“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Allahümme amin..!
Değerli Kur’an dostları rabbimize bu gök sofrasını önümüze açtığı için hamd ettikten sonra Casiye suresiyle tefsirimize devam edeceğiz. Suretül Casiye mushafın 45. suresi nihai yargıdaki tezellülü ifade eden casiye ismini 28. ayetinden almış. İnsanlar Allah’ın huzuruna muhakeme edilmek için çıktıklarında yer yüzünde ki tekebbürlerini terk etmiş, dikmelerini bırakmış, kafalarını eğdirmiş, yerlere çömelmiş, tabir caizse Allah’ın azamet ve heybeti karşısında ve kendi küçüklükleri ve yetersizliklerini bilerek yerle bir olmuş halde çıkacaklar. Sure ana fikrine uygun olarak bir isim almış.
Casiye suresi Mekki. Ha mim ailesinin 6. suresi. Ailenin tüm sureleri gibi Casiye suresi de konu bütünlüğüne sahip bir iç bütünlüğü var. Hem sıra, hem zaman ve hatta hem de içerik olarak, muhteva olarak bir önceki Duhan suresinin devamı niteliğinde.
Nüzul sıralamasında İbn Abbas’ın tasnifine göre 62. sırada. Cabir Bin Zeyd’in tasnifine göre 64. sırada, Hz. Osman’ın sıralamasına ise 65. sırada yer alır.
Surenin konusu adına da yansıdığı gibi nihai yargı ile ilgilidir. İnsanoğlu bir gün hayatının hesabını verecek. Rabbinin huzuruna çıkacak ve yaptıkları bir bir orada kayda alınmış bir halde kendisine izlettirilecek. Sure ahirete iman üzerine inşa edilmiş. Kişide eylemlerinin sorumluluğunu üstlenecek bir bilinç inşasını amaçlıyor.
Casiye suresinin ilahi bir inşa projesi olan vahiyle başlaması ilk değil. çünkü Ha va min, yani ha mim ailesi hep, hemen hemen öyle başlıyor. Sadece vahye değil, vahyin kaynağına, vahyin taşıdığı mesajlara atıfla başlıyor bu sure. Devamında İsrail oğulları kıssasının Duhan suresinde ki kaldığı yerden devam ediyor. Duhan suresinde bu kıssa Hz. Musa’nın Firavuna tebliğini işlemişti. Ama bu surede İsrail oğullarına tebliğini işliyor ve tabii bu tebliğe karşı İsrail oğullarının Yahudileşme eğilimine imaları da dile getiriliyor.
Peki neden İsrail oğullarının Yahudileşme eğilimine ima da bulunuyor? Muhataplarının tamamına siz de, size gelen vahye İsrail oğullarının kendilerine gelen vahye davrandığı gibi davranırsanız, siz de Yahudileşirsiniz diyor.
Peki tedbiri var mı? Buna karşı ne yapmak lazım sorusunu sorduğunuzda cevabını veriyor. Vahyin inşa ettiği bir bilinç. Tedbir bu. Çünkü Hazâ basâiru lin Nas (20). Evet herhalde berceste ayetidir surenin bu ayet. Bu vahiy insanlık için bir bilinç kaynağıdır. Basâirdir, bir basiret, bir iç görü, bir yürek gözü kaynağıdır. İnsanların yüreklerinde ki göz ancak vahiy ışığı sayesinde görür. Bunu söylüyor. Ve son söz insan tüm varlığını rabbine borçludur. Sure insanın rabbine borçlu olduğunu hatırlatarak ve Hamdi hatırlatarak son buluyor. Bu kısa girişten sonra suremizin tefsirine geçebiliriz.
[Ek bilgi; Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır :
1- Allahü Teâlâ'nm varlığını, kudret ve azametini gösteren hilkat eserlerine nazarları celb etmek.
2- îlâhî âyetlerin ehemmiyetine ve onlara karşı kâfirlerin aldıkları tavır.
3- İsrailoğullarma verilen ilâhî ihsan ve bilâhare onların nankörlüklerine işaret.
4- Kıyamet gününün dehşeti ve o gün insanların amel defterlerinin kendilerine şehadet edeceğini ihtar.
5- Mü'minlere âhirette nail olacakları nimetleri tebş'r.
6- Kıyamet günü kâfirlerin uğrayacakları azabı ihtar.
7- Allahü Teâlâ'nın azametini, bütün varlıklar üzerindeki hâkimiyetini, kudret ve hikmetini beyan. (Ebül-l Leys Semerkandi – Tefsir-ül Kur’an)]
Rahman, Rahiym olan Allah adına.
1-) Haa, Miiiym;
Ha, Miiim. (A.Hulusi)
01 – Hâ, mîm. (Elmalı)
Haa, Miiiym mukadda harfi, bu sure ile birlikte kendisinden önceki 5 surenin de başında bulunan bu harfler, daha önce de defaatle dile getirdiğimiz gibi 36. çeşit yoruma konu olmuş. Kur’an da geçtiği hemen tüm yerlerde, hatta kesin konuşalım 25 yerde doğrudan vahye atıf olarak, 3 yerde de dolaylı olarak vahye atıf ile başlayan surenin başında gelir. Tamamı 28 sure, yani harflerin sayısı kadar gelir. lam elifi harf değil de birleşik bir kombinezon saymamız gerektiğini düşünürsek. Yine bu harfler 1 ile 5 arasında harfler içerir. Tıpkı Arap dilinde ki kelime sayılarında olduğu gibi. Arap dilinde tüm kelimeler 1 den 5 e kadar harf taşırlar. Daha fazlası yoktur.
Dolayısıyla bu harflerin verdiği mesaj, yani bu rumuzların bize ima ettiği şey; Allah size öyle bir vahiy indirdi ki bu vahyin başı göktedir, manası göktendir. Fakat bu manayı ayakları yerde olan, yani insanoğlunun konuştuğu bir dilin içine yerleştirdi. İşte şu sizin bildiğiniz harflerin içine onlardan oluşmuş kelimelerin kalbine bu manaları ilka etti, inzal etti anlamını taşır. Ama son tahlilde Hz. Ebu Bekir’in görüşünü dile getirmek en doğrusu; Her kitabın bir sırrı vardır, Bu kitabın sırrı da mukadda harfleridir.
2-) Tenziylül Kitabi minAllâhil ‘Aziyzil Hakiym;
Bilginin tenzîli (tafsile indirme), Aziyz, Hakiym Allâh’tandır! (A.Hulusi)
02 – Kitab indirilmek o azîz, hakîm Allah dan. (Elmalı)
Tenziylül Kitabi minAllâhil ‘Aziyzil Hakiym bu ilahi kelamın indirilişi yüceler yücesi ve sonsuz hikmet sahibi Allah katındandır.
3-) İnne fiys Semavati vel Ardı le âyâtin lil mu’miniyn;
Semâlarda ve arzda, iman edenler için işaretler vardır. (A.Hulusi)
03 – Her halde Göklerde ve Yerde mü’minler için âyetler var. (Elmalı)
İnne fiys Semavati vel Ardı le âyâtin lil mu’miniyn elbet göklerde ve yerde inanmaya gönüllü olanlar için mesajlar, ibretler, ayetler, hikmetler vardır. Yani O’nun mesaj vermesi, O’nun bu kitabı, ya da bu vahyi indirmesi yeni bir şey değildir. Yer ve gök O’nun mesajıyla dolu açık bir kitaptır. İman etmeye gönüllü olan herkes, her yerde O’nun ayetlerini görür. Okuyabilen bir gözün varsa ey muhatap, aslında senin ayetle buluşman için bu kitabın inmesi gerekmiyor. Şöyle etrafına bak, ayetten başka bir şey görecek misin. Yaratılış mesajdır. Zımnen şunu söylüyor bu ayet; Şu varlık dünyasını inkar etmiyorsan eğer, kitabın ayetlerini de inkar etmemelisin.
Tersinden; Eğer kitabın ayetlerine inkâr etmeye yelteniyorsan haydi şu varlık dünyasını da inkar et. Aslında Allah’ın satırlara yazılı ayetleri, Allah’ın kainat ayetlerinden bağımsız değildir. Bak hep birbirine atıf yapıyorlar. O nedenle;
Senüriyhim âyâtina fiyl afakı ve fiy enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk. (Fussilet/53) işte bu ayette her şey ifade edilmiş. Biz onlara ayetlerimizi afakta, kozmosta, kainatta, dışlarında, etraflarında, çevrelerinde ve enfüste. Afak ve enfüs; Yani içlerinde, iç dünyalarında, yüreklerinde, kendilerinde, bedenlerinde hatta, göstereceğiz ki onlar bunun bir hakikat olduğunu açıkça anlasınlar. Afak ve enfüsteki ayetler, Fussilet suresi bundan söz ediyor. Afak ayetleri dış dünya, enfüs ayetleri iç dünya.
Bu ne anlama geliyor? Ey insan sen de Allah’ın yer yüzüne nazil ettiği bir kitapsın. Onun için Adem’in inişinden söz eder Kur’an Adem kıssasını anlatırken. Adem’in inişi, yani cennetten inişi aslında vahyin gökten inişine benzer. Adem yer yüzüne ilahi bir kitap olarak indi. Adem iki ayaklı vahiy idi. Sen de vahiysin, Ademoğlusun. Dönüp kendini okudun mu hiç? Kendini merak ettin mi, kendini okumaya kalktın mı, eğer bunu yapsaydın bir yol kılavuzuna, bir prospektüse, bir reçeteye ihtiyaç duyacaktın kendinle ilgili bir prospektüs. Kullanma kılavuzu. Eğer kendini merak etsen buna ihtiyaç duyacaktın, buna ihtiyaç duysan vahyin kapısına varıp duracaktın. O zaman; Ya rabbi bu muhteşem şaheseri yaptın, peki bir sanatkar, bir şaheser ortaya koyarda kullanma kılavuzunu yazmaz mı? Sen de yazmışsındır Allah’ım. O zaman ben kullanma kılavuzuna uygun olarak beni tanıyacağım dersin. İşte insanın yer yüzüne indirilmiş bir kitap olması neyse vahyin yer yüzüne indirilmesi de o. Aslında tohumla toprak buluştu.
Aslında yağmurla toprak buluştu, aslında etle tırnak buluştu. Başka bir şey yok. Bu ikisi birbirinindi. İnsan olmasa vahiy, vahiy olmasa insan olmazdı. Allah canlı vahye, satırlarda ki vahyi gönderdi. Yani Allah vahyi vahye gönderdi. Vahyi vahye indirdi.
