Selâmünaleyküm.
“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmaiyn. Emma ba’d
Bu hafta Allah nasip ederse el Kuddüs ismini anlatmaya çalışacağım. Bu derslerden gayemiz şudur. Şimdi biz sürekli diyoruz ki bir insanın Allah’a hakkıyla kulluk yapabilmesi için evvela Allah’ı hakkıyla tanıması gerek. İnsan tanımadığı bir varlığa hakkıyla kulluk etmesi düşünülemez bu mümkün değildir. Hatta bununla alakalı geçen derslerimizde bir hadis zikretmiştim, onu tekrar zikredeyim.
Peygamber A.S. bir kabre uğruyor, kabrin başında bir kadın var. Bu kadın normalde çocuğu öldüğü için ağlıyor ama bir Müslümana yakışmayacak şekilde ağlıyor. Sanki Allah’ın kaderine rıza göstermemiş gibi ağlıyor.
Peygamber A. S. O kadına diyor ki; “Ey kadın sabret ve ecrini Allah’tan bekle” Bir insan vefat ettiği zaman Allah’ın bizden beklediği budur, sabretmek ve ecrini Allah’tan beklemek. Kadın peygamberimize çok değişik bir çıkışla diyor ki; Uzak dur benden, çünkü bana isabet eden musibet sana isabet etmiş değildir. Yani sen bu acıyı yaşamadığın için şu an benim ne yaşadığımı bilemezsin.
Sonra kadına geliyorlar diyorlar ki; Sen o konuştuğunun kim olduğunu biliyor musun? O da diyor ki hayır, onun kim olduğunu bilmiyorum. Diyorlar o peygamberdir.
Kadın Peygamber A.S. evine gelip ona özür beyan edecek, içinde bulunduğu durumu ifade edecek. İlk söylemiş olduğu cümle şudur; Ben senin kim olduğunu bilmiyordum.
Yani biz buradan anlıyoruz ki bire insanın peygambere karşı vazifelerini yerine getirebilmesi için evvela peygamberin kim olduğunu bilmesi gerekir. Sen peygamberin kim olduğunu bilmezsen, onu tanımazsan sen elbette ki ona karşı sorumluluklarını yerine getiremezsin. Hakeza bu Alemlerin Rabbi olan Allah içinde böyledir.
Allah kendini kullarına bir takım isimlerle, bir takım sıfatlarla tanıtmıştır. Mesela biz Allah’ın işte şu ana kadar gördüğümüz isimlerinden Rahman, Rahim, el Melik gibi veya Allah lafzı Celalini öğrendiğimizde bunlarla beraber Allah’a karşı bir takım sorumluluklarımız olduğunu öğreniyoruz ve Allah’a buna göre muamele ediyoruz. Onun için Allah’ın isimleri ve Allah’ın yüce sıfatları Müslüman için çok önemlidir. Ta ki Müslüman Allah’a nasıl kulluk edeceğini, Allah’ın üzerinde ki haklarını nasıl ifa edeceğini Müslüman bilebilsin. Bugünkü isimlerimizden bir tanesi el Kuddûs ismidir.
El Kuddûs ne demektir? Lügat anlamı itibarıyla iki anlama gelir. Bunlardan bir tanesi temizliktir, bir tanesi de berekettir. Yani Araplar Kuddûs kelimesini kullanırken mesela içine su koydukları ve kendisiyle temizlendikleri kaplara kades diyorlar. Niye buna Kades diyorlar? Çünkü bununla temizlendikleri için Kuddus kökünden gelen kades kelimesini kullanıyorlar. Veya Allah Mescid-i Aksa, veya bugünkü Şam toprakları için ne diyor Kur’an da?
Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha.. (Enbiya/71)
Biz Lût’u ve İbrahim’i kurtardık müşriklerin elinden. Nereye kurtardık? Kendisine bereket kıldığımız topraklara diyor. O toprakların ismi nedir? İşte Beyt-ül Makdis diyoruz, Ardal mukaddesetelletiy (Maide/21) diyoruz Hz. Musa’nın dilinden Ey kavmim Allah’ın sizin için mukaddes kılmış olduğu topraklara gidin dediğinde biz böyle anlıyoruz.
Demek ki Kuddûs dediğimizde iki tane manayı kast ediyoruz. Biri temizlik, diğeri berekettir. Temizlikten kast ettiğimiz şey nedir? İnsanın aklına gelebilecek bütün eksikliklerden münezzehtir Allah. Temizlikten kast ettiğimiz şey budur.
Mübarek, yani bereketli olmaktan kast ettiğimiz şey nedir? Allah’ın kendisi temiz olduğu gibi herhangi bir şeyi temizlediğinde, yani Kuddûs ismi oraya tecelli ettiğinde Allah orayı bereketli kılar.
Mesela şöyle düşünün bereket Allah’ın temizliğinin bir gereğidir. Yani bir yere Allah’ın Kuddûs ismi tecelli etmişse, Allah orayı temizlemişse orada bereket kendiliğinden ortaya çıkar. Örnek diyorum; Allah size mal verdi. Eğer bu malı Allah temizlemişse sizin için, siz zaman içinde bu malın bereketini görmeye başlarsınız. Veya Allah size evlat verdi, evlatla rızıklandırdı. Eğer Allah bu evlatları temizlerse, bunları eksikliklerinden arındırırsa siz zaman içerisinde o çocukların bereketini görmeye başlarsınız. Veya diyelim Allah size ilim verdi veya herhangi bir yetenek verdi. Eğer Allah sizin bu yeteneğin eksikliklerinden, bu ilmin eksikliklerinden temizler ise siz onun bereketini yavaş yavaş görmeye başlarsınız.
Şunu söyleyebilirim ki tarih boyunca Muvahhit ile müşriklerin, peygamberlerle kavimlerinin arasında ki en büyük mesele, onlar Allah’a naks, eksiklik izafe etmişler, peygamberler ve muvahhitler de Allah’ın Kuddûs olduğunu ispat etmeye çalışmışlar. Yani en büyük mücadele bunun mücadelesidir.
Mesela müşriklerin ortak sıfatlarından bir tanesi Allah’a çocuk nispet etmektir. Niye Allah’a çocuk nispet ederler? Çünkü onlar hakkıyla Allah’ı tanımadıkları için mutlaka Allah’ın bir oğlunun olması gerektiğine inanırlar ve Allah’ın bu oğlunun da O’nun adına yeryüzünde işlerini yürütmesi gerektiğine inanırlar.
Şimdi sen kendi Allah inancına bir bak bakalım. Sen diyorsun benim rabbim Hayy ve Kayyûm olandır. Yani diridir ve her şeye diriliğini veren de benim rabbimdir. Veya diyorsun benim rabbim Kayyûm dur, yani her işi kendindendir, ve bütün işleri kaim eden ikame eden benim rabbimdir diyorsun mesela. Yer ve göğün bütün mülkü O’nun elindedir, bütün mülkünde dilediği gibi tasarruf etme yetkisine sahip olan Allah benim rabbimdir diyorsun.
Biri gelse böyle inandığın bir Allah için sana dese ki; Kardeş bu Allah’ın yeryüzünde işlerini kim yürütüyor? Kim bu Allah’a vekâlet ediyor bu işler adına? Sen diyeceksin ki Allah zalimlerin ve kâfirlerin söylediklerinden çok yücedir. Böyle bir Allah’ın hiçbir vekile, yardımcıya, ortağa veya muavine ihtiyacı olabilir mi? İhtiyacı olamaz, o zaten kendi başına bütün işlerini idame ettirecek güce ve kudrete sahiptir dersin.
