“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!
Değerli Kur’an dostları bugün dersimize yeni bir sure ile devam edeceğiz inşallah. Ahkaf suresi, mushafın 46. suresi olan Ahkaf suresi. Sure, sıra sıra kum tepeleri, ya da kum sıra dağları anlamına gelen Ahkaf adını 21. ayetinden alır. Sureye bu ismin verilmesinin hikmeti Kur’an da sadece burada, bu kelimenin geçiyor olması olsa gerek.
Sure tek isimli surelerden biri. Yani daha sahabe döneminde, hatta bir rivayette Resulallah’ın dilinden de bu adla dökülmüş, anılmış.
Sure Mekke‘de nazil olmuş. Bazı ayetlerinin Medeni olduğunu söyleyen otoriteler var. Fakat bunun hiçbir tutarlı delili yok. Medeni olduğu söylenen 10, 15, ayetler gibi ayetlerin bağlamına, siyak ve sibakına baktığımızda bu ayetleri ait olduğu bütünden koparmak ne anlam olarak, ne lafız olarak mümkin değil. Dolayısıyla bir konu bütünlüğüne sahip olan Ahkaf suresi tamamıyla Mekke de nazil olmuş, Haa. Miim..! ailesinin son suresi. Malumunuz bu aile 7 surelik bir seriden oluşmakta. Dolayısıyla7. sur olarak haa, Miim ailesi bu sure ile son bulmakta.
3 nüzul tertibinde de, yani Hz. Osman’ın, Hz. Abdullah İbn. Abbas’ın ve Hz. Cabir bin Zeyd in dizimlerine, zaman sıralamalarına göre nüzül sırasında Casiye ile Zariyat suresi arasında yer alıyor. Bu konuda ittifak var.
Surenin indiği zaman dilimi gerçekten de dikkat çekici, zor zaman, kor zaman, ateşten bir zaman diyebileceğimiz Mekke döneminin en zor dilimine ait bir sure.
29 – 32. ayetler arası cinlerden söz eder. Bu olay Taif dönüşü vuku bulmuştur. Yani Resulallah’ın cinlere, bir başka ifadesiyle görünmez varlıklara, bir başka ifadesiyle uzak varlıklara tebliği Taif dönüşü vuku bulmuş bir olay. Tüm siyer kaynaklarımıza göre Taif seferi hicretten 3 yıl öncesine denk geliyor.
Yine 15. ayet ebeveyn – evlat ilişkisine değiniyor. Bu ilişkiyi İsra ve Lokman surelerinde de benzer bir formla işlerken görüyoruz Kur’an ı ve ilginç olan İsra da, Lokman da tıpkı Ahkaf suresi gibi (Mekke’nin) 3 dilimlik döneminin 3. dilimine ait sureler. Yani yakın zamanlı, art zamanlı sureler.
Yine bu surenin 9. ayeti Ferra’nın yorumuna göre Kureyş’in Resulallah’a suikast planlarına ilişkin bir ayet.
Bütün bunları toparladığımızda ortaya şu çıkıyor; Bu sure Mekke döneminin, Yani nübüvvetin 10. yılına, hatta 10. yılın sonuna veya 11. yılın başına tesadüf ediyor inmesi. Peki nasıl bir ortamdı, nasıl bir zamandı, sureyi anlamamız için surenin ayaklarının nereye bastığını iyi bilmemiz gerekiyor. Malumunuz Kur’an başı gökte, ayakları yerde bir hitaptır. Başını mana ayaklarını lafız temsil eder. peki ayakları nerede duruyordu, yani bu surenin tarih içindeki zamanı neye tekabül ediyordu bunu iyi bilmemiz gerekiyor. Onun içinde kısaca ben bu surenin indiği zamanı ve o zamana mücavir zamanların kısa bir özetini vermek istiyorum.
Malum efendimiz davetini tüm Mekke’ye ve bölgeye duyurduktan sonra Mekke’nin aristokratları bu davete karşı var güçleriyle direndiler. Önce suskunlukla direndiler. Yani suskunluğa mahkum ettiler, sükuta mahkum ettiler. Bir şeyi kale almayınca söner gider zannettiler. Vahyin hakikatini bilmiyorlardı. Kökü gökten gelen vahyin suskunluğa mahkum edilerek sesinin boğulamayacağını tahmin edemediler.
Tabii vahyin sesi gür çıktı, hep çıktı. boğamadılar, bu kez 2. aşamaya geçtiler; alay. Alay aşamasında da alayın her türünü reva gördüler. O güzeller güzeli, o insanlık abidesi, o beşeriyetin ufku olan sevgili nebiye, sıradan insanlara yapılmayacak alayları reva gördüler, yaptılar. Sadece onunla alay etmediler, onun getirdiği bu gök sofrasıyla da alay ettiler. Belki bu alay bu gök sofrasını gönderene bir hakaret, bir iftira, bir küfür anlamına geliyordu ki biz ayetlerde bunu görüyoruz. Rabbimiz onların bu alayını böyle nitelendiriyordu.
Bu da sökmedi, bu da bir şey ifade etmedi, çünkü Resulallah Allah’tan aldığı emirleri canı pahasına, kanı pahasına da olsa iletmek zorundaydı ve iletti.
3. aşamaya geçtiler. İşkence, fiili baskı, fiziki baskı, tehdit aşaması. İşte bu aşamada öyle şeyler yaptılar ki bir kısım sahabe Mekke’de duramadı artık. Mekke’de varlıkları tehlikeye girmişti. Onları aç susuz bırakıyorlardı, kızgın güneş altında, kumların üzerinde işkence ediyorlardı. Sahipsizler, köleler, azad olmuş köleler, kimsesizler, yoksullar, ezilenler hep onların işkence ve hakaretlerine muhatap oldular.
Bir kısmı Habeşistan’a hicret etti. Mekke de kalanlarsa her ne pahasına olursa olsun direnmeye çalıştılar. Ama Mekkelilerin çok şiddetli bir boykotuyla karşılaştılar. İşte bu boykot bu surenin iniş zamanının hemen öncesine denk geliyordu. Ünlü boykot Müslümanların tamamının tecrit edilmesine yönelikti. Mü’minler birbirleri ile dayanışma içine girmek ve bu boykotun zararlarını öyle aşmak için Şib’i Ebi Talipte birleşmişler, tek yumruk olmuşlardı.
Şib’ zaten iki dağ arasında kalan vadi, çukur, oyuk anlamına geliyor. Bugün Ebu Kubeys tepesiyle, ki bugün Kralın sarayının üzerinde yapılı olduğu tepe hemen yanında ki çukur. O çukurun bir yanında da tüneller vardır. Gidenler bilir. Tünellerle Kralın sarayının bulunduğu tepe arasında ki oyuk. O vadi Şib’i Ebi Talib, Ebu talib mahallesi idi. Ve mü’minler orada muhasara altına alındılar.
Tam bir boykottu bu. Yemek ve su da dahil, ekmek ve su da dahil hiçbir gıda maddesini içeri geçirmiyorlardı. Her taraftan ablukaya almışlardı. Tepelerden arkaya aşmak mümkin olmadığı için aşağıdan o dağın yüzeyinde olan her hareket gözleniyordu. Dolayısıyla çok şedid bir dönemdi. Gerçekten mü’minler imanlarının bedelini çok ağır ödemişlerdi. Yani bu dönemde aç kalmışlar, rivayetlerin bize naklettiğine göre, ot yemişlerdi. Hatta yiyecek hiçbir şey bulamayınca bizzat yük hayvanlarını, yani kendilerinin hayati öneme haiz yük hayvanlarını kesip yemişler, onlar da bittikten sonra artık açlık baş gösterir olmuştu. 3 yıl sürmüştü bu boykot.
Bu boykotun ardından acı günler birbirini kovalamış, Resulallah’ı himaye eden Ebu Talib vefat etmişti. Ebu Talib’in vefatının üzerinden daha bir ay geçmeden efendimizin eşi, büyük sığınağı, korunağı, ona kucak açmış olan Hz. Hatice dar-ü bekaya intikal etti, irtihal etti. Dolayısıyla o yıl hüzün yılı ilan edilmişti. Yani hem efendimiz için, hem mü’minler için çok zor bir yıldı. Artık Mekke de duracak imkan kalmamıştı. Mekke liler ablukayı yavaş yavaş daraltmış ve en sonunda Resulallah’ın canına kastetmek için planlar hazırlar olmuşlardı. Dar’ün Nedve de toplanıyorlar, nasıl bir planla hareket edeceklerini konuşuyorlar, ve artık Ebu Talib de vefat ettiğine göre Resulallah’ı rahatlıkla öldüreceklerini düşünüyorlardı.
İşte bu şartlar altında Resulallah’ın hareket alanı oldukça kısıtlanmış, hatta panayırlara gelenlere Resulallah her şeye rağmen davete koşarken onun arkasına adamlar takmışlar, özellik le Ebu Leheb, özellikle Ümeyye bin Halef, Utbe, Şeybe gibi müşriklerin lider takımı onun davet ettiği kimseyi kâh tehditle, kâh ödülle onu dinlememeye çağırıyorlardı. Bu dönemde Mü’minler pazardan, çarşıdan bir şey satın alacak olsalar hemen düşmanlar geliyor, ben ona iki mislini veriyorum, ben ona ondan daha fazla veriyorum diyerek ona satmamasını telkin ediyorlardı.
İşte böyle bir ortamda Resulallah artık davetinin alanının iyice kısıtlandığı, imkânların iyice tükendiğini gördüğü Mekke’den hicret edecek bir mekan aramaya koyuldu ve istikamet Taif’ti. Taif’e çıktı. O yalçın dağlardan, gerçekten de bölgenin platosu olan bölgenin bir yerde yaylası sayılan Taif’e, ki rakımı hayli yüksektir Mekke’ye göre, bineksiz gitti. Çünkü binek alacak kadar bile maddi imkânı kalmamıştı, iyice tükenmişti. Mekke’nin en zengin dulu olan Hz. Hatice tüm servetini Allah yolunda harcamıştı. Taife giderken Resulallah gerçekten de bir binek alacak kadar dahi bir servete malik değildi.
Yanında bir rivayette Hz. Zeyd, bir rivayette ise yalnız başına Taif’e ulaştı. Umuyordu ki Taif’te ki eski arkadaşları kendine arka çıkarlar, davetini dinlerler, Taif’te ehli insaf olan insanlar bu ilahi davete koşarlar.
