belâ budur Onun için çoğaltma tutkusu, hep daha fazla, daha fazla daha fazla..! Hatta bu varlık üzerinden de anlaşılabilirdi değil mi, daha fazla ömür talep ediyorsunuz, daha uzun yaşayayım.
Farkında mısınız ..erzelil umur.. (Nahl/70) diye bir ifadesi var Kur’an’ın ömrün en rezil çağı diyor. Bu ibare, ifade Kur’an a ait bir ifade. Nedir? Güçlü kuvvetli geçirdiğiniz yılların ardından öyle yıllar geliyor ki, başkalarının koluna giren siz, başkalarını sırtında taşıyan siz, kendi ayaklarınız üzerinde taşınamaz hale geliyorsunuz. Başkalarına akıl veren siz 3 cümleyi ard arda dizip konuşacak mecal bulamıyorsunuz. Aklınıza hafızanıza kesat geliyor, ateh getiriyor derlerdi eskiler, bunama hali geliyor. İşte Alzaymır dedikleri onun her türü bugün var. Çocuklaşıyor insan yani. Çocuğun çocukluğu çekilir, ihtiyarın çocukluğu çekilmez. Onun için çocuğun çocukluğunu bildiğiniz için büyüyecek amcası dersiniz. O ne olacak? O büyümeyecek, hatta gittikçe daha kötüye düşecek ve ölüme bir kez daha teşekkür edersiniz. Ölümden dolayı Allah’a bir kez daha şükredersiniz. Ya Rabbi ölümü yarattığın için sana özel şükrolsun dersiniz, bu çok önemli.
Kapıda satılmıyor ki servetimi verip te ölüm alayım diyordu bir varlıklı zat. Eğer satıldığı bir yer olsa bütün varlığımı bir ölüm almak için vermeye hazırım. Ama Allah’ta kendi kendini öldürmeyi yasaklamış ne yapayım diyordu. Yani böylesi durumları gördüğünüzde ölümden dolayı, ölümü yarattığı için Allah’a hamd ediyorsunuz.
İşte kalite ve kantite, nicelik ve nitelik farkı burada, onun için kuds nitelik farkını, nitelik artışını da temsil eden bir kelime. Bereket dediğimiz o.
Ruhü-l Kuds; Rivayet edebiyatında vahiy meleği olarak kodlanmış fakat bu fihi nazar, yani üzerinde düşünmeye, bir daha düşünmeye muhtaç bir konu. Zira Kudsi ruh, Ruhü-l Kuds. Gerçekten vahiy meleği mi Hz.İsa için üç kere kullanılıyor Kur’an da. Ama bir de Nahl/ içinde Kur’an için kullanılıyor, vahiy için kullanılıyor. Hz. İsa için kullanılanlar müteşabih, vahiy için kullanılan muhkem.
Kural şu; Kur’an da bir kavram eğer mecaz olarak kullanılıyor bir yerde de hakikati varsa. Bir kavram müteşabih olarak kullan ılıyor, bir yerde de hakikati varsa müteşabih olanı hakikat üzerinden anlarsınız. O röper taşıdır, o muhkemdir çünkü onun ışığında anlamak zorundasınız. Yani o sağa sola çekilemez. Onun için Ruhü-l Kuds ü bizzat vahiy, yani Kuddûs olan Rabbimizin vahyi olarak anlamak daha doğru bir yaklaşım. Oraya geleceğiz.
Kudüs sonradan kazanmış bir isim, eliya idi, peygamberimiz hiç Kudüs demedi sahabe Kudüs ismini bilmez. Kudüs’ün ismi sevgili peygamberimizin dilinde Îyliya, bu eliya nın Arapçalaşmış şekli, yani Allah şehri. Allahabat var ya Hindistan da onun gibi. Elin şehri, el, ilâh ismi idi eskiden beri. Dolayısıyla Îyliya olarak geçer peygamberimizin dilinde Kudüs’ün ismi. Kudüs ne zaman oldu? Kudüs ismi Abdül melik bin Mervan’dan sonra oldu. Bu biraz da siyasi bir manipülasyondur.
AbdülMelik bin Mervan muhalifi olan Abdullah bin Zübeyr Hicaz’ı fethedip te Mekke merkezli devletini kurduğunda Şam bölgesi dışında ki her bölge Emevi’lerin elinden çıkmıştı. Yani İslâm devletinin yöneticisi Abdullah ibn Zübeyr olmuştu. Bu zat; Zübeyr bin Avvam’ın oğlu, Hz. Ebu Bekir’in kızı olan Hz. Esma’nın oğlu, yani torunu. Yani babası Zübeyr, dedesi EbuBekir. Bu zat Mekke merkezli İslâm devletine ta Yemen’den Kûfe’ye kadar, yani Irak’a kadar 9 sene hâkim oldu, Devleti bu zat yönetti. Bu zatın yönetimine geçince Emevi’ler şöyle bir yol buldular; Müslümanları Hacca ve Umreye göndermemek için Emevi devleti karar aldı Abdülmelik bin Mervan tarafından.
İyi de haccı nasıl engelleyecek? Hac Allah’ın emri Kudüs’ü Mekke’ye alternatif olarak çıkardılar. Abdülmelik bin Mervan Kudüs’te büyük bir kubbe yaptı, halâ durur o kubbe. Kubbetüs Sahra’nın yanında eski kubbe var o Abdülmelik bin Mervan’ın yaptırdığı kubbedir. O kaya denilen, aslında kaya değil mağaradır o, kaya mağara ki Yahudilerin kıblesi orasıdır. Hz. İbrahim onlara göre Hz. İshak’ı orada kurban etmiş, onun için onlar kıblegâh olarak orayı bilirler. Dolayısıyla Yahudi kıblesinin üstüne bir kubbe yaptırdı ve dedi bu da sizin Kâbe’niz.
İlk duyanlar için biraz şaşırtıcı, şunu söyleyeyim bunu ilk duyuyorsanız eğer, bunu size duyurmayanların suçu bu anlatabiliyor muyum? Yani tarihi orasından burasından kırparak, tarihi rötuşlanmış bir fotoğrafa dönüştürüp size yalan yanlış bir tarih aktaranların problemidir bu. Bu yüzden bir türlü gerçekle barışamadık, olmuş olanla bir türlü barışamadık. Bu ümmetin en büyük problemlerinden biri hakikati olduğu gibi kabullenememe problemi, bu korkunç sonuçlara yol açtı. Onun içinde sevdiğini çarpıtır, orasını keser, burasını keser, şurasını keser, sevdiğini bambaşka bir hale sokar. Aslında sevdiği, sevdiğinin gerçeği değildir imajıdır, sahtesidir. Onun için sevgisi de sahtedir. Kafasında bir imaj yapmıştır o imajı sever. Aslında onun hakikatini sevmez sevdiğinin. Her ne ise, her kimse bu. Peygamberdir, mezhep imamıdır, şu imamdır, bu âlimdir, şu hocadır, bu şeyhtir hep öyledir. Hatta şu dindir bu hakikattir, şu iman esasıdır..! yani imajını sever, imajına inanır, imajını öne çıkarır. Sevmediğinin de imajını sevmez. Ona da bir imaj biçer. Yani hakikatle sorunu vardır.