Ama bu inanca sahip olmayan, Allah’ı böyle tanımayan bir müşrik mutlaka diyecek ki nasıl ki bir şirket patronu bütün işleri kendisi yapamaz, muhasebesine, dış ilişkilerine, pazarlamasına birilerinin bakması lazım. Hakeza bu kâinatın bütün işlerini de tek başına Allah bakamaz haşa ve kellâ, Mutlaka o Allah’a yardımcı olacak bir takım varlıklar lazım ve bu sebeple de Yahudiler dediler ki Üzeyr Allah’ın oğludur. Hıristiyanlar dediler ki İsa Allah’ın oğludur. Müşrikler de dediler ki melekler Allah’ın kızlarıdır.
Günümüzde ki bir takım insanlar da mutlaka Allah adına yeryüzünde Allah’ın işini yapan bir takım varlıklara inanıyorlar. Belki bunlar Allah’ın oğlu demiyorlar, ama Yahudi ve Hıristiyanların Allah’ın oğlunda itikat ettikleri her şeye bunlar hakkında itikat ediyorlar.
Düşünün Şu Allah’ın yaratmış olduğu kâinat Allah’ı o kadar iyi tanıyorlar ki Allah’a bir eksiklik izafe edildiği zaman kâinat çatlamak istiyor ortasından. Bu kâinata çok ağır geliyor, muvahhide de bu şekilde ağır gelmesi lazım. Allah diyor ki;
Ve kalüttehazerRahmânu veleda. (Meryem/88) Onlar dediler ki Rahman çocuk edindi. Yani Allah’a eksiklik izafe ettiler.
Lekad ci’tüm şey’en idda. (Meryem/89) Siz çok ağır, çok münker, çirkin bir söz söylediğiniz Allah.
Tekadüs Semavatu yetefettarne minhu ve tenşakkul Ardu ve tahırrulcibalü hedda. (Meryem/90) Neredeyse diyor rabbimiz gökyüzü ayrılacak, yer çatlayacak, dağlar öfkesinden yerle bir olacak. Yani Rahman’a çocuk edindi dedikleri zaman Kâinata bu kadar çok ağır geliyor.
Ve ma yenbeğıy lirRahmâni en yettehıze veleda. (Meryem/92) Rahman’a çocuk edinmek yakışmaz, çünkü o kemal sıfatlarına sahiptir, O’nun bir eksikliği, bir ihtiyacı yoktur ki rahman sizin gibi kendisine çocuk edinsin, çocuk sevmeye ihtiyaç duysun. İlâ ahıri..!
Bütün peygamberlerin davetine bakarsanız esaslarının bunun üzerine kurulu olduğunu göreceksiniz. Peygamberler Allah’ın Kuddûs olduğunu, subbuh olduğunu ispat etmeye çalışırlar. Allah bütün eksikliklerden münezzeh ve temizdir. Müşrikler ise seytanların da onları saptırmasıyla Allah’ın eksik olduğunu ısrarla söylerler.
Ben burada özellikle şunu söylemek istiyorum. Kur’an ı kerim i incelediğimiz zaman Allah’ın Kemal sıfatlarına sahip olduğu, bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna dair şunu görürsünüz. Bir insanın açıktan Allah’a eksiklik izafe etmesi vardır, bir de gizliden gizliye Allah’a eksiklik izafe etmesi vardır. Birincisi çok normaldir, izale etmekte kolaydır. Çünkü İkincisi gizlidir ve çok problemlidir. Ne sahibi bunun farkına varır ne dışlardan bir el bunun farkına varır ki bunu temizleyebilsin veyahut ta bunu izale edebilsin.
Şimdi mesela diyelim Hristiyan’ın biri geldi dedi ki Allah çocuk edinmiştir. Haşa ve kella, problem açıktır, yani nereye müdahele edeceğimizi biliyoruz. Fakat bir de bir Müslümanın geldiğini düşünün ve bu Müslüman Allah hakkında suizanda bulunuyor. Ne o Müslüman bunun farkındadır ne dışardan bir el bunu fark edebilir ki bunu izale edebilsin. Şimdi buna bazı örnekler vereceğim.
Biliyorsunuz mesela Uhud gününde Allah Müslümanlara bir vaadde bulundu. Allah aslında her savaştarabbimizin bizim için kesin vaadleri var. Mesela bunlardan bir tanesi şudur:
ve kâne hakkan aleyna nasrul mu’miniyn; (Rum/47) Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize hak olan bir şeydir. Yani biz Müslümanlara yardım edeceğiz, hangi işlerinde olursa olsun.
Şimdi sözde eksiklik nedir? Sözde eksiklik şudur; Ya yalandır, ya mübalağadır, ya da verilen sözü yerine getirmemektir. Mesela biri konuşsa bu adama nasıl eksiklik izafe edersiniz? Ya yalan söylüyor dersiniz ya sözünü yerine getiremeyecek dersiniz veya mübalağa ediyor dersiniz.
Peki, sözde eksikliklerden münezzeh olmak nedir? Söz söyledi mi sözünü yerine getirecek kudrete sahip olmak ve hiçbir surette sözünden geri durmamaktır.
Şimdi savaş başladı, başta iyi gidiyor Müslümanlar kâfirlere karşı üstünlük elde ettiler. Buraya kadar sorun yok. Zaten şartlar yerinde gitti mi herkes Allah’a karşı hüsnüzan besler. Ama ne zaman ki peygamber öldü dediler, okçular peygambere isyan ettiler, müşrikler Müslümanlara saldırmaya başladılar, işte orada Allah diyor ki
Sümme enzele aleyküm min ba’dil ğammi emeneten nü’asen yağşa taifeten minküm. (A. İmran/154) sonra Allah korkunuzun akabinde size bir rahatlık indirdi ve bir uyuklama getirdi. O getirmiş olduğu uyuklama sizden bir taifeyi kuşattı, kalbinizde hissettiğiniz bütün korkular gitti. Sonra ve taifetün kad ehemmethüm enfüsühüm yezunnune Billâhi ğayrel Hakkı zannel cahiliyye ama sizin içinizden bir taife sadece kendi nefislerini düşünüyor ve Allah hakkında haksız yere cahiliye zannıyla zanda bulunuyorlardı diyor Allah.
Şimdi bakın, bunlar Müslüman, Peygamberle beraber savaşa çıkmışlar, onlar da Allah’ın vaadine benim senin gibi inanıyorlar, beş vakit namazı peygamber A.S. ın arkasında kılıyorlar. Fakat işler tersine dönmeye başlayınca, Müslümanların gücü zayıflayınca başlıyorlar kendi kendilerine düşünmeye, Allah hakkında sui zan yapmaya başlıyorlar. Medine’den çıkmasaydık herhalde diyorlar başımıza bu işler gelmezdi. Veya Muhammed bizi dinleseydi, yurdumuzu terk etmeseydik Allah’u alem biz burada öldürülmezdik diyorlar. Allah’ta diyor ki; sizin içinizden bir taife Allah’a karşı kötü zan ile zanda bulunmaya başladı.
Şimdi bir insan rabbinin bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna inanıyorsa sadece rabbine karşı hüsnü zanda bulunur. Ama bir insan eğer Rabbinin eksik sıfatlara sahip olduğuna inanıyorsa; bunu dili ile söylüyorsa ne âlâ, bunu tedavi etmek kolaydır. Ona hücceti ikame edersin, delilleri anlatırsın, kitabı, hikmeti öğretirsin adamı temizlersin. Ama adamın için de bu hastalık varsa rabbinin eksikliklerden münezzeh olduğunu bilmiyor ise eğer. Adam rabbine karşı muhakkak surette suizan beslemek zorundadır.