Ama hiç umduğu gibi olmadı. Taif’liler Arapların gazabını üzerimize çekeriz gerekçesiyle kendilerine konuk olarak gelen peygamberler peygamberini taşa tuttular. Taif’in çocuklarına ve delilerine öğüt verdiler, para verdiler, ödül verdiler, şu adamı taşlayarak çıkarın, küfredin, dövün, sövün dediler ve Resulallah aldığı taş yaralarından dolayı her tarafı kan revan içinde Taif’ten çıkmak zorunda kaldı.
Taif çıkışında ki bir bahçenin duvarına yaslanıp o meşhur duasını yaptı. O her şeyin bittiği, tabir caizse tarihin talihinin değiştiği, kaderinin değiştiği o kırılma anı. Yani bittim noktası. İşte o noktada yaptığı o meşhur duayı hatırlıyoruz.
“İlahi..!” demişti Resulallah Ben gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. kuvvetimin azaldığını sana şikayet ediyorum. insanlardan bıkıp usandığımı sana şikayet ediyorum. Ben gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. Kuvvetimin azaldığını sana şikayet ediyorum. Ey alemlerin rabbi, ey ezilenlerin rabbi, ey benim rabbim, ey rahmeti, mağfireti sonsuz olan Allah’ım. Beni kimlerin eline bırakıyorsun. Eğer bana gazaplı değilsen, kızgın değilsen ben bu çektiklerimin hiç birine aldırmıyorum. Beni nurunla aydınlat, nurundan uzak tutma, beni nefsimle bir lahza baş başa bırakma diyordu.
[Ek bilgi; (Konuşmadan yazıya dökemedim, İnternette bulduğum) TAİF DUASI
Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül müstad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy. Euzü binûri vechikellezi eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike.
Anlamı; "Allâh’ım, kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakîr hale düştüğümü görüyorsun. Ya erhamer rahimiyn, zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek, hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar Rahimsin. Allah’ım, bana karşı gazaplı değilsen; çektiğim eziyet ve belâlara hiç aldırış etmem. Ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. Allâh’ım, gazabına maruz kalmaktan, yahut rızasızlığından, senin bütün zulmeti parıl parıl aydınlatan, dünya ve âhiret hallerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan NUR’U Veçhine sığınırım. Allâh’ım rızan olasıya senden affını diliyorum. Havl ve kuvvet ancak seninledir."]
Dönüm noktası, bitim ya rabbi denilen yerde, yettim kulum diyecek bir rab vardı. Hani ayeti kerime de buyrulduğu gibi. Meta nasrullah (Bakara/214) Allah’ın yardımı ne zaman peygamber ve beraberindekiler elâ inne nasrAllâhi kariyb. (Bakara/214) İyi bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır. Böyle diyen ve bunun içini dolduran, gerçekten biten ve bittim diyene yetecek bir Allah vardı.
Ve işte o an değişmişti. Değişmenin alameti hemen gözüktü. Değişmenin ilk alameti. Allah’tan gelen yardımın ilk işareti, tabir caizse işaret fişeği Addas’tı. Teselli armağanıydı. Acının zirvesini yaşayan Resulallah’a bir teselli armağanı. Kovulduğu Taif’te taşlanarak üzeri yara bere içinde, kan revan içinde çöktüğü o duvarın dibinde kendisine gönderilmiş bir armağan Addas; bir köle, bir bahçıvan. Taif’li bir efendinin Ninovalı kölesi. Yunus peygamberin hemşerisi. Resulallah’ı orada öylesine görünce dayanamadı geldi. Önce yüzünü temizledi, kana bulanmış yüzünü. Yüzünü temizledikten sonra alnından öptü. Sonra ellerini temizledi, elinden öptü. Sonra ayaklarını temizledi onları öptü ve Resulallah’ı, peygamberlerin zirvesini, peygamberler zincirinin son halkasını tebrik etti. Ondan dua istedi.
Resulallah ilk armağanını böyle almış olarak, teselli armağanını, Mekke’ye döndü. Mekke’ye dönerken bu surenin 29 – 32. ayetleri arasında ki hadise gerçekleşti. O, ona ikinci armağandı adeta. Yani sana en yakınların, en yakın olan varlık, insanlar eğer böyle yapıyorsa, Allah sana görünmeyen varlıkları, cinleri, uzak varlıkları boyun eğdirir, iman ettirir, teslim ettirir. Yani sen üzülme. Sana en yakınların ihanet ediyorsa, en uzaklar sadakat gösterir, Allah sana birilerini bulur buluşturur, onlar sana yar olurlar, yardımcı olurlar, dost olurlar, sadık olurlar mesajıydı bu. Bu surenin 29 – 32. ayetlerinde ki cinlerle ilgili mesaj.
İşte bu surenin indiği zaman dilimi böylesine acının ayyuka çıktığı, çaresizliğin son demine dayandığı ve artık bittim ya rabbi dediği Resulün; Allah’ım gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum dediği, yani kendimi sana şikayet ediyorum ya rabbi dediği ve rabbimizin artık zamanın gün dönümü olduğunu müjdeleyerek kemalühu, zevalühu. Bir şeyin zirvesi, o şeyin sonudur fetvasınca zamanı tersine çevirip artık yokuş aşağı bir yola Resulünü soktuğunun göstergesi olmuştu bu. İşte bu sure böyle bir olayın ertesinde vuku buldu. Zor zaman kor mekan diyebileceğimiz böylesine bir zamanın ürünlerinden biri.
Surenin dolayısıyla konusu da bu zaman hakkında bize ip uçları veriyor. Diğer üyelerle benzerlik arz ediyor Ha mim ailesinin diğer üyeleriyle. Vahyin kaynağı değeri ve ona iman üzerinde duruyor. Onu inkar edenlerin içine düştüğü o derin açmaz ve sefaleti dile getiriyor. Onu inkarın en anlaşılamaz tarafı, onu inkar edenlerin içine girdiği hal. Özellikle bu hali iman eden anne babanın, inkar eden evladını imana davet bağlamında, örneğinde dile getiriyor bu sure 15.- 20. ayetler arasında.
Zımnen bize göre bu örnekle şunu söylüyor. Allah Resulü müminlere baba gibidir. Zaten Kur’an bunu bir yerde de söylüyor. Mü’minlerin babası gibidir diyor. Dolayısıyla Allah Resulünün davetine sırt çevirmek, insanın üzerinde bin babadan daha fazla hakkı olan bir manevi babaya ihanet etmektir. Onun şefkati, onun merhameti, onun insanlığa olan sevgisi; insanlığın tüm babalarının sevgisini toplasanız, şefkatini toplasanız, onun sevgi ve şefkatinin zekatı etmez. İşte böyle bir insanlık babasını üzmek ne demek anlamına geliyor. Böyle yorumluyorum ben 15 – 20. ayetler arasındaki verilen modeli örneğin.
Peygamberi ret, nankörlüğün en büyüğüdür. Sözün özü bu. Allahsız bir hayatı ve bu hayatın bereketsizliğini dile getirerek sure son buluyor. Allahsız bir hayat, o kadar bereketsiz bir hayat ki, surenin son ayetine göre, o kadar kısa, o kadar bereketsiz ki, bu bereketsiz hayatı yaşayıp ta ahirette işin gerçeğini görenler, yani aslında Allahsız bir hayatın yaşanmamış, kısalmış bir hayat olduğunu, bu gerçeği görenler diyecekler ki …sa’aten minennehar..(Yunus/45) Yer yüzünde bir saat, yani bir günün bir saati kadar kaldık. Çünkü çok bereketsiz bir hayat yaşadıklarını ancak o zaman fark edecekler. Ama iş işten geçmiş olacak.
Kur’an ın hiçbir tarafında bunu bir mü’min söylemez. Demek ki küfür içinde geçen bir hayat aslında kısalmış, bereketi kaçmış, bir güne inmiş bir hayattır. İman içinde geçen bir hayatsa dolu dolu, uzamış, bereketlenmiş, adeta cennette geçen bir hayat gibi. Tam dolu dolu, mübarek sünnetlenerek yaşanmış bir hayattır. Şimdi bu kısa özetten sonra Ahkaf suremizin tefsirine geçebiliriz.
[Ek bilgi; Surenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır.
1 – Allah ü Teâlânın vahdaniyeti, birliği hakkında deliller.
2 - Şirkin batıl olduğunu beyan.
3 - Mü'minlerin ana ve babalarına karşı yaptıkları iyi muamele ile nail olacakları mükafat.
4 - Dünyanın fani varlıklarına ve lezzetlerine kapılmanın tehlikeli olduğuna işaret.
5 - Ad kavminin kıssasını beyan.
6 - Cin taifesinden bir zümrenin Kur'an-ı Kerimi dinleyip Müslüman olmaları ve kavimlerini de İslam’a davet ettiklerine işaret.
7 - Peygamberimiz (s.a.v)'in sabır ve sebat ile mükellef olduğunu beyan.
8 – Allah ü Tealânın emirlerine isyan etmenin ve ahireti inkâr etmenin vahim sonuçlarını ihtar.
(Ebü’l- Leys Semerkandi - Tefsir-ül Kur’an]
Rahman, rahiym Allah adına. Yarab, herkes bir şey adına başlar, hayatı herkes bir şey adına okur, hayatı herkes bir şey adına yaşar. Kimsi refah adına yaşar, kimisi maddi rahatlık adına yaşar, kimisi makam adına yaşar, kimisi mevki adına yaşar, Kimisi sahte efendiler ve sahte tanrılar adına yaşar. Biz mü’minler hayatı senin adına yaşarız. Onun içinde hayatın prospektüsünü, hayatın kullanma kılavuzunu senin adınla okuruz, senin adınla başlarız. Her güzel işe senin adına başladığımız gibi, işlerin en güzeli olan vahyi okumaya da senin adınla başlıyoruz.
1-) Haa, Miiiym;
Ha, Miim. (A.Hulusi)
01 – Hâ mîm. (Elmalı)
Haa, Miiiym hurufu mukadda malumunuz, heca harfleri başında geldiği surelerin hemen tamamında vahye atıf işlevini taşır. Bu surede de vahye atıf işlevini açıkça görüyoruz hemen şu ayette.
2-) Tenziylül Kitabi minAllâhil ‘Aziyzil Hakiym;
Aziyz Hakiym Allâh’tandır O Bilgi tenzîli (tafsile indirme)! (A.Hulusi)
02 – Bu kitabın ceste ceste indirilmesi azîz, hakîm Allah dan dır. (Elmalı)
Tenziylül Kitabi minAllâhil ‘Aziyzil Hakiym bu ilahi kelamın indirilişi, yüceler yücesi. Ulular ulusu, büyükler büyüğü ve sonsuz hikmet sahibi Allah katındandır.