Onun için bu meselede de böyle. Adam mecbur etmiş orayı adını da Kudüs koymuş dolayısıyla al sana kutsal. Tabii orası hakkında ardı mukaddese ibaresi Kur’an da var, ama Kudüs için değil bu. Hz. Musa’ya vahiy gelen tüm bölge, tüm Filistin, hatta tiy sahrası, yani Sina çölü içinde geçerli bu. Ama Kuddüs le mukaddes ayrı: Kuds; özünde kutsal demek, mukaddes biri tarafından kutsal kılınmış demektir. Ne kadar farklı, biri özne öbürü nesne. Kur’an hiçbir eşya için kutsallığın öznesi olarak anmaz hiçbir eşya, hiçbir varlık, hiçbir mahlûkat için anmaz. Bir yerde sadece o bölgeler, vahyin indiği bölgeler için mukaddes ibaresi geçer, o da kutsal kılınmış demektir. Bu çok büyük bir farktır.
Yahudi ilâhiyatında tanrısal olana bundan dolayı dokunulmazlık sahibi olana Kuddus deniliyor. Hıristiyan ilâhiyatına da girmiş bu. Onun için kutsal peder. Niye peder kutsal? Yani neresi kutsal? Kim kutsal kıldı pederi? Peki kutsal kılınan o peder Allah’a 3 tane deyince de hala kutsal mı? Kutsal pederin cübbesi de kutsal, takkesi de kutsal, durduğu şapel de kutsal, kutsal şapelden öpen dudakta kutsal. Yani kutsallık o kadar ucuz ki dağıtıyor. Oradan maalesef bizim medya diline girmiş böyle bir Yahudi kutsal edebiyatı var. Bakınız kutsal beldeler diyor, kutsal kitap diyor.
Kutsalın 2 manası vardır; 1 – Dokunulmaz ve ulaşılmaz. Kur’an dokunulmaz mıdır? 2 – Kavranılamaz ve kuşatılamaz mıdır yani bu anlamda anlaşılmaz mıdır? Kutsal kitap ama dokunulamaz ve ulaşılamaz mıdır? İşte İncil’e benzer bir Kur’an özlemi, kiliseye benzer bir cami özlemi, papaza benzer bir imam özlemi, papaya benzer bir diyanet işleri başkanı özlemi, Hıristiyanlığa benzer bir İslâm özlemi, din özlemi. Zaten kelimeler ve kavramlar ödünç alınınca zihin de ödünç alınıyor, zihin de oraya gitmeye başlıyor. Onun için Rabbimizin hele ki bir Kuddûs ismi var. Bugün işleyeceğimiz bu isim çok önemli. Bu önemi anlatmak için böyle bir giriş yaptım.
El Kuddûs; mübalağa ile ismi fail, kutsallıkta son noktayı ifade eder. El Kuddûs ismi nasıl anlaşılmalı? Bu ismin nazari çerçevesine biraz ehemmiyet vermem lazım dostlar, Allah’ı şunlardan tenzih etmiş oluyoruz El Kuddûs ismiyle. Ortağı olmaktan tenzih, benzeri olmaktan tenzih, eşi olmaktan tenzih. Eşi olmak ayrı şey, benzeri olmak ayrı şey. Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad. (İhlas/4) Ona eş ve denk olmadı hiçbir şey. Bu eşliği ile denkliği nefyeder, reddeder. Ama leyse kemisliHİ şey’un. (Şûrâ/11) ayeti hiçbir şey onun misli gibi değildir. Bu eşliği nefyetmez, benzerliği nefyeder. Mantık ne der? Bir şeyin benzerini reddediyorsa eşini haydi haydi reddediyor demektir. Bu bunu gösterir.
Kuddûs ismi zıddını nefyeder, Allah’ın zıddı yoktur. Bu çok önemli, eşi yoktur da zıddı var mıdır? Peki bu niye önemlidir? Hıristiyanlıkta şeytan Allah’ın zıddıdır. Mecusilikte şeytan Allah’ın zıddıdır. Ahuramazda, ehrimen. Ahuramazda iyilik tanrısı Ehrimen karanlık, kötülük tanrısı. Bu aslında Çin ve giderek Brahmanizme kadar uzanır, ying ve yang, aydınlık ve karanlık, yani düalite, ikili sistem. Bu ikili sistemde tanrı zihniyeti daima ikilidir ve iki tanrı birbiri ile çarpışır hep. Hayrihi ve şerrihi yi getirip de İslâm akaidinin içine koyanlar bu düşünceyi reddetmek için koymuşlar hicri 2. Yy. son çeyreğinde, o zamana kadar hiç görmüyoruz.
İbn Küllab; İlginçtir İbn. Küllab’da Hıristiyan kökenlidir sonradan müftedi olmuş yani kendisi iktida etmiş öyle babadan falan değil. Hıristiyan kültürünü getirmiş, o kültürle İslam’ı savunmaya kalmış. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu da çok ilginç bir şey. İslâm’ın hiç tanımadığı ilahiyat problemlerini İbn. Küllab almış İslam’ın ilahiyatının, kelamının içine taşımış, kelâmın kurucusu olarak bilinir. Hristiyan kültürünü İslâm’ın içine zerk etmiş ve bugün ayıkla pirincin taşını.
Peki, onlar bir sorunu çözeyim derken başka soruna yol açtılar. Yani o gün maniaizmin, zerdüştiliğin, gnostisizmin ikili ilâh sistemini ortadan kaldırmak ve Müslümanların zihnini bulandırmamak için Hristiyan ilahiyatında ki savunma yöntemlerinden birini getirip te Hayrihi, ve şerrihi minAllahiTealâ diye akidenin içine taşıyınca, yani spekülatif bilgiyi İslâm akaidinin içine koyunca, Kur’an ın hiç söylemediği bir şeyi söyleyince Allah’ı şerrin de kaynağı ilan edince, şerrihi; O’nun şerri. Oradaki “he” zamiri nereye gidiyor? Allah’a gidiyor yok ikinci bir gidiş yeri.
Şerrihi öyle mi? Var mı böyle bir ayet? Kur’an da şer kelimesi bu kadar geçer bir tanesi de Allah’a doğrudan nispet edilir mi, isnat edilir mi?
Bakınız, Felâk ve Nas’ı okuyoruz; Kul e’ûzü BiRabbil felak – Min şerri mâ halak. (Felâk/1-2) Edep ya Hu, orada dur. Yani vahyi bir kenara koyarak oluşturduğunuz her din aslında uydurulmuş din olmaya adaydır. Min şerri mâ halak. Yarattıklarının şerrinden. Allah’a şer isnat edilmez, Allah Hayr’dır. Adı hayr’dır, kendi Hayr’dır. Hayr’dan hayır südur eder.
Peki, bu kadar şer nereden oldu? Şer Allah’tan kaynaklanmaz, Allah’ın yarattığını yanlış yere koymaktan kaynaklanır. Allah’ın yarattığını bozmaktan kaynaklanır. Allah’ın koyduğu yere koymamaktan kaynaklanır bilmem anlatabildim mi. Domuz varlığı itibarıyla şer değildir, gıdaya dönüştürürseniz onu siz şer yapmış olursunuz domuzun varlığı hayırdır. Harika bir tabiat çöpçüsüdür, affedersiniz necaset temizleyicisidir. Alın size, rabbimiz canlı mikrop kutusu yapmış fabrikasyon yapmaya kalksanız büyük yatırımlar yapmanız lazım öyle değil mi?
