Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Viewing all 327 articles
Browse latest View live

ESMA DERSLERİ – 20 – EL MUSAVVİR (82. Video)

$
0
0

366-el-musavvir

………“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

………“BismillahirRahmanirRahıym”

………El Musavvir, Es saveru meyl, eğilim demek, surtus şey’ bir şeye meyl ettim manasına geliyor, suret resim dediğimiz şey, resim, suret. Yaratılıştan taşıdığı biçime ve şekle verilen isimidir bir şeyin. Savvera şekil verdi tasarladı anlamına geliyor. El Musavvir; şeylerin tasarımını yapan zat, eşyanın tasarımını benzersiz bir biçimde yapan zata el Musavvir denir, Allah. Yokluktan varlığa, bozondan atoma, atomdan galaksiye, hücreden organizmaya, molekülden floraya varana dek her bir türün alt ve üst kategorilerinin tasarımını eşsiz ve benzersiz biçimde yapan mutlak özneye el Musavvir diyoruz, Kur’an öyle diyor.

………Allah’ın Musavvir olmasının hakikati nedir? İnsan için suret ikiye ayrılır; harici suret, dahili suret.

………Harici suret; şeylerin aynaya veya kameraya yansıyan görüntüleridir. Öyle değil mi, kolon değildir, çektiğiniz eşyayı kolonlamıyorsunuz, suretini çekiyorsunuz aslında çektiğiniz şey gölgesidir, suretidir, resmidir. Dolayısıyla kameranın çektiği aynanı gösterdiği şeye biz suret diyoruz. Graniti kireç taşından, hurmayı palmiyeden, aslanı kaplandan, insanı diğer insandan ayıran şey nedir? Suretidir. Biçimlerimiz kimliğimizi tayin ediyor bakınız, yani her halde karşısındaki herkes birbirine benzeseydi DNA testiyle ancak test etmemiz lazımdı değil mi. Böyle olmasaydı kimse kimseyi tanımayacak, kaos oluşacaktı. Elhamdülillah ki rabbim ayrı ayrı yüz, suret koymuş, şu nimete bakar mısınız, her eşyaya rabbimizin bir ikramı.

………Bakınız ağaçlar bile aynı değil, elmayı elma olmasa da tanırsınız, işi bilen bilir. Kabuğundan bilir, yaprağından bilir, biçiminden bilir öyle değil mi. Karpuza bir suret vermiş, muza bir suret vermiş, elmaya bir suret vermiş, armuda bir suret vermiş. Elmanın sureti ile armudun suretine baktığınız zaman kokusunu, tadını hissetmeden, görmeden, algılamadan da ayırırsınız değil mi? İşte suretin farklılığı da Allah’ın bir ikramıdır.

………Zihni suret, hayal dünyamız zihni dünyamızın şekillendiği yerdir, bu ikincisi. Hayalleri zihin aynasına düşen gölgeler olarak tarif edebiliriz. Zihin aynasına düşen gölge tabir caizse zihnimiz bir kamera veya fotoğraf makinası, zihin kameramız çekiyor, buna hayal diyoruz. Zihnimizin kamerasından geçenlere, filmlere hayal diyoruz. Nitekim insan bir şeyi önce tahayyül eder, sonra yapar. Hayal evreni el Musavvir ismine tabidir, hayal idrakin duasıdır, hayal etmeden yapamazsınız. Hatta hayal etmeden dua edemezsiniz. Bir şey önce ayal edilir sonra arzu edilir sonra harekete geçilir dua arzudur zaten.

………İnsan uçmayı hayal etti, uçacak vasıtalar icat etti ve uçtu. Hayaller olmuş olaylar üzerinde tahakkuk ederse buna hafıza denir, eğer insan hayalleri içerisinde olmamış olaylar üzerinde tahakkuk ettiğinde hayal denir. Dolayısıyla olmuş bitmiş olaylar üzerinde tahakkuk ettiğinde buna hafıza diyoruz, yani hayalin kayda alınmış haline hafıza diyoruz.

………Eğer insan hayalleri içerisinden bir tanesi üzerinde yoğunlaşırsa buna dikkat denir, dikkat hayallerden birine yoğunlaşmaktır. El Musavvir insanın hayaline tasvir yapan zattır, bak bunu kaçırmayın. El Musavvir insanın hayaline tasir yapan, suret yapan zattır. Eğer vahye kendini adem kılarsa insan, Allah ta insanın hayaline vahyi suret yapar, vahyi tasvir eder.

………El Musavvir Nebilerin, peygamberlerin kalbine lehv-i mahfuzda ki hakikatlerin suretini yansıtan zattır. El Musavvir görünmeyen gaybi hakikatlere görünen suretler tasarlayandır. El Musavvir, gayb ve şehadet aleminin tasarımını sonsuz bir bilgi ile yapandır. El Musavvir yarattığı ilk örneklere ilk orijinal şekillerini verendir.

………Tabii el Musavvir ismi gelsin de İslâm ve resim bahsi gelmesin, olmazdı değil mi. Şimdi bizi dinleyen, ressamlıkla ilgilenen ressam olan kardeşlerimiz ne kadar merak ediyordur Allah bilir. Dur bakalım bu konuda hocamız ne diyecek diyorlardır mutlaka.

………Ben bir şey demiyorum, ben sadece elçilik yapıyorum ama bilgiyi işlemeye çalışıyorum. Sizi ham bilgi ile muhatap kılmak yerine bilgiyi Kur’an a arz edip bildiklerimin tamamını, rivayetlerin tamamını, hadislerin tamamını Kur’an a arz edip ey Kur’an ne diyorsun diye sorup aldığım cevabı bilâ kaderil imkân size arz etmeye çalışıyorum, yaptığım bu, tüm şey bundan ibaret.

………Kur’an Hz. Süleyman ile ilgili ayetlerde heykellerden bahseder, temasil. Sebe’/13. Kur’an Hz. Süleyman’ın heykellerinden söz ederken hiçbir eleştiri imasında bulunmaz bu çok ilginçtir. Temasil kelimesi enbita%52-53 te de geçer ama orada tapınılan put anlamındadır. Hz. Süleyman’ın sarayında temasil var, Kur’an ona eleştiri, imasında dahi bulunmaz, ama Enbiya suresinde ki temasil tapınılan put anlamına gelir.

………Bu ne demek şimdi ikisini yan yana getirdiğimizde, tahlil ettiğimizde çıkardığımız sonuç şu; Kur’an heykel objesini mutlak olarak olumsuzlamıyor. Peki, ne yapıyor? Heykel hakkında ki hüküm onun kullanım alanına göre değişiyor. Kullanım alanından yola çıkılarak karar veriliyor.

………Eğer heykelin durumu buysa resmin durumu haydi haydi budur. Resim hakkında bir yığın hadis var önümüzde, hayli rivayet var resim hakkında. Bu hadislerden bir kısmı söz, ama bir kısmı davranış. Bizzat Hz. Aişe’ye; İşte duvara bir perde gerdim perdenin üzerinde resim vardı diyor. ResulAllah gördü yüzünü ekşitti ve hiç hoşlanmadı, perdeyi indirmemi söyledi. Perdeyi indirdim ikiye yırttım iki tane yer minderi yaptım onu gördü hiçbir şey demedi diyor. Yani buna benzer başka örnekler de var. Yani mü’minlerin annelerinden verilmiş, Ümmü Seleme’den gelmiş, diğer annelerimizden gelmiş, peygamberimizin yakınında ki insanlardan gelmiş, yaşanmış örnekler var. Bunların tamamını burada nakledemem vakit yok, ama tamamından çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşacağım. Tabii eserde bunlar hep kaydedildiği için burada atladığım yerleri orada bulabilirsiniz, gönlüm rahat.

………Resim hakkında ki hadisleri ve sünneti, Hadisle sünnet aynı değil bunu artık biliyoruz değil mi? Hadis söz, sünnet davranış. Her hadisin içinde sünnet olmaz bazı hadisler sünnet taşırlar. Peygamberimizin davranışı sözünün önündedir, eğer ondan nakledilen bir sözle ondan nakledilen bir davranış çelişiyorsa önce söze değil davranışa itibar edilir. Bu çelişki de söz atılır davranış alınır bu çok önemli.

………Resim hakkında ki sünnet ve hadislerden çıkan şey şu, resim yapanların ahirette ki durumuyla ilgili hadisler var. Bir kategori böyle, resim yapan ahirette denilecek ki haydi buna ruh üfle, sen buna can ver. Allah onu hesaba çekecek hatta cehenneme atacak, lanetleyecek gibi çok ağır ifadeli hadisler de var. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde resim hakkında ahirete müteallik olan bu hadislerin bir kısmının mevzuu, bir kısmının müdreç, sonradan arkasına ilave edilmiş olsa dahi bir kısmının sahih olma ihtimali hiç ihtimal dışı değil. Ama bunların hepsinde de Allah resulünün ahirette o kişinin cehennemlik olacağına dair herhangi bir öngörüde bulunduğunu asla düşünemeyiz. Ahkaf/9 ayeti orada durduğu sürece.

………Ne diyordu; Kul, ma küntü bid’an miner Rusul ben türedi bir peygamber değilimc ve ma edriy ma yüf’alu Biy ve lâ Biküm. Ben yarın bana ve size Allah’ın ne yapacağını bilmiyorum, bilmem, bitti. Bunu diyen bir peygamber bir ameli yapan bir kimseyi spesifik olarak senin cehennemlik olduğunu ben söylüyorum diyemez. Hele hele böyle ameli bir hususta. Münafıklığı tescilli olanlara bunu söylememiş olan, kendi eşine bizzat iftira etmiş Abdullah bin Ubey bin Selûl gibi bir münafık reise, kafirin kafiri bir adam olduğu halde, dışından Müslüman gibi göründüğü halde içinden ekferi kafir olan bir adama dahi bunu söylememiş olan Allah resulü. Hasbel kader çıkıp ta orada bir kuş resmi yapmış olan birine söyler mi?

………Dolayısıyla doğru bir bakış açısı ile bakmazsak efendimize haksızlık etmiş oluruz, sevgili peygamberimizin hakkını yemiş oluruz. Bu tıpkı şuna benzer, canına kast etmiş düşmanlarına Uhud’da dua eden bir peygambere, önünde namaz kılarken geçen çocuğa Allah senin belanı versin, Allah sana lanet etsin deyip oracıkta çocuğu öldürme rivayetine benzer. Olur mu bu? Bu peygamberimize hakaret olmaz mı bu bir.

………2 – Bu rivayetlerin bir de resim ile melek arasında ilişki kuranları var. Nedir o? Çok versiyonları var, resim giren eve melek girmez. Bu daha da izaha muhtaç bir durumla karşı karşıyayız. Burada bir soru var bu melek vahiy meleği mi değil mi, eğer vahiy meleği ise bu peygamberi ilgilendiren bir durum, yani sana bana vahiy gelmediğine göre bizim eve girse ne olur girmese ne olur. Dolayısıyla burada bir problem yok. Yok eğer bir çok rivayette ki genel kullanımında ima ettiği gibi her tür melek ise o zaman da şöyle bir problem çıkıyor, ölüm meleğini baştan defetmek için bir galeriye kapanmak yeter. Bir resim galerisine kapan ölüm meleğinden kurtul nasıl olsa gelemez.

………Şu durumda bu rivayetler sonraki dönemlerde mevcut kültürün hadisleşmiş şekli olarak görünüyor Allahu alem. Yani süpürüp almadığımız gibi süpürüp atamayız da. Biz mümeyyiz bir akılla bakarız, seçip ayıran bir akılla bakarız. Onun için rivayetlere yaklaşımımız nedir bizim? Rivayetlerin hepsini boş ver at bir kenara, (hayır), bunu söylemek için peygamberimizin dilsiz olduğunu ispatlamak lazım. Önce peygamberimizin dilsiz olduğunu ispatla sonra at. Böyle bir şeyi kim söyleyebilir. Bunu söylemiyoruz bunu söyleyenleri de tasvip etmiyoruz. Rivayet mi getir kurban olayım hepsine, torbamın içine koy hepsine iman ettim, bunu hiç söylemiyoruz. Ya ne yapıyoruz? Kur’an a arz ediyoruz. Ey Kur’an bunu onaylıyor musun, onaylıyorsan başımın üstünde. Çünkü senin onaylamadığını benim peygamberim söylemez, benim peygamberim Allah ile zıtlaşmaz. Bitti.

………3 – Hz. Aişe’nin şahitliğine dayalı olan rivayetler var bir de. Biraz önce bir perde rivayeti naklettim. Bürde rivayetidir meşhur. Rivayetlerin bir kısmında yaşanmışlık var, bu rivayetlerin sıhhati inkar edilemez çünkü yaşanmışlık var. Onların tümü dikkate alındığında şu 3 husus göze çarpıyor. Ben burada genel bir tahlil yapıyorum tüm rivayetler üzerinden. Ciddi bir emek mahsulüdür onu söyleyeyim. Tüm rivayetleri çıkardım çünkü.

  1. a) peygamberimiz resme karşı oldukça soğuk ve mesafeli duruyor. Bunda hiç kimsenin tereddüdü yok. Peygamberimiz resme karşı çok soğuk ve mesafeli. Yani resim deyince peygamberimiz yanına yaklaşmıyor. Hatta yüzünü ekşitiyor ve bizzat fiili müdahele ile bulunduğu yerden resmi defediyor.
  2. b) Fakat en şiddetli tepkisinde dahi put olarak telakki etmiyor. Putlara yaptığı muameleyi resme yapmıyor. Çünkü putları kırdırmıştı biliyorsunuz. Kendisi Kâbe’nin içindekileri bizzat devirmişti ve Taif’e göndermiş sahabesini, Halid Bin Velid’i Taif’in putunu kırdırmıştı, diğerlerini kırdırmıştı, hem de birer müfreze göndererek kırdırmıştı biliyorsunuz. Hatta hatta Taif’liler dediler ki ya Muhammed tamam biz teslim olduk, Taif’i sana teslim ettik, fakat bize biraz mühlet ver, bazı şartlarımız var ne olur onu kabul et. Nedir o şartlarınız? Hubel’e dokunma. Taif’in milli putu. Niye? o bize turist çekiyor, yanşi onun sayesinde ticaret erbabı geliyor, onun sayesinde burada canlılık yaşanıyor. Taif bölgenin aynı zamanda meyve deposu, yani Taif’in üzümleri meşhurdur hatta şehir arması nardır. Orası yayla çünkü. Ben dedi putları yıkmak için gönderildim, geçin onu yani ve yıktırdı da.

………İkinci şartları ya Muhammed biz biliyorsun ki üzüm imal ediyoruz. Üzüm imal etmemizden mütevellid Taif’in şarap sektörü çok büyük. Ebu Leheb’in Taif’te kiraladığı bağlar vardı düşünün. Taif’te bağ kiralıyor oradan şarap imal ediyor ta Mekke’de. Dolayısıyla bizim şarabımızı yasaklama, yani Taif’in ticaret sektörü bitmesin. Hz. Muhammed;) bizim için ne zararlıysa sizin içinde o zararlıdır dedi geçin onu.

  1. c) Taif’i Medine gibi harem ilan et, çünkü Taif yeşil bir yer, Taif’in yeşilliğine zarar gelmesin istiyoruz. Eyvallah dedi peygamberimiz. Bakınız olabilecek şeylere olabilir diyor. Taif’i harem ilan etti. Taif’i harem ilan etmek nedir? Doğal sit alanı ilan etmektir. Yani Taif’i harem ilan etti diye Mekke’den çıkıp Taif’e mi koşuyorsunuz? Koşmuyoruz gördüğünüz gibi.

………Onun için bu da aynı zamanda şunu gösteriyor makul olan talepler vardır, olmayan talepler vardır. Peygamberimiz kategorik yaklaşmıyor, analitik yaklaşıyor seçiyor. Makul olup uyulabilen şeyler var uyulamayan şeyler var. Onun için dinde izah edilebilen, uyulabilen şeyler olur, ama dinin mutlak reddettiği hususlarda pazarlık olmaz, onlar reddedilir tevhid böyledir Tevhid’de pazarlık olmaz.

………Hz. Aişe’nin ikiye bölüp minder yaptığı resimli örtü olayında da görülüyor bu. Eğer tazim görüntüsü uyandırmıyorsa peygamberimiz resme ses çıkarmıyor. Yani resim perdedeyken duvarda asılı oluyor ya, ona kızıyor. Ama o perdeden inip te yer minderi olunca ona bir şey demiyor. Çünkü üstüne basıldığı, üstüne oturulduğu için orada tazim amacı yok. Demek ki resme yaklaşımda resmin ne için kullanıldığı esas alınıyor, önemli bir husus.

………Allah resulünün resim karşıtı tavrı kabirlere ve kabir ziyaretine olan tavrına benziyor. Peygamberimiz kabir ziyaretini yasaklamıştı. Esasında Kur’an da yeriliyor, nedir? Elhakümüt tekâsür, Hattâ zürtümülmekabir. (Tekasür/1-2) Kabir ile ziyaret aynı cümlenin içinde geçiyor, kabir ziyareti helâk etti sizi. Ama burada sıradan bir kabir ziyareti değil bu. Nedir? Övünmek maksadıyla, kabilecilik maksadıyla, kavmiyetçilik maksadıyla kabir ziyareti yasaklanmış burada. Peygamberimiz önce yasaklamıştı sonra serbest kıldı kuntü neheytukum an ziyaretil kubur fezuruha. Daha önce kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık ziyaret edebilirsiniz. Ama niçin? İbret alma maksadıyla.

………Ölümden ibret alın diye ResulAllah serbest bıraktı, ama bugün kabirler ibret almak maksadıyla değil talimat almak maksadıyla ziyaret edilir hale geldi. Yani kabirlerden yönetilen şehirler toplumlar, kalabalıklar, kitleler oluşmaya başladı bunun için değil. Bunu görseydi yasağı hiç çözmezdi Allah resulü onu da söyleyeyim.

………Şimdi peygamberimizin resme karşı bu mesafesi soğukluğu ve resmi reddetmesinin sebebi ne? Bu açık, cahiliye toplumu şirk hastalığı iliklerine kadar işlemiş bir toplum. bunun tersini kimse söyleyemez, onun için peygamberimiz resme çok ciddi bir mesafe koyuyor.

………Hani roman kardeşlerimiz kusura bakmasınlar onları gerçekten severim onlar da saf, güzel bir taraf bulurum ben. Ama roman kardeşlerimize Allah bir şey vermiş şöyle bir dümbelek sesi duyduklarında, ritim duyduklarında oturdukları yerden ritme uymaya başlarlar değil mi. Yani benzetmek gibi olmasın da cahiliye ehli öyle bir halin içinde ki Allah’a aracısız kulluk etmeye karşı önyargılılar, Allah’a aracısız kulluk edilmez. Uzak Allah inancı onları, ellerine geçirdikleri her şeyi Allah’a ulaşacak vesile ittihaz etme gibi bir sapıklığa itmiş.

………Düşünsenize Hz. Ömer anlatıyor, biz cahiliye döneminde diyor annemiz, karımız eşimiz helva yapardı bize bağda bahçede yesin diye helvayı gidene kadar önce put şekline getirir ona tapardık, acıkınca da yerdik. Bu hastalık değil de nedir. Şekilsiz taş ve ağaçları Allah’a ulaştıracak aracılar olarak tapan müşrikler şekil gördüklerinde ne yapmazlar bir düşünsenize. Yani bugünkü gibi bir heykeltıraş ellerine geçseydi eğer herhalde sabaha kadar uyumazlar putun önünde secdeden kalkmazlardı. Bir suret gördüklerinde damarlarında ki şirk kanı kaynamaya başlıyor fokur fokur, yerlerinde duramıyorlar. İşte resim yasağının temelinde yatan espri bu. Çünkü adamlar bir fotoğraf, resim veya resme benzer bir şey gördüklerinde hemen tapmak istiyorlar.

………Sözün özü Müslümanın hayat ve hakikat tasavvuru eşyanın görünen kısmına odaklanmamalı. İslam ve Hıristiyanlık, resme iki bakış farkı. Naçizane kanaatim o ki Allah resulünün resme soğuk bakması sadece döneme özgü ve geçici bir tavır olarak algılanamaz.

………Deminki tahlillerimden yola çıkarak sadece müşrik toplum için geçerlidir kanaatinde olduğumu sanmayın. Resme karşı Müslümanların soğukluğu, mesafesi daha doğrusu hep sürmeli. Neden? Bu soğukluğun, insanoğlunun temel zaaflarından bir ya da birkaçıyla ilgili olduğunda şahsen hiçbir tereddüdüm yok. Bu nebevi tavır esasen sadece resme indirgenemez. Bu tavrı vizyona, görselliğe yönelik bir tavır olarak okumak daha isabetli görünüyor.

………Görsellik çağında yaşadığımızı unutmayın. Allah Allah, çok acayip bir durumla karşı karşıyayız farkında mısınız. Farklı olmak adına insanlar maymun olabiliyorlar. Şebek gibi bakıyorsunuz Neden? Sırf farklılık için, sırf dikkat çekmek için. Yahu insana para verseniz akıllı birine, kafanı şöyle yaptır, saçını böyle yaptır, hayır azizim bu öyle tercih mercihle açıklanacak bir durum değil, bu korkunç bir vizyon tapıcılığı ile, şekilcilik, şekil putperestliği ile açıklanacak bir şeyle karşı karşıyayız. İnanın para verin yaptıramazsınız. Peki, yakışmış mı, herhangi bir estetik zevke uygun mu? Alakası yok. Nedir peki? Tek derdi dikkat çekmek. Tek derdi dikkat çekmek olan insanın hakikat diye bir derdi yoktur. Düşünebiliyor musunuz  dikkat çekmenin tek yolu farklı olmaksa eğer herkesten farklı olmak için yapmayacağı şey, affedersiniz yemeyeceği nane yok.

………Bu mu yani, insanı nasıl şebeğe, maymuna çevirir bu duygu biliyor musunuz? Şimdi öyle bir çağa giriyoruz yakında inanın şaşıracaksınız, belki de şaşırıyorsunuz, belki de ben yeni görüyorum, belki sizin çok oldu göreli cehaletime verin.

………Özellikle görüntünün büyüsüne kapıldığı için bir tür kendine gelemeyen modern zaman insanları göz önüne alındığında resme karşı olan nebevi tavrın hikmeti daha bir anlaşılır. Nedir resme karşı bu nebevi mesafenin insanın temel zaaflarına karşı illeti? Susan Sontag’dan bir cümle nakledeyim, resim üzerine diye güzel bir kitabı var; Resim, bizim dışımızdakini ele geçirme tutkusunu ifade eder diyor. Altını çiziyorum aynen böyledir, ele geçirme tutkusu.

………Bir başka batılı şöyle diyor insanlar var olduklarından emin olmak için resim çektirmeyi severler. Allah Allah, var olduğundan emin olmak için fotoğraf makinesinde kendini görmek istemek nasıl bir şey Allah aşkına? Yani bu adamı kontrol etmek lazım, muayene ettirmek lazım. Varlığından emin olmak için fotoğrafını mı görmesi lazım? Kendini çimdikle canın acıyorsa varsın. O bile komik oldu bakın?

………Aslında benim de gerekçelerim var.

………1 – Müslüman resme mesafesini korumalıdır, anı mutlaklaştırmaktır resim, zira resim anı dondurur, Hallâk her an yaratandır. Başındaki ağarmış saçları sev arkadaş, dökülmüş saçlarını da sev. Çünkü her dökülen saçın yaşadıklarının delilidir. Her ağaran saçın yaşadıklarının delilidir. Onların her birinde müthiş bir hafıza vardır biliyor musunuz? Onun için sev arkadaş. MâşaAllah 85 yaşındayım diyor, saçımın bir tane akı yok. Belli ki berberden yeni çıkmış. Yani problem ne? Problem kendisi ile barışık değil. Problem aslında Allah’ın sünnetiyle de barışık değil. Eşya, insan yaşlanır, zaman geçer zaman geçince insan da zamandan iz kalır, kalmalıdır da. Bu muhteşem bir şey, bu güzel bir şey.

………Dolayısıyla bakın bu çeşitliliğimizle güzel değil mi. Aslında karşınızdaki insanın bilgeliğini biraz da bunlar göstermiyor mu? Yoksa bilgeliğini ilk bakışta nasıl bileceksiniz. Bu ağaran saçlar çok görmüş geçirmişlik alameti dersiniz anlatabiliyor muyum? Evet anı mutlaklaştırmaktır resim.

………2 – Eşyayı zahirine mahkûm etmektir. Resim basirete değil basarata hitab eder. Efendimiz ne diyor du? Erinel eşyae kemnahi. İlahi, Allah’ım bana eşyayı olduğu gibi hakikatiyle göster. Biz ise eşyanın dış yüzüne mahkûm oluyoruz. Sadece vizyonuna odaklanıyoruz onun içinde eşyanın içini merak etmiyoruz. İçini merak etmediğimiz için de, eşya dediğim Arapça da ki eşya ile Türkçe de ki eşya aynı şeyi ifade etmiyor maalesef. Türkçe de artık kalıplaşmış onun için elimize alıp koyduğumuz şeyler. Oysa şeyler demektir bu manada insan da eşyadır, eşyadan bir şeydir. Hatta Allah’a şey denir mi denmez mi tartışılmıyor ama “şey” dir, yani bir şey. Dolayısıyla şeylerin bir de mahiyetleri var şeylerin tek görünen tarafı değil ki, görünen tarafına mahkûm olan görünmeyen tarafını ıskalıyor demektir.

………Resim çok aşırı konuşmayayım dinen kökten bir yasağa muhatap olmadığını zaten yukarıdan beri söyledim. Bu yeterli yani. Onun için resimle meşgul olan kardeşlerimiz bu manada müsterih olmuşlardır. Ama şimdi resme mesafemizin neden gerekli olduğunu da söyleyeyim. Resim sanatkârını teşhirci, seyircisini bir tür röntgenci yerine koyar. Resim albenilidir verdiği mesaj da beni al dır. Beni al diye bağıran resim en iyi resimdir çünkü resmi yapan zaten onu alsınlar diye yapmıştır. Yani bakmak ta al beni dir. Bakılmasın diye resim yapılır mı, daha fazla bakılsın diye yapılır.

………3 – El Musavvir olandan rol çalmak anlamına gelen bir tarafı vardır. Her resim böyle değildir tabii. Batıda ressamın yaratıcılığı ile yaratıcıya yaklaştığı söylemleri az değildir. Bizde değil ama batıda, özellikle ikonoklast batıda, ikonacı batıda, yani kilise içinde ki tasviri, işte baba oğul ruhul küdüs tasvirlerini kilisenin bir parçası olan, hatta imanın bir parçası kılan Hristiyanlıkta resim, tanrıdan rol çalmak gibi görülmüştür. Daha doğrusu çalmak değil rol almak gibi görülmüştür.

……...Leonardo da Vinci bir sanat olarak resim hakkında bir kitabı var, resim yaratmaktır diyor orada Leone Battista Alberti diye bir zat resim risalesinde diyor ki sanırım kendisi resimle ilgili biri, resim tüm sanatların efendisidir, sultanıdır diyor. Yunan ve Roma paganizmi kilisenin içine resmin sırtında taşındı. Evet, Yunan ve Roma putperestliği kiliseye resmin içinde taşındı. Kilisenin içine sokulan resim Hıristiyan üçleme akidesini de destekliyordu. Kilise resmi okuma yazma bilmeyen orta çağın cahil kitlelerine teslisi anlatan bir fotoroman, bir resimli roman olarak kullandı.

………İş bu noktada kalmadı batıda kilise resmi, insanın tanrının yerine geçirilmesi projesinin bir parçası yapıldı. Ne yaptı? Hümanizmde -biliyorsunuz her şeyin ölçüsü insandır görüşü dür.- resim Truva atı oldu. Eğer insan tanrının yerine geçmek istiyorsa bunu kanıtlaması lazım. Tanrılığın ilk kanıtı yaratmak, bu sorun da resimle çözülmüş oldu. İnsan yaratır mı? Aaa..! Resim yaptık ya. Bakın, Da Vinci ne diyordu? Resim yaratmaktır. Yani tanrı yaratır, biz de yaratırız haşa işte görüldüğü gibi mantık bu.

………Müslümanların resmi var mı? Var. Müslümanları resmi Hat’tır, soyut resim. Bir ara Picasso Paris’e geliyor Paris’te Kuzey Afrikalı bir Müslümanın sergisine katılıyor orada Hattı görünce hayran oluyor ondan kısa süreli de hat dersleri alıyor. Bizim soyut resmi bulmak için 100 yıllar geçmesi gerekti, Müslümanlar soyut resmi 100 yıllar önce bulmuşlar diyor orada.

………Aslında bizim minyatürümüz de var biliyorsunuz minyatür, bizdeki resmin karşılığı. Fakat minyatürde bir farklılık var farkında mısınız? Perspektif yokluğu. Minyatürde perspektif yoktur, perspektif; mesafe biliyorsunuz. Yani nesnelerin görünümünü 3 boyutlu olarak düz bir yüzeyde, yani 2 boyuta indirgeyerek, göstermeye yarayan bir iz düşüm tekniğidir. Organların tenasübü yani mesafe ve büyüklük tenasüptür. Perspektif yoktur minyatürde neden? Kasıtlı yoktur, Müslüman ressamlar perspektifi bilmediği fark etmediği için değil. Perspektifi fark etmek zor değil ki baktınız mı görünüyor zaten, öndekiler arkadakilerden farklı görünüyor yani önden arkaya gittikçe küçülüyor, buna perspektif diyorlar.

………Peki minyatürde niye yok? Allah’ı taklitten kaçmak için, bilinçli bir kaçış, yani olduğu gibi resmetmiyor, fotoğraf çeker gibi resmetmiyor Müslüman minyatürcü. Levni’nin minyatürlerine bakın bunu görürsünüz. Dolayısıyla Müslüman sanatkârlar buna özen göstermişler, bilinçli bir biçimde perspektiften kaçınmışlar ki eşyayı fotoğraf gibi görüntülememişler. Kaçınmışlar ki yaratmayı taklit ediyor görüntüsü vermemek için.

………Kur’anî çerçeve: El Musavvir belli Malûm Haşr/24. Ayetinde geliyor “HU”vAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavviru leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ. (Haşr/24) El Musavvir olan Allah’ın kâinatta tecellileri var. Nedir o? Varlık tamamen ilahi bir tasarımdır. Eğer Bing beng dedikleri var oluş patlamasından sonra o patlama mevcut oluşundan daha şiddetli olsaydı bugün hayatla karşılaşmazdık diyor alimler, daha hafifi olsaydı yine hayatla karşılaşmazdık. O patlama öyle bir şiddette olacak ki, bugün hayatın son meyvesinin hayatı olsun, varlığın en olgun meyvesi hayat olsun.

………Ol emrinden sonra ki patlamayla başlayan sürecin canlı varlığı da kapsaması için Proton sayısının anti protonlardan fazla olması lazımdı, nitekim öyle olmuştur. Yine nötron sayısı anti nötron sayısından çok olmalıydı, nitekim öyle olmuştur. Kâinatta canlılığın oluşa bilmesi için proton, nötron ve elektronların kütleleri şimdi olduğu ölçüde olmalıydı. Eğer bu atom altı parçacıkların kütleleri olduğundan fazla, yada olduğundan az olsaydı bu kâinat böyle oluşmazdı. Protonlar ve lektronlar farklı kütlelerine rağmen elektrik yükleriyle birbirlerini dengelerler bu denge sayesinde elektronun yörüngesi oluşur. Eğer bu denge sağlanmasaydı hayatı var eden atomlar oluşmayacaktı. Eğer evrende ki nötronun miktarı daha az olsaydı galaksiler oluşmazdı. Daha fazla olsaydı bu seferde galaksiler çok sıkışık olacak, canlı varlık oluşmayacaktı.

………Böyle say gitsin Yani el Musavvir neydi? Eşsiz benzersiz tasarım yapan, tasarlayan. Rabbimiz eşsiz benzersiz tasarım sahibidir. Kâinatı, varlığı eşsiz ve benzersiz tasarlamıştır, eşsiz ve benzersiz tasarlayan el Musavvir olan Allah’a dua.

………Amin, Ya Musavvir, ya Allah suretleri eşsiz benzersiz tasarlayan sensin, suretimizi Nûrunun tecellisine ayna kıl ya Rabb. O suretlerin içine birer siret yerleştirensin, siretimizi nebinin siretine ayna kıl ya Rabb. Ya Musavvir ya Allah tasvir yapmaya kâdirsin insanın hayaline, hayallerimizin ipini hevamızın eline verme ya Rabb. Tasavvurunu vahyin inşa ettiklerinden eyle de Kur’an neslinin inşasını bize çok görme ya Rabb. Amin, amin, ya Mu’in velhamdülillâhi rabbil alemîn.

………ve ahıru da’vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)

………Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.



ESMA DERSLERİ – 20 – EL MUSAVVİR (A)

$
0
0

367-el-musavvir-2

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************************

………El-MUSAVVİR

………Bu isimde eşyaya en güzel şekil vermek ve onları en biçimli tarza sokmak itibariyle O’na mahsustur. Bu, fiilin vasıflarıdır. Bunun hakikati ancak kâinatı tam olarak bilen, sonra ayrı ayrı yaratan Allah’a mahsustur.

………Evet, kâinatın tamamını birçok organdan teşekkül  tek şahıs olarak mütalaa edebiliriz. Onun azaları ve eczası gökler, yıldızlar, yer, su ve havadır.

………Bunlar gayet tertipli şekilde yaratılmışlardır. Hem öylesine muhkem bir tarzda ve tertip de ki, bu tertip, azıcık bozuluverecek olursa bütün nizam altüst olur. Üste konması gereken, üste; alta konması icap eden de alta konmuştur. Tıpkı bir bina gibi. Temel taşları alta ve kereste kısmı üste konmuştur. Bu, tesadüfi değil, bilâkis önceden tasarlanıp da öyle yapılmıştır. Bunun aksini düşünüp de taşları üste, ağaç kısmını, alta koysalar, bina yerinde durabilir mi? Duramaz, şeklini kaybeder.

………İşte yıldızların yukarda, yer ve suların (deniz ve nehirlerin) aşağıda yaratılmasındaki hikmet ve sebepleri böyle anlamalıyız. Kâinatın yarısına kadar gitsek, nizam ve intizamındaki hikmetleri sayacak olsak bitiremeyiz. Ayrı ayrı her şeyin hikmetini bilen, El-Musavvir isminin manasını daha iyi anlar ve bilir.

………Bu tasvir ve tertip, âlemin her parçasında mevcuttur. Hatta karınca ve zerre de bile mevcuttur. Hatta ve hatta karıncanın organlarında bile bu akla durgunluk, kalbe heyecan veren nizam ve intizam, mevcuttur.

………Canlı varlıklarda en küçük bir organ olarak bilinen gözün yapısını anlatacak olursak bitiremeyiz. Gözün tabakalarını, şekillerini, miktarlarını ve onda olan renkleri ve bu renklerde gizli olan yüce hikmetleri bilmeyen, gözü ancak zahiri görüşündeki şekli ile bilmekten öteye bir adım bile atamaz.

………Her canlı hayvan ve bitkide hatta onların her parçasında da aynı şeyi söyleyebiliriz.

………TENBÎH:

………Bu isimden kulun nasibi şu olmalıdır. Önce kendi nefsinde bütün âlemin şeklini ve suretini görmelidir. Derin derin düşünüp tafsilâta geçmelidir:

………Önce (Eşrefi mahkûkât) olan insana bakar. İnsan vücudunu iyice inceler, vücutta bulunan cismanî organları gözden geçirerek, nevilerini, adet ve terkibini, yaradılışında ve tertip edilişindeki hikmetleri öğrenir, sonra, onun idrak, irade gibi manevî niteliklerine bir göz atar, düşünür, düşünür.

………Bunu takiben, gücü yettiği kadar hayvanat ve nebatatın suret ve şekillerini inceler ta hepsinin şekli kalbinde yer edinceye kadar. Tabii bütün bunlar, varlıkların cismani olan nevilerin şekil ve suretlerini bilmeye matuf şeylerdir.

………Bir de bunun ruhanî tertibi vardır ki; bu melekleri ve mertebelerini, yıldızlarda, göklerdeki vazifelerini bilmek demektir.

………Ondan sonra beşeri kalplere tasarruf etmeye başlar, onları doğru yola irşat etmeye koyulur.

………Sonra hayvanlara karşı tasarrufa girişir ve onları ihtiyaçlarına doğru sevk eder. İşte bu isimden kulun nasibi bu olmalıdır. Yani vücûdî şekle mutabık ilmî suret kazanmalıdır kul. Çünkü nefsin şeklini bilmek, malûmun şekline mutabıktır. Allah’ın suretleri bilmesi, suretlerin ayan’da mevcut olmasına sebeptir.  Ayanda mevcut olan suretler ise ilmî suretlerin insan kalbine hasıl olmasını sağlar. Böylece kul, Allah’ın isimlerinden olan (El Musavvir) isminden istifade ederek, kendi ruhuna şekillendiricilik vasfını kazandırmış olur.

………Hattâ öylesine ki kendi de bir Musavvir (şekillendirici) durumuna gelir. Tabiî bu, mecaz yoluyladır. Çünkü o suret, yani kulun ruhuna gelen suret, gerçekte Allah halk edilmiştir. Kulun bunda en ufak bir rolü yoktur. Lâkin kul. Allah’ın, Rahmet pınarlarından istifade etmeye koşar.

………«Bir kavim özlerinde ki (güzel hal ve ahlâk) i değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz onun (halini) değiştirip bozmaz.» (Ra’d/11)

………İşte bundan dolayıdır ki Resûlüllah (S.A.V.) şöyle I buyurmuşlardır:

………“Zaman günlerinde Allah’ın nefhaları vardır, ona koşuşun. Belki biriniz ondan bir nefha alır da bir daha şâki olmaz.” (İ. Gazzali/ Esmâ’i-Hüsna-85-86)

………************************************************************

………EL MUSAVVİR

………Taalluk

………Kalp ve zihne doğan manaların anlaşılması ve tasavvur edilmesi amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

………Tahakkuk

………Allah a’razları (şekil, kütle ve diğer nitelikler) yaratandır. Bu ise ilimde takdir, a’yanların yani cevherlerin icadından sonraya kalan üçüncü derecede bir yaratılıştır. Nitekim Kur’an da şöyle buyurulmuştur;

………“Allah ki Hâlık, Bâri’, ve Mysavvir’dir”. (Haşr/24)

………Tahalluk

………Kul da sorumlu olmakla birlikte saadet kaynakları olan ibadet ve marifetullah alanlarında oluşan özel suretlerin mevcudiyeti zorunlu olarak bilinmekle birlikte bu konuda uyarılması gerekir Zira onlar bunun farkına varmayabilirler. (İbn. Arabi/Allah’ın isimlerinin sırrı ve manalarının keşfi-61)

…………………………………………………….

………Bu isim beşinci ğöğü, onun feleğini ve yıldızını yaratmaya yönelmiştir.

………Bunun zuhuru Gafr menzilindedir. Allah onda ruhların, cisimlerin ve unsur âleminde ki bilgilerin suretlerini izhar etmiştir. Onlar Cuma günü görevlendirme yoluyla tam etkiye tahsis edilmiştir. Allah buraya Yusuf’u yerleştirmiş, ondan re harfi ortaya çıkmıştır. (İbn. Arabi/F. Mekki-9/107)

………………………………………………………………………….

………El Musavvir İlâhi ismi (Tasvir mertebesi)

………Zatımızı tasvir edeni bilirsen,

………Varlıkta her şey benzerdir bunu da bilirsin.

 

………Bu durum benim size söylediğim gibi ise

………Hükmüm sahih ve benzerlik de sahih.

 

………O’nun nezdinde ne varsa, bizde var ise,

………Bu söz doğru ise derecelenme nerede kaldı?

 

………Evet, O benim hakikatim, ben O değilim,

………Ben ona denk olsaydım karşıtlık kalkardı.

 

………Bu mertebenin sahibi Abdulmusavvir diye isimlendirilir. İnsanlar arasından resim ve suret yapıcılar, yaratıcı olmadığı halde Allah’ın yarattığı gibi bir şey yarattığını iddia edenlerdir. Yaratıcı sadece Allah’tır, Allah şöyle der;

………topraktan kuş sureti yaratır… (Maide/110)

………Burada Allah Hz. İsa’yı yaratıcı diye isimlendirmiş. Hâlbuki yaptığı iş kuşun suretinden ibaretti. Heyet ise kuşun suretidir ve her suret mahsus (duyusal) hayatın ortaya çıkmasına kabiliyetlidir. Allah ise sureti yapanı kınamış ve korkutmuştur, çünkü onun yaratılışını tamamlamamıştır. Bir suretin yaratılışının tamamlanması, duyuda algılayacak şekilde canlılığın onda görünmesi demektir. Halbuki ressamın ve suret yapıcının buna gücü yetmez. Bu durum insanın duyuyla idrak edilen canlılığın ortaya çıkması gerekli olmayan güzel suretler yapmasına benzemez. Söz konusu suretlere misal olarak bitki, maden, felek ve farklı şekilleri verebiliriz. Burada suret şeklin ta kendisiyken tasvir zihinde şeklin kendisi değildir.

………Bilmelisin ki Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı. (Allah Âdem’i O’nun suretinde yarattı) Buradan O’nun sureti” ifadesinde Allah’a dönen zamirin Âdem’in ’Onun hakkında ki inancının sureti olduğunu anladık. İnsan O sureti düşüncesi veya vehmi veya tahayyülünden yaratır ve “Bu benim rabbim” diyerek ona ibadet eder. Allah insanda tasvir gücü yaratmıştır. Bu nedenle onu bütün âlemin hakikatlerini içeren bir varlık olarak yarattı. İnsan rabbine hangi surette inanırsa kendisine öyle ibadet ederken âlemin bütün hakikatlerini, ihata eden suretinin dışına ise çıkmaz. Dolayısıyla Allah’ın (Suretini tasavvur ederken) O’na kendi insanlığını veya insanlığından (kaynaklanan bir anlayış) tam ve kâmil olarak yansıtması gerekir. Tenzih etmesi gereken bir özelliği O’ndan tenzih etseydi bunun sonu da bir sınırlama olacaktı. Kim yaratıcısını tanımlar ve sınırlarsa hiç kuşkusuz O’nu kendisi gibi tanımlar ve sınırlar. Bu nedenle Allah peygamberin diliyle;

………Allah’a sanki O’nu görür gibi ibadet et” Buyurdu.

………Burada görmek benzetme ve temsil anlamı taşıyan edatla zikredilmiştir.

………Başka bir hadiste;

………Allah namaz kılanın kalbindedir.” Denilir. Bir ayette;

………Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara/115)

………Denilir. Bir şeyin yüzü, onun zatı ve hakikatidir. Allah kulunu hangi şekilde var etmişse, yöneldiği yer o suret olduğu gibi yüzü de o surettedir.

………Söyleneni anladıysan şunu öğrenmiş olursun; Allah aklın delilinin reddetmiş olduğu hususları kendisi adına ispat etmiştir. Bu bakımdan uyulmaya lâyık olan Hak’tır. İnsan nefsinde ibadet ettiği bir suret inşa eder. Demek ki insan tasvir edendir. Aynı zamanda yaratılmıştır, başka bir ifadeyle Allah insanı inşa ettiği surette ibadet eden kul olarak yaratmıştır.

………Kul ancak yaratıcısını inşa eder,

………Onu yaratan ise inşa ettiğidir.

 

………O bütün varlıkları yaratan,

………Bir kan damlasından veya ‘alâkadan yarattı.

 

………Yaratmasına yaratanın varlığını ekledi,

………Müstağnilik O’nun, muhtaçlık onun niteliği.

 

………O’nun iki niteliği bir araya gelmiş,

………Bu nedenle onu geçti dedik.