Aziyz ve Hakiym isimlerinin bir ayetin sonunda gelmesi tesadüfi değil elbet. Aziyz ismi geldiği zaman o ayette, ya da o ayetin öncesinde anlatılan olayın mahiyetine ilişkin bize bir duruş verir. Nedir bu? Yani eğer siz, ki burada anlatılan olay vahiy, kitabın indirilişi. Eğer siz önünüze indirilmiş olan bu gök sofrasından yemiyorsanız, yüreğinizi doyurmuyorsanız, ruhunuzu kandırmıyorsanız; bunda Allah’ın hiçbir zararı olmaz. Aziyz isminden biz bunu anlarız. Yani bundan zarar edecek olan Allah değil sizsiniz. Allah’ın hiçbir şeyi eksilmez.
Neden? O Aziyzdir. O hiçbir şeye muhtaç olmayan, O üstündür. Bizatihi üstündür. Yani El Aziyz. Kendiliğinden yücedir. Siz yücelttiğiniz için yüce değil, topunuz Allah’ı yüceltmeyelim diye ittifak etseniz, Allah’ın yüceliğinden zerrece bir şey eksilmez. Bu zımnen bu manayı içerir.
El Hakiym de bu açıklamanın arkasından biri eğer kalkar da; O zaman ya rabbi bu insanoğlunun neye yarattın. Yani senin yüceliğini takdir etmeyecek, bilmeyecek bu insanoğlunu, madem yaptıkları sana bir şey katmayacaktı, neden yarattın diye bir soru gelirse cevabı olsun El Hakiym. Hikmeti vardır. Hikmetsiz yaratmamıştır. Bu hikmette yine ey insan seninle ilgilidir. Yani kötüye bak, iyiyi tanı. Küfre bak imanı tanı, batıla bak hakkı tanı. Güzele bak çirkini tanı diye bu hikmet ve daha sayamayacağımız bir çok hikmete mebni olarak yaratmıştır.
3-) Ma halaknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma illâ Bil Hakkı ve ecelin müsemma* velleziyne keferu amma ünziru mu’ridun;
Biz semâları, arzı ve ikisi arasındakileri yalnızca Hak olarak ve bir süreç için yarattık… Hakikat bilgisini inkâr edenler ise uyarıldıkları şeyden (hakikatten) yüz çevirmektedirler. (A.Hulusi)
03 – Biz o Gökleri ve Yeri ancak Hakk ile ve müsemmâ bir ecel ile yarattık, küfredenler ise inzar edildikleri şeylerden alındırmıyorlar. (Elmalı)
Ma halaknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma illâ Bil Hakkı ve ecelin müsemma biz gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak gerçek bir anlam ve amacı gerçekleştirmek için yarattık. Ne ki ayetin sonunda ki o itirazi cümle ve ecelin müsemma sınırlı bir süreliğine, yani sonsuzca değil. Gökleri yeri ve bu ikisi arasındakileri. Adeta ahiretin kalıcı dünyanın içinde bulunduğu alemle birlikte geçiciliğine bir atıf. Yine bu atıf aynı zamanda bu alemin, şu maddi alemin yaratılmamış olduğunu, dolayısıyla ezeli ve ebedi olduğunu savunan ilkel ve modern materyalizme bir ret, bir cevap içeriyor.
Anlam ve amaç. Evet, illâ Bil Hakk bir anlam ve amaçla yarattık diyor. Yaratılışın anlam ve amaçlılığı varlığın en temel yasasıdır. Yer çekimi yasası yokken, yaratılışın anlamlılığı yasası vardı. Dolayısıyla yaratılışın ilk yasası anlamlılık ve amaçlılık yasasıdır.
Bu ne demektir? Bu Allah demektir, anlam demek; Allah demektir. Allah demek anlam demektir. Onun için varlığın anlamsız olduğunu düşünen Allahsız bir kafadır, Allahsız bir tasavvurdur. Allah vardır; anlam vardır. Bir yerde düzen varsa, nizam varsa, sistem varsa, kozmos varsa, orada o düzeni sağlayan ve yaratan biri var demektir. Bir yerde sanat varsa orada bir sanatkar var demektir. Bir yerde fiil varsa, eylem varsa orada bir fail var, o eylemi ortaya koyan biri var demektir. Fiil var ama fail yok. Eylem var ama eylemci yok. Sanat var ama sanatkar yok. Ses var ama ağız yok demek anlamsızdır. Anlamsızlığı savunmaktır.
Anlamsızlığı savunan kendine en büyük kötülüğü yapmış olur, hakareti yapmış olur. Çünkü bu, şu alemin çok seçkin bir parçası olan insan, tasavvufi jargonla konuşursak eşrefi mahlûkat olan, mahlûkatın şereflisi olan insan eğer kendi şerefiyle oynamayı göze alıyor, kendi anlamını yok sayıyor, kendini bir kör tesadüfün eseri sayıyor ve bu aleme gelişini solucanla eşitliyor, deniz yıldızlarıyla eşitliyor, eğer kertenkele ile eşitliyorsa o zaman bu insana bir başkasının hakaret etmesine gerek yok. Kendi kendisine bir kimse bundan daha büyük bir hakareti yapamaz. O nedenle Allah; Allahlı bir hayata çağırır. Bu anlamlı bir hayata çağırmaktır. Tüm peygamberlerin yaptığı şey aynıdır hayata anlamına döndürmek. Hayatı anlamına iade etmek. Tüm kafirlerin yaptığı şeyde aynıdır; hayatı anlamsızlaştırmak. Hayatın amacını yok etmeye kalkmak. Hayatın anlam ve amacı ancak Allah ile mümkündür. Vahiy işte bu anlam ve amacın yol haritasıdır.
velleziyne keferu amma ünziru mu’ridun ne ki inkar eden kimseler uyarıldıkları, davet olundukları hakikatten ısrarla yüz çeviriyorlar. Zımnen vahyi inkar denek istiyor bu cümle zımnen bu anlama geliyor; anlamı inkardır. Yani davet olunduğu şeyden inkar edenler yüz çevirmekle aslında hayatın anlam ve amacının olmadığını savunmuş oluyorlar. Zımnen böyle demiş oluyorlar.
İman; anlam ve amaçlılıktır buna göre. Küfür de anlamsızlık ve amaçsızlıktır. Ayetin son cümlesi zımnen bize bunu söylüyor. İşte Allah dışında tanrılaştırdıklarınız diyor. Misal mi istiyorsunuz. Yani küfrün anlamsızlık olduğuna, saçma olduğuna misal mi istiyorsunuz, örnek mi istiyorsunuz; Haydi size örnek vereyim bakın, verecek örneği;
4-) Kul eraeytüm ma ted’une min dûnillâhi eruniy ma zâ haleku minel Ardı em lehüm şirkün fiys Semâvat* iytuniy Bi Kitabin min kabli hazâ ev esâretin min ılmin in küntüm sadikıyn;
De ki: “Allâh dûnunda yöneldiklerinizi gördünüz mü (düşünün bakalım)? Gösterin bana arzdan ne yaratmışlar? Yoksa onların, semâların yaratılmasında bir ortaklığı mı var? Eğer doğruyu söylüyorsanız, bu konuda eskiden gelen bir bilgi yahut ilimden bir kalıntı getirin bana.” (A.Hulusi)
04 – De ki: şimdi baksanız a şu sizin Allahın berîsinden yalvarıp durduklarınıza, gösterin bana onlar Arzdan hangi cüz’ü yaratmışlar, yoksa onların Göklerde mi bir ortaklıkları var? Haydin bana bundan evvel bir kitab yahut ilimden bir eser getirin eğer sadıksanız. (Elmalı)
Kul eraeytüm ma ted’une min dûnillâh baksanıza şu Allah dışında taptıklarınıza, dönüp de bir göz atın bakalım. Allah dışında tanrılaştırdıklarınıza. Bu ilginç bir bağ kuruyor önceki ayetle. Allah dışında bir şeyleri tanrılaştırmakla, varlığın anlam ve amacından soyutlanması aynı yere varıyor, aynı gözede buluşuyor. Bir tek Allah’a kul olmayan, her şeyi tanrılaştırmaya hazır hale gelir. Öyledir. Allah’a kul olmayı reddeden bir kimse kul olmak için her şeye tanrı gözü ile bakmaya açık hale gelmiştir. Dolayısıyla her şeye kul olmaya hazırdır.
Demek ki rabbimize kul olmakla çıkarı olan tek bir taraf var, o da insan. Yani bir çok tanrısı olup kula kul olmamak, eşyaya kul olmamak istiyorsa, Allah’a kul olmaktan başka çaresi yoktur. Allah’a kul olmak insan onurunun zirvesidir. Neden? Çünkü insanı onursuzluğun en büyüğü olan kula kul olmaktan ve eşyaya kul olmaktan korur ve garanti altına alır.
eruniy ma zâ haleku minel Ard gösterin bana, onlar yer yüzünün neresinde neyi yaratmışlar? Şu Allah dışında tanrılaştırdıklarınız, Allah’a ait vasıfları kendisine yakıştırdıklarınız neyi yaratmışlar. em lehüm şirkün fiys Semâvat yoksa onların göklerde ortakları mı var.
iytuniy Bi Kitabin min kabli hazâ ev esâretin min ılmin in küntüm sadikıyn haydi bundan önce inmiş ilahi bir kelam, ya da hiç olmazsa bir bilgi notu, bir kırıntı kadar kabilinden bilgi getirin bana eğer iddianızda dürüstseniz, samimiyseniz.
5-) Ve men edallu mimmen yed’u min dûnillâhi men lâ yesteciybü lehu ila yevmil kıyameti ve hüm ‘an duâihim ğafilun;
Allâh dûnunda kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olup ve onların dualarından da gâfil olanlara dua eden kimseden daha sapkın kimdir? (A.Hulusi)
05 – Hem o kimseden daha şaşkın kim olabilir ki Allah’ı bırakır da kendisine Kıyamete kadar cevap veremeyecek kimselere duâ eder onlar ise onların duâlarından gafildirler. (Elmalı)
Ve men edallu mimmen yed’u min dûnillâh Allah dışında birilerine yalvarıp yakarandan daha zalim biri olabilir mi? Allah dışında birilerine yalvarıp yakaran, dua eden. Onlardan; Allah’tan ister gibi talepte bulunandan daha zalim kim olabilir. Daha sapık kim olabilir, daha yoldan çıkmış kim olabilir. Neden? Çünkü şaşkınlığın dibidir bu.