Birde zehir kutusu yapmış bitkiden adına da tütün diyoruz, 4.000 tane zehir var, zehir kutusu. Yani öyle mübarek bir bitki ki şu tütün, hakikaten tütünü yarattığı için Allah’a şükretmek lazım. Ama içsinler diye yaratmamış ki. Şer, senin şerrin Allah’ın şerri değil. 4.000 tane zehiri laboratuvarda bir araya getirmek için ne kadar yatırım yapmanız lazım bir düşünsenize.
Onun için Ah..! ne diyeyim bunları söyledim diye başıma gelmeyen kalmıyor görüyorsunuz değil mi. Ama ben hakikati hep söyleyeceğim. Allah’a söz verdim size de söz veriyorum. Rabbim bizleri lisane sıdkın aliyya etsin, hakikatin yüksek dili yapsın bizleri inşallah.
Çocuğu olmaktan nefyeder, vehimlerimizde kurguladığımız her şeyden nefyeder. Mekân ve zamanla sınırlamaktan nefyeder. Maddi bir varlık ve insanlığa muhtaç olmaktan nefyeder. O’na zarar verme ihtimalinden nefyeder El Kuddûs ismi. Kimse Allah’a zarar veremez çünkü O el Kuddûs tür. Kimse Allah’ın bir şeye muhtaç olarak niteleyemez çünkü el Kuddûs tür. Her türlü noksanlık ve kusurdan nefyeder, Allah tüm noksanlık ve kusurdan münezzehtir çünkü el Kuddûs tür. Kuddûs isminin anlamı bu kadar geniştir.
Din de kutsallık alanlarının artırıldığını görüyoruz. Maalesef bu milletin belalı problemlerinden biri de budur. Bu ümmet ehli kitap kültürünün etkisi ile kutsallık imal ediyor. Bu konuda Sünnilerin kutsallıkları farklı, şiilerin kutsallıkları farklı. Hatta Şiilerin kutsallık karnesi sünnilerinkine beş çeker on çeker. Ama her birini de bu Kuddûs ismi reddeder.
Şu üç sapmayı peşinden getirmiştir
1 – Bu ümmetin icat edilmiş sahte kutsalları din asli fonksiyonundan uzaklaşmıştır.
2 – İnançlar alabildiğine istismar edilmiştir. Sahte bir kutsal imal etmek dini asli fonksiyonundan uzaklaştırır, inançları istismara açar.
3 – İnsanlar tahakküm altına alınmıştır. Nasıl? Sahte kutsallar çoğaldıkça bu sefer o kutsalları icat edenler Kuddûs yerine geçmeye başlarlar. Kuddûs olan Allah adına onlar tasarrufta bulunmaya başlarlar, yani Allah’tan rol çalmaya başlarlar. Falan kutsal, dokunulmaz. O dokunulmaz bu dokunulmaz. Yani papa kutsal, papaz kutsal, kilise kutsal, o kutsal o kutsal..!
Eee..! peki Papaz her haltı yiyince ne olacak? Yediği halt ta kutsal olacak mı? Onun için kutsallık alanının artırılması sahte bir din alanı doğurmaktadır yani Allah dışında aslında bir din koyuculuktur kutsallık alanı.
Hristiyanlık dinde kutsal alanları artınca ne olur sorusunun ibretlik bir örneğidir. Pavlus’a bakınız; Pavlus, İseviliği, Hz. İsa’nın İslâm’ını Hristiyanlık haline getiren adamdır bunu biliyoruz. Hz. İsa döneminde yaşamış, fakat Hz. İsa ile görüşmemiş. Hz. İsa döneminde yaşamış fakat İsevi olmamış. Hz. İsa ortalıktan çekilmiş, vefat etmiş veya ondan sonra İsevi’leri yakalayıp mahkeme de idam için getiren bir stajyer avukat olmuş. Şam’a İsevi avcılığına çıktığında yolda bir vizyon görmüş, görüntü, kendi anlatımı. Bu vizyon da İsa ona görünmüş, yani sanırım adam vicdan azabı çekmiş yaptığından dolayı, vicdan azabı çekerek bir keffaret sistemi geliştirmiş kendince. Ama keşke İsa’yı öldürseymiş. İsa’yı öldürse bu kadar İsevi İslâm’a zarar veremezdi. Ama İsa’nın getirdiği mesajı öldürdü, büyük katil olmuş.
Ne yapmış; İsa’yı tanrılaştıracak kadar kendinden geçmiş, bir efsane uydurmuş. Aslında o değil, haksızlık ta etmeyelim Pavlus’a. Pavlus’un kendi yazdığı hiçbir mektupta iki kelimeden başka bir şey yok. Pavlus’un mektupları var, 7 mektubu asli mektup onun üzerine ilave mektupları var 16 ya kadar çıkarılıyor. Antakya’lılara mektup, Tarsus’lulara mektup, Korintos’lulara mektup, Selânik’lilere mektup, Roma’lılara mektup..! Bu Pavlus’un mektuplar İncil’in parçasıdır. Şu anda ellerinde İncil bulunduranlar ve İncil’e kutsal kitap diyenler Pavlus’un mektuplarını kutsal kitabın parçası yapmışlardır. İncil’i açtığınızda Pavlus’un bu mektuplarını İncil’in içinde Hz. İsa’nın vahyinin ve hayatının bir parçası olarak görürsünüz çok ilginç bir durum. İsa’nın düşmanının mektupları İsa’nın vahyinin bir parçası yapılıyor.
Tüm kurgu sadece iki kelime geçiyor vahiy ve görünme, vizyon. Budur, ondan sonra tüm kurgu elçilerin işlerine ait. Elçilerin işleri diye bir kitap daha ekleniyor İncil’e bir sonraki yy. da. Elçilerin işlerinde bu kurgu çoğaltılıyor, menkıbeye dönüştürülüyor, efsaneye dönüştürülüyor ve al sana Pavlus’tan din kurucusu. Pavlus bir din kurucusu olup çıkıyor.
Çarmıh; Pavlus’un icadıdır. Çok ilginç değil mi, çarmıh Hristiyanlarda biliyorsunuz kutsal bir tapınma nesnesi. Onun içinde istavroz çıkarıyorlar ve ibadet ettikleri yerde, kıblelerinde çarmıh var. Acaba Hz. İsa’yı ipe çekselerdi ipe mi tapınacaklardı diyesi geliyor insanın, yani ip mi olacaktı şimdi çarmıhın yerinde. Veya kafasını kılıçla kesselerdi kılıcı mı koyacaklardı oraya. Yani bu çok ilginç bir şey, mesela ayinlerde kutsal ekmek ve şarap verirler. Kuyruğa girerler papaz efendiler kutsal ekmek ve şarap dağıtırlar. Nedir bu? Kutsal ekmek İsa’nın eti, şarapta İsa’nın kanı.