4-) Ve fiy halkıküm ve ma yebüssü min dabbetin ayatün li kavmin yukınun;
Sizin (insanlar – bilinçler) yaratılışınızda ve hayvanları (ırkları) türlendirmesinde, yakîn sahibi topluluk için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)
04 – Hayvanâtı tenevvü’ ettirip üreterek sizi yaratmasında da yakîn edinecek bir kavim için çok âyetler var. (Elmalı)
Ve fiy halkıküm ve ma yebüssü min dabbetin ayatün li kavmin yukınun hem sizin yaratılışınızda Ve fiy halkıküm. Hem de O’nun yer yüzünde yaydığı diğer tüm canlı varlıklarda gönülden inanacaklar için li kavmin yukınun, gönülden inanacaklar için mesajlar, ibretler, ayetler vardır.
Enfüsteki ayetler, canlılar içinde insanın seçkin boyutunu ima ediyor. Nedir canlılar içinde insanı seçkin kılan? Dabbe, tüm canlılar, ama siz ve tüm canlılar diyor. Demekki canlılardan bizi ayırıyor. Ama biz de canlıyız. Biz de canlıyız ama canlı biz değil. O zaman bizi canlılardan ayıran ve fiy halkıküm dediği, siz dediği bizi canlılardan ayıran bir husus var.
İşte o akıl. Allah insanla konuştu, aklına hitap etti, iradesine hitap etti. Bu yüzden konuştu. Yani diğer canlılara bize indirdiği gibi vahiy indirmezken, bize özel muamele yaptı. Özel davrandı ve vahiy gönderdi. İnsan afak kitabına inmiş bir canlı vahiydi. Kur’an ise enfüsi bir kitaba inmiş bir vahiydir sözü var. Yani söz ayetleri insan ayetlerine inmiş oldu.
İkan ayetleri, iman ayetlerinden farklı olarak, farkında mısınız 3. ayet lil mü’miniyn diye bitiyor. 4. ayet ise li kavmin yukınun diye. İman edenler, ikana erişmek isteyen toplum. Nedir fark? Lil mü’miniyn; iman bireysel bir hadise öncelikle. Ama li kavmin yukınun. İkan ise toplumsal boyutu da olan, yani gönüllülük esasına dayanan, yani kitlenin sürü psikolojisine uymak için değil, gönüllülük esasına dayanan bir ikan, bir ikna hali. Ama burada iman ile ikan arasında ki ince fark gözüküyor.
İman; ampirik olmayan, yani semavat vel ard. Elimizin ulaşamadığı yerleri de kapsıyor. Semavat, gökler. Göklerin derinlikleri. Elimizin ulaşamadığı yıldızlar. Ama ikan ise biz, oradan kendimiz. Elimizin ulaşabildiği gözümüzle gördüğümüz. Dolayısıyla ampirik bilgiye konu olan insan ve biyolojik varlıkları dile getiriyor bu ayet.
[Ek bilgi; YAKÎYN KAVRAMI
Yakîyn; "Yakîn" bir hâlin hakikatini, gerçeğini algılama ve gereğini yaşamadır. Dolayısıyla, "ölüm" de "yakîn" ile erilen hallerden ancak bir tanesidir. ”Yakîn", gerçeğe erme, olduğuna göre; ölümle de bedensel yaşamın hakikati olan ruhsal yaşama erilir.
"Yakîn"in üç basamağı vardır demiştik;
1 - İlm-el yakîn.
2 - Ayn-el yakîn.
3 - Hakk-el yakîn.
İlm-el yakîn, tasavvuftaki anlamıyla, hakikati bilgi yolu ile algılamak, idrâk etmek anlamındadır.
Ayn-el yakîn ise, hakikatı idrâk ettikten sonra onu kendinde hissetmek ve bu istikamette bir müşâhede içinde olarak yaşamaktır.
Hakk-el yakîn ise ilâhî sıfatlarla, ikrâmı ilâhi neticesi tahakkuk etmektir. (A. Hulusi – Gavsîye açıklaması)
İlimlerin nerdeyse tamamı hırs gösterdiği ve arzu edip çabaladığı zaman münafık, bidatçi ve müşrik demeksizin herkes tarafından öğrenilip yayılabilir. Çünkü ilim zihnin neticelerinden ve aklın semerelerinden biridir.
Ancak İman ve Yakîyn ilmi bunun dışındadır. Çünkü bu ilmin müşahedesi ve hakikatleri hakkında konuşulması sadece Yakîyn sahibi müminlere mahsus bir meziyettir. Bu her şeyden önce imanın ziyadesinin ilim ve yakîynin hakikatinin ikrar edilmesini icap ettiren bir sahadır. Bu da Allah Tealânın ayetlerinin O’nun kudret ve azametinin mükaşefesininsöz verilmesiyle olur.
Yakîyn sahibi bir topluluk için ayetleri açıkladık. (Bakara/118)
Ve onu bilen bir topluluğa açıklamamız için. (En’am/105)
Bu ayetlerde zikredilen topluluk ve kimseler Allah Tealâyı bilen O’nun hakkında konuşan O’ndan nasiplerini almış ve katında bir makam kazanmış insanlardır. Allah Tealânın bu lûtfu ona ehil ve layık olmayan kimseler için olamaz. Çünkü bu lûtfun kapsamına giren şeyler Allah Tealânın ayetleri, delilleri, şahitleri, basiret vesileleri yolunu gösteren rehberleri ve beyanını izhar eden buyruklarıdır. (Ebu Talip el Mekki / Kûtûl-kulûp)]
5-) Vahtilafil leyli ven nehari ve ma enzelAllâhu mines Semai min rizkın feahyâ Bihil Arda ba’de mevtiha ve tasriyfirriyahi ayatün likavmin ya’kılun;
Gece ve gündüzün dönüşümünde, Allâh’ın semâdan yaşam gıdası (bilgi) inzâl edip de onunla ölümü (şuursuz – kendini yalnızca beden sanan yaşamı) sonrasında arzı (şuurlu yaşamla bedeni) diriltmesinde, rüzgârları (sürekli esen fikirleri) yönlendirmesinde; aklını kullanabilen bir topluluk için işaretler vardır. (A.Hulusi)
05 – Gece ile gündüzün ihtilâfında ve Allahın Semâdan bir rızk indirip de onunla Arzı ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları çevirmesinde de aklı olan bir kavim için bir çok âyetler var. (Elmalı)
Vahtilafil leyli ven Nehar devam ediyor yine ayetleri sıralamaya; Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, ve ma enzelAllâhu mines Semai min rizkın feahyâ Bihil Arda ba’de mevtiha ve Allah’ın semadan indirerek kendisi ile ölü toprağı dirilttiği rızık vasıtalarında ve tasriyfirriyahi ayatün likavmin ya’kılun ve rüzgarları çeşitli kılmasında, tasrif etmesinde. Aslında rüzgarların tasrifi ile ayetlerin tasrifi birbirine benziyor. Sanki rüzgarları çeşitlendirmesinde, evirip çevirmesinde, ayetleri tıpkı evirip çevirerek daha iyi anlamamızı sağlamak için evirip çevirmesine benzer bir şekilde, rüzgarları da çeşitli kılmasında aklını kullanan bir topluluk için elbet mesajlar vardır.
Likavmin ya’kılun, bu da böyle bitti. Mü’miniyn, likavmin yukınun, likavmin ya’kılun. İman, ikan ve taakkul, akıl. Bakınız elbette ki tesadüf değil, tesadüf değilse eğer nasıl açıklayacağız? Ancak varlığı açık bir kitap olarak okuyan göz değil, akleden akıldır. Evet, Varlığı bir kitap olarak göz okumaz. Akıl okur. Gök ve yer kitabını okumayan, vahiy kitabını nasıl okusun. Buradan bunu anlıyoruz. Dolayısıyla akletmiyorsa iman etmeyecek. ekseruhüm lâ ya’kılun. (Ankebut/63) ekserenNasi lâ yu’minun. (Mü’min/59) ekseranNasi lâ yeşkürun. (Yusuf/38) üç formda gelir bu ibare Kur’an da. İnsanların çoğu akletmez. Akletmeyince iman etmez. İnsanların çoğu iman etmez, iman etmeyince şükretmez.
Evet, bu form boşuna değil. Akletmek Allah’ın insana sunduğu büyük bir lütuf. Ama Kur’an aklı isim olarak hiç kullanmaz. Hep fiil olarak gelir burada geldiği gibi. Ya’kılun, akletme. Hiç isim olarak gelmez.
Neden acaba? Çünkü akıl faal olunca akıldır, aktif olunca akıldır. Aktif olmayan akla akıl demez Kur’an. Onu akıl saymaz. Haddi zatında Akleden kalpten söz eder. lehüm kulubün lâ yefkahune Biha. (A’raf/179) Onların kalpleri var ama onunla akletmezler, onunla düşünmezler. Akleden kalpten (kulubün) ya’kılune Biha. (Hac/46) bir başka ayette. Akleden kalpten söz eder, akletmeyen kalpten söz eder. Demek ki Akleden kalp; asıl istenilen bu. Yani aklı gözündedir derler bazıları için ya, Kur’an aklı gönlünde olsun istiyor muhatabının.
Aklı kalbinde olursa merkezi doğru tutar, aklı kalbinde olursa koordinatları bozmaz. Aklı kalbinde olursa duygu ile düşüncenin iman ile aklın arasını ayırmaz. Ahiretle dünyanın, bura ile ötenin, bilgi ile inancın arasını ayırmaz. Akleden kalp işte bunu temsil eder.
6-) Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk* fe Bi eyyi hadiysin ba’dAllâhi ve âyâtiHİ yu’minun;
İşte bunlar Allâh’ın işaretleridir. Onları sana Hak olarak bildiriyoruz. Allâh’tan ve O’nun işaretlerinden sonra hangi söze iman ederler? (A.Hulusi)
06 – İşte bunlar Allahın âyetleri, sana onları bihakkın okuyoruz. Artık Allahın âyetlerine inanmadıktan sonra hangi söze inanırlar? (Elmalı)
Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk işte bunlar Allah’ın, hakikati sana kendisiyle aktardığı ayetlerdir. fe Bi eyyi hadiysin ba’dAllâhi ve âyâtiHİ yu’minun Evet; fe Bi eyyi hadiysin ba’dAllâhi ve âyâtiHİ yu’minun peki Allah ve O’nun ayetleri de değilse eğer kimden gelen hangi habere inanacaklar. Allah ve O’nun ayetlerine inanmayacaklarsa kimin hangi haberine inanacaklar söylesinler.
7-) Veylün likülli effakin esiym;
Her kendini aldatan esîme (hakikatini inkâr ederek, oluşmuş benliğin içgüdüleri ve dürtüleriyle yaşayana) yazıklar olsun! (A.Hulusi)
07 – Veyl o her bir vebal yüklü sahtekâra. (Elmalı)
Veylün likülli effakin esiym yalanı hayat tarzı edinerek günaha gömülenlerin topuna birden yazıklar olsun.