Aslında burada men edallu; daha sapık kimdir, daha şaşkın kimdir diye de çevirebiliriz bunu. Çünkü delalet hem sapma, hem şaşırma anlamına gelir. Zaten şaşırma, sapmanın bir türevidir. Peki neden şaşkınlıktır bu? Çünkü onursuzluktur. Allah dışında birini tanrılaştıran, kendini nesne haline getirir. tanrılaştırdığı şeyin nesnesi haline. Bu ise insanın kendine yaptığı en büyük hakarettir. Allah dışında ya kula kul olacak, ya eşyaya kul olacak. Bu şaşkınlık değil de nedir. Yani şaşkınlık insanın iyi yapıyorum zannederek kendisine en büyük kötülüğü yapması. İşte bu noktada Allah dışında birilerine tanrılık yakıştırmak, insanın yapabileceği en büyük şaşkınlık. Çünkü kendisine hakaret etmektedir.
men lâ yesteciybü lehu ila yevmil kıyameh kıyamete kadar duasına karşılık veremeyecek olanlara tanrılık yakıştırmak. Yani bu satanlar var ya, bu şaşkınlar; Kıyamete kadar kendilerine cevap veremeyecek birine tanrılık yakıştırıyorlar. ve hüm ‘an duâihim ğafilun üstelik kendisine yalvarıldığının dahi farkında olamayan bir takım varlıklara tanrılık yakıştırmak, onlara dua etmek. Ki onlar kendisine yalvarıldığının dahi farkında değiller.
6-) Ve izâ huşiren Nasu kânu lehüm a’daen ve kânu Bi ıbadetihim kâfiriyn;
İnsanlar haşrolunduklarında, (o Allâh’tan gayrı yöneldikleri) kendileri için düşmanlar olurlar ve onların tapınmalarını da inkâr ederler! (A.Hulusi)
06 – Nâs toplanıp haşr olunduğu vakit da onlara düşman olurlar ve ibâdetlerini inkâr ederler. (Elmalı)
Ve izâ huşiren Nasu kânu lehüm a’daen ve kânu Bi ıbadetihim kâfiriyn bütün insanlar toplandığı zaman, toplanan kimseler berikilere can düşman olacaklar ve onların tapınmasını ısrarla reddedecekler.
Bu bana şunu hatırlatıyor o kadar suçlusunuz ki demeye getiriyor, o kadar suçlusunuz ki tek taraflı ilginiz dahi karşınızdakini tedirgin ediyor. Hani suçlu biri o kadar şaibeli ve suçlu olur ki, kirli ve pis olur ki, bana değime, bana dokunma da kime dokunursan dokun dersiniz. Onun sizinle birlikte görünmesini kendiniz için büyük bir hakaret sayarsınız ya, işte onların kendilerine yalvarıp yakardığı kimseler, tanrılık atfettiği kimseler, mesela Hıristiyanların tanrılık atfettiği Hz. İsa. Veya azizler, veliler. Kendilerine bu bize her şeyi istediğimizi verir denilen kimseler; Yarın insanların toplandığı mahşerde düşman olacaklar. Çünkü bunlar, onlar için bir iyilik yapmış değiller. Onlara kötülük yapmaya kalkıyorlar. Onları Allah’ın koymadığı bir yere koymaya çalışıyorlar.
7-) Ve izâ tütla aleyhim ayatuNA beyyinatin kalelleziyne keferu lil Hakkı lemma caehüm hazâ sıhrun mubiyn;
İşaretlerimiz kendilerine apaçık bildirildiğinde, o hakikat bilgisini inkâr edenler, kendilerine geldiğinde Hak için: “Bu apaçık bir büyüdür” dediler. (A.Hulusi)
07 – Karşılarında âyetlerimiz açık açık, parlak parlak okunurken de o küfredenler dediler ki hakka, kendilerine geldiği zaman: bu parlak bir sihir. (Elmalı)
Ve izâ tütla aleyhim ayatuNA beyyinatin kalelleziyne keferu lil Hakkı lemma caehüm hazâ sıhrun mubiyn evet, ne zaman ayetlerimiz onlara bütün açıklığıyla tebliğ edildiyse inkarda ayak direyenler kendilerine ulaşan hakikat için; Bu etkili bir sihirdir dediler. Mubıyn i etkili şekilde çevirdim, bu bağlamda ki en uygun çevirisi diye düşünüyorum. Açık ve açık eden. Sahibinin içini dışa çeviren, niyetlerini ortaya koyan anlamına gelir. burada bu bağlamda ki gerçekten de etkili bir sihirdir dediler.
İlk muhataplar söz dinlemiyorlardı. Ama dikkat buyurun bu ayetten çıkardığımız sonuç şu; söz dinlemeseler de sözün değerini anlıyorlardı. Etkili bir sihirdir demeleri aslında zımnen; Bu söz sıradan bir söz değil, bu sıradan bir laf değil, masal değil. Yani bizim şairlerin düzdüğü, koştuğu bir şey gibi değil. Bunda bir olağanüstülük var. Bu vahiydir demediklerine göre sihirdir diyorlar. Yani sözün yinede değerini, sıradan olmadığını itiraf etmiş oluyorlar böylece. Tersinden bir itiraf tabii bu.
Em yekulunefterah* kul iniftereytühu fela temlikûne liy minAllâhi şey’a* HUve a’lemü Bima tüfiydune fiyh* kefa Bihi şehiyden beyniy ve beyneküm* ve “HU”vel Ğafûrur Rahıym;
“Onu (kendi) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Onu uydurmuşsam, beni Allâh’tan (koruyacak) bir güce sahip değilsiniz… ‘HÛ’, O’nun hakkında ileri gittiğinizi daha iyi bilir… Benimle sizin aranızda şahidim olarak O kâfidir… O, Ğafûr’dur, Rahıym’dir.” (A.Hulusi)
08 – Yok, iftirâ etti mi diyorlar? De ki: ben onu iftirâ ettimse siz beni Allah dan kurtaracak hiç bir şey’e mâlik olamazsınız ve o sizin neye yaygara edip durduğunuzu pek âlâ bilir, ona benimle aranızda şahit o yeter, hem de gafûr, rahîm o. (Elmalı)
Em yekulunefterah yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Daha önce de müteaddit defa geçti. Yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar.
kul iniftereytühu fela temlikûne liy minAllâhi şey’a eğer onu ben uydurmuş olsaydım Allah’tan bana gelecek bir cezayı asla defedemezdim. De.
Değerli dostlar bu surenin girişinde, bu surenin nasıl bir zaman diliminde nazil olduğunu izaha çalıştım. Resulallah’ın hayatında ki en zor zaman. En acılı zaman, acının zirveye çıktığı zaman. Hayatında ki en değerli insanları kaybettiği bir zamanın hemen ertesi. Düşünün sevgilisi Hz. Hatice’yi kaybediyor. Yani adeta Hz. Hatice Resulallah’ın sığınağı, barınağı. Ebu Talib’i kaybediyor ve kan revan içinde Taif’ten taşlanarak dönüyor.
Ama ilginç değil mi? Eğer Resulallah kendisi yazsaydı, kendinizden pay biçin. Şu satırların arasına o çektiği acılardan bir iki satır koyması gerekmez miydi. Şöyle o acıları görmemiz gerekmez miydi. Biri edebi bir metin yazsa, yazdığı andaki ruh hali ona yansır. Acı çekiyorsa sevinç sahnelerini canlandıramayacaktır. En güzel canlandıracağı şey acı, acısını yansıtır. Çünkü küpün içinde ki ne varsa dışına o sızar. Ama biz bu surenin hiçbir tarafında Resulallah’ın çektiği bu acılara dair bırakın açıkça bir ifadeyi, bir ima bile bulamıyoruz. Kişisel acılarına dair.
Vahyin ilahi kaynağını ispat eden en güzel delillerden biri işte budur. Eğer öyle olmasaydı Hz. İsa’nın annesine ilişkin bir sure varken Resulallah’ın annesine ilişkin bir ayetin bile Kur’an da olmamasını izah edemezdi. Bunun bir tek izahı varsa o da bu kitap Allah’tandır. Onu gösterir.
HUve a’lemü Bima tüfiydune fiyh O öksesine düştüğünüz bu iftiranın nedenini bilmektedir. Aslında literal anlamı; Ağzınızdan çıkan savurduğunuz, yani kulağınızın duymadığı ağzınızdan çıkan bu lafın neden çıktığını bilmektedir. İçine düştüğünüz bu iftira çukuruna niye düştüğünüzü bilmektedir.
kefa Bihi şehiyden beyniy ve beyneküm benişmle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. ve “HU”vel Ğafûrur Rahıym iyi ki O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum düşmanlarına dönük olarak Resulallah’a söylemesi istenen cümlenin sonuna bakın. Hele ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet sahibi. Adeta zımnen peygamberimizden düşmanlarına karşı bağışlayıcı olması istenmekte. Bu ayetle. Nebinin tasavvuru inşa ediliyor. Resulallah’ın iç dünyası onarılıyor ve yine de affedici ol deniliyor zımnen.
9-) Kul ma küntü bid’an miner Rusuli ve ma edriy ma yüf’alu Biy ve lâ Biküm* in ettebi’u illâ ma yuha ileyye ve ma ene illâ neziyrun mubiyn;
De ki: “Rasûller arasında açığa çıkmamış yeni bir şey oluşturmuyorum. Bende ve sizde ne açığa çıkarılacağını bilmem! Bana vahyolunandan başkasına tâbi olmam! Ben yalnızca apaçık bir uyarıcıyım!” (A.Hulusi)
09 – De ki: ben Peygamberler içinden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum, yalnız bana gönderilen vahye ittiba’ ediyorum, ben başka değil, açık bir nezîrim. (Elmalı)
Kul ma küntü bid’an miner Rusuli ve ma edriy ma yüf’alu Biy ve lâ Biküm De ki; ben peygamberlerin ilki değilim. Ne kendime ne de size ne yapılacağını asla bilmiyorum.
Ben peygamberlerin ilki değilim, ben türedi değilim anlamına da alınabilir. Bid’an; yani ben bid’at değilim, sonradan ortaya çıkmış, ya da getirdiğim mesaj bid’at değil. Bu şu anlama geliyor; Vahiy benimle başlamadı, peygamberlikte benimle başlamadı. Ben bir zincirin halkasıyım, son halkasıyım, ilk halkası değilim. Dolayısıyla hakikat ilginç olan değildir, hakikat söylenmemiş olan değildir. Hakikat söylenmiş olandır. Ben o hakikati bir daha tekrar ediyorum, bir daha duyuruyorum, üstündeki tozları silkeliyorum. Biz bunu anlayacağız. Ama özellikle 2. cümle bana da size de ne yapılacağını bilmiyorum.