 

………Mü’min kul Hakkın kendisini yükümlü kıldığı amellerin suretlerini en güzel ve yetkin bir şekilde var edip onları ortaya çıkarırken Allah ona amelinden var ettiği her surete ruh üfleme gücü verir. Bu güç amelde ki ihlas ve huzurdur. Allah yaptığı surete rabbinin izni le üflenmiş ruha sahip suretin yapıcısını kınamamıştır. Bu üflemeyle birlikte söz konusu suret rabbinin hamdini tespih eden ve dile getiren canlı bir varlık olarak meydana gelir. Buna mukabil Allah canlılık ve hayat istidadına sahipken yaratıcısıyken hayat vermediği sureti yapanı kınamıştır. Suretin istidadına göre onu inşa eden hayat vermese bile, Allah ona hayat verir. Böyle bir tasvir edici Allah tarafından kınanır.

………Allah alemde kendisini var eden sebeplerden ortaya çıkan her sureti yaratma bakımından kendisine nispet etmiştir. Ayette bu amel sahipleri hakkında;

………Allah sizi ve amellerinizi yaratmıştır”. (Saffat/96) Buyurur.

………O halde Allah senin olduğu kadar sana izafe edilen amellerin de yaratıcısıdır. Nitekim;

………Attığında sen atmadın ” (Enfal/17) Buyurur.

………Allah senin için olumladığı bir işi senden olumsuzlamış, sonra kendisi adına olumlayarak şöyle demiştir. “Fakat Allah atmıştır.” Halbuki atan kuldur. Allah ona kendi adını vermiş, onu bu ad ile isimlendirmiştir. Geride onu isimlendirdiği gibi süsleyip süslemeyeceği hakkında konuşma kalmıştır. Biz kulun attığından kuşku duymadığımız gibi “Fakat Allah attı” ifadesinden de kuşkuya kapılmayız. Allah atma fiilini önce kuldan olumsuzlamış, kulluk adını ondan düşmüş sonra kendi adıyla adlandırmıştır. Çünkü isimlendirilen birinin olması kaçınılmazdır ve o da bir hakikat/varlık olması bakımından – kul olması itibarıyla değil.- kulun kendisidir. Çünkü kul ismi efendilik hükmünü kabul etmezken onun kendisi ve hakikati kulluğu kabul edebileceği gibi efendiliği de kabul eder. Buradan kendisi için yaratılmış olduğu isim yer değiştirmiş, Kendisinden var olmuş olduğu isim ona verilmiştir. Bu durum “fakat Allah atmıştır” ayetinde belirtilir.

………Allah yarattıklarına karşı böbürlenmez ve O’nun söylediği her söz işin kendinde bulunduğu durumun ifadesidir. Allah zatı gereği olumsuzlamayı gerektiren bir işi olumsuzlamış, zatı gereği sabit kalmayı hak eden bir işi sabit bırakmıştır. Hakikatler ise kendi yerlerinde –gerçekte onlardan hiçbir şey değişmeksizin ve bozulmaksızın- Kalmıştır.

………Bununla birlikte bir grubun düşüncesine göre bozulma ortaya çıkabilir ve bozulma olmasaydı, varlıkta bozulmanın hükmü bulunmadığı için eksiklik meydana gelirdi. Dolayısıyla onun da varlıkta bulunması gerekir. Çünkü varlığın kemale ermesi kaçınılmazdır. Bu durum eksiklik hakkında söylemiş olduğumuz “Varlığın kemalinin bir yönü kendisinde eksikliğin bulunmasıdır.” İfademizin anlamıdır. Bununla birlikte varlıkta eksiklik selbî bir durum olarak bulunabilir. Fakat işleri bulundukları hal üzere anlayan kimseler için onun hükmü açıktır.

………Tasvir mertebesi Halk; (yaratma) mertebesinin sonuncusudur. Onun ardında genel itibarıyla yaratmaya ait mertebe yoktur ve sonuncu mertebe budur. Buna mukabil bilgi yaratma mertebelerinin ilki iken ilâhi hüviyet bütün bunlarla nitelenendir. Bu nedenle Allah “O” sözüyle başlamıştır, çünkü hüviyetin varlığı kaçınılmazdır. Sonra olumlama ve olumsuzlamada bu zamirle bitirerek şöyle der;

………O Allah ki O’ndan başka İlâh yok” (Haşr/22)

………Burada Allah gaybı ve şehadeti bilmekle ilgili sıfattan başlamış, el Musavvir ismi ile bitirmiş, ardından belirli bir isim zikretmeden şöyle demiştir;

………En güzel isimler O’nundur.”  (Haşr/24)

………Allah;

………Göklerde ve yerde her şey O’nu tesbih eder.” (Haşr/24) der.

………Halbuki yer yüzünün içindekiler dememiştir.. Çünkü yeryüzünde ki insanların çoğu O’nu tesbih etmez. Öte yandan O’nu tesbih edenler her hallerinde O’nu tesbih etmez.

………Öte yandan O’nu tesbih edenler her hallerinde O’nu tesbih etmez. Buna mukabil yeryüzünün kendisi Allah’ı her durumda tesbih ederken içinde bulunan melekler ve maddeden ayrık ruhlar da O’nu tesbih ederler. Allah;

………Gece ve gündüz O’nu tesbih ederler bıkmazlar.” (Enbiya/20) Der.

………Burada Allah teşbihi sürekli yapanı dikkate almıştır ki, o da yeryüzüdür.

………Kur’an ı Kerîm’in başka ayetlerinde de yeryüzündekilerin teşbihini dikkate almıştır. Bununla birlikte onlar Âlemin bir kısmıdır.

………Yedi kat gökler, yeryüzü ve onlarda bulunanlar Allah’ı tesbih eder.” (İsra/44)

………Burada akıllı varlıklar için kullanılan “men” (o kişi) edatı getirilmiştir. Sonra ifadesini pekiştirerek;

………Her bir şey O’nun hamdini tesbih eder.” (İsra/44) denmiştir.

………Ardından ifadeyi daha da pekiştirerek;

………Fakat siz onların teşbihlerini anlayamazsınız”. (İsra/44) denmiştir.

………Burada da “men” edatı gelmiş, “ma” (o şey) edatı kullanılmamıştır. Haşr suresinde “men” edatı kullanılmamış “ma” edatı getirilmiştir.

………Dilci Sibeveyh şöyle der; “ma edatı her şey için kullanılır, fakat bütün var olanları kuşatmaz” Böylece geride kalan ve teşbihte zikredilmeyenlerin kalpleri ürperir Bunun üzerine Allah onların kalp kırıklığını onarmış, korkularını ayetin ardından söylemiş olduğu;

………her şey O’nun hamdini tesbih eder.” Ayetiyle gidermiştir. Allah onları överken insanların, onların teşbihlerini bilmediğini söylemekle ifadesini pekiştirmiştir. “Fakat siz onların teşbihlerini anlayamazsınız”.

………Burada ki telafi ve onarma maruz kaldıkları kırıklığın karşılığıydı. Bu ayetle onların sevinci pekişmiş ve artmıştır. Gerçekte bu bir artış değil, kırılmanın ortaya çıkardığı yeri imar etmek demekti. Çünkü Allah her şeyin O’nun hamdini tesbih ettiğini bildirmiştir ve vakıa da bu şekildedir. Binaenaleyh bu ifade kırıklığın yol açtığı gediği kapatmıştır. “Fakat siz onların teşbihlerini anlayamazsınız.”

………Burada istidrak edatı olan “fakat” kullanılmış, Allah bu özel teşbihte –başkalarından ayrı olarak- onların yalnız kalmasını arzu etmiştir. İnsanlar bu teşbihi bilselerdi onunla Allah’ı överlerdi.

………Tesbih edenler sürekli suret inşa ederler ve bu yönüyle onlar inşa ettikleri suretlere ruh üfleyen ressamlardır. Suretleri meydana getirmek dünya ve ahiret hayatında süreklidir. İnşa dünyada sona erse bile sürekli devam eder.

………Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.” (Ahzab/4)

………(İbn. Arabi-F. Mekkiye/C;16 – S.252-257)

………***********************************************************

………EL BÂRİ’

………El Musavvir, Heba’nın maddelerinin hazine kapılarını ”suret anahtarı” ile açan demektir.

………El Musavvir, ehli keşif ve şuhûd’un gönül bahçelerini tecellilerini izhar etmesinin nurlarıyla ve ayetlerinin gelişlerinin eserleriyle süsleyen demektir.

………Binaenaleyh Hak, suretleri belirleyen ve heyetleri hazırlayan, misalleri misalleyendir. O zahirleri genel anlamda batınları ise özel olarak tasvir eder.

………Bilinmelidir ki: ‘tasvir’ mertebesi, yaratma/Halk mertebelerinin sonuncusudur; Bu mertebelerin ilki ise, ilimdir; ‘halk’ ise, ilim ve tasvir mertebeleri arasında bir berzahtır.

………Aynı şekilde, insanın zuhûru da yaratılışta cismânîlik mertebelerinin sonuncusunda gerçekleşmiştir. Bu nedenle de, Allah’ın yaratması gibi yaratma meydana getirmiştir.

………İnsanın yaratmasının bir örneği, kendi nefsinde yaratmış olduğu inanç sûretleridir. İnsan bu sûreti bütün varlık hakikatlerini kendinde toplayan bir varlık olduğunu tasavvur ve vehmettiğinde yaratmıştır.

………Bununla birlikte, insan, sınırlı, belirlenmiş ve işin gerçeğinden habersiz bir hal üzerindedir. Bu nedenle ilâhî gayret, insanı ikaz edip, onu varlık tecellîlerinin genelliğine, gaybî hüviyetin var olanların mertebelerinin hakîkatleri ile imkân kâbiliyetlerinin  anahtarlarına/Miftah muttali kılmayı gerektirmiştir;

………Böylece insanın bütün tasavvurlarında ve vehim mahallerinde edebi takınmasını temin etmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

………Her nereye yönelirseniz, Allah’ın vechi orada bulunur.” (Bakara/115)

………Bir şeyin veçhi, o şeyin zatı ve hakikati demektir. Hak Teâlâ şunu belirtmiştir; Kul, nerede bulunursa veya kul her ne tarafa yönelirse, Hakkın veçhi kulun yöneldiği yerdedir. Gerçi akıl böyle bir şeyi inkâr eder, Bunun nedeni Hakkın belirttiği konuda aklın eksikliğidir. Hak ise kendisine uyulmak konusunda daha hak sahibidir.

………Bu tarz tasavvur sahipleri iki kısımdır;

………Buna göre birinci kısım, hayat istidadı bulunan bir şey gibi, cismani bir suret yaratanlardır. Hâlbuki buna gücü yetmediği için bu surete hayat veremez. Bunlar ilahi azarlamanın muhatabı olan insanlardır.

………İkinci kısım ise ruhani suretler icat edenlerdir. Bunlar meydana getirmekle sorumlu olunan amellerin suretleridir Bu kişilere, bu suretlere ruh üflemek için kudret ve güç verilmiştir ki bu ruh ihlas ve huzurdur.

………Bu insanlardan bazıları ise bu ruhani suretlere bu tarz ruh üflemekten aciz kalan kimselerdir. Binaenaleyh bu insanlar da ilâhi azarlamanın muhataplarıdır. Bunlar amelleri itibarıyla hüsrana uğrayanlara katılırlar.

………Bazıları ise bu suretleri meydana getirip Allah’ın izni ve tevfiki ile en yetkin tarzda o suretlere ruh üfleyen kimselerdir. Böylelikle bu suretler nâtık olarak ve Hakkı tesbih ederek ayağa kalkarlar.

………İhlaslı ârifler ise daima suretler meydana getirirler. Binaenaleyh onlar meydana getirdikleri şeylere ruh üfleyen tasvircilerdir. Onların işleri daimi, müşahedeleri ise her zaman Bâkidir. (Sadreddin Konevi- Esma-i Hüsnâ şerhi/ s.65-66)

………*****************************************************************

………EL MUSAVVİR

………Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

………O Allah’ki yaratandır, kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir.” (Haşr/24)

………El Halîmi der ki “Musavvir, eşyaların görünümlerini dilediği şekil ve biçimde düzenleyendir. Allah’ın mükemmel ve örneksiz yarattığını kabul etmek bu yaratılışın ardından gelecek şeyleri kabul etmeyi gerektirir.

………El Hattabî ise Musavvir ismini şöyle açıklar; Musavvir birbirleri ile tanışmaları için varlıkları değişik suretlerde yaratandır. Tasvir planlamak ve şekil vermek demektir. Allah insanı annesinin karnında üç evreden geçirmiştir. Bu evrelerin her biri birbirinden farklıdır. İnsan, annesinin karnında önce bir kan pıhtısıdır. Sonra bir et parçasına dönüşür. Ardından bir şekil alır. İşte insan, bu evrede şekil ve sûretini kazanır.

………Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”(Mü’min/14)

………Kasım b. Muhammed anlatıyor. Hz. Aişe bana şöyle haber verdi: “Üze­rinde çeşitli resimler bulunan bir çarşafla örtünmüştüm. Hz. Peygamber ya­nıma girince çarşafın üzerindeki resimleri gördü. Bunun üzerine yüzü kızardı ve çarşafı alıp elleriyle yırttı. Ardından şöyle söyledi: “İnsanlara arasında kı­yamet günü azabı en şiddetli olanlar, Allah’ın yarattıklarına benzer şeyler yapanlardır.” (Müslim-2107)

………Buhârî, Ebû Zür’a’dan rivayet ediyor. Ebû Hüreyre’nin yanına girdim. Ebû Hüreyre ellerini koltuk altlarına kadar, ayaklarını da dizlerine kadar yı­kadığını görünce: “Bu nedir ey Ebû Hüreyre?” dedim. Ebû Hüreyre: “Bu, bir süs ve ziynettir” dedi. Sonra duvarı süsleyen bir resmi görünce dedi ki: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah şöyle buyuruyor: “Benim yarattıklarıma benzer şeyler yapanlardan daha zalim kim olabilir? Böyle yapanlar bir tane ve zerre yaratsınlar bakalım!” (Buhari-Müslim)

………Kurtubî der ki: “Musavvir, resim çizen ve onlara çeşitli şekiller verendir. Musavvir, daha çok insan, hayvan ve benzeri şeylerin resimlerini çizenler için kullanılır. Fakat tasvirin asıl manası, planlamak ve şekil vermektir. Allah, in­sanı annesinin karnında üç aşamadan geçirerek yaratmıştır. Öncelikle insanı bir kan pıhtısına sonra da bir et parçasına dönüştürmüş, ardından ona bir şekil ve biçim vermiştir. İşte tasvir bu aşamada ortaya çıkmaktadır. Allah, insanın tanınacağı ve başkasından farklı olacağı şekil ve biçimi bu evrede vermektedir. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.

………İbn Kesir ise şunları söyler: “Musavvir, bir şeyi dilediği zaman ona sa­dece: “ol” der, o da istediği şekil ve biçimde oluverir. Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır:

………Dilediği bir sûrette seni tertip etti.” (İnfitar/8)

………Bu yüzden Musavvir, yaratmak istediğini istediği şekil ve biçim üzere yaratandır.” (Kurtubi)

………Musavvir, organları birbiriyle uyumlu halde yaratan ve onlara dilediği biçimi veren anlamına da gelir. Allah, insanı en güzel şekilde yarattığını bize şöyle haber verir:

………Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn/4)

………Musavvir’in, “Genel olarak insanların dış görünümlerini (zâhirini) süs­leyen ve sırlarını aydınlatan” anlamına geldiği de söylenmiştir. (F. Razi)

………BU İSMİ BİLMENİN FAYDALARI;

………Kul Allah’ın bu isim ve sıfatını bilmekle Rabbine daha çok ibadet etmesi ve kulluk yapması gerektiğini anlamalıdır. Kulluk içtenlik ve samimiyetle yerine getirilen ibadetlerdir. Böyle bir kulluk ancak bütün varlıkları yaratan zamanı evirip çeviren ve varlıkları oluşturan Allah’a yapılabilir. (İbn. Kesir-Kurtubi-Beyhaki-Es Sadi-İbn. Kayyım el Cevziyye/Esmaü’l hüsna-310-311)

………*************************************************************

………EL MUSAVVİR

………Suret, varlıklarda bulunan ve onları birbirinden ayıran özel durumdur. Hem maddi hem manevi olabilir.

………And olsun ki sizi yarattık sonra şekil verdik (Savvarnâ-küm) sonra meleklere “Âdem’e secde edin” dedik. (A’raf/11)

………ve size suret verip te suretlerinizi (suvara-küm) güzel yapan sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah’tır.” (Mü’min/64)

………Ayetlerinde suretin hem maddi hem manevi türüne işaret vardır.

………Musavvir suret mastarının tasvir şeklinden sıfattır. Cenabı Allah hakkında;

………“Mahlûklarını istediği gibi tasvir eden” (Taberi) demektir.

………Allah herhangi bir şeyin olmasını istediği zaman istediği sıfatta ve seçtiği surette var edendir. (İbn. Kesir)

………SVR maddesi Kur’an da oldukça az görülür. Tasvir fiilinin faili üç yerde Allah’tır. (Mü’min/64), (A’raf/11), (A. İmran/6). (Son ayette tasvir işinin ana karnında olduğu bildirilir.)

………İsim olarak sûre ve çoğulu olan suver zikredilir.

………Allah insanı dilediği surette yaratır” (İnfitar/8)

………Ve insanların suretlerini güzel bir şekilde tasvir eder. (Mü’min/64, Tegabün(3)

………Tek sıfat örneği olan el Musavvir yalnız bir ayette eliflâmlı ve mutlak olarak Allah’ı tasvir eder.

………O Hâlık, Bâri’, Musavvir Allah’tır.” (Haşr/24)

………Bu üç vasfın gerekleri olan halk ve takdir, azaları düzeltme ve denkleştirme ve on sureti verme arasında bir mertebelenme vardır. (Krş. Ve El Bâri’ ismi) (Prof Dr. Suat yıldırım- Kur’an da uluhiyet/273)

………*********************************************************

……...EL MUSAVVİR

………(Varlıklara şekil ve özellik veren)

………HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa’* lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz’ul Hakiym. (A. İmran/3)

………İnsanı çeşitli şekillerde yaratan bazılarını bazısından farklı şekiller, hacimler, renkler, yaratarak ayırıp birbirlerini tanımalarını sağlayan Cenâb-ı Hakkı her türlü noksanlıktan uzak tutarız. Bizi rahimlerde safha safha şekillendiren Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir.

………Kur’an ı kerimde kâinatta ki bu kadar varlığın ve yeryüzünde ki milyarlarca insan genellikle “halk”. “ibda”, “Fatr” gibi kelimelerle ifade edilirken bu varlıklar birbirine benzemesine rağmen arasında ince farklılıklar gösteren maddi ve manevi özellikler verilmesi “tasvir” köküyle ifade edilmiştir. (Metin Yurdagül-Esma-i Hüsna)

………Bu şekil verme atomların ve daha önce yaratılan unsurların tamamlanmasıyla meydana gelmiştir. Bu tasvir insanoğlunun “elest” bezminde Cenab-ı Hak tarafından;

…..….“Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (A’raf/172)

………Şeklinde kendi nefislerinin şahit tutulmasıyla tamamlanmıştır.

………Şehadet; “Fizik” âleminde suretlerin terkibi Allah’ın dilemesiyle ilk yaratılışta ki “Ahsen-i takvim” durumu üzere tamamlanmıştır.

………İşte bununla ilgili olarak Necm suresinde ki şu ayetlerini şöyle bir düşünelim.

………Ve ennehu HUve emate ve ahyâ;

………Ve ennehu halekaz zevceyniz zekere vel ünsâ;

………Min nutfetin izâ tümna;

………Ve enne aleyhin neş’etel uhra. (Necm/44-45-46-47)

………“Öldüren de dirilten de O’dur. Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti o yarattı. Şüphesiz ki tekrar diriltmek te O’na aittir.

………Acaba burada ki tekrar diriltmekten maksat nedir? Konu ile ilgili olarak F. Razi,Mefatihu’l-Gayb adlı tefsirinde diyor ki; “uzun bir tefekkürden sonra bu sorunun cevabı tekrar diriltmekten maksat, insanın ruhunun kendisine üfürülmesi ve yüce olan nefsin karanlık ve kesif olan bedene karışması şeklinde olması muhtemeldir. İşte Allah ruhun bedene üfürülmesiyle insan-ı kerîm, değerli bir varlık kılmıştır.”

………Hadis-i Şeriflerde geçtiği üzere rahimlerde tasvir tamamlandığı gibi ruhun üfürülmesiyle de tasvir gerçekleşmiştir. Nitekim Nevevi’nin şerh ettiği Sahih-i Müslim’in kader vahşinde rivayet edildi ki ResulAllah;

………“Nutfeden kırkiki gece geçtikten sonra Allan bir melek gönderdi ve nutfeyi şekillendirdi ve onun kulağını, gözünü, cildini, etlerini ve kemiklerini yarattı. Sonra da melek; “Ya rabbi, bu erkek mi olsun yoksa dişi mi?” dedi. Allah’ta dilediği şekilde hüküm verdi. Melek te o hüküm üzere onu yazdı.” Buyurdu.

………Yine ResulAllah’tan gelen diğer bir sahih hadiste ResulAllah şöyle buyurmaktadır;

………“Sizden biri annesinin karnında kırk gün nutfe olarak yaratılıp toplanır. Sonra bir kan pıhtısı olur. Sonra bunun gibi bir çiğnem et parçası olur. Sonra ilgili melek gönderilir ve ona ruh üfürülür.”

………Nitekim ayetlerde ki;

……...“Sonra biz onu başka bir şekilde yaratırız.” (Mü’minûn/14)

………İfadesi nutfenin kan pıhtısı olmasından ve ete kemik giydirilmesinden  önce ruhun üfürülmesidir. Denildi. Bununla diğer bir yaratılış gerçekleşir, yahut ruh üfürülür, diğer bir yaratma meydana gelir. İnsan böylece canlılardan ayrılır.

………Sonra “en-Neşerü’l-uhra”nın üfürülmesi şeklinde anlaşılması da mümkündür. Ayrıca “en Nevşetü’lUhra” haşr için tahsis edilmiştir. (Prof İzzeddin Cemel-el-Esmaü’l-Hüsna/167-168)

………***************************************************************

         EL MUSAVVİR – TASVİR AŞAMALARI

………Doğrudan olan tasvir aşaması

………Yüce Allah şöyle buyuruyor;

………Gerçek şu ki önce sizi yarattık sonra size şekil verdik, sonra meleklere “Âdem’e secde edin” dedik. Hemen secde ettiler ancak iblis secde edenlerden olmadı. (A’raf/11)

………Ayette geçen; “Gerçek şu ki, önce sizi yarattık” cümlesi insanoğluna yöneliktir. Bunun sebebi de kendisinin yoktan var edilmiş olmasını hatırlaması içindir. Oysa kendisi yoktan var edilen biri olarak Allah’a hamd olsun ki bir başka şey olarak yaratılmıştır. Daha sonra o şey görülen heyet üzerinde beşeri bir suret olarak tasvir edilmiştir. Ki o suret de en güzel bir biçimde yaratılmıştır. Öyle ki onun için melekleri ilâhi emri gereği itaat eder kılmış ve melekler ona isteyerek ve itirafta bulunarak varlığını tanıyarak secde ile önünde eğilmişlerdir.

………Meleklerin bu itaatkâr ve secdeye varır tavrına karşılık İblis birçok varlıklara üstün bir varlık olarak yaratılan insanoğluna secde etmekten kaçınmış ve Allah’ın emrine isyan etmiştir.

………Rahimlerdeki tasvir aşaması;

………Kâinatta ki varlıkların çift olarak yaratılmasından sonra, bu defa çoğalma ile ilgili emir Allah’tan geldi. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

………Hem Rabbin âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şahit tuttu” (A’raf/172)

………Bu ayette belirtilen husus, yaratılma ve topraktan eşleşme, çift olarak yaratılmasının tasviri aşamasından sonra bu defa rahimlerdeki aşama tasviri evresi gelmiştir. Bu evre artık neslin, kuşakların ortaya çıkarılması, meydana gelmesidir ki, bu da erkekle dişinin birleşmesinden, her ikisinden birini spermi ve diğerinin de yumurtasının birleşmesiyle yeni bir canlının meydana gelmesi aşamasıdır. İşte bu birleşme ile meydana getirme ve tasvir-şekillendirme olayı gerçekleşmiş olmaktadır. Böylece ana rahminde bu değişik aşamalar çerçevesinde canlı, gelişimini sağlamaktadır.

………Ruhi tasvir aşaması.

………Bize şekil veren Allah Teâlâ’dır Ki, O, bizi en güzel bir şekilde var edip şekillendirmiştir. Tertemiz olan helal şeylerden bize rızık vermiştir. Dirilten yani hayat veren de, öldüren de O’dur. Çünkü O her şeye kadir olandır. Yüce Allah her şeyi, erkekli ve dişili olarak çift yaratmıştır her ikisinden nesiller üretmiş, akrabalıklar oluşturmuştur.

………Ancak Yüce Allah İsa (AS)mı yaratmış ve onu babasız olarak saygın bir anneden, onun rahminde şekillendirip tasvir etmiştir.  Doğrusu Meryem’in gebe kalması bir beşer yoluyla gerçekleşmemiştir. Aksine o, Hz. Meryem’e üflenen bir ruh nefhasıyla var olmuştur. Çünkü Hz. İsa (AS) nın yaratılması adeta Hz. Âdem’in topraktan yaratılması gibidir. Burada şaşılacak bir şey yoktur. Yüce Allah şöyle buyuruyor;

………Doğrusu Allah katında İsa’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra da ona “ol” dedi o da hemen oluverdi.” (A. İmran/59)

………Burada ki örneklendirme benzerlik bakımından bundan çok daha şaşkınlık uyandıracak olan bir gerçeğe topraktan yaratılmaya benzetilmesidir. Çünkü ilk bakışta bunlar, olması mümkün olacak bir daire çerçevesinde olmayacak şeyler gibi görünmektedirler. Zira beşer aklına vurulduğunda böyle bir şeyin olması mümkün olamaz. Bu açıdan Hz. İsa’nın (AS) durumu adeta Hz. Âdem’in (AS) durumu gibidir. Yani Hz. İsa’nın babasız olarak yaratılması adeta Hz. Âdem’in topraktan yaratılması gibi bir mucizedir.

………Her şeyden münezzeh olan Yüce Allah el-Hâlık’tır, el-Bâri’dir, el Musavvir’dir. Çünkü her şeyi yaratan Allah, yarattıklarına her şeyi, şekil ve sureti de vermiştir. Allah insanı âlemlere üstün kılmış ve fakat sadece aklı sayesinde üstün kılmış değildir. Onu her şeyde, oluşturmasında, şekillendirmesinde olsun hepsinde üstün kılmıştır. Çünkü önceden hiçbir şeydi, yoktu, ne kendisi, ne spermi (Nutfesi) ne de alakası –pıhtılaşan, yapışkan- aşılamış olan yumurta da yoktu. Daha sonra Yüce Allah onu var etmesiyle var etti. Sonra da Yüce Allah onu farklı aşamalardan geçirerek şu varlık alemine gönderdi.

………Böylece Allah onu, dayanıksız bir sudan bir nutfe yaptı, sonra da o nutfeyi sağlam bir yere yerleştirdi. Daha sonra alaka (Pıhtılaşmış kan) haline getirdi. Daha sonra artık dünyaya çıkıncaya dek onu bir Mudğa haline soktu. Daha sonra da yüce Allah onu bir başka şekilde tasvir etti. O en güzeli yaratan Allah ne yücedir!

………Düşün bir kez, insan hiçbir değilken yoktan var edilmiştir. Bundan ders çıkarmak gerekir. Daha sonra da hiçbir şey beceremeyecek durumda olduğu halde değişik aşamalardan geçecek, açıkça yok olacak sonunda ortadan kalkacak olan bu varlık en güzel biçimde yaratılmıştır. Hilmi, Keremi, yumuşaklığı ne yücedir Böyle olan Rabbimi takdis ve tenzih ederim. Doğrusu Bedii olarak şekillendirdiği varlık ne kadar da şaşkınlık uyandırıyor.!

………Daha sonra Yüce Allah onu imtihan etmek ve denemek için insanda var ettiği kulağı ve gözü açıklamıştır. Yüce Allah, onun mutlak olarak yaratılışını zikrettikten sonra kâinatın hülasası, özü olduğunu da kesin olarak bildirmiştir. Çünkü o, yarattığı şeylerin sonuncusudur. Aynı zamanda bizim için bilineni tasvir etmiş, şekillendirmiş, sonra da onun yaratılış keyfiyetini, nasıllığını anlatmaya başlamıştır. Bu arada insan için yarattığı şeylerden gerekli olanları göstermiş ve onu etraflı olarak bilfiil nasıl var ettiğini bildirmiştir. Evet, fiil olarak suret, madde ve gaye olarak var edilişlerini açıklamıştır. Bu arada “Doğrusu insanı biz yarattık” ayetinde görüldüğü gibi kullarından kimilerinin de bu yüce kudreti nasıl inkâr ettiklerini de tekiden bildirmiştir.

………Yani biz bizde ki azamet ve kudret gereği olarak onları takdir ettik ve onlara şekil verdik. Yani Âdem’i topraktan yaratmamızdan sonra biz onun soyundan gelecek olanları ise bir nutfeden yani maddeden yaratılmasını takdir buyurduk. O madde de erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesidir.

………El Musavvir; el Mübdİ’ demektir ki örnek ve modeli olmaksızın yoktan var edendir. Var edip yaratmış olduklarına da her şeyi veren ve hangi amaç için yaratılmışlarsa o yola yönlendiren demektr.

………Allah, insanı yaratıp onu görüldüğü gibi ruh ve nefis sahibi bir varlık olarak şekillendirmiştir. Oysaki o çok muazzam olan varlıklar böylesi bir özelliğe sahip değildirler. Bu ecramın, cisimlerin ve kâinatta ki şeylerin hareketleri, deveranları, gördüğümüz gibi esasen insanda ki ruh ile nefse karşılıktır. Böylece her yaratılmış kendi yaratılış suretine ve şekline uysun için var edilmiştir.

………Kur’an ı kerim de gördüğümüz tasvir üslubu şöyledir; İnsanı ve aklını, halkla meşgul olmaktan uzaklaştırıp Hakkı bilmeye ve tanımaya, O’nda kaybolmaya cezbeder, O’na çeker. Nitekim ayetler arasında olsun, sure sonlarında olsun teşvik eden, özendiren ayetler getirir. Böylece asap bozukluklarını önler, ruhu dinlendirir, kalplere şevk verir. Ayeti kerimeler yaratmanın ve bunları şekillendirmenin, tasvirinin bediiliği konusunda hikmetlerle doludur. Çünkü ayetler dikkatleri suretlerin şekil ve tabiatlarına değil, onları tasvir eden Musavvir kudrete bakıp ders çıkarmalarına yönlendirir, kesin delilleri görmeye davet eder.

………Nitekim bir şeyi almada, reddetmede ve inkârcıların şüphelerine cevap vermede söz uzayınca bu defa Allah’ın ayetleri, gönülleri harekete geçirmeye, onları etkilemeye yönelir. Bu durumda Tevhidi ve ulûhiyeti gösteren delilleri öne çıkarır. Bunları yaparken de kâinatı tasvir sırasında, tasvir etmeye be kudretine ilişkin imana davet eden ne gibi deliller varsa onları gösterir, onlara dikkat çeker. Bu kâinatın ilerisinde bir gücün ve kudretin olduğuna, hikmeti gereği onları buna göre idare ettiğine işaret eder. Bu arada bu dünya hayatından sonra bir de ahiret hayatının var olduğunu gösterir, buna işaret eder. Yüce Allah her bir hayat için ona uygun olan şekli tasvir ederek dikkatimizi onlara çeker.

………Musavvir olan Rabbimi takdis ve tenzih ederim. Çünkü Allah iman edip te imanlarının gereği olarak icazını tanımaya sevk eden sureti ve şekli kavrayan Mü’minleri güvence kılar. Yani her bir yaratılanın arkasında mutlaka bir yaratan vardır.

………Bu bakımdan bazı kimseler iman noktasından Sani’ olan yüce kudreti ve o kudretin şaşkınlık ve hayret uyandıracak derecede ki tasvirini gereğince düşündüklerinde imanları devreye girer. Bu noktada el Musavvir olan zatın gökleri, arzı ve bunların içerisinde ve ikisi arasında bulunan her şeyi tasvir eden olduğu gerçeğini görürler.

………Bu ister yoktan var etme anlamında İbda’ olsun, ister bir düzeni egemen kılmak olsun bir şeyi takdir etmenin bediiliği, bir tasvirin büyüklüğü olsun, ister gece ve gündüz ve bunların her ikisinin hassas ve dakik olarak birbirlerini izlemeleri olsun, biz bütün bunların etkilerini, izlerini kendi bedenlerimizde bir şekilde hissederiz, algılarız. Bu ya güneşin harareti, sıcaklığı ile veya gecenin soğukluğu ile kendisini bize hissettirir.

………Bunların hepsi gerçekten akıl sahibi olanlar için yüce Allah’ın varlığına, bir ve tek olduğuna, vahdaniyetine delildir. Yaratmasındaki kudretinin kâmil oluşuna, var etmesine ve şekillendirmesine hepsi birer delildirler. (Prof. Dr. A. Hüseyin Akil-Esma-i Hüsna şerhi/197-201)

………************************************************************

………EL-MUSAVVİR

………A – Musavvir isminin lügat anlamı: Musavvir Rabbimizin ismi olarak Kur’an da sadece bir kez, Haşr suresinde geçer. Musavvir; tasvir etmek, şekil, suret, özellik, nitelik, birtakım özellikler ve vasıflar vermek anlamlarına gelir.

………B – Musavvir isminin ıstılah anlamı:

………1 – Musavvir; insanların maddi (biyolojik) yapılarını güzelce yaratandır.

………2 – Musavvir; varlıkları dilediği özellik, seçtiği suret ve farklı biçimlerde yaratandır.

………3 – Musavvir; insanların manevi (ruhi, psikolojik) yapılarını en güzel bir şekilde tasvir edendir.

………C – Musavvir isminin Kur’an içinde incelenmesi:

………“Rahimlerde sizi dilediği şekilde biçimlendiren O‟dur…” (Ali İmran/6)

………Daha annelerinin karnındayken bütün insanların şekillerini, bedensel ve ruhsal özelliklerini tesviye eden Allah’tır.

………“Ey insan! Seni yaratıp sonra düzgün ve dengeli kılan, sonra seni dilediği şekilde birleştiren ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitar/6-8)

………Rabbimizin yaratması aşama aşama, tabaka tabakadır. Allah yaratmasını sadece “Hâlık” ismiyle sınırlamaz. Yaratmasının her aşamasını farklı bir isimle, farklı bir fiille nitelendirir.

………“..Sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı..” (Teğabun/3)

………Andosun ki biz insanı en güzel Ģekilde yarattık.” (Tin/4)

………İnsanoğlunun yaratılışı gerçekten mükemmel bir yaratılıştır. Allah milyarlarca insanı aynı organ ve uzuvlarla yaratmasına rağmen, hepimizin sureti birbirinden farklıdır. İkizler bile birbirlerinin tıpkısı değillerdir. Her birimizin elinde beş parmak vardır. Ancak Rabbimiz bütün insanların parmak uçlarını birbirinden farklı olarak yaratmıştır. Hiçbir insanın parmak izi diğer insanın parmak izine benzemez.

………“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı zanneder? Evet, biz onun parmak uçlarını bie eski haline getirmeye güç yetiririz.” (Kıyamet 3-4)

………D – Musavvir isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:

………1 – Rabbimiz bizi hem şekil olarak hem de ruh yapısı olarak en güzel şekilde yaratmıştır. Biyolojik yapımızla ruhî yapımız bir beraberlik ve ahenk arz eder. Çünkü insan tek bir ustanın elinden çıkmıştır.

………İnsanların maddi özelliklerinin gıdası nasıl ki, yeme, içme, nefes alma, evlenme gibi şeyler ise, ruhî yönlerinin de bir takım gıdalara ihtiyacı vardır. Ruhsal ve psikolojik yapılarımızın en temel gıdası Kur’an’dır, Allah’ın zikridir.

………“Bunlar iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur/mutmain olur.” (Ra’d/28)

………Allah’ın en güzel şekilde yaratıp bize emanet ettiği ruhumuzu, kalbimizi O’nun istemediği şeylerle kirletmemeliyiz. Huzuru, sükûneti, tatmin olmayı, O’nun yasaklarında aramamalıyız. Allah’ı anmakla, zikretmekle, gündemde tutmakla, Allah’ın kitabını öğrenmekle, yaşamakla, öğretmekle insanlar huzura ve mutluluğa kavuşacaklardır.

………Yaratılış gayesini unutan ve Rabbinin emirlerine teslim olmayan kişi hiçbir zaman gerçek huzura ve mutluluğa ulaşamaz.

………2 – Yarattıklarına suret ve şekil veren daha sonra da onları canlandıran sadece Allah’tır. Canlı resim ve heykel yapmak Allah katında azaba sebep olan davranışlardandır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

………“Her kim bir resim yaparsa Allah o kimseye yaptığı o resme ruh üfleyinceye kadar yani o resmi canlı hale getirinceye kadar azâb edecektir. Gerçekten o resme ruh verebilecek güçte değildir…” (Tirmizi)

………“Tapmak ve ibadet etmek için suret resmi yapan kimse, put ve benzeri şeyler yapan kimse gibidir. Bu kişi kâfirdir ve onun için azabın en şiddetlisi vardır.” (İmam Nevevi) (Dr. Ramazan Sönmez/El Esmaü’l-Hüsna)

………*************************************************************

         EL MUSAVVİR

………Musavvir isminin lügat anlamı: Tasvir etmek, şekil, suret, özellik, nitelik, birtakım özellikler ve vasıflar vermek anlamlarına gelir.

………El-Hattabî, bu ismi “birbirleriyle tanışmaları için varlıkları değişik suretlerde yaratan” diye tanımlamıştır. 

………1 – Musavvir; insanların maddi (biyolojik) yapılarını güzelce
yaratandır.

………2 – Musavvir; varlıkları dilediği özellik, seçtiği suret ve farklı biçimlerde yaratandır.

………3 – Musavvir; insanların manevi (ruhi, psikolojik) yapılarını
en güzel bir şekilde tasvir edendir.

………Musavvir isminin Kur’an içinde incelenmesi:

………Rahimlerde sizi dilediği şekilde biçimlendiren O’dur…” (Ali İmran/6)

 ………“Ey insan! Seni yaratıp sonra düzgün ve dengeli kılan, sonra seni dilediği şekilde birleştiren ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitar/6-8)

 ………“..Sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı..” (Teğabun/3)

………“Andosun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin/4)

………İnsanoğlunun yaratılışı gerçekten mükemmel bir yaratılıştır.
………Allah milyarlarca insanı aynı organ ve uzuvlarla yaratmasına rağmen, hepimizin sureti birbirinden farklıdır. İkizler bile birbirlerinin tıpkısı değillerdir. Her birimizin elinde beş parmak vardır. Ancak Rabbimiz bütün insanların parmak uçlarını birbirinden farklı olarak yaratmıştır. Hiçbir insanın parmak izi diğer insanın parmak izine benzemez.

………“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı zanneder? Evet, biz onun parmak uçlarını bile eski haline getirmeye güç yetiririz.” (Kıyamet/3-4)

………Bazı gafil insanların, kâinatın kendi kendine var olduğunu iddia eden  hezeyanlarının ne kadar çürük olduğunu Musavvir esmasından
çıkarabiliriz. Bir yemek kendi kendine pişmiyorsa, bir kitap kendi kendine
yazılmıyorsa, bir araba kendi kendine gidemiyorsa, dünyadaki hiçbir varlık da kendi kendine şekil, renk düzen, biçim ve görev alamaz. Kâinatın yaratıcısı olan Allah, tüm mahlûkatının biçimini, renklerini, yoğunluğunu, hacmini, ısısını, atomunu diğer maddelerle olan uygunluğunu en güzel şekilde takdir etmiştir.

………” Allah; O’dur ki, arzı size durulacak yer, göğü de bina yaptı. Sizi şekillendirdi ve sizi güzel rızklarla besledi. İşte Rabbiniz Allah budur! Bütün âlemleri yaratan Allah ne yücedir!” (Mümin/ 64)

………Örnek; suyun formülü iki hidrojen ile bir oksijen atomunun birleşmesidir. Bu formül suyu oluşturur. Siz bu yapıyı bozduğunuz zaman su yerine iki yakıcı- yanıcı madde elde edersiniz. Her ikisi de çok tehlikeli birer maddeye dönüşür. Bu kuralı koyan Allah’tır! Kimse bu kuralı bozamaz. Suyun yapısını takdir eden onun yaratıcısı olan Allah’tır. İnsanların hangi cinsiyetle doğacağı, ne renkte olacağı ne şekilde dünyaya geleceğine yine Yüce Allah karar verir.

………O, yarattıklarına şekil verirken gelişigüzel bir şekil vermedi. Hikmetle şekline göre rızk, rızkına göre hüküm, hükmüne göre ilim, ilmine göre amel, ameline göre hesap, hesaba göre adalet, adalete göre sonuç. Hiçbir şey sıradan gereksiz gelişigüzel değildir. Rabbimizi her sıfatının yanında El- Musavvir’dir. O halde biz de O’nun yaratışındaki hikmetleri tefekkür etmeliyiz.

………Bir düşünün! Kemikleri üst üste koyan, onları sinir ve damar telleriyle saran, üzerini kas ve yağ tabakasıyla donatan ve sonra hepsinin üstüne güzel bir cilt giydiren ve o vücuda canlılık veren kimdir?

………Ve siz varlıklar içerisinde özel birisiniz. Kendinize ait özel bir cildiniz, göz renginiz, sesiniz, parmak iziniz var. Özel bir kalbiniz kendinize özgü yetenekleriniz, düşünceleriniz ve karakteriniz var. Bu özel halin özel duruşunla unutma ki, özel olan sen, tek yaratıldığın gibi, tek başına da hesap vereceksin. Bir bak, hiç gereksiz bir şey yaratılmamıştır. Dur da tefekkür et! Gökkuşağına, balığın pullarına, tavus  kuşunun kuyruğuna, gülün engine, portakalın dilimine, nar tanelerine, bebeğin gamzelerine, denizin dalgalarına, yağmurun yağışına. Her şey Kadir-imutlak, El Musavvir olan Allah’ı işaret etmiyor mu?

………Ey insan! Allah sadece görünene değil, görünmeyene de şekil verdi. Şeklini korumanı istiyor senden. Bedenini bozmadığın gibi ruhi
şeklini de bozmamalısın. Allah’ın senin için yaptığı tasviri korumalısın.
Çünkü bozarsan sen Musavvir değilsin! O’ndan başka Musavvir yok! La
Musavvire illallah!

………Saniyede dört insan ve her gün 350.000 insanı kolaylıkla yaratan ve her ferdin gözbebeğinden tutun saç teline, parmak uçlarına kadar
farklı yaratan Allah, kelamında inkârcılara şöyle meydan okuyor: 

………“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı zanneder. Evet, biz onun parmak uçlarını bile eski haline getirmeye güç yetiririz.” (Kıyamet/3-4) 

………Fakat ne yazık ki bizler mükemmel bir manzarayı veya herhangi güzel bir şeyi görünce tepkimiz şöyle oluyor: “Sanki tablo gibi” veya “Bir ressamın fırçasından çıkmış gibi.” Sanki insanın fırçası ve kalemi (hâşâ) Allah`ın sonsuz tasvir kudretinden daha üstünmüş gibi… 

………Hâlbuki bütün heykeltıraşlar, ressamlar, mühendisler eserlerini O`nun eserlerine benzetme çabası içindeler. Benzetirlerken de genellikle en güzel şeyleri model olarak seçerler. Benzetme ne kadar fazla ise eser o nispette güzeldir ki insana o tasvir gücünü veren yine Allah`tır. Oysa Allah`ın yarattığı her suret güzeldir. Öyle ki yol kenarlarında kendi kendine çıkmış ve ayaklar altında çiğnenen bir çiçeğe bile hayal sınırlarının ötesinde çok güzel ve mükemmel şekiller verir. 