Aman Allah’ım sembolizme bakınız, çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Yani İsa’nın çarmıhta öldürüldüğüne inananlar çarmıhı kutsayacaklar, etini yiyecekler, kanını içecekler. Çok ilginç bir sembolizmle karşı karşıyayız ama bu sembolizmin arkasında ki ruh halini ben çok ciddi bir psikanalize tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum. Yani psikolojik bir analiz yapmak lazım. En sevdiğinizin etini nasıl yeme düşüncesi geçer zihninizden, kanını nasıl içme düşüncesi geçer. Etini yiyerek kanını içerek ne olacağınızı düşünüyorsunuz. Evharistiya ayininde bunu yaparlar.
Evet, çarmıh, İsa’nın dirilişi ve yükselişi, vaftiz, İsa’ya imanın günahı akladığı dogması. Bu çok önemli, İsa’ya iman Hristiyanlıkta günahı siler, aklar. Yani İsa’ya iman et, ne yaparsan yap. İlk günah doktrini, kurban ile kurtuluş dogması, iman ile sevginin eşitlenmesi dogması. İnayet doktrini, evlilik, bunların hepsini ayrıntılı açıklamak gerekir ama zaman yok. Evlilik ve bekârlık doktrini, kilise Mesih’in bedenidir öyle inanırlar. Kilise Mesih’in bedenidir, kilise kurtuluştur. Yani kiliseye giren Mesih’in bedenine girmiş olur. Yani tanrı Mesih’in bedenine hulûl etti, sen de Mesih’in bedenine girerek tanrıyla birleş. Mesih’in bedenidir doktrini kutsal ruh ve armağanları doktrini, hepsi bu zatın din adına uydurduğu kutsallıklar. Zaten bu saydıklarımı aldığınızda geriye Hristiyanlık kalmıyor.
Mesih’in yeniden geleceği iddiası gibi konuları Hristiyanlıktan alın geriye ne kalır? İşte bütün bunların mucidi Pavlus. Hristiyanlıkta ki temel kutsalların hepsi onun icadı.
İslâm da kutsallık Allah’ın zatı ve O’nun tekelinde olan gayb bilgisiyle sınırlı. Evet, İslâm’da kutsallık Rabbimizin zatı, yani bizatihi kutsal olan bir varlık vardır, o da Kuddûs olan Allah’tır, bitti. Peygamberimizin bedeni de kutsal değildir İslâm’da. Buyrun, o öyleyse gerisi nedir Allah aşkına. Onun için Hz. Ömer ısrarla Hacer’ül esvedi öpüyordu, sen bir taşsın, bu çok önemli sen bir taşsın, taştan öte de bir şey değilsin, fakat ResulAllah’ın seni öptüğünü gördüm. ResulAllah hacer-ül esvedi Hz. İbrahim’in emeğini öpmek için öpüyordu.
El niye öpülür? El emeği temsil eder de onun için. El öpülmez, emek öpülür. Peygamberimizin elini öptüğü bir kişi var ömründe biliyor musunuz? O el ne eli idi? Nasırlı el, nasırını öptü. Peki neyi öpmüş oldu ResulAllah? Emeği öptü. Emeği öpen bir peygamber bir tarafta, emeğe abdest bozan, daha hafif bir kelime bulamadım özür dilerim, kabalığımı mazur buyrun- emeğe abdest bozan bir din ve dindarlık anlayışı bir tarafa.
Allah aşkına şöyle bir bakın emeğe abdest bozan bir din icat edildi. Bu cennete cübbesinde geçip te pıt pıt pıt döken din nasıl bir dindir? Emeğe abdest bozan bir dindir işte bilmem anlatabiliyor muyum? Bu; Sen ömür boyu ilim yolunda uğraş, didin, cihat et, bir ömür yüreğini, saçını ağart, ama bizimki İlmi Ledün adını verdiği bir şeyle uçtu kaçtı ile götürsün işi, senin emeğinin üzerine işesin affedersiniz ve o bilmem kim hazretleri olsun, sen sapık ola. Allah’ın belaları sizi. Siz Allah’ı kandıracağınızı mı zannediyorsunuz, siz kimi kandıracağınızı zannediyorsunuz. Siz kendiniz gibileri kandırırsınız ancak. Size inanan sizden beter olmuş zaten. Onun için emek, Allah resulü emeği öptü. Ömründe öptüğü tek el nasırlı eldi, elin de nasırıydı.
Altını çiziyorum, bu ümmet emeğe değer vermekten vazgeçtiği gün beleşçi oldu ve çakma dindarlığı din edindi. Peygamber bir ömür didinecek, bir ömür yatmayacak, bir ömür oradan oraya koşacak, bir ömür sıcak yatağında doyası uyumayacak, doyası yemeyecek, bir ömrünün 40 gününe bir sefer düşecek, senin efendin gidecek bilmem bir köşede bir post bir dost, boğazı dirilerin sırtı ölülerin üstüne olacak, o uçacak, öbürünün hayatı beleş olacak öyle mi? Gidecek Seyyid Kutub ipte kelle verecek, canını verecek, bir ömrü ilme adayacak, Kur’an a adayacak, ondan sonra da canını verecek, o sapık olacak..!
Utanmaz Allah’tan korkmaz, arlanmaz, hiç mi emeğe, hiç mi bedele saygın yok. Evet, sayın gitsin. Görüyorsunuz değil mi kim nerede duruyor. Daha halâ tereddüt var mı? Kimin nerde durduğunu bilmek istiyorsanız emeğe bakışına bakın. Evet Allah emeği değerlendiriyor. Rabbimiz salih ameli istemesi bu yüzdendir, iman eden ve salih amel işleyen. Salih amel nedir? Emektir bitti.
Kur’an a göre gerçek kutsalın iki özelliği var. Dokunulamaz ve kuşatılamaz demiştim. Dokunulmazlık ve kuşatılmazlık bir şeyde birleşirse, o şey doğrudan imanın konusu oluyor. Kutsallığa her ilave din ve iman alanına dahil olmayan şeyi bu alana taşımaktır. İşte sapıklık olan bid’at budur. Küllü bid’atın delaleh vardı ya, sapıklık olan bid’at nedir? Kutsallığa ilave edilmiş her şeyir. Allah başta peygamber olmak üzere kimseye ve kuruma kutsama yetkisi vermemiştir. Eşyayı kutsal olan ve olmayan diye ikiye ayırmak vahyin inşa ettiği akla aykırıdır. Eşyanın hepsinde rabbimizin parmak izi var. Varlığı O yaratmıştır varlıkta Allah’ın parmak izi vardır. Onun için varlık Allah’ı gösteren bir işaret parmağıdır, şahadet parmağıdır. Her varlığa baktığınızda varlık Rabbini gösteriyor rabbini.
Allah’ın tekelinde olan kutsal alanı belirleme yetkisine ortak çıkmak anlamına gelir bu. Her sahte kutsallık bir dizi istismarı peşinden sürükler. Sahte dini otoriteler türer, sonuçta ortaya sahte kutsallar oluşturan, sahte kutsallar çıkaran bir din çıkar. Sahte dinin ve sahte dindarın hakiki dine ve hakiki dindara verdiği zararı kâfir vermez. Tüm peygamberler aslında Allah’ı inkâr edenlerle mücadele etmediler, dini sahteleştirenlerle mücadele ettiler. Allah Resulü Hz. İbrahim’in dinin tahrif eden müşriklerle mücadele etti. Farkında mısınız müşrikler İbrahim dininin muharrifleridir tahrifçileridir. Hz. Muhammed AS. da İbrahim dininin müceddididir.