İbn. Kayyım diyor ki bu uhut savaşını anlattıktan sonra çıkarılan hikmnetler ve sonuçlar diye Zadü’l-meadda bu suizan meselesine geliyor; Allah’a karşı hüsnü zan nedir, Allah’a karşı suizan nedir kısmen bunu irdeliyor.
Allah’a karşı suizan beslemenin en açık hali nedir? İbn. Kayyım diyor ki kişinin Allah’ın vaadine inanmamasıdır. Allah’ın mü’minleri günün birinde zafere kavuşturacağına kişinin tam olarak itikat etmemesidir. Veya Allah’ın müşrikleri Müslümanlara musallat edip yeryüzünde tevhidin kalmayacağına itikat etmesi kişinin Allah’a karşı suizan beslemesi kapsamındadır.
Birbirimize şu soruyu sorsak, desek ki Allah Kuddûs müdür? Hepimiz deriz ki evet Allah el Kuddûs’tür, bundan yana bizim hiçbir şüphemiz yoktur. Fakat böyle söylemeyelim de bunun sağlamasını vakada yapalım. Gerçekten biz Allah’ın bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna inanıyor muyuz? Yani, verdiği sözleri yerine getirmeye kadir olduğuna, ne bir ülkenin hava gücünün, ne bir ülkenin deniz gücünün, ne bir ülkenin kara gücünün Allah’ın vaadinin yerine getirmesine engel olamayacağına hakkıyla inanabiliyor muyuz? Yani, biri bize sorduğunda mesela İslâm için yapmamız gereken neler, üstümüze düşen vazifeler, cihat olsun, davet olsun, hakkı ikame etmek olsun, emri bil ma’ruf olsun bunları yerine getireceğimiz zaman diyebiliyor muyuz?
ve ma kânAllâhu li yu’cizehu min şey’in fiys Semavati ve lâ fiyl Ard. (Fatır/44)
Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Allah bize bir vaadde bulundu, mutlaka yerine getirecektir, bizim rabbimiz eksikliklerden, noksan sıfatlardan münezzehtir diye.
Bir örnek vereyim; Hz. Musa doğduğu zaman o dönemin şartlarında firavun erkek çocukları öldürmeye, kız çocuklarını da canlı bırakmaya söz vermiş. Allah Musa A.S. ın annesine şöyle bir vahiyde bulunuyor.
Ve evhaynâ ila ümmi Musa en ardı’îh. (Kasas/7) biz Musa’nın annesine vahyettik ki bu çocuğu emzir. feizâ hıfti aleyhi feelkıyhi fiylyemmi ve lâ tehafiy ve lâ tahzeniy. Firavunun yakalamasından korkarsan onu nehre bırak. Korkma ve hüzünlenme. Niye? inna radduhu ileyki ve ca’ıluhu minel murseliyn. Biz mutlaka onu geri sana çevireceğiz ve onu peygamberlerden, gönderilmiş olanlardan kılacağız diye.
Şimdi düşünelim, küçücük bir çocuk, siz bu çocuğu salın içine koyuyorsunuz, getiriyorsunuz o Salı da nehre bırakıyorsunuz. Kalbinize doğan şey ne? Biz bu çocuğu sana geri çevireceğiz, geri çevirmekle de yetinmeyeceğiz, ayrıca onu peygamberlerden, Mürsellerden olmasını sağlayacağız diye.
Kim böyle bir emre riayet edebilir? Ancak vermiş olduğu bütün sözlerde eksikliklerden münezzeh olan nehre de sahip olan, denize, içinde ki balığa da sahip olan dalgasına da hükmettiğine inanılan Allah’a, hiç kuşkusuz bir şekilde çocuğunu alır, tereddütsüz bir şekilde nehre bırakabilir. Ama sen bu konuda eksiklik yaşıyorsan Allah’ın bu emrine riayet edemezsin bu mümkün değil.
Şimdi tamam ben bu çocuğu nehre bırakacağım da ya dalgalar kabarırsa ya içindeki tehlikeli bir varlık çıkar benim çocuğumu yerse, ya benim çocuğum düşmanın, firavunun eline geçerse diye endişe edersin. Ama sen inanırsan ki senin rabbin bütün eksikliklerden münezzehtir, Kuddûs olan Allah’tır, hiç tereddüt etmeden rabbinin emrine teslim olursun.
Şimdi burada şöyle bir hatırlatma yapalım. Mesela burada bulunan birçok abimiz çocuk sahibidir ve her birimiz de istiyoruz ki çocuğumuzu İslâm üzere yetiştirelim. Ama çoğu Müslümanla konuştuğumuz zaman Müslümanlar beklentilerini karşılayamıyorlar çocuklarından. Yani, kimisi çocuğunu davet için hazırlıyor, kimi ilim okuması için uğraşıyor, kimisi ticarete hazırlıyor, kimi Allah yolunda cihada gönderiyor. Sonuç itibarıyla Allah’ın rahmet ettikleri müstesna Müslümanlara sorulduğunda çok ta fazla verim almadıklarına inanıyorlar çocuklarıyla alakalı.
Niye acaba? Acaba rabbimiz bizim çabalarımızı zayi mi ediyor veya acaba rabbimiz bize vermiş olduğu sözleri mi tutmuyor mesela. Bizim çabalarımızı bereketlendireceğine dair, bize yarım edeceğine dair bize vermiş olduğu sözlerde haşa bu sözleri yerine mi getirmiyor?
Hayır. Çünkü belki de biz bu çocuklarımızı bu yola sürerken Hz. Musa’nın annesinde olduğu gibi Allah’ın bütün eksikliklerden münezzeh olduğu ve mutlaka bizim çocuklarımıza sahip çıkacağı duygusuyla bel ki de çocuklarımızı Allah yoluna vermiyoruz. Belki bu duygular kalbimizde eksik olduğu için, yoksun olduğu için Allah’ta bize öncekilere sağlamış olduğu bereketi bize sağlamıyor.
İmam Zehebi şöyle bir kıssa aktarıyor; Bir adam diğer birinin yanına girerek dedi ki; Bana hayatın içerisinde görmüş olduğun en garip kıssayı anlat. Yani seni en çok etkileyen, en ilginç ne gördün diye soruyor. O da diyor ki; Ben ölüm döşeğindeyken Ömer İbn. Abdülaziz’in yanına girdim. İnsanlar ona dediler ki ey Halife bütün İslâm toprakları senin elinde toplanıyor, fakat sen çocuklarını insanlara muhtaç bir şekilde terk ediyorsun. Yani ne onlara bir miras bıraktın, ne onlara hayattayken bir mal verdin, hiçbir şey vermedin. Ama bütün İslâm ümmetini parası senin elinde toplanmış, senin çocuklarınsa paraya muhtaçlar. Diyorlar.
Ö. İbn. A. Aziz; çağırın çocuklarımı diyor. Çağırıyorlar çocuklarını. Ö. İbn. A. Aziz bakıyor ağlıyor çocuklarına. Yani bir baba olarak vefat edecek, çoğu küçük çocuklarına bakıp ağlıyor. Sonra diyor ki ey yavrularım siz ya salih insanlar olacaksınız, ya da yeryüzünü fesada veren insanlar olacaksınız. Bunun üçüncüsü de yoktur zaten bir insan için. Eğer siz salih olan insanlardansanız ben size mal bırakmıyorum. Çünkü Allah diyor ki ve HUve yetevelles salihıyn. (‘Araf/196) Allah salih olanların işlerini üstlenir, salih olanları zayi etmez. Salih olursanız sizi Allah’a emanet ediyorum, sizi öyle bırakıyorum. Yok eğer yeryüzünü ifsad edecek olan insanlardansanız diyor, Ben Müslümanların mallarını size verip yer yüzünü ifsad edin diye mal verip elinize fırsat vermem. Diyor ve vefat ediyor.