………Acaba neden böyle çok ve her biri diğerinden farklı bu kadar sureti yaratır? Elbette ki tanınmak, sevilmek, şükredilmek kısacası hak ve rahmetin ta kendisi olan ubudiyet için… Ebediyet için halk olunan insanın temaşasına sayısız tasvir örneklerini sunarak sonsuzluk sırrını gösterir. Monotonluktan sıkılan ve sonsuzluğa âşık insanın ebedi ve değişken seyir isteğini tatmin eder. 

………Mesela bir kelebeğin kanatlarındaki kusursuz simetriyi ele alalım. Her bir kanadın üstü türlü şekiller ve etkileyici renklerle bezenmiştir. Bu şekiller ve renkler ne kadar karışık olurlarsa olsunlar, kanatlardaki benzersiz simetri asla bozulmaz. Öyle ki bütün kelebekler, bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, göz zevkine hitap eden bir güzellik oluştururlar. Bu güzellikte tecelli eden aklın bir kaynağı olduğu açıktır. Zira basitçe çizilmiş bir resmin dahi bir ressamı vardır ve resmin kendi başına ortaya çıkması mümkün değildir. O halde kimse, böylesine kusursuz
yaratılmış ve bir sanat eseri kadar estetik olan böyle bir canlı için tesadüfen var olmuş diyemez. Bunların tümünü yaratan, tasarlayan, meydana getiren, bütün kâinatın Rabbi olan Allah’tır.

………Rabbimizin yaratıp bırakmaması, varlıkların değişken bir yapıya sahip olması daima bize müdahale ettiğini, başıboş bırakılmadığımızı hatırlatmaktadır. Yani halife olarak yeryüzüne gönderilen insanın hem zahiri, hem de bâtını güzel olmak zorundadır. Nitekim bir firma sorumlusu bile tanıtımcısı olarak görevlendirdiği insanı baştan ayağa giydirerek, onu hem zahiren, hem de ona gerekli nezâket, hitabet vs. gibi meselelerde eğitim vererek bâtınını göreve hazır hale getirir ve artık işin başarı kısmını o şahsa havale eder. Allah da kuluna dava gibi ulvi bir vazife verdiği için onu iki şekilde eğitime alır. Dolayısıyla hiçbir kul zahirinin kusursuzluğuna bakarak aldanmamalıdır. Çünkü sureti güzel yaratmak Allah’ın, kalbi güzel hâle getirmek ise kulun elindedir. Allah kendisine düşen vazifeyi en güzel şekilde ifa etmiş ve tabiri caizse artık sırayı kullarına devretmiştir. Öyleyse kul yaratılanlara bakacak ve daima Rabbinin sıfat ve güzel isimleriyle O’nu tanımaya (tefekkür) çalışacaktır.

………Öyleyse bize düşen; Rabbimizden kendisinin kusursuz güzelliğini görecek bir göz, hayranlık içinde kalarak “Maşallah- Subhanallah!”
Diyecek bir dil ve bu mükemmelliği zerrelerine kadar hissedecek bir kalp ve tüm bunların neticesinde mutmainliğe ulaşarak İslam’a adanmış bir hayatı istemektir. Rabbim tüm kullarına bu doğrultuda hayat yaşamayı ve yaşatmayı nasip etsin…

………Ve Kehf sûresi (18)’nin 109’uncu ayeti kerimesi takılır aklınıza: 

………“De ki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.” (KEHF/109)

………Bu aciz, seni ancak bu kadar anlatabilir Rabbim! Mülkünün içinde bir “hiç” olan benim, ancak bu kadar gücüm var, seni anlatmaya!

………“Andolsun ki sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.”(A’raf/11)

………Buyuran Rabbim! Âdem’in şahsında melekler, eserin sahibine secde ederken, bir boyutta, insanlara meleklerden üstün olma yolunu
açtın!

………Musavvir isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:

………1 – Rabbimiz bizi hem şekil olarak hem de ruh yapısı olarak en güzel şekilde yaratmıştır. Biyolojik yapımızla ruhî yapımız bir beraberlik ve ahenk arz eder. Çünkü insan tek bir ustanın elinden çıkmıştır. İnsanların maddi özelliklerinin gıdası nasıl ki, yeme, içme, nefes alma, evlenme gibi şeyler ise, ruhî yönlerinin de bir takım gıdalara ihtiyacı vardır. Ruhsal ve psikolojik yapılarımızın en temel gıdası Kur’an’dır, Allah’ın zikridir.

………“Bunlar iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur/mutmain olur.” (Ra’d/28)

………Allah’ın en güzel şekilde yaratıp bize emanet ettiği ruhumuzu, kalbimizi O’nun istemediği şeylerle kirletmemeliyiz. Huzuru, sükûneti,
tatmin olmayı, O’nun yasaklarında aramamalıyız. Allah’ı anmakla, zikretmekle, gündemde tutmakla, Allah’ın kitabını öğrenmekle, yaşamakla, öğretmekle insanlar huzura ve mutluluğa kavuşacaklardır. Yaratılış gayesini unutan ve Rabbinin emirlerine teslim olmayan kişi hiçbir zaman gerçek huzura ve mutluluğa ulaşamaz.

………2 – Yarattıklarına suret ve şekil veren daha sonra da onları canlandıran sadece Allah’tır. Canlı resim ve heykel yapmak Allah katında azaba sebep olan davranışlardandır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

………Her kim bir resim yaparsa Allah o kimseye yaptığı o resme ruh üfleyinceye kadar yani o resmi canlı hale getirinceye kadar azâb edecektir. Gerçekten o resme ruh verebilecek güçte değildir…” (Tirmizi) (Adana siyer araştırma derneği)

………***********************************************************

………EL MUSAVVİR

………El-Musavvir; tasvir eden, şekil ve suret veren demektir. Bütün mahlûklar kendilerine verilen şekilleriyle, tasvir edilen suretleriyle Cenab-ı Hakkın Musavvir ismini göstermektedir. Yağmur damlasından, kar tanesine, papatyalardan karanfillere, parmak izinden göz bebeğine, karıncalardan semanın yıldızlarına ve zerrelerden galaksilere kadar her mevcut kendine mahsus suretiyle ve şekliyle Allah’ın Musavvir ismine aynadır.

………Şimdi bir insanı ele alarak Musavvir isminin tecellisini görmeye çalışalım; Her parçasıyla harikulade bir planlamanın neticesi olan kafayı bir kenara bıraksak bile bu hazır malzeme üzerine geçebilecek bir yüz için sayısız, milyonlarca ihtimaller vardır. Bu sayısız ihtimaller içince, bütün akılları aciz bırakacak bir şekilde en uygununu, en güzelini seçmek tam anlamıyla imkânsızdır.

………İnsanın yüzünde kullanılan malzeme son derece basit ve sadedir. Tek bir deri, bir çift göz ve birazda kıl. Buna rağmen iki aylık bir bebeğin yüzündeki o sadelik ve o basitlik içinde böyle güzel bir yüzün yaratılabileceğini, görmeseydiniz ihtimal verebilir miydiniz?

………Bir insan için bir yüz çizdikten sonra ikincisi için başka bir yüz çizmek, en azından ilki kadar imkânsızdır. Çünkü insanlar seri imalat ile yaratılmazlar. Hepsinde aynı unsurları kullanıp, her birine ayrı bir sima çizmenin zorluğunu meşhur Fransız ressam Hanry Metisse şöyle anlatıyor;

………“Bir ressam için gül resmi çizmek kadar zor bir iş yoktur. Çünkü daha evvel çizilmiş bütün gül resimlerini bir yana bırakıp öylece çizmesi gerekir.”

………Hem insan yüzü basit bir portreden ibaret de değildir. Oraya yerleştirilen her bir azanın sınırsız bir sanat kadar sınırsız bir bilgiye ihtiyaç gösteren fonksiyonları vardır. Bütün bu fonksiyonların bir kenara bıraksak bile, bu yüzdeki tebessüm, endişe, sevinç, korku, kahkaha gibi yüzlerce manayı dile getirmek yüzü yaratmak kadar imkânsız değil midir? Okyanusu bir bardağa doldurmak ne kadar zor ise, insanın ruhunu sima da temsil etmekte o kadar zordur.

………Müminin siması ruhu gibi aydınlık, kâfirin siması ise ruhu gibi karanlıktır. Bir heykeltıraşın basit bir heykele bile o simetriği verebilmesi için bazen yıllarca çalışması gerekiyor. Buna mukabil saniyede 4 insan ve her gün 350.000 insan son derece kolaylıkla yaratılıyor. Her birine farklı bir yüz veriliyor. Bizler birbirine benzeyen ikizleri veya üçüzleri gördüğümüzde hayret ederiz.

………Şimdi soruyoruz; iki yüzü birbirine benzetmek mi daha zor? Yoksa milyarlarca insanın birbirine benzetmemek mi daha zor? Birincisine hayret ederken, ikincisi neden hayret etmiyoruz? Kim birbirinden farklı bu yüzlerin yaratıcısı? En basit maddelerden bir sanat harikası yapıp, sanatında akılları hayrete düşüren sanatkâr kim? Kim o yüzde sayısız manayı ifade eden? Kim her ferde farklı bir yüz veren? Kim o yüzdeki cihazlara mükemmel iş yaptıran? Göze görmeyi, burna koklamayı, dile tatmayı kulağı işitmeyi öğreten kim?

………Bütün bu kimlerin tek bir cevabı var; Musavvir olan Allah. İnsanın yüzünü bir nebzede olsa inceledikten sonra, bütün hayvanların, bitkilerin, çiçeklerin, canlı ve cansız her şeyin tasvirini ve şeklini insana kıyas edelim. Ve Allah’ın Musavvir ismine şöylece pencereler açalım: Fiil failiz, sanat sanatkârsız, kitap kâtipsiz olamayacağı gibi suret ve şekil vermek dahi Musavvir yani bir tasvir edici olmadan olamaz ve mümkün değildir.

………Acaba kâğıttaki basit bir yüz resmi dahi bir ressamı gerektirirse, şu âlemdeki hadsiz hakiki yüzler Musavvir olan Allah’ın varlığını gerektirmez mi? Farklı bir yüz çizebilmek için, çizilmiş bütün yüzleri bilmek gerektiği gibi, farklı bir yüzü yaratmak için de, o ana kadar yaratılan bütün yüzleri bilmek lazım gelmez mi? Bu da Musavvir olan Allah’ın birliğine ve bütün yüzleri yarattığına delalet etmez mi? Her bir yüz Allah’ın Musavvir ismine delalet ettiği gibi, farklı olması cihetiyle de Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarına işaret etmez mi?

………Kâinat kitabı bize Allah’ı Musavvir ismiyle tanıttığı gibi, Kuran dahi şu ayetiyle bizlere Allah’ın Musavvir ismine şöyle haber veriyor;

Sizi rahimlerde dilediği gibi tasvir eden ve şekillendiren O’dur. Ondan başka ilah yoktur. O azizdir ve hâkimdir” (Ali imran 6) (Allah’ın İsimleri Ve Kainattaki Tecellileri)

………Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

………Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

………(Devam edecek)

 


ESMA DERSLERİ – 20 – EL MUSAVVİR (B)

$
0
0

367-el-musavvir-2

……..Euzübillahimineşşeytanirracim,

……..Bismillahirrahmanirrahim

……..Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

……..De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

……..“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

……..Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ……..“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

……..Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

……..***********************************************************

……..EL MUSAVVİR

……..Bugün hep beraber Allah’ın Musavvir ismini anlamaya çalışacağız inşallah.

……..HUvAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavvir..” (Haşr/24)

……..Allah O’dur ki Hâlık’tır yaratandır, Bâri’ dir safha safha yaratandır, Musavvir’dir sonuç itibarıyla tasvir edip suret verendir, onu suretlendirendir. Her varlığa suretini verendir. O zaman her neye bakarsak bakalım bu sureti buna veren Allah’tır dememiz gerekir. Herhangi bir varlığı küçümsersek Allah’ın ona suret vermesini küçümsemiş oluruz. Farkında olmadan bir de bakarız ki Allah’ı beğenmemişiz, Allah’ın Musavvir ismini, tasvir etmesini beğenmemişiz. Böyle bir şeyden şiddetle sakınmak gerekir, kimse kendi kendini yaratmamıştır. Onu yaratan, onun Hâlık’ı da, Bâri’ de, onun Musavvir’i de Allah’tır çünkü. Zahiri olarak bu böyledir, manevi olarak ta bu böyledir yani onun Hâlıkı, Bâri’ i, Hallâk’ı, Bedîi, Musavvir’i Allah’tır.

……..Birde Allah kuluna irade vermiş, manevi itibarla, gönül itibarıyla, nefis itibarıyla bütün bu sıfatlarımı, isimlerimi sana teslim ettim kulum. Senin için lazım olanı sana teslim ettim. Haydi, bu sefer de sen kendi gönlünü güzelleştir.

……..Eğer biri müşrikse onun nefis hali hayvandır. Haydi, hayvanı insana çevir, Hz. İnsana döndür onu. Bu kuvveti bu manevi gücü Allah kuluna vermiştir. Kötü halleri vardır yani zahiri olarak anlarsak çirkinlikleri vardır, onu güzellikle değiştirebilir. Herkesin böyle bir imkânı vardır.

……..Burada Allah müdahale etmez ama yardım eder, ona güzelleşme imkânı tanır ama müdahale etmez. Kul kendi tercihini yapınca Allah’ta ona yardım eder. Allah’ın isimleri onun üzerinde, onunla beraberi onun için tecelli eder. Haydi, kulum yap.

……..Nefis terbiyesi bütünüyle bununla ilgilidir. Suretlendirmek. İstersen nefsini başka bir hayvanın suretine döndürebilirsin. Ne yaparsın mesela eğer biri sürekli insanları eleştiriyor, çekiştiriyor, küçümsüyorsa, onlara düşman gözüyle, insan değilmiş gibi bakıyorsa ne yapmıştır? Hayvan gibi bakmış insanlara havlamıştır. Yılan, sinsi düşman, elinden gelirse ısırıyor..

……..Kim yaptı bunu, kendisi yaptı. Oysaki Allah’ın İlâh isminin tecellisi ile Vedûd isminin tecellisi ile insanları sevebilirdi, onlara merhamet edebilirdi. Onlara ikramda bulunabilir, yardım edebilirdi. Yanlışları kusurları varsa affedebilir, mağfiret edebilirdi. Bu kişinin elinde olan bir şeydir.

……..Eğer Allah’a iman ederse, Allah’a dönerse bunu yapması lazım. Yani kendinde ki yanlışları, çirkinlikleri Allah’ın isimleri ile güzelliği ile değiştirmesi gerekir. Buna kötü ahlakı, güzel ahlakla değiştirmek dersek olur.

……..Eğer Allah’ın Musavvir ismi tecelli etmezse ne böyle bir çabamız olur, gayretimiz olur, ne de bunu anlamış oluruz. Ne deriz mesela güzel olmak isteyenler “ya rabbi beni güzel yap” derse, bunu Allah’tan istemek yanlış. Yarabbi beni cömert yap, ya rabbi beni sabırlı yap..! Olmaz, bu dua dua değildir. Bunun için senin bir çaba sarf etmen gerekiyor. Allah senin sabırlı olman için musibet verir, cömert olman için sana imkân tanır. Cömert deyince malından vermek değildir sadece, sevdiğinden vermek, merhametinden vermek, Allah’ın her bir ismini üzerinde gösterdiğinde Kerîm’liği göstermiş olursun, cömertliği göstermiş olursun. İlminden vermek, aklından vermek, her ne olursa olsun hiç fark etmiyor. Sen böyle bir çaba, gayret sarf edeceksin ki Allah’ta o güzelliğiyle, o ismiyle sana tecelli etsin. Al kulum, sen bir yaptın, al sana 10 da benden. Ondan sonra ne yapabilirsin? On kat daha fazla yapabilirsin. Yani Allah’ın o ismini on kat daha kendi üzerinde gösterebilirsin. Bu böyle katlanarak devam eder. Ne kadar? Kemale erinceye kadar, nefiste onun zıddı kalmayana kadar. Rahmet tecelli ederse gerçekten âlemlere, mahlûkata, bulunduğun yere rahmet olursun.

……..Nefsi bu şekilde terbiye etmek, teskiye etmek, güzel surete büründürmek kendi elimizdedir, kendi tercihimizledir yani. Bunun için ne lazım? Allah peygamberine dört vazife vermiştir. Sizin içinizden sizin dilinizi konuşan bir Resul gönderdik buyurur. Allah her bir resulü gönderirken mutlaka kavminin dili ile gönderir. Başka dil konuşursa olmaz zaten. Nasıl okuyup açıklayacak, ya da onu dinleyenler nasıl anlayacak. Bu kıyamete kadar böyledir. Ama onun bu vasıfları taşıması gerekir. Nedir o dört vasıf?

……..Size bir resul gönderdik ki, size Allah’ın ayetlerini okuyup açıklasın, beyan etsin, size hikmeti öğretsin. Allah’ın muradını öğretsin, yaratılışın gayesini öğretsin, imtihanı öğretsin, kazanmayı öğretsin, hayatın nasıl yaşanması gerektiğini öğretsin, Hz. İnsan olmayı öğretsin, bir de sizin nefislerinizi teskiye etsin diye, temizlesin, kötü haldeki nefsi güzellikle değiştirsin diye. Kötü ahlakınızı güzel ahlakla değiştirsin diye. Olmayan o güzelliği size tattırsın, size versin, onu üzerinizde çoğaltıp kemale erdirsin diye. Bir de size bilmediklerinizi öğretsin diye. (Bakara/151)

……..Eğer biri bu vasıfta ise o Allah’ın resulüdür. Bu vasıfların dördü onda varsa o Allah’ın resulüdür. Onu kıyamete kadar böyledir. Yoksa kendi kendimize ben bu işi yaparım, ben okurum anlarım. Sen eğer okuyup anlamaya çalışırsan kendindeki bilgiyi sadece karıştırmış olursun, o bilgi çoğalmaz, sadece bilgi karışmıştır.

……..Aynı şekilde Musavvir tasvir eden, suretlendiren. Biz de kendi aklımızla beynimizde, gönlümüzde bir tasavvur oluşturuyoruz, oluşturmuşuz. Herkesin bir tasavvuru vardır. Mesela farklı farklı inançlar vardır, her biri benim inancım doğrudur diyor. Farklı farklı partiler vardır, cemaatler vardır, örgütler vardır, ne derseniz deyin. O her bir cemaatın, o dine mensup olanların farklı farklı anlayışları, tasavvurları vardır yani. O yanlış ta olsa onu doğru diye tasavvuruna tasvir etmiş, yani onu suretlendirmiş, şekillendirmiş ki bu doğrudur diyor. Yanlışı doğru olarak kabul etmiş, yanlışa doğru muamelesi yapıyor, batıla Hak muamelesi yapıyor. Bu tasavvuru kim oluşturmuş? Etrafındakiler, o da bunu kabul etmiş yalnız. Etrafındakiler; beraber yaşadığı anası olsun babası olsun, okul olsan, çevresi olsun, arkadaşı olsun, okuduğu kitaplar olsun fark etmez. O da onu doğru olarak kabul etmiş.

……..Ama doğrunun bir tek ölçüsü vardır o da Allah’ın koyduğu ölçüdür. Kâmil insan Hz. İnsan olmanın tek bir ölçüsü vardır o da Allah’ın nebileridir, Resulleridir. Allah kuluna ben senin böyle olmanı istiyorum, yani peygamberlerim gibi olmanı istiyorum diyor. Bunlar gibi anlayışa, tasavvura sahip olmanı istiyorum. Onun için ne buyuruyordu Ayeti kerimede?

……..Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâhu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. (A. İmran/31)

 ……..“De ki Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin, günahlarınızı da mağfiret etsin.”

……..Eğer sen peygamberime tabi olursan, Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsun, Allah’ı kabul ettiğini iddia ediyorsun. Bu durumda peygamberime tabi ol, onun gibi yap. Onun gibi olmaya çalış. Senin geçmişte yaptıklarını silerim, olmamış gibi sana muamele ederim. Günahlarınızı mağfiret etsin. Güzelliğinden güzellik verecek çünkü, güzelliği alıp çirkinliğin içine koymaz. Ne yapar önce? Önce orayı temizler. Temizler ki güzellik olsun. Yani bir güzel yap bir yanlış yap olmaz. Yanlışı siliyor olmamış gibi. O lekeyi bile kulunun üzerinde bırakmaz. Güzelliği üzerinde tecelli etsin diye, o da peygambere benzesin diye. Ne kadar tabi oldu o kadar onun gibi olur, ona yakın olur. Dolayısıyla Allah’a yakın olur. Aslında Allah’ın kendisine nefyettiği ruha yakın olur, kendi kendisine yakın olur.

……..Böyle bir derdi böyle bir çabası gayreti olmazsa ne olur? Kendini kaybeder, insan olmayı kaybeder, beşer olur. Allah ne buyuruyordu ayeti kerimede?

……..Em tahsebü enne ekserehüm yesme’une ev ya’kılun* in hüm illâ kel en’ami belhüm edallü sebiyla. (Furkan/44)

……..Allah’ın ayetlerini duymayanlar için, işitmeyenler için, dinlemeyenler için onlar hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdırlar.

……..Bütün mesele rabbimizin ayetlerini dinlemektir, O ne söylemişse onu doğru olarak, Hak olarak, tek doğru olarak kabul etmektir. Eğer O’nun doğrusunun yanında Hakkın vahy ettiği hakkın yanında başka haklar da, başka doğrular da bizim için varsa onu Allah’a şirk koşmuş oluyoruz, Hakkı batılla karıştırmış oluyoruz. Sanki Allah gibi konuşan, bilen başka biri de varmış gibi. Öyle olmuş olur çünkü.

……..Tasavvurumuzu neyle tasvir etmemiz, suretlendirmemiz lazım? Allah’ın vahyi ile. Allah neye doğru demişse biz de ona doğru diyor, onu alıyoruz. Neye güzel dediyse, neye Hak dediyse onu Hak, onu doğru olarak kabul ediyor tasavvurumuzu bu şekilde suretlendiriyoruz.

……..Hak deyince aklımıza ne gelmelidir? Allah’ın vahyi, Allah’ın peygamberi başka şeyler değil. Başka şeylere Hak dediysek bu durumda hiç farkında olmadan tasavvurumuz başka bir şeyle ne olmuş? Suretlenmiş, surete bürünmüş yani. Bu takdirde güzele çirkin deriz, batıla da Hak, Hakka da batıl deriz ki farkında bile olmayız. Bu durumda herkese düşen aklını Allah’ın vahyi ile tasvir etmektir. Musavvir isminin tecellisi ile tasvir etmektir.  Bunu yaparsa doğru anlarsa bu sefer ne yapar? Kendine döner, nefsini temizler, teskiye eder, Allah’ın güzelliği ile suretlendirir tasvir eder. Allah’ın güzelliği Nûru onun üzerinde tecelli eder.

……..Allah’ın yaratması safha safha idi, nefsi tasvir etmekte, temizlemekte, güzelliğe büründürmekte safha safhadır. Onun için geçen hafta bilgi olsun diye bir kâğıt dağıtmıştık. Özellikle iman ile ilgili, iman kemâle erdikçe nefis te onunla beraber güzellikle suretlenir, Allah’ın razı olduğu kemale eren bir nefis haline gelir ki Allah’ın kulunu yaratmasında ki muradı budur. Saf insan, razı olmuş insan, razı olunmuş insan. Allah’ın zikri ile Allah ile itminana ermiş insan, mutmain olmuş insan. Allah ile sevinip Allah ile üzülen insan. Bir yanlış yaptığında Allah’tan dolayı üzülen insan, Hz. İnsan, büyük insan, kâmil insan.

……..Allah’ın Musavvir ismi ile ilgili ayetleri okuyacağız hep beraber inşallah;

……..HUvAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavviru leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ* yüsebbihu leHU mâ fiysSemâvâti vel’Ard* Ve HUvel’Aziyz’ul Hakiym; (Haşr/24)

 ……..HUvAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavvir..” (Haşr/24)

……..Allah O’dur ki O Hâlık’tır yaratandır, sonra Bâri’ dir parçaları bir araya getirir başka bir yaratışla yaratır. Sonra Musavvir’dir tasvir eder suretlendirir. Sizi Allah suretlendirdi, sureti size Allah verdi, suretinizi de güzel yaptı buyurdu ayeti kerimede.

……..leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ.

……..Bütün güzellik Allah’a aittir.

……..Allah yaratınca, suretlendirince en güzel şekilde yaratır, en güzel sureti verir. İnsan kendi kendini kirletir. İnsan manevi olarak o güzellikten mahrum bırakır, çirkinleşir.

……..yüsebbihu leHU mâ fiysSemâvâti vel’Ard.

……..Gökte ve yerde ne varsa hepsi buna şahittir. Yusebbihu, aynı zamanda şahit demektir. Tesbih eder O’nu hâl dili ile över, görüntüsüyle över, tadıyla kokusuyla, şekliyle över. O’nun güzelliğine el Esmaü’l-Hüsna’nın bütün güzelliğin Allah’a ait olduğuna şahitlik eder, şahitlik yaptırır. Ama bunun için kulun şahit olması lazım. Yani görmek için bakması lazım, Allah’ın güzelliğini görmek için bakması lazım ki şahit olsun.

……..Ve HUvel’Aziyz’ul Hakiym

……..Bütün güç, bütün kuvvet, kudret O’na aittir, bütün şeref, bütün güzellik O’na aittir. O Hakîm’dir her ne yaparsa yapsın bir hikmeti bir muradı vardır. Hiçbir şeyi gereksiz ve boş yaratmamıştır yapmaz. Hiçbir şeyi boşuna tasvir etmemiş, suretlendirmemiştir, hiçbir şeyi boşa söylemez, hiçbir şey gereksiz değildir. Her neyi yaratmışsa Hak ile yarattı buyuruluyor. Hakkın anlaşılması için, Hakkın tanınması için, kendini tanıtmak için. Bütün varlık bir ayet, her biri ayrı bir kitap. Mesele kitabı okuyabilmek, ayeti okuyabilmek. Neyi anlatıyor? Allah’ı anlatıyor, insanı anlatıyor, imtihanı anlatıyor.

……..Halekas Semavati vel Arda Bil Hakk (Nahl/3)

……..Allah gökleri ve yerleri Hak ile yaratmıştır. Yani Hakkın tecelli etmesi için, Hakkın anlaşılması için. Hak kimdir? Hak; Allah’tır. Bir gerçeğin anlaşılması için, bir hakikatin ortaya çıkması için yaratmıştır.

……..Bununla beraber Hak nasıl tecelli eder insanın üzerinde? İnsan kendi tercihini yapar ya Hz. İnsan olur ya da beşer olarak iman etmez, rabbini dinlemez, Hakk’ı anlamaz, Hak onun üzerinde tecelli etmez, hayvan gibi, hatta hayvandan daha aşağı olur. Hak tecelli etti. Onun için Cennet te Hak’tır, cehennem de Hak’tır. Buradaki Hakk’ın tecellisinin sonucudur bu. Ne buyuruyor ResulAllah efendimiz (A.S.?

……..“Cennette nimet yoktur herkes nimetini yanında götürür, Cehennemde ateş yoktur, herkes ateşini, azabını beraberinde götürür.” Burada kazanıyorsun yani. Hakk’ı okuyan, Hakk’ı anlayan Hakk’ta olur, Hakk ile olur, Hakk’lı olur. Ama birisi Hakk’ı anlamadıysa o da zalim olur, kendine zulmeder, etrafındakilere zulmeder, varlığa zulmeder. Herhangi bir şeyi anlamadan ona bakarsak ona zulmetmiş oluruz. En çok kime yaparız? İnsan en çok zulmü kendisine yapar, insana yapar.

……..Bir insana bakarken bu Allah’ın yeryüzünde ki Halifesidir, Allah’ın bunun üzerinde bir muradı vardır, Allah bunu özel olarak kendisine abd olsun diye yaratmıştır. Hz. İnsan olsun diye, güzelliği üzerinde görünsün diye yaratmıştır. Allah bununla beraberdir, Allah buna şah damarından daha yakındır. Allah bunu çepeçevre kuşatmış, ihata etmiştir. Ben bu kula muamele edersem rabbim beni görür ve bilir. Onun rabbi benim de rabbimdir deyip bakarsa nasıl muamele eder? Titrer, ters bakamaz, yan bakamaz, hakaret edemez, onu küçümseyemez, ona zulmetmez, ona etten kemikten bir varlık olarak bakarsa ona zulmetmiş haksızlık etmiştir. Çünkü Hakk’ta durmadı, Hakk’ı anlamadı. Hakk’ın güzelliği onda tecelli etmiş, Hakk onunla beraber. Bir insan kendine böyle bakmazsa başkasına da bakamaz. Ne kadar kendine bakarsa o kadar da başkalarına öyle bakabilir.

……..Gökleri ve yeri Hakk ile yarattı

……..ve savvereküm feahsene suvereküm. (Mü’min/64)

……..Suretlendirdi, sizi özel manada suretlendirdi, feahsene suvereküm suretinizi güzel yaptı, Muhsin yaptı, en güzel şekilde yarattı, en güzel şekilde yaptı, tasvir etti.

……..Allah bir kula, insana en güzel güzel şekilde onu yaratmışım dediyse, biri de bir insana bakıp, kibirlenip sanki o insan kendi kendini yaratmış gibi onu beğenmezse sadece zahirini değil, manevi tarafını veya dilini, rengini, ırkını bu fark etmiyor. Suretlendiren, güzel yapan Allah’tır. Böyle biri Hakk ile bakmış mıdır? Bakmamıştır. Hakk’ta durmuş mudur? Durmamıştır. Böyle birine mü’min denir mi? Denmez. Müslüman denir mi? Denmez. İnsan denir mi? Hiç denmez, denemez. Bu insan olamaz. Kendisi insan olmadığı için insana bakarken insan gözü ile bakmıyor. İnsan olmadığı için karşısında kini görmüyor. Mü’min Mü’minin aynasıdır, insan, insan için aynadır. Aslında bakarken kendini görüyor, hiçbir şeye layık olmadığını görüyor Allah’ın ihsanına, ikramına, rahmetine layık olmadığı için görüyor. İnsanda ki o güzelliği görmüyor. Kendisi güzel aynaya bakıyor, kendisi güzel değil ki güzel görsün.

……..Yarın Allah bizi huzuruna aldığında rabbimizi nasıl tanıyamamışız, nasıl O’na abd olmamışız, nasıl anlamak istememişiz hep beraber bunu göreceğiz. Ne buyurdu ayeti kerimede?

……..ve lâkin hakkal kavlü minniy leemleenne cehenneme minel cinneti venNasi ecma’ıyn. (Secde/13)

……..And olsun ki benden cehennemi cinler ve insanlardan olan kâfirlerle dolduracağım diye söz çıkmıştır.

……..Dolduracağım diyor, iş bitmiştir yani. Sakın yanlık yapmayasınız. Ben erhamerrahimim ama Allah’tan sözüne sadık daha kim vardır dedi. Bu konuda söz benden çıkmıştır dedi yalnız. Sözümü yemem. Onun için Allah zalimleri sevmez dedi. Bir insana bu gözle baktığında o karşında kine zulmediyorsun, Allah’ın sevgisini kaybediyorsun.

……..Allah’ın ayetleri üzerinde tefekkür etmez misiniz buyuruyor, düşünmez misiniz, tedebbür etmez misiniz, yani onun içinde ki arkasındaki manaya bakmaz mısınız, tefakkuh etmez misiniz, derinlemesine o ayet ne demek istiyor, Allah’ın muradı nedir bunu anlamaz mısınız buyuruyor. Allah bunları yap diyor yani. Yapmazsan bu felâket olur senin için. Önce anla diyor yani.

……..Allah eğer zalimi sevmiyorsa o zaman bizim tasavvurumuzu düzeltmemiz lazım, tasvir etmemiz lazım, Musavvir isminin bizde tecelli etmesi lazım. Karşımızdakine bakarken Hakk ile bakmamız lazım, doğruyu görmemiz lazım, Hz. İnsanı görmemiz lazım. Dünyaya, mala, eşyaya, mevkie, makama bakarken neyi görmemiz lazım? Hepsi insanın hizmetine verilmiş ki insan onunla ebedi hayatını kazanıp Hz. İnsan olsun diye, Allah’ın güzelliğini kazansın diye. O bir kazanma imkânı, güzel yapma, güzel olma imkânıdır. Yoksa mal toplamaya gelmemişiz.

……..HalekasSemavati vel’Arda BilHakkı ve savvereküm feahsene süvereküm* ve ileyHİlmasıyr. (Teğabün/3)

……..feahsene süvereküm Sizi, suretinizi güzel yaptı, güzel tasvir etti. ve ileyHİlmasıyr. Dönüşünüzde O’nadır, O’na döneceksiniz. Allah Muhsin’dir, ihsan edendir, güzel yapandır, güzelliği ihsan edendir ve ileyHİlmasıyr dönüşünüz O’nadır. Kelime manası bu. İster güzel ol, ister güzelliği kaybet çirkinleş O’na döneceksin, huzuruna varacaksın.

……..Ama ayetin başka bir manası var ki ve ileyHİlmasıyr eğer çaba ve gayretini sarf edersen seni ilk yarattığı o güzelliğe dönersin. O ilk yarattığı güzellikle güzelleşirsin. Kendi kendine, kendi hakikatine erersin. Allah’ın sana nefh ettiği ruh olursun, aşk olursun, muhabbet olursun, saf güzellik, saf Allah’ın Nuru olursun. Ve ileyHİlmasıyr Ama bu senin elindeki bir şeydir, senin tercihinle olacak olan şeydir.

……..Allâhulleziy ce’ale lekümül’Arda karâren vesSemae binaen ve savvereküm feahsene suvereküm ve razekaküm minat tayyibat* zâlikümullâhu Rabbüküm* fetebarekâllahu Rabbül ‘alemiyn. (Mü’min/64)

……..Allâhulleziy ce’ale lekümül’Arda karâren Allah yeri sizin için bir karargâh yaptı, ikamet, yaşama yeri yaptı. vesSemae binaen semayı, gökleri de sizin için bina yaptı, örtü, tavan yaptı. Gök tavandır, zahiri olarak göğün 7 katı vardır, bir de manevi olarak 7 kat gök vardır. Zahirde ki dünyayı kaplayan atmosfer de yedi tabakadır. Dünyayı koruyor, insanı koruyor. Yani uzaydan gelen zararlı ışınlardan, parçalardan, gök taşlarından koruyor, onun için size tavan yapmıştır diyor.

……..ve savvereküm ve Allah sizi tasvir etti, suretlendirdi. Musavvir ismi ile tecelli edip en güzel şekilde, uyumlu şekilde sizi tasvir edip suretlendirdi feahsene suvereküm suretinizi güzel yaptı. Allah eğer güzel dediyse ona nasıl güzel değildir denebilir? Denir mi, hiç yakışır mı böyle bir şey. Ben güzel yaptım dedi, ben seni güzel yapmışım.

……..Her bir ayet her bir kula inmiştir, her bir kul; “Allah bu kitabı bana indirmiştir” demelidir. “Rabbim bunu bana söylüyor” demelidir. Eğer böyle anlayıp böyle iman ettiyse gereğini yapabilir. O kitap O’nun kitabıdır, ona inmiştir.

……..ve razekaküm minat tayyibat sizi güzel ve temiz olan şeylerden rızıklandırdı. zâlikümullâhu Rabbüküm işte rabbiniz Allah budur, bu sizin rabbiniz olan Allah’tır. fetebarekâllahu Rabbül ‘alemiyn. Alemlerin rabbi ne mübarektir.

……..İz kale Rabbüke lil Melaiketi inniy halikun beşeran min tıyn. (Sad/71)

……..Ve iz kale Rabbüke lilmelâiketi hatırlayın dedi o zamanı ki rabbin meleklere buyurdu ki inniy halikun beşeran min tıyn. Ben çamurdan bir beşer yaratacağım.

……..Feizâ sevveytühu ve nefahtü fiyhi min ruhıy feka’u lehu sacidiyn; (Sad/72)

……..Feizâ sevveytühu ne zaman ki onu tesviye ettim, onu suretlendirdim. Beşer insan haline getirip suretlendirdim. ve nefahtü fiyhi min ruhıy bir de ona ruhumdan nefh ettiğimde feka’u lehu sacidiyn derhal hemen ona secde et. Kim bu? İnsan, her bir insan tek tek.

……..Fesecedel Melaiketü küllühüm ecme’un. (Sad/73)

……..Bazı alimlerimiz oradaki melekler secde etti, şöyle oldu, böyle oldu der. Allah ne buyuruyor? Fesecedel Melaiketü küllühüm ecme’un bütün melekler toptan, hiç ayırım yapmaksızın hepsi secde ettiler.

……..Ve lekad hâlâknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdeme, fesecedu illâ ibliys* lem yekün mines sacidiyn. (A’raf/11)

……..Ve lekad hâlâknaküm Sizi biz yarattık sümme savvernaküm sümme sonra sizi suretlendirdik, tasvir ettik. sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdeme sonra meleklere Adem’e secde edin dedik. fesecedu illâ ibliys hepsi secde ettiler iblis hariç, iblis secde etmedi. lem yekün mines sacidiyn. O secde edenlerden olmadı, secde etmekten çekindi, secde etmemek için direndi …ebâ vestekbera… (Bakara/34) buyuruyor. Direndi, kibirlendi.

……..Allah neden böyle tekrar tekrar ayetlerde bize bunu hatırlatıyor?

……..…ve nefahtü fiyhi min RuhİY feka’u lehu sacidiyn. (Hicr/29)

……..ve nefahtü fiyhi min RuhİY buyurdu. Ben ona ruhumdan nefh ettiğimde ona secde et. Yani secde Allah’ın nefh ettiği ruhadır bedene değil. Beden itibarıyla Allah ona beşer dedi. Beşer yaratacağım dedi. Onu suretlendireceğim sonra ruhumdan nefh ettiğimde bütün meleklere “ona secde edin” buyurdu.

……..Allah’ın kuluna nefh ettiği ruh bütün peygamberlere peygamberlik verilirken o, onda tecelli etmiştir o Allah’ın nurudur. Allah’ın kendisine nefh ettiği ruh olmuştur. İtminan mertebesindedir önderdir. Ruhuyla Allah’a olan imanıyla aşkıyla, muhabbetiyle hareket eder ve canını ortaya koyar. Bütün insanlığa bir anda meydan okuyor.

……..Secde demek boyun bükmek demektir, başı yere koymak demektir. Secde ettiği varlığın Allah’ın nurundan olduğunu kabul etmektir. İşte müşrikler secde etmedikleri için iman etmediler, onun büyüklüğünü kabul etmedikleri için, onu Allah’ın nurundan olarak kabul etmedikleri için. Ama görülüyor, ortada. Ne dedi müşrikler; Eğer Allah peygamber gönderecek ise bir melek gönderseydi, ya da onunla beraber bir melek gönderseydi. Meleklerin secde ettiği varlığı görmüyor, meleği göndersin diyor. Kıyamete kadar bu böyledir.

……..Secde etmek demek büyüklüğünü kabul etmek demektir, Allah’a yakınlığını kabul etmek demektir. Allah’ın güzelliğinin onun ruhunun üzerinde tecelli ettiğini kabul etmek demektir. Eğer biri bakmazsa bunu göremez,

……..Bakar, görür ve anlar secde yani kabul etmezse ne olur, boyun bükmezse ne olur? O güzellik karşısında başını eğmezse ne olur?

……..Secde demek aşkını Allah’a itiraf etmek demektir.

……..Meleklerin secdesi demek Allah’ın ona nefh ettiği o ruhun güzelliğini görüp o güzelliği istemek, sevmek demektir. Secde aşktır çünkü. Aşığın maşukuna yakınlığıdır, aşkını ilanıdır.

……..Bu durumda ResulAllah efendimizi sevenler neyi sevdi aslında? Onun üzerinde ki Allah’ın güzelliğini sevdi, hakkı sevdi, hakikati sevdi. Onun Rahmeten lil alemin oluşunu sevdi. Bunların hepsi Allah’a ait yalnız, Allah’ın güzelliği tecelli etmiş. O zaman sevmeyen neyi sevmiyor? Allah’ı sevmiyor. Peygamberi sevmeyen Allah’ı sevmiyor, mü’mini sevmeyen Allah’ı sevmiyor, veliyi sevmeyen Allah’ı sevmiyor. İstediği kadar bahane üretsin.

……..İki türlü bahane varmış; İblis;…ebâ vestekbera… (Bakara/34) direndi, güzelliği gördü ama direndi. Secde etmesi gerektiğini anladı ama direndi. Neden direniyor? Kibirleniyor da ondan. Bu güzelliğe ben daha layığım, ben böyle olmalıydım.

……..Sen de öyle olabilirsin, Allah bunu senden esirgemiyor ki, sen de onun gibi güzel olasın diye onu göndermiş zaten. O sana o güzelliği öğretmek için, yaşatmak için, tattırmak için gönderilmiş. Senin onu Allah’tan bir nimet olarak görmen gerekirdi, O’na teşekkür etmen gerekirdi kıskanman değil, haset etmen değil.

……..Mutlaka o safhaya gelinceye kadar Allah onu bir çok sınavdan geçirmiş, tabi tutmuş. O güzelliği kazanabilmek için senin de o sınavlardan geçmen gerekir. Allah sana ve her kuluna bu imkânı verir, Firavuna da vermiştir. Hz. Musa’yı neden gönderiyor ona Harun’la beraber? Gidin davet edin, anlatın. Allah kulunu atmıyor firavun gibi olsa bile, ona da vahyi ulaştırır, daveti yaptırır. Onun için hiç kimse ben anlamadım, görmedim, bilmedim diyemez. Allah bir şekilde mutlaka kuluna vahyini, davetini ulaştırır, birilerinin üzerinden bunu yaptırır.

……..Davet neyedir, kimedir? Allah’a ve resulüne, Kur’an a ve sünnete. Ölçü budur. Onun için hiç kimse kendini davet edemez Allah’a davet yapılır, Resulüne davet yapılır. Aslında insanı kendi kendisine davet ediyoruz, Allah’ın sana nefh ettiği ruh oluyorsun, Allah’ın güzelliğini üzerinde göstermiyorsun.

……..Kimse dışarıdan kimseye bir şey veremez. Eğer verebilseydi peygamberler verirdi, böyle bir şey yok. Hiç kendimizi kandırmıyoruz, kimse de kimseyi kandırmasın. Bütün güzellik onda mevcut, bakınca gözün kamaşıyor. Ama örtülmüş, o kendinde ki güzelliği görmüyor. Başka şeylerle bilmeden anlamadan örtmüş ve örtülmüş.

……..Peygambere düşen nedir? O güzelliğin üzerinde ki örtüyü çekip almak, onu kaldırmak. Tozlanmışsa onu silkelemek. Kıyamete kadar mürşid-i Kâmil’in yapığı budur. Peygamber varislerinin yaptığı şey budur dışardan değil, üstündekini kaldırması gerekiyor. Bunun içinde tabi olanın ona müsaade etmesi lazım, onu dinlemesi lazım, gönlünü açması lazım, bir şeyi yaptırırken onun da onu kabul edip yapması lazım. Güzellik onda mevcut. Ondaki güzelliği büyütüp kemale erdirmesi gerekiyor. Her şey onda, herkes bu güzelliği üzerinde taşıyor, Allah her bir kuluna ruhundan nefh etmiş ki onda mevcut.