Aslında effak; yalanın sınırına dayanan demektir, çok yalancı, çok çok yalancı, mübalağa. Yalanın sınırına dayanmanın ölçüsü nedir? Kendi kendisin aldatmaktır. Bir yalan söyleyenin de aldatıyorsa, o yalan sınırına dayanmıştır. Yani o yalanı hayat tarzı haline getirmiştir,i yalanı yüreğine giydirmiştir. Dolayısıyla burada kendi kendini aldatan her günahkarın topluna birden yazıklar olsun denilmiş oluyor.
Yesme’u âyâtillâhi tütla aleyhi sümme yusırru müstekbiren keen lem yesma’ha*febeşşirhu Bi azâbin eliym;
Kendisine bildirilirken, Allâh işaretlerini işitir; sonra sanki onları işitmemiş gibi (üstüne alınmadan) büyüklük taslayarak (şirk düşüncesinde) ısrar eder… Onu, içine düşeceği feci azabı ile müjdele! (A.Hulusi)
08 – Allahın âyetleri karşısında okunurken işitir de sonra kibrinden hiç işitmemiş gibi ısrar eyler, işte onu elîm bir azâb ile müjdele. (Elmalı)
Yesme’u âyâtillâhi tütla aleyhi sümme yusırru müstekbiren keen lem yesma’ha bu tip, bu tür Allah’ın kendilerine okunan ayetlerini işitir de sonra onu hiç işitmemiş gibi küstahça bir direnişini sürdürür. Küstahça bir inada sapar, inada saplanır. febeşşirhu Bi azâbin eliym bu tipleri, bu gibileri acıklı bir azab ile müjdele.
Aslında burada ki müjdele de bir ironi var, ince bir ironi. Çünkü biraz önce bu tür işitmişti. İşitmesine rağmen işitmemiş gibi davranmıştı. Yani Aslında bu Allah’ın ayetini dalgaya almak, hafife almak, gırgıra almak demek amiyane tabirle. O zaman onu da müjdele. Neyle? Acıklı bir azab ile. Madem Allah’ın ayetini hafife aldı, hafife almasının müjdesini de ver ona. Ama böylesinin müjdesi acıklı bir azab olabilir.
9-) Ve izâ alime min âyâtiNA şey’enittehazeha hüzüva* ülaike lehüm azâbün mühiyn;
İşaretlerimizden bir şey ulaştığında, onları alaya alır! İşte onlar içindir aşağılayıcı azap! (A.Hulusi)
09 – Âyetlerimizden bir şey, malûmu olduğu vakit da onu eğlenceye tutar, işte onlar için mühîn bir azâb var. (Elmalı)
Ve izâ alime min âyâtiNA şey’enittehazeha hüzüva üstelik o ayetlerimizden bazılarının farkına vardığı zaman da başlar onunla alay etmeye. İşte açıkça geldi. Ayetlerimizin farkına vardığı da olur. Yani kulak verdiği de olur, fakat kulak verdiği ile de dalga geçer. Dalga geçmem için kulak verir bazılarına. ülaike lehüm azâbün mühiyn işte böylelerini aşağılayıcı, alçaltıcı bir azapla müjdele. Evet, bir azab beklemektedir.
Değerli dostlar küfür önyargıdır. İman ön bilgi. Küfür önyargısıyla insan Allah’ın ayetlerini dinlerse demek ki dinlediklerinden ibret almak değil, dinledikleri ile dalga geçmek için dinler. İşte burada bu tip ters dönmüş bir aklı tasvir ediyor.
10-) Min veraihim cehennem* ve lâ yuğniy ‘anhüm ma kesebu şey’en ve lâ mettehazû min dûnillâhi evliyâ’* ve lehüm azâbün ‘azıym;
Peşlerinde de cehennem! Kazandıkları (servet ve makam türü) şeyler de, Allâh dûnunda edindikleri velîler de kendilerinden hiçbir azabı savamaz! Onlar için aziym bir azap vardır. (A.Hulusi)
10 – Peşlerinde Cehennem ve onlardan ne kazandıkları bir şey defedebilir, ne de Allah dan başka evliya edindikleri şeyler, hem onlara azîm bir azâb var. (Elmalı)
Min veraihim cehennem. cehennem hemen peşlerinde dir. Bunu emam olarakta anlamış bazı müfessirler. Cehennem hemen önlerindedir. Aslında arkalarında ya da önlerinde. Çünkü onların arkaları ve önleri yok.. Hani derler ya sağı solu belli değil diye, önü arkası belli değil. Şöyle durmuş geri geri gidiyor. Min veraihim cehennem şimdi geri geri giden birinin önü neresi? Eğer gittiği yer, gittiği istikamet arkası önü, yani ters dönmüş bir akıl ters gider. Dolayısıyla gittiği yerde aslında cehennem kuşatmıştır.
Bu Min veraihim cehennem den lem yusirru ya bir atıf var gibi. Israr Arapça da inatçı hayvanlarla bir etimolojik köke sahiptir. Ya da merkep gibi. Siz önden çektikçe arka arka giden hayvan inadına ısrar denir. Dolayısıyla sabırla bir alakası yok ısrarın. Sabır; iyide ve hakikatte direnmektir. Israr ise burada kullanıldığı şekli ile kötüde direnmek uğruna, kötüye doğru gitmektir. Vahiy size; Gel diyor, bir yol açtım gel. Ucunda cennet olan bir yol. Ama eğer benlik nefsin kulu haline gelmişse geri geri gidiyor gel dedikçe. Ayet çektikçe arkaya gidiyor. Onun için burada da cevabı veriliyor Min veraihim cehennem geri geri giderek cehenneme düşecek, çünkü arkada cehennem kuşatmıştır.
ve lâ yuğniy ‘anhüm ma kesebu şey’en ve lâ mettehazû min dûnillâhi evliyâ’ ne kazandıkları şeylerin, ne de Allah’tan başka edindikleri dostların onlara en ufak bir yararı olmaz. Hiçbir faydasını görmezler. Bana yardım edecek dedikleri her şey o gün kendine bile yardım edemez. Kendini kurtaramayanlardan yardım bekleyen bu akla sadece eli boş kalmak ve hayal kırıklığına uğramak düşer.
ve lehüm azâbün ‘azıym bu mu, bu aslında azabın kendisidir. Hem de en büyük azaptır bu. Yani düş kırıklığı, yani terk edilmişlik. Terk edilmişlik demem boşuna değil, çünkü azab; terk edilme anlamına gelen ‘az kökünden türetilmiştir. Ma ül ‘azm. Susuzluğun kendisini terk ettiği insan için kullanılır. Yani su ‘azb dir soğuk su. Çünkü soğuk suyu içti mi insan hararet onu terk edip gider bundan bu ismi vermişlerdir. Dolayısıyla azab da bu kökten türetilmiştir. Terk edilmişlik. En büyük azab terk edilmişliktir. Hem sevdiği tarafından, güvendikleri tarafından terk edilmişlik. Hem de tek dayanak olan Allah’ın artık senin yüzüne bakılmaz demesidir. Yani Allah’ın terk etmesi en büyük azab olur. Düşünsenize.
[Ek bilgi; Cehennem azabı.
İnsan ruhu 120. günden itibaren beynin ürettiği bir tür dalgalardan oluşan holografik beden şeklinde, insan yaşadıkça gelişir.
Nihayet kişi, bulûğa erme denen östrojen ve androjen hormonlarının üst düzey faaliyete geçişiyle birlikte mesûliyet devresine girer. Bu, şu demektir. Beyin bu hormonların kimyasal etkisiyle birlikte yanlış zihinsel faaliyetlerini negatif yük olarak ruha kaydetmeye başlar! Yani günah olarak! İki omzunda ki iki melek tarafından! Ayrıca gene bu beyin faaliyetleri, pozitif ve negatif yük esasıyla ve her beynin kendine has şifresiyle boşluğa yayınlanır.
Şayet 120. günde beyin cevheri oluşurken, burada bir devreyi açacak olan ışın (melek) beyne isâbet etmiş ise, bu takdirde beyin bir tür antiçekim dalgasını ruha yükleyecek ve neticede, bu enerji ile "ruh" ya da "dalga beden" Dünya'nın manyetik çekim alanına karşı güç ile Dünya'dan ve cehennemden kendini kurtarıp cennete yani sayısız yıldızların boyutsal derinliklerine gidebilecektir.
Aksine, beyinde bu devre açılmamış ve dolayısıyla da bu antiçekim dalgası "ruha" yüklenmemiş ise, bu defa o "ruh" da kendini Dünya'nın ve daha sonra da Güneş'in yani cehennemin manyetik çekim alanından kurtaramayacak ve neticede ebedî olarak orada kalacaktır! (A. Hulusi – İnsan ve sırları)]
11-) Hazâ hüda* velleziyne keferu Bi âyâti Rabbihim lehüm azâbün min riczin eliym;
İşte hakikat rehberi! Rablerinin, varlıklarındaki işaretlerini inkâr edenlere gelince, onlar için en kötü türden feci bir azap vardır. (A.Hulusi)
11 – Bu bir irşattır, rablerinin âyetlerine küfredenler ise onlara en fenâsından bir elîm azâb var. (Elmalı)
Hazâ hüdan İşte hidayet budur. Yani Allah’ın ayetlerini izlemek. Hidayet budur. Eliif, Lâââm, Miiiym,- Zâlikel Kitâb’u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn. (Bakara/1-2) İşte bu kitap, kendisinde kuşkuya yer yok, muttakıler için bir hidayettir, diyordu ya bakaranın girişinde. Onun gibi hidayet budur, yol gösterme budur. Yani Allah’ın hidayetini isteyen insanlar, eğer bunda samimi iseniz vahye sarılın. Allah’tan hidayet isteyip te vahye dönüp bakmamak nasıl bir şey acaba. Sanırım aradığımı bulurum diye korkarak aramak. Aman inşallah bulmam diye aramaya benziyor. Hidayet mi istiyorsunuz? Zâlikel kitâb lâ raybe fiyhi. İçinde şüphe olmayan kitap. İşte hidayet size, hidayet istiyorsanız.
İhdinasSıratal’müstakıym. (Fatiha/6) mi diyorsunuz, günde onlarca kez bizi dosdoğru yola hidayet et mi diyorsunuz, samimisiniz bunda? Ciddi misiniz. Ciddi iseniz alın hidayet. Vahiy hidayettir. Hazâ hüdan.
velleziyne keferu Bi âyâti Rabbihim lehüm azâbün min riczin eliym bir de rablerinin kevni ve vahyi ayetlerini yok sayanlar var. İşte onları bu akıl almaz iğrençlikten dolayı acıklı bir azab beklemektedir. İğrençlik. Min riczin; iğrençlikten dolayı diyor.