Bâtıni ve mistik eğilimlerin tüm çabası kutsallık alanını genişletme üzerine oturur, genişletilen bu alan Allah’a teslim edilmez, fakat insanlara da bırakılmaz. Dokunulmazlık zırhıyla kuşatılan bu alanda sahte dindarlık ve sahte metafizik üretimi başlar. Bunlar farklılık ve macera arayan, ilmiyat değil hissiyat meraklılarını celbeder onların uyuşturucusudur, afyonudur, esrarıdır. Burada M. Akif’imizi analım mı?
Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı,
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı dayı.
Hakikat kusan Sıtkı dayılara şifa dileyerek M. Akif’imize de rahmet dileyerek geçelim.
Sahte metafizik spekülatif bilgi üretir, spekülatif bilgi, gayba imanı tahrif eder, Kur’an spekülatif bilgiden kaç der. Ve lâ takfü ma leyse leke Bihi ‘ılm. Bilmediğin şeyin peşine düşme innesSem’a vel Besara vel Fuade küllü ülaike kâne anhu mes’ula. (İsra/36) Göz de, kulakta, gönül de bundan mes’uldür.
Aman Allah’ım, bilmediğin şeyin peşine düşme, peşi ne düşüyorsan o zaman bil. Nasıl bileceksin? Falan rüyasında görmüş. Görmüş mü acaba? Bunun delili nedir? Yok böyle bir delil. Yalan söylüyorsa? Mümkin mi? İmkânsız değil. Peki, ben dinimi yalan üzerine mi bina edeceğim. Peki, o rüyayı ona gösteren ya şeytansa, şeytan parmağına takmışsa. Kur’an a göre şeytanlar da vahiy getirirmiş. Evet aynen öyle. Peki, ya öyle ise ne yapacağız şimdi? Biz şeytanın vahiy getirdiği birinin peşine takılmışsak? Allah korusun, ahirette uyanacak olan bir uyku bu, korkunç bir uyku. Onun için mes’uldür diyor. Zanna karşı bizi uyaran her ayet spekülatif bilginin zararına dikkat çeker.
innez zanne lâ yuğniy minel Hakkı şey’a. (Yunus/36) bu zannın tamamı için geçerlidir. Ne diyor? Zan hakikatin yerine geçemez. İnsanı hakikatten müstağni kılmaz diyor, bitti. Kurân ın gayb ve şehadetten oluşan ikili bir siste Kur’an bilgi sistemi iki ayak molojisi var yani bilgi sistemi. Gayb şahadet. Keşf adlı 3. Bir madde koyduğunuz zaman yanına işte siz bu iki ayağa en büyük kötülüğü yapıyorsunuz. Kur’an ın bilmediği bir şey koyuyorsunuz siz. Rabbimizin projesinde olmayan bir sütun dikiyorsunuz oraya. Allah’ın dine olan projesini bozuyorsunuz bilmem anlatabiliyor muyum?
Evet, keşf adlı zanni bilgi hakikat ilan edilir, şahadetin ve gaybın üzerine konuşlandırılır. Bu iki ayak küçülür o üçüncü sahte ayak büyür. Büyür büyür öbürlerini de içine alır ve din yazılır üstüne, din zan olur. Zannı din, dini zan olur. Din zan olmuşsa vay gele o dindarın başına.
Kur’an ın inşa ettiği insan tasavvurunu bozar, sanki insan kalmak kusur ve ayıp olur bu uydurma dinde. Evet, insan olmak ayıptır. Onun için bakın Allah resulünü insan olarak bir türlü tasvir edemezler. Bir türlü kıymete kanaat etmezler çünkü. Problemleri kıymete kanaat etmemektir. Yani insanlık onları kesmez, illaki insanlıktan çıkacaklar ve çıkaracaklar.
Rabbimiz onu insan olarak över. Yasiyn, ne demek yasin? Ya insan demek, ey insan. Rabbimiz onu insan olarak tescil eder ve alın der size. Tıpkı Hz. İsa’yı jurnallediği söylenen Yahuda İskaryot’un Roma’lı askerlerle araya girdiklerinde işte insan diye Hz. İsa’yı göstermesi gibi. Ekke homo dememişti çünkü bu Latince. O Latince konuşmuyordu, Aramice konuşuyordu.
Dolayısıyla işte insan. Kim sevgili peygamberimiz? Hazâ insan, insanlık modeli. Yetmedi mi, kesmedi mi, illa uçmayınca olmuyor mu? O zaman sineklere nur yağdı. Suda yürümeyince olmuyor mu? O zaman balıklara nur yağdı. Sizinki diyor yatayına uçuruyor, gelin ben dikeyine uçurayım füze gibi diyor. Üçüncüsü de diyor ki bende daha ilerisi var ben ışınlayayım gelin diyor. O da nuru Muhammedi ilan ediyor anlatabiliyor muyum? Yani kadîm bir putperest efsaneyi getirip Allah resulünün imajına giydiriyor. Aman Allah’ım.
Evet görüyorsunuz yani saflar ayrışıyor başka çaresi yok. Eskiden bunlar bilinirdi. Fakat bunlar bildirilemezdi, söylenemezdi. Bilgiye ulaşmak zordu, bu tip insanlar da bilgiye ulaşmayı daha da zorlaştırırlardı. İnsanlar bilgiye ulaşmasınlar diye kast sistemi geliştirmişlerdi. Avam, havas, ehassulhavas. Hakikatin hakikatini Ehassül havas bilir, yani kazı onlar yer, kazın derisini, kellesini, paçasını havas yer, gerisine de yani avama da kazın suyu kalır anlatabiliyor muyum? Böyle bir kast sistemi. Hindistan’da ki kast sistemi aynen alınmıştı sistem olarak .
Peygamberlerin siz hiç kast sistemiyle davet ettiklerini duydunuz mu? Aksine toplumun en zayıf kesimi en ilk davet edilenlerdi öyle değil mi? Ya..! gelin şimdi ona bakın, bunlara bakın da karar verin.
Muvatta da İ. Mâlik naklediyor. Ebud Derda Selman-ı Farisi’ye yazıyor. Nereden yazıyor? Filistin’den, Tûr dağından yazıyor. Diyor ki Mukaddes mekâna gel, buralar çok güzel. Selman ona yazıyor; Hiçbir mekân mukaddes değildir ya Ebed Derda, insan ancak ameliyle mukaddes olur.
Hay babam..! Sorun bugün başlamadı İşte Ebud Derda da sahabe, Selman’da sahabe. Ama o, o kadar, öbürü de o kadar. Birisi ehlibeyt. Peygamber mektebinin hakiki bir öğrencisi. Eyvallah. Aslında bu bile yeterliydi.
Her cahiliye sahte kutsallar üzerinde yükselir. Cahiliye Arapları İbrahim’in İslâm’ı tahrif ettiğine inanıyorlardı, atalarımızın yolu diyorlardı. Cahiliye insanı Cahiliye insanı Kur’an ın gücüne karşı mukabil bir güç keşfettiler. Nasıl? Sahte kutsalların gücü.