……..Kibirlenmek yerine, kıyas yapmak yerine Allah’ın sana ikram ettiğini alıp o güzelliği üzerinde açığa çıkarmaktır. O’nun güzelliklerinin tecelligâhı olmaktır, hayatı o güzellikle yaşamaktır. Sanki cehalettenmiş gibi görünür, buna cehalet denmez, Allah kullarını cahil bırakmaz çünkü. Vahyini indirmiş ve öğretiyor, her bir kula öğretir.

……..Elbette ki bir çabayı bir gayreti gerektirir bu, sahabe nasıl çaba ve gayret sarf ettiyse kıyamete kadar bu böyledir ve Allah hiç kimse için âdetini değiştirmez. Peygamberleri nasıl kazanmışsa kine buyuruyordu ayeti kerimede?

……..Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye’tiküm meselülleziyne halev min kabliküm* messethümül be’sâu veddarrâu ve zülzilû hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah* elâ inne nasrAllâhi kariyb. (Bakara/214)

 ……..Biz peygamber ve onunla beraber olanları öyle bir sıkıntıya koyduk ki Allah’ın yardımı nerede kaldı diyecek kadar. Siz bu hali yaşamadan cennete gireceğinizi mi sandınız.

……..Yani onların yaşadığını sen de yaşayacaksın ki senin gönlün cennetlik olsun, sen cennete layık olasın. Sen de o anda o tavrı koyacaksın ki, güzel yapacaksın ki, rabbine güveneceksin ki, tevekkül edeceksin ki senin de gönlün cennet olsun, rabbinle beraber olasın, cenneti hak edesin, layık olasın.

……..Onun için cennet ucuz değildir. Çünkü ebedi bir hayat, cenneti tasvir eden, suretlendiren de Allah’tır. Ama bu cenneti neye göre suretlendiriyor? İnsana göre. Allah her bir kula cenneti yaratmıştır. Her bir kul için özel cennet yaratmıştır. Yani genel olarak cennete gitmek ayrı şey, ki cennet 8 kattır bir de dereceleri cardır. Her bir derecenin arası yer ve gök kadardır buyuruyor.

……..Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir.” Tirmizi/4-2533)

……..Cennet nasıl tecelli eder, tasvir olunur? Cennet Allah’ın kuluna olan muhabbetinin tecellisidir. Bu kelimeyi unutmayalım; “Cennet Allah’ın kuluna olan muhabbetinin tecellisidir.” Allah kulunu seviyor o sevgisinden dolayı kulunun da sevdiği gibi bir cennet yaratıyor. Öyle bir cennet ki kul burada olmayan yok diyecek. Zaten aklının almadığı, hayal edemediği, düşünemediği, duymadığı, görmediği nimetleri yaratmış orada. Ama onun için özel, kula cenneti özel yaratmış.

……..Bu tasviri Musavvir ismi ile tecelli edip cenneti yaratırken onun gönlünde ki tasviri ile tecelli ediyor. Yani kul her neyi istiyorsa onun isteğine göre Allah yaratıyor. Onun için ne buyuruyordu ayeti kerimede?

……..Ve izâ raeyte semme raeyte ne’ıymen ve mülken kebiyra; (İnsan/20)

……..Orada her istediğiniz vardır, ne yana dönersen dön yığınla nimet bitmez tükenmez bir saltanat dedi.

……..Saltanat hüküm demek, saltanat padişahın sürdüğü hüküm demektir. Oranın padişahı, sultanı sensin dedi ve sen her ne istersen vardır dedi. Neye göre? O kula göre.

……..Mesela ResulAllah efendimiz AS. Dan örnek vereyim; Bedevilerden biri; a’rab başka a’erab başkadır a’erab bedevi demek yani Arapların çölde yaşayanları demektir. Öyle bilgileri de fazla yoktur. Tabir caizse şehir görmemiş öyle kaba saba. Elbette ki arzu ve istekleri farklı olacak. Bedevilerden biri dedi ki Ya ResulAllah ben develeri çok seviyorum cennette deve var mıdır?

……..Bu soruya ResulAllah efendimiz hemen cevap vermedi, durdu. Öyle ya Cennette deve var mıdır yok mudur? Neden sonra cevap verdi. Evet vardır, çünkü Allah orada kulunun her istediği vardır buyurdu. Sen deve istiyorsan senin için orada deve yaratır, ona özel yaratıyor yalnız. Başka biri deve görse korkacak, dolayısıyla ona özel.

……..Cennette ki köşkleri anlatırken ResulAllah efendimiz buyurdu ki havada asılıdır. Yani havada duruyor köşk. Sahabenin biri soruyor. Ya ResulAllah nasıl gireceğiz oraya? Yani merdiven falan mı koyacağız. Buyurdu ki hayır, uçarak gideceksiniz. Mesela böyle at var mı diye soran vardı, evet dedi. Şimdi olsa farklı şeyler söyleyecek. Onun için özel cennet olacak ya, onun ne istediği Allah katında önemlidir, kuluna olan sevgisinin tecellisidir dedi. Kulunun gönlünde ki tasvire göre, orada tecelli edip yaratıyor. Cennette nimet yoktur, herkes nimetini beraberinde götürür demek aynı anlamda bu demektir.

……..Elbette ki bir zikrin de karşılığı vardır bunun. ResulAllah efendimiz buyurdu; Kim “SubhanAllâhi ve BiHamdihi” derse Allah cennette ona bir ağaç yaratır. Bu zikir onun için cennette bir ağaç olur. 100 sefer söylerse onun gideceği cennette 100 tane ağaç yaratmış olur. Biri Allah’ı tesbih etmek biri Allah’a hamd etmek. Bunu kelime olarak söylemek yetmez, Allah’a hamd etmek gerekir, hamd eden zaten rabbini tesbih etmiştir. Tesbih eden de rabbine hamd eder.

……..Allah hepimizi, kendi kendimizi, nefsimizi, rabbimiz nasıl seviyorsa öyle suretlendirmemizi nasip etsin inşallah. O bizi nasıl seviyorsa, nasıl razı olacaksa bizi, gönlümüzü, maneviyatımızı suretlendirsin inşallah. (Amin)

……..Ebedi hayatta da nasıl bizden razı olacaksa, nasıl bir hayata razı olacaksa cenneti de öyle tasvir etsin inşallah (Amin) Allah hepinizden tazı olsun. (P. Muhammed Hüseyin)

……..**************************************************************

……..EL MUSAVVİR

……..El-Musavvir; tasvir eden, şekil ve suret veren demektir. Bütün mahlûklar kendilerine verilen şekilleriyle, tasvir edilen suretleriyle Cenab-ı Hakkın Musavvir ismini göstermektedir. Yağmur damlasından, kar tanesine, papatyalardan karanfillere, parmak izinden göz bebeğine, karıncalardan semanın yıldızlarına ve zerrelerden galaksilere kadar her mevcut kendine mahsus suretiyle ve şekliyle Allah’ın Musavvir ismine aynadır.

……..Şimdi bir insanı ele alarak Musavvir isminin tecellisini görmeye çalışalım; Her parçasıyla harikulade bir planlamanın neticesi olan kafayı bir kenara bıraksak bile bu hazır malzeme üzerine geçebilecek bir yüz için sayısız, milyonlarca ihtimaller vardır. Bu sayısız ihtimaller içince, bütün akılları aciz bırakacak bir şekilde en uygununu, en güzelini seçmek tam anlamıyla imkânsızdır.

……..İnsanın yüzünde kullanılan malzeme son derece basit ve sadedir. Tek bir deri, bir çift göz ve birazda kıl. Buna rağmen iki aylık bir bebeğin yüzündeki o sadelik ve o basitlik içinde böyle güzel bir yüzün yaratılabileceğini, görmeseydiniz ihtimal verebilir miydiniz? Bir insan için bir yüz çizdikten sonra ikincisi için başka bir yüz çizmek, en azından ilki kadar imkânsızdır. Çünkü insanlar seri imalat ile yaratılmazlar. Hepsinde aynı unsurları kullanıp, her birine ayrı bir sima çizmenin zorluğunu meşhur Fransız ressam Henri Matisse şöyle anlatıyor;

……..“Bir ressam için gül resmi çizmek kadar zor bir iş yoktur. Çünkü daha evvel çizilmiş bütün gül resimlerini bir yana bırakıp öylece çizmesi gerekir. Hem insan yüzü basit bir portreden ibaret de değildir. Oraya yerleştirilen her bir azanın sınırsız bir sanat kadar sınırsız bir bilgiye ihtiyaç gösteren fonksiyonları vardır.

……..Bütün bu fonksiyonların bir kenara bıraksak bile, bu yüzdeki tebessüm, endişe, sevinç, korku, kahkaha gibi yüzlerce manayı dile getirmek yüzü yaratmak kadar imkânsız değil midir? Okyanusu bir bardağa doldurmak ne kadar zor ise, insanın ruhunu sima da temsil etmekte o kadar zordur. Müminin siması ruhu gibi aydınlık, kâfirin siması ise ruhu gibi karanlıktır. Bir heykeltıraşın basit bir heykele bile o simetriği verebilmesi için bazen yıllarca çalışması gerekiyor. Buna mukabil saniyede 4 insan ve her gün 350.000 insan son derece kolaylıkla yaratılıyor. Her birine farklı bir yüz veriliyor.

……..Bizler birbirine benzeyen ikizleri veya üçüzleri gördüğümüzde hayret ederiz. Şimdi soruyoruz; iki yüzü birbirine benzetmek mi daha zor? Yoksa milyarlarca insanın birbirine benzetmemek mi daha zor? Birincisine hayret ederken, ikincisi neden hayret etmiyoruz? Kim birbirinden farklı bu yüzlerin yaratıcısı? En basit maddelerden bir sanat harikası yapıp, sanatında akılları hayrete düşüren sanatkâr kim? Kim o yüzde sayısız manayı ifade eden? Kim her ferde farklı bir yüz veren? Kim o yüzdeki cihazlara mükemmel iş yaptıran? Göze görmeyi, buruna koklamayı, dile tatmayı kulağı işitmeyi öğreten kim?

……..Bütün bu kimlerin tek bir cevabı var; Musavvir olan Allah İnsanın yüzünü bir nebzede olsa inceledikten sonra, bütün hayvanların, bitkilerin, çiçeklerin, canlı ve cansız her şeyin tasvirini ve şeklini insana kıyas edelim. Ve Allah’ın Musavvir ismine şöylece pencereler açalım: Fiil failsiz, sanat sanatkârsız, kitap katipsiz olamayacağı gibi suret ve şekil vermek dahi Musavvir yani bir tasvir edici olmadan olamaz ve mümkün değildir.

……..Acaba kâğıttaki basit bir yüz resmi dahi bir ressamı gerektirirse, şu âlemdeki hadsiz hakiki yüzler Musavvir olan Allah’ın varlığını gerektirmez mi? Farklı bir yüz çizebilmek için, çizilmiş bütün yüzleri bilmek gerektiği gibi, farklı bir yüzü yaratmak için de, o ana kadar yaratılan bütün yüzleri bilmek lazım gelmez mi? Bu da Musavvir olan Allah’ın birliğine ve bütün yüzleri yarattığına delalet etmez mi? Her bir yüz Allâh’ın Musavvir ismine delalet ettiği gibi, farklı olması cihetiyle de Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarına işaret etmez mi? Kâinat kitabı bize Allah’ı Musavvir ismiyle tanıttığı gibi, Kuran dahi şu ayetiyle bizlere Allah’ın Musavvir ismine şöyle haber veriyor;

……..Sizi rahimlerde dilediği gibi tasvir eden ve şekillendiren O’dur. Ondan başka ilah yoktur. O azizdir ve hakÎm’dir” (Al-i imran/ 6)

……..http://www.herseyonuanlatiyor.com/el-musavvir

……..********************************************************************

……..El MUSAVVİR

……..Musavvir sıfatı hikmetin özü
……..Heveste hayâlde düşte arama
……..Özünde hikmeti arayan kuzu
……..Mânâ ummanını leşte arama

……..Bitkiden hayvana her şeyi yerde
……..Yaratan yaratmış binlerce türde
……..Şaşkın us olmasın gerçeğe perde
……..Bülbül nağmesini kazda arama

……..Yaratan mahlûğa imzayı atar
……..Samimi insana bu belge yeter
……..Kötü niyetliler heybeden öter
……..Doğruluğu puştta keşte arama

……..Yaratıcı ‘Ol’ der o an yaratır
……..Bin bir çeşit ayrı varlık türetir
……..O’na karşı ahmak olan diretir
……..Cennet’in yolunu başta arama

……..Musavvir sanatın şâhı anası
……..Her işte güzeli sever mânası
……..Muhsin’i eziyor nefsin enesi
……..Dünyanın tadını aşta arama

……..Muhsin Özalp

……..Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

……..Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

……..Devam edecek

 

 

 

 


38 – TAFSİR LESSONS AL-MAIDA (014-034) (38)

$
0
0

231

“Euzu Billahi minesheytanir racim”

BismillahirRahmanirRahiym

Dear Qur’an friends, in our previous lesson, we studied the first page of Maida Chapter. In those verses our attention was pulled to the subtext of Allah-human interactions. We were reminded with examples of betraying Allah’s contract and sons of Israel who became Jewminded because of their treason against Allah were shown us as this example. In todays lesson this subtext still exist like a pattern and we will encounter several hints about this eternal contract between Allah and mankind.

In addition to our previous lessons example about sons of Israel who became Jewminded, we will see some other examples about Christians who were complaining about Jesus but their complatins haven’t reflecting aby kind of truth.

14-) Ve minelleziyne kalu inna nesara ehazna miysakahum fe nesu hazzan mimma zukkiru Bih* feagreyna beynehumul ‘adavete vel bagdae ila yevmil kiyameti, ve sevfe yunebbiuhumullahu Bi ma kanu yasne’un;

And We had taken a covenant from those who say, “We are Christians!” They also forgot to take a share from what they were reminded of… So We caused among them animosity and hatred until the period of Doomsday… Allah will show them what they produce and do. (A.Hulusi)

From those, too, who call themselves Christians, We did take a covenant, but they forgot a good part of the message that was sent them: so We stirred up enmity and hatred between the one and the other, to the Day of Judgment. And soon will Allah show them what it is they have done. (A.Yusuf Ali)

 Ve minelleziyne kalu inna nesara ehazna miysakahum And We had taken a covenant from those who say, “We are Christians!” As in we had taken a covenant from sons of Israel who became Jewminded, we had seen to that. And here we learn that our Rabb had taken a covenant from those who say, “We are Christians.”

Even I translated this part as “We are Christians.”, in fact I should say, “We are Nasara.” Because there’s a difference between Christian and Nasara (people of Nazareth).

Nasara is the name Qur’an chooses. It means helpers. Like in the verse we studied before. “kale men ensariy ilAllah” “Who helps me in this way of Allah?” asked Jesur to his apostles. “kalel Havariyyune nahnu ensarullah.” (Alu Imran/52) Apostles answered “We will help you on this way to Allah.”

So Qur’an chooses the name nasara to create a reference to that situation. Saying, “Those who say, “We are Nasara”, but lost their function as such. Those who lost the function of helping, function of being a helper to Jesus.”

Why did they lose? Because they corrupt the message Jesus brought let alone try to help spreading it. So they were just claiming it. They had claims of being a helper. But their claims are from the unprovable kind. They were the followers of Jusus. They were saying that they were helpers but in fact they weren’t. The real nasara were the people who helped Jesus to spread the message. They were also mentioned in Qur’ans the chapter of Yasin. The ambassadors sent to Antakya (Antioch). Like the apostles.

So then you may ask where this Christianism name comes from? Christianism is a given name to Jesus in the form of Hristos or Christ, a word finds its way from Aramic to Ancient Greek to Greek and eventually to Latin. In fact those who first gave this name to Jesus weren’t his friends but his enemies. The Christ name was first used by Jesus’ enemies and disbelievers both for the reason of corruption and insult.

Where was its origin? First hearers of this word is the two apostles who went to Antioch for spreading toe word of Bible in the name of their Rasul, apostles named Barnabas and Paul. This is not the same Paul who destroyed the real Christianism. No he wasn’t the Paul of Tarsos. This is the real apostle who had lived in the era of Jesus.

So the apostles Barnabas and Paul were the first people who were addressed with this name by the people of Antioch when they were there to invite them to their beliefs. Heathens, idolists and altogether the enemies of faith used this name to insult the people of Jesus. But curiously Christians chose this name to describe theirselves later. This is the meaning. Choosing a name for yourselves, a name given to you by your enemies to insult you.

So in this sense, Qur’an expression of nasara has more distinctive touch, more accurate. All names can be seperated into two. Definititive for surface and definitive for the essence. Christianism is a name of surface definition. A name which labels the person from outside. But the word nasara is a qualification. A name of feature. That’s why Qur’an chooses name to define that group.

The verse informs us that “We have taken a covenant too from those who say “We are nasara.” A contract which Allah has done with all communities that are sent revelations. Because sending and recieving the verses creates a contract. It’s about addressing that community. When this happens, it means Allah makes a contract with that specific community. This contract is about being sensitive to the words of revelations, being loyal to the cause, following Allah’s rules and treating the prophet of Allah with all the respect. If a community does the opposite of these rules, it is considered treason. This covenant situation is a matter we constantly discuss in our lessons also a topic of utmost interest from the beginning of this chapter.

fe nesu hazzan mimma zukkiru Bih They also forgot the some of the truths that they were reminded with. This sentence was also said for Jews, more specifically sons of Israel who chose the path of becoming Jewminded. They too forgot some of the truths they were familiar with before. feagreyna beynehumul ‘adavete vel bagdae ila yevmil kiyameti, So We caused among them animosity and hatred until the period of Doomsday. This is the punisment of those communities who betrayed the message that are treated with intentionally or unintentionally, the sentence of the communities who cast off the revelations from their lives, betraying the messages that Allah sent to them.

So if we ask what is this hatred and hostility among them, what is the intention of this animosity. It’s their cursed blood feud. According to one aspect, the blood feud with Jews and Christians.

What is this blood feud? Christians see Jews as the killers of their prophets. In a sense they were since slandering their own prophet, Jews were condemning Jesus. But in truth Christianity is nothing different that Jewism. That’s why all Bibles include Tora as well. That’s why ahdi cedid and ahdi atik are gathered under the name of Testaments. Old Testaments is Tora and New Testaments is Bible. So what is this blood feud then? The answer to this question is hidden between the lines of this verse.

It also have this meaning. A blood feud among Christians themselves. There are many sects in Christianism. Ortodox and Heterodox Churches have fought a lot, many conflicts have emerged over the years.

We all know churches like Nasturi, Jacobi, Syryani or Cipti had struggled to survive in early Christianic era, how they were treated out of line and religion by Catholic church. This crusade between them also happened among Orthodox and Prothestant or Prothestants and Catholic Churches. For example, remember the Bartelomeo Massacre in 16th century France, where 30000 people were massacred during the Catholic and Protestant conflict.

Even today we see the signs of this struggle. In Ireland an ongoing battle happening due to Protestand  and Catholic Chruches differences. So the teachings of this intersectal conflicts in Christianism as well as the battle between Jewism and Christianism is an ongoing and relentless teaching. Jesus was saying; “I didn’t bring something new. I only arrived to remind you what you already have. That’s why I’m not part of a new understanding.”

In this sense, it’s obvious that Jesus was sent to sons of Israel as a prophet. So one thing can be said at this point as a result of this punisments wisdom in this verse. It’s this expression of tearing their religion apart. Those who tear their religion apart, shall be condemned to conflict with each other at the end. Because there’s no unity of knowledge here. How can one mention about the unity of thought if there’s no unity in knowledge?

At this point Muslims should thank Allah as much as they can. There’s a unity of source in Islam. Qur’an is one and only. Every person from all over the World, whether he’s black, white, asian, indian, european or american; it’s always the same Qur’an read in every house in this world. How can we deny such a miracle? How can we ignore this great help of Allah fort his community. So after all this unity in knowledge, how then there are so many conflict among Muslims too, you ask; I believe we have no excuse we can give to Allah at this point for our ignorance.

Think about this. Records indicate that there were over 3000 Bibles emerged though the timeline of Christianism. 3000 Bibles. Only 300 had arrived in Council of Nicaea. 300 give or take a few. Onyl 4 Bibles came out as canonic Bibles from there. With approval. Also we have to mention that these Bibles came out despite the protests of many Christian scholars, they came because Emperor Constantine ordered them to. Even with that, there’s no excuse fort his many dissamblence among them, how they have no distinct book, no distinct path, no distinct prophet and for that no distinct excuse they can give to Allah. That’s why we should look back to this verse and see what an examplary situation is presented fort his community. Those before you tore their religion apart so their lives fell apart. Their unity and power are broken down.

So why then this community became like this despite the unity of knowledge exists? Because this community even with a single book have different interpretations. When they broke with the single book, they become broken. Every heart went its own way. Minds shattered, hearts, feelings, thoughts were broken apart. Because those hearts couldn’t be able to take light from Qur’an. Single Qur’an couldn’t be able to penetrate the thick walls of hearts. If Qur’an enters the lives of those who follow it, you can ask this question then.

So why it’s like this despite the Qur’an. But you cannot ask this now. Because Qur’an has no place in their lives. This seperation is all about lack of Qur’an in lives. If you manage to establish Qur’an in peoples lives, even they are a World distance away, one from the east an done from the West, you may see that they have the same comments on a subject. Because they have the same perspective then. Their parameters be the same. So their livestyles and visions reflect their opinions naturally.

This doesn’t mean the lack of different thoughs though. It doesn’t have a meaning of everyone should think the same, they become the same. Because this attitude becomes a destruction of another of Allah’s verse, richness of mankind. In this sense having different opinions reflect the richness of thoughs. But like I said, unity on the fundamentals. And these fundamentals, these roots should come from Qur’an.

feagreyna beynehumul ‘adavete vel bagdae ila yevmil kiyameti, So We caused among them animosity and hatred until the period of Doomsday. We translated that. ve sevfe yunebbiuhumullahu Bi ma kanu yasne’un Allah will show them what they produce and do.

15-) Ya ehlel Kitabi kad caekum Rasuluna yubeyyinu lekum kesiyren mimma kuntum tuhfune minel Kitabi ve ya’fu an kesiyr* kad caekum minAllahi nurun ve Kitabun mubiyn;

 O those to whom the knowledge of the reality has been given… There has come to you Our Rasul who informs you of the many truths you conceal pertaining to the reality and who forgives most of you (for concealing it)… Indeed, there has come to you a Nur from Allah and a Clear Book (the clear knowledge of the sunnatullah). (A.Hulusi)

O people of the Book! There hath come to you our Messenger, revealing to you much that ye used to hide in the Book, and passing over much (that is now unnecessary): There hath come to you from Allah a (new) light and a perspicuous Book,- (A.Yusuf Ali)

Ya ehlel Kitabi O people of the Book! kad caekum Rasuluna yubeyyinu lekum kesiyren mimma kuntum tuhfune minel Kitabi ve ya’fu an kesiyr There has come to you Our Rasul who informs you of the many truths you conceal pertaining to the reality and who forgives most of you for concealing it.

I told you about over 3000 Bibles just now. Remember The Nicaea Council and you understand what it means by hiding many truths sentence. Who knows what were in those Bibles? Why had they burned them? Why had they be destroyed? Som many truths were concealed by burning those Bibles. But even with all those truths may seem lost. It’s possible to recover some of them even today.

The Bible Martin Luther had used by translating it from Helenic language or ancient greek, the Bible he used in 1682; it contains some additional parts we cannot see in modern Bibles. I listened that part of the translation from the scholar who translated that part first hand. I saw that the passage translated has no sections in todays Bibles. This Bible passage is used in 1682. Think about how many truths have been revealed from that day to now. What kinds of truths can we learn from those parts that are lost to us. This is what it means by concealed truths.

kad caekum minAllahi nurun ve Kitabun mubiyn; There hath come to you from Allah a (new) light and a perspicuous Book. What is this. Last revelations named Qur’an and its light, of course.

As we all know it, Qur’ans message is above time and space. It’s above all those ages, all clans and tribes and all religions. That’s why Qur’an gathered all the essence of previous revelations within. All the constant values of humanity and its values are in Qur’an and Qur’an chooses to address all the humanity directly instead of addressing the majority.

Ya eyyuhen nas. It says. O Humanity!. This is the addressing style of Qur’an which sees everyone as a member of humanity. In this sense Qur’an reveals its secrets and messages to those who see themselves as a human being.

16-) Yehdiy Bihillahu menittebe’a ridvaneHU subules selami ve yuhricuhum minaz zulumati ilennuri Bi izniHI ve yehdiyhim ila siratin mustekiym;

Allah guides those who follow His pleasure (the faculty of realization within man’s essence) to the reality, with the qualities of the Names; the reality of Allah. Based on the appropriateness of their Name compositions, He will take them out of darkness to Nur, and guide them to a righteous life. (A.Hulusi)

Wherewith Allah guideth all who seek His good pleasure to ways of peace and safety, and leadeth them out of darkness, by His will, unto the light,- guideth them to a Path that is straight. (A.Yusuf Ali)

Yehdiy Bihillahu menittebe’a ridvaneHU subules selami Topic of previous verse continues with this one. Wherewith Allah guides all who seek His good pleasure to ways of peace and safety. subules selami ways of salvation.

Not one way, not singular. This is the meaning of richness we mentioned a while ago. Many streets may lead to the same road. That’s why telling a way holy and treating other ways as opposite might be a wrong attitude. “My path is the one and only path to salvation, close your roads and follow my path.” This type of attitude cannot lead to a safe path. That’s why it’s not mandatory or even possible for every believers who is enlightened by the light of Islam may follow the exact same path. No obligation for that. That’s why the expression of subul can be found in many verses in Qur’an.

Paths. Paths of Selam which is meaningful. Selam, a simple in literacy but hard to explain deeply. Destination is not a complete translation for it as does the peace and salvation. So we should understand them both. Both peace, happiness, salvation and destination. Both physical and spiritual. Religional and earthly. Both physical and metaphysical. Inner and outer peace. Selam is an expression that can cover them all with a single word. That’s why there’s no translationin english for this word. There might some signs for other languages but in truth no word can express the full meaning of Selam.

Paths to salvations. Path which call you to happiness, peace and success. ve yuhricuhum minaz zulumati ilennuri Bi izniHI and leads them out of darkness, by His will, unto the light.

Yes, revelations are blessings, my dear friends. Allah addresses people by them. Even without this blessing, we are also blessed with mind, will and nature. These are sufficent. But Allah’s mercy is eternal. That’s why Allah chooses to address to us with these verses. This blessing is so powerful that it can deliver everyone into the light.

minaz zulumati ilennur not from darkness. Because darkness cannot be singular. It’s many. There are many darknesses. That’s why we shouldn’t be happy to get out of a single darkness, also we should be sure that we aren’t stepping into another darkness. We have to be sure that we are following the light. You can understand it easily, Seperation from darkness from the light is simple. Darkness has no source but light has.If there’s a source, there’s light and that light for us is the revelations. If one cannot get the light of revelations, he cannot see even with a healthy set of eyes. Revelations is like a light and mind is the meaning of having eyes. One cannot lead you to salvation without the other. Seeing action can only be complete with both eyes and light. ve yehdiyhim ila siratin mustekiym; guides them to a Path that is straight.

17-) Lekad keferalleziyne kalu innAllahe HUvel Mesiyhubnu Meryem* kul femen yemliku minAllahi shey’en in erade en yuhlikel Mesiyhabne Meryeme ve ummehu ve men fiyl Ardi cemiy’a* ve Lillahi mulkus Semavati vel Ardi ve ma beynehuma* yahluku ma yesha’ * vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr;

 Indeed, those who said, “Allah is the Messiah, the son of Mary” has denied the reality! Say, “Who has the power to prevent Allah if He chooses to destroy the Messiah, the son of Mary, his mother, and everyone else on earth?”… Everything in the heavens, the earth and in between is for Allah (for the manifestation and observation of the Names)! He creates what He wills! Allah is Qadir over all things. (A.Hulusi)

They disbelieved indeed those that say that Allah is Christ the son of Mary. Say: “Who then hath the least power against Allah, if His will were to destroy Christ the son of Mary, his mother, and every one that is on the earth? For to Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between. He createth what He pleaseth. For Allah hath power over all things.” (A.Yusuf Ali)

Lekad keferalleziyne kalu innAllahe HUvel Mesiyhubnu Meryem Indeed, those who said, “Allah is the Messiah, the son of Mary” has denied the reality!

Why is that, dear friends. Because there are people who claim that. This is how old Nasarans, old muslims who were followers of Jesus had become Christians. They deitify a human being and became as today. Deitifying a human being is one of humanities oldest weaknesses. If a person cannot find a right address to be a worshipper for, he loses no time to fall for a wrong address to worship. Because worshipping is in humans nature. Seeking support from a higher being is in humanities nature. Worshipping something is coded to humans nature. And just because a person couldn’t be able to find the right path and Allah in first place, it doesn’t mean that he won’t worship for someone or something else. That’s why Allah saves a persons honor by inviting him to worship Allah. Otherwise, humanity has a weak sense of honor. It craves to worship someone else, even to his own kind. There are some people even who are willing to worship something less than them.

Sometimes they overvalue something. Overvaluing his own kind. This person might be prophet to being with. But that doesn’t change anything. If you choose to deitify a human being, that persons identity as a prophet doesn’t mean you are excusable. No excuse can be presented for deitifying a human being. Prophet or the person who is overvalued has no guilt in this scenario. Jesus had never said, “I’m a god, worship me.” But those who give the position of god, haven’t only slandered them, but slandered to the being who has the actual title. That’s why the ideology of trinity, treating Jesus as the son of God is one of the biggest insults to Jeus. Tyrany is the name of relocating something by force. If youy choose to give a man the position of the creator, that not only you take the humanity from that person but by doing that you oppress him, because you force him to become something else.

Other signs are there too. If you want to shut someone out from life, if you want to throw him and his teachings from life, there are two ways.

1-Insulting him. You undervalue him, slander him. This is the way of Jewminded ideology. They humiliated their prophets, stoned them, murdered them.

2-Glorifying him. Christians did that. They deitify their prophet. The common ground for both actions is this. They didn’t carry their prophets into their lives. They shut them off. They didn’t see them as an exampler individual. That’s why in Islam, the prophet of this community by looking two sides actions said this; “La tutruni kema etriyepne Meryem. Don’t make me flying lihe they did to Jesus, son of Mary. Don’t make me a supernatural being. Fein nema ene abdun. I’m just a man. Fe kulu Abdullahi ve resuluhu For me say this. “He is the worshipper and prophet of Allah.”

This great will, this call of prophet is the call of not becmoing Jewminded or Christianminded. You don’t insult me like the Jews did their prophets because I am a prophet and Rasul. Don’t undervalue me to a position of a mere cable. I’m an example for your lives. Because I’m a worshipper and prophet of Allah. But don’t overvalue me either like the Christians did to their prophets. Don’t make me fly, don’t turn me into something that I’m not. Because Abdullah, I’m a worshipper of Allah. This passage is all about balance, staying away from both ends of the deviousness roads.

kul femen yemliku minAllahi shey’en in erade en yuhlikel Mesiyhabne Meryeme ve ummehu ve men fiyl Ardi cemiy’a Say: “Who then has the least power against Allah, if His will were to destroy Christ the son of Mary, his mother, and every one that is on the earth? Sentence is obvious. It’s clear that further translation is unnecessary.

Maybe the only thing we should point out is this. Presenting the addressed group the logical proofs. The message doesn’t say, “I’m Allah, whatever I say, it does.” No, the minds are addressed here by saying this. “Don’t you think this when you overvalues a person to a degree of a deity, if Allah chooses to damage the person you put in that position, who has the power to deny it, cancel it? ve Lillahi mulkus Semavati vel Ardi ve ma beynehuma For to Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between.

This is also a logical proof. What significance is a person against Allah who has the dominion of heavens and earth. So how can you give this title to a mere person when you witness Allah’s existence. yahluku ma yesha’  Allah creates what He pleases. vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr; For Allah has power over all things.

18-) Ve kaletil yehudu vennesara nahnu ebnaullahi ve ehibbauHU, kul felime yuazzibukum Bi zunubikum* bel entum besherun mimmen haleka, yagfiru limen yeshau ve yuazzibu men yesha’* ve Lillahi mulkus Semavati vel Ardi ve ma beynehuma* ve ileyhil mesiyr;

 The Jews and the Christians say, “We are the sons and the beloveds of Allah”… Say, “Then why does He punish you for your mistakes?”… No, you are also humans created by Him… He forgives whom He wills and abandons whom He wills to suffering… The dominion of the heavens, the earth and everything in between is for Allah… To Him is the return! (A.Hulusi)

(Both) the Jews and the Christians say: “We are sons of Allah, and his beloved.” Say: “Why then doth He punish you for your sins? Nay, ye are but men,- of the men He hath created: He forgiveth whom He pleaseth, and He punisheth whom He pleaseth: and to Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between: and unto Him is the final goal (of all)” (A.Yusuf Ali)

Ve kaletil yehudu vennesara nahnu ebnaullahi ve ehibbauHU (Both) the Jews and the Christians say: “We are sons of Allah, and his beloved.

Greed, in one word. This claim which is huge and impactful and dangerously sensitive for Allah can only be made by a community that is blinded by greed. A community blinded by this kind of greed begins to think that they are chosen. But in fact Qur’an draws the line over fort his types of claims.

That’s why throuhgout the history one of the most typical and advanced example of this kind of greed is in fact the sons of Israel who became Jewminded. Their greed reached a level that they took the constant values of Allah and converted Islam into a national concept. They took Moses’ religion something national. They emptied it and filled it with their racial notions. That’s why even today they have been looking being a Jew as equal of being Ben-i Israel, being a born member of Israel clan. They matched race with religion.

More that that, they nationalize the Book. They made Allah’s revelations, Allah’s message into a national book.

They didn’t stay there. They made Moses, the prophet of Allah and other prophets into a national leaders, figureheads. Even they were the ones responsible for many of that prophets deaths. And lastly they turn Jehova as in God their national God. Like Allah only belongs tos ons of Israel. I should quote a line from the Book of Jeremiah here. “Israel is the son of Me and I am the father of Israel.” They went so far to claim that Allah said these. So how can that be, how can they blessed themselves. Easy, you ignore everyone else. If you put yourselves as the measurement of truth, you begin to close yourselves. You create a circle and close yourselves to any alternative and in the end this is what happens. You being to bless yourselves and shut everyone else. You are the chosen and everyone else are goim.This is the Hebrew expression in Tora. It has two meanings, both outsider and blasphemer.

Also an interesting turn. You can give usury to a goim in Tora. You can give an outsider money that you can later take with interest. Youy can act as a loanshark to an outsider. But you cannot do that to a fellow Jew. They seperate their ethics like that. Even in their moral codes they developed two distinct standards. Double standards. That’s what greed does.

All types of nationalism is a for of Jewminded behaviours. Nation, race or any other seperation is wrong literally since the word nation comes from religious roots. It has the meaning of believers of a particular way. Qur’an gives us an example by saying Abraham’s nation. But today we use this word wrongfully. That’s why being a part of a land is used as this word. So in this sense we can also say first wrong nationalist is the satan.

How he did that? “I’m superior.” He said. “ene hayrun minhum.” His superiority claim wasn’t coming from an action oriented situation but a structural, material value. We learnt this from Qur’an as well. “You created me from fire, him from clay. Fire is superior from clay. Hence I’m superior from him.” This is primitive materializm. Taking material as a means to value the superiority. In this sense Satan is the first nationalist.

But a man cannot brag about something that he doesn’t have control over. You cannot brag about being a male. Because the choice wasn’t yours. You don’t feel undervalued because you are a woman. Bragging about being a white or feeling sorry of being a black. One cannot brag about his race or nation whether he’s American, English, Arabic or Turkish. You shouldn’t feel bad about it either. If there’s one thing to be proud of in this World, it’s your responsibility and your awareness of it for Allah. Takwa in one word according to Qur’an.

Qur’an brings universal prudness principles. These principles are the values you may and should gain. Then you can feel really proud. Because you have a saying in this matter. You are the one who won. Then you can brag. If you try to brag about something that you don’t have control over, that’s when the conflicts begin to surface. That’s when you put primitive material values over superior constant values of universe.

kul felime yuazzibukum Bi zunubikum* Say: “Why then doth He punish you for your sins?” Why indeed if you are really the friends of Allah , sons of Allah.” bel entum besherun mimmen haleka, No, you are but men,- of the men Allah hath created yagfiru limen yeshau ve yuazzibu men yesha’* He forgives whom He pleases, and He punishes whom He pleases ve Lillahi mulkus Semavati vel Ardi ve ma beynehuma* and to Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between ve ileyhil mesiyr and unto Him is the final goal of all.”

19-) Ya ehlel Kitabi kad caekum Rasuluna yubeyyinu lekum ala fetretin miner Rusuli en tekulu ma caena min beshiyrin ve la neziyr* fekad caekum beshiyrun veneziyr* vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr;

 O those to whom the knowledge of the reality has been given… There has come to you a Rasul informing you of the truth, in a period of suspension between Rasuls… So that you don’t say, “A bringer of tidings and a warner has not come to us”… Here is the bringer of tidings and warner… Allah is Qadir over all things. (A.Hulusi)

O People of the Book! Now hath come unto you, making (things) clear unto you, Our Messenger, after the break in (the series of) our messengers, lest ye should say: “There came unto us no bringer of glad tidings and no warner (from evil)”: But now hath come unto you a bringer of glad tidings and a warner (from evil). And Allah hath power over all things. (A.Yusuf Ali)

Ya ehlel Kitabi O People of the Book! kad caekum Rasuluna yubeyyinu lekum ala fetretin miner Rusuli en tekulu ma caena min beshiyrin ve la neziyr* fekad caekum beshiyrun veneziyr Now has come unto you, making things clear unto you, Our Messenger, after the break in the series of our messengers, lest you should say: “There came unto us no bringer of glad tidings and no warner from evil”: But now has come unto you a bringer of glad tidings and a warner from evil. There he came to you. By this expression you shouldn’t think that you are not among th addressed group of this verse. This last message is also coming to you.

Another expression is above. After a long while. ala fetretin miner Rusul a long period without prophet. This period mentioned here is the timeline between Jesus and Rasulallah. Although Ibn Arabi says that another Rasul named Halit bin Sinan and Jesus and the time between can also be mentioned here in his book Fusus ul Hikem, but since there are no other source the support this claim for us we should look for the obvious course here. vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr; since Allah has power over all things.

Dear Qur’an friends, by this addressing method of Qur’an we understand that the targeted group for these verses are everyone, true. We also understand that every clan, tribe and unions were blessed with their prophets. For example another verse in Qur’an we see, ve in min ummetin illa hala fiyha neziyr; There is no community to whom a warner has not come. At this point Qur’ans message is pretty clear. All communities have met their own prophets. Ve lekad beasna fiy kulli ummetin Rasulen.. Nahl/36 also support this claim. Indeed, we have disclosed a Rasul within every community. So all people on earth should recieve his or her message at this point. What about the ones who cannot recieve it. Qur’ans answer for it also exists. ve uhiye ileyye hazel Kur’anu liunzirakum Bihi ve men belaga.. En’am/19 This Quran was revealed to me so that I may warn you and whomever it reaches… ve men belaga whomever it reaches. So what about those who cannot get the message. Qur’an puts the responsibility on those who recieve the message.Just like we cannot judge anyone who cannot recieve the message of Qur’an, Allah too doesn’t hold them responsible for the things they cannot get. So who are the ones responsible? Those who recieve the message of Qur’an. Who are the ones get punished? Those who recieve the message of Qur’an and don’t fulfill their duties accordingly. They are the ones. Moving on.

20-) Ve iz kale Musa li kavmihi ya kavmizkuru ni’metAllahi aleykum iz ceale fiykum enbiyae ve ceallekum muluken, ve atakum ma lem yu’ti ehaden minel alemiyn;

Moses once said to his people, “My people, remember the favor of Allah upon you, He disclosed Nabis from within you and appointed you as rulers, He gave to you what He did not give to anyone else in the worlds (the knowledge pertaining to vicegerency upon earth).” (A.Hulusi)

Remember Moses said to his people: “O my people! Call in remembrance the favor of Allah unto you, when He produced prophets among you, made you kings, and gave you what He had not given to any other among the peoples. (A.Yusuf Ali)

Ve iz kale Musa li kavmihi Remember Moses said to his people ya kavmizkuru ni’metAllahi aleykum iz ceale fiykum enbiyae ve ceallekum muluken “O my people! Call in remembrance the favor of Allah unto you, when He produced prophets among you, made you kings.”

Actually the expression ve ceallekum muluken here; giving it the meaning of freedom isn’t just me. For example Razi delivers the same meaning from Suddi as did many translators in various records all the way from the first community. The literal meaning is making them kings but in this case it can be taken as making them rules over themselves, hence the concept of freedom.

ve atakum ma lem yu’ti ehaden minel alemiyn and gave you what He had not given to any other among the peoples. Indeed Allah had given a special position to sons of Israel over the earth. This choice is also been reminded us in Baqarah/47 Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum. O sons of Israel, remember the blessing I bestowed upon you. I gave multiple of My blessings, drowned you with them. ve enniy faddaltukum alel alemiyn; and I chose you among humanity,exalted you. That’s how it was. They survived a massacre, holocaust. Allah delivered them to salvation and appoint them leaders over earth. But that didn’t stop them from betrayal which Qur’an also points out.

21-) Ya kavmidhulul Ardal mukaddesetelletiy ketebAllahu lekum ve la terteddu ala edbarikum fetenkalibu hasiriyn;

 “My people, enter the Holy Land that Allah has assigned to you and do not turn back to the past, lest you turn back as losers.” (A.Hulusi)

“O my people! Enter the holy land which Allah hath assigned unto you, and turn not back ignominiously, for then will ye be overthrown, to your own ruin.” (A.Yusuf Ali)

Ya kavmidhulul Ardal “O my people! mukaddesetelletiy ketebAllahu lekum Enter the holy land which Allah has assigned unto you. This is the land of Palastine ve la terteddu ala edbarikum and do not turn back to the past. We can also use the literal meaning here and say, “Don’t turn your backs to your beliefs.” fetenkalibu hasiriyn; or you turn back as losers.

22-) Kalu ya Musa inne fiyha kavmen cebbariyn* ve inna len nedhuleha hatta yahrucu minha* fein yahrucu minha feinna dahilun;

They said, “O Moses, indeed a despot community lives there… Until they abandon this place we will not enter it… If they leave with their own will, then we will enter it.” (A.Hulusi)

They said: “O Moses! In this land are a people of exceeding strength: Never shall we enter it until they leave it: if (once) they leave, then shall we enter.” (A.Yusuf Ali)

Kalu ya Musa inne fiyha kavmen cebbariyn so what did they do for this call of Moses, this call of Allah. They were about to enter the lands which they had left, the country they had left during the prophet Josephs era. They became slaves in pharaoh era after that. They endured countless tortures, massacres and genocides. But now they are turning into their own lands. A prophet in front of them, they were about to enter the ancient lands of theirs; all those scattered clans of Israel and they wera about to have a real identity. A personality. A community which lost their purpose as slaves under a pharaoh community was about to gain a unique personality.

So what did they do? This was their attitude. Kalu ya Musa inne fiyha kavmen cebbariyn They said: “O Moses! In this land are a people of exceeding strength. ve inna len nedhuleha hatta yahrucu minha Never shall we enter it until they leave it. fein yahrucu minha feinna dahilun; but if (once) they leave, then shall we enter.

23-) Kale raculani minelleziyne yehafune en’amAllahu aleyhimedhulu aleyhimul bab* fe iza dehaltumuhu feinnekum galibune ve alellahi fetevekkelu in kuntum mu’miniyn;

 Two men, upon whom Allah had bestowed His blessings, from the community they feared, said, “Enter upon them through the gate, for when you enter, you will prevail… If you are believers then place your trust in Allah (believe the Name Wakil in your essence will fulfill its function).” (A.Hulusi)

(But) among (their) God-fearing men were two on whom Allah had bestowed His grace: They said: “Assault them at the (proper) Gate: when once ye are in, victory will be yours; But on Allah put your trust if ye have faith.” (A.Yusuf Ali)

Kale raculani minelleziyne yehafune en’amAllahu aleyhimedhulu aleyhimul bab But among their God-fearing men were two on whom Allah had bestowed His grace. Two people from the city who have the fear of Allah in their hearts. They said: “Enter upon them through the gate.”