Aynı adam anlatmaya devam ediyor. Başka bir halifenin yanına girdim diyor, Vefat ederken çocuklarına 600.000 dinar miras bıraktı diyor. Yani bu günün parasıyla belki 6 trilyona tekabül ediyor. Ve Allah’a yemin ederim ki ikisi vefat ettikten sonra ben Ö. İbn. AbdülAziz’in çocuklarını bulundukları bölgenin en zenginleri olaraktan gördüm, diğer halifenin çocuklarını insanlardan dilenecek seviyeye geldiğini gördüm. Kapı kapı gezip insanlardan dileniyorlardı diyor.
Şimdi burada farkındaysanız Allah bir söz vermiş, demiş ki ve HUve yetevelles salihıyn. (‘Araf/196) salih olan insanların işlerini Allah üstlenir diye. Ömer İbn. A. Aziz de demiş ki benim rabbim eksikliklerden münezzehtir, benim rabbimde noksanlık olmaz. Benim çocuklarım salih olursa Allah mutlaka onların işlerini üstlenecektir diye ve Allah onu rabbine karşı duyduğu hüsnü zannında utandırmamış. O fakir olarak geride bıraktığı çocukları bulundukları beldenin en zenginlerinden kılmış.
İkincisi ise demek ki böyle düşünmemiş herhalde demiş ki ben çocuklarını kendi hallerine bırakırsam perişan olurlar. Yani kendisinin çocuklarına Allah’tan daha iyi bakarım diye düşünmüş.
Maalesef bugün bizim kendi içimizde de, yani kalp marazı bulunan, Allah’ı hakkıyla tanımayan kardeşlerimizin bu tip çıkışlarının olduğunu görüyoruz. Adam çocuklarının geleceği için endişeleniyor. Sanki o çocuk annesinin karnındayken onun rızkını o vermiş gibi. Sanki kendisi annesinin karnındayken, hiçbir el kendisine ulaşamazken onun rızkını kendisi temin etmiş gibi davranıyor. Bazılarımız çocuklarının geleceği ile endişelenebiliyorlar. Yani, kendisi çocuklarına bir gelecek hazırlamadığı takdirde o çocukların perişan olacağını düşünüyorlar. Oysa haşa ve Kella senin çocukların zaten Salihlerden ise, sen onlara güzel bir terbiye vermezsen Ö. İbn. Abdülaziz gibi Allah salih olanı zayi etmez ne dünyada ne de ahirette. Yok eğer çocuklarına bunu verememişse, eğer çocuklarını kendi gibi marazlı bir şekilde yetiştirmişse, bu düşüncede olanların mal bırakması ve bırakmamanın o çocuklar üzerinde ne olumlu ne de olumsuz bir etkisi olmaz. Çünkü ancak Kuddûs olan Allah tecelli eder, o çocukların malını temizler, o mal da onlar için bereketli olur. İla ahiri..!
Hakeza mesela bakın aynısını kimin için söyleyebiliriz? Böyle bir annenin oğlu olan çocuk, Yani Hz. Musa büyüdüğünde aynı tepkiyi onun da gösterdiğini görüyoruz.
Firavunun ordusu, Hz. Musa’nın ordusu ile karşı karşıya geldikleri zaman Hz. Musa’nın yanındaki insanlar bakıyorlar ki geride deniz var, karşılarında Firavunun çok kalabalık ordusu var.. Hz. Musa’nın yanında ki insanlar içinde bulundukları hale bakıp tabii ki korkuyorlar. Diyor ki Allah;
Felemma terael cem’ani kale ashabu Musa inna lemüdrekûn; (Şuârâ/61) iki ordu karşı karşıya geldiğinde Hz. Musa’nın ashabı dedi ki biz bugün yakalandık. Yani önümüzde ordu arkamızda deniz.
Kale kella, Musa dedi ki asla. inne me’ıye Rabbiy seyehdiyn. (Şuârâ/62) Rabbim benimle beraberdir ve mutlaka benim rabbim bana yol gösterecektir, beni hidayet edecektir dedi.
Ne oldu peki? Normal şartlarda aklın kabul etmeyeceği bir şey oldu Hz. Musa asasını denize vurdu deniz bölündü, Müslümanlar geçti, kâfirler geçmek isteyince Allah onları helâk etti.
Şimdi burada ki iki tavrı görüyorsunuz değil mi. Allah sadece Hz. Musa’ya vaad de bulunmamıştı, hem ona vaadde bulunmuştu, hem de yanındaki Müslümanlara vaad de bulunmuştu. Ben mutlaka size yardım edeceğim, mutlaka kâfirlere karşı sizi üstün kılacağım diye. Bu Allah’ın bütün Müslümanlara vaadidir.
Ordu ile karşı karşıya kaldıklarında birinci tavır Allah’a karşı suizan besleyen, Allah’ın verdiği sözü tutamayacağını düşünen, Allah’a eksiklik nispet eden marazlı kalp. Dediler ki biz bittik önde ordu arkada deniz, nereye kaçacağız diye. İkinci tavır Hz. Musa’nın tavrı nübüvvet menhecinden çıkan tavır. O da dedi ki hayır, rabbim benimle beraberdir ve benim rabbim mutlaka bana yol gösterecektir. Madem bize dedi ben size yardım edeceğim mutlaka yol gösterecektir ve bakıyoruz ki gerçekten akılla bin sene düşünseniz akla gelmeyecek olan bir yöntemle Allah o Müslümanları müşriklerin elinden kurtardı aldı götürdü.
İbn. Kayyım devam ediyor diyor ki, yani birçok örnek veriyor da ben sadece bunlardan bazısını söyleyeceğim. “İhlas ve ihsanla Allah’a kulluk etmesine rağmen Allah’ın kendisine azab edeceğine inanan, günahlarından Allah’a tevbe etmesine rağmen Allah’ın kendisini arındırmayacağına inanan kişi Allah’a karşı suizan da bulunmuş ve Allah’a eksiklik izafe etmiştir.” diyor.
Şimdi bakalım, hepimiz bir takım günahlarla müptelayız, kimimiz mali yönden, kimimiz ailesiyle alakalı, kimimiz şehevi yönden. Ama birçoğumuzun Allah’ın bizi kendisiyle imtihan etmiş olduğu bazı günahlarımız var. Düşünün, bu günahlar bize rahatsızlık veriyor.
Niye günahlar bize rahatsızlık veriyor hiç düşündünüz mü? Çünkü insanın fıtratında Allah’ın Kuddûs olduğu vardır. Yani eksiksiz olan bir Allah eksiksiz bir kulluk ister. Onun için sen günah işlediğin zaman bir kusur işlediğini fıtraten biliyorsun ve fıtraten bundan rahatsızlık duyuyorsun. Yani Allah’a yakışmayan bir davranışta bulunduğunu, Allah’a yakışmayan bir söz söylediğini sen o anda hissetmiş oluyorsun.
Şimdi düşünün günah işlediğiniz zaman ne yapıyorsun o günahtan kurtulmak, uzaklaşmak için? Soru soruyoruz bazen hocalara, kitap okuyoruz bazen, kendimize göre bazı programlar yapıyoruz. Mesela şöyle yapsam böyle olur, herhalde böyle yapsam böyle olur diye birçok yol ve yöntem düşünüyoruz. Ama bir şeye başvurmuyoruz, Âlemlerin rabbi olan Allah. Yani bütün eksikliklerden münezzeh olan ve bizi de bu eksikliklerimizden temizleyebilecek olan, Kuddûs ismi ile bizim hayatımıza tecelli eden Allah’tır. Fakat insan bazen bunu unutuyor, hatta bundan daha kötüsü, daha çirkini İbn. Kayyım’ın söylediği gibi İnsanın günahlarının kendisini helak edeceğine inanıyor da, Allah’ın merhametinin kendisini kuşatacağına insan inanmayabiliyor bazen.