Peygamberimize karşı onunla mücadele ettiler. Kuddûs olan Allah’ın nazil ettiği Kur’an ı gelenek kalesinden söktükleri ile taşlıyorlardı cahiliye ehli. Vahiy Kâbe’ye Allah’ın evi olarak ilan etti değil mi. Fakat kuds ve mukaddes ilan etmedi farkında mısınız? Kâbe ile mukaddes kelimesinin yan yana geçtiği bir ayet yok içinde. Ka de se kökünün yan yana hiçbir ayette yok. Fakat cahiliye Kâbe’yi kutsal ilan etti. İlginçtir Kur’an da onlarca sıfatı vardır; Kerîm, Mecîd, Azîz, Mubîn, İmam.. İçinde bir tane kuds veya mukaddes sıfatı yoktur farkında mısınız?
Fakat cahiliye Kâbe’yi ne ilan etti? Kutsal ilan etti. Bu şark kurnazlığı, ilginç bir kurnazlık tipi. Zira Kâbe ile birlikte onun içinde ki putlarda peşinen kutsal ilan edilmiş oluyordu. Al sana şark kurnazlığı. Kâbe’yi kutsal ilan et, içinde ki putlar da mübarek olsun, kutsal olsun. Hatta böylece putlar Kâbe’nin ruhu, Kâbe de bu ruhun bedeni yerine geçecekti. Hesapta buydu.
Kilise Tevrat ve İncil’i Mukaddes kitap ilan etti, Kur’an indiğinde bu terkip tedavülde idi biliniyordu. Araplar tarafından da biliniyordu. Kur’an bu terkiplere hiç iltifat etmedi. Kur’an ın inşa ettiği akılla bakınca Kur’an a kutsal diyebilir miydik? Önce düşünün Kur’an dokunulabilir kutsal dokunulamaz. Kur’an Mubin, kutsal gizemli ve esrarlı. Öyle değil mi? Kur’an Mubin; açık anlaşılır. Kur’an aktif kutsal pasif, tabii kutsal pasiftir, yani mukaddes kılınmış anlamında. Kur’an aktüeldir, kutsal tarihseldir. İlahi kelâm delile çağırır, kutsal dogmaya çağırır öyle değil mi?
Dolayısıyla çok farklı. Onun için bakınız Kur’an ı anlaşılır bir hayat kitabı olmaktan çıkarınca öptük, sevdik, kılıfının içine koyduk, en yüksek yere astık. Alın size dokunulmaz kitap. Dokunmak içinde Allah’ın hiç koşmadığı şartlar koştuk, peygamberimizin koşmadığı şartlar koştuk.
Çok ilginç değil mi? Kur’an a Tevrat muamelesi. Biliyor musunuz siz Tevrat’a Yahudiler abdestsiz dokunamazlar. Vay, vay, vay..! Nerelerden nerelere gelmişiz. Haydi, buyur, Kur’an a dokunmak için Kur’an ın bir şartı var.
Feizâ kara’tel Kur’âne feste’ız Billâhi mineş şeytânir raciym. (Nahl/98) Kur’an okuyacağın zaman ne yap? Şeytandan Allah’a sığın. Bitti. Tamam Kur’an abdesti farz kılıyor ama hangi abdesti? Akıl abdestini. Bu ayet akla abdest aldırın Kur’an ın önüne öyle oturun diyor. Kur’an bildiğimiz abdesti farz kılıyor, niçin farz kılıyor? izâ kumtüm iles Salâti. (Maide/6) ve izâ kuntüm.. özellikle tashih edilmesinin manası da odur. kumtüm iles Salâ namaza kalkacağınız zaman. Bu da ayrı bir bahis anlatabiliyor muyum?
Görüyorsunuz değil mi? Yani hayat kitabını hayatın dışına atmak için başka bir şey ilan etmeye gerek yok, kutsal kitap ilan edin yeter. Hayat kitabı olmaz ölüler kitabı olur o zaman.
Şimdi ya..’ onlar da haklılar benim bu söylediklerimi nasıl sindirsinler. Heriflerin ömrü dalga, dalavere. Bunların üzerine oturmuş, tezgâh bunların üzerinde dönüyor tüm sektör bunların üzerinde. Nasıl sindirsinler şimdi? İşleri zor, Allah onlara yardım etsin. Yalancının işi zordur, sahteyi gerçek gibi pazarlayanın içi zordur. Her an tetiktedir yani sahte ortaya çıkarsa, ya biri anlarsa. Çünkü sahte mal pazarlıyor ne yapacak? Allah yardım etsin onlara. Allah onları sahtekârlıktan ve sahteden vaz geçirerek yardım etsin.
Kâbe’ye kutsal diyebilir miydik? Mekke’ye, Medine’ye, peygambere kutsal insan diyebilir miydik, kutsal kabir, kutsal bölge, kutsal taş hacer-ül esved e. Namaz vakitlerine kutsal vakit, namaza hatta kutsal ibadet. Ne kadar garip oldu değil mi. Seccadeye kutsal halı, zemzeme kutsal su, çıktığı kuyuya kutsal kuyu. Geleneksel anlayış, kutsal anlayışa ne kadar meraklı neden? Cevabı açık metafizik açlık var. Bu açlık sağlıklı gıdalarla giderilemeyince GDO lu bir din sürülüyor. Genetiği değiştirilmiş organizma. Aslında GDİ demek lazım; GDD, genetiği değiştirilmiş diyeyim. GDD li bir din Genetiği değiştirilmiş bir din.
Böylece hakiki dine karşı sahte din, uydurulan din alternatif olmuş oluyor. Bunu yapan sahte dindar dinsiz kalmanın taşınamaz yükünden de kurtulmuş oluyor, tabii vicdani yükünden kurtuluyor, yani hava yiyerek kurtuluyor. Hava yenir mi?, hava yiyerek bir insan doyar mı? Benim karnım tok, ne yedin? Hava yedim. Öyle bir şey. Kutsal inek, kutsal devlet, kutsal lider, kutsal kâse, kutsal yüzük. Herkes aklına eseni kutsal ilan ediyor. Her yer kilise, herkes papaz olmuş. Kutsa beni peder rolünde.
Kur’an kutsalı Allah ile sınırlandırmıştır. Kur’an da ka de se kökü 10 yerde gelir gelir, 10 kelime hepsi bu. 3 Tanesi Hz. Musa hakkında, 3 tanesi Hz. İsa hakkında, 4 tanesi de Allah resulüne indirilen şeyler hakkında.
Nahl/102. Ayetinde geliyor Kur’an için. Üçü Allah ile ilgili. İlginç sonuç şu, çok ilginç bir sonuç var Kur’an da 10 ka de se kökünden gelen kelimelerin. Kutsallık Hz. Musa da mekâna nispet ediliyor, yani vahyin indiği yerlere, ardı mukaddese, Hz. İsa’da ilahi yardıma nispet ediliyor, Ruhü-l Kuds 3 yerde de öyle. Veya meleğe, veya vahye. (Fakire göre) Hz. Muhammed AS. geldiğinde en kâmil noktasına ulaşıyor sadece Allah’a nispet ediliyor. Musa’da mekâna, İsa’da, ilahi vahye veya vahiy getiren meleğe, ilahi yardıma veya, Allah Resulünde sadece Allah’a. Ne görüyorsunuz burada, bir süreç görüyorsunuz değil mi? Bu kutsallıkta kemâle doğru ilerleyen bir sürece delalet ediyor.