According to the records and the explanations in Tora, sons of Israel had the intention of entering the city via back fields and by pillaging. If you possess a community with a ethical scar, you finish them without their knowing. You cannot deliver any message there because their safety within is already severed. There’s no trust among them and to others as well.

This is the message wanted us for the notice. You deliver a message, you are the community of a mission. You have a mission. So you are not there to pillage the villages, you cannot go to city from the back. You should enter the city from the front door. This also has this meaning too. fe iza dehaltumuhu feinnekum galibune for when you enter, you will prevail.

Those two people. In Tora their names are given to us as Yeshu (Joshua) and Kalep (Caleb) These were the only decent individuals among the entire group of sons of Israel. Rest, they all backed down.

Their identities, their personalities disappeared because of the slavery under the pharaoh. That’s why Moses couldn’t be able to build up an identity, he couldn’t make them come to their senses. This is the problem of being a nameless, proudless and honorless community under pharaohs rule.

fe iza dehaltumuhu feinnekum galibune “Enter upon them through the gate, for when you enter, you will prevail. ve alellahi fetevekkelu in kuntum mu’miniyn; But on Allah put your trust if ye have faith.” These are the words of those two people to the entire community. So what was their response? What was the attitude fort his call of sense. Fort his beautiful advice of being a honorable person, being a person of identity?

24-) Kalu ya Musa inna len nedhuleha ebeden ma damu fiyha fezheb ente ve Rabbuke fe katila inna hahuna ka’idun;

They said, “O Moses, as long as they are there, we will never enter it… Go, you and your Rabb, and fight! Indeed we are sitting right here.” (A.Hulusi)

They said: “O Moses! while they remain there, never shall we be able to enter, to the end of time. Go thou, and thy Lord, and fight ye two, while we sit here (and watch).” (A.Yusuf Ali)

Kalu ya Musa inna len nedhuleha ebeden ma damu They said: “O Moses! while they remain there, never shall we be able to enter, fiyha fezheb ente ve Rabbuke fe katila Go, you and your Rabb, and fight! Classic sign of becoming a Jewminded person. You go with your Rabb and fight. inna hahuna ka’idun; Indeed we are sitting right here.

This was their answer. I want to remind you the difference between flies and bees. They were signing up to be flies, not the bees. They had no intention of making honey. In order to make honey, you should travel through all sorts of flowers. It need working, running and sweating. But they were like, “You go ahead and do the honey so we may eat it.” They were pillagers. Their intentions were to usurp the honey  others made. That’s why they were carrying a disease inside them. Their germs were spreading from there.

Remember, flies don’t touch just honey. They are attracted by all sorts of filthy things. Because they have no identity and personality. This is the difference between honey bees and flies. And that’s how they were content with being a fly, not a bee. This was their answer.

25-) Kale Rabbi inniy la emliku illa nefsiy ve ehiy fefruk beynena ve beynel kavmil fasikiyn;

 (Moses) said, “My Rabb… Indeed, my word has no bearing on anyone other than myself and my brother, so part us from the people (whose faith is) corrupt.” (A.Hulusi)

He said: “O my Lord! I have power only over myself and my brother: so separate us from this rebellious people!” (A.Yusuf Ali)

Kale Rabbi inniy la emliku illa nefsiy ve ehiy Moses said: “O my Lord! I have power only over myself and my brother. This was a reproof. fefruk beynena ve beynel kavmil fasikiyn so separate us from this rebellious people. And this was the call for help.

26-) Kale feinneha muharremetun aleyhim erbe’iyne seneten, yetiyhune fiyl Ardi fela te’se alel kavmil fasikiyn;

He said, “Indeed, that place has been forbidden to them for forty years, they will wander the earth confused… So do not grieve over those (whose faith is) corrupt.” (A.Hulusi)

Allah said: “Therefore will the land be out of their reach for forty years: In distraction will they wander through the land: But sorrow thou not over these rebellious people. (A.Yusuf Ali)

Kale feinneha muharremetun aleyhim erbe’iyne seneten And now Allah’s response for this reaction.

Dear Qur’an friends, this section represents an interesting example regarding the education of a society, a living proof from the history. But also shows us a law of Allah. Let’s read the rest now. Allah gave this response for their reaction. “Therefore will the land be out of their reach for forty years.” yetiyhune fiyl Ard yes, yetiyhune fiyl Ard. they will wander the earth confused. fela te’se alel kavmil fasikiyn; So do not grieve over those whose faith is corrupt.

Yes my precious friends this is the sociological rule here. As you can see sons of Israel were condemned to wander around the desert for forty years. Almost like the punishment of Allah, recieving Allah’s curse. yetiyhune fiyl Ard they will wander the earth confused like wild horses.

So now the reason. Why? Because through the forty years, that generation, all those corrupted grownups, those lack of identity and personality, those without hope met their demise, they died in that desert. And a new generation emerged. Moses left dads which turned to hopeless causes and began to raise a brand new generaion. From ground, from the core, new bloods whose souls weren’t corrupted, nerves healthy, a generation which still carry their identities and proud enough not to imitate their enemies. Because the old one was a generation that worship their enemies gods.

They were the ones who build the cow gods statue, the god of pharaoh who was also the person made them slaves by collecting their jeweleries when Moses was away from them to meet his Rabb. This was the action of that generation.

They were also the ones who were willing to sacrifice their freedom form ere onions and garlics. They had said, “O Moses, we don’t want to have men and selva all the time, bring us some onions, garlics and such too.” Moses showed the path to Egypt to them and said, ihbitu misran feinne lekum ma seeltum.. Baqarah/61 Then go back to Egypt, back to slavery. Give up your freedoms and become slaves again to get them. Since they are there.

Those fathers, those hopeless generation and naturally Moses gave up hope on them. He began to raise a new generation. In forty years a new generation from the point zero to enter the lands and build their old faith city. A new generation began to work to establish Allah’s message on earth and build a new society under that light. People who were unbound from their shackles, uncorrupted faiths, unsold freedoms and a generation unique, without the hint of imitation like mere monkeys.

27-) Vetlu aleyhim nebeebney Ademe BilHakk* iz karreba kurbanen fetukubbile min ehadihima ve lem yutekabbel minel ahar* kale leaktulenneke, kale innema yetekabbelullahu minel muttekiyn;

Tell them the truth about the two sons of Adam… How they had both offered a sacrifice, where one was accepted and the other wasn’t… (Cain, whose sacrifice was not accepted) said, “I will surely kill you”… (Abel, whose sacrifice was accepted) said, “Allah accepts only from the muttaqeen (those who live in line with their essential reality).” (A.Hulusi)

Recite to them the truth of the story of the two sons of Adam. Behold! they each presented a sacrifice (to Allah): It was accepted from one, but not from the other. Said the latter: “Be sure I will slay thee.” “Surely,” said the former, “Allah doth accept of the sacrifice of those who are righteous. (A.Yusuf Ali)

Vetlu aleyhim nebeebney Ademe BilHakk By this verse Qur’an enters a new passage. But naturally it’s not unrelated to the passage before it. Tell them the truth about the two sons of Adam.

BilHakk With Hakk, to show them the truth. It has two meanings as one showing the truth, two explaining the story. In Tora’s The Book of Genesis, the passages 1 to 16 explains some of the points about this fact.

This Cain and Abel story was argued among many scholars that they weren’t Adam’s sons. Even Hasan Basri and Dahhak, translators from the first generation suggested that the sons of Adam should or can be taken as son of man. So they might not the sons of Adam the Prophet but they were just two individuals from the community of Israel. They took the meaning like that and translated the rest of the passage under this light. But the informations in following verses are clear about their funeral arrangements, more specifically lack there of. These two men had no information about burying a dead person properly but even the early generations of Israel had that information. So there’s no further comments on this topic is necessary. It’s a great chance that these two men, Cain and Abel were indeeed the sons of Adam the First Prophet.

iz karreba kurbanen Behold! they each presented a sacrifice (to Allah). fetukubbile min ehadihima ve lem yutekabbel minel ahar* It was accepted from one, but not from the other. kale leaktulenneke, Said the latter: “Be sure I will slay you.”  kale innema yetekabbelullahu minel muttekiyn; “Surely,” said the former, “Allah doth accept of the sacrifice of those who are righteous.

An interesting and dramatic dialog between two brothers. Abel’s sacrifice was accepted. By further informations we learnt that he had presented his best animal from the hers, most valuable one. But the other one, Cain had chosen the most simple and wortless animal for sacrifice to Allah. There’s a perspective here. Points of view of Cain and Abel’s behaviours, all seperated in their visions of Allah.

Abel sacrificed the most valuable animal to Allah since he was aware that his offerings will return to him multiplying. But Cain didn’t trust Allah, because he didn’t trust himself. He didn’t take anyone seriously, didn’t take his worshippings seriously. So naturally he chose the most wortless offering to Allah. Because he had no intention of anything.

This was the difference, because of this basic difference he began to hold grudge against his brother. He hold grudge against Abel and tried to murder him since Abels’ offering was accepted but his offering wasn’t.

28-) Lein besatte ileyye yedeke li taktuleniy ma ene Bi basitin yediye ileyke li aktulek* inniy ehafullahe Rabbel alemiyn;

“If you raise your hand to kill me, I promise I shall not raise my hand to kill you! For, I fear Allah, the Rabb of the worlds!” (A.Hulusi)

“If thou dost stretch thy hand against me, to slay me, it is not for me to stretch my hand against thee to slay thee: for I do fear Allah, the Cherisher of the worlds. (A.Yusuf Ali)

Lein besatte ileyye yedeke li taktuleniy ma ene Bi basitin yediye ileyke li aktulek* “If you raise your hand to kill me, I promise I shall not raise my hand to kill you!” says Abel.  inniy ehafullahe Rabbel alemiyn; Why? I fear Allah, the Rabb of the worlds.

The moral code he applied when he chose the sacrificial animal is the same moral code he replied to his brother when he said he had the intention of killing him. Based on that same principle he said; “If you raise your hand to kill me, I promise I shall not raise my hand to kill you!” Why? Because I put Allah in the center of my all actions. You are driven by your instincts, I with my faith. This is the difference. Those who follow their instincts act like Cain and those who listen to their faiths act like Abel.

29-) Inniy uriydu en tebue Bi ismiy ve ismike fetekune min ashabinnar* ve zalike cezauz zalimiyn;

“I want you to take on my sin and your own sin so you will be among the companions of the fire… This is the consequence of the wrongdoers!” (A.Hulusi)

“For me, I intend to let thee draw on thyself my sin as well as thine, for thou wilt be among the companions of the fire, and that is the reward of those who do wrong.” (A.Yusuf Ali)

Inniy uriydu en tebue Bi ismiy ve ismike fetekune min ashabinnar “I want you to take on my sin and your own sin so you will be among the companions of the fire.” Abel continued his response with these words.

Mujahid brings a wonderful explanation fort his response. Student of Ibn Abbas, one of the early translator; Muhahid says, “If victim would be alive and willing to make amends or repent for any reason but cannot be able to due to the circumstances of getting killed, all the sins he had committed are going to transfer to the murderer. It’s a nice explanation. The murderer not only suffers the sin of murder but the sins of his victim as well. ve zalike cezauz zalimiyn; This is the consequence of the wrongdoers!”

Here Abel speaks like a person from two worlds. Cain is an individual of one world. Difference between these two on the matter of perspective is astounding. One sees gain where other sees loss. One sees success where the other sees failure. One commits to this World and live fully on his life where other is willing to work for his afterlife. So different perspective. Their mentalities were completely different. Speaking the same language but talking about different worlds.

30-) Fe tavve’at lehu nefsuhu katle ehiyhi fekatelehu feasbeha minel hasiriyn;

Finally, the ambition and jealousy driven by his ego made it easy for him (Cain) to kill his brother (Abel), so he killed him… Thus he became of the losers. (A.Hulusi)

The (selfish) soul of the other led him to the murder of his brother: he murdered him, and became (himself) one of the lost ones. (A.Yusuf Ali)

Fe tavve’at lehu nefsuhu katle ehiyhi Finally, the ambition and jealousy driven by his ego made it easy for Cain to kill his brother Abel fekatelehu so he killed him. feasbeha minel hasiriyn. Thus he became of the losers.

31-) Febe’asellahu guraben yebhasu fiyl Ardi li yuriyehu keyfe yuvariy sev’ete ehiyh* kale ya veyleta e’aceztu en ekune misle hazel gurabi feuvariye sev’ete ehiy* fe asbeha minen nadimiyn;

Then Allah disclosed a crow to him, grubbing the earth, showing him how to bury his brother’s corpse… Cain said to himself, “Woe unto me! I am not even like this crow to know how to bury the corpse of my brother!” And he became of the regretful. (A.Hulusi)

Then Allah sent a raven, who scratched the ground, to show him how to hide the shame of his brother. “Woe is me!” said he; “Was I not even able to be as this raven, and to hide the shame of my brother?” then he became full of regrets-(A.Yusuf Ali)

Febe’asellahu guraben yebhasu fiyl Ardi li yuriyehu keyfe yuvariy sev’ete ehiyh* Then Allah sent a raven, who scratched the ground, to show him how to hide the shame of his brother. kale ya veyleta “Woe is me!” said Cain e’aceztu en ekune misle hazel gurabi feuvariye sev’ete ehiy “Was I not even able to be as this raven, and to hide the shame of my brother?”

That’s when he realised his weakness. His inability and his pitifulness, how he became one of the fallens when he committed that action. That weakness haunted him. fe asbeha minen nadimiyn; then he became full of regrets.

32-) Min ecli zalik* ketebna ala beni israiyle ennehu men katele nefsen Bi gayri nefsin ev fesadin fiyl Ardi fe keennema katelen Nase cemiy’a* ve men ahyaha fekeennema ahyenNase cemiy’a* ve lekad caethum Rusuluna Bil beyyinat* summe inne kesiyren minhum ba’de zalike fiyl Ardi lemusrifun;

This is why we decreed upon the Children of Israel, “Whoever kills a person except (as retribution) for a (murdered) person or for spreading corruption in the land, it is as if he has killed the whole of mankind… And whoever saves a person’s life, it is as if he has saved the whole of mankind…” Indeed, there has come to them our Rasuls as clear proofs; but after this most of them still squander on earth (do not evaluate what We have given them). (A.Hulusi)

On that account: We ordained for the Children of Israel that if any one slew a person – unless it be for murder or for spreading mischief in the land – it would be as if he slew the whole people: and if any one saved a life, it would be as if he saved the life of the whole people. Then although there came to them Our messengers with clear signs, yet, even after that, many of them continued to commit excesses in the land. (A.Yusuf Ali)

Min ecli zalik* ketebna ala beni israiyle This is why we decreed upon the Children of Israel, ennehu men katele nefsen Bi gayri nefsin ev fesadin fiyl Ardi “Whoever kills a person except (as retribution) for a (murdered) person or for spreading corruption in the land fe keennema katelen Nase cemiy’a* it is as if he has killed the whole of mankind. ve men ahyaha fekeennema ahyenNase cemiy’a And whoever saves a person’s life, it is as if he has saved the whole of mankind.

This is the universal moral truth dear friends. How can you describe this universal moral truth better than that? Isn’t this proof for these codes, Qur’ans miracle nature. What more can a person want from Qur’an? Is there any place on earth that cannot benefit from this universal code. These rules are not in possession of east or West, Jew or Christian. These are the rules that should be followed by everyone.

These rules, is it possible to think that only muslims should follow? Is it only possible to save the entire humanity if only the person who save lives is muslim. No, these rules ar efor all humanity. Whoever takes these rules in heart are among the ones who deserve the prize. Also the opposite is valid too. He’s a muslim but he kills someone. Qur’an says he is like a murderer of entire humanity. His claim of being a muslim cannot defend him from the agony of being the one who break the these universal moral code.

So why is Cain and Abel example needed here then? It’s put there to show us that murder is a universal crime and these rules are applied to everyone regardless of their place, race, color or nation.

ve lekad caethum Rusuluna Bil beyyinat* Indeed, there has come to them our Rasuls as clear proofs; summe inne kesiyren minhum ba’de zalike fiyl Ardi lemusrifun; but after this most of them still squander on earth. This part is to describe the Jews. There were prophets sent for them. But they chose to path of mischief and misery anyway.

33-) Innema cezaulleziyne yuharibunAllahe ve RasuleHU ve yes’avne fiyl Ardi fesaden en yukattelu ev yusallebu ev tukattaa eydiyhim ve erculuhum min hilafin ev yunfev minel Ard* zalike lehum hizyun fiyd dunya ve lehum fiyl ahireti azabun aziym; 

 The retribution for those who fight with Allah and His Rasul, and strive to spread corruption on earth, is to be killed, or hung, or have their hands and feet cut crosswise, or to be prisoned. This is a disgrace for them in this world… And there is great suffering for them in the eternal life to come. (A.Hulusi)

The punishment of those who wage war against Allah and His Messenger, and strive with might and main for mischief through the land is: execution, or crucifixion, or the cutting off of hands and feet from opposite sides, or exile from the land: that is their disgrace in this world, and a heavy punishment is theirs in the Hereafter; (A.Yusuf Ali)

Innema cezaulleziyne yuharibunAllahe ve RasuleHU for those who fight with Allah and His Rasul we should say. Open war against Allah and His Rasul, what an awful and creepy expression. Qur’an informs us that opening war against Allah and Rasul is a crime of humanity. Why? Because it leads to preventing humanities happiness. Allah wants humans to be happy. Those who wage war against Allah, wage war against humanity as well. To peoples happiness. Prophets are people who lay their lives to establish happiness in humans lives. That’s why if one opens war against prophets deliberately opens war against humanity and that is a crime of humanity. So if we someone wages war against Allah and His Rasul we should treat him as an enemy of mankind.

Verse continues,Those who open war against Allah and Rasul ve yes’avne fiyl Ardi fesaden and those who try to create mischief on earth. This expression comes right after the previous crime. If one opens war against Allah and Rasul brings destruction and dissolution in humanity. That’s why we call it mischief and chaos. Because they fight against Allah and Rasul that means they fight agains goodness, the beautiful, against all ethical rules.

So with whom, who they choose as ally? They fight side by side with satan. Not even that. Because Satan never opened war against Allah. That means if someone takes on Allah and Rasul as rivals that makes him an individual worse that Satan. Because he fights with crime not against it, he fights with tyrany, not against it. He defends murder, stands next to killers, takes indeceny as his morals, fights to create corruption, fights to create social dissolution. He becomes the very thing that corrupt the entire society. This is what it means to wage war against Allah and Rasul, this is the definition of creating mischief on earth.

en yukattelu is to be killed ev yusallebu or hung, ev tukattaa eydiyhim ve erculuhum min hilafin or have their hands and feet cut crosswise. This part can be translated like this. Have their hands and feet cut because of their cross actions, because of their warped behaviours. min hilafin means becoming opposition which causes another problem. We will get on that later. Now we finish the verse first. ev yunfev minel Ard or to be prisoned or exiled.

Back to the beginning again. Innema ceza this is only the response. zalike lehum hizyun fiyd dunya This is a disgrace for them in this world. ve lehum fiyl ahireti azabun aziym And there is great suffering for them in the eternal life to come.

Dear friends, I chose the version of translation that Muhammad Esed used here. Taking the verse not like the form of a verdict or a building rule or a coomans but as a news, a measurement indicator. I find this approach much accurate. At this point I should give my proofs as well as Esed’s proofs to support our claims. The verbs in the verse, hanging, cutting or getting exciled comes in to form of simple and passive tense. This doesn’t create any future tense or command actions.

Secondly the form yukattelu doesn’t only have the meaning of murdering. It can be translated as, “Most of them executed.” Not all of them. So how can a distinguishing be made? How can we let some live and execute the most?

Thirdly, if we say exiled from earth since the classic translation gives us this form, how can this order be met. Exiled from earth. Abu Caniph takes this part as carceration, putting someone prison also means exiling someone from earth since he has no contacts in society after that point.

Another thing is, this shows us a massive punishment from the beginning of an action that leads to the worst possible reaction. The actions of pharaoh is informed to us, believers as threat. Araf/124, Taha/71, Shuara/49. Verses. So how can Allah commands such an action that is named as the punisment of pharaoh. The answer is, this is not an order but an information. This has the meaning of, “Those wo commit these deeds shall be hung, killed or met worse consequences in the end.”

34-) Illelleziyne tabu min kabli en takdiru aleyhim* fa’lemu ennAllahe Gafurun Rahiym; 

Except for those who repent before you seize them… Know well that Allah is the Ghafur, the Rahim. (A.Hulusi)

Except for those who repent before they fall into your power: in that case, know that Allah is Oft-forgiving, Most Merciful. (A.Yusuf Ali)

Illelleziyne tabu min kabli en takdiru aleyhim* Except for those who repent before they fall into your power. fa’lemu ennAllahe Gafurun Rahiym know that Allah is Oftenly Forgiving, Most Merciful.  At this point we beg for Allah’s blessing and mercy and take shelter in Allah’s forgiveness. I pray for all of us to live a life under the shelter of Qur’an, the greatest blessing given to mankind.

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10) “Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”.

“Esselamu aleykum.”

 

 

 

 


ESMA DERSLERİ – 20 – EL MUSAVVİR (C)

$
0
0

367-el-musavvir-2

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************

………(İLGİNÇ BİR DETAY; Yaratılan her varlığın belirli bir ölçü ve oranda suretlendirildiğinin bilimsel kabulü olarak değerlendirdim.)

………ALTIN ORAN

………Altın oran, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.  

………İlk olarak kimler tarafından keşfedildiği bilinmese de, Mısırlıların ve Yunanlıların bu konu üzerinde yapmış oldukları bazı çalışmalar olduğu görülmektedir. Öklid, milattan önce 300′lü yıllarda yazdığı “elementler” adlı tezinde “ekstrem ve önemli oranda bölmek” olarak altın oranı ifade etmiştir. Mısırlıların Keops Piramidinde, Leonardo da Vinci’nin “İlahi Oran” adlı çalışmada sunduğu resimlerde  kullanıldığı bilinen “altın oran” , “Fibonacci Sayıları” olarak da bilinmektedir.

………Orta Çağ’ın en ünlü matematikçisi olan İtalyan kökenli Leonardo Fibonacci, birbiri arasında ardışık ilişki ve olağanüstü bir oran bulunduğunu iddia ettiği sayıları keşfetmiş ya da diğer bir görüşe göre de Hint-Arap medeniyetinden öğrenmiş ve Avrupa’ya taşımıştır. Evrendeki muhteşem düzenle birebir örtüşen bu sayıları keşfetmesi nedeniyle, altın orana da adının ilk iki harfi olan “Fi” (Φ) sayısı denilmiştir. 

………Bir yapı ya da sanat eserinin altın orana yakınlığı, onun aynı zamanda estetik olarak güzelliğinin bir ölçüsü olarak kabul görmüştür.

………Bir doğru parçasının (AC) Altın Oran’a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (B) bölünmelidir ki;  küçük parçanın (AB) büyük parçaya (BC) oranı, büyük parçanın (BC) bütün doğruya (AC) oranına eşit olsun. 

………Bildiğimiz gibi matematikte 3.14 sayısına karşılık gelen ve bir dairenin çevresinin çapına bölünmesiyle elde edilen sayıya Pİ (∏) sayısı denir. Aynı Pİ sayısı gibi altın oran da matematikte 1.618 e eşit olan sayıya denir ve Fi(φ) simgesiyle gösterilir ve ondalık sistemde yazılışı; 1,618033988749894…’tür. 

………Bu oranın kısaca gösterimi:          şeklindedir….. (devam ediyor.) (Altın oran derneği)

………************************************************************************

………El MUSAVVİR İLE İLGİLİ TEFEKKÜR ÇALIŞMASI  – 1

………Ahseni takvim sırrı

………Ahsen-i Takvim terkibinde yer alan kelimelerden “Ahsen”, en güzel, en sevimli; “Takvim” ise; biçim, suret, endam anlamına gelir. Buna göre, ahsen-i takvim; insanın en güzel bir mahiyette ve surette yaratılması demektir.

………İnsan her şeyden önce kendi mahiyetini hakkıyla tahkik ve tetkik ederse, ahsen-i takvim üzere yaratılmış olduğunu yakinen anlar. Zira insan hem beden hem de ruh bakımından en mükemmeldir, varlıkların en güzelidir. Beden güzelliği, her azanın vücudunda en münasip bir yere konulması ve böyle harika bir vücudun başka hiçbir varlığa verilmemesidir. Ruhuna gelince, onun ruhunda her biri dünyadan daha değerli nice hisler, duygular ve latifeler mevcuttur.

………Mesela, Tat alma duyusu, dil, tatlı ve acı, bütün lezzetleri zevk ettiği cihetle güzel olduğu gibi, Cenab-ı Hakkı zikir, tazim ve hamd ettiğinden dolayı da ahsendir ve değeri âlidir.

………Koku alma duyusuna gelince, o da bütün güzel kokuları aldığı ve insanı mesrur ettiği için güzeldir.

………Göz, Rengârenk çiçeklerin letafet ve zarafetini temaşa edip ibret alan bir göze paha biçilemez. Evet, insan, bu marifetli gözü ile bütün âlemi seyreder, kâinattaki nizam ve ahengi görür ve bunun bir sahibi olduğunu bilir ve O’na iman eder. Göz güzel olduğu gibi, onun muhafazası için yaratılan ve insanın yüz güzelliğini süsleyen kirpikler ve terlerin gözün içine girmesine mani olan kaşlar da ahsendir, güzeldir.

………Ruhunun güzelliği, Allah’a iman, marifetullah ve muhabbetullah yolunda dereceler kazanılmasına vesile olan akıl ve kalp gibi âli meziyetlerie sahip olması cihetiyledir.

………Mesela, akıl, Cenab-ı Hakkın sonsuz azamet ve kudretini tefekküre vesile olduğu gibi, hak ve batılı, hayır ve şerri, faydalıyı ve zararlıyı tefrik eden Rabbânî bir mürşittir. Bu bakımdan aklın güzelliğine ve değerine paha biçilemez. Böyle bir aklın insana verilişinin en büyük gayesi; onun ebedi saadet ve sürurları kazanmasına vesile olması içindir.

………İnsanın gözü ile göremediği hakikatleri inkâra kalkışması aklın kârı değildir. Zira gözün müşahede ettiği şeyler sınırlı ve akla göre sahası çok dar olduğundan insan her şeyi gözü ile göremez. Öyle ise, “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise manevîyatta kördür.

………İnsan göremediği birçok hakikati, aklı ile keşfetmiş ve hâlâ da etmektedir. İnsan okyanusların derinliklerinden fezanın enginlerine kadar olan varlık sahifesini ve mevcudat satırlarını fikir ve akıl sayesinde mütalâa edebilir.

………İnsan eserden müessire akıl ve basiret gözüyle intikal eder. Semadaki acîb yıldızları, yerdeki müzeyyen çiçekleri, denizlerdeki envai çeşit balıkları ve son derecede intizam ve ihtişam içinde olan bu muhteşem kâinatı ibretle mütalaa ederek; ilim, irade ve kudret sahibi bir yaratıcısının olduğunu akıl gözüyle görür, hakikatini anlar.

………Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz olmayacağını bilen bir insan, eserden müessirini görür ki; buna bürhan-ı innî denilir.

………Akıl için müessirden esere intikal yolu da vardır. Bir mimarda bulunan mimarlık sanatı onu bir eser yapmaya sevk edecektir. O sanat, o eserin vücut bulacağına bir delildir. İşte bu delile de bürhan-ı limmî denilir. Cenab-ı Hakkın Rezzak olması rızkın yaratılmasına, keza Muhyi olması hayatı vermesine, Hâlık olması da mahlûkatı yaratmasına bir delidir.

………Kalbin değeri, her türlü tasavvurun fevkindedir. Zira o imanın mahalli, marifet ve muhabbetin tecellîgâhı ve bütün feyizlerin kaynağıdır.
İnsanın vicdanı da güzeldir. Zira o hayrı kabul ve şerri reddeden ve haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir. Bu gibi âli meziyetlere mazhar olan bir insan, elbette Ahsen-i Takvîm üzere yaratılmış ve hârika güzelliklere sahip olmuştur. İnsanın bütün azaları, akıl, kalp ve vicdan gibi bütün latifeleri birden nazara alındığında, onun Ahsen-i takvimde yaratıldığı açıkça anlaşılır. (MEHMET KIRKINCI HOCAEFENDİ)

………****************************************************************************

………EL MUSAVVİR İLE İLGİLİ TEFEKKÜR ÇALIŞMASI – 2

………Allah’ın Mahlukâtı Hakkında Tefekkür

………Varlıkta Allah’tan başka her ne varsa o Allah’ın fiili ve mahlûkudur. Zerrelerin her biri, ister cevher, ister araz olsun, ister sıfat olsun, ister mevsuf, onun içinde öyle acaip ve garip şeyler vardır ki onlarla Allah’ın hikmeti, kudreti, celâl ve azameti görünür. Onları saymak mümkün değildir. Çünkü bunları yazmak için eğer deniz mürekkep olsa bile onların binde biri bitmeden deniz biter. Fakat biz başkasına misal gibi olsun diye bunun bir kısmına işaret edeceğiz.

………Varlıkların bir kısmı vardır ki aslı bilinmediği için onun hakkında düşünmek imkânına sahip değilizdir. Varlıklardan niceleri vardır ki biz onları bilemeyiz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

………Sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. (Nahl/8)

………Ne yücedir O (Allah) ki arzın bitirdiklerinden ve kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır.(Yâsin/36)

………(Size böyle ölümü takdir ettik) ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşâ edelim.(Vakıa/61)

………Aslı bilinen fakat tafsilatı bilinmeyen diğer bir kısmı vardır. O kısmın tafsilatı hakkında düşünme imkânına sahibiz. Bu ikinci kısım da, gözümüzle idrak ettiğimiz ve gözümüzle idrak etmediğimiz kısımlara ayrılır:

………Gözümüzle idrak etmediğimiz şeyler melekler, cinler, şeytanlar, arş, kürsî ve benzerleridir. Bunlar hakkında tefekkür mecâli pek yoktur. Bu bakımdan zihinlere en yakın olan ve gözle idrak edilen şeylere geçelim. Onlar yedi kat gök, yer ve bu ikisinin arasında bulunanlardır. Gökler, yıldızlarıyla, güneş, ay, hareket, doğuş ve batışındaki dolaşmasıyla görünür. Yer de dağlarıyla, maden, ırmak, deniz, hayvanlar ve bitkileriyle müşahede edilir. Gök ile yer arasında olan boşluk bulutlarıyla, yağmur, kar, şimşek, gök gürültüsü, yıldırımlar, ateş ve şiddetli rüzgârlarıyla müşahede edilmektedir.

………İşte göklerde, yerde ve aralarında müşahede edilen şeyler bunlardır. Bunların her biri birçok nevilere ayrılır. Her çeşidi de birçok kısımlara ayrılır. Bunlar da birçok sınıflara ayrılır. Bunun, şube ve kısımlarının, sıfat, heyet, zâhir ve bâtın manalarındaki değişikliklerinin sonu gelmez. Bütün bunlar tefekkürün merkezidirler. Bu bakımdan göklerde ve yerde cemadât, bitkiler, hayvan, felek ve yıldızlardan bir zerre kendi başına kıpırdamaz. Ancak Allah’ın izniyle kıpırdayabilir. Onun kıpırdatılmasında sayısız hikmet vardır. Bütün bunlar Allah’ın vahdâniyetine şahid, O’nun celâl ve kibriyasına delâlet eden ayetlerdir.

………Kur’an-ı Hâkim, bu ayetlerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir.

………Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde elbette sağduyu sahipleri için ibretler vardır.(Âlu İmran/190)

………Allah Teâlâ, Kur’an’ın başından sonuna kadar birçok ayette ‘O’nun ayetlerindendir’ tabirini kullanmıştır. Bu bakımdan biz bir kısım ayetlerin (alâmetlerin) hakkındaki tefekkürü zikredelim:

………Öyleyse Allah’ın ayetlerinden biri, meniden yaratılmış olan insandır. Sana en yakın olan şey nefsindir. Sende Allah’ın azametine delâlet eden o kadar acayiplikler vardır ki ömürler boyunca söylense, onun binde biri ancak biter. Oysa sen bundan gafilsin! Ey nefsinden gafil ve nefsini bilmeyen cahil! O halde başkasının bilgisine nasıl tamahkârlık edersin? Oysa Allah Teâlâ sana, aziz kitabında nefsini düşünmeyi emrederek şöyle buyurmuştur:

………Kendi canlarınızda da öyle! Görmüyor musunuz? (Zâriyât/21)

………Allah Teâlâ senin necis bir damla meniden yaratıldığını zikrederek şöyle buyurmuştur:

………Kahrolası insan ne kadar da nankördür! (Allah) Onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (meniden). Onu yarattı, ona biçim verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, kabre gömdürdü. Sonra dilediği vakit onu tekrar diriltecek!(Abese/17-22)

………O’nun alametlerinden biri sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz. (Rum/20)

………İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Allah onu) yarattı. Ona şekil verdi. (Kıyâmet/36-38)

………Sizi âdi bir sudan (meniden) yaratmadık mı? Sonra o suyu sağlam bir yerde (rahimde) sakladık. Belirli bir vakte kadar!. (Mürselât/20-22)

………İnsan, bizim kendisini nasıl nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi açık bir hasım kesildi?(Yâsin/77)

………Doğrusu biz insanı imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık.(İnsan/2)

………Sonra Allah Teâlâ, meniyi nasıl kan pıhtısı, kan pıhtısını nasıl et çiğnemi ve kemik yaptığını zikrederek şöyle buyurmuştur:

………Andolsun biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık.(Mü’minûn/12-14)

………Nutfe kelimesinin tekrar tekrar Kur’an’da zikredilmesinin hikmeti, manası düşünülmeden sadece bilinsin diye değildir! Bu bakımdan nutfeye dikkat et! Necis bir su olan nutfeyi eğer bir saat dışarıda bırakırsan kokar. Rabb’ul-erbâb’ın onu nasıl erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemiklerinin arasından çıkardığına, erkek ile dişiyi nasıl bir araya getirdiğine, ülfiyet ve muhabbeti onların kalbine nasıl ilka ettiğine dikkat et! Onları muhabbet ve şehvet zinciriyle cinsî münasebette bulunmaya nasıl sevk etmiş, cima ile erkekten meniyi nasıl çıkartmış? Damarların derinliklerinden hayız kanını nasıl celbetmiş ve ana rahminde toplamıştır?

………Sonra düşün ki cenini meni damlasından nasıl yaratmış, hayız suyu ile onu nasıl sulamış, nasıl gıdalandırmıştır? Cenin, bununla nasıl büyümüştür? Beyaz ve parlak olduğu halde meni damlasını nasıl kıpkızıl bir kan pıhtısına çevirdiğine, sonra o kanı nasıl bir et parçası yaptığına, sonra meninin parçalarını ki birbirlerine benzer ve eşittirler nasıl kemik, sinir, damar ve ete ayırdığına dikkat et!

………Sonra et, sinir ve damarlardan azaları nasıl düzenlediğini düşün! Başı yuvarlak yapmış, kulak, göz, burun, ağız ve diğer menfezleri yarmış, el ve ayağı uzun yaratmış, uçlarını parmaklara, parmakları da büklümlere ayırmıştır. Sonra kalp, mide, ciğer, dalak, kalın bağırsak, rahim, mesane ve bağırsaklardan ibaret olan iç azaları nasıl terkip etmiştir? Onların her biri özel bir şekil, özel bir miktarda ve özel bir iş için yaratılmıştır.

………Sonra bu azalardan her birini nasıl başka kısımlara ayırmıştır? (Mesela) gözü yedi tabakadan terkip etmiştir ki her tabakanın özel bir vasfı ve özel bir şekli vardır. Eğer onlardan bir tabaka yok olursa veya sıfatlardan biri yerinden giderse, göz, görmez hâle gelir. Bu bakımdan eğer biz, bu azalardaki acayiplikleri ve ayetleri saymaya kalkışırsak, ömürler biter, yine de onlar bitmez.

………En azından kemiklere dikkat et! Kemikler katı ve kuvvetli cisimlerdir. Allah onları nasıl ince ve zayıf bir damla meniden yaratmıştır? Sonra onları bedene nasıl direk ve duvar kılmıştır? Sonra onları değişik miktar ve şekillerde nasıl şekillendirip takdir etmiştir! Kimisi küçük, kimisi büyük, kimisi uzun, kimisi yuvar-lak, kimisi içli, kimisi dolu, kimisi enli, kimisi incedir.

………İnsan beden ve azalarının bir kısmıyla harekete muhtaç ve ihtiyaçlarının peşinde gidip gelmeye mecbur olduğundan ötürü, tek parça bir kemikten meydana gelmedi. Aksine aralarında mafsallar bulunan birçok kemiklerden meydana geldi ki o kemikten hareket etmek kolaylaşsın. Onların her birinin şekli onlardan istenilen hareketin isteğine göre düzenlenmiştir. Sonra onların mafsallarının biri diğerine, kemiğin bir tarafında bitirdiği ve ip gibi diğer kemiğe yapıştırdığı iplerle bağlanmıştır. Sonra kemiğin bir tarafında çıkıklar yaratılmıştır.

………Diğer kemikte o çıkığı istiab edecek ve şekline uygun çukurlar yaratılmıştır ki çıkıklar o çukurlara yerleşip onların üzerini kapatsınlar. Bu bakımdan kul, öyle bir vaziyete geldi ki eğer bedeninin bir parçasını hareketlendirmek isterse, bu kendisi için zor değildir. Eğer mafsallar olmasaydı, böyle bir hareketlendirme kendisi için imkânsız olurdu. Sonra dikkat et ki Allah Teâlâ, başın kemiğini nasıl yaratmış, nasıl terkip etmiştir. Onu şekil ve suretleri değişik elli beş kemikten meydana getirmiştir. Gördüğün gibi onların bazısını diğerine başı kendisiyle düz kılacak şekilde bağlamıştır.

………Bu bakımdan o kemiklerin altısı beyni kapsayan cimcime kemiğine mahsustur. On dördü üst çeneye, ikisi alt çeneye, diğeri dişlere aittir. Dişlerin bazısı yassı ve öğütmeye elverişlidir. Bazısı keskindir, kesmeye elverişlidir. Onlar da kesici, öğütücü ve ön dişlerdir. Sonra boynu kafaya kaide (temel) kılmıştır. Boynu da içi boş ve yuvarlak yedi halkadan terkip etmiştir. O halkalarda girintiler, çıkıntılar ve eksiklikler vardır.

………Bu da bazısı diğerine intibak etsin diye olmuştur. Buradaki hikmetin illetini zikretmek, oldukça uzun sürer. Sonra boynu sırt kaidesi üzerine bindirmiş, sırtı da boynun en altından kuyruk sokumuna kadar yirmi dört halkadan terkip etmiştir. Kuyruk sokumunu değişik üç parçadan terkip etmiştir ki ona en alttan kuyruk kemiği bitişir. Kuyruk kemiği de üç parçadan mürekkeptir. Sonra bel kemiğini, göğüs kemiği ile omuz kemiklerini ellerin kemiğini, kasık kemiği, kuyruk, baldırlar, ayak bileğinin kemikleri ve ayakların parmaklarıyla bitiştirdi.

………Bu bakımdan biz bunun adedini zikretmekle kitabı uzatmayacağız. İnsan bedenindeki kemiklerin toplamı iki yüz kırk sekizdir. Mafsalların boşluklarını örten küçük kemikler bu sayının haricindedir. Bu bakımdan Allah Teâlâ’nın, bütün bu kemikleri nasıl ince ve zayıf bir damla meniden yarattığını iyi düşün!

………Kemikleri zikretmekten gayemiz; kemik sayısını bildirmek değildir; zira bu basit bir ilimdir. Doktorlar ve cerrahlar bunu bilirler. Gayemiz; bu kemiklerden, onları tedbir edip yaratanı görmektir. O yaratan bu kemikleri nasıl takdir ve tedbir etmiştir, şekiller ve miktarları arasında nasıl değişiklik yapmıştır? Onları bu özel sayıya nasıl tahsis buyurmuştur, bunu müşahede etmektir; zira Allah Teâlâ, bu kemikleri bir tane fazla yapsaydı, o insan için sökülüp atılması gereken bir felâket olurdu. Eğer bu kemiklerden bir tanesini eksik yapsaydı, onu telafi etmeye mecbur olacak bir eksiklik olurdu. Doktor kemiklere, sadece tedavi yolunu öğrenmek için bakar. Basiret sahipleri ise kemiklere, yaratanının ve suret vereninin celâl ve azametine istidlal etmek için bakar. Öyleyse iki bakış arasında derin bir fark vardır.

………Allah Teâlâ’nın, kemikleri harekete geçirmek için adaleleri nasıl alet olarak yarattığını düşün! İnsan bedeninde 529 adale yaratmıştır. Adale, et, asab, bağlar ve kılıftan ibarettir. Adalelerin miktar ve şekilleri, yerlerine ve ihtiyaçlarına göre değişiktir. Onlardan yirmi dördü göz yuvarlağını ve etrafındaki kirpikleri harekete geçirmek içindir. Eğer bu adalelerden biri eksik olursa, gözün durumu bozulur. İşte böylece her azanın özel sayı ve miktarda adaleleri vardır.

………Asab, damar, şahdamarları, kalp damarları, adaleleri, bittikleri yerler ve şubelerinin durumu bütün bunlardan daha acayiptir. İzahı oldukça uzun sürer, Bu parçaların kısımları hakkında tefekkür etme imkânı vardır. Sonra azalar, sonra bütün beden hakkında tefekkür imkânı vardır.

………Bütün bunlar beden cisimlerinin acayipliklerine bakmaktır. Oysa beş duyu ile idrak olunmayan sıfatlar ve manaların acayiplikleri daha büyüktür. Bu bakımdan şimdilik insanın zâhir ve bâtınına, beden ve sıfatlarına bakarak, hayretini gerektiren sanat ve acayiplikleri görebilirsin. Bütün bunlar Allah’ın, necis olan bir damla sudaki sanatıdır! Sen bunda Allah’ın bir damla sudaki sanatını görürsün, acaba göklerin melekûtunda, yıldızlarındaki sanatı nasıldır? Bunları koymakta, şekillerinde, miktarlarında, adetlerinde, bazısının diğeriyle bir arada bulundurulmasında, birbirlerinden ayırt edilmesinde, suretlerinin değişik olmasında, doğuş ve batışlarının farklı olmasındaki hikmet nedir?

………Sakın sanma ki göklerin bir zerresi dahi hikmetten ve birçok maharetlerden boş olarak yaratılmıştır. Aksine o, yaratılış bakımından daha kuvvetli, sanat yönünden daha ince, insan bedeninden daha fazla acayipleri derleyicidir. Hatta yeryüzündeki bütün şeyler göklerin acayipliklerine nispet edilirse pek küçük kalır.

………Yaradılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptı. Kalınlığını (tavanını) yükseltti onu düzenledi. Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (gündüzünü) açığa çıkardı.(Nâziat/29)

………Şimdilik meninin tahliline dönelim! Önce onun halini, sonra vardığı durumu düşün ve düşün ki cinler ve insanlar bir araya gelip bir damla meniye kulak veya göz veya akıl veya kudret, ilim veya ruh vermeye veya o damlanın içindeki kemik veya damar veya asab veya deri veya tüy yaratmaya çalışsalar, acaba buna güçleri yeter mi? Hatta onun künhünü, hakikatini, Allah Teâlâ’nın onu nasıl yarattığını çözmeye çalışsalar, bunu çözmekten bile aciz kalırlar! Bu bakımdan senin durumuna hayret etmemek mümkün değildir. Zira eğer ressamın insan suretine yaklaşacak derecede maharet gösterip yaptığı resme bakarsan, nakkaşın sanatına maharet ve el çabukluğuna, zekasına hayret edersin. Kalbinde onun kıymeti büyüdükçe büyür. Bununla beraber o suretin sadece mürekkep, kalem, el, duvar, kudret, ilim ve irade ile tamam olduğunu bilirsin. Oysa bunların hiçbiri nakkaşın fiili ve yarattığı değildir. Bunların her biri başkasının yarattığıdır. Nakkaşın yaptığı mürekkep ile duvarı özel bir tertip üzerinde bir araya getirmektir.

………Bu bakımdan ona hayret eder, gözünde büyütürsün. Oysa necis olan meni damlasının daha önce olmadığını biliyorsun. Allah daha sonra babaların bellerinde ve annelerin göğüs kemiklerinde onu yarattı. Sonra oradan çıkardı. Ona şekil verdi. Onun şeklini güzel yaptı. Onu takdir etti. Takdir ve tasvirini güzel yaptı. Benzer cüzlerini değişik cüzlere böldü. Onun etrafında kemikleri kuvvetli yaptı. Azalarının şekillerini güzelleştirdi. Zâhir ve bâtınını süsledi. Damarlar ve asabları tertip edip bekasının sebebi olsun diye gıdaya mecra kıldı. O damlayı işitir, görür, bilir, konuşur bir insan yaptı. Ona bedeninin direği olsun diye sırtı yarattı. Yemekleri toplaması için mideyi yarattı. Duyuları kendinde toplaması için başı yarattı. Bu bakımdan iki gözü açtı. Tabakalarını tertipli kıldı. Şeklini, rengini, heyetini güzelleştirdi. Sonra onu örtsün, korusun, temizlesin ve ondan pislikleri uzaklaştırsın diye koruyucu kirpikleri yarattı. Sonra göz merceğinde, göğün geniş olmasına, aktarlarının birbirinden uzak olmasına rağmen, göklerin suretlerini belirtti. Bu bakımdan insan onlara bakar.

………Sonra kulaklarını yardı. Onlara acı bir su koydu ki duymasını muhafaza etsin, zarar verici hayvanları ondan uzaklaştırsın. Sesleri toplayıp kulak zarlarına vermesi için kulağı sedefiyle çevirdi. Kulağa kasteden zararlı hayvanların yürüyüşünü hissetsin diye kulakta virajlar yarattı. Kulağa girmek için uzun bir yol meydana getirdi ki uyku halinde herhangi bir hayvan kulağa girmek isterse sahibi uyansın diye kulağı virajlı yaptı. Sonra yüzün ortasında burnu yükseltti. Onun şeklini güzel yaptı. Burun deliklerini açtı. Oraya koklama özelliğini koydu ki koklamak suretiyle gıdaları ayırsın. Kalbine gıda ve iç hararetini soğutması ve havayı teneffüs etmesi için burun deliklerini yarattı.

………Sonra ağzı açtı. Onun içinde dili, konuşkan, kalbin tercümanı ve kalpteki mânâyı belirtici olarak yerleştirdi. Ağzı dişlerle süsledi ki dişler öğütmenin, kırmak ve kesmenin aleti olsunlar. Onların temellerini kuvvetli yaptı. Başlarını keskinleştirdi. Renklerini beyaz, saflarını tertipli yaptı. İpten geçirilmiş birer inci tanesi gibi başlarını eşit ve intizamlı olarak dizdi.

………İki dudağı yarattı. Renk ve şekillerini güzel yaptı ki ağız üzerine kapanıp mideye giden deliği örtmüş olsun. Onlarla konuşma tamamlansın. Sonra hançereyi yaratıp seslerin çıkışı hatırlattı. Dil için hareket ve kesiş kudretini yarattı. Konuşma yolu genişlesin diye harflerin değişmesine sebep olan çeşitli mahreçlerde kıvrılmasını sağladı.

………Sonra hançereleri darlık, genişlik, sertlik, kayganlık, cevherinin katılığı, gevşekliği, uzunluğu ve kısalığı hususunda değişik şekiller üzerinde yarattı. Öyle ki onları vasıtasıyla sesler değişir. İki sesin biri diğerine benzemez, her iki sesin arasında bir fark vardır. Dolayısıyla insanlar sadece sesiyle, karanlıkta bile bir insanı diğer insandan ayırt eder.

………Sonra başı saç ve zülüflerle süsledi. Yüzü de sakal ve kaşlarla süsledi. Kaşları da kıllarının inceliği, şeklinin kavisliliğiyle süsledi. Gözleri kirpiklerle güzelleştirdi. Sonra iç azaları yarattı. Onların her birini özel bir fiil için musahhar kıldı. Mesela mideyi gıdanın oluşması için, ciğeri gıdayı kana tahvil etmek için, dalağı, ödü ve böbreği ciğere hizmet etmek için musahhar kıldı. Dalak siyah maddeyi ciğerden çekmek suretiyle ona hizmet eder. Öd safrayı, böbrek mayi maddeleri çekmek suretiyle hizmet eder. Mesane de böbrekten gelen suyu kabul etmek suretiyle böbreğe hizmet eder. Sonra o suyu tenasül uzvu yoluyla dışarı çıkarır. Damarlar kanı bedenin diğer taraflarına yetiştirmek hususunda dalağa hizmet ederler. Sonra elleri yarattı. Hedeflere uzansın diye uzun yaptı. İçini yassı yaptı. Beş parmağı ayırdı. Her parmağı üç boğuma taksim etti. Dört parmağı bir tarafa, diğer parmağı da bir tarafa koydu ki başparmak bütün parmakların yardımına koşabilsin. Eğer geçmiş ve geleceklerin hepsi bir araya gelip, ince fikirleriyle beş parmağın birbirinden uzaklığını değiştirerek mevcut şeklin ve dört parmağın uzunluktaki farklılığının ve aynı safta tertip edilmesinin yerine başka bir şekil vermeye çalışsalar buna güç yetiremezler.

………Zira bu tertiple el, almaya ve vermeye yatkın olmuştur. Eğer eli açarsa, kendisi için bir tabaka olur. Onun üzerine istediğini koyabilir. Eğer kapatırsa kendisi için kepçe olur. Eğer eli açar, parmakları birbirine bitiştirirse, kendisi için kürek olur. Sonra parmak boğumlarına süs olsun diye parmakların başında tırnakları yarattı. Tırnaklar kopmasın diye destek direkler yarattı ki parmak boğumlarının yapamadığı ince işleri tırnaklarla yapabilsin. Onlarla ihtiyaç anında bedenini kaşısın. Bu bakımdan eğer insan azaların en kıymetsizi olan tırnağı kaybeder ve bedeninde kaşıntı olursa insan, mahlûkatın en âcizi ve zayıfı olur. Kimse onun bedenini kaşımakta onun yerini dolduramaz.

………Sonra eli kaşınan yeri bilecek ve ulaşacak şekilde yarattı. Hatta uyku ve gaflet halinde olsa bile aramaya ihtiyaç olmaksızın o, kendiliğinden kaşınan yere uzanıp orayı bulur. Eğer başkasından bu hususta yardım isterse, başkası ancak uzun bir yorgunluktan sonra kaşınan yeri bulabilir.

………Sonra bütün bunları, rahmin içinde olan ve üç karanlığa gömülü bulunan meni damlasından yaratmıştır. Eğer perde kalkıp da insanoğlu gözünü oraya uzatabilseydi, oradaki hatların ve şekillendirmenin yavaş yavaş o meni damlasının üzerinde cereyan ettiğini görürdü. Fakat ne sureti yapanı, ne de aletini göremez. Acaba aletine ve yaptığı şeye dokunmadan onda tasarruf edip çalıştıran bir sûret yapıcı veya bir fail gördün mü? Öyleyse Allah ortaktan münezzehtir. O’nun şanı pek büyük, O’nun burhanı pek açıktır.

………Sonra kudretinin kemâliyle beraber rahmetinin tamamına dikkat et! Zira ana rahmi çocuk için dar gelip çocuk büyüyünce onu nasıl çıkış yoluna hidayet etmiş ki o başını eğip harekete geçer, oradan çıkış yerini arar. Sanki akıllı ve muhtaç olduğunu bilen bir kimsedir. Sonra çocuk çıkıp gıdaya muhtaç olunca, çocuğu memeyi emmeye nasıl hidayet etti? Sonra çocuğun bedeni zayıf olduğu ve diğer gıdalara tahammül edemediği için ince sütü yaratarak çocuğa göre nasıl hazırladığına dikkat et! Sütü fers ile kan arasından, katıksız ve lezzetli olarak nasıl çıkarttı. İki memeyi nasıl yarattı? Onlarda sütü nasıl derledi! O memelerin başlarını çocuğun ağzına sığacak kadar nasıl halk etti. Sonra memenin başında oldukça ince delikleri açtı ki o deliklerden süt ancak emdikten sonra tedricî bir şekilde çıkar; zira çocuk ancak sütün azını hazmedebilir. Sonra fazlasıyla acıktığı zaman o daracık deliklerden fazla süt çıkarmaya gücü yetsin diye çocuğu emmeye nasıl hidayet ettiğine dikkat et!

………Sonra onun rahmet ve şefkatine bak! Nasıl dişlerin yaratılışını, iki senenin tamamlanmasına tehir etmiştir; zira çocuk iki senede sütten başka bir şeyle tam manasıyla gıdalanamaz. Bu bakımdan dişe ihtiyacı yoktur. Çocuk büyüyünce zayıf süt ona uygun düşmez. Bu sefer kuvvetli yemeğe muhtaç olur. Yemek de çiğnemeye ve yutmaya muhtaçtır. Bu bakımdan çocuk için, daha önce ve daha sonra değil, tam ihtiyaç anında dişleri bitirdi. Öyleyse O, eksikliklerden münezzehtir. O kaskatı kemikleri, o yumuşacık diş etlerinden nasıl çıkardığına bir bak!

………Sonra anne babada, çocuk kendine bakmaktan aciz olduğunda ona bakmaları için çocuğa karşı şefkati yarattı. Eğer Allah, rahmetini, anne ve babanın kalplerine yerleştirmeseydi, çocuk kendini yönetmek hususunda mahlûkların en acizi olurdu. Sonra çocuğa kudret, ayırt etme kabiliyeti, akıl ve hidayeti nasıl peyderpey ihsan ettiğini dikkatle izle! Böylece, çocuk baliğ olup tekâmül etti. Sonra genç, sonra orta yaşlı, sonra ihtiyar oldu! O zaman ya şiddetle nankör kesiliverdi veya çokça şükredici! Ya muti veya asi! Ya mü’min veya kâfir oldu. Bu da şu ayet-i celîlenin tasdikidir.

………“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? Doğrusu biz insanı imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici ve görücü yaptık. Biz ona yolu gösterdik. (O) ister şükredici, ister nankör olur.” (İnsan/1-3)

………Allah’ın lütuf ve keremine, sonra kudret ve hikmetine dikkatle bak ki rabbanî huzurun acayiplikleri seni hayrete ve dehşete düşürsün! O kimsenin durumuna hayret etmek gerekir ki güzel bir hattı (yazıyı) veya güzel bir nakışı bir duvar üzerinde gördüğünde, onu güzel kabul eder. Bütün himmetini nakkaş (nakışçı) ve hattat hakkında düşünmeye sarf eder: ‘Acaba bunu nasıl nakşetmiş, nasıl yazmış, nasıl güç yetirmiş’ diye düşünür. Durmadan nefsinde onu büyütür ve ‘O ne kadar da zeki imiş! Sanatı ne kadar da mükemmel, kudreti ne kadar da güzel imiş’ der. Sonra nefsinde ve nefsinin dışında olan acayipliklere bakar da yaratanın azametini takdir etmekten gafil kalır! Oysa ustasının azameti onu dehşete, celâl ve hikmeti onu hayrete düşürmez!

………İşte buraya kadar söylediklerimiz bedeninin acayipliklerinden bir nebzeciktir. Onun acayipliklerini tamamen saymak mümkün değildir. Bu bakımdan beden, tefekkür için en basit sahadır. Yaratanın azametine en bariz şahittir. Oysa sen bundan gafil, miden ve tenasül uzvunla meşgulsün. Nefsinden ancak acıkıp yemeyi, doyup uyumayı, iştahın çekip cinsî münasebette bulunmayı, öfkelenip öldürmeyi biliyorsun. Oysa hayvanların hepsi bu işlerde seninle ortaktır. İnsanı hayvanlardan ayıran özelliği, ancak göklerin ve yerin melekûtuna bakmak, kainatın ve nefislerin acayipliklerini mütalaa etmek suretiyle elde edilen ilâhî marifettir; zira bu marifetle kul mukarreb meleklerin zümresine (cemaatine) dahil olur.

………Peygamberler ve sıddîkların cemaatinde Allah’ın huzuruna yakın olduğu halde haşr olunur. Bu derece, hayvanlar ve hayvanlar gibi şehvetlerine uyan insan için söz konusu değildir; zira bu insan hayvanlardan çok daha şerirdir. Çünkü hayvanın buna gücü yetmez. İnsana gelince, Allah ona bu gücü vermiştir. Sonra o gücünü çalışmaz hale getirip o hususta Allah’ın nimetini inkâr etmiştir. Bu bakımdan o nankörler hayvanlar gibidir. Hatta hayvanlardan daha fazla şaşkındır.

………Nefsin hakkında düşünme yolunu öğrendiğinde; yer hakkında, sonra ırmak, deniz, dağ ve madenler hakkında düşün! Sonra oradan göklerin melekûtuna yüksel!

………Yer’e gelince, Allah’ın ayetlerinden biri de yeri yaygı ve beşik olarak yaratması, orada geniş yollar ve geçitler yapması, üzerinde yürümek için onu yumuşak bir vaziyette ve dağlarda yeri sallantıdan koruyucu kazıklar olarak, insanların her tarafına ulaşamayacakları şekilde etrafını geniş yaratmasıdır. Ömürleri uzun olsa ve devamlı seyahat etseler bile yine de her tarafına ulaşamazlar.

………“Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz. Yeri biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiciyiz!” (Zariyat/47-48)

………“O size yeri boyun eğer yaptı. Haydi, onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin!” (Mülk/15)

………“O (Allah) ki yeryüzünü sizin için döşek, göğü de bina yaptı.” (Bakara/22)

………“Allah Teâlâ aziz kitabında yeryüzünden çok bahsetmiştir ki arzın acayiplikleri hakkında insanoğlu düşünsün. Bu bakımdan arzın üstü dirilerin, içi ise ölülerin yeridir! Arzı toplanma yeri yapmadık mı diriler ve ölüler için!” (Mürselât/25-26)

………Yer ölüyken ona dikkatle bak! Onun üzerine su indirildiğinde canlanır, gelişir ve yeşerir. Acayip bitkiler bitirir. Çeşitli hayvanlar ondan çıkar. Sonra yerin etraflarını kocaman dağlarla nasıl sağlamlaştırdığına dikkat et! Suları dağların altında nasıl depo etti? Pınarları fışkırtıp yeryüzünde ırmakları nasıl akıttı? Kupkuru taştan ve bulanık topraktan ince, tatlı ve tertemiz suyu nasıl çıkardı? O su ile her şeyi nasıl meydana getirdi? Onunla ağaç ve bitkilerin çeşitlerini, buğday, üzüm, yonca, zeytin, hurma, nar ve sayılmayacak kadar çok meyveleri nasıl çıkardı? Bu meyvelerin hepsi değişik şekilli, değişik renkli, değişik tat, sıfat ve kokuludurlar. Bazıları yemek hususunda diğerinden üstündür. Oysa hepsi bir su ile sulanmakta, bir yerden çıkmaktadır.

………Eğer ‘meyvelerin değişikliği, tohum ve köklerinin değişikliğine dayanmaktadır’ dersen, bu takdirde sorarız, acaba hurma çekirdeğinde hurma salkımlarını gerdanlık gibi boynuna takan bir hurma ağacı ne zaman vardı? Acaba bir tek buğday tanesinde ne zaman her birinde yüz tane olan yedi başak mevcut olabilir?

………Sonra çöllere bak! Üst ve altlarını tetkik et! Onları birbirine benzer toprak olarak görürsün. Ne zaman ki su onların üzerine inerse gelişir. Her güzel çiftten çeşitli renklerde, birbirine benzer benzemez bitkiler çıkarır. O bitkilerin her birinin tadı, kokusu, renk ve şekli öbürüne muhaliftir.

………Bitkilerin çokluğuna, türlerinin çeşitli oluşuna ve şekillerine (dikkatle) bak! Sonra bitkilerin değişikliğine, faydalarının çokluğuna dikkat et. Dikkat et ki Allah, garip ve faydalı ilâçları nasıl bitkilere emanet etmiştir. İşte şu bitki gıda, öbürü kuvvet verir. Şu bitki diriltir, başka bir bitki öldürür. Biri soğutur, biri hararet verir. Şu bitki mideye girerse safrayı damarların derinliğinden söker, şu bitki safraya inkılâb eder. Öbür bitki balgamı, sevda denilen maddeyi söker. Şu bitki yenildiğinde bu iki maddeye inkılâb eder. Filan bitki kanı tasfiye eder. Filanın kanı olur. Şu bitki neşe verir, öbür bitki uyutur. Bu bitki kuvvet verir. Biri zâfiyet verir.

………Kısacası, yerden biten hiçbir yaprak ve hiçbir saman çöpü yoktur ki onda beşerin birçok faydası bulunmasın! Öyle ki beşerin takatinde o faydaların künhüne vâkıf olmak gücü yoktur. Bu bitkilerin her birinin yetişmesi özel bir çalışmaya muhtaçtır. Mesela hurma aşılanır, üzüm bağı budanır; ekin yabani ve zararlı otlardan ayıklanır. O bitkilerin bir kısmının bitmesi tohumu yere ekmek suretiyle olur. Bazısı fidanları yere dikmekle, bazısı ağacı aşılamakla! Eğer bitki cinslerinin değişikliğini, çeşitlerini, faydalarını, hallerini ve acayipliklerini anlatmak istesek, birçok gün, bunun vasfını yapmakla tükenir. Bu bakımdan her cinsten seni tefekkür yoluna sevk edecek kadar zikretmek yeterlidir. İşte bu söylediklerimiz bitkilerin acayiplikleridir.

………Allah Teâlâ’nın ayetlerinden biri de dağların altına yerleştirilmiş cevherler ve yerden elde edilen madenlerdir. Yerde komşu birbirine değişik kıtalar vardır. Öyleyse dağlara dikkatle bak! Onlardan kıymetli cevherleri, altın, gümüş, firûze, inci ve benzerlerini nasıl çıkartmıştır? Bazıları altın, gümüş, bakır, kalay ve demir gibi, çekiçler altında istenilen şekle sokulur. Bazıları da firûz ve inci gibi dövmeyi kabul etmez. Allah’ın insanları bu madenleri çıkarmaya, temizlemeye, onlardan kaplar, aletler, paralar ve süs eşyaları yapmaya nasıl hidayet ettiğine dikkat et!

………Sonra petrol, kükürt, katran ve benzerleri gibi, yerden çıkan (sıvı) madenlere dikkatle bak! Onların en azı tuzdur. İnsan tuza yemeği daha leziz hâle getirmek için muhtaç olur. Eğer bir memleket tuzsuz kalırsa, o memlekete süratle felâket gelir!! Bu bakımdan Allah’ın rahmetini dikkatle izle ki bazı arazileri tabiî olarak nasıl çorak ve tuzlu yaratmıştır. Orada yağmurlardan gelen saf sular toplanır ve yakıcı bir tuza dönüşür. Öyle ki ondan bir miskal yemek dahi mümkün değildir. Onu sadece yemeğe tad vermesi ve dolayısıyla maişeti düzeltmek için yaratmıştır.

………Canlı cansız hiçbir şey yoktur ki şu saymış olduğumuz hikmetlerden onda bir veya birkaç tane bulunmasın. Bu bakımdan Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamış ve her yarattığını ciddi olarak yaratmıştır. Her şeyi gerektiği gibi hak olarak gereken vecih üzerine, celâline, kerem ve lütfuna uygun düştüğü şekilde yaratmıştır.

………“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık” (Duhân/38-39)

………Hayvanları uçan ve yürüyen, yürüyenleri de iki, dört, on ve bir kısım haşaratta görüldüğü gibi yüz ayaklı olarak yaratması, sonra faydalarını, şekillerini ve tabiatlarını yaratması Allah’ın alâmetlerindendir. (Mesela) göklerde uçan kuşlara, evcil ve yabani hayvanlara dikkatle bak! Onlarda öyle acayiplikler görürsün ki o acayiplikleri3 gördüğünde onları yaratanın azameti, kudreti ve hikmeti hakkında tereddüt ve şüphe kalmaz! Bunları saymak nasıl mümkün olur? Bilakis biz sivrisineğin veya karıncanın veya arının veya evini yapmak, gıdasını derlemek, eşine ülfiyet vermek, nefsi için azıklanmak ve evinin şeklini yapmak maharetinde ve ihtiyaçlarını elde etmek hususundaki hidayetinde hayvanların küçüklerinden
olan örümceğin acayipliklerini belirtmek istersek buna gücümüz yetmez.

………Örümceğin evini bir nehir kıyısında yaptığını görürsün. Önce dokuduğu iple iki tarafa varmak imkânını elde etmek için aralarında bir zira veya daha az bir mesafe bulunan birbirine yakın iki yer arar. Sonra ipi olan tükürüğünü yapışması için bir tarafın üzerine atar. Sonra öbür tarafa geçer. İpin öbür tarafını sağlamlaştırır. Böylece iki üç defa gidip gelir. İplerin arasındaki uzaklığı geometrik bir uygunlukla inşa eder. Sonra uzatılan ipin düğümlerini sağlamlaştırdığında ve ipleri dizdiğinde, bu sefer, duvar yerine geçen ipleri dizmekle meşgul olur. Duvarı temel üzerine koyar. Bir kısmını diğerine ekler. Duvar mesabesindeki ipin temel mesabesindeki iple temas ettiği noktayı sağlamlaştırır.

………Bütün bunlarda geometrik bir uygunluk gözetir. İçine sivrisinek ve karasineğin düşeceği bir ağ yapar ve bir köşede oturup avının ağa düşmesini bekler. Av ağa düştüğünde acelece onu tutup yer. Eğer avlanmaktan aciz kalırsa, böylece bir duvarda kendi nefsi için bir zaviye arar. Zaviyenin iki tarafı arasında ip ile birleştirme yapar. Sonra kendisini başka bir iple oraya asar. Başı aşağıya inik olarak havada uçan bir sineği bekler. Sinek uçtuğunda kendisini ona ok gibi atar. Onu tutup ipini onun ayağına dolar. Kuvvetlice bağlar ve yer.

………Küçük ve büyük hiçbir hayvan yoktur ki onda sayılmayacak kadar acayiplikler bulunmasın! Acaba o hayvan, bu sanatı kendiliğinden öğrendiğini veya kendi kendisini meydana getirdiğini veyahut onu bir insanın yaptığını ve ona bu sanatı öğrettiğini veya onu hidayet edip öğreten hiçbir kuvvetin olmadığını mı zannediyorsun? Acaba basiret sahibi bir kimse örümcek denilen hayvanın miskin, zayıf ve aciz olduğundan şüphe eder mi?

………Hatta cüssesi büyük, kuvvetli görünen fil bile kendi işini idare etmekten acizdir. Bu zayıf hayvan nasıl aciz olmayacaktır? Acaba bu hayvan şekliyle, suretiyle, hareketiyle, hidayet oluşuyla, sanatındaki acayipliklerle, hikmet sahibi bir yaratanın, âlim ve kâdir bir yaratanın olduğuna şahitlik etmez mi? Basiret sahibi şu küçücük hayvanda, tedbir edici yaratanın azametinden, celâl, kudret ve hikmetinin kemâlinden öyle bir şey görür ki onun hakkında akıl sahipleri şaşakalırlar. Acaba diğer hayvanlarda neler vardır?

………Bu da sayılmayacak kadar çoktur. Çünkü hayvanların şekilleri, huyları ve tabiatları sayılı değildir. Kalplerin hayvanlara hayret etmemesi, onları görmektendir. Evet! İnsanoğlu garip bir hayvan velev ki bir böcek olsa dahi görse, hayretini mucip olur ve “Suphanallah! Bu ne acayip bir şeydir’ der. Oysa insan hayvanların en acayibidir. Buna rağmen kendi nefsine hayret etmez.

………İnsanoğlu alıştığı hayvanlara, o hayvanların şekil ve suretlerine dikkatle baksa, sonra dönüp onlardan sağlanan deri, yün ve kıllar gibi faydalara baksa, öyle faydalar ki Allah onları mahlûkları için elbise, göç etme ve yerleşmelerinde çadır olarak yaratmıştır. İçecek ve gıda maddelerini yerleştirmek için kaplarını ve ayaklarını koruyucu pabuçlarını onlardan yaratmıştır. O hayvanların sütlerini, etlerini insanlara gıda kılmıştır. Sonra onların bir kısmını binmek için süs yapmış, bir kısmını da yükleri taşıyıp uzak çölleri kat etmek için yaratmıştır.

………Evet, insan bunlara baksa, bunların yaratanının hikmetine çokça hayret eder. Çünkü o yaratan bunların bütün faydalarını derleyici ve bunların yaratılışından daha önce mevcut olan bir ilimle bunları yaratmıştır. Bütün işler düşünmeksizin, herhangi bir vezir veya müsteşardan yardım istemeksizin O’nun ilminde apaçıktır. O, ortaktan ve eksiklikten münezzehtir. Öyle ise bilen, sezen, hikmet ve kudret sahibi O’dur. O, yaratmış olduğunun en azı ile âriflerin kalplerinden tevhidi hakkındaki şehadetin doğruluğunu çıkarttı! Bu bakımdan halk için, O’nun kahrına ve kudretine baş eğmek, O’nun rab ligini kabul etmek, O’nun celâl ve azametinin marifetinden aciz olduğunu ikrar etmekten başka bir çıkar yol yoktur! Bu bakımdan hiç kimse O’na gereği gibi, O’nun kendi nefsini övdüğü gibi O’nu övemez. Bizim marifetimizin en son noktası O’nun marifetinden aciz kaldığımızı itiraf etmektir. Bu bakımdan Allah Teâlâ’dan minnet ve şefkatiyle bizi hidayetle şereflendirmesini talep ederiz!

………O’nun yüce kudretine delâlet eden ayetlerinden biri de yeryüzü kaplayan büyük Okyanus’un bir parçası olan ve yerin kıtalarını içine alan engin denizlerdir. Hatta karalar, denizlere nispeten kocaman bir denizin içindeki küçücük bir ada gibidirler.

………Yeryüzünün diğer bir kısmı ise su ile kaplıdır. Nitekim Hz.Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

………“Yeryüzü bir (ağılın veya ahırın) yeryüzündeki yeri kadardır.” (Irâkî aslını görmediğini söylemiştir.)

………Bu bakımdan bir ağılı (ahırı) bütün kürre-i arza nispet et (ve ne kadarcık olduğunu anla!) Yeryüzü, denize nispeten bir ağıl kadardır. Oysa sen yeryüzünün acayipliklerini ve onda bulunanları müşahede ettin. Şimdi denizin acayipliklerini düşün! Zira denizin genişliği yerin genişliğinin birkaç misli olduğu gibi, orada bulunan hayvan ve cevherlerin acayiplikleri de yeryüzünde gördüğün acayipliklerden kat kat daha fazladır.

………Deniz o kadar büyüktür ki onun içinde bulunan büyük hayvanların sırtları denizin dışında göründüğünde görünen hayvanlar birer ada zannedilir. Gemi yolcuları onun üzerine inerler. Bazı kereler o hayvanlar üstlerinde yakılan ateşleri hisseder, harekete geçer ve böylece onun sırtına inen insanlar onun hayvan olduğunu anlarlar. Kara hayvanlarından gerek at, gerek kuş, gerek sığır, gerek insan olsun, mutlaka denizde onların benzerleri ve birkaç katı mevcuttur. Denizde öyle cins hayvanlar vardır ki karada onların benzerleri bilinmemektedir. Deniz hayvanlarının sıfatları birkaç cilt kitapta zikredilmiştir. Deniz seyahatlerini ve acayipliklerini derlemekle meşgul olan kimseler bu konularda birçok kitaplar telif etmişlerdir.

………Sonra Allah Teâlâ’nın inciyi nasıl yaratıp su altında kabuğunda onu muhafaza ettiğine dikkat et! Allah’ın mercanı su altında, sağır taşlarda nasıl bitirdiğine dikkat et! Oysa mercan, ağaç şeklinde bir bitkidir, taşta biter. Sonra denizden çıkarılan çeşitli nefis şeyleri düşün!

………Sonra gemilerin acayipliklerine dikkat et! Allah onları su üzerinde nasıl tutmuş, insanlara gemilerde seyretmeyi nasıl müyesser kılmıştır? Yüklerini başka yerlere götürmek için gemileri onlara nasıl musahhar kılmış, sonra gemileri yürütmek için rüzgârları nasıl salıvermiş, sonra gemicilere rüzgârların esinti istikametlerini, vakitlerini ve varacakları noktaları nasıl bildirmiştir? Kısacası; Allah Teâlâ’nın denizdeki sanatının acayiplikleri birkaç cilt kitaba sığmaz.

………Bütün bundan daha acayip olan şey, su damlasının keyfiyetidir. Su, ince, lâtif, seyyal, ıslatıcı ve parçaları birbirine bitişik bir cisimdir. Sanki bir şeydir. Terkibi ince, sanki bitişik değilmiş gibi parçalanmayı gayet süratle kabul eder. Tasarrufa musahhar kılınmış, ayrılma ve bitişmeye kabiliyetlidir. Yeryüzünde bulunan hayvan bitki her şeyin hayatı ona bağlıdır. Eğer kul, su içmeye muhtaç olur da ondan menedilirse, eğer yeryüzünün bütün hazineleri malı olsa, suyu elde etmek için, tereddütsüz feda eder. Sonra insan suyu içtiğinde dışarı çıkarmaktan menedilirse yine yeryüzünün bütün hazinelerini ve bütün dünya mülkünü sarf etmekte tereddüt etmez. Âdemoğluna hayret etmek gerek! Nasıl dinar, dirhem ve cevherleri gözünde büyütür de Allah Teâlâ’nın bir yudum sudaki nimetinden gafil kalır! Oysa o bir yudum suyun içilmesine veya dışarı atılmasına muhtaç olduğunda bütün dünyayı o yolda verir! Sular; nehirler, kuyular ve denizlerin acayiplikleri hakkında derin derin düşün! Bu hususlarda tefekkür için geniş bir alan ve imkân vardır.

………Bütün bunlar belirgin deliller ve birbirini takviye eden burhanlar, hâl diliyle konuşup kendilerini yoktan var edenin celâlini izah eden, kendileri hakkındaki kemâl-i hikmetini belirten hüccetlerdir. Bu hüccetler basiret sahiplerini nağmeleriyle çağırarak her akıl sahibine şöyle haykırmaktadır: ‘Beni görmez misin? Suretimi, terkibimi, sıfatımı, faydalarımı, hallerimin değişikliğini, faydalarımın çokluğunu görmez misin? Ben kendiliğimden böyle olduğumu veya cinsimden olan birinin beni yarattığını mı zannediyorsun? Üç harften yazılı bir kelimeye bakıp bu kelimenin âlim, kudretli, iradeli ve konuşkan bir insanın sanatı olduğuna inanmaktan utanmıyor musun?’ Sonra yeryüzünün sahifeleri üzerinde ilâhî hatların yazılmış acayipliklerine bakar ki bu acayiplikler, zatı ve hareketi gözlerle görülmeyen ve yazı yeriyle birleşmesi bulunmayan ilâhî kalemle yazılmıştır. Kalp o hatların yaratıcısının celâlinden ayrılır.

………O (insanî) damla sağırlara değil, kulak ve kalp sahiplerine şöyle haykırıyor: Beni iç organların karanlığında, hayız kanına gömülmüş sanıyorsun! O vakit yüzümün üzerinde hatlar ve suret belirir ve ezelî nakkaş gözbebeğimi, kirpiklerimi, alnımı, yanak ve dudağımı nakşeder. Bu bakımdan kaşlarımın tedricî olarak, kavisli bir duruma geldiğini görürsün.

………Oysa nutfenin içinde ve dışında nakşeden birini göremezsin. Rahme gireni veya rahimden çıkanı müşahede etmezsin! Bundan ne annenin, ne babanın, ne meni damlasının ve ne de anne rahminin haberi vardır. Acaba bu nakkaş, kalem ile hayret verici bir sureti çizen ressamdan daha hayret verici değil midir?!

………Eğer bir veya iki defa (dikkatle) buna bakarsan muhakkak anlarsın! Acaba nutfenin zâhirini, bâtınını ve bütün cüzlerini nutfe ile herhangi bir teması olmadığı halde kapsayan, dâhil ve hariçten herhangi bir ittisali olmayan, suretlendirme ve nakıştan ibaret olan bu cinsi öğrenmeye gücün yetmez mi? Eğer bu acayipliklere hayret etmiyorsan ve bu sureti veren, bu nakışın nakkaşı ve bu takdirin sahibi olan zatın nakış ve sanatına hiçbir nakış ve sanatın müsavi olmadığı gibi kendisinin de benzeri olmadığını, hiçbir nakkaş ve suret vericinin ona eşit ve müsavi bulunmadığını, iki fail arasındaki mübayenet ve uzaklığın, iki fiilin arasındaki uzaklık oranında olduğunu anlayıp hayret etmiyorsan, hiç olmazsa hayret etmediğine hayret et! Çünkü buna rağmen hayret etmeyişin, her hayret verici şeyden daha hayret vericidir; zira bu açıklığa rağmen basiretini körelten, bu izaha rağmen seni bunları ayırmaktan menedenin durumuna hayret etmen gerekir. Bu bakımdan hidayet eden ve saptıran, delâlete ve inkâra götüren, şakî ve saîd yapan, dostlarının basiretlerini açıp âlemin bütün zerre ve parçalarında kendisini müşahede etmeye muvaffak kılan, düşmanlarının kalplerini köreltip izzet ve yüceliği ile onlardan cemâlini perdeleyen Allah ortaktan münezzehtir. Yaratmak, emir, minnet etmek, lütufta bulunmak, kahretmek O’na mahsustur. O’nun hükmünü geriye çeviren olmadığı gibi, kaza ve kaderini geciktiren de yoktur.

………O’nun kudretine delâlet eden ayetlerinden biri de yeryüzünün elips oluşu ve göğün derinliği arasında hapsedilen lâtif bir havadır. Rüzgârlar estiğinde ne dokunmak suretiyle cismi ve ne de bakmak suretiyle şahsı görülmeyen hava! Havanın tamamı, tek deniz gibidir.

………Kuşlar gök boşluğunda halka tutmuş, kanatlarını yapıştırmış, deniz hayvanlarının suda yüzmesi gibi kanatlarıyla orada yüzmektedirler. Deniz dalgalarının coştuğu gibi, rüzgâr estiğinde hava dalgalanmakta ve etraf sallanmaktadır. Allah Teâlâ havayı hareketlendirdiğinde ve onu şiddetle esen bir rüzgâr kıldığında, eğer dilerse, onu rahmetinin önünde gönderilen bir müjdeci yapar.

………“Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik de gökten su indirdik, böylece sizi suladık.”(Hicr/22)

………Onun hareketiyle havanın ruhu hayvan ve bitkilere yetişir. Onlar da gelişirler. Eğer dilerse o esen rüzgârı, mahlûkatın günahkârlarına azap kılar. Nitekim şöyle buyurmuştur:

………“Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık. İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu.” (Kamer/19-20)

………Sonra havanın letafetine, şiddetine ve suda tazyik yaptıkça kuvvetine bak! Üfürülmüş tulumun üzerine kuvvetli kişi var kuvvetiyle, onu suya daldırmak için basar, fakat onu suya batırmaktan aciz kalır. Oysa katı demiri suyun üzerine koysan derhal batar. Havanın, letafetine rağmen, kuvvetiyle nasıl suya dalmaktan korunduğuna dikkat et! Bu hikmete binaen Allah Teâlâ, su üzerinde gemileri durdurmuştur.

………Böylece içi boş ve içinde hava bulunan şeyler suya batmaz. Çünkü hava onu batmaktan meneder. Geminin ise, iç sathından hava ayrılmaz. Bu bakımdan ağır gemi, kuvvet ve katılığına rağmen, tıpkı kuyuya yuvarlanmaktan menedici ve kuvvetli bir kişinin eteğine asılan bir kimse gibi latif hava ile asılı kalır. Gemi, iç boşluğundan ötürü kuvvetli havanın eteklerine sarılır, yatmaktan ve batmaktan korunur. Öyle ise ağır gemiyi latif gözle görülen bir ip ve bağlanan bir düğüm olmaksızın havada tutan Allah eksikliklerden münezzehtir.

………Sonra hava boşluğunun acayipliklerine, orada beliren bulutlara, işitilen gürültülere, şimşeklere, yağmurlara, karlara, yıldızlardan kopan ateş parçalarına ve yıldırımlara bak! Bunlar gök ile yer arasındaki acayipliklerdir. Kur’an bunların cümlesine şu ayetiyle işaret etmiştir:

………“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık!” (Duhân/38)

………İşte gökler ile yer arasında olan bu havadır. Kur’an bunun tafsiline, çeşitli yerlerde işaret ederek şöyle buyurmuştur:

………“O arzda her türlü canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”  (Bakara/164)

………Nitekim gök gürültüsünü, şimşeği, bulutu, yağmuru her ele alışında bunun tafsilatına işaret etmiştir! Eğer bu cümleden nasibin yoksa sadece yağmuru görüyor, gürültüyü işitiyorsan, bu durumda hayvan da seninle ortaktır. Öyle ise, hayvanlar âleminin düşüklüğünden en yüce âleme yüksel! Gözlerinle onların zâhirini idrak etmiş oldun. O halde, zâhir gözünü kapat, bâtınî basiretinle bak ki onların acayibini ve sırlarının garibini görebilesin. Bu da hakkında tefekkürün uzadığı bir bahistir. Bunu teker teker saymak mümkün değildir.

………Kapkaranlık ve kesif bulutu düşün! Bulutlar saf saf bir boşlukta toplanır. Allah dilediği zamanda onu yaratır. O bulut, yumuşaklığına rağmen, ağır suyu taşıyıp, Allah Teâlâ ona suyu indirmek, yağmur tanelerini irade ettiği miktarda yağdırmak ve istediği şekilde göndermek iznini verinceye kadar göğün boşluğunda durur. Allah ona izin verince suyu yeryüzüne serper. Onu ayrı damlalar halinde gönderir ki damlaların biri diğerine yetişmez.

………Biri diğeriyle birleşmez. Her damla, kendisi için çizilmiş yoldan gelir ve o yoldan ayrılmaz. Ne gecikir, ne de arkadan gelen acele eder, yere tane tane düşer. Eğer geçmiş ve gelecekler bir damla su yaratmak hususunda veya bir memlekete, bir köye inen yağmur damlalarının sayısını bilmek hususunda birleşseler, cinler ve insanlar bunun hesabını yapmaktan aciz kalırlar.

………Bu bakımdan o damlaların adedini ancak onları icad eden Allah bilir. Sonra onların her damlası yeryüzünün bir yerine ve kürre-i arzda bulunan kuş, vahşi hayvan, haşereler ve yürüyen canlılar için tayin edilmiştir. O damla üzerine ilâhî zâhirî gözle idrak edilmeyen bir hat (yazı ile) ‘Filan dağın filan yerinde bulunan falanca böceğin rızkıdır. Bu su filan zamanda o böcek susadığında ona yetişecektir’ yazılmıştır.

………Bununla beraber latif sudan kaskatı dondurulmuş doluda ve atılmış pamuk gibi yağan kar tanelerinde sayılmayacak kadar acayiplikler mevcuttur.

………Bütün bunlar Kâdir ve Cebbâr olan Allah’ın fazlı, kahir ve Yaratan’ın kahrıdır. Yaratılmışlardan hiçbirinin burada dahli yoktur. Aksine O’nun mahlûkuna O’nun celâl ve azameti altında baş eğip zillet göstermekten başka bir şey düşmez. İnkârcı körler ise bunun keyfiyetini bilmemekten ve sebep ile illetini zikretmekten dolayı zanlarının oklarını atmaktan başka bir şey yapamazlar. Bu bakımdan mağrur cahil der ki: ‘Su, tabiatıyla ağır olduğundan aşağı iniyor! Suyun iniş sebebi ancak budur!’

………Cahil, bu bilginin sadece kendisine ait olduğunu zanneder ve bu bilgiyle sevinir. Oysa eğer kendisine ‘Tabiatın manası nedir? Tabiatı yaratan kimdir? Suyun tabiatını ağır olarak yaratan kimdir? Ağacın diplerine dökülen suyu ağır olmasına rağmen inceltip oradan en üst dallara çıkartan kimdir? Su nasıl önce alta sızdı, sonra damarların boşluklarından, yavaş yavaş, üste yükseldi?’ diye sorsak ne diyecek? Öyle ki su yaprakların bütün taraflarına yayılır, fakat görülmez. Ancak her yaprağın her cüzü ondan gıdalanır. Su, o yapraklara küçücük ve kılcal damarların boşluklarından girer. Yaprağın aslı olan damar, ondan kana kana içer. Sonra o büyük ve yaprağın uzunluğunda yayılmış damardan küçücük damarlar yayılır. Sanki büyük damar bir nehir gibidir, ondan yayılan küçük isale boruları ayrılır.

………Büyük damar bir nehir gibidir, ondan yayılan küçük damarlar ise, arklar gibidir. Sonra o arklardan onlardan daha küçük isale boruları ayrılır. Sonra onlardan da örümcek ağına benzer ince ve gözün görmediği ipler (damarlar) yaprağın bütün yassılığına yayılır.

………Dolayısıyla gıdalandırmak, geliştirmek, sulandırmak, tazeliği ve yeşilliği muhafaza etmek için su o damarlardan yaprağın diğer parçalarına ve meyvelerin diğer cüzlerine ulaşır. Eğer (tabiat çının dediği gibi) su, tabiatıyla daima aşağıya doğru hareket ediyorsa, acaba nasıl yukarıya çıkıyor? Eğer bu çıkış, bir çekenin çekmesiyle oluyorsa acaba onu teshîr eden kimdir? Eğer sonunda göklerin ve yerin yaratanına mülk (dünya) ve melekût (ahiret) Cebbâr’ına dayanır ve varırsa acaba başlangıçta neden ona havale edilmiyor? Bu bakımdan cahilin en son varacağı nokta, akıllının başlangıç noktasıdır.

………O’nun (büyük kudretinin) ayetlerinden biri de göklerin, yerin ve göklerde bulunan yıldızların melekûtudur. Bu, emrin tamamıdır. O halde kim her şeyi idrak edip, göklerin acayiplerini elinden kaçırırsa, her şey onun elinden kaçmış demektir. Yer, denizler, hava, göklerden başka her cisim, göklere oranla, denizde bir damla, hatta bir damladan daha küçüktür. Sonra dikkat et ki Allah Teâlâ göklerin ve yıldızların durumunu Kur’an’da nasıl büyütmüştür? Kur’an’ın hiçbir sûresi yoktur ki çeşitli ayetlerinde bu husustan söz edilmesin. Bunlara yapılan nice yeminler vardır; Kur’an’daki şu ayetler gibi:

………“Burçlara sahip göğe andolsun!” (Burûc/1)

………“Göğe ve târıka andolsun!” (Târık/1)

………“(Çeşitli) yolları bulunan göğe andolsun ki!” (Zâriyat/7)

………“Göğe ve onu bina edene kasem olsun!” (Şems/5)

………“Güneşe ve onun aydınlığına, ona tâbi olduğu zaman ay’a andolsun!” (Şems/1-2)

………“Yoo, yemin ederim o geri kalıp gizlenenlere, geri dönüp (ışık) verenlere!” (Tekvîr/15)

………“İnmekte olan yıldıza andolsun ki!” (Necm/l)

………“Yoo, yıldızların yerlerine yemin ederim! Eğer bilirseniz, bu büyük bir yemindir.” (Vâkıa/75-76)

………Böylece anlaşıldı ki necis bir damlanın acayipliklerinin marifetinden geçmiş ve gelecekler aciz kalmıştır. Allah’ın kendileriyle yemin ettikleri şeylerin marifetinden de aciz kalmışlardır. Allah’ın kendisiyle yemin ettiği şeylere rızıkları havale ve izafe etmesi hakkında ne zannediyorsun?