Şimdi kardeşim, senin günahların ne kadar fazla olursa olsun, senin günahın yer ile göğün arasını hepsini kaplasın fark etmez Allah’ın rahmetinden bir parçaya bile tekabül etmez. Allah kutsi hadislerinde diyor;
Ey kullarım bütün yeryüzünde bulunan insanlara sesleniyor Allah. Siz gece ve gündüz günah işliyorsunuz, ben ise bütün o günahların hepsini affederim mağfiret ederim diyor.
Şimdi böyle bir Allah var ve bu Allah eksikliklerden münezzeh, onun için günah işleyen, günahla müptela olan bir insanın en fazla ihtiyaç duyacağı şey Allah’a karşı hüsnü zandır. Yani ben Allah’a sadık bir kalple tevbe eder, Allah’a sadık bir kalp ile yönelirsem şüphesiz ki Allah beni bu günahtan kurtaracaktır diye Allah’a hüsnü zanda bulunması gerekir.
Yine İbn. Kayyım devam ediyor; Allah’a eksiklik izafe etme, suizan dan başka bunlardan bir tanesi de şudur diyor. Kişi Allah için bir şeyi terk ettiği halde Allah’ın ona daha hayırlısını vereceğine inanmamasıdır. Mesela diyelim ki ben bir davetçiyim, birçok yere gidiyorum, insanların sorunlarını dinliyoruz, soru soruyorlar. En fazla karşılaştığımız şeylerden bir tanesi budur. Yani İbn. Kayyım’ın işaret ettiği bu meseledir. Bir tarafta Allah’ın emrettiği bir şey var, bir tarafta insanın içinde bulunduğu bir durum var. Kişi Allah’ın bu emrini yerine getirdiği zaman kişi helak olacağını veya bir takım şeyleri elden kaçıracağına inanıyor da, Allah’ın ona daha hayırlısını vereceğine insan inanmıyor. Yani bu Allah’a eksiklik izafe etmenin en açık hallerinden bir tanesidir.
Mesela bir insan düşünün, gelip ona dediniz ki; biri sana hakaret etti ben de seni müdafaa ettim, patron da beni işten kovdu. Adam da size desin ki benim için kavga edip işten kovulman beni ilgilendirmez. Bu beşerde bile bir eksikliktir öyle değil mi? Birisi size böyle yapsa sen ne biçim adamsın ki ben senin için hayatımdaki bir şeyden oldum sen bana kucak açmıyorsun beni kovuyorsun. Bir şey insanda eksiklikse Âlemlerin rabbi olan Allah’ta hayda hayda eksikliktir. Çünkü Alemlerin rabbi olan Allah akla gelebilecek olan bütün eksikliklerden münezzehtir.
Şimdi mesela bir Müslümanın dükkânında pos cihazı var. Ona bunun haram olduğunu, faizin haram olduğunu anlattığınız zaman dönüp size diyebiliyor ki benim bütün işim kredi kartı pos cihazı üzerine kuruludur. Ben bunu dükkânımdan çıkarırsam benim işim biter. Sen Allah’ın rızası için faizi hayatından çıkaracaksın ve Allah’ta sana daha hayırlısını vermeyecek seni yüz üstü bırakacak öyle mi, yani sen böyle bir Allah’a mı inanıyorsun.
Veya mesela bir bacımız var İslâm olmuş, tevhidi öğrenmiş. İçinde bulunmuş olduğu ortamda İslâm tesettürünü yerine getiremiyor. Ben bunu yaptığım takdirde çok büyük sorunlar yaşarım diyor mesela. Beni evden kovarlar, beni işten kovarlar diyor. Bacım sen hiç Allah’tan korkmuyor musun? Yani sen Allah rızası için bir adım atacaksın, ama Allah seni öyle kendi haline terk edecek, ne halin varsa gör diyecek öyle mi? Sen böyle bir Allah’a mı inanıyorsun. Bundan daha ağır Allah’a eksiklik izafe etmenin bir yolu olabilir mi? Olamaz.
Mesela diyelim Ben bunu birkaç kere anlattım yine söyleyeyim. Burada davete başladığım zaman birçok arkadaşımız genelde teksir işi yapıyor. Birçoğunun teksir dükkânında da işte müzik var, kadın var ve adeta bu teksirin olmazsa olmazı olmuş. Yani, kadın olmazsa, müzik olmazsa teksir dükkânı yürümez gibi. Ben böyle anlatınca bu mümkün değil dediler. Yani bunlar haram ama biz bunları bırakırsak işi de kapatmamız lazım. Ben de birçok kardeşe dedim ki siz Allah için bunu terk ettiğiniz zaman Allah’ın sizi yüz üstü bırakacağını mı düşünüyorsunuz, Vallahi Allah size daha hayırlısını nasip edecek. Allah’a hamd olsun birçok kardeş dükkânından Allah’ın bu haram kıldığı şeyleri çıkardı, açta kalmadılar, açıkta da kalmadılar. Hatta benim gördüğüm Allah birçoğuna önceki halinden daha fazla kendilerine lütufta bulundu. Yani verdi de verdi.
Onun için Allah’a karşı suizan beslemek, ona eksiklik izafe etmenin yollarından bir tanesi de kişinin çok hayırlı olan bir şeyi Allah için terk ettiği zaman, yani hayatında ona fayda sağlayan bir şeyi terk ettiği zaman yüz üstü kalacağına, rızkının azalacağına veya ortada kalacağına kişinin inanmasıdır. Allah’ı bu itikattan tenzih edelim.
İbn. Kayyım birçok örnek verdikten sonra diyor ki sen insanların genel haline bakarsan eğer Allah’ın rahmet ettikleri müstesna onların çoğunun Allah’a karşı suizan beslediklerini ve Allah’a eksiklik izafe ettiklerini görürsün. Birçok insan diyor dili ile bunu ikrara etmese bile onun lisan-ı hali şöyle der. Benim rabbim hak ettiğimi tam anlamıyla vermemiştir, benim rabbim bana zulmetmiştir, Allah’ın ona takdir etmiş olduğu hayata rıza göstermez. Rızık anlamında olsun eş anlamında olsun, çocuk anlamında olsun fark etmez.
Birçok insana desen ki sen Allah’ın kaderine itiraz ediyorsun, Allah’a eksiklik izafe ediyorsun. Allah’ın öyle bir Allah olduğunu söylüyorsun ki senin hakkını tam anlamıyla sana vermemiştir desen belki seni döğer yani. Yani sen ne biçim konuşuyorsun der, haşa bu küfürdür der. Ama İbn. Kayyım birçok insanın kalbini teftiş ettiğin zaman göreceksin ki Allah’a karşı suizan besliyor ve Allah’a eksiklik izafe ediyor. Sonrada bize bir tavsiye de bulunuyor. Diyor ki sen nefsini teftiş et Allah’a karşı var olan suizanlarından, O’na nispet ettiğin eksikliklerden dolayı tevbe et ve eğer bir şeye suizan besleyeceksen bütün kötülüklerin anası ve toplandığı yer olan nefsine karşı suizan besle, bütün eksiklikleri ona izafe et, Âlemlerin rabbi olan Allah’a değil.