Maide/3 ayeti ne diyordu? elyevme ekmeltü leküm diyneküm ve etmemtü aleyküm nı’metiy. (Maide/3) işte bugün size dininizi ikmal ettim, kemâle erdirdim. Demek ki Hz. Musa’ya indirilen din, Hz. İsa’ya indirilen dinden daha az kâmil. Hz. İsa’ya indirilen din, Hz. Muhammed’e indirilen dinden daha az, Hz. Muhammed’e indirilen ikmal edilmiş bir din. Demek ki insanlığın aklı ilerledikçe rabbimiz arşına yazdığı kodların tamamını bu sürece yayarak en sonunu Allah resulüne indirerek dini ikmal ediyor. Bu bunu gösteriyor.
Biz aslında kutsallık meselesinde dinin ikmal ediliş sürecini görüyoruz. Hz. Musa’da mekâna, Hz. İsa’da ilahi yardıma, Hz. Muhammed de sadece Allah’a. Aslında kutsallık gerçek yerine Allah resülüne indirilen vahiyde oturuyor.
Bu kutsallıkta Kemale doğru ilerleyen bir sürece işaret eder. Aynı süreç mucizeler için de geçerli. Önceki peygamberlerde hissi, 5 duyuya hitap eden mucizeler, Allah resulüne gelince hissi mucize akleden kalbin mucizesine dönüşüyor farkında mısınız? Orada da bir kemâle doğru ilerleme var, bir tekâmül süreci var ilahi yasa gereği.
Hissi mucizeler; kemâle ermemiş akla, kemâle ermemiş dinin takdim ettiği bir teşvik unsuru, 5 duyuya hitap eden, göze, kulağa, ele hitap eden. İnsanlık son Nebi ile kemaline ulaşınca böyle olağan dışı bir teşvike ihtiyaç kalmadı, artık teşvik ebedi Kur’an suretinde tecelli etti. Onun için dedi ki;
Evelem yekfihim enna enzelna aleykel Kitabe yütla aleyhim. (Ankebut/51) Onlara kendilerine okuna bu vahyi indirmiş olmamız, ayet olarak, yani mucize diye çevirdikleri, mucize olarak yetmedi mi. Dedi Kur’an anlatabiliyor muyum?
Bize yetti ya Rabbi. Size de yetti mi? Eyvallah..! Yetmeyenler düşünsünler.
Sözün özü kutsallık Kur’an vahyi ile sadece Allah’a hasredilmiştir, istismarın önü kesilmiştir. Kur’an da el Kuddûs ismi biraz önce özetledim 2 yerde Allah’a isnatla kullanılıyor. Cuma/1 ayet, Haşr/23. Ayet. Belirli olarak geliyor, medeni, olarak geliyor, el Melik ismi ile birlikte geliyor. El Melikü-l Kuddûs 2 yerde de.
El Kuddûs dokunulmaz ve kuşatılmaz olandır. “HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* el Melik’ül Kuddûs’üs Selâm’ul Mu’min’ul Müheymin’ul ‘Aziyz’ul Cebbâr’ul Mütekebbir. (Haşr/23) dokunulmaz ve kuşatılmaz. Allah dokunulmaz ve kuşatılamazdır. Amenna ve saddakna, problem var mı? Dokunulmazdır kimse dokunamaz, kuşatılmazdır, Allah zatı itibarıyla hiçbir akıl tarafından kuşatılamaz. ve lâ yuhıytûne Bi şey’in min ‘ılmiHİ illâ Bi ma şâ’. (Bakara/255) Bitti. Allah’ta kuşatılmaz, Allah’ın ilmi de kuşatılmaz.
Cuma suresinde gelişini de okuyalım; Yüsebbihu Lillâhi ma fiysSemavati ve ma fiyl’Ardıl MelikilKuddûsil’AziyzilHakiym. (Cuma/1) Orada da böyle geliyor. Yani göklerde ve yerde bar olan her bir şey Allah adına hareket ederler. Tesbih bu demektir, O Allah’ ki El M elik’tir, el Kuddûs’tür, kâinatın yöneticisidir, dokunulmaz ve kuşatılmazdır.
Melekler kutsal olan değil takdis eden varlıklar. Melekler Hristiyanlıkta kutsal olarak nitelenirler. Fakat Kur’an da melekler nasıl takdim ediliyorlar? kalû etec’alü fiyhâ men yüfsidü fiyhâ ve yesfiküddimâe, ve nahnu nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisüleK. (Bakara/30) on kelimeden biri burada gelir. Ne demişlerdi? Ben Adem’i halife atayacağım. Yeryüzünde imarı ve inşayı gerçekleştirecek yeryüzünün halifesi olarak atayacağım. Buyurduğu zaman Rabbimiz, Melekler rabbimize şöyle bir itirazda bulunmuşlardı.
Ne demişlerdi? Biz senin adına hareket edip, nüsebbihu BihamdiK seni hamd ile teşbih edip, hamd ile senin adına hareket ederken ve senin dokunulmazlığını ve kuşatılmazlığını dile getirirken, sen kalkıp şu an itibarıyla yeryüzünde kan dökmekte olan, fesat çıkarmakta olan yüfsidü, yesfikü, fiili muzari. Zamanı kaç zaman 3 zaman. Geniş, şimdiki, gelecek zaman. Fiili muzarinin iki zamanı dürmek, iki zamanını yok edipte sırf gelecek zamana hasretmek için tesfif edatı kullanmak lazım sin ve sevf’e Arap dilinde kuraldır. Yoksa üç zamanın ilk iki zamanı evladır. Şimdiki ve geniş zaman yan o anda kan döken birileri varmış, fesat çıkaran birileri varmış. Kimmiş onlar? Beşermiş yani ruh üflenmeden evvelki Adem’in halleriymiş. Eyvallah, beşermiş.
Takdis ne demek? İki şey; fiilde takdis, akidede takdis. Fiilde takdis de ikiye ayrılır 1 – Fiilinde Allah’a şer isnat etmemek, 2 – Allah’tan başkasını mükemmel görmemek. Akidede takdis O’nu noksansız kusursuz eksiksiz şer ve kötülükten uzak bilmek Allah’ı takdistir, takdis budur. Biz de Allah’ı takdis ederiz. Melekler takdis ediyorsa biz de takdis ederiz. Nedir? Allah her türlü kusurdan noksandan, şerden münezzehdir. Ama şerrihi ne oldu şimdi? Olmadı. Min Allah; Hâşâ. Şer Allah’a isnat edilemez. Allah şerrin kaynağı mıdır? Olur mu öyle şey. Eyvallah.
Dedim ya yarattığı her şeyi münasip yaratmıştır, güzel yaratmıştır, Esma-i hüsna diyoruz bakın, hüsna; güzel isimler, kötü bir tane ismi yoktur her yaptığı hayırdır çünkü.
Kuddûs olan Allah’ın tecellileri: Hz. Musa’da bir tecellisi var, işte vahiy inen mekânlara tecellisi. Hz. İsa’da bir tecellisi var Ruhü-l Kuds, Hz. İsa’ya Allah’ın yardımı ve Kuddûs olan Allah.