Hz. peygamber inşa ediliyor demiştim bir önceki ayette. Tasavvuru, aklı ve şahsiyeti inşa ediliyor ve böyle demesi isteniyor. Muhataplara da şu söyleniyor; Peygamber olduğu halde onun insan üstü olmadığını siz de anlayın. O da sizin tabi olduğunuz insani yasalara tabi. Bak; bana da size de ne olacağını bilmiyorum diyor. Bunun; Resulallah’ın tasavvurunu nasıl inşa ettiğini bu ayetin örneğini biz Medine’de görüyoruz.
Bir gün muhacirlerden Osman bin Maz’un Hicret ettikten sonra misafir olduğu evde hastalanır ve vefat eder. Vefatının ardından ev sahibesi Ümmül ‘Alâ, Osman Bin Maz’un un hayatının mazbutluğunu gerçekten güzelliğini, gece ibadetlerine düşkün olduğunu, yani gecesini ve gündüzünü gördüğü için Osman bin Maz’un a döner ve der ki; Allah sana rahmet edecektir, sana müjdeler olsun, cennet sana helal olsun anlamında bir şeyler söyler.
O anda da Resulallah taziye için eve girmektedir ve bu sözü duyar ve döner Ümmül ‘Alâ ya der ki;
- Ve inniy vallahi ma edriy. Ben, ve ene Resulllahi ve ma yufalu bih. Ben Allah’ın resulü olduğum halde Allah’ın bana ne yapacağını vallahi ben bile bilmiyorum. Kimse hakkında böyle kesin konuşma.
Ondan sonra diyecektir Ümmül ’alâ kimseyi böyle kesin teksiye etmeyeceğime söz verdim. Aslında burada Resulallah’ın yaptığı, söylediği şey, hatta ondan sonra bir rüya görür. Rüyasında Osman Bin Maz’un u cennette görür ve Resulallah’a haber verir, Resulallah’ta rüyasını tasdik eder. O zaman Resulallah’ın ona, Ümmül ‘Alâ ya anlatmak istediği şey o değil. Anlatmak istediği şey; Hiç birimiz akıbetinden emin değiliz. Ben bile. Bunu söyler. Yani peygamber de olsam gaybı bilemem.
in ettebi’u illâ ma yuha ileyye ve ma ene illâ neziyrun mubiyn ben sadece bana vahy edileni izlerim. Zira ben hakikatleri olduğu gibi ortaya seren bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.
10-) Kul eraeytüm in kâne min ‘indillâhi ve kefertüm Bihi ve şehide şahidün min beniy israiyle alâ mislihi feamene vestekbertüm* innAllâhe lâ yehdil kavmez zâlimiyn;
De ki: “Gördünüz mü (bir düşünün bakalım), eğer (Kur’ân) Allâh indîndense ve siz Onu inkâr ettiyseniz (hâliniz ne olur)! İsrailoğullarından bir şahit Onun benzeri üzere şahitlik etmiş ve iman etmiş de; (buna karşın) siz benlik taslamışsanız! Muhakkak ki Allâh zâlimler kavmini hidâyet etmez.” (A.Hulusi)
10 – De ki: şuna vicdanınızda bir re’y edindiniz mi? Eğer bu, Allah tarafından da siz ona küfrettinizse ve Benî İsraîl’den bir şahit onun misline şahadet edip iman getirdi de siz kibretmek istedinizse? Şüphe yok ki Allah zâlimleri doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)
Kul eraeytüm in kâne min ‘indillâhi ve kefertüm Bih de ki; düşünsenize bir, ya bu mesaj Allah katından gelmişte buna rağmen siz onu inkar ediyorsanız ne olacak. ve şehide şahidün min beniy israiyle alâ mislihi feamene vestekbertüm devam ediyor cümle; Üstelik İsrail oğullarından bir şahit kendi gibi birisinin gönderileceğine şahitlik yapmış ve ona inanmışken siz kalkıp küstahça baş kaldırmışsanız ne olacak.
Eğer ‘alâ mislihi de ki zamirin Hz. Peygambere gittiğini düşünürsek çeviri onun gibi olur. Yok vahye gittiğini düşünürsek onun gibi bir mesaj anlamına gelir bu kez. Yani burada ki zamir 3 yere de dönebilir. 3 yeri de gösterebilir. Bizim tercihimiz Hz. Musa. Hem bağlama uygun olduğu için, hem de Tevrat’ta kimi pasajlarda doğrudan atıf olduğu için ki gerçekten de Tevratın tensiye bölümünde şöyle bir cümle var;
Rabbiniz Allah sizin aranızdan bana benzeyen birini, yani bir peygamberi çıkaracaktır der. Bana benzeyen, özellikle ‘Alâ mislihi ile arasındaki benzerliğe dikkat.
[Ek bilgi; TEVRAT’TA PEYGAMBERİMİZE İŞARET.
… (Eski Ahit Haggay 2, ayet 6-7 arası): Her şeye egemen Efendiniz diyor ki: “Bir kere daha, vakit azdır ve Ben göklerle yeri, denizle karayı sarsacağım…Ve bütün milletleri sarsacağım ve bütün milletlerin Himada’sı gelecek ve bu mabedi şanla, şerefle dolduracağım.”
Geleceği müjdelenen ve Tevrat’ın bu bölümünün orijinal metninde geçen “Himada”kelimesi, Arapça’da geçen Muhammed ismiyle aynı köklerden ve Ahmed isminin harfleri olan “Ha, Mim ve Dal”harflerinden oluşmaktadır ve genel olarak aynı anlamları taşımaktadır. Böylece Hz. Muhammed’in ismi veya isminin anlamını veren kelime, ayetin ifadesinde, gelecekte oluşacak görkemli bir olay ile beraber anılmaktadır… (İlme davet)]
innAllâhe lâ yehdil kavmez zâlimiyn unutmayın ki Allah haddi aşan bir toplumu asla doğru yola yöneltmez.
11-) Ve kalelleziyne keferu lilleziyne amenû lev kâne hayren ma sebekuna ileyh* ve iz lem yehtedu Bihi feseyekulune hazâ ifkün kadiym;
Hakikat bilgisini inkâr edenler, iman edenlere dedi ki: “Eğer hayırlı olsaydı, Ona ulaşmakta bizi geçemezlerdi”… Onunla hidâyet bulmadıkları için: “Bu eski bir yalandır” diyecekler! (A.Hulusi)
11 – Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: eğer o bir hayır olsa idi bizden evvel ona koşmazlardı, bununla muvaffak olamayınca da şöyle diyecekler: bu eski bir yalan. (Elmalı)
Ve kalelleziyne keferu lilleziyne amenû lev kâne hayren ma sebekuna ileyh bir de inkarda direnenler imanda sebat edenlere şöyle derler. Eğer o mesajda bir hayır olsaydı şunlar ona bizden önce koşmazlardı. Şunlar dedikleri Mekke’nin yoksulları, köleleri, azatlıları. Yani Bilal, Zinnire, Ammar, Yasir, Süheyb gibi sahabeler. Onlar yamuk bakıyorlar. Allah’ın gör dediği yerden bakmıyorlar. Toplumda ezilmiş, horlanmış ve yoksul olanların Allah katında da horlandığını düşünüyorlar. Onun için kendilerinin haklı olduğunu, haklılıklarına gerekçe olarak ta refah içinde yaşamalarını gösteriyorlar.
Ters dönmüş bir mantık. Amuda kalkmış bir akıl, işte böyle ters bakar. Onun içinde eğer bunda bir hayır olsa, değeri olsaydı biz koşardık diyorlar. Niye? Bakın biz paraya koştuk onu elde ettik. Servete koştuk onu elde ettik. Eğer bunda da değer olsaydı ona da koşar onu da elde ederdik.
Kur’an bir tasavvur inşa ediyor. değerli ve değersiz nedir. Sizin değer verdiğinize Allah değer vermiyor. Sizin değer vermediğinize Allah değer veriyor. Bunu anlıyoruz biz buradan.
ve iz lem yehtedu Bihi feseyekulune hazâ ifkün kadiym bu söylemle amaçlarına ulaşamayınca ne derler? İster istemez şöyle diyecekler. Bu sözle amaçlarına bu söylemle ulaşamayınca şöyle bir söylem geliştirecekler. Bu kadiym bir sahtekarlık türüdür. Bu kez de böyle bir söylem geliştirecekler. Vahiy için tabii.
Yalancı peygamberlik taslayanlara bir atıf. Öteden beri insanlık tarihinin bir olgusu olan yalancı peygamberlere bir atıfta olabilir. ki zaten bir şeyin gerçeği olduğu zaman, mutlaka sahtekarı yalanı ve kalp ı da ortaya çıkacaktır.Ama onların yaptığı şey daha başka. İstismarcıyı istismar etmek. Yani istismarcıyı bahane ederek hakikate tavır koymak. Bu istismarın istismarıdır.
12-) Ve min kablihi Kitabu Musa imamen ve rahmeten, ve hazâ Kitabun musaddikun lisanen ‘Arabiyyen liyünzirelleziyne zalemu ve büşra lilmuhsiniyn;
Ondan (Kurân’dan) önce de bir önder ve bir rahmet olarak Musa’nın Kitabı (Bilgisi) vardı… Bu (yani Kur’ân) ise, (nefslerine) zulmedenleri uyarması ve muhsinlere de bir müjde olması için Arapça bir lisan ile (öncekileri de) tasdik eden bir Bilgi kaynağıdır! (A.Hulusi)
12 – Onun önünden Musâ’nın kitabı var; bir imam ve rahmet, bu da tasdikleyici bir kitab, Arapça dilli, zulüm edenleri inzar için ve Muhsinlere müjde. (Elmalı)
Ve min kablihi Kitabu Musa imamen ve rahmeten ne ki bundan önce de izleyeni inşa eden önder bir özne. İmamen’i böyle çevirmemiz daha uygun. İzleyeni inşa eden önder bir özne ve ilahi bir rahmet olan Musa’nın kitabı vardı. Yani bu kitap ilk vahiy değil mi. Dolayısıyla daha önce de vahiyler geldi geçti. Ey inkarcı muhataplar, yani siz bunu reddettiniz de bir başka vahiy mi kabul ettiniz, hiç birini kabul etmediniz.