El Kuddûs olan Allah kendisi temiz olduğu gibi kullarını da temizlemek ister ve kullarından da rablerine takdim ettikleri amelleri temizleyip rablerine takdim etmelerini ister. Allah; Peygamber AS. ailesine seslenirken;
innema yürıydullahu liyüzhibe ankümürricse EhlelBeyti ve yütahhireküm tathiyra. (Ahzab/33)
Ey ehlibeyt Allah sizden pisliği kötülüğü gidermek ve sizi tam bir temizlikle temizlemek ister.
Demek ki Allah sevdiği, salih olan kulları nasıl ki kendisi eksikliklerden münezzehtir, tertemizdir rabbimiz, paktır, Aynı şekilde kullarından sevdiklerini de Allah temizlemek istiyor.
Bir grup insan da var ki Allah onlara;
ülaikelleziyne lem yüriydillâhu en yutahhire kulubehüm. (Maide/41)
Allah bunların kalplerini temizlemek istemiyor.
Şimdi iki sınıf insan var temizlik, temizlik..! Kuddûs olan Allah’ın yeryüzüne Kuddûs isminin tecellisidir. Bazılarını Allah bu ismi ile temizlemek istiyor, bazılarının ise kalplerini Allah temizlemek istemediğini söylüyor. Şimdi sen de bu iki insandan birisin, hepimiz. Ya Allah’ın kendisi için temizlik dilediği kullarındansın, ya da Allah’ın ben bunun kalbini temizlemek istemiyorum dediği kullarındansın. Onun için sürekli el Kuddûs ismi ile Allah’a teveccüh etmemiz lazım.
Ya rabbi kalbimizi, zihnimizi, amellerimizi sana takdim ettiklerimizi, kardeşlerimize takdim ettiklerimizi el Kuddûs isminle temizle, sana layık bir hale getir ve ondan sonra bizden kabul et dememiz lazım. Bu bizim Allah’ın Kuddûs ismine karşı sözlü olarak yapabileceğimiz bir duadır.
Peki, sözlü dua yeterli midir? Yaptığımız birçok derste şunu anladık ki bir insan amelleriyle sözünü desteklemezse mücerret olarak elini kaldırıp Allah’a dua etmesi hiçbir şey ifade etmez. Yani diyelim mesela sen ne yapıyorsun? Elini kaldırıyorsun sabah, diyorsun ki senden temiz olan bir rızık talep ediyorum. Peygamber AS. ın yaptığı gibi. Sonra elini yüzüne sürsen, yastığı koyup yorganı da üstüne çeksen saat bire, ikiye kadar yatsan şimdi sen Allah’a dua mı etmiş oldun. Sen Allah’a dua etmedin, haşa (adeta emrettin). Ama duanı ettikten sonra Bismillah der evinden çıkar üstüne düşen çabayı gösterirsen ondan sonra dersin ki ben hem sözlü duamı ettim Allah’a, hem de fiili duamı ettim sabah kalktım evden çıktım rızkımı aramak için.
Allah diyor ya yeryüzünde yayılın, rabbinizin fazlından arayın. Ben de Rabbimin fazlından aradım dersen tamam şimdi oldu. Ama sen dediğim gibi duanı ettikten sonra yorganı kafana çeker bire, ikiye kadar yatarsan bunun adı dua olmaz.
Şimdi biz de elimizi kaldırdık dedik ki ya rabbi el Kuddûs isminle bizim zihnimizi, kalbimizi, akidemizi, amellerimizi, kardeşlere karşı sorumluluklarımızı bizden sadır olan bütün amellerimizi temizle dedik. Sonra ne yapacağız? Sonra biz de bir çaba içine gireceğiz. Yapmış olduğumuz amelleri temizlemek için bir çabamız olacak ki kavli ve fiili dua bir araya gelmiş olsun. Bunun da başında ne gelir? İhlas ile Allah’a kulluk etmek gelir.
Bakın birgün sahabenin bir tanesi Peygamber AS. a geliyor. Diyor ki ey Allah’ın Resulü şöyle bir adam hakkında ne dersin? Allah yolunda savaşıyor, hem ecir almak istiyor Yani hem Allah’ın rızasını gözetiyor hem de bir taraftan da insanların onu övmesini, insanların onu tanımasını, insanların onu zikretmesini istiyor.
Şimdi adamın niyetinin temelinde Allah rızası var, ihlasla çıkmış Allah yoluna. Fakat gittikten sonra arada bir diyor ki Tamam Allah’ın rızasını kazanalım, fakat Müslümanlar da biraz bizi övsünler, biraz da övgülerinden pay alalım. Böyle bir adam hakkında ne dersin ey Allah’ın Resulü?
Peygamber A.S. üst defa üst üste diyor ki ya şey’e lehu, ya şey’e lehu, ya şey’e lehu. Ona hiçbir şey yoktur, Ona hiçbir şey yoktur, Ona hiçbir şey yoktur. Allah amellerden sadece Allah için yapılan ve Allah’ın rızası umulan amelleri kabul eder. Bunun dışında hiçbir ameli Allah kabul etmez diyor. Kardeşlerim, amellerimizi riya şirkinden temizleyelim ki, Allah ta Kuddûs olan ismi ile bizim temiz olan amellerimizi kabul etsin ve bize bununla muamele etsin.
Meselâ düşünün siz amellerinizi temizlemediniz, yani önemsemediniz çok fazla. Yaptınız, yaptınız ama hiç temizliğine dikkat etmediniz. Ki bu insan için olabilecek en büyük hüsrandır. Yani evinden çıkarken ayakkabısının temizliğine dikkat ediyorsun, elbisenin temizliğine dikkat ediyorsun, saçının sakalının temizliğine dikkat ediyorsun. Niye? Senin gibi aciz olan insanların içine çıkacaksın seni beğensinler diye, hepsi bu. Başka bir sebebi var mı? Hiçbir sebebi yok, bizden hoşnut olsunlar bizi beğensinler diye.
Peki, sen hiç mi Allah’tan korkmuyor Allah’tan utanmıyorsun, yarın Allah seni karşısına aldığında senin elbisen senin amellerin olacak. Sen bu amellerini temizlemediğin zaman riyadan Allah size nasıl muamele edecek biliyor musun?
Biliyoruz, Allah resulü bunu haber vermiş. Allah’ın kıyamet gününde bazı nidaları olacak, bunlardan bir tanesi de; “Ben şirke ihtiyacı olmayanım. Kimsenin ameline kattığı ortaklığa ihtiyacım yoktur. Kim amel yapar ve bu amelinde benimle beraber başkalarının rızasını da katarsa işin içine, ben onu da onun amelini de terk ettim.” Diyecek. Bu İ. Müslüm’ün rivayeti. Başka hadis imamlarının lafzında biraz daha tafsilat getiriliyor diyor ki; Kul içerisine riya kattığı, temizlemediği ameliyle Allah’ın huzuruna gelecek. Diyecek ki; “Git bu ameli dünyada iken kimin için yaptıysan ecrini de o sana versin. Ben içerisine şirk bulaşmış bir amele ecir vermem.”
Onun için bizim amellerimizi temizlememiz, bu hani böyle olsa da olur, olmasa da olur cinsinden değil, olmadığı zaman bizim dünyamızı da ahiretimizi de karartacak olan şeylerdendir. Bugün biz birçok yaptığımız amelin bereketini hissetmiyoruz. Mesela birçoğumuza sorduğumuz zaman bize şunu söyler;
Beş vakit namaz, hepimizin zaruri olarak günde en asgari Allah’a yaptığımız kulluk biçimidir. Peki, sorsanız deseniz ki sen bu amelleri yaptığın zaman kulluğun tadını alıyor musun, gerçekten bunu hissediyor musun? Dediğiniz zaman çoğu hayır diyor. Yani namaz kılıyorum ama o eski Salihlerin namazında anlatılan şeyler, sanki bizden çok uzak olan şeylermiş gibi geliyor.