Amin; Ya Kuddûs ya Allah. Ey zatı mutlak ve sonsuz kutsal olan rabbim. Ey beşerin kirli tasavvurlarıyla kirlenmeyen rabbim. Ey her türlü hata ve kusurdan münezzeh olan rabbim. Bizi temiz adına leke sürenlerden eyleme. Ya Kuddûs, ya Allah. Eşin yok, ortağın yok, benzerin yok, zıddın yok. Bizi sana aracısız kulluk eden muhlislerden kıl ya rabbi. Sen mahza hayırsın, kötülüğün şerrin yok. Kendi şerrini sana nispet edenlerden kılma ya rab. Ya Kuddûs, ya Allah sahte kutsallar icat edipte sana iftira edenlerden sen sonsuz kez berî sin, ne olur bizi de Berî eyle ya rab. Sana sığınıyoruz Allah tasavvurmuzu kirletenlerden. Alnımızı ak, gönlümüzü pak, akidemizi berrak eyle ya rab. Amin, amin, amin.
Sadakallhul azîym. Allah en gerçeğini en doğrusunu hakikati söyledi.
(Kitaptan; Kuddûs isminin Hz. Musa’da ki tecellisi;
Her ismin bir tecellisi olduğu gibi Kuddûs isminin de bir tecellisi vardır. Bu mübarek ismin Hz. Musa’nın vahyinde ki tecellisine dair üç atıf buluyoruz.
1 – “Fakat ateşe yaklaşınca ona (gaibden) “ey Musa” diye seslenildi. “Benim, ben. Senin Rabbin. Şimdi ayakkabılarını çıkar, çünkü sen iki kez mübarek kılınmış vadidesin. Ve ben seni (elçi) olarak seçtim Bundan böyle artık sana vahy edileni dinle.” (Tâhâ/11-13)
2 – Hani Rabbi mübarek kılınmış Tûva vadisinde ona şöyle seslenmişti; “Firavuna git, çünkü o haddini aştı ve ona de ki; Arınmaya var mısın? İmdi (cevap evetse) ben seni rabbine doğru yönelteceğim ve sen de kendine çeki düzen vereceksin. (Nâziat/17-19)
3 – (Musa demişti ki) “Ey halkım Allah’ın size vaad ettiği mübarek kılınmış topraklara girin, fakat sakın geri adım atmayın yoksa kaybedenlerden olursunuz. (Maide/22)
K-d-s maddesinin Kur’an da ki kronolojisinden yola çıkarak daha önce şu tesbiti yapmıştık. Kutsallık Hz. Musa’da mekâna, Hz. İsa’da ilâhi yardıma ve meleğe nispet edilirken iş Hz. Muhammed’e geldiğinde en kâmil noktasına ulaşıyor ve sadece Allah’a nispet ediliyor. Bu kutsallık tasavvurunda kemâle doğru ilerleyen bir süreci göstermektedir.
Burada Hz. Musa’nın ve soyundan geldiği peygamber atalarının (Hz. İbrahim, İshak, Yakub, Yusuf ve diğerleri) gezip yurt edindiği toprakların bereketine bariz bir atıf var. Bu bereket toprağa atfedilen maddi bir bereket olabileceği gibi o bölgede inen vahiylerden kaynaklanan manevi bir bereket te olabilir.
Yahudiler adetleri olduğu gibi bu bereketi maddi anlamına almışlardır. Onun için yalın ayak ibadet etmeyi din haline getirmişlerdir. Tefsirlerimiz Hz. Musa’ya “Ayakkabını çıkar” emrinin gerekçesi sadedinde bu seviyenin de altında rivayetler naklederler. Mesela Hz. Musa’nın ayağında ölmüş eşek derisinden bir ayakkabı varmış, rabbimiz onun için onun çıkarılmasını emretmiş..! (İbn. Kesir)
Peygamberimiz bereket ve kutsal kılınmayı maddi değil manevi olarak almış olmalı ki Yahudilerin aksine eğer altı temizse ayakkabının çıkarılmasını şart koşmamıştır. İbn. Kayyım Ahkâm-u Ehli’z-Zimme de bunu Nebi’nin Yahudilere muhalefet bağlamında değerlendirir. (11-748) Hatta Nebi’ye atfen; “Yahudilere muhalefet edin, zira onlar ibadette ayakkabılarını çıkarmazlar” şeklinde bir rivayet de nakledilir. Ayrıca doğuların da batıların da Allah’ın olduğunu söyleyen ayet yeryüzünün herhangi bir parçasının diğer parçalarından daha özel olmadığını zımnen ifade eder.
Şu durumda Hz. Musa’nın vahiy aldığı yerlerin “kutsal ve bereketli kılınması” olayını maddi değil manevi anlamıyla almanın hem vahiy ruhuna, hem de işin hakikatine daha uygun olduğu kanaatindeyiz.
Ruhu’l-Kuds; Hz. İsa’ya Allah’ın desteği.
Kuddûs isminin vahiyle muhatap olan her peygambere olduğu gibi Hz. İsa’ya da yönelik bir tecellisi vardır. Kur’an da Hz. İsa’ya yönelik tecelliden söz eden üç ayet yer alır.
1 – “Musa’ya ilâhi kelamı vermiş ve birbiri ardınca onu izleyen peygamberler göndermiştik. Meryem oğlu İsa’ya da gerçeğin açık belgelerini vermiş ve onu kutsal ruh ile desteklemiştik. Fakat her ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir mesaj getirmişse küstahça ona başkaldırdınız. Kimini yalanladınız, kimini de öldürdünüz.” (Bakara/87)
2 – “Söz konusu elçilerden her birine diğerinden farklı meziyetler bahşettik. Onlardan kimisiyle Allah konuşmuş kimisini de yüce mertebelere çıkarmıştır. Meryem oğlu İsa’ya da hakikatin apaçık belgelerini verdik ve onu kutsal ruh ile destekledik. Eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi.” (Bakara/253)
3 – “İşte o zaman Allah diyecek ki; Ey Meryem oğlu İsa sana ve annene bahşettiğim nimetimi hatırla. Hani seni kutsal ruh ile desteklemiştim. İnsanlarla beşikte iken de, erişkin iken de konuşuyordun. Hani Ben sana vahyi ve hikmeti yani Tevrat ve İncil’i talim ettirmiştim.” (Maide/110)
Bu üç ayetin üçünün de konusu melekler değil vahiydir. Bu ayetlerde geçen “Kutsal ruh” da vahyin ta kendisidir. Hz. İsa’yı yüce rabbimiz vahiyle desteklemiştir. Ruhu’l-Kuds (Kutsal ruh) terkibi bu üç ayette kapalı kullanılmıştır. Fkat aynı ibare Nahl/102) ayette doğrudan “İlahi vahiy” anlamında kullanılır. Kur’an bir kısmı diğer kısmını açıklayan mufassal bir vahiydir. Nahl/102 de muhkem olarak gelen ruhu’l Kuds Hz. İsa’nın vahyi bağlamında üç yerde müteşabih olarak gelen ruhu’l kuds ibarelerini açıklar. (M. İslamoğlu/Esma-i Hüsnâ-C.3/-S./2112)