Vahiy sadece rahmet değil imamdır. Biz bu ayetten bunu da öğreniyoruz. İmam ne demek; Önder, rehber, lider. Öznedir yani. İmam öznedir. Kendisine uyulan kimseye imam denir. Dolayısıyla öznedir. Vahiy öznedir yani. Uyulmak için gönderilmiştir, uydurmak için değil. Kitaba uymakla kitabına uydurmak arasında ki fark. Vahiy imam iken onu cemaat yapmak. İşte bu yanlışı yapanlar kitabına uydurmuş olurlar. Kitaba uymak isteyen vahyi imam olarak görür. Yani ona ittiba eder. iktida eder. İlkelerin rehberliğine dikkat çekiyor bu ifade.
ve hazâ Kitabun musaddikun lisanen ‘Arabiyyen liyünzirelleziyne zalemu ve büşra lilmuhsiniyn ve bu Kur’an da kendine kıyanları uyarmak ve iyilere müjde vermek için önceki vahiyleri tasdik etmek üzere Arapça olarak indirilmiş ilahi bir kelamdır. Muhsiniyn; ayetin son kelimesi Allah’ı görür gibi davrananlar diye izah etmiş efendimiz, İhsanı. Dolayısıyla biz muhsiniyn i de Allah’ı görür gibi yaşayan kimseler diye anlamamız daha doğru olur.
13-) İnnelleziyne kalu RabbunAllâhu sümmestekamu fela havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun;
Muhakkak ki: “Rabbimiz, Allâh’tır” deyip sonra o doğrultuda yaşayanlara gelince; onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. (A.Hulusi)
13 – Rabbimiz Allah deyip de sonra doğru gidenler, her halde onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Elmalı)
İnnelleziyne kalu RabbunAllâhu sümmestekamu fela havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun elbet, rabbimiz Allah’tır diyenler ve sonra da tahriklere aldırmadan emredilen yolda sabır ve sebatla yürüyenler için ne gelecek endişesi vardır, ne geçmiş kaygısı vardır, korkusu vardır. Yani gelecekten kaygılanmayacak, geçmişten dolayı da hüzün duymayacaklar.
Evet, bilginin zirvesi olan tevhid, eylemin zirvesi olan istikamet. İkisi bir arada gelmiş ayette. Esas duruş istikamet. Allah’ın insana verdiği klas duruş. Bu duruşu bozmayanlar gündemini başkalarının tayin etmesine izin vermeyenlerdir. Onun için burada zımnen vahyin ilk muhatabı olan Resulallah’a gündemini başkalarının tayin etmesine izin verme öğüdü var.
14-) Ülaike ashâbül cenneti halidine fiyha* cezaen Bima kânu ya’melun;
İşte onlar Cennet Ashabı’dır… Yaptıklarının cezası olarak onda sonsuza dek yaşarlar! (A.Hulusi)
14 – Onlar Ashabı Cennettir, işledikleri amellere mükâfâten orada ebedî kalacaklardır. (Elmalı)
Ülaike ashâbül cenneh işte onlar cennetliktirler. halidine fiyha* cezaen Bima kânu ya’melun yaptıklarını bir ödülü olarak orada daimi kalıcıdırlar.
15-) Ve vassaynel insane Bi valideyhi ıhsana* hamelethü ümmühu kürhen ve vedaathü kürha* ve hamlühu ve fısaluhu selasûne şehra* hattâ izâ beleğa eşüddehu ve beleğa erba’ıyne seneten, kale Rabbi evzı’niy en eşküre nı’metekelletiy en’amte aleyye ve alâ valideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh liy fiy zürriyyetiy* inniy tübtü ileyke ve inniy minel müslimiyn;
Biz insana ana-babasına güzel davranmasını vasiyet ettik. Onun anası onu zahmetle taşımış ve zorlukla doğurmuştur. Onun taşınması ve onun sütten kesilmesi otuz aydır… Nihayet olgunluğa ulaşınca ve kırk seneye erişince dedi ki: “Rabbim… Bana ve ana-babama lütfun olan nimetlere şükretmemi, razı olacağın yararlı fiiller yapmamı nasip et. Benim zürriyetime de salâhı nasip et… Ben sana tövbe ettim ve muhakkak ki ben Müslimlerdenim!” (A.Hulusi)
15 – Hem biz o insana vâliydeyni hakkında ıhsan tavsiye ettik, anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle vazetti, hamliyle süt kesimi de otuz ay, nihâyet kemaline irdiği ve kırk yaşına girdiği zaman «ya Rap! dedi: beni öyle sevk et ki bana ve anama babama inam buyurduğun nimetine şükredeyim ve razı olacağın salih bir amel işleyeyim, zürriyetim hakkında da benim için ıslâh nasip eyle, çünkü ben tevbe ile cidden sana yüz tuttum ve ben gerçek Müslümanlardanım. (Elmalı)
Ve vassaynel insane Bi valideyhi ıhsanan biz insana iyi davranması talimatını verdik anne ve babasına. Ebeveynine iyi davranma talimatını verdik. İsra/23-24. ayetleri ve Lokman/14-15. ayetleri bu ayetle birlikte okunduğunda daha iyi açıklayıcıdır.
hamelethü ümmühu kürhen ve vedaathü kürhan annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. ve hamlühu ve fısaluhu selasûne şehran onun taşınması ve sütten kesilmesi 30 ayı buldu. Selâsun 30 ayı buldu. Annelerin değerine bir atıf var bu cümlede. Bu yüzden Allah’tan Resulünden ve Allah yolunda cihattan alıkoyan kimseler sayılırken Tevbe/24. ayetinde anne geçmez Yani;
Kul in kâne abaüküm de ki babalarınız ve ebnaüküm oğullarınız, ve ıhvanüküm kardeşleriniz ve ezvacüküm eşleriniz ve aşiyretüküm. (Tevbe/24) aşiretiniz, akrabanız, taallukatınız, ama anne geçmez. babalarınız der. Annenin geçmemesi, gerçi bir yorumda babalara anne de dahil edilebilirse de aslında annenin geçmemesi, annenin baba gibi evlada ideolojik yaklaşmayacağı genel kanısından dolayıdır. Yani baba evlada soyunun sürdürücüsü olarak, neslinin devamı olarak bakar. Onu severken böyle ideolojik bir alt yapı vardır. Ama anne pazarlıksızdır. Anne ciğerinden bir parçayı sever. Kendinden bir parçayı sever. Dolayısıyla onun o anda nasıl olduğu değildir anneyi ilgilendiren, yani onun hangi yola girip hangi yoldan çıktığı, onun hep iyi olmasını ister. Her halükarda iyi olmasını. Tabii Tevbe/24. ayetine dayalı olarak böyle bir yorum yapmamız mümkin.
[Ek bilgi HAMİLELİK SÜRELERİ HK.
Tecrübe sahipleri diyorlar ki ceninin teşekkülü için takdir edilmiş bir zaman vardır, o zaman ikiye katlanınca cenin harekete başlar, bu toplama iki misli daha ilave edilince cenin anasından ayrılır dünyaya gelir. Mesela ceninin yaratılışını otuz günde tamam farz edelim. Bu zaman ikiye katlanıp altmış gün oldu mu cenin hareket eder. Bu toplama iki misli olan yüz yirmi gün daha ilave edilince yüz seksen eder ki altı aydır. O vakit "cenin" anadan ayrılır.
Yaratılış otuz beş günde tamam olduğunu farz edelim, o vakit yetmiş günde hareket eder iki misli yüz kırk daha ilave olununca toplamı iki yüz on gün eder ki yedi aydır. Çocuk anadan ayrılabilir. Kırk gün olduğunu farz etsek seksen günde hareket eder iki yüz kırk günde anadan ayrılır ki sekiz aydır. Kırk beş günde tamam olduğunu farz edelim o zaman da doksan günde hareket eder iki yüz yetmiş günde anadan ayrılır ki dokuz ay eder. İşte tecrübe sahiplerinin anlattıkları kural budur.
Calinûs demiştir ki ben hamilelik zamanlarının miktarlarının miktarlarını çok merak ile araştırdım. Bir kadın gördüm ki yüz seksen dört günde doğurdu. İbnü Sina da kendisinin bunu müşahade etmiş olduğunu kaydetmiştir. Demek ki hamileliğin en az müddeti Kur'ân'ın nassına göre de tıbbın tecrübelerine göre de bir olarak altı aydır.
Ama hamileliğin en çok müddeti hakkında Kur'an da bir delalet yoktur. Ebu Ali b. Sina Şifa adındaki eserinde dokuzuncu makalesinin altıncı faslında demiştir ki, tamamıyla itimat ettiğim güvenilir bir yerden bana ulaştı ki bir kadın hamilelik senelerinin dördüncüsünden sonra bir çocuk doğurdu dişleri bitmişti, hem de yaşadı.
Eristatalis'ten de şöyle hikâye olunmuştur: Hayvanların doğum ve hamilelik zamanları bellidir. İnsandan başka ki gebe bir kadın bazen yedi ayda bazen sekiz ayda doğurur. Sekizinci ayda Mısır gibi muayyen beldelerden başka yerlerde az yaşar. Ama genellikle çoğunluk dokuzuncu aydan sonra doğmaktadır. Tecrübe sahipleri şunu da hatırlatırlar ki yukarıda geçtiği üzere ikiye katlamak suretiyle beyan ettiğimiz kaide kesin değil, yaklaşık olarak böyledir.
Bazen günlerde fazlalık eksiklik olabilir, sonra Râzî ceninin tamamlandığı müddeti de altı kısma ayırarak tecrübeye dayanan bilgilerine göre kaydetmiştir ki zamanımızda buna "mebhas-ı rüşeym" yani cenin, embriyo bilimi denilmekte ve özel bir tasnife tabi tutulmaktadır. Nihayet der ki, altıncısında organlar birbirinden seçilir ve hiss olunacak şekilde belli olur, bunun toplamı kırk gündür, bazen kırk beş güne kadar uzanır en azı da otuzdur.
Şu halde bu, tıbbî tecrübelerle Peygamber (s.a.v.)'in şu hadisinde haber verdiğine uygun düşmektedir. "Her birinizin yaratılışı anası karnında kırk günde toplanır." tecrübe sahipleri derler ki: "Kırktan sonraki düşük cenin torbası yarılıp da soğuk suya konulduğu zaman organları belirgin küçük bir şey ortaya çıkar,
Kısaca hamileliğin en az müddeti altı ay olduğu gibi emzirme müddetinin de en çoğu iki senedir. "Hamilelik süresi ve sütten kesilmesi ve otuz ay" toplamının haberidir. Ancak İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bu âyette bir de şu mânâ ihtimalini nazar-ı dikkate almıştır.