………“Semada rızkınız da var, uyarıldığınız (azap) da var.” (Zâriyat/22)

………Bu hususta düşünenleri överek şöyle buyurmuştur:

………“Onlar ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler!” (Âlu İmran/191)

………Hz. Peygamber (s.a) bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir:

………Bu ayeti okuyup sonra bıyığını bükene (aldırmayana) azap olsun!” (Deylemi)

………Allah Teâlâ, bunlardan yüz çevirenleri kötüleyerek şöyle buyurmuştur:

………“Göğü (düşmekten) korunmuş bir tavan yaptık. Onlarsa hâlâ O’nun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiyâ/32)

………Acaba bütün deniz ve yerlerin göklere nispeti ne olabilir? Oysa onlar yakında değişirler. Gökler ise sağlam, kuvvetli ve kıyamete kadar değişmekten korunmuştur. Onun için Allah Teâlâ göklere ‘korunmuş’ diye ad vererek şöyle buyurmuştur:

………“Göğü korunmuş bir tavan yaptık.” (Enbiya/32)

………“Üstünüze yedi sağlam (gök) bina ettik.” (Nebe/12)

………“Yaratılışca siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptı. Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi” .(Naziat/27-28)

………İzzet ve ceberrût’un acayipliklerini görmen için melekûta dikkatle bak! Zannetme ki melekûta bakışının manası gözünü oraya uzatman ve dolayısıyla göğün maviliğini, yıldızların ışık ve ayrılığını görmendir. Çünkü hayvanlar da bu bakışta seninle ortaktır. Eğer böyle bir bakış kastedilseydi Allah Teâlâ şu sözü ile Hz. İbrahim’i övmezdi:

………“Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki kesin inananlardan olsun!” (En’âm/75)

………Kur’an, göz ile idrak edilen şeyleri Mülk ve Şehadet tabiriyle ifade ediyor. Gözün görmediği şeyleri ise Gayb ve Melekût’la ifade ediyor. Allah Teâlâ gayb ve şehadetin âlimidir. Mülk ve melekûtun Cebbâr’ıdır. Hiç kimse O’nun ilminden, dileğinden başka bir şeyi ihâta edemez. O, gaybın âlimidir. Razı olduğu peygamberden başka hiç kimseyi gaybına muttali kılmaz. (Bunlar Kur’an’ın hükümleridir).

………Ey akıllı insan! Tefekkürünü melekûtta gezdir. Böylece göklerin kapısının senin için açılması ümit edilir. Dolayısıyla kalben göklerin etrafında, kalbinle arşın huzurunda duruncaya kadar devam et! İşte o zaman Hz. Ömer’in rütbesine ulaşman ümit edilir; zira o şöyle demiştir: ‘Kalbim rabbimi gördü!’

………En uzağa varmak ancak en yakını geçtikten sonra mümkündür. Sana en yakın olan şey nefsindir. Sonra merkezin olan kürre-i arzdır. Sonra seni kapsayan havadır. Sonra bitki hayvan ve yeryüzündeki şeylerdir. Sonra fezanın acayiplikleridir. O da gök ile semanın arasındaki şeylerdir. Sonra yıldızlarıyla beraber yedi göktür. Sonra kürsî sonra arş, sonra arş’ın hameleleri ve göklerin idarecileri olan meleklerdir. Sonra ondan arş, kürsî, gök, yer ve aralarındakinin sahibi olana bakmaya geçersin! Bu bakımdan seninle bunlar arasında büyük sahralar, uzun mesafeler, yüce ve geçilmesi zor geçitler vardır. Oysa sen daha diğerlerine nispeten düşük ve yakın olan geçidi bile geçmiş değilsin. O da nefsini bilmendir. Nefsini bilmediğin halde rabbinin marifetini iddia ederek ‘Rabbimi tanıdım. Kullarını tanıdım. O halde neyin hakkında düşüneyim? Neye bakayım?’ diyorsun.

………Şimdi başını kaldır göğe bak. Göğe, onun yıldızlarına, onların deveranına, doğuşuna, batışına, güneşine ve ayına bak. Doğuşların ve batışların değişik oluşuna, seyrinden herhangi bir değişiklik ve hareketinde herhangi bir gevşeme olmaksızın, daima hareket edişine bak! Bütün bunlar mukadder bir hesaba göre tertip edilmiş konaklarda cereyan ederler. Allah Teâlâ onları, Kitab’ı dürmek gibi, duruncaya kadar ne arttırır, ne de eksiltir. Yıldızların çokluğunu ve renklerinin değişikliğini düşün! Bunların bir kısmı kırmızılığa, bir kısmı da beyazlığa meyleder! Bir kısmı kurşunî renge kaymaktadır. Sonra şekillerinin değişikliğine bak! Bazıları akrep, bazıları koç, bazıları öküz, bazısı aslan, bazısı insan suretindedir. Yeryüzünde hiçbir suret yoktur ki onun misali gökte bulunmasın. Sonra güneşin bir senelik müddeti içinde feleğin etrafında dönüşüne bak! Sonra o güneş her gün doğar ve Allah Teâlâ’nın kendisi için musahhar kıldığı başka bir seyir ile batar. Eğer onun doğuş ve batışı olmasaydı gece ile gündüz oluşmaz ve zamanlar bilinmezdi.

………Kâinatı devamlı olarak ya karanlık veya aydınlık kaplardı. Dolayısıyla çalışma vakti, istirahat vaktinden ayırt edilemezdi. Allah Teâlâ’nın, geceyi nasıl örtü, uykuyu istirahat, gündüzü geçim vasıtası kıldığına dikkat et! Allah Teâlâ’nın geceyi gündüze, gündüzü geceye idhâl etmesine ve onların üzerine özel bir tertipte fazlalık ve eksikliği sokmasına dikkat et! Güneşin seyrini göğün ortasından kaydırmasına bak! Öyle ki güneşin kayışı sebebiyle, yaz, kış, bahar ve güz mevsimleri meydana geldi.

………Bu bakımdan güneş, göğün ortasındaki yolundan birazcık inse hava soğur, kış meydana gelir. Göğün ortasında bulunduğunda hararet şiddetlenir. İkisinin arasında olduğunda mevsim normale döner. Göklerin acayibinin cüzlerinden birinin binde birini saymaya dahi imkân yoktur. Bu ancak tefekkür yolu için bir uyarmadır. Kısacası, yıldızlardan hiçbiri yoktur ki yaratılışında, miktarında, şeklinde, renginde, göğe konmasında, göğün ortasına yakın ve uzak oluşunda, yanındaki yıldızlara yakınlık ve uzaklığında Allah Teâlâ’nın birçok hikmeti olmasın!

………Bedenin azalarını da bunlara kıyas et! Zira hiçbir cüz yoktur ki onda bir veya birkaç hikmet bulunmasın. Fakat göğün işi daha büyüktür. Hatta yer âlemi ile gök âlemi arasında nispet yoktur. Ne cisminin büyüklüğünde, ne de manalarının çokluğunda nispet vardır. Manaların çokluğundaki ve aralarındaki farklılığı, yerin büyüklüğündeki ve aralarındaki farklılığa kıyas et! Zira yerin büyüklüğünü ve etrafının genişliğini ve hiçbir insanın onun etraflarını dolaşmaya gücünün yetmediğini bilirsin. Oysa düşünürler ittifak etmişlerdir ki güneş, yüz altmış küsur defa yeryüzünden büyüktür. Haberlerde de güneşin büyüklüğüne delâlet eden manalar vardır. (İmam. Ahmed)

………Sonra gözünle gördüğün yıldızların en küçüğü dünyadan sekiz kat büyüktür. En büyükleri ise dünyadan yaklaşık olarak yüz yirmi kat daha büyüktür. İşte bununla yıldızların yüksekliği ve uzaklığı anlaşıldı; zira uzaklığından dolayı küçük görünmektedirler. Bunun için Allah Teâlâ onların uzaklığına işaret ederek şöyle buyurmuştur:

………“Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.” (Naziat/28)

………Haberlerde vârid olmuştur ki iki göğün arası be şyüz senelik mesafedir. (Tirmizi)

………Madem ki bir yıldız dünyadan birkaç defa daha büyüktür. O halde yıldızların çokluğuna, sonra yıldızların toplandığı göğe ve onun azametine bak! Sonra hareketinin süratine bak ki hareket ettiğini bile hissetmemektesin! Nerde kaldı ki süratini hissedesin. Fakat şüphe etme ki gök, bir anda bir yıldızın enliliği kadar mesafe kat eder; zira bir yıldızın ilk parçasının doğuşundan tamamına kadar az bir zaman vardır. Oysa o yıldız, yüz defa belki daha fazla dünyadan büyüktür. Bu bakımdan bu azıcık lâhzada, felek yüz defa yeryüzü kadar hareket etmiştir. İşte böylece, daimî olarak deveran etmektedir. Oysa sen bundan gafilsin!..

………Cebrail’in (a.s) onun hareketinin süratini nasıl ifade ettiğine dikkat et! Zira Hz. Peygamber (s.a) Cebrâil’e ‘Güneş zâil oldu mu?’ dedi. Cebrâil ‘Hayır! Evet!’ dedi, Bunun üzerine Hz. Peygamber ‘Sen nasıl hem hayır, hem evet dersin?’ dedi. Cebrâil dedi ki: ‘Hayır dememle, evet demem arasında güneş beş yüz senelik bir mesafe kat etti’.

………Bu bakımdan güneşin büyüklüğüne bak! Sonra hareketinin süratine, sonra hakîm ve yaratıcının kudretine bak! Güneşin genişliğine rağmen onu nasıl küçücük gözbebeğine sığdırmıştır? Hatta yerde oturup, gözlerini güneşe doğru açar, kürsünün hepsini görürsün.

………Bu bakımdan büyüklüğüne, yıldızların çokluğuna rağmen bu göğe değil, onun yaratanına bak ki onu nasıl yaratmış? Onu gözle görülecek bir direk olmaksızın ve askı bulunmaksızın nasıl durdurmuş? Bütün âlem bir ev gibidir, gök de onun tavanı! Bu bakımdan hayret etmen gerek. Çünkü bir zenginin evine girdiğinde o evi boyalarla, altın yaldızlarla süslenmiş görürsün. O ev hakkındaki hayretinin sonu gelmez. Durmadan onu hatırlar, hayat boyunca onun güzelliğini anlatırsın. Oysa daima şu büyük eve (kâinata), onun arzına, tavanına, havasına, mobilyasına, acayipliklerine, hayvanlarının garipliklerine, nakışlarının hayret vericiliğine bakarsın. Sonra bunun hakkında konuşmaz, kalbinle buna iltifat etmezsin! Oysa bu ev, durmadan anlattığın evden daha aşağı değildir. Oysa o anlattığın ev şu kâinat evinin en kıymetsiz parçası olan yeryüzünün bir parçasıdır. Buna rağmen kâinat evine bakmazsın. Oysa bu bakmayışın sebebi; ancak onun rabbinin evi olmasıdır. Öyle ev ki rabbin tek başına onu bina ederek tertip etmiştir. Oysa nefsini, rabbini ve rabbinin evini unutmuş, işkemben ve tenasül uzvunla meşgul olmaktasın! Senin şehvet ve haşmetinden başka bir hedefin yoktur. Bütün isteğin mideni doldurmandır. Oysa hayvanın yediğinin onda birini yemeğe muktedir değilsin.

………Bu duruma göre hayvan senden on derece üstündür. Senin haşmetten amacın da insanların sana yönelip huzurunda münafıklık yapıp aleyhindeki pis inançlarını gizlemeleridir. Eğer onlar, seni sevdiklerinde doğru söylerlerse, ne senin için, ne kendileri için fayda veya zarar vermeye, ölümü defedip hayatı celp etmeye ve kabirden kalkmaya güçleri yetmez. Bazen memleketinde Yahudi ve Hristiyanların zenginlerinden dünyevî mertebesi senin mertebenden daha fazla olanı olur. Buna rağmen sen bu gurur ile meşgul olmuş, göklerin ve yerin melekûtunun güzelliğine bakmaktan gafil olmuşsun.

………Sonra melekût ve mülkün sahibinin celâline bakmaktan alınan zevkten gafil olmuşsun. O halde senin ve aklının misali, karıncanın misali gibidir ki karınca padişahın, yüksek duvarlı, temelleri kuvvetli, cariye ve gılmanlarla süslenmiş, zahire ve güzel eşyalarla donatılmış köşklerinin birinde yapmış olduğu hücresinden çıkar. Yuvasından çıkıp arkadaşına rastladığında eğer konuşmaya gücü yetiyorsa yuvasından, gıdasından ve gıdasını nasıl depo ettiğinden başka bir şeyden konuşmaz. İçinde bulunduğu köşkün ve o köşkte bulunan padişahın haline gelince, o karınca bundan uzak ve bu hususta düşünmekten pek ırak bulunur. Zaten karınca nefsine, gıdasına ve yuvasına bakmayı bırakıp başka şeyleri düşünmeye güç yetiremez. Nasıl ki karınca, içinde bulunduğu köşkten, o köşkün taban ve tavanından, duvarlarından ve odalarından gafil ise, o köşkte duranlardan da gafildin Öyleyse sen de Allah’ın beytinden, göklerin sakinleri olan meleklerinden gafilsin. Senin göklerden bildiğin, ancak karıncanın evinin tavanından bildiği kadardır. Gök meleklerinden, ancak karıncanın senden ve evinin sakinlerinden bildiğini bilmektesin! Evet! Karıncanın seni, köşkünü ve o köşkteki sanatkârın sanatındaki garâibi bilme imkânı yoktur.

………Sen ise melekût âleminde tefekküren cevelân etmeye ve acayibini bilmeye güç yetirir ve halkın gafil kaldığı noktalara dalabilirsin. Bu bakımdan biz bu tarz incelemeden konuşma dizginini çekelim. Çünkü bu, sonu gelmez bir meydandır. Eğer biz, uzun ömürler boyunca, bunu saymaya devam etsek, Allah Teâlâ’nın bir lütuf olarak bize vermiş olduklarının izahına gücümüz yetmez.

………Bizim bütün bildiğimiz, âlimler ile velîlerin bildiğine nispeten az ve kıymetsizdir. Onların da bildikleri peygamberlerin (a.s) bildiğine nispeten az ve kıymetsizdir. Peygamberlerin de bildiğinin tamamı Hz. Peygamber’in bildiğine nispeten azdır. Bütün peygamberlerin bildikleri İsrâfil, Cebrâil ve ikisine benzer, mukarreb meleklerin bildiğine nispeten azdır.

………Sonra meleklerin, cinlerin ve insanların bütün ilimleri. Allah’ın ilmine izafe edildiğinde ona ilim adını vermeye bile müstahak değildir. Hatta ona dehşet, hayret, kusur ve acizlik demek daha uygun olur. Bu bakımdan kullarına bildiklerini öğreten Allah, sonra hepsine hitap ederek şöyle buyurmuştur:

………“Ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” (İsrâ/85)

………İşte bunlar, Allah’ın mahlûku hakkında düşünenlerin tefekkürünün cereyan ettiği cümlelerin düğümlerinin manasıdır. Bunların içinde Allah’ın zatı hakkında tefekkür yoktur. Fakat şüphesiz ki mahlûk hakkındaki tefekkürden yaratıcının marifeti, azameti, celâl ve kudreti öğretilir. Allah’ın sanatının acayipliğinin marifetini ne kadar fazla elde edersen, O’nun celâl ve azameti hakkındaki marifetin daha fazla tamamlanır. Nitekim ilmini bildiğinden ötürü bir âlimi tâzim edip, onun telif veya şiirinden garip ve acayip olan şeylere muttali olursan onun hakkındaki bilgin artar. Onun güzelliğinden ötürü ona olan hürmetin çoğalır. Hatta onun kelimelerinden her kelime, onun şiirlerinden her fıkra, senin kalbinde onun derecesini artırır. Öyle ki bu onu nefsinde büyütmeyi gerektirir.

………İşte böylece Allah’ın mahlûku, tasnif ve telifi hakkında düşün! Varlıkta her ne var ise, hepsi Allah’ın mahlûkundan ve tasnifindendir. Bunlar hakkında düşünmenin sonu gelmez. Ancak her kul için bunlardan rızık olunduğu kadarı vardır. Bu bakımdan söylediklerimizle yetinip kısa keselim. Şükür bahsinde tafsilatlı olarak bahsettiğimizi hatırlatalım. Çünkü orada Allah’ın fiiline, bize ihsan ve nimet olması hasebiyle bakmıştık.

………Bu bahiste ise, sadece Allah’ın fiili olması hasebiyle baktık. Hakkında düşündüğümüz her şeye tabiatçı bir kimse de bakar ve düşünür. Tabiatçının bakışı dalâlet ve şekavedinin sebebi olur. Muvaffak olan bir kimsenin bakışı ise hidayet ve saadetine sebep olur. Gökte ve yerde hiçbir zerre yoktur ki Allah onunla dilediği kulunu sapıtmasın ve dilediği kuluna hidayet etmesin. Bu bakımdan bu şeylere Allah’ın fiil ve sanatı olması itibarıyla bakan bir kimse, bu bakışından Allah’ın celâl ve azametinin marifetini öğrenir ve bununla hidayet olunur. Çünkü sebeplerin müsebbibine bağlanmaları bakımından değil, sadece bazısının bazısına tesir etmesi bakımından bunlara bakan bir kimse sapıtır ve helâk olur. Bu bakımdan sapıklıktan Allah’a sığınır, minnet, kerem, fazilet, cömertlik ve rahmetiyle bizi cahillerin ayaklarının kayışından korumasını dileriz. (Imam Gazali eserler ve ihya)

………Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

………Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 

Formun Altı

 


ESMA DERSLERİ – 21 – EL ĞAFFAR (50. Video)

$
0
0

368-el-gaffar……… “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

……… BismillahirRahmanirRahıym

……… Kovulmuş, taşlanmış, matrud ve mel’un öteki olan şeytanın şerrinden hayrın kaynağı, rahmetin kaynağı, şefkatin kaynağı, varlığın kaynağı, muhabbetin kaynağı Olan Allah’a sığınırım.       

……… El Ğaffar, daima bağışlayan, bağışlamaktan bıkıp usanmayan, bağışlamayı kendisine meslek olarak seçen, ama özellikle de tekrarlanan günahları bağışlayan. Bağışladığı günahın kaç kere olduğunu hesap etmeyen, sen 40 ceviz kırdın bu 41. Si demeyen. 40 ceviz kırdın değil 41. cisini kırmadığın için seni ödüllendiren ve 40 değil 40.000 ci cevizi kırsan 40.001 ci cevizine yine de acaba döner mi bana diye senden umut kesmeyen demektir El Ğaffar.

……… El Ğaffar ismi esma ül hüsna dan olduğu Kur’an la sabit isimlerden biri. Ğafr, dilde örtmek, kapatmak manasına geliyor ama bu sadece örtmek değil, korumak için örtmek. Bunun en tipik karşılığı miğferdir, miğfer askerin başına taktığı koruyucu şapka, kask. Neden takar? Kafasını örter fakat sırf örtsün diye değil korumak için. İşte Ğafr, mağfiret budur korumak için örter. Kulunu korumak için günahını örter, kulunu korumak için hatasını, ayıbını örten, Ğaffar budur.

……… Daha önce Ğafur ismini işlemiştik hatırlayacak olursanız, sanırım 8. İsimdi esma ül hüsna listemizde. Onun için Ğafur ismini işlerken özellikle lügavi ve nazari çerçeveyi de orada çizmiştik. Ben oraya atıf yapıyorum sadece bir değinip lügavi ve nazari çerçeveyi geçmek istiyorum.

……… Kur’an da 3 kelime kullanılır demiştim Allah’ın bağışı için af, safh, ğafr. Afv cezasından vazgeçmek fakat azarından değil. Bunu yaptın, bir daha yaparsan şöyle olur, bir daha yapma, bu sefer seni affediyorum, budur afv. Safh; cezasından da azarından da vazgeçmektir. Yapma olmaz mı, bu kadar. Ğafr, mağfiret ise yapmamış gibi muamele etmektir. Yüzünü kızartmamak için hiç hissettirmemek. Rabbimizden biz mağfiret dileriz, beni yapmamış say ya rabbi..! öyle örtki günahlarımı, hatalarımı, isyanlarımı, gafletlerimi, aldırmazlıklarımı, aymazlıklarımı, sürçmelerimi öyle örtki ya rabbi ne olur yüzüme vurma yüzüm kızarır. İşte biz bunu isteriz Allah’tan. Bizim Allah’tan istediğimiz bağışlanma çeşidi afv ve safh değil Ğafr dır, mağfirettir.

……… Kur’ani çerçevesine bakalım, Kur’an da bu kökten 3 isim geliyor. Ğafir, Ğafûr, Ğaffar. Ğafur’u işlemiştik, Ğafir Ğafûr’a mülhak olduğu için esma listemizde müstakil bir isim olarak gelmez. Çünkü Ğafûr olan zaten Ğafir olur. Bağışlayan hep ve sonsuzca bağışlayan dediğinizde bağışlayanı zaten demiş olursunuz. Onun için müstakil olarak gelen bir isim varsa, öteki de müstakil olarak gelmeyip hep terkip olarak geliyorsa, hiç müstakil olarak gelmiyorsa ismi failleri diğer vezinlere yani mübalağa vezinlerine mülhak sayıyoruz ilkemiz, prensibimiz bu. Dolayısıyla şimdi Ğaffar ismindeyiz.

……… Bu üç isim boşuna değil Ğafir, Ğafûr, Ğaffar. Kur’an da zulüm hakkında 3 fiil kullanılır; Zalim, zalûm, zallâm. Zalimin zulmünün panzehiri Ğafirdir. Zalûm un zulmünün panzehiri Ğafûrdur,i Zallâm ın zulmünün panzehiri Ğaffardır. Adeta zulmünüz hangi çeşit olursa olsun onun her çeşidine bir ismim vardır dercesine rabbimiz böyle bir isim silsilesi koymuş.

……… Ğaffar ismi sadece Azîz ismi ile geliyor Kur’an da. Neden acaba? Hikmeti şu olsa gerek Ğaffar tekrar tekrar bağışlamak özellikle niceliğe delalet eder niteliğe değil. Bağışlanan günahın büyüklüğünü küçüklüğünü dikkate alan bir isim değil bu, bağışlamanın tekrarını, kaç kere yapmış? 5.000 kere mi? Ben yine affederim. Bunu diyor bu isim yani niceliğini.

……… Peki, böyle bir isim Azîz olmasaydı ne olurdu? Kim daha çok affedecek yarışına girdiği için affederdi. Yani Allah’ın daha çok sayıda affetmesi, ben Allah’ım en büyük benim, en çok sayıda da ben affedeyim, bunun için affediyorum. Ama Azîz olunca en üstün ve en yüce olunca herhangi biriyle bir yarışa girmesi söz konusu değil. Dolayısıyla rabbimizin sonsuzca bağışlaması yine şefkat ve merhametindendir.

……… Burada bir anektodumu nakledeyim. İbn. Teymiye okumalarım sırasında İbn. Teymiyenin bir yerde Allah muhabbettir dediğine şahit oldum ve şaşırdım. Aslında şaşırmamak lazım, İbn. Teymiye gibi sert, celâlli, azametli bir alimin Allah muhabbettir demesi beni şaşırttı doğrusu. Ama hiçte şaşırtmaması lazım, ömrünü böyle Allah için böyle büyük bedeller ödeyebilmek için de zaten Allah’ın muhabbet olduğunu bilmek lazım. Böyle bir anektodu nakletmiş olayım dedim.

……… Kafirlere karşı Ğaffar dır Allah, Kur’an da 5 yerde kullanılıyor ve bu beş yerin üçü kâfirlere karşı Ğaffar olduğunu açıklıyor. Aman Allah’ım, ne diyeceksiniz? Ayete bakın Sad/65-66. Ayetleri;

……… Kul innema ene münzir* ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr; (Sâd/65)

……… Rabbüs Semavati vel Ardı ve ma beynehümel ‘Aziyzul Ğaffar (Sâd/66)

……… O rab ki göklerin ve yerin, daha doğrusu göklerin ve yerlerin, yer birazda söyleyişin kolaylığı için öyle gelir Kur’an da ve ma beynehümel ve bu ikisi arasındakilerin rabbidir. O kimdir biliyor musunuz El Azîz, el Ğaffar. O yücedir, Ğaffar’dır.

……… Bu ayet ne zaman nazil oldu? 9. Yılda Kur’an ın nüzulünün 9. Yılında. Müşrik Mekke’nin uyguladığı her zulüm uygulanmış. 9. Yıl nedir? Boykotun en azılı olduğu 3. Dönemi, son yılı. Müslümanlara boykot uygulanıyor, her türlü acı çektiriliyor. İşkence var, sürgün var, boykot var, tecrit var, ıstırap var, hakaret var, iftira var hatta yok etme var böyle bir ortamdayız.  Ancak bir de ne var? Müşrikler diyoruz da biz hep müşrikleri blok zannediyoruz. Müşriklerin içinde vicdansız müşrikler olduğu gibi vicdanlı müşrikler de var. Yani iman ehli oluşlar, o İslamlaşmalar nereden geliyor, bu bir süreçtir böyle, keskin bir biçimde geçmiyor insanlar. Önce içlerinde bir savaş veriyorlar, mücadele yapıyorlar.

……… İşte vicdanlı müşriklerin içinde bir muhasebe başladı, biz ne yapıyoruz ya..’ Şu çektirdiğimiz eziyetlere bak, ne yaptı bu insanlar bize? Hiçbir şey yapmadı. Bu insanlar bir şeye inanıyorlar, inandıklarının da hakk olduğunu söylüyorlar, biz ise bu insanlara şiddet uyguluyoruz, aç bırakıyoruz, öldürüyoruz, bebelerini açlıktan ölüme mahkûm ediyoruz ki Şib-i Ebi Talib’te boykotta öyle oldu. 3 günde bir bebe cenazesi çıkıyordu biliyor musunuz Müslümanların. Yani şimdi demesi kolay, anneler dillerini yavrularının ağzına veriyor muş ki em de biraz susuzluğun gitsin. Su vermiyorlar su. İlk kerbela aslında boykottu.

……… Dolayısıyla bu ayet o zaman iniyor. Ne diyor bakınız? Müşriklere iniyor üstelik te. Kul innema ene münzirun de ki ben sadece bir uyarıcıyım ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr Vâhid ve Kahhâr olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yok, bunu söylüyorum size. Ne söylüyorum ki niye bu kadar şiddet gösteriyorsunuz ki. Rabbüs Semavati vel Ard Allah size muhtaç olduğu için değil ey Mekke’nin müşrikleri. Siz hep gâvur olsanız Allah’ın neyi eksilir. Göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin rabbi o. Kâinatta üzerinde iradeli varlığın yaşadığı başka kaç tane gezegen var, kim ne biliyor ki. İnsan eşrefiyeti yeryüzü ölçeğinde geçerlidir, kâinat için konuşmak çok iddialı bir şeydir o da insanın guruna girer.

……… Niye insan bu kadar gururlanır? Durun bakalım daha güneş sistemimizin dışını bilmiyoruz. Bu manada insan biricik mi zannediyor kendisini. Bu manada insan kendisinden Allah’ın vaz geçemeyeceğini mi düşünüyor? Hayır İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fatır/16) eğer dilerse sizin kökünüzü siler yerinize yepyeni bir tür getirir diyor. Oradaki Bi halkın cediyd yepyeni bir tür manasına gelir. Getirir mi? Getirir. men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavm. (Maide/54) kim O’nun dininden yüz çevirirse O, onun yerine yepyeni bir toplum getirir. Dolayısıyla Allah için imkânsız mı var.

……… O zaman Mekke ve genelde tüm yarımada müşrikleri Allah’a inanırlardı, Müşriklerin Allah tasavvurunda ilahi esma ve sıfat diye bir şey yoktu yalnız çok ilginçtir. Müşrikler ilâhi esma ve sıfat diye bir şey gündemlerinde yok. Hatta put perestliğin özünde biraz da bu var. Eğer esma olsaydı muhtemelen puta ihtiyaç duymayacaklardı. Çünkü putlara verdikleri işlev esmanın işlevi biraz da. Onun için el menat koydular. Aslında Allah’ın Mennan ismini O’na koydular.

……… İsaf ve naile ye giderlerdi aşk problemlerini çözmek için. Problem çözmek için 2 puta gidiyorlar bunlar aşk putu idi biri erkek biri dişi. Dolayısıyla biri safa biri mervede konuşlanmıştı bu iki putun. Yani her puta yönelik bir işlev vardı, her putun duası farklıydı. Yani Allah’ın esmasının işlevini onlar putlarına yüklediler. Ah esma tasavvurları gelişseydi keşke bu kadar putperest olmazlardı en azından.

……… Allah’ın esma ül hüsnası olabileceği fikri ilk defa Kur’an la gündemlerine girdi. Allah’ın Ğaffar sıfatına sahip olduğu bu keskinlikte hiç duymamıştılar. Aklını kullanan vicdanını tüketmemiş, iradesi aktif olan müşrikler işte bu isimlerle dank etti. Bu çok önemli yani bu ayetleri duyuyorlar, zaten Allah ile bir ilişkileri yok, Allah onlar için kâinatın dışında, uzakta, putlar da aracı yani arada postalar var. Postacıları tutmuşlar çok uzak olan Allah onları ne görür, ne gözetir, ne anında müdahil olur, ne hayatlarına karışır. Böyle bir Allah inançları var, böyle bir tasavvurları var. Şah damarından daha yakın olduğunu söylemesi bu yüzden. ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) ve şah damarı ile insan rabbi arasına bir şeyi sokarsa ne olur? Şah damarını kesmiş olur değil mi? Şah damarı kesilen yaşar mı? Ölür, şah damarınızı kesmeyin diyor, benimle aranıza bir başkasını sokup ta imanınızın şah damarını, ruhunuzun şah damarını kesmeyin, yoksa ruhunuz ölür diyor, beslenmez olur daha ne desin. İşte bu çerçeve de Ğaffar ismini görünce şaşırdılar diye düşünüyorum. Kur’an bu manada söylüyor.

……… 10 yılda iniyor şu ayetler Hz. Nûh’un dilinden, Hz. Nûh Kahraman, Nûh kavmi de olumsuz kahraman. Öyle mi zannediyorsunuz? Değil, Hz. Nûh’un çağdaşı, çağdaş Nûh Hz. Muhammed AS. efendimiz. Peki karşıt kahraman kim? Mekke müşrikleri. Şimdi okuyun öyle Sümme inniy de’avtühüm cihara. (Nûh/8) sonra ben sizi açıktan açığa çok davet ettim. Sümme inniy a’lentu lehüm ve esrertu lehüm israra. (Nûh/9) sonra davetimi ilan ettim, gizliden gizliye de davet ettim, yani davetin her türünü ben size yaptım, her çeşidini denedim.

……… Ne oldu. Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara. (Nûh/10) ve dedim ki size rabbinize istiğfar edin, rabbinizden mağfiret dileyin ey zalim kavim, zira rabbiniz Ğaffar’dır. Dedi Hz. Nûh, o mübarek peygamber, nasıl yormuşlar mübareği.

……… Onun için Allah resulüne burada inşa var, bak diyor senden evvel ki Nûh’un çabasını gör. Müşriklere de uyarı var, seçin yolunuzu. Nûh kavmi gibi mi olsun akıbetiniz istiyorsunuz yoksa adam gibi mi ve Ğaffar olduğunu hatırlatarak yapıyor bunu yalnız. Gelin diyor bana affedeyim sizi. Bu kadar yaptınız değil mi? Peygamberime bu kadar eziyet ettiniz, ona iman edenlere bu kadar eziyet ettiniz, suskunluğa mahkûm ettiniz yetinmediniz, iftiraya mahkûm ettiniz yetinmediniz, alaya mahkûm ettiniz yetinmediniz, işkenceye mahkûm ettiniz yetinmediniz şimdi bir de fiili yok etmeye kalkıyorsunuz. Ama ben hepsini affedeceğim gelin diyor, daha ne desin?

……… Yine Firavunu Ğaffar’ın Ğufran’ına çağırıyor ayet bakın. Mekke döneminin 11. Yılındayız. 1. Akabe beyatı 11. Yılda. Son çare olarak Allah resulünün varlığını ortadan kaldırmaya yemin etmişler, artık ciddi ciddi düşünüyorlar, çünkü menfez açıldı. Me’hadas açıldı, yani Yesrip göründü. Şimdi bunu elimizden kaçırırsak ne yapacağız telaşı başlamış Mekke kodamanlarında.

……… İşte bu hengâmede Mü’min suresi nazil oluyor. Mü’min suresi müthiş sure, ismini veren ayetler, pasaj neden bahsediyor? Firavunun sarayında kendi imanını gizleyen bir mü’minden bahsediyor. Bu Mü’min firavunun yakın çevresinde görevli yüksek bir yönetici, fakat o güne kadar imanını gizlemiş, yani gününü bekliyor tabir caizse, rolünü oynamayı bekliyor, büyük bir rol oynayacak onu bekliyor ve işte o gün gelmiş. O gün ne zaman gelmiş? Hz. Musa’yı firavun öldürmeyi istişare ediyor. Tam işte o gün kendini açığa vuruyor bu mü’min.

……… Ne diyor? İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase ve yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk* ülaike lehüm azâbün eliym (Şûrâ/42) siz beni hem Allah’ı inkâr etmeye, hem de hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırırken ben sizleri Azîz ve Ğaffar olan Allah’a çağırıyorum diyor o Mü’min. Firavuna da diyor, etrafına da diyor ve siz rabbim Allah’tır dediği için bir kulu öldürecek misiniz diyor.

……… Aslında olayın kahramanı firavun ve o mü’min gibi geliyor değil mi? Yok aslında, Mekke de birileri var o Mü’min gibi, müşriklerin arasında duruyor, ama siz rabbim Allah’tır dediği için Muhammed’i öldürecek misiniz diyen birileri var. Tam kime karşılık geliyor biz onu bilmiyoruz, ahirette öğreneceğiz inşaAllah, ama birileri var. İşte bu ayet bundan bahsediyor.

……… Rabbimiz sadece kâfirlere karşı Ğaffar değilmiş, Müslümanlara, mü’minlere karşı da Ğaffar mış. Niye Mü’minlere karşı Ğaffar? Çünkü Mü’minin de bazen kırdığı ceviz kırkı geçer. Bakınız kullarının günahının sayısına bakmayan Allah bağışını sayıya göre mi bahşeder? Cevabı 6. Yılda indirilen ilk Ğaffar isminin geçtiği ayette.

……… Ve inniy le Ğaffarun limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda. (Tâhâ/82) Ben sınırsız affedenim diyor, kime diyor bunu? İsrail oğullarına. İsrail oğulları bunu dediğinde ne yapmışlar? Hz. Musa Sina’ya çıkmış İsrail oğullarının içinde bir kuyumcu sanatkâr var Sâmiri. Aslında İsrail oğulları ırkından değil farklı bir ırktan, Samiriyeli yani İsrail oğullarından olmayan bir grup onlara katıldı çıkarken. Ve İsrail oğulları kavmi Mısır da kuyumculukla iştigal ettikleri için Mısırlılar takılarını, şunu bilezik yap, şunu kolye yap, şunu şu yap diye getirdikleri altınları da çıkarken alıp getirmişlerdi. Yani düşmanları da olsa çalmışlar. imdi hırsızlıkla alınan altınların yani günahla alınan altınların nelere neden oluyor aslında onu da gösteriyor, haramdan helal sudur etmez diyor yani.

……… Ne olmuş? O altınları toplamış Samiri Hz. Musa Sina’da vahy alırken, bir buzağı yapmış. Buzağıyı öyle yapmış ki adam, iyi sanatkâr, rüzgâra ağzını koyduğunda içinden ses çıkaran bir sistem yapmış düzenek yapmış yani bir flüt gibi. Rüzgâra ağzını koyduğunda böğürüyormuş. Millette onun etrafında başlamış tapınmaya. Niye buzağı yapmış? Çünkü İnek Mısır firavununun ve etrafında ki insanların tanrılarından biri Hator tanrısı. O kadar köleleşmişler ki, o kadar ruhlarına sinmiş ki kölelik, kendilerine bunca eziyeti, soy kırımı uygulayan firavunun tanrısına tapmaya layık görmemişler kendilerini. Yani biz anasına değil danasına layıkız demişler. Efendilerimiz anasına tapar biz de danasına taparız.

……… Dolayısıyla Hz. Musa’ya Rabbimiz bildiriyor “Sen burada iken kavmin nelere düştü.” Ve dönünce bakıyor ki iş çok kötü. İşte orada Hz. Harun’un sakalına yapışıyor, seni ben bunların başına bırakmadım mı diyor abisi olur oysa ki. O da mülayim bir insan, ben çok uyardım diyor, bırak anamın oğlu sakalımı tutma diyor. Fakat bunlar adam değil.

……… Hz. Musa çok celalli bir peygamber, tabii izale ediyor gerekeni yapıyor, cezalandırılması gerekenleri cezalandırıyor. Ama rabbimiz Ğaffar oluşunu bu durumda onlara beyan ediyor. Yani bu kadar ceviz kırdınız İsrail oğulları, ben size şu kadar, şu kadar, şu kadar mucizevi nimetler gönderdim daha ne olsun. Ama şu halinize bakın, daha çıkar çıkmaz hani bunun soğanı sarmısağı dediniz. Ben size tevhid ve özgürlük verdim, siz soğan ve sarımsak istediniz. Mısırda ki evlerinin bahçelerinde soğan sarımsak ekiliymiş.

……… Hani biz de yapıyoruz ya bazen Müslümanı buluyoruz, olmasa da taşa düşersiniz. Buldunuz değil mi, imanı var elhamdülillâh. Ameli var elhamdülillâh, yani sadakati var elhamdülillâh. Allah’a, peygamberine sadık, Kur’an a sadık. Eee? Şu kusuru da var, biz de bizim mezhepten olsaydı, yani hani bunun soğanı dercesine. Bir de bizim tarikattan olsaydı, hani bunun sarımsağı dercesine. Allah’tan kork yahu bu kadar var yetmedi mi sana. İşte bu da soğan sarımsak isteyen İsrail oğullarına benziyor. Yani Yahudileşme temayülü dediğim şeyde bu.

……… Dolayısıyla Büyük imanı varsa onu gör, yani Tevhid ve özgürlüğü görmedin de soğan ve sarımsağın yokluğunu mu düşünüyorsun İsrail oğulları gibi. Evet işe tam orada Ğaffar ismi hatırlatılıyor.

……… Allah’ın Ğaffar isminin tecellisine mazhar olan kul, kullara karşı bağışlayıcı olur. Ğaffar isminin bizdeki tecellisi budur. Rabbinin sana ne muamele etmesini istiyorsan formül bu. Allah sana nasıl davransın istiyorsan sen de kullarına öyle davran bu kadar basit.

……… Soru? Kendilerine karşı yapılan hataları bağışlamakta zorlanan insanların sorunu nedir? Bazı insanlar bağışlamakta çok cimriler, nedir sorunu bu insanların? Temel sorunu söyleyeyim mi haddini bilmezlik. Ne alakası var diyeceksiniz haddini bilmezliğin? Bağışlamakta cimri davranmanın haddini bilmezlikle? Evet, haddini bilmezliktir. Eğer bu bana yapılır mıydı havalarındaysa diye düşünüyorsa haddini aşıyor demektir. Sen kendini ne sanıyorsun. Sana neden yapılmasın? Peygamberlere bile yapılmış, sana neden yapılmasın, sen kendini ne zannediyorsun. Allah’a yapılıyor sana neden yapılmasın. Yani Allah yüceler yücesi O’na yapılıyor O affediyor da sen kimsin?

……… Ben bunu hakaret kastıyla değil gerçekten de aynanın karşısına geçip insanın bazen düşünmesi lazım. Bazen insan kendini tanrı falan zannediyor ha..! Öyle tanrıyım demiyor tabii, bu kadar uçuk kaçık değil, bu o kadar deli değil. Ama mesela dünyayı değiştirmek istiyor, alın size bir tanrılık. Mesela bakıyorsunuz her şey mükemmel olsun, mesela bakıyorsunuz izliyor, Allah’ın Hafî ismini çalmış, çalamaz da adım adım izliyor, kocasını adım adım izleyecek, kocasının hafiyesi, Hafî ismini çalmış. Mümkin mi? Mümkin değil, onu izlettiğini neyle izleteceksin.

……… Çocuğunu adım adım izleyecek, nereye gidiyorsun, nereye çıkıyorsun..! yorar seni, yorulduğun da yanına kalır baş edemezsin. Ha bırak koy ver gitsin diyen yok tabii, ama Hafî ismini çalmaya kalkma, Allah’a havale et. Ama önce içine bir Allah’ın korkusunu koy, bilincini koy daha doğrusu, Allah şuurunu koy. Şah damarından yakın olanı fark ettir ondan sonra ısmarla Allah’a, sipariş ver Allah’a. Ya rabbi sana evladımı sipariş veriyorum, bir gör bakalım.

……… Yapamazsın, kendini Ganî zannediyor El Ganî ismini çalmış. Onun içinde bakıyorsunuz herkesi memnun etmeye çalışıyor. Edemezsin herkesi memnun etmeye çalıştıkça bir yerlerden kırar. Bir kendini bil hele, Ganî sen değilsin, ben bana yeterim havalarında, kimseden bir şey istemeyeceğim..! Haydi canım sen de. Olur mu..!

……… Aynı şey uygarlıklar için de geçerli, aynı şey milletler, kavimler içinde geçerli,  aynı şey şirketler için de geçerli, aynı şey aileler için de geçerli, ne yapıyor olursanız olun. Onun için Allah’tan rol çalmaya kalkmayın. Esmanın tecellisine medar olmak başka şey, Allah’tan rol çalmak başka bir şey.

……… Dolayısıyla bu bana yapılır mıydı? Sen kimsin ki? Sana da yapılır senden çok daha büyüklerine de yapılır. Onun için burada özellikle insanın bağışlama konusunda; Ya rabbi bu bana hata yaptı. Hani Hz. Ebu Bekir Hz. Aişe’ye iftira hadisesinde olduğu gibi. Adamı ömür boyu beslemiş, Mıstah Bin Usase, akrabası olur. Yok yoksul kimsesiz biri geçimi her şeyi hz. Ebu Bekir’in üzerine ama Hz. Aişe’ye yapılan iftirayı Medine’de en çok yayanlardan biri o. Yani boğazını beslediği Mıstah Bin Usase. Ne olacak şimdi? Ve Hz. Ebu Bekir’in çok canı yanmış bir daha ona lokma yok demiş benden çalışmaz. Çünkü aynı zamanda da haksız, iftirayı yayıyor.