Hatırlayalım Yunus/100 ayetini. ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun. (Yunus/100) akletmeyenleri, kafasını kullanmayanları boyuna kadar pisliğe gömer diyor Allah. Evet, böyle. Akletmeyenlerin üzerine pislik boşaltır. Nedir bu pislik; Riczin? Aslında akletmemek hayatı kirletir. Daha doğrusu kirlenen hayatı temizlemenin tek yolu, selim bir akıl ile akletmektir.
Onun için Huccetullah’il Baliğa sahibi Şah Veliyullah Dihlevi; Dinin temeli nezafettir der. Yani temizlik. En nezafetün minel iman zannederdik Hadisten yola çıkarak. Temizlik imandandır. Oysa ki Şah Veliyyulah iman temizliktendir diyor. Harika bir yorum. Niye? Çünkü iman iç temizliğidir, yüreğin temizliğidir. İman ve ibadetler tüm İslam’ın insana sunduğu akaid ve ibadat bir tek kelimeye indirilse temizliktir. Ahlak yürek temizliği içindir. İman iç temizliği içindir, tefekkür akıl temizliği içindir. Tedebbür, taakkul, tefakkuh hepsi, tezekkür akıl temizliği içindir. Görüyorsunuz iman nezafettendir, temizliktendir. Yani bütün bir İslam insanı pırıl pırıl etmenin prospektüsü, kullanma kılavuzu, yöntemi, yoludur. Başka bir şey değil.
12-) Allâhulleziy sahhare lekümül bahre li tecriyel fülkü fiyhi Bi emriHİ ve li tebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun;
Allâh ki, O’nun lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için, hükmü olarak (Sünnetullâh’ı gereği) gemilerin (beyinlerin yaşamı) akıp gitmesi için, denizi (ilimleri) size (şuur) hizmetle işlevlendirdi! (A.Hulusi)
12 – Allah odur ki sizin için denizi musahhar kıldı, onda emri ile gemiler aksın diye, hem fadlından talep de bulunasınız diye ve gerek ki şükredesiniz. (Elmalı)
Allâhulleziy sahhare lekümül bahre li tecriyel fülkü fiyhi Bi emriHİ ve li tebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun yeni bir pasaja girdi sure. Onun kanunu sayesinde, orada gemiler yol alabilsinler diye, yine O’nun lütfünden payınıza düşeni elde edebilesiniz diye, yine bununla şükredebilesiniz diye denizi sizin için bir yasaya bağladı.
Sahhara leküm; eğer “lâm” ta’lil içinse böyle. yok sıla içinse denizi sizin emrinize verdim.ç sizin emrinize amade kıldım manası veririz, ki ikisi de doğrudur, ikisi de birbirini destekler. Sizin için denizi bir yasaya bağlı kıldım. Bir yasaya bağlayarak emrinize verdi, ya da denizi sizin emrinize verdi. Ki rızkınızı arayasınız ve şükredesiniz diye.
Bilimsel her keşif bir tabiat ayetini okuma ve anlama teşebbüsüdür aslında. Ama bu sonuçta ayetleri nasıl kullanacağınıza benzer bir teşebbüstür. Yani bu ayetleri bir büyücü büyü yapmak için kullanır cehennemini hazırlar. Bir mü’min de ebedi saadeti için kullanır cennetine yol alır. Tıpkı bunun gibi kainatta gizli olan, kainatta serpilmiş bulunan bu ayetleri keşfettiğinizde bunu ya büyücünün ayetleri kullanması gibi kullanır istismar edersiniz, kötüye kullanırsınız. Ya da bir mü’minin ayetleri kullanması gibi kullanır onu cennete ulaştıracak bir yol haritası bilirsiniz.
Bugün batı uygarlığının kainat ayetlerini keşfettiğinde bir büyücünün ayetleri kullanması gibi kullandığını görüyoruz. Ama o ayetleri bizim keşfedip, yani bir mü’minin keşfedip de cennete ulaşan yolda bir yol haritası olarak kullanması da mümkin di. Eğer bunu yapmamışsa suç onundur, yani suç yapmayan bizlerindir.
Şükür salt bir teşekkür değildir. Ayet şükürle bitiyor ya, lealleküm teşkürun hayır. Sırf bir teşekkür ederim değil, şükür hem nimeti bilmektir hem de nimetin sahibini bilmektir. Hem de nimetin sahibine teşekkür etmektir. Yani hem nimetin değerini bilirseniz, hem o nimeti verenin değerini bilirseniz nimeti verene nasıl teşekkür edersiniz? Elbette nimetin cinsinden teşekkür edersiniz.
13-) Ve sahhare leküm ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı cemiy’an minh* inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yetefekkerun;
Semâlarda (beyindeki bilinç mertebelerinde) ve arzda (bedensel yaşamda) ne varsa, O’ndan tümünü, size (şuurunuza) hizmetle işlevlendirmiştir! Gerçektir ki, bu olayda tefekkür eden topluluk için elbette (önemli) işaretler vardır. (A.Hulusi)
13 – Hem Göklerde ne var Yerde ne varsa hepsini kendinden olarak sizin için musahhar kıldı, şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için âyetler var. (Elmalı)
Ve sahhare leküm ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı cemiy’an minh yine O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından bir bağış olarak emrinize amade kılmıştır. Teshıyr, bir üstteki ayette de geçti, Sahhara leküm teshıyr bu işte. Teshıyr dediğimiz bu. Akıl ve iradeye ikramdır bu teshıyr. Sizin için bir yasaya bağladı, sizin emrinize amade kıldı. Kur’an da bir çok yerde geçen bu teshıyr sırrı nedir biliyor musunuz? Mü’minler, teshıyr Allah’ın akıl ve iradeye hürmetidir. Akıl ve iradeye ikramıdır, özel ikramı. Sizin için bir yasaya bağladı, ya da sizin emrinize verdi. Yani kainata bakın;
Ya rabbi bu dünyayı neden bu kadar muhteşem döşedin? Misafir gelecekti de onun için. Kim ya rabbi? Sensin, ey insan senin geleceğin için bu misafir haneyi böyle muhteşem dayadı döşedi. Peki etrafına bak değerini anla. Sen sana bu kadar değer veren Allah’ın değerini bildin mi? O’nun kıymetini bildin mi? Yani sen çevrende ki her varlığı sen geleceksin diye yarattım. Peki seni boşuna yarattığımı mı düşünüyorsun. Anlamsız ve amaçsız olduğunu mu düşünüyorsun. Emanet ettim sana, yani misafirin misafir hanesi kendisine emanettir. Ama sen emanete ihanet mi ettin, sadakat mi gösterdin. Haydi bakalım. Ev sahibine teşekkür mü edeceksin, hane sahibine, yoksa ihanet mi. Nasıl bırakıp gittiğine de bağlı. Sana verilen emanetleri nasıl kullandığına da bağlı.
inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yetefekkerun elbet bütün bunlarda da düşünen bir toplum için ibretler, işaretler, ayetler vardır, mesajlar vardır.
Kitabın ayetlerine nasıl sopayla ile söyletenler varsa kainatın ayetlerine de sopayla söyletenler var. Kainatın ayetlerine sopa ile söyletenler elde ettikleri bilgiyi tepe tepe kullanıp şükrünü de eda etmiyorlar. Tıpkı karakolda zorla, sopa ile söyletilen ve işlemediği cinayetleri kendi üzerine alan bir saf gibi, bir zavallı gibi, bir mazlum gibi. Her ihanet mutlaka cezalandırılacaktır. İnsanoğlu bunu bilir fakat yine de ihanet eder.
14-) Kul lilleziyne amenû yağfiru lilleziyne lâ yercune eyyamAllâhi liyecziye kavmen Bima kânu yeksibun;
İman edenlere söyle, “Allâh Günleri”ni (bildirilenlerin yaşanacağı süreç) ummayanları bağışlasınlar; tâ ki (Allâh) onları yaptıklarının getirisi ile cezalandırsın! (A.Hulusi)
14 – Söyle iman edenlere: Allah günlerini Ümit etmeyen kimselere mağrifetle muamele etsinler, çünkü her kavmi kesibleriyle cezalandıracak. (Elmalı)
Kul lilleziyne amenû yağfiru lilleziyne lâ yercune eyyamAllâh söyle iman edenlere Allah’ın günlerinin geleceğini ummayanları şimdiden bağışlasınlar. Ya da şimdilik bağışlasınlar. Daha doğrusu şimdilik bağışlasınlar, çünkü daha ilerde gelecek olan ayetler onlara karşı meşru müdafaaya izin verecek, hatta savaşa izin verecek, ama şimdilik. Yani bu günün bir de yarını var diyor bu ayet ilk muhataplarına. Belki aklıma şu ayet geliyor;
ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen Nas. (A. İmran/140) Bu günler var ya, bu demler, bu dönemler, biz onu insanlar arasında döndürür dururuz. Şimdi onlar galip, hep mi galip olacaklarını sanıyorlar? Allah’ın günleri. İşte ve tilkel eyyam, eyyamullah, bir ilişki kurabiliriz bunların arasında.
liyecziye kavmen Bima kânu yeksibun çünkü bir toplumu yapa geldikleri ile cezalandırır O. Israrla yaptıklarıyla cezalandırır. Çok hoş bir nükte var burada, yani suç işlemeden ceza vermez. Mutlak bilgi sahibidir değil mi, kişilerin ya da toplumların sadece işlemiş olduklarını değil işleyeceklerini de bilir. Çünkü Allah için zaman geçmez. Öncelik ve sonralığın hiçbir anlamı yoktur Allah için. Ama onun bilmesi cezalandırması için gerekçe olmaz. Bir toplum o suçu işlemedikçe cezalandırmaz. Sırf bilgisi ile ceza vermez.
Ayet bağışlasınlar diyor. Oysa ki mü’minler bağışlama değil, olsa olsa sabretme ve tahammül etme makamın dalardı bu ayetler indiğinde. Mazlum değil, yani galipken bağışlanır. Mağlup ve mahkumken değil. Onlar şu anda mahkumlar. Ama bağışlasınlar diyor. Nedir bu? Bu aslında gelecekten bir ima ve haberdir, müjdedir. Yarın bu günler dönecek, bunlar galip olacaklar. Mü’minler galip gelecekler. O zaman bağışlasınlar.