Hamilelik süresi de sütten ayrılma süresi de otuz aydır. Bu durumda hamilelik müddetinin de otuz ay, emzirme müddetinin de otuz ay olması ve ikisinin de en çok süresinin beyan edilmiş bulunması gerekir. (Elmalı tefsir)]
hattâ izâ beleğa eşüddehu ve beleğa erba’ıyne sene nihayet tam olgunluğa erişip 40 yaşına ulaştığında kale Rabbi evzı’niy en eşküre nı’metekelletiy en’amte aleyye ve alâ valideyye ve en a’mele sâlihan terdâha rabbim der, bana ve ana babama bahşettiğin nimetler için şükretmemi ve rızanı kazanacak iyi ve yararlı ameller işlememi bana nasip et. Böyle bir tasavvur ver, böyle bir kolaylık ver, beni bu noktada inşa et. Diye dua eder.
İlginçtir, beleğa eşüddehu ve beleğa erba’ıyne sene 40 yaş. Ruhun ve aklın olgunluk yaşı. Daha doğrusu bedenin olgunluk yaşı 23. aklın olgunluk yaşı 33, ruhun olgunluk yaşı 40 olarak söylenir. Hem Hz. Peygambere hem de Hz. Musa’ya vahyin geldiği yaştır bu. Halk arasında 40 ından sonra azana çare bulunmaz denilmesinin belki de kaynağı budur. 40 yaş, dönüm noktası yani artık ondan sonra mazeretin kalmadığı bir nokta. Hayatın gün dönümü. İşte 40 yaşı onun için almış. Hayatın gün dönümü. Hayatın gün dönümünden sonra artık son bahara, artık kışa yaklaşıyor. Onun için ayağını denk al ey insan oğlu mesajı var. Ama 40 yaştan sonra bir mazeretin olamaz. Yani tecrübesizdim, çoluk çocuktum, kanım deli akıyordu falan da diyemezsin. Böyle bir imayı da sezmemiz mümkin.
kale Rabbi evzı’niy en eşküre nı’metekelletiy en’amte aleyye ve alâ valideyye ve en a’mele sâlihan terdâh burada insan rabbim diyor, bana, anne babama verdiğin nimetlere şükredebileceğim bana bir tasavvur ver, yani bunu nasip et şükretmeyi. Yani insandan böyle bir şükür isteniyor. Ama şükretmesi için insanın bir formasyona sahip olması lazım. Asıl Allah’tan insanın; Bana şükredecek bir yapı ver ya rabbi diye dua etmesi lazım. Demek ki şükretmenin kendisi bir nimettir. Biz bunu anlıyoruz. Yani şükredecek nimet nimettir de nimete şükretmekte nimetlerin en büyüğüdür. Çünkü nimete sahip olduğu halde şükretmeyenlere ne demeli. Onun için ya rabbi bana nimetleri görüp onlara şükredecek bir liyakat ver duası belki de en büyük nimete talip olmaktır.
ve aslıh liy fiy zürriyyetiy ve bana bağışladığın neslimi de iyilikte daim kıl. inniy tübtü ileyke ve inniy minel müslimiyn işte ben yüzümü sana döndüm ve artık tam biçimde sana teslim oldum, kayıtsız şartsız sana teslim oldum.
Bu ayette duanın üç unsuru anılıyor.
1 - Şükredecek bir liyakat. Yani şükür nasip et ya rabbi. Demek ki şükürsüzlük bir bela. Hakikaten şükretmeyen insana kıymet yetmez. Yani kıymet bilmeyene kıymet yetmez. Şükür kıymet bilmektir. lein şekertüm le eziydenneküm.. eğer şükrederseniz artırırım ve lein kefertüm inne azâbiy leşediyd. (İbrahim/7)Yok küfrederseniz, nankörlük ederseniz, yani şükretmezseniz küfretmiş olursunuz anlamına. Azabım şiddetli olur. Nedir azab? Verdiğim nimetle sizi baş başa bırakır, nimete şükretme liyakatini vermem. Nimete şükretme liyakatini alırsam o nimet başınıza bela olur. O nimet sizin için nimet değil nikmet olur, keder olur, bela olur, zahmet olur. Rahmet olmaz.
2 – Bu tasavvura uygun salih amel. Duada ikinci dua etmemiz istenen şey. Salih amel. Yani bende bir tasavvur inşa et ya rabbi, nimetini fark edip ona şükredeyim. Ondan sonra salih amel işleyeyim. Yani bu tasavvura uygun bir eylem biçimi geliştireyim. Bu tasavvurum aklımı olgunlaştır, tasavvurumu olgunlaştır, olgun aklım, olgun eyleme dönüşsün. Yani meyvelerim olsun ya rabbi. Sadece iyi ve sağlam bir ağaç olmayayım, meyveli ağaç olayım. Çünkü amel mü’minin meyvesidir, imanının meyvesidir. İkincisi de bu, imanımı meyveli kıl ya rabbi.
3 - Salih nesil. İmanın en büyük meyvesi, insan yaşarken elde ettiği değil, insan öldüğü halde kendisi ölmeyen meyvedir. Düşünün bir ağaç ki artık ölmüş, kurumuş, ama meyve hala yaşıyor. İşte salih nesil bu. Dolayısıyla süren amel. Sadakayı cariyenin bir numarası. Ebeveyne düşen evlada istikamet açısı vermektir. Bu ayet bize bunu söylüyor. Anne babanın evlada karşı görevini dile getiriyor. Daha sonra, bir sonraki ayette yani 17. ayette evladın anne babaya karşı görevi dile getirilecek. Ama burada anne babanın evlada karşı ona istikamet açısı ver, başta Allah’tan onun için iyi dile. Yani onu kendi neslini sürdürecek, ya da onun sırtından at başı yapacak, onun sırtından kendine konum biçecek, statü tayin edecek bir yanlışa girme. Onu yaşayan amelin haline getirmek istiyorsan öncelikle ona bir misyon ver. Vizyondan önce misyon ver. Bir davası olsun. Yani Allahlı bir hayatı zimmetle ona. Mirası onunla bırak. Ona kalıcı bir miras bırakmak istiyorsan. İşte bu.
16-) Ülaikelleziyne netekabbelü anhüm ahsene ma amilu ve netecavezü an seyyiatihim fiy ashabil cenneti, va’des sıdkılleziy kânu yu’adun;
İşte bunlar, cennet ehli içinde şu kimselerdir ki, onlardan yaptıklarının güzellerini geçerli kılar; kötülüklerinden vazgeçeriz… (Bu) vadedilmiş oldukları, sıdkın karşılığıdır! (A.Hulusi)
16 – İşte bunlar Ashabı Cennet içinde o mümtazlardır ki kendilerinden yaptıkları amellerin en güzelini kabulleneceğiz ve günahlarından geçeceğiz, bu şaşmaz doğru vaad iledir ki vaad olunmakta bulunuyorlar. (Elmalı)
Ülaikelleziyne netekabbelü anhüm ahsene ma amilu ve netecavezü an seyyiatihim işte bunlar yaptıklarının en iyilerini kabul edip kötülüklerinin de üstünü çizeceğimiz kimselerdir.
Çok hoş bir müjde. İnsanın gönlünü güldüren bir müjde, sevindiren bir müjde. Yani bunlar melek değildir, bunlar kılçıksız değildir amiyane tabirle. Bunlarda hata işler, bunlarda günah işler ama bunlar hadlerini bilenlerdir. Allah’a teslim olanlardır. Günahı savunmayanlardır. Dolayısıyla biz bunların günahlarının üzerini çizeceğiz. Netecavez anhüm evet yani günahlarının üstünü çizdik mi kim onu ortaya serecek ki kim bize karşı burada bunu işlemiş diyecek ki ve tabii onların yaptıklarının en güzellerini kabul edeceğiz.
Bu, şu manaya geliyor, başka ayetlerle birlikte tefsir ettiğimizde buna mümasil, bununla ilgili şu anlama geliyor, Onun iyi amellerinin en iyisini esas alıp, ölçü alıp diğerlerini de onun seviyesinden değerlendireceğiz. Mesela Eylemler arasında 100 puan, 90 puan, 80 puan, 70 puan, 60 puan.. hepside güzel iyi geçer ama pek iyi olan namaz var. İyi ve orta olan namazlarını da pek iyi namazlar seviyesinde ele alacağız, öyle değerlendireceğiz. İnşallah.
fiy ashabil cenneti, va’des sıdkılleziy kânu yu’adun Evet, fiy ashabil cenneh. Bunlar cennet ehli arasında ki yerlerini alacaklar. fiy ashabil cenneti, va’des sıdkılleziy kânu yu’adun hepsini birden mana vereyim bölmeden, verilmiş olan söze sadakatin bir gereği olarak cennet ehli arasında ki yerlerini alacaklar. Ama önceden verilmiş söze sadakat gereği. Allah söz vermişti vahiyde. İyi amel yapanları cennetime koyacağım diye. İşte bu sözün gerçekleşmesidir buyruluyor.
[Ek bilgi; HZ. EBU BEKİR’İN VASİYETİ
Taberi Hz. Ebu Bekir'in Ömer'e olan vasiyetini nakleder. Şöyle ki: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i çağırdı da ona dedi ki:
Ben sana bir vasiyet edeceğim onu iyi muhafaza edesin Allah'ın gecede bir hakkı vardır. Onu gündüzün kabul etmez ve gündüzün bir hakkı vardır onu da gece kabul etmez. Bizim hiçbirimiz için farzı yerine getirmedikçe nafile yoktur,
Kıyamet günü mizanları ağır gelenlerin mizanlarının ağır gelmesi hep dünyada hakka uymaları ve onun, onlara ağır gelmesi sebebiyledir. Haktan başka bir şey konmayan bir mizanın ağır gelmesi ise hakkıdır.
Kıyamet günü mizanları hafif gelenlerin mizanlarının hafif gelmesi de dünyada batıla uymalarından ve onun, onlara hafif gelmesindendir. Batıldan başka bir şey konmayan bir mizanın hafif gelmesi de hakkıdır.
Görmez misin Allah Teâlâ cennetlikleri en güzel amelleriyle zikretmiştir. Onun için biri der ki benim amelim bunların ameline nerede erişecek onun sebebi çünkü Allah Teâlâ onların kötü amellerinden geçmiştir de onları açığa vurmaz, görmez misin Allah Teâlâ cehennemlikleri en kötü amelleriyle anmıştır da biri der ki; ben amelce onlardan iyiyimdir, onun sebebi çünkü Allah Teâlâ onların en güzel amellerini kendilerine geri vermiştir.