Niye acaba, haşa bizim rabbimiz eksik bir Allah mı? Yani siz namaz kılın ben bunun karşılığını size vereceğim demesine rağmen biz namaz kıldığımız halde b unun karşılığını bize vermiyor mu? Böyle değil, böyle bir şey olamaz. Sen kendi amelini temizlemediği için Allah’ın Kuddûs ismi senin ameline tecelli etmiyor, senin amelini de Allah temizlemediği için sen kendi amelinin bereketinden istifade edemiyorsun. Allah’a kulluk yapıyorsun, uğraşıyorsun, koşturuyorsun çabalıyorsun, ama bir müşriğin anlattığı stresin aynısını sen de yaşıyorsun. Yani düşünün Allah Teâlâ ayeti kerime de diyor ki;
Ve men a’reda an zikrİY feinne lehu me’ıyşeten danken. (Taha24)
Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona dar bir hayat vardır diyor Allah.
Şimdi bu dar hayattan biz ne anlamalıyız? Ya rızık darlığı olarak anlamalıyız Allah dünyayı daraltacak, ya da kalp darlığı olarak anlayacağız. Allah onun kalbini daralttıkça daraltacak, sürekli stres içinde olacak. Bu dünya darlığı olamaz, çünkü bütün kâfirler Allah’ın zikrinden yüz çevirmiş vaziyetteler ama Allah sürekli onlara verdikçe veriyor. Demek ki bu dünya darlığı değil. Geriye ne kalıyor? Allah’ın zikrinden yüz çevirenin kalbi dardır, huzursuzdur, mutsuzdur, hayattan da lezzet almaz, ibadetlerinden de lezzet almaz. Evinden de lezzet almaz çocuklarından da lezzet almaz. Dünya adına yaptıklarından da lezzet almaz, uhrevi olarak yaptıklarından da lezzet almaz. Bu Allah’ın bir cezasıdır.
Şimdi Müşrik dese ki ben stres içindeyim, bunalım içindeyim. Diyeceğiz ki tamam Allah’ın zikrinden yüz çevirmiş Allah’ta onu cezalandırıyor. Peki Müslüman aynı şeyi söylediğinde nasıl anlayacağız? Çünkü Allah müşriğin amelini kabul etmediği gibi, Müslüman olup ta ameline riya bulaştıran adamın amelini de kabul etmez. Kabul etmeyince de Allah ona bereket vermez, bereket vermeyince de o ameller göz aydınlığı olup kalp huzuruna dönüşmez. Sadece bizim üzerimize bir yük bizim sırtımıza bir kambur olur ve sırtımızı kırar gider. Onun için amellerinizi temizleyin Çünkü Allah temiz olmayan amelleri kabul etmek istemiyor. Allah eksiksiz tam olan amelleri kabul ediyor.
İnsanoğlunun yeryüzünde ki kıssası neyle başlıyor, Allah’a takdim ettiği ameli temizleyenle temizlemeyenin kıssası olarak başlıyor. Allah Maide suresinde; -hatırlarsanız Kur’an kıssaları dersinde bunu uzun uzun anlatmıştık-
Vetlü aleyhim nebeebney Ademe BilHakk. (Maide/27)
Onlara Âdem’in iki oğlunun kıssasını hak bir şekilde anlat. Neydi, Âdem’in iki oğlunun kıssası;
iz karreba kurbanen fetukubbile min ehadihima ve lem yütekabbel minel ahar. İkisi beraber Allah’a bir kurban takdim ettiler, Allah onlardan birinin kurbanını kabul etti, ötekininkini ise kabul etmedi. Kurbanı kabul edilmeyen öfkelendi, kinlendi hasetlendi.
kale leaktülenneke, dedi ki seni öldüreceğim. Kardeşi de dedi ki;
kale innema yetekabbelullahu minel müttekıyn. Allah ancak muttaki olan kullarından, yani amellerini arındırarak Allah’a takdim edenlerin amellerini kabul eder, onların dışındakilerin amellerini kabul etmez.
Medine de Ahsab-ı Suffa var, mescitte yatıp kalkıyorlar, genç insanlar bunlar. Tabii bunların yiyecekleri yok, evleri yok. Peygamberimiz Müslümanlara diyor evlerinizden yiyecek getirin, bunlar da rızıklansınlar buradan.
İnsanlar getiriyorlar hurma dallarını koparıp mescide asıyorlar, onlarda ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bazıları akıllılık yapmak istiyor. Bizim günümüzde de Yahudi mantıklı infak ehli var maalesef aramızda. Ne yapıyorlar? Gidip hurmaların en çürüğünü topluyor, getirip mescide asıyor.
Sen kendini ne zannediyorsun, Sen Allah’ı ne zannediyorsun. Allah senin malının çürüğünü çarığını kabul edeceğini mi düşünüyorsun. Sen o amelinde Allah’a ayırmış olduğun hayatın en köşesine itilmiş kısmı Allah’ın kabul edeceğini mi düşünüyorsun yani. Allah ayet indiriyor;
Ya eyyühelleziyne amenû enfiku min tayyibati ma kesebtüm. (Bakara/267)
Ey iman edenler kazandıklarınızın en temiz olanlarından Allah’a infak edin. Yani mal kazanmışsanız çürüğünden çarığından değil, sizin için en değerli olan hangisi ise malınızdan onu infak edin.
ve lâ teyemmemül habiyse minhu tunfikune ve lestüm Bi ahıziyhi illâ en tüğmidu fiyh Sakın mallarınızın kötülerini araştırıp bunları infak etmeyin, size verildiği zaman isteksizliğinizden gözünüzü kapatarak alacağınız malları getirip Allah yolunda infak etmeye kalkmayın. Diyor.
Mesela bir örnek. Eşyaya köle olan insanlar var biliyorsunuz. Deseniz bu adam neyin kuludur? Hadiste varid olduğu gibi dinarın kulu, dirhemin kulu, kadifenin kulu diyor ya. Görüldüğü gibi kadifeye kul olmak var. Adam gitmiş 4.000, 5.000 tl vermiş koltuk takımı almış. Yahu arkadaşım sen onun kölesi misin, sen onun için mi yaşıyorsun. Onu aldıktan sonra, mesele o değil bunu bir kenara koyalım. İnsanların üzerinde oturacakları halıları yok, insanların üzerinde yatacakları yatakları yok, insanların üstlerine giyecekleri elbiseleri yok. Biz bir ümmet olduğumuzu söylüyoruz, senin kardeşin evlenemiyor, evlenemediği için göz zinasına düşüyor, el zinasına düşüyor. Niye? Eşyası yok. sen üç sene de beş sene de bir evinin bütün eşyalarını yeniliyorsun, senin kardeşin eşya alamadığından ötürü zina yapıyor. Şimdi sen bununla İslâm kardeşisin öyle mi? Böyle bir kardeşlik söz konusu olamaz.
Bunu yaptı, bundan yana sorun yok. Kırılmış, dökülmüş, normalde tamire götürsen tamirci; “Abi bunu eskiciye satsan daha karlı çıkarsın, çünkü tamir parası bunun yenisinden daha pahalıya çıkar” dediği malı da utanmadan sıkılmadan Alemlerin rabbi olan Allah’ın meseleleri anlamadığını düşünerek getiriyor bir de pişkin pişkin ben bunu Müslümanlara infak ediyorum diyor. Allah’ın senin böyle bir malına ihtiyacı mı var? Sen zannediyor musun Allah bizden kırığı döküğü, hayatımızdan çöpe atmayı düşündüğümüzü Alla bizden istiyor.