Zaten efendimiz de bağışlamıştı ya; Mekke’nin fethi günü tüm müşrikler, Mekke’liler Kabe’nin avlusunda toplanmış titriyorlardı. Başlarına neyin geleceğini bilmiyorlardı. Efendimiz Kabe’nin önünde çıktı onlara; “Ey Mekke’liler simdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz.” dedi. Onlar; “ Sen keriym bir babanın keriym bir evladısın. Senden kötülük çıkmaz.” Bir ömür Resulallah’a karşı ölesiye düşman olmuş adamlara bakın. Öyle diyorlar. Efendimizden gelen cevap şu oldu, İz hebu feentüm tuleka. Haydi gidin, sizi salıverdim. Siz salıverilmişlerdensiniz. Yani size bir şey yapmayacağım.
Hatta bir başka rivayette; Bugün size Yusuf’un kardeşlerine dediğini diyorum. Evet, Size bugün kınama yok, sizi yaptığınızdan dolayı bugün kınamayacağım. Yusuf suresinde ki o mezkur ayeti hatırlatarak gidin sizi salıverdim demişti.
15-) Men amile salihan felinefsih* ve men esae fealeyha* sümme ila Rabbiküm turce’un;
Kim imanın gereği bir eylem ortaya koyarsa kendi nefsi lehinedir! Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhinedir! Sonunda Rabbinize döndürülürsünüz! (A.Hulusi)
15 – Her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine, her kim de kötü yaparsa kendi aleyhinedir, sonra hep döndürülüp rabbinize götürüleceksiniz. (Elmalı)
Men amile salihan felinefsih* ve men esae fealeyha kim bir iyilik yaparsa kendi lehine yapmış olur. Kimde bir kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. sümme ila Rabbiküm turce’un en sonunda dönüp varacağınız yer rabbinizin katıdır. Yani iyilikleriniz ve kötülüklerinizle varacak, hesabını bir bir verecek, içiniz ve dışınızla Allah’ın huzuruna duracaksınız, kaçamayacaksınız, saklayamayacaksınız, torpil alamayacaksınız, gizlenemeyeceksiniz, hatta ölemeyeceksiniz.
16-) Ve lekad ateyna beniy israiylel Kitabe vel Hükme ven Nübüvvete ve razaknâhüm minet tayyibati ve faddalnâhüm ‘alel ‘alemiyn;
Andolsun ki İsrailoğullarına Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsini, Hikmeti ve Nübüvveti verdik, onları tertemiz yaşam gıdalarıyla besledik ve kendilerini (bunlardan yoksun) âlemlere (insanlara) üstün tuttuk. (A.Hulusi)
16 – Şanım hakkı için, biz vaktiyle Beni İsraîl’e kitab vermiş, hüküm vermiş, nübüvvet, vermiştik ve kendilerini pâk rızıklardan merzuk kılmıştık, hem âlemlerin üstüne geçirmiştik. (Elmalı)
Ve lekad ateyna beniy israiylel Kitabe vel Hükme ven Nübüvveh doğrusu, yeni bir pasaja girdi, ama bir önceki pasajla da irtibatlı bu ayetler. Biz İsrail oğullarına da vahyi, hikmeti ve nübüvveti, yani peygamberliği vermiştik. Zımnen, tıpkı size verdiğimiz gibi. Size verdiklerimizin aynısını sizden önce onlara da vermiştik.
ve razaknâhüm minet tayyibat onlara iyi ve temiz rızıklar da vermiştik. Onlarla mevzuk kılmıştık, rızıklandırmıştık. ve faddalnâhüm ‘alel ‘alemiyn ve onları (kendi zamanlarının) tüm insanlarına üstün kılmıştık. Zımnen; size ben lutfettim, siz bunun sorumluluğu altında ezileceğiniz yerde, ayrıcalık ve kutsal ırkçılık olarak yorumladınız demeye getiriyor İsrail oğullarına. İsrail oğullarına biz böyle nimetler verdik, onlar nimetlerin imtihan tarafını görmediler. Nimet verilince, biz fazlasıyla hak ettikte onun için verdi diye düşündüler. Tıpkı Mekke müşrikleri gibi.
Veyahut ta Ey Mekke müşrikleri siz de İsrail oğulları gibi düşünüyorsunuz. Allah sizi şu aç bölgede, şu kuru ve kurak şehirde gül gibi yaşatıyor. Ne tarım var, ne ziraat var, ne ırmak var, ne göl var, ne orman var, ne su var. Ama siz bölgenin en zengin insanları oldunuz ve siz bunu Allah’ın sizi imtihanına değil de Allah’ın; sizin hak ettiğiniz bir şeyi size vermesine yordunuz ve haklılık gerekçesi olarak gördünüz. Hatta sizi hakka davet edenlere; biz haksız olsaydık eğer elimizde bu nimetler olmazdı dediniz. Allah bizi böyle refah içinde yaşatmazdı dediniz. Yani imtihan aracını haklılık aracı gibi görmeye başladınız. Tıpkı Yahudileşen İsrail oğulları gibi.
17-) Ve ateynahüm beyyinatin minel emr* femahtelefu illâ min ba’di ma câehümül ılmü bağyen beynehüm* inne Rabbeke yakdiy beynehüm yevmel kıyameti fiyma kânu fiyhi yahtelifun;
Onlara hükmümüzden apaçık deliller (Sünnetullâh bilgileri) de verdik… (Onlar) kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık (benlik duygusu) yüzünden ayrılığa düştüler! Rabbin, ihtilafa düştükleri hususta kıyamet sürecinde aralarında hüküm verecektir. (A.Hulusi)
17 – Bu emirden onlara beyyineler de vermiştik, imdi ihtilâf etmeleri sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarında bagy-ü ihtirastan dolayıdır, muhakkak ki rabbin onların ihtilâf edip durdukları şeyde Kıyamet günü beyinlerinde hükmünü verecektir. (Elmalı)
Ve ateynahüm beyyinatin minel emr ve onlara tevdi edilen görevden dolayı açık işaretler vermiştik. femahtelefu illâ min ba’di ma câehümül ılmü bağyen beynehüm ne ki onlar durdular durdular da kendilerine ayetlerimiz geldikten sonra ihtilaf ettiler. Aynen böyle diyor ibare. femahtelefu illâ min ba’di ma câehümül ılmü bağyen beynehüm. Neden? Aralarında ki kıskançlıktan dolayı. Durdular durdular da kendilerine ayetlerimiz geldikten sonra ihtilafa düştüler.
İlginç bir ibare gerçekten, gerçekten ibretlik bir hadise. Yan insan kendisine hakikat geldikten sonra azar mı? Demek ki ayetler aynı zamanda bir turnusol kağıdı, aynı zamanda bir ayrıştırma aracı.Yani;
şifaun (ve rahmetun) lil mu’miniyne, ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara. (İsra /82) Mü’minler için bir şifa, ama zalimlerin sadece hüsranını artırıyor. İşte burada söylendiği gibi.
inne Rabbeke yakdiy beynehüm yevmel kıyameti fiyma kânu fiyhi yahtelifun şu kesin ki rabbin kıyamet gününde ayrılığa düştükleri her konuda onlar arasında kendi hükmünü verecektir. Müsterih olsunlar. Bir gün gelecek onların halledemediği konuyu Allah kendi huzurunda halledecek. Yani aslında onlar neyi tartışıyorlar? Allah’ın tartışmalarını görmediğini mi sanıyorlar. Onlar aslında bilemeyecekleri şeyler konusunda spekülasyon yapıyorlar.
18-) Sümme ce’alnake alâ şeriy’atin minel emri fettebı’ha ve lâ tettebı’ ehvaelleziyne lâ ya’lemun;
Sonra biz seni, hükmümüzle oluşmuş şartlarla meydana getirdik! Ona uy, (Hakikati, Dini) bilmeyenlerin hevâlarına (bedensellikten kaynaklanan heves ve düşüncelerine) tâbi olma! (A.Hulusi)
18 – Sonra emirden bir şerîat üzere seni memur kıldık, onun için sen o şerîata ittiba’ eyle de ilmi olmayanların hevalarına uyma. (Elmalı)
Sümme ce’alnake alâ şeriy’atin minel emr son olarak seni de bu görevi hakkıyla ifa edeceğin bir yol ve yönteme, yani bir şeriata kavuşturduk. Şeriy’ah, şeriy’at; su kaynağına giden yol, ya da su kaynağına giden ana yola açılan tali yol anlamına geliyor. Birey ve toplumun hayatını vahye göre düzenleyip yaşayacağı kurallar bütününe şeriy’at deniliyor. Aslında her peygamberin kendi zaman ve zemininden ana kaynağa ulaşan yollar olduğunu da ima ediyor bu ayet. Ve Resulallah’ın kendi zamanından ana kaynağa açılan yola işaret ediyor. Bu kurallar bütününün temelinde vahyin olduğunu zaten söylüyor ayet.
fettebı’ha ve lâ tettebı’ ehvaelleziyne lâ ya’lemun o yolu izle. Eğer kaynağa ulaşmak istiyorsan zımnen tabii o yolu izle. Neden? Çünkü su hayattır. İnsan bu hayat çölüne düşmüştür. Hayat çölünde eğer o yolu izlerse suyu bulur. Sen de o yolu izle. Sakın ha kendini bilmezlerin keyfi yargılarına uyma. Suya ulaştıran yere düşmek yerine keyfi davrananların sudan uzaklaştıran sapık yollarına gitme. Ne olur? Su görmezsin, serap görürsün. Serap olmayan yerde suyu görmektir. Aslında serap görenler gördükleri serabı içmek için eğildiklerinde avuçlarına bir avuç kum geçer. Yani Serap susuzluktan ölmek üzere olanların gördüğü bir hayaldir. Onun için o yola uy. İşte heva ve hevesin sonu kendini kandırmaktır.
Hatırlayın 7. ayette ki Effakin i, kendini kandıran kişi. Yani lanet olsun, leyl olsun, yazıklar olsun kendi kendini aldatanların topuna birden diyordu ya ayet. İşte kendi kendini aldatmak, serap göreceğini bile bile suyun kaynağından uzaklaşmak.