Görmez misin Allah Teâlâ şiddet âyetini, rıza âyetinin yanında ve rıza âyetini şiddet âyetinin yanında indirmiştir ki mümin hem ümitli, hem saygılı olsun da kendi eliyle tehlikeye atılmasın ve Allah'a karşı hak olmayan bir kuruntuya kapılmasın. (Elmalı – Tefsir)]
17-) Velleziy kale livalideyhi üffin leküma ete’ıdaniniy en uhrece ve kad haletil kurunü min kabliy ve hüma yesteğiysânillahe veyleke amin* inne va’dAllâhi Hakk* feyekulü ma hazâ illâ esatıyrul evveliyn;
O (kişi) ki, ana-babasına: “Öf be! Benden önce nice nesiller gelip geçtiği hâlde, (bâ’s olunmamla) çıkarılmamla mı beni tehdit ediyorsunuz?” dedi… O ikisi (ana-babası) de Allâh’tan yardım isteyerek: “Yazıklar olsun sana, iman et! Muhakkak ki Allâh’ın vaadi haktır” (dediler)… (O ise): “Bu, öncekilerin masallarından başka değil” demekte devam eder! (A.Hulusi)
17 – Şöyle ise ki: «anasına babasına of size, dedi: bana çıkarılacağımı mı vaad ediyorsunuz? Halbuki benden evvel nice karnlar geçmiş; ikisi de Allaha el’ aman çekerek yazık sana, imana gel, her halde Allahın vaadi haktır diyorlar da o yine diyor ki: bu, eskilerin esatîrinden başka bir şey değildir. (Elmalı)
Velleziy kale livalideyhi üffin leküma ete’ıdaniniy en uhrece ve kad haletil kurunü min kabliy ne ki kendisine iman telkin eden anne babasına; ikinize de yuh olsun, ne yani benden önce bunca nesil gelip geçtiği halde hiç biri dirilmemişken bana diriltileceğini mi söylüyorsunuz diye çıkışan da var. Böyle evlatta var. Yani böyleleri de var. Allah’a itaate davet eden mü’min anne babanın bu davetine isyan eden Allah’a isyan etmiş gibidir zımnen biz bunu okuyoruz, anlıyoruz.
ve hüma yesteğiysânillahe veyleke amin* inne va’dAllâhi Hakk ana baba da Allah’ın yardımına sığınarak şöyle der onun bu küstahlığı karşısında. Sana yazıklar olsun, iman et. Şu kesin ki elbet Allah’ın vaadi gerçekleşecektir. İman etsen bundan sen kazanırsın. Biz senin iyiliğini istiyoruz. Yani senden bizi besle, bizi el bebek gül bebek et, sen çalış biz yiyelim demiyoruz. Bakınız anne baba bunu dese haksız değil, ama senden senin iyiliğini istiyoruz. Senin akıbetin için sana yalvarıyoruz gel yavrucuğum Allah’a iman et. Geri döneceğini, yani yeniden dirileceğini unutmadan bir hayat yaşa diyoruz, kötü mü diyoruz.
feyekulü ma hazâ illâ esatıyrul evveliyn bunun üzerine o küstah evlat şöyle der. Bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildir.
Kur’an da eskilerin masalları ibaresinin kullanıldığı her yerde bağlam ahiretle ilgilidir. Ahiretle ilgili bağlamlarda gelir bu. Yani aslında ahirete iman tüm insanlık boyunca peygamberlerin çağırdığı temel düsturdur. Buradan zımnen biz onu anlıyoruz.
18-) Ülaikelleziyne hakka aleyhimül kavlü fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins* innehüm kânu hasiriyn;
İşte bunlar, cin ve insten, onlardan önce gelip – geçmiş ümmetler hakkındaki azap hükmü, bunlar aleyhine de gerçekleşecek kimselerdir… Muhakkak ki onlar hüsrana uğrayanlardı. (A.Hulusi)
18 – İşte bunlar İns-ü Cinden önlerinde geçen ümmetler içinde üzerlerine söz Hakk olmuş olan kimselerdir, çünkü bunlar hep hüsrana mahkûm olmuşlardır. (Elmalı)
Ülaikelleziyne hakka aleyhimül kavl işte onlar haklarında ilahi yasanın gerçekleştiği kimselerdir. Onlardan kasıt, Ülaike de ki bu zamir nereye ait, nereye döner, İnkarcı aklın benden önce bunca nesil geldi geçti sözüyle kastettikleri olsa gerek. Yani işte onlar, yani benden önce geldi geçti de hiç dirilmedi dediklerin var ya, ilahi yasaya tabi olup öldüler. Yani orada dirilecekler, zamanı gelince dirilecekler. Burada ki malum söz el kavl yani ölümün yasası diye anlaşılabilir.
fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins kendilerinden önce geçip gitmiş cinlere ve insanlara dahil olmuşlardır. Yani onlar da kendilerinden önceki ölümlü varlıkların yasasına tabi oldular. innehüm kânu hasiriyn şüphesiz kaybeden de onlar olacaktır.
19-) Ve liküllin derecâtun mimma ‘amilu* ve liyüveffiyehüm a’malehüm ve hüm lâ yuzlemun;
Her birinin, yaptığı amellerinden (oluşan) dereceleri vardır. Tâ ki onlar, haksızlığa uğratılmaksızın amellerinin karşılığını tam görsünler. (A.Hulusi)
19 – Her biri için de yaptıkları amellerden dereceler vardır, bu da hiç hakları yenmeyerek bütün amellerini kendilerine tamamen ödemek içindir. (Elmalı)
Ve liküllin derecâtun mimma ‘amilu her birinin yaptıklarıyla uyumlu bir derece bulunacaktır. Yani iyiler derece derece cennetlere girecekler, cennetler tek bir makam olmayacağı gibi kötüler de derece derece cehenneme girecekler. Yani cehennem de tek bir makam olmayacak. Onun için kötülüklerin az kötüsü var, çok kötüsü var, berbatı var. O nedenle az kötü ile çok kötüyü bile Allah aynı yere koymayacak. Buradan anladığımız şu; Allah süpürmüyor ey muhatap, sen de süpürme. Allah bırak iyiliği, zerre kadar iyiliği zayi etmeyi, kötü ile az kötü arasında ki farkı bile yok saymıyor. Bu çok önemli bir nükte gerçekten de.
ve liyüveffiyehüm a’malehüm ve hüm lâ yuzlemun sonuçta onlar yaptıklarının karşılığını tastamam görecekler ve asla zulme uğramayacaklar.
20-) Ve yevme yu’radulleziyne keferu alen nar* ezhebtüm tayyibatiküm fiy hayatikümüd dünya vestemta’tüm Biha* fel yevme tüczevne azâbel huni Bima küntüm testekbirune fiyl Ardı Bi ğayril Hakkı ve Bima küntüm tefsükun;
Hakikat bilgisini inkâr edenlerin ateşe getirileceği süreçte: “Dünya hayatınızda güzelliklerinizi yaşayıp, verilen ömrü geçici zevkler uğruna tükettiniz! Bugün ise Hakk’ın gayrı olarak arzda benlik taslamanız ve bozuk inançla yaşamanız dolayısıyla alçaltıcı azabı yaşamak suretiyle karşılığını alacaksınız!” (A.Hulusi)
20 – Ve küfredenler ateşe arz olunacağı gün şöyle denir: siz bütün tayyibâtınızı (lezaizinizi) Dünya hayatınızda giderdiniz ve onlarla zevk yab oldunuz, alacağınızı aldınız, artık bu gün hakaret azâbıyla cezalanacaksınız çünkü Yer yüzünde haksızlıkla kibir taslıyordunuz ve çünkü dînden çıkıp fasıklık ediyordunuz. (Elmalı)
Ve yevme yu’radulleziyne keferu alen nar işte küfürde direnenlerin ateşe takdim edilecekleri o gün kendilerine denilecek ki; ezhebtüm tayyibatiküm fiy hayatikümüd dünya vestemta’tüm Biha ezhebtüm tayyibatiküm fiy hayatikümüd dünya dünya hayatında tüm güzellikleri tükettiniz. Çok ilginç, çok çarpıcı bir ifade. Dünya hayatında tüm güzellikleri tükettiniz. Siz var ya siz. Dünya hayatındayken tüm güzellikleri tükettiniz. Devamı daha ilginç;
vestemta’tüm Biha ve onları kısa vadeli tüketime hazır bir hazza dönüştürdünüz. Kısa vadeli bir hazza tahvil ettiniz. Tüketime hazır bir lezzete, zevke tahvil ettiniz. Yani kalıcı güzelliğe dönüştürmekte elinizdeydi ama siz dünya hayatında Allah’ın size verdiği güzellikleri sinek gibi kullandınız. Arı gibi değil. Güzelliğin arısı olsaydınız üretirdiniz, güzelliğin sineği oldunuz, tükettiniz. Onun üstüne kondunuz kirli ayaklarınızla, onu da kirlettiniz. Dolayısıyla güzelliği tükettikten sonra varacağınız yer kötüdür. Cehennem işte tükettiğiniz güzellikten sonra bize bir şey kalmayan sondur.
Güzellikler bir tohumdur, adeta biz bunu anlıyoruz buradan. Tohumu ekerek üretebilirsiniz de, tüketerek yok edebilirsinizde. Yani siz güzellikleri bir tohum gibi görür onları çoğaltırsanız cennetiniz olur akıbet. Eğer güzellikleri tüketilecek bir tüketim nesnesi olarak görürseniz artık oraya güzellik kalmaz. Sizi bekleyen kötü bir mekan olur. ..suüddar. (Ra’d/25) Kur’an ın ifadesi ile en kötü mekandır.
fel yevme tüczevne azâbel huni Bima küntüm testekbirune fiyl Ardı Bi ğayril Hakkı ve Bima küntüm tefsükun artık bu gün yeryüzünde haksız yere küstahça böbürlendiğiniz ve yoldan çıkıp azdığınız için alçaltıcı bir biçimde cezalandırılacaksınız. Haksız yere büyüklük tasladınız. Büyük olmadığınız halde büyükmüş gibi göründünüz. Olmadığınız gibi göründünüz. Yani içinizi boşaltıp dışınıza yedirdiniz. Yani maske taktınız, yüzünüzle yetinmediniz. Kendine yetmediğiniz halde, kendinize yetermiş gibi davrandınız. Allah’a muhtaç olduğunuz halde sana ihtiyacım yok havalarına girdiniz. Ve sonuç mu? Sonuç azab.
Azab; etimolojik olarak kök anlamı terk edilmek. Yani Allah tarafından terk edildiniz. Bundan büyük azab mı olur, bundan büyük bela mı olur bundan büyük, bundan dehşetli cehennem mi olur. Allahsız olmak, Allah’ın yardımından mahrum olmak. İşte cehenneminizi kendi elinizle hazırladınız.
Rabbim böyle bir hayattan, böyle bir tasavvurdan, böyle bir bakış açısından korusun. Bize ucu cennetle noktalanmış bir hayat nasip etsin.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