Hayır kardeşlerim, malımızı infak ederken, vaktimizi Allah’ın dinine infak ederken, çocuklarımızı Allah’ın dinine infak ederken ne yapmamız lazım el Kuddûs olan Allah’a, bütün eksikliklerden münezzeh olan Allah’a verdiğimiz bilinciyle hareket ederek en güzelini, en temizini, vaktimizin en değerlisini getirip rabbimizin önüne getirip koymamız lazım ve ondan sonra O’nun bizim amellerimizi kabul edebileceğine dair hüsnüzan sahibi olmamız lazım. Ama biz Adem’in iki oğlundan bir tanesi gibi kendimize Yahudi zekasıyla zeki olmaya kalkarsak çöpe gitmesi gereken malı getirir rabbimize verir ve infak yaptığımızı düşünürsek Allah muhafaza, bizim inandığımız Allah böyle bir Allah değil. O Kuddûs tur, bütün eksikliklerden münezzehtir, hamdlerin en güzel en yüce olanına layıktır. Amellerin de en temiz ve pak olanına layıktır.
Bu konuyu uzatabiliriz, yani amelleri temizlemek, Allah’ın Kuddûs olması, her şeyin en güzeline layık olması gibi konuları. Bunu bir kenara bırakıyorum,
Şimdi teorik olarak anlatılanlardan sonra belki şöyle bir soru aklımızda canlanabilir; Aslında biz bunları biliyoruz, Mesela hoca efendi dese ki Sen amelinin kötüsünü Allah’a takdim eder misin dese haşa deriz. Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Ama hayatın içinden bir takım örnekler hatırlatıldığı zaman İbn. Kayyım’ın dediği gibi görüyoruz ki hem Allah’a karşı suizanda bulunmuşuzdur, hem eksiklik izafe etmişizdir, hem amelimizin, vaktimizin en kötü tarafını Allah’a vermişiz.
Bu neden kaynaklanıyor? Bu şundan kaynaklanıyor, çünkü kalben bir çoğumuz maalesef Allah’ın eksikliklerden münezzeh olduğuna yakınen inanmıyoruz. Çünkü Allah kendisinin eksikliklerden münezzeh olduğunu bize nasıl öğretmiştir? İki şeyle öğretmiştir. Bir Allah’ın kevni ayetleri vardır, bir de şer’i ayetleri vardır. Şer’i ayetlerden kast ettiğimiz nedir? Allah’ın kelâmıdır, Kur’an ı kerimdir. Kevni ayetlerden kast ettiğimiz nedir? Allah’ın yaratmış olduğu şu kâinatta ki düzen, nizamdır.
Peki, Kur’an ı kerim de Allah bize şöyle mi diyor? Ey kullarım bilin ki ben bütün eksikliklerden münezzehim. Hayır, böyle bir ayet yok Kur’an ı kerimde. Ne yapıyor peki Allah Onlar Allah’ın kitabını düşünmezler mi diyor. Onlar yerin ve göğün yaratılışına bakmazlar mı diyor, onlar semaya bizim dizdiklerimizi görmezler mi diyor. Dağları, nehirleri, yıldızları anlatıyor. Ayın, yıldızın ve güneşin nasıl bir dizilimle dizildiğini ve nasıl bir yörünge de aktığını aktarıyor.
Bunların hepsini niçin yapıyor rabbimiz? Bunların hepsini biz O’nun büyüklüğünü ve azametini tanıyalım, O’nun yarattıklarında hiçbir eksiklik olmadığını görelim ve bu da bizi kalben inanmaya sevk etsin diye diye yapıyor Allah.
Kur’an ı kerim de Allah’ın müşrikleri özellikle kınadığı iki özellik var; biri Allah’ın ayetlerini düşünmemeleri, yani Allah’ın kitabını tefekkür ve tedebbür etmemeleri, biri de Allah’ın kâinatta yaratmış olduğu ayetleri düşünmemeleri. Bugün biz Müslümanların da bu zemden, uyarısından maalesef nasibimiz var.
Kendi kendimize soralım; Kâinatı ne kadar tefekkür ediyoruz, mesela dağlar üzerinde ne kadar tefekkür ettik, denizler ve denizlerin içerisinde ki canlılar üzerinde ne kadar tefekkür ettik. Allah’ın semada yarattıklarını ne kadar tefekkür ettik. Muhtemelen birçoğumuzun vereceği cevap –Allah’ın rahmet ettikleri müstesna- ya hiçtir ya da çok azdır. Bu olmadığı zaman böyle ders dinleyerek, kitap okuyarak, kendi kendimize Allah’ın bazı isimlerini slogan haline getirerek biz Allah’ın büyüklüğünü ve bütün eksikliklerden münezzeh olduğunu anlayamayız. Bunun tek yolu vardır Allah’ın Kur’an ı kerim de bize anlattığı kâinatı tefekkür etmektir. Bizi Allah’ın büyüklüğüne ve azametine götürecek tefekkür, yapmış olduğumuz birçok ibadetten daha hayırlıdır.
Niçin? Rabbimizi hakkıyla tanıyabilmek adına başta benim kendi nefsime, sonra siz kardeşlerime tavsiyem Allah’ın kâinatta yaratmış olduğu ayetleri üzerinde tefekkür edelim, bunları düşünelim. Eski insanlar döneminde adamın ne yapması gerekiyordu? Oturup kendi kendine göklere, yıldızlara bakıp bir şeyler çıkarması gerekiyordu. Bugün Allah’a hamd olsun böyle bir şeye de gerek yok öyle kitaplar, öyle çalışmalar yapılmış ki Allah’ın yarattıklarındaki o sanatı, o incelikleri anlatan mucizelerini bize gösteren binlerce, on binlerce eser, on binlerce çalışma var. Bunlara bakıp kâinatı tefekkür ettiğimizde belki kâinatta ki her şey bizi Allah’ın Kuddûs olduğunu, eksikliklerden münezzeh olduğunu bize gösterecek. Ama maalesef şeytan bizimle tefekkür arasına sürekli duvar örüyor.
Bugün bir Müslümana dese ki tefekkür mü etmeyi tercih edersin der dinleyip kitap okumayı mı? Ya ders dinlemeyi der ya da kitap okumayı der neyi tefekkür edeceğim der. Ben hatırlıyorum ceza evinde bir kardeşe bununla ilgili biraz nasihat ettim, bana dedi ki iyi de hocam neyi tefekkür edeyim. Şimdi bundan daha acı bir söz olabilir mi, adam kâinattan neyi tefekkür edeceğini bilmiyor daha. O kadar Allah’ın ayetlerinden ve Allah’ın büyüklüğünden uzak.
Onun için Allah’tan korkalım, Allah’ın bize kendisini tanıtmış olduğu yollara tevessül edelim, Allah’ın yaratmış olduğu ayetleri, -hem kevni, hem şer’i- hakkıyla tefekkür edip rabbimizin azametini kalbimize kabul ettirelim. Göreceksiniz ki kalben bu kabul edildikten sonra biz de, bizden önce yaşayan salih insanlar gibi itikadında ve amelinde istikamet üzere olan insanlardan olacağız. Allah’tan temennim el Kuddûs ismiyle akidelerimizi şirkten, bid’atten ve amellerimizi riyadan, minnetten insanlara eziyet etmekten, insanlara duyurmaktan temizlemesidir. Bütün amellerimizi el Kuddûs ismiyle kemdi katına yüceltmesi ve kendi katında bereketlendirmesidir.
Allahümme amin, “Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn” (Yunus/10)
Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır. (Ebu Hanzala