19-) İnnehüm len yuğnu anke minAllâhi şey’a* ve innez zâlimiyne ba’duhüm evliyau ba’d* vAllâhu Veliyyül müttekıyn;
Muhakkak ki onlar (hakikat dışı düşünceler) Allâh’tan (hakikatin olan Esmâ’sından) sana (bilincine) yarar sağlayacak bir şey oluşturmaz! Zâlimler (nefslerine zulmedenler), birbirlerinin velileridir! Korunanların Veliyy’i ise Allâh’tır! (A.Hulusi)
19 – Çünkü onlar Allah dan gelecek hiç bir şey’i senden defedemezler ve çünkü zalimler birbirlerinin velileri, Allah ise muttakilerin velisidir. (Elmalı)
İnnehüm len yuğnu anke minAllâhi şey’a çünkü onlar Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Yani seni Allah’a karşı koruyamazlar. Eğer onların hevalarına uyarsan seni Allah’a karşı koruyacak kimse olmaz. Seni bile koruyamazlar. Burada bu zımni ifade var. seni bile koruyamazlar. Yani Allah’ın seçtiği seni bile koruyamazlarsa kimi koruya bilirler.
ve innez zâlimiyne ba’duhüm evliyau ba’d unutmaki zalimler hep birbirlerinin dostudurlar vAllâhu Veliyyül müttekıyn Ama Allah var ya Allah, işte O kendisine karşı sorumluluğunun şuurunda olanların dostudur. Muttakilerin dostudur. Allah’ın dostluğu mu daha önemli yoksa Allah düşmanlarının dostluğu mu. Sen kimin dostluğunu arzuluyorsun. O zaman yolunu ona göre seç.
20-) Hazâ basâiru lin Nasi ve hüden ve rahmetün likavmin yukınun;
Bu (Kur’ân), insanlar için kavranası gerçekler; yakîne ermiş kimseler için de hakikate erdirici ve rahmettir. (A.Hulusi)
20 – Bu (Kur’an) insanlara basîret nurları ve yakîn edinecek bir kavim için mahzı hidâyet ve rahmettir. (Elmalı)
Hazâ basâiru lin Nasi bu vahiy insanlık için bir bilinç kaynağıdır. İşte kimin dostluğunu istiyorsan onun vahyine tabi ol, onun prospektüsünü oku, onun kullanma kılavuzunu uygula, onun pusulasını al onun haritasına göre yol takip et. Allah’ın yol haritası bu size sunduğu. Eğer onun dostluğunu istiyorsan işte vahiy insanlık için bir bilinç kaynağıdır. İnsanlık için bir gönül gözü, bir bilinçtir vahiy. Ünlü hadiste geçen o ibare var ya; Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki, ben onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı tutan eli olurum.
Gören gözü olmak, Allah ile görmek yani nasıl? İşte vahiy ile gören, vahyin kılavuzluğu ile gören, Allah’ı gören gözü kılmış olur. Allah’ın gör dediği yerden bakar, bak dediği yerden bakar, gör dediğini görür.
ve hüden ve rahmetün likavmin yukınun gönülden inananlar için de bir rehber ve rahmet kaynağıdır.
21-) Em hasibelleziynecterehus seyyiati en nec’alehüm kelleziyne amenû ve amilus salihati sevaen mahyahüm ve mematühüm* sâe ma yahkümun;
Yoksa kötülükleri kazananlar, kendilerini, iman edip imanın gereğini uygulayanlarla aynı kılacağımızı; hayatlarında ve mematlarında eşit (tutacağımızı) mi sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! (A.Hulusi)
21 – Yoksa o kötülükleri yapıp duran kimseler, kendilerini o iman edip salih ameller yapan kimseler gibi yapacağız? Hayat ve memâtlarını müsavî kılacağız mı sandılar? Ne fena hükmediyorlar? (Elmalı)
Em hasibelleziynecterehus seyyiati en nec’alehüm kelleziyne amenû ve amilus salihati sevaen mahyahüm ve mematühüm evet, yoksa kötülüğün peşinde seğirten, yeldiren tipler, ecterehu bu manaya gelir. aslında carha, yara, yaralama, avın avı üzerindeki yası anlamına gelir. Ama kötülüğün peşinde seğirtmek, kötülüğün peşinde yeldirmek, işte bu tipler kendilerini, hayatlarında olsun ölümlerinde olsun iman edip erdemli davrananlarla aynı kefeye koyacağımızı mı sanıyorlar. Böyle bir şey yapar mıyız. Yani iyilerle kötüleri bir araya koyar mıyız, aynı yere koyar mıyız. O zaman iyilikle kötülüğün farkı nerede kaldı.
İşte cevabı; Lâ yesteviy ashâbunnâri ve ashâbul cenneh. (Haşr/20) cennet ehli ile cehennem ehli bir olmaz, bu ne demek istiyor? Yani akıbeti cennetle cehennem olan iki hayat, iki ayrı hayat. Bu iki insanın ne ağlayışı ne gülüşü, ne oturuşu, ne kalkışı, ne hayat tarzı, ne arzuları bir olmaz. Bir olursa ahireti de bir olur aslında.
sâe ma yahkümun ne berbat akıl yürütüyorlar, ne berbat muhakemede bulunuyorlar. Yani suyu getirenle testiyi kıran bir oldun diyen ne berbat akıl yürütmüş olur. O zaman bu insan adaleti istemiyor demektir. O zaman bu insan iyi ve kötü aynı olsun demeye getiriyor.
22-) Ve halekAllâhus Semavati vel Arda Bil Hakkı ve litücza küllü nefsin Bima kesebet ve hüm lâ yuzlemun;
Allâh, semâları (bilinçleri) ve arzı (bedeni) Hak olarak (Esmâ’sıyla) yarattı; her kişi kazandığının sonucunu yaşasın diye; onlara haksızlık edilmez! (A.Hulusi)
22 – Halbuki Allah o Gökleri ve Yeri Hakk ile halk etti, hem de her nefsi hiç hakları yenmeksizin kazandığı ile cezalandırmak için. (Elmalı)
Ve halekAllâhus Semavati vel Arda Bil Hakkı ve litücza küllü nefsin Bima kesebet ve hüm lâ yuzlemun Ama Allah gökleri ve yeri gerçek bir amaç, gerçek bir gaye uğruna yarattı ki, her insan kendi kazandığının karşılığını görebilsin ve kimseye haksızlık yapılmasın diye.
Varlığın anlam ve amaçlılığı yasası varlığın ilk yasasıdır dostlar. ve yetefekkerune fiy halkıs Semavati vel Ard* Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ. (A. İmran/191) Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve sonuçta şu noktaya gelirler. Rabbim sen bunları amaçsız yaratmadın.
23-) Eferaeyte menittehaze ilâhehu hevahu ve edallehullahu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ıhi ve kalbihi ve ce’ale alâ basarihi ğışaveten, femen yehdiyhi min ba’dillâh* efela tezekkerun;
Hevâsını tanrı edinen; (bu yüzden) Allâh’ın onu bilgisi (kabulü) doğrultusunda saptırdığı, algılaması ve hakikati hissedişini kilitlediği, görüşüne perde koyduğu kimseyi gördün mü? Allâh’ın bu uygulamasından sonra onu kim hakikate erdirebilir ki! Hâlâ düşünüp değerlendirmez misiniz? (A.Hulusi)
23 – Ya şimdi baksan a o kimseye ki ilâhını hevası ittihaz etmiş, Allah da onu bir ılım üzerine şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiştir, artık onu Allah dan sonra kim yola getirir? Hâlâ da düşünmez misiniz? (Elmalı)
Eferaeyte menittehaze ilâhehu hevahu ve edallehullahu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ıhi ve kalbihi ve ce’ale alâ basarihi ğışaveh keyfi kanaatini tanrısı yerine koyan ve Allah’ın kişiyi kendi tercihine ilişkin bir bilgiye dayalı olarak saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği, gözlerinin üzerine de bir tür perde yerleştirdiği tipleri gözünde canlandırabilir misin. Böyle bir tipi getir gözünün önüne. Öyle bir tip ki, Allah, kendi tercihine ilişkin bir bilgi ile kalbini mühürlemiş, kulaklarını mühürlemiş, gözüne de bir perde çekmiş.
Heva; İstek, arzu, keyif, yani keyfilik. Hevasını tanrı edinmek, imanı keyfe indirgemek, keyfime bağlı demek. Teslimiyetin zıddıdır aslında bu. Teslimiyet; benim neye nasıl inanacağımı Allah belirlesin. Heva ise benim neye nasıl inanacağıma ben karar veririm, ben belirlerim. Keyfiliğin olduğu yerde imandan söz edilemez.
İbarede çok önemli anahtar bir ifade var. ‘alâ ilmin. Öznesi insan olarak okunursa alternatif bir anlamı daha var. Benim tercih etmediğim anlamı. Nedir o; Öznesi insan olarak okunduğunda kişinin bile bile yaptıklarından dolayı manasına gelir. Bile bile yaptıklarından. Ama çevirimizde bilen özne Allah, Söz diziminde bu ifade ‘alâ ilmin ibaresinin rolü, tıpkı Kur’an da ki men yeşa’ ibarelerinin rolü gibi açık uçludur. Yani dileyen kimsenin sapmasını diler diye çevirdiğim. Dileyen kimsenin hidayetini diler diye çift özneli çevirdiğim bu ibarelere benzer bir ibare bu.
ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26) işte delili, şahidi. Burada sapmaktan, Allah’ın saptırmasından söz ediyor çünkü. ‘al’a ilmin diyor. Bir bilgi üzere saptırmak. Allah sapıklardan başkasını saptırmaz. O zaman Bakara suresinde ki bu ayet çerçevesinde kişinin tercihine bağlı olarak saptırır ya da hidayet eder manası en doğru manadır.
Bu ayeti Mukatil bin Süleyman farklı bir bağlamda değerlendirir ve şöyle bir olay anlatır. Ebu Cehil, Velid bin Muğire ile bir gün tavaf etmektedirler Mekke’de. Tavaf sırasında Ebu Cehil Velid bin Muğire’ye der ki; Aslında Muhammed doğru söylüyor. Ben onun doğru söylediğini biliyorum. Velid bin Muğire arkadaşına nah der, yani peh, nereden biliyormuşsun onun doğru söylediğini. Ebu Cehil’in verdiği cevap gerçekten ilginç. Biz ona daha toy bir delikanlı iken el emiyn lakabını vermedik mi. Yani en emin insan demedik mi. Daha toyken el emiyn olan aklı olgunlaşıp yaşı olgunlaşıp kemaline erdiğinde daha da olgun, daha da büyük olmaz mı? Biz oysa olgunlaşınca yalancı sihirbaz dedik. Ama o toyken biz el Emiyn demiştik, daha taze bir delikanlı iken, tecrübesiz bir delikanlı iken. Olgunlaşınca döndük biz ona yalancı sihirbaz dedik.
“Peki” dedi Velid bin Muğire, “O zaman seni ona iman etmekten alıkoyan nedir? Dedi iman et.” Ebu Cehil’in cevabı şu oldu: Mekke’nin kızlarının benden için; “O gitti de AbdülMuttalib’in yetiminin arkasına takıldı derler diye korkuyor ve utanıyorum.” Diye cevap vermişti. Eğer bu rivayete bakar ve bunu esas alırsak alternatif mana daha öncelikli bir mana haline gelir.
Mühürlemenin tabiatı iki ayette kulaklarını ve kalplerini mühürledik buyruluyordu ya. Mahkeme de aleyhte delil olsun diye mühürlenir bir şey. Suç aleti mühürlenir. Eğer bir kalp bir suç aleti haline gelmişse büyük mahkeme de delil olsun diye mühürlenir ve orada açılmak üzere arşive kaldırılır. Artık orada beklemektedir sahibini. Kişinin şahidi kendi yüreği olursa ona karşı ne mazereti olur.
femen yehdiyhi min ba’dillâh artık onu Allah’tan başka kim doğru yola ulaştırabilir. Belki bunu şöyle de anlayabiliriz. Artık onu Allah’tan başka kim kurtarabilir. Kişinin aleyhinde şahidi yüreği olursa kim kurtarır onu. efela tezekkerun hala düşünüp ders almayacak mısınız.
24-) Ve kalu ma hiye illâ hayatüned dünya nemutü ve nahya ve ma yühliküna illed Dehr* ve ma lehüm Bi zâlike min ‘ılm* in hüm illâ yezunnun;
Dediler ki: “Yaşam dünya hayatından ibarettir! Ölüm, yaşam; hepsi buradadır! Bizi sadece zaman yok eder!” Bu konuda onların hiçbir delilleri yoktur! Onlar sadece zan içindeler! (A.Hulusi)
24 – Hem dediler ki o hayat sırf bizim Dünya hayatımızdan ibarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir helâk eder, halbuki buna dâir bir ilimleri yoktur, onlar sâde zannederler. (Elmalı)
Ve kalu ma hiye illâ hayatüned dünya bir de kalkıp dediler ki; Hayat sadece dünya hayatımızdan müteşekkildir, ibarettir. nemutü ve nahya ve ma yühliküna illed Dehr yaşarız ve ölürüz. Bizi zamandan başka hiçbir şey helak etmez, öldürmez, yok etmez. Sadece bizi zaman yok eder. Dediler. Yani hayatın ölüm ile sonuçlanması sadece doğası gereğidir demek istediler. Dolayısıyla ilahi müdahale gerektirmez demeye getirdiler. Yani Allah’ın hayata müdahil olması gerekmez. Yaratılışın tesadüf olduğu düşüncesine dayalı aslında bu düşünce. Bu akıl Allah’ın varlığını değil ama O’nun rabliğini, rububiyetini inkar etmiş, onun yerine zamanı ikame etmiş bir akıl. Yan, Allah’ın rabliği yerine zamanı koymuş. Onun içinde bizi zaman yok eder başka bir şey değil demeye getirdiler.
ve ma lehüm Bi zâlike min ‘ılm ama onlar bu hususta hiçbir bilgiye sahip değiller. Gerçek bir bilgi ile konuşmuyorlar. in hüm illâ yezunnun onlar sadece zannediyorlar, sadece üfürüyorlar. Bu ibare imanın ön bilgi, inkarın ön yargı olduğunu bize ifade eden bir ibare.
25-) Ve izâ tütla aleyhim ayatuNA beyyinatin ma kâne huccetehüm illâ en kalu’tu Bi abaina in küntüm sadikıyn;
Karşılarında işaretlerimiz apaçık bildirildiğinde: “Eğer sözünüzde sadıksanız hadi getirin atalarımızı” demekten başka söyleyecek sözleri yoktur. (A.Hulusi)
25 – Karşılarında açık açık beyyineler halinde âyetlerimiz okunurken şöyle demekten başka bir tutunacakları yoktur: haydi babalarımızı getirin doğru iseniz! (Elmalı)
Ve izâ tütla aleyhim ayatuNA beyyinatin ma kâne huccetehüm illâ en kalu’tu Bi abaina in küntüm sadikıyn ve ne zaman ayetlerimiz bütün açıklığı ile önlerine konulsa tek cevapları şöyle olur; eğer doğru söylüyorsanız atalarımızı getirin. Ahiret varsa babamı getir diyor yani. Böyle bir ters bakış. Böyle diyen bir akıl ahireti dünyada bu hayatta arayan bir akıl değil mi? Şaşkın bir akıl yani.
26-) Kulillâhu yuhyiyküm sümme yümiytüküm sümme yecma’uküm ila yevmil kıyameti lâ raybe fiyhi ve lâkinne ekseren Nasi lâ ya’lemun;
De ki: “Allâh sizi canlandırıyor! Sonra size ölümü yaşatacak! Sonra kendisinde kuşku olmayan kıyamet sürecinde sizi bir araya getirecek! Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçekleri) anlayamıyor!” (A.Hulusi)
26 – De ki size Allah hayat veriyor, sonra sizi o öldürür, sonra da sizi Kıyamet gününe toplayacak ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler. (Elmalı)
Kulillâhu yuhyiyküm sümme yümiytüküm de ki; Hayatı ve ölümü takdir eden Allah’tır. Allah hayatın anlamıdır, hayata müdahildir yani. Ahireti inkar anlamsızlığa imandır. Dolayısıyla siz ahireti inkar etmek için aslında hayatın anlamını inkar ediyorsunuz. sümme yecma’uküm ila yevmil kıyameti lâ raybe fiyh en sonunda sizi geleceğinde hiç şüphe olmayan kıyamet günü o toplayacaktır. ve lâkinne ekseren Nasi lâ ya’lemun fakat insanların çoğu bunun bilincinde değildir.
27-) Ve Lillâhi Mülküs Semavati vel Ard* ve yevme tekumüs saatü yevmeizin yahserul mubtılun;
Semâların ve arzın mülkü (Esmâ ile işaret edilen özellikleri açığa çıkarmak için, onları belli bir işlevle yoktan vareden) Allâh içindir! O Saatin geldiği süreçte, (işte) o zaman hakikati geçersiz kılmaya uğraşanlar hüsrandadırlar! (A.Hulusi)
27 – Ve Allah’ındır bütün Göklerin ve Yerin mülkü, ve o gün ki saat gelecek o gün o mubtıller hep hüsrâna düşeceklerdir. (Elmalı)
Ve Lillâhi Mülküs Semavati vel Ard ama göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. ve yevme tekumüs saatü yevmeizin yahserul mubtılun ve kıyamet gerçekleştiği gün, evet, işte o gün varlığı anlam ve amacından soyutlayanlar kaybedecekler. Yahserul. Mubtılun; kaybedecek diyor. Varlığı anlam ve amacından soyutlayanlar. Yani hayatın anlam ve amacından soyutlayan zaten kaybetmiştir aslında. Anlamı olmayan bir hayatın kazancı olur mu? Mubtılun, onlar, iptal edenler yani.
28-) Ve tera külle ümmetin casiyeten, küllü ümmetin tüd’a ila kitabiha* elyevme tüczevne ma küntüm ta’melun;
Her inanç toplumunu diz üstü çökmüş görürsün! Her inanç toplumu, kendi bilgisine göre çağrılır. “Bu süreç, yaptıklarınızın karşılığını yaşama sürecidir!” (denilir). (A.Hulusi)
28 – Ve her ümmeti görürsün ki diz çökmüştür, her ümmet kitabına davet olunuyordur, bu gün o yaptığınız amellerin cezâsı verilecek. (Elmalı)
Ve tera külle ümmetin casiyeh ve o gün her toplumu zillet içinde diz çökmüş halde göreceksin. Yani yelkenleri suya indirmiş bir halde. küllü ümmetin tüd’a ila kitabiha her toplum kendi hesabını görmeye çağrılacak, yani kendi hesabını kendin gör gel, kendin pişir kendin ye der gibi amiyane ifadeyle. Gel, senin hesabını görmek için sen yetersin;
İkra’ Kitabek* kefa Bi nefsikel yevme aleyke Hasiyba. (İsra’/14) yüreği aleyhine şahit olursa kişinin ağzından hangi mazeret çıkabilir ki.
elyevme tüczevne ma küntüm ta’melun bugün yapa geldiklerinizin karşılığını bulacaksınız, tastamam bulacaksınız.
29-) Hazâ KitabuNA yentıku aleyküm Bil Hakk* inna künna nestensihu ma küntüm ta’melun;
İşte bilgimiz! Size Hak olarak dilleniyor. Biz yaptıklarınızı kaydediyorduk! (Hafızalıyorduk – varlıktaki evrensel hafıza – memory.) (A.Hulusi)
29 – İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk. (Elmalı)
Hazâ KitabuNA yentıku aleyküm Bil Hakk işte bunlar bizde ki kayıtlardır. Bizim tuttuğumuz kayıtlar işte bunlar. Aleyhinize de olsa tüm gerçeği size o söyleyecektir. inna künna nestensihu ma küntüm ta’melun çünkü biz yaptığınız her bir şeyi vakti zamanında kayıt altına almıştık, kaydetmiştik.
30-) Feemmelleziyne amenû ve amilus salihati feyüdhılühüm Rabbühüm fiy rahmetiHİ, zâlike hüvel fevzül mubiyn;
İman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, Rableri onları Rahmetine dâhil eder! İşte bu apaçık başarıdır! (A.Hulusi)
30 – İşte o iman edip de yaraşıklı işler yapmış olan kimseler o vakit onları rableri rahmeti içine koyacak, işte o Fevzi mübîn o. (Elmalı)
Feemmelleziyne amenû ve amilus salihat öte yandan iman eden ve salih amel işleyenlere gelince feyüdhılühüm Rabbühüm fiy rahmetiH rableri onları rahmetine muhatap kılacaktır. Yani onları affedecektir. Onlar melek değildir, onlar kusursuz değildir, onlar günahsız değildir. Ama onlar baş kaldırmadılar, itiraf ettiler. Dolayısıyla Allah’ın rahmetine muhatap kılınacaklar. zâlike hüvel fevzül mubiyn bu, işte budur büyük zafer. Büyük zafer mi istiyorsunuz, görün, budur büyük zafer.
31-) Ve emmelleziyne keferu* efelem tekün âyâtiy tütla aleyküm festekbertüm ve küntüm kavmen mücrimiyn;
Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, “İşaretlerim size bildirilmedi mi? (Ama siz) benliklerinizi yücelttiniz ve suçlular (şirk koşanlar) toplumu oldunuz!” (denilir). (A.Hulusi)
31 – Küfredenlere gelince: değil mi karşınızda benim âyetlerim okunurdu da siz kibirlenmek istedinizdi ve mücrim bir kavim idiniz? (Elmalı)
Ve emmelleziyne keferu fakat inkarda direnenler var ya, onlara şöyle denilecek efelem tekün âyâtiy tütla aleyküm mesajlarım size bir zamanlar tebliğ edilmemiş miydi, gelmemiş miydi peygamber, gelmemiş miydi kitap, hatta akıl verilmemiş miydi, fıtrat yok muydu. festekbertüm ve küntüm kavmen mücrimiyn aksine edilmişt. Oradaki ”fe” bunu ifade eder. Aksine edilmişti. Ama siz küstahça böbürlenmiş ve günahkar bir toplum olmuştunuz. Günahkar bir toplum olmayı tercih etmiştiniz daha doğrusu.
32-) Ve izâ kıyle inne va’dAllâhi Hakkun ves saatü lâ raybe fiyha kultüm ma nedriy mes saatü in nezunnü illâ zannen ve ma nahnu Bi müsteykıniyn;
“Allâh vaadi haktır ve O Saat (hakikatin ortaya çıkacağı süreç) ki, onda şüphe yoktur” denildiğinde: “O Saat nedir, bilmiyoruz… Sadece bir zan olduğunu düşünüyoruz ve buna yakînimiz yok!” demiştiniz. (A.Hulusi)
32 – Hem Allahın vaadi haktır ve o saatin geleceğinde şüphe yoktur denildiğinde demiştiniz ki: bilmiyoruz saat nedir? Yalnız bir zandır zannediyoruz fakat biz yakîn edinmiş değiliz. (Elmalı)
Ve izâ kıyle inne va’dAllâhi Hakkun ves saatü lâ raybe fiyha size ne zaman; Bakın Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir ve son saat asla şüphe kaldırmaz denilmişse ne oldu? kultüm ma nedriy mes saatü in nezunnü illâ zannen ve ma nahnu Bi müsteykıniyn siz şu cevabı vermiştiniz her seferinde: Son saatte neymiş, biz böyle bir şeyi bilmiyoruz. Biz onun bir varsayımdan ibaret olduğunu düşünüyoruz ve biz asla ikna olmuş değiliz bu konuda demiştiniz. Hep böyle demiştiniz.
33-) Ve beda lehüm seyyiatü ma amilu ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;
Yaptıkları şeylerin kötülükleri onlarda açığa çıktı ve alay ettikleri şey kendilerini kapsadı! (A.Hulusi)
33 – Derken onlara yaptıkları amellerin kötülüklerini yüz göstermiş ve o istihza edip durdukları şey kendilerini kuşatıvermiştir. (Elmalı)
Ve beda lehüm seyyiatü ma amilu ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun en sonunda yaptıkları kötülükler ayan açık ortaya serilecek ve alay edip durdukları gerçek kendilerini perişan edecektir, mahvedecektir.
Allah’ın yasaklarının görünen nedenleri ve gerekçelerinin altında yatan ve bizim göremediğimiz, göremeye, bilemeyeceğimiz gerçek nedenlerini bizler orada göreceğiz. Mesela günahların insan ruhuna negatif etkisi nedir. Biz bunu burada göremiyoruz. Mesela günahlarla, insanla melek arasında nasıl bir duvar örülmektedir. Biz bunu göremiyoruz. Mesela günahların insanın Allah’a olan dualarının önüne nasıl bir engel çıkardığını göremiyoruz. Daha göremediğimiz bir çok şey var. Ama gerçeğini orada göreceğiz. Mesela günahlar ruhumuza nasıl ıstırap veriyor, ruhumuzda hangi hastalıkları oluşturuyor. Bedenimizin hastalığını hastanelerde fark ediyoruz ama günahların ruhumuzda açtığı kurşun yaralarını göremiyoruz. İşte o zaman Allah’ın bize olan rahmetinin büyüklüğünü ve bizi koruma konusunda ki gayretine şahit olacağız. Ama orada.
34-) Ve kıylel yevme nensaküm kema nesiytüm Lıkae yevmiküm hazâ ve me’vakümün naru ve ma leküm min nasıriyn;
Denilmiştir onlara: “Bu sürece kavuşmayı unuttuğunuz gibi; biz de bu süreçte sizi unuturuz! Barınağınız ateştir ve size yardım edecek de yoktur!” (A.Hulusi)
34 – Ve denilmiştir ki bu gün biz sizi sizin bu gününüzün geleceğini unuttuğunuz gibi unutacağız, yatağınız ateştir ve sizin için yardımcılardan bir eser de yoktur. (Elmalı)
Ve kıylel yevme nensaküm kema nesiytüm Lıkae yevmiküm hazâ ve onlara denilecek ki, orada tabii; siz yüzleşeceğiniz bu güne ulaşacağınızı nasıl unuttunuzsa, bu güne kavuşacağınızı nasıl kulak ardı ettinizse, hiç kale almadınızsa, biz de sizi unutulmaya terk ettik. Yani biz de sizi unuttuk, biz de sizi göz ardı ettik, biz de sizi gözden çıkarttık. ve me’vakümün nar nihayet varış yeriniz ateştir. ve ma leküm min nasıriyn; size yardım eden hiç kimse de bulunmayacaktır.
35-) Zâliküm Bi ennekümüttehaztüm âyâtillâhi hüzüven ve ğarretkümül hayatüd dünya* felyevme lâ yuhrecune minha ve lâ hüm yüsta’tebun;
“Bunun böyle oluşunun sebebi şudur: Allâh işaretlerini ciddiye almadınız ve dünya zevkleri sizi aldattı!”… Bugün ondan (ateşten) çıkarılmazlar ve onlardan özür de kabul edilmez! (A.Hulusi)
35 – Bunun sebebi, çünkü siz Allahın âyetlerini eğlence yerine tuttunuz ve Dünya hayat sizi mağrur etti, onun için bu gün ateşten çıkarılmazlar ve kendilerinden tarzıye de kabul edilmez. (Elmalı)
Zâliküm Bi ennekümüttehaztüm âyâtillâhi hüzüven ve ğarretkümül hayatüd dünya durum işte böylesine vahimdir. Zaliküm Bi enneküm. Durum işte böylesine vahimdir çünkü siz Allah’ın mesajlarını alay konusu ettiniz. Zira dünya hayatı sizi aldatmıştı. ve ğarretkümül hayatüd dünya dünya sizi aldattı, siz de kendinizi aldattınız. Peşin yalanı vadeli gerçeğe tercih ettiniz. Peşin yalandı, gerçek vadeli idi. Aslında dünya hayatı bir çalışma, mesai idi, bir aydı. Aylığı çalışmadan almaya kalktınız. Oysa çalışıp ta hak edecektiniz.
Bu benzetme de yerinde değil aslında. Siz Allah’tan peşinen bir çok kredi aldınız. Varlığınızı Allah’tan aldınız, iki göz, iki kulak, iki el iki ayak, bir dil bir dudak hep Allah’tan aldığınız akıl, yürek, duygu, düşünce hayat ve her nefes Allah’ın size açtığı bir kredi idi. Bu kredinin karşılığını ödemeden yeni krediler aldınız, ama hiç birine de teşekkür etmediniz. Sanki Allah’tan almamış gibi davrandınız ve sonuçta borcunuzu inkar ederek geldiniz.
Borcunuzu ödeyemeyeceğinizi Allah’ta biliyordu. Fakat O’nun istediği sadece itiraftı. Ya rabbi sana borçluyum. Deyn, diyn borçluluk bilinci dindarlıktır. Din; Deyn den gelir onun için.
felyevme lâ yuhrecune minha ve lâ hüm yüsta’tebun işte bu yüzden o gün ne oradan çıkarılacaklar, ne de başvuruları kabul edilecek. Ya da ne de onların baş vurmak için çığlığı dinlenecek. Dinleyecek kimse olmayacak onların. Yan hiçbir şey istemeye izin verilmeyecek.
36-) FeLillâhil Hamdu Rabbis Semavati ve Rabbil Ardı Rabbil ‘alemiyn;
Hamd; semâların Rabbi, arzın Rabbi, Rabb-ül âlemîn olan Allâh’a aittir (Hamd eden O’dur)! (A.Hulusi)
36 – Binâenaleyh hamd, Allahın, o Göklerin rabbi, Yerin de rabbi rabbil’âlemînin. (Elmalı)
FeLillâhil Hamdu Rabbis Semavati ve Rabbil Ardı Rabbil ‘alemiyn hamd, yani bütün bunların sonunda netice nedir ey insanoğlu, netice nedir biliyor musun? Netice şudur; Hamd göklerin ve yerin rabbi olan Allah’a mahsustur. İşin doğrusu budur. Alemlerin rabbine yani. Tüm övgü, tüm sena O’na mahsustur. Bunun altında zımnen şu ifade var. sen hamd etmesen de hamd Allah’a mahsustur. Sen küfretsen de Hamd Allah’a mahsustur. Çünkü göklerin ve yerin başka rabbi yok. Alemlerin başka rabbi yok. Rab olmak sadece yaratmak değil, yarattığının ihtiyacını da yaratmak. Neye ihtiyaç duyuyorsa her şeyini yaratmak. Yarattığını basitten mürekkebe doğru terbiye etmek, bir noktadan alıp amacına doğru ulaştırmak. Onu koruyup kollamak, görüp gözetmek, bakıp belemek, büyütmek ve beslemektir. Rab bütün bunların hepsidir ve Allah dışında da bir rab yoktur. O zaman sen hamd etsen de, etmesen de aslında hamd Allah’a mahsustur.
37-) Ve lehül Kibriyau fiys Semavati vel Ard* ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym;
Kibriyâ (benlik); semâlarda ve arzda O’na aittir! O, Aziyz’dir, Hakiym’dir.(A.Hulusi)
37 – Ve Göklerde, Yerde büyüklük onun, o öyle azîz, öyle hakîm. (Elmalı)
Ve lehül Kibriyau fiys Semavati vel Ard* ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym göklerde ve yerde ululuk O’na mahsustur. Yücelik O’na mahsustur, büyüklük O’na mahsustur, azamet O’na mahsustur. Zira O mutlak yücelik sahibi, sonsuz hikmet sahibidir. O size değil, siz O’na muhtaçsınız. Siz olmasanız O’nun hiçbir şeyi eksilmez. Ama O sizi; Kendisine şükür mü edeceksiniz, küfür mü edeceksiniz diye sınamak için yarattı.
O kendi kendine yetendir, siz ise hiçbir şeye yetmeyensiniz. O’nsuz yapamazsınız. O’nsuz yapamadığınız halde O’nu yok saymanız, O’na küfretmeniz, O’nu inkar etmeniz, O’nu unutmanız, O’nun hayata kattığı anlam ve manayı yok saymanız O’na olan küfranınızdır. O’na olan ihanetinizdir. Hiçbir ihanet cezasız kalmaz.
Rabbim hayata kattığı anlamı bilen fark eden ve bu anlama göre davrananlardan kılsın.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