……… Ayeti kerime indi Allah’ın sizi bağışlaması sizin hoşunuza gitmez mi? ResulAllah ayet inince Hz. Ebu Bekir’i çağırdı ayeti ona okudu. Hz. Ebu Bekir’in omuzları düştü, döküle döküle Ya Rabbi senin beni bağışlaman benim çok hoşuma gider, bundan sonra Mıstah Bin Usase’ye bu güne kadar verdiğimin iki katını vereceğim. Bitti…! Budur yiğitlik, yoksa size karşı yapılmayan hataları zaten bağışlasanız ne olur bağışlamasanız ne olur. Ağa kesesinden mal bağışlasanız sizin neyiniz eksilir. Size karşı yapılan hataları bağışlayacaksınız. Allah bize bu liyakati versin, kolay değil tabii, kolay değil, canı yanmış. Ha diyorsunuz ki Allah’ın Mustafa kulu sen bu dediğini böyle tam yapıyor musun? Vallahi yapamıyorum. Bazılarını bağışlayamıyorum çok zoruma gidiyor. İnşaAllah ben de bağışlayacak noktaya gelirim, amin.

……… Ya Ğaffar ya Allah sen kullarını daima bağışlayansın, bağışlamaktan bıkıp usanmayansın. Kullar birbirinin kusurunu saysa da sen kullarının kusurunu saymayansın.

……… Ya Ğaffar ya Allah, zalim olana Ğafir olan sensin, zalûm olana Ğafur olan sensin, zallâm olana Ğaffar olan sensin, bizi mağfiretine gark et ya Rahman.

……… Ya Ğaffar ya Allah, sonsuz bağışından bir damla yeter günah kirlerini temizlemeye. Sen yetmezsen eğer kula kim yeter. Ğaffar sensin bizi affet ya Ğaffar. Amin..! ya Mu’in ve selâmün alel murselîn ve selâmetün alel hazırın vel ğaibin ilâ yevmiddîn, velhamdülillâhi rabbil âlemîn..! Amin.


ESMA DERSLERİ – 21 – EL ĞAFFÂR (A)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………******************************************************

………EL ĞAFFAR

………el-Ğaffâr, ayıpları örten demektir. Hak, örtme fiilinin kendisine nispet edilmesiyle örten anlamında el-Ğafir ’dir; var olanların veya başka şeylerin perdelerini örtmesi ile de el-Gafûr ’dur.

………O, her bir günahı bakanların gözlerinden gizler ve kendisine yakın meleklerin sayfalarından siler.

………Bilinmelidir ki:

………Bu ismin hükümlerinden bazıları, korumak, kıskançlık ve muhafaza etmektir. Çünkü bu mertebede örtülenler, üç tabakada bulunurlar:

………Birincisi, günah işledikten sonra cezalandırmadan korunanlardır. Bu kısım, mağfiret edilenlerdir.

………İkinci gurup ise, günaha arzu duymadığı için günah işlemekten korunanlardır. Bu gurup, korunan kimselerdir.

………Üçüncü gurup ise, sıfatların dalgalarının coşkunluğunda boğulan, Zât nûrlarının şualarında kendini yitiren, günah ve itaatleri görmeyen kimselerdir. Bunlar ise, “masum “kimselerdir.

………Bu sınıflama, özel hakkındadır; genel hakkında ise, her şey birbirine örtüdür.

………Bunların en üstünü, Hakkın zâhirliğinin örtmesidir, şöyle ki:

………Fertler ve kevn mertebelerinin şahısları, bütünüyle, iki isim ile birliktedirler. Bu iki isim, ez-Zâhir ve el-Bâtın isimleridir. Buna göre, rüyet ve müşahede halinde el-Bâtın ismiyle birlikte olan kimsenin müşahedesinde el-Bâtın ismi ez-Zâhir ismine perde olur; ez-Zâhir ismi de, saltanatı mahallinde hükümde bulunduğu hal üzere değişmeksizin kalır.

………Aynı şekilde, müşahede ve rüyetinde ez-Zâhir ismi ile birlikte olan kimsede de ez-Zâhir ismi el- Bâtın ismine bir perde olur.

………Buna göre, el-Bâtın ismini müşahede edenler için ez-Zâhir gayb, el-Bâtın ise, onların şehadetleri; aynı şekilde, el-Bâtın ismi de zâhir ehli için gayb’dir. Binaenaleyh, zâhir ehlinin gaybı, bâtın ehlinin şehadetleri; bâtın ehlinin gaybleri ise, zâhir ehlinin şehadetidir.

………Bunların dışındakiler ise, sebep ve vasıtaların perdeleri; yaratıkların birbirlerine perde olmalarıdır. (Sadreddin Konevi-Esma-i Hüsna şerhi/67-68)

………********************************************************************

………EL GAFFÂR 

………O, iyilik yapan ve çirkini örtendir. Günahlar, Allah’ın dünyada örttüğü ve ahirette cezalandırmaktan (Kullar)  hakkında vaz geçtiği çirkinliklerdendir.

………El-Gafr, örtmek manasındadır. Allah’ın kullar hakkında birinci örttüğü ve meydana çıkarmadığı şey, bedeninin, insan gözleri tarafından tiksinilecek ayıplarıdır. O ayıplar içeri de gizlenmiş ve yüzüne vurulmamıştır. İnsanın iç yüzü ile dış yüzü arasındaki fark cidden büyüktür.

………İkincisi; bütün çirkin duygu ve temayüllerin karargâhı olarak kimse görmesin diye kalbi seçmiştir.

………Eğer kulun hatırından geçen kötü duygularına, kalbindeki çirkefliklerine başkaları muttali olacak olsalar ona hücum edip helak ederler. Allah onu bu durumdan da kurtarmıştır. İçindekileri dışa vurdurmamıştır.

………Üçüncüsü, kullar arasında rezil olmasına sebep olacak günahlarını da örtüvermesidir. Sırf günahlarının çirkinliklerini örtmek için, imanda sebat ettiği müddetçe, günahlarını sevaplara tebdil edeceğini bile vaad etmistir.

………TENBÎH :

………Kulun bu isimden alacağı ilham şudur: O’da başkalarından sadır olan hataları örter. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz.

………Allah’ın elçisi bunu Allah’ın kullarına öğretmişlerdir:

………«- Her kim bir müminin ayıbını örterse, Allah’ da kıyamette onun ayıbını örter..»

………Gıybet eden, mütecessis olan, intikam seven, uğradığı cezayı mutlaka ödetmek isteyenler tabiî ki bu vasıftan uzaktırlar. Bu güzel vasıfla bezenecekler hiç şüphe yok ki, ayıpları ifşa etmeyen, kulun ayıplarını araştırmak için arkası sıra gitmeyendir.

………Hiç kimse kusurdan hali değildir. İnsanlar arasında kemale ermiş olgun kimseler olduğu gibi zayıf karakterli kimselerde vardır.

………Çirkinliklere göz yumup da ayıbına muttali olduğu kişinin iyiliklerinden bahseden kimse bu vasfa lâyıktır. Aşağıdaki rivayet bizim bu görüşümüze ne güzel ışık tutmaktadır:

………Bir defasında’ İsa (Aleyhisselâm) havarileri ile birlikte ölmüş bir köpeğin yanından geçerler. Havariler dayanamaz:

………– Bu leş ne fena kokuyor. Derler. Hazreti İsa (A.S.) bu sözü duyunca: (Bu gibi hallerde insanların iyi taraflarını anlatmak gerektiğini öğretmek için) şöyle mukabelede bulunur:

………«Zavallı hayvanın ve güzel dişleri var..» (İ. Gazalî-Esma-i Hüsna/88-89)

………**************************************************************

………ĞAFFAR

………TAALLUK

………Kul kendisini ebedi huzursuzluğa götürecek her türlü düşünce ve hareketten korumak ve korunmak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

………TAHAKKUK

………Ğaffar, mahlûkatın yaratılışı (İcad) noktasında onların fenaya (yokluğa) düşmelerini engelleyen ve her türlü zarardan koruyandır.

………TAHALLUK

………Kul Allah’ın gizlemesini istediği şeyleri başkasından gizler. Zahiri ve batıni olarak rıza örtüsüyle nefsi muhalefetten perdeler. Sahip olduğu manevi makamın keşfinin hakikatini yerinde tutup izhar etmez. Ki böyle bir tahalluk bilinmez bir surette her şeyin ayan beyan açık olacağı ahiret yurdunda kendisini gösterecektir. İnsan böyle bir makamı fark ettiğinde bunu gerektiği yerde tutup edebe riayet edip, o manevi makamın boyutuna dikkatleri çekmemesi gerekir. Ancak Allah’ın iradesi muvafakat edip izhar ederse o başkadır. (İbn. Arabi- Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi/62)

………********************************************************************

………GÂFİR – GAFFÂR – GAFÛR

………Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

………Bu Kitabın indirilmesi, Azîz ve ‘Alîm olan Allah’tandır; günahı bağışla­yan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah’tan). O’ndan başka ilâh yoktur.” (Mü’min/3)

………Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O’dur.” (Zümer/5)

………Haber ver kullarıma; şüphesiz ben, ben bağışlayanım, esirgeyenim.” (Hicr/49

………Gâfir, Gaffâr ve Gafûr isimleri, “ga-fe-re” kökünden türemektedir. Bu kelimenin aslı örtmek, perdelemek anlamına gelir. Bu yüzden savaşta başı darbelerden korumak için giyilen şeye miğfer denilmiştir. Yine şu cümlede “Câe’l-kavmu cemmen gafirâ” (Topluluk, büyük bir kalabalık halinde ‘top­luca’ geldi) kullanıldığı gibi büyük kalabalık anlamında kullanılır. Başı örten bez parçasına da “Gaffâre” denilir. Bu kelimesinin, yaraların üzerine sürülen ve yaraların iyileşmesini sağlayan bir bitki adından geldiği de söylenmiştir. (Kurtubi)

………el-Halîmî der ki: “Gâfir, günahkarların günahını örten ve onları ceza­landırmayıp insanların önünde rezil etmeyen ve aşağılamayandır.” (Beyhaki)

………Bu anlamıyla bu isimler Allah’ın fiilî sıfatlarından sayılmaktadır. Gafr, dü­zeltmek, ıslah etmek anlamına da gelebilir. Bu yüzden “Gafertu’z-zenb” (gü­nahı bağışladım) cümlesinin “onu olabilecek şekilde düzelttim” anlamında olduğu söylenmiştir. Dolaysıyla kişinin söylediği “Allahüme’ğ-fir lî” (Allah’ım beni bağışla) sözü “Allah’ım beni ıslah et, düzelt” anlamındadır. Özetle bu isim, anlam olarak Allah’ın Afüv isminin anlamına yakındır. Afv, günahın silinmesini; ğafr, ise silinen günahın yerine nuru yerleştirmek ve kulun kusur­larını örtmek anlamını hissettirmektedir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde, şu âyette olduğu gibi birlikte zikredilmiştir. (Kurtubi)

………Hiç şüphe yok ki, Allah, Afüv’dür (affedicidir), Gafûr’dur (bağışlayıcıdır).” (Hac/60)

………el-Halîmî, Gaffâr hakkında ise şunları söyler: “Kulların günahlarını örtmede mübalağa edendir. Öyle ki, bu günahları ne dünyada ne de âhirette ortaya çıkarmaz.” (Beyhaki)

………Allah, mutlak anlamda Gâfir, Gaffâr ve Gafûr’dur. Bütün bu isimler, örtmeye, cezalandırmamaya ve aceleciliği terk etmeye delalet eder. Mağfiret, günahları örtmek demektir. Örtmek ise şimdiki zamanda ve mal üzerinde gerçekleşir. Örtmek iki türlüdür. Birisi, hakkından vazgeçmek ve günahları bağışlamaktır. Diğeri, fenalıkların üzerini örtüp başkalarının onları görmesine mani olmaktır. Dolaysıyla mağfiret (örtmek), sabır, yumuşak dav­ranma, cezalandırmada acele etmeme, ihsan ve bağış gibi Allah’ın sıfatlarını kapsadığı gibi bu sıfatların zıddı olan bütün sıfatların Allah’ta bulunmadığını da gösterir. (Kurtubi)

………ez-Züccâcî Gafûr ismi hakkında der ki: “Gafûr, çok bağışlayan, örten anlamında mübalağa ifade eder. Çünkü Allah, kullarını sadece bir kere değil defalarca bağışlar. Öyle ki, O’nun bağışlaması sayılamaz. Ancak bu müba­lağa, zatî bir sıfat değil fiili bir sıfattır.”

………el-Halîmî ise bu ismi şöyle açıklar: “Kullarının günahlarını çok örten, on­ları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır.” (Kurtubi)

………Ebû Hüreyre anlatıyor. Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim:

………“Bir kul günah işlediğinde: “Ya Rabb’i! Bir günah işledim, beni bağışla” derse Rabb’i:  “Demek kulum, günahları bağışlayan ve cezalandırmayan bir Rabb’i oldu­ğunu bildi? O halde kulumu bağışladım” der. Sonra Allah’ın dilediği kadar bir süre geçer. Kul yine bir günah işler ve: “Rabb’im! Bir günah daha işledim, beni bağışla” der. Rabb’i yine: “Demek kulum, günahları bağışlayan ve ceza­landırmayan bir Rabb’i olduğunu bildi? O halde kulumu bağışladım” der. Sonra tekrar Allah’ın dilediği kadar bir süre geçer. Kul yine bir günah işler ve: “Rabb’im! Bir günah daha işledim, beni bağışla” der. Rabb’i üç defa: ““De­mek kulum, günahları bağışlayan ve cezalandırmayan bir Rabb’i olduğunu bildi? O halde kulumu bağışladım” der ve şöyle söyler: ”Artık o, dilediğini işlesin” (Buhari- Müslim)

………Kulun Günahtan türeyen üç ismi vardır;

………1 – Zalim. Bu isim şu âyette geçer:

………Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder..” (Fatır/32)

………2 – Zalûm. Bu isim ise şu âyette geçer:

………Çünkü o (insan), çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab/72)

………3 – Zallâm. Bu da şu âyette geçer:

………Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım!” (Zümer/53)

………Günah işlemede aşırı giden kimse “Zallâm”dır. Sanki Allah şöyle söyle­mektedir: “Ey kulum! Zulmetme ve günah işlemede senin üç adın vardır. Buna karşı benim de günahları bağışlama da üç adım vardır. Eğer sen günah işleyerek ve zulmederek “zalim” olursan, tevbe ettiğinde ben de “gâfir” olu­rum. Eğer “zalûm” olursan ben de “gafûr” olurum. Eğer daha aşırı gider ve “zallâm” olursan, ben de “gaffâr” olurum. Bil ki, senin sıfatların ve günahla­rın sana yakıştığı gibi sonlu ve sınırlıdır. Oysa benim sıfatlarım ve bağışla­mam, bana yakıştığı gibi sınırsız ve sonsuzdur. Sınırsız ve sonsuz olan daima sınırlı ve sonlu olana galip gelir. Bu yüzden, ne kadar günahın olursa olsun asla bizden ümidini kesme. İçtenlikle tevbe edersen, kabul ederiz.

………Dedi ki: “Sapıklar dışında Rabb’inin rahmetinden kim umut keser?” (Hicr/56)

………Kur’an da Mağfiret ile ilgili bazı ayetler

………Kur’anı Kerimde mağfiret ile ilgili birçok ayet bulunmaktadır Kelime bu ayetlerde geçmiş zaman, gelecek zaman ve mastar olarak geçer.

………Geçmiş zaman lafzıyla Hz. Davud’ın kıssasının anlatıldığı şu ayette geçer;

………Davud gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı. Böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü. Böylece onu bağışladık” (Sad/24-25)

………Bu ayet Allah’tan mağfiret talebinde bulunup O’na yönelen herkesin mağfirete kavuşacağına işaret etmektedir.

………Gelecek zaman lafzıyla şu ayetlerde geçer;

………“Gerçekten Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise dilediğini bağışlar” (Nisa/48)

………Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar Çünkü O bağışlayandır, esirgeyendir.” (Zümer/53)

………Emir kipiyle şu ayetlerde geçer;

………Bizi affet, bizi bağışla bize merhamet et.” (Bakara/286)

………Mastar olarak ta şu ayetlerde geçer;

………Rabbimiz bağışlamanı dileriz” (Bakara/285)

………Şüphesiz senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için bağışlama sahibidir.” (Ra’d/6)

………Özetle yüce Allah bu dünyada güzellikleri ortaya çıkaran çirkinlikleri ve günahları örten ahirette ise bu çirkinlikleri cezalandırmaktan vazgeçip onları bağışlayandır.  O’nun günahları bağışlaması tam ve eksizdir. Öyle ki bağışlamanın en üst derecesinde O’nun mağfireti vardır. (Gazzali)

………Bu İsimleri Bilmenin Faydaları;

………Her Müslüman, Yüce Allah’ın mağfiret sahibi olduğunu ve yalnız O’nun bunu hak ettiğini bilmelidir. O’ndan başka kulların günahlarını bağış­layan kimse yoktur. Allah’ın bağışlamasının, günah işledikten sonra Tevbe eden kullar için geçerli olduğu Kur’an’da bizzat belirtilmektedir. Bu konuda âlimler arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Zira bu hususta Kur’an’da geçen ifadeler hususî (özel) değil, umumî (genel) anlam ifade etmektedir. Bu yüz­den günah işlemeyi terk edip Tevbe eden ve samimiyetle Rabbine yönelen kimselerin tövbesini Allah kabul eder, günahlarını bağışlar ve bu yüzden ahirette onları cezalandırmaz. İçtenlikle tevbe eden, sanki hiç günah işleme­miş gibidir. Yüce Allah şöyle buyurur:

………Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptık­ları) şeyler bağışlanacaktır.” (Enfal/38)

………Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup sonra da doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcı­yım.” (Tâhâ/82)

………Allah, günah işlemeyi terk edip samimiyetle tevbe edenin tevbesini kabul edeceğini Kur’an-ı Kerîm’in pek çok âyetinde defalarca tekrarlar. Bu konudaki nakli deliller kesinlik ifade etmektedir.

………Ancak bununla birlikte bu isimleri yalnız Ehlisünnet kabul etmekte, Kaderiyye gibi bazı bid’at ehli fırkalar, kul tevbe etmedikçe Allah’ın günahları bağışlamayacağını, tevbe etmeden ölenlerin cehennemde ebedi olarak kala­caklarını ileri sürmektedirler. Mutezile mezhebine bağlı olanlar da, bu görüşe aklın Hâkimiyetini ilave etmekte; tevbe eden kulu affetmenin ve günahını bağışlamanın Allah için bir zorunluluk olduğunu iddia etmektedirler.

………Oysa Ehlisünnet inancına göre hiçbir varlığın ve hiçbir şeyin Allah üze­rinde bir zorunluluğu yoktur. Kullar için vacip (zorunlu) olan, bağışlaması pek geniş olan Allah’tan günahlarının bağışlanmasını talep etmek ve hiçbir zaman O’ndan ümit kesmemektir. Yüce Allah birçok âyette kendisinden bağışlanma dileyenleri methetmekte ve onlardan büyük bir övgüyle söz etmektedir. Allah bu kullarını şöyle övmektedir:

………Ki onlar, seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.” (A. İmran/17)

………Gece-boyunca da pek az uyurlardı. Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” (Zariyat/17-18)

………“Ve ‘çirkin bir hayâsızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Al­lah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?”  (A. İmran/135)

………Her Müslüman, bir günah işlediğinde onu insanlardan gizlemeli ve asla açığa vurmamalıdır. Günahını yalnızca Allah’a itiraf etmeli ve O’ndan bağış­lanma dilemelidir.

………Hz. Aişe anlatıyor. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

………Kul, günahını itiraf eder ve tevbe ederse, Allah tevbesini kabul eder.” (Buhari-Müslim)

………Bir başka hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

 ………Açıktan günah işleyenler dışında ümmetimin tamamı affedilir.” (Buhari-Müslim)

………Bu isimleri bilen her Müslüman, kendi günahını örtüp gizlediği gibi, baş­kalarının da günahlarını örtüp gizlemeli ve açığa vurmamalıdır.

………Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

………Kim bir müslümanın (hata ve günahını) örterse, Allah da dünyada ve âhirette o kimsenin (hata ve günahını) örter.” (Müslim)

………Hz. Peygamber bir başka hadislerinde ise şöyle buyurur:

………Bir kul, dünyada bir kulun (ayıbını) örterse, Allah da kıyamet günü mutlaka o kulun (ayıbını) örter.” (Müslim)

………Müslüman, Allah’tan bağışlanma dilediği gibi, kendisi de başkalarının ku­sur ve hatalarını bağışlamalı ve Yüce Allah’ın şu âyetini daima hatırlamalı­dır:

………Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?” (Nûr/22) (İbn. Kesir-Kurtubî-Beyhakî-Es Sadi-İbn.Kayyim el CevziyyeEsmaü’l-Hüsna/253-258)

………*****************************************************************

………EL ĞAFFAR

        (DAİMA AFFEDEN, TEKRAREN BAĞIŞLAYAN)

………El Ğafru” ve “el Ğufran” lügatta “örtmek, gizlemek” anlamına gelmektedir. Çok bağışlayıcı olan Sübhanehu Teâlâ güzellikleri ortaya çıkaran ve çirkinlikleri örtendir. Günahlar Allah Teâlâ’nın örttüğü çirkinlikler cümlesindendir. İşte bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ günahları örtendir.

………El Esmaü’l-Hüsna ves’-sıfat adlı Allah’ın güzel isimlerini ihtiva eden kitaplarda “el Ğaffar” ismi çok çok örten manasında mübalağa ile ifade edilip “Settar” günahları örten anlmında Allah’ı vasıflar. Günahları ne dünyada ne de ahirette yüze vurur. Bir sahabeye ResulAllah’ın fısıldaşmak hakkında ne buyurduğu, neler işittiği sorulduğunda Sahabi;

………“Ben ResulAllah’ı şöyle derken işittim, “Allah mü’mine yaklaşır,, onu rahmetiyle kuşatır ayıplarını insanlardan gizler. Kendisine şöyle bir günahtan haberin var mı? Şöyle bir günahı biliyor musun? Der. Bu durum Kul günahını ikrar edinceye kadar devam eder. Artık ölünceye kadar kendi nefsinde günahını görür. Sonra Cenab-ı Hak; “Dünyada günahını örtmüştüm, bu günde de senin günahını bağışlıyorum” der ve iyilikleri verir.” Buyurdu.

………Bu durum mü’minler içindir Kâfirler ve münafıklar için tam tersi durum söz konusudur.

………Ğaffar kelimesi Kur’an ı kerimde beş ayette, beş kere şu şekilde zikredilmiştir;

………1 – Ve inniy le Ğaffarun limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda. (Tâhâ/82)

………“Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.”

………2 – Rabbüs Semavati vel Ardı ve ma beynehümel ‘Aziyzul Ğaffar. (Sad/66)

………“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan) Allah üstündür, bağışlayıcıdır”.

………3 – Halekas Semavati vel Arda Bil hakk* yükevvirulleyle alennehari ve yükevvirun nehare alelleyli ve sahhareşŞemse vel Kamer* küllün yecriy li ecelin müsemma* ela HUvel ‘Aziyzül Ğaffar. (Zümer/5)

………“Allah, gökleri ve yeri Hak ile yarattı geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ayı emri altına almıştır her biri belli bir süreye kadar akıp gider. Dikkat et O, ‘Azîz’dir ve çok bağışlayandır.”

………4 – Ted’uneniy li ekfüre Billâhi ve üşrike Bihi ma leyse liy Bihi ‘ılmun ve ene ed’uküm ilel ‘Aziyzil Ğaffar. (Mü’min/42)

………“Siz beni, Allah’ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi ‘Azîz ve çok bağışlayan Allah’a davet ediyorum.”

………5 – Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara. (Nûh/10)

………“Dedim ki; Rabbinizden mağfiret dileyin çünkü O çok bağışlayandır.”

………Bu mübarek ismin çokça zikredilmesini tavsiye ediyoruz. Çünkü bu isimde Allah’a sığınma ve ona rücu vardır.

………Bütün bunlarla birlikte Ğafir, Ğufran, Ğafur, Ğaffar; “Ğafr” Mağfiret kökünden gelmiş olup Allah hakkında kullanıldığında, Allah’ın kullarının günah ve hatalarını örtmesi ve onları azap görmekten koruması anlamına gelmektedir.

………Allah merhametlilerin en merhametlisi olup, günahta tevbe etmek ekseri ulemaya göre vaciptir. Eğer günah kul hakkında taalluk etmiyorsa bu gibi günahtan tevbenin üç şartı vardır;

………1 – O günahı yapmamak üzere azmetmek,

………2 – Günahı terk etmek,

………3 – Günahı işlediğinde içtenlikle pişman olmak.

………(Prof. İzzettin Cemel-El-Esmaü’l Hüsna/169-172)

………**********************************************************************

         EL ĞAFFAR

………El Ğaffar; Rahman ve Rahim olan Allah demektir. O, her şeyin emri ve işi elinde olan Allah’tır, çünkü O’nun yüce sıfatlarından birisi de Rahmet sıfatıdır. O, Rahîm’dir. Bunun içindir ki mağfiret O’nun bir sıfatı olup kapsamında rahmet sıfatı da bulunmaktadır. Eğer, Ğaffar olan Allah Rahman ve Rahim olmasaydı, o takdirde Ğafûr da, Ğaffar’de olamazdı.

………Lisanü-l Arap da şöyle deniliyor; “El Ğafr ve el Mağfiretuhu, günahların üzerini kapatıp örtmektir. Onları affetmek, görmezden gelmektir. Bu kökten olan El Ğaffar isminin manası ise Kullarının günahlarını örten, hatalarını ve günahlarını görmezden gelen, affeden demektir.

………Aslında Mağfiret; örtmek, üzerini kapatmak, perdelemek demektir. Allah günahlarını mağfiret etti demek, onları örttü, onlardan geçti, görmezden geldi, onların yerine daha güzel olanına, daha iyi ve daha değerli olanına baktı demektir.

………Bir yerde mağfiretten söz ediliyorsa orada her zaman ya fiili olarak veya sözlü olarak meydana gelmiş olan bir hata, bir yanlış var ki, hemen onun arkasından mağfiretten söz ediliyordur. Evet, böyle bir durum meydana gelince hatayı yapan kişi çok daha olumlu ve iyi bir iş yapmış olmalı ki o hatadan geçilmiş olsun. Her örttüğün şey onu bağışlamış olduğun manasına gelir. Günahların mağfireti demek onların örtülmesi demektir. Geçmiş olan yanlışlara karşılık işlenen ve güzel görülen bir şey sebebiyle geçmişte işleneni affetmektir, örtmektir, görmemektir. Allah Teâlâ Ğafûr’dur yani tam olarak mağfiret sahibidir demektir.

………El Ğaffar; Hatalarının çokluğuna rağmen kişiyi mutlak manada mağfiret etmekten ve bağışlamaktan hiç bıkmadan, usanmadan çok çok mağfiret eden, hep bağışlayan demektir. Çünkü bu, Rahman ve Rahîm olan Allah yeryüzünde halifeliğe aday kıldığı kullarını, fazlı ve ihsanı gereği hep ikram edendir. Zira O bağışlar, yine bağışlar. Böylece ta kıyamete dek kullarını hep bağışlar durur. Bunun sebebi mağfiretin yüce Rabbimizin güzel olan sıfatlarından olmasıdır. Bu bakımdan O, mutlak olarak Ğaffar’dır. Çünkü mağfiretinin bolluğu ve genişliği sebebiyle yeryüzünde bir halife yaratmıştır ki bu güzel sıfata uysunlar istemiştir. Zira bu, özellik ona bir damga olarak vurulmuştur. Zaten Yüce Allah’ın şu ayeti de bunu doğrulamaktadır;

………Lekad halaknel’İnsane fiy ahseni takviym. (Tiyn/4)

………Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

………Bu bakımdan el-Ğaffar, tekrar yoluyla çokluğa işaret eder. Bağışlar, arkasından yine mağfiret edip bağışlar. Böylece kulun tüm günahlarından arınana dek hep bağışlar durur. Bundan dolayı âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ederim.

………El-Ğaffar; Allah’ın güzel isimlerindendir, nefislerden umutsuzluğu kaldırır, o nefislere hep umut bahşeder ve onu Baki kılar. Bu bakımdam Ğaffar’a sarılmak, Rahan be Rahîm olan zata, Allah’a sarılmaktır, O’na bağlanmaktır. Yüce Allah şöyle buyurur;

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh* innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU HUvel ĞafûrurRahıym. (Zümer/53)

………De ki; “Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

………Bu açıklamalar çerçevesinde gördüğümüz o ki; Bu isimle alakalı olarak gelen tanımların büyük bir çoğunluğu el-Ğaffar kelimesinin es-Settar manasında olduğunu teyit etmektedirler. Bu da çokça örten kapatan manasına gelir. Ancak bununla birlikte el Ğaffar kelimesinin tam olarak bu manaya geldiğinde müttefik değiliz. Çünkü burada delalet bakımından en önemli fark el Ğaffar isminin ve es-Settar’ın manaları aşağıda görüleceği gibidir. Şöyle ki;

………El Ğaffar; Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden biridir, O, günahları sınırlar, onlara sınır koyar ve ortaya çıkarır. O günahlar için bir de ceza veya sevap koyar. Bunlardan dolayı her şey de bu hüküm ortaya koyar, tahakküm eder. Bununla beraber O dilediklerini dilediği zaman ve dilediği şekilde affeder. Çünkü el Ğaffar günahları haram kılar onu kabul etmez. Aynı zamanda onu bağışlamaz da. Ancak suç işleyenin günahını ya ondan ötürü cezalandırır veya onu mağfiret etmek suretiyle bağışlar.

………Es Settar; Bu isim üzerinde Allah’ın esmaü’l-Hüsna’sındandır diye üzerinde ittifak olunmayan bir isimdir. Yani bunun Allah’ın ismi olduğu zikredilmekle birlikte, bu ismin Yüce Allah’ın esmaü’lş Hüsna’sından olmadığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Çünkü Kur’an da buna dair herhangi bir nas yoktur. Bu sıfatla kastedilen ise, günahın saklanması, gizlenmesi ve inkârıdır. Bunun sebebi de işlenen günah yüzünden bir zarara uğramamak veya ceza çekilmesini önlemektir. Çünkü bu günahın üzerinin örtülmesi ya da saklı tutulması, o günahı tamamen ortadan kaldıramaz. Sadece onu gizlemiş olur sadece gizlemiş olur. Bununla birlikte işlenen o günah aynen yerinde durur, böylece işlediği suçun açığa çıkmamasını sağlamış olur.

………İşte bu üstünü kapatma veya gizleme olayı, ola ki halkın güzünden kaçırılmış ve olayın ortaya çıkması önlenmiş olabilir. Ancak asla uyumayan yüce Allah’ın gözünden kişinin gizledikleri saklı kalmaz. Eğer bir ceza gerekiyorsa er veya geç Allah onu verir. Çünkü işlenen suçu (Günahı) gizlemek demek onu düzeltme, ıslah etme ve bir daha işlememe yerine daha çok onu inkâra yönlendirir.

………Oysaki el Ğaffar; günahı tamamen silmektir, ebedi olarak onu ortadan kaldırmaktır. Hâlbuki ki Settar ise Allah teâlâ’nın Esma-i Hüsna’sından değildir. Böylece bu isim hakikati gizlemektedir. Ortaya çıkmaması için perdelemektir. Böylece yasalara veya örfe ya da şeriata uygun cezalandırılmaktan kurtulsun istemektedir.

………Bu kapatma veya üstünü örtme olayı insanlarla suçu işleyenler arasında ki bir durumdur. İnsanlar bilmesin istenmektedir. Bu durum tıpkı elbise giyinerek avret yerini kapatmaya benzer. Giyilen elbiseler evet, avret yerini kapatır ama onu yok edemez, ortadan kaldıramaz. Çünkü onlar yerli yerinde durmaktadır. Aksine sadece avret yerini üstünü kapatıp öylece yerinde tutmaktadır. Yoksa elbise giymele avret yerini o sayede ortadan kaldırmak gibi bir şey yoktur ya da durumu değiştirecek değildir. İşte günah ve suçun üzerinin örtülmesi de aynen böyledir. Günah veya suç üzeri örtülse bile yerli yerinde kalmış olacaktır.

………El Ğaffar ismine gelince; Bu sayede gelen mağfiret sayesinde günahtan eser kalmaz. Sicile geçen her şey tamamen bağışlanmış olur. Kişi tertemiz bir hale gelir. Mağfiret edilmesi demek aksine suç ya da günah işlemiş olan bir kimsenin o eski olumsuz olan hal ve gidişatının tamamen değişerek olumluya dönüşmesi demektir. Yani cezalandırma halinden arındırılarak bu defa sevap ile ödüllendirilecek bir konuma getirilmesi demektir.

………Bu durumda es Settar; işlenen suç ya da günahı olduğu gibi yerinde bırakan, tutan, sicilden silmeyen demektir ki böylece durumu hakkında iş tevatür derecesine varılmasın istenmiştir. Oysa ki Ğaffar kişinin durumu ıslah ederek yaptıklarına son verdirilmesi veya cezalandırılması gereken suçu, günahı silip bağışlaması demektir.

………El Ğaffar; Cezalandırma, mağfiret ve sevap işleri elinde olan demektir. Bu konuda hiçbir kimse ve güç O’nun yerine geçemez, vekâlet edemez, emri konusunda ona ortak olamaz. Bu bakımdan günahları mağfiret işi sadece bu hususlar elinde bulunan zatın işidir. O’ndan başkası bağışlayamaz. O da gerçek ortaya çıkmasından ve adaletin gerçekleşmesinden sonra olur.

………Mağfiret; affetme fiiline dayalı bir sıfattır. Nitekim affetmeye dayalı olan bir fiil de tevbe etmeye bağlıdır. Zaten rabbimizin şu ayeti de bu gerçeği bildirmektedir.

………Ve HUvelleziy yakbelüt tevbete ‘an ‘ıbadiHİ ve ya’fu ‘anis seyyiati ve ya’lemu ma tef’alun. (Şûra/25)

………Kullarının tevbesini kabul ede, kötülükleri affeden ve bütün yaptıklarımızı bilen O’dur.

………Bu demektir ki bir kul, suç veya günah işledikten sonra eğer rabbine döner ve tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah’ın rahmet kapıları hem geniştir ve hem açıktır. Kişinin işlemiş olduğu günah sebebiyle kabul edilmeye değer ve rabbini memnun edecek şekilde bir tevbe ederse, tevbe kapısı onun yüzüne kapatılmaz. Çünkü tevbe etmek demek Yüce Allah’a dönüş demektir. Bundan dolayı Allah suçunu ve günahını itiraf edenleri affeder, yüce Allah’a yönelmesi durumunda Allah onu bağışlar.

………Tevbeye dayalı olan affetme, bağışlama ve ıslah olayı mağfirete bağlıdır. Buna göre kim Allah’tan mağfiret/bağışlanma istiyorsa şu hususlara dikkat etmelidir.

………İSTİĞFAR;

………İman etmiş olan bir kimsenin fikirleri sebebiyle ya da uygun olmayacak bir amel yahut ta işlediği bir günah yüzünden mü’minler için hazırlanan mağfiret, bağışlama ve affetme gerçeğidir. Kişi tüm yaptıklarından ötürü yeniden Allah’a döner ve sığınırsa, imana aykırı olan fiillerinden vazgeçerek onlarda ısrarcı olmayarak tevbe ederse Allah Teâlâ da onun için hazırladıklarını ona ihsan eder.

………TEVBE ETMEK;

………Tevbe etmek demek, hatalarını düzeltip Allah’ı memnun edecek olan doğru işlere tutunmak ve onları işlemek demektir. Çünkü tevbe bir haktır ve bu bütün mü’minlere de farzdır.

………DOĞRU YOLA TABİ OLMAK;

………Bu Allah’ın emirlerine tutunmak yoluyla hak olan yolda yürümek, yasaklarından da uzak kalmaktır. Bir de o soylu Resulün sünnetine tabi olmaktır. Bir Müslüman çok günahkar bile olsa mutlaka kalbinin bir köşesinde Allah’a yönelme ve O’na sığınma isteği olan ve uykuda bulunan bir yönü vardır. O Allah’tan mağfiret beklemektedir, O’ndan af istemektedir.

………Bu bakımdan Müslümana düşen görev kalbinin bir köşesinde uykuda bulunan o bölümü uyandırıp harekete geçirmesidir. Evet, bunu yapmalıdır ki, o kötülüklerden ve fenalıklardan uyanmış olsun. Böylece dinimiz ve dünyamızla ilgili hassas olan konularda ki gaflet sebebiyle İslam toplumu bu gaflette olanlarla savaşsın ve onları uyandırmaya çalışmış olsunlar.

………İMAN; Delile dayalı olarak Allah’ın birliğini, O’nun ortağının olmadığını tasdik edip doğrulamaktır. O’nun bie dengi ve benzeri yoktur. O zanna dayalı bir varlık değildir Allah Teâlâ’nın indirdiği ilâhi vahiyde asla şüphe ve kuşkuya yer yoktur.

………AFFETMEK;

………Affetmek toplum arasında var olan ahlaki bir değerdir. Bu toplum arasında ki erdemliliği ortaya çıkarır. Böylece aralarında sevgi ve muhabbet oluşsun ister.

………SALİH AMEL;

………Yeryüzünde fesada ve bozgunculuğa yer bırakmayan, yanan fitne ateşini söndüren amel demektir. Böylece insanlar arasında ki ilişkiler güç kazanır ve yeryüzünde halifeliğe aday olacaklar arasında sevgi ve muhabbet tohumlarının ekilmesine hizmet eder.

………İHTİDA;

………Doğru yolu bulma ve Hak olan yola yönelmek, sırat-ı Müstakıme girmektir. Dalaletten ve doğruyu kaybettikten sonra bulduğu o doğru yolda yürümektir.

………BAĞIŞLAMAK (safh);

………Lisanü’l-Arap ta safh kelimesi; bir şeyden kaçınmak, uzak durmak olarak geçer. Bu bakımdan safh kelimesi hatalardan dönmek, hata ve suç işleyenlere karşı müsamahakâr davranmak, iradeye dayalı olarak ve kişinin yapmasına gücü yettiği takdirde, o şeyi işlemesi, halinde yapılan o yanlıştan ötürü kişiyi bağışlamaktır. Burada kişiyi bağışlamanın arkasında bir amaç bulunur. O da dünya hayatında işlenen suçun üzerinin örtülmesi ve ahiret hayatında da rahmet beklenmesidir.

………Kimileri “kişi ne diye mağfiret olunsun” diye sorarlar. Bu kimseler şunu bilsinler ki bağışlayıp temize çıkaranlar şu gerçeklere dikkat etmelidirler.

………* Mü’minlerin yüce Allah ile olan alanları oldukça geniştir.

………* Böylece asi olanlar isyanlarına devam etmesinler istenmektedir.

………* Yüce Allah kullarının hata ve kusurlarını bilmektedir ve onların bu türden yanlışlar yapacaklarını bildiğinden onları hata, masiyet ve günah işlemekten korumak istemektedir.

………* Yüce Allah yarattığı kullarını bilmektedir ve onların en güzel bir biçimde yaratılmasını ve en güzel bir şekilde olmalarını murat etmiştir.

………* Yüce Allah kimi kullarının ister istemez hata işleyeceklerini biliyor, bu durumda kullarından bazıları bu gibi şeylerde günah olmayacağını sanırlar. Biz ise bir kötü fiilin işlenmesi halinde bununla beraber mağfiret sebeplerine sarılma konusunda ittifak içindeyiz.

………* Yüce Allah biliyor ki kullarından kimileri de icbar karşısında günah işleyecekler, hata yapacaklar. İşte bu türden günahlar sebebiyle de mağfiret yolu açıktır.

………* İlâhi meşiet kanunu, esasen bağışlama kuralı üzerine kurulmuştur. Bundan istisna edilenler ise azapları kesinleşenlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;

………Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel min meziyd. (Kaf/30)

………İşte o gün cehenneme “Doldun mu” diyeceğiz. O da; “Daha ziyade (fazla) var mı” diyecek.

………Kul innema ene münzir* ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr.

………Rabbüs Semavati vel Ardı ve ma beynehümel ‘Aziyzul Ğaffar. (Sad/65-66)

………De ki; ”Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O, tek kahredici Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin de çok güçlü (el ‘Azîz) çok bağışlayan (El Ğaffar) rabbidir.”

………Burada; “Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim.” Şeklinde geçen bu ibare ile denmek istenen gerçek şudur; Kullarının kendisinden mağfiret dilemeleri ve bağışlanma istemeleri için onlara fırsat verir ve onları bu sayede bağışlamış olur. Bu arada onları uyarıp ikaz ediyor, gafletten uyansınlar istiyor. Sonlarını idrak etmelerini ve bunu kavramalarını isteyerek onları korkutuyor ki gelecek olan azabın hak olduğunu anlasınlar. Böylece kendisine emirlerine bağlanmalarını diliyor.

………Kaldı ki ibadet edilmeye ve kulluk yapılmaya O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Buna lâyık olan da bir ve tek olan, Kahhar olan, mülkünde ve emrinde şeriki ve ortağı olmayan sadece O’dur. Çünkü O Ğaffar’dır ve O her fiili işlemeye kadir olandır. Kim hidayet istiyorsa O’nun gösterdiği yola yönelsin. Bir ve tek olan, şeriki de olmayan bir rab olarak sadece O’na tevbe etsin Çünkü Yüce Allah’ın; çok güçlü (el ‘Azîz) çok bağışlayan (El Ğaffar) rabbidir” kavli şu gerçeği dişle getiriyor.

………Hakkı aziz ve güçlü kılan kendisidir. Bu itibarla hakka yardım eder ve onu zafere erdirir. Nitekim halifeyi de güçlendirip aziz kılar, hak olan her söz ve fiil konularında da ona zafer verir, yardımda bulunur. Şirk içermeyen bir hata yaptığında ise onu bağışlar. Çünkü Allah Vahid ve Ahad’dır ortağı yoktur Allah onların vasfettiklerinden münezzehtir.

………“O göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin de çok güçlü (el ‘Azîz) çok bağışlayan (El Ğaffar) rabbidir.” Kavline gelince, ayette geçen Rab ifadesi her şeyin sahibi ve maliki demektir. Çünkü; “O göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin de çok güçlü (el ‘Azîz) çok bağışlayan (El Ğaffar) rabbidir.” Kavli ile denemek istenen günahların ve hataların bağışlayıcısı, yani Ğaffaruzzunub vel-hataya olan Allah’tır. Allah her türlü eksiklikten beridir, münezzehtir.

………Çünkü el- Ğaffar olan Allah, aynı zamanda el-‘Alîm’dir. Bu bakımdan ezeli ilminde geçtiği gibi mağfirete hak kazanmış olanlar, mağfiret ve bağışlanmayı, affı O’ndan isterler. Aziz ve Celil olan yaratanın ilmi mutlaktır, sınırsızdır. İşte bu sınırsız olan ilim ile mağfiretinde ve bağışlamasında hayır olduğunu idrak eder.

………İnsanlardan öyleleri de vardır ki zulüm ve haksızlıkta ısrarcıdırlar. Günah işlemekten geri durmazlar. Kimileri de var ki bazen terk ederler sonra yeniden o yanlışa dönerler. Kimisi de bilgisizce o hataları işler durur. Allah kullarından ilmi gereği kendilerinde hayır gördüklerini yine ilmine uygun olarak mağfiret eder.

………Nebiler olsun, Resuller olsun onlar da tıpkı Allah’ın diğer kulları gibi Yüce Allah’tan mağfiret talebinde bulunurlar. Bu da gösteriyor ki insanlar hem muhtaçtırlar hem de zayıftırlar. Bu bakımdan Ğaffau’l-Kerîm olan Allah’a muhtaç olmaları kesindir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

………Kale lekad zalemeke Bi süali na’cetike ila ni’acih* ve inne kesiyren minel huletai leyebğıy ba’duhüm alâ ba’dın ilelleziyne amenû ve amilüs salihati ve kaliylün mahüm* ve zanne Davudu ennema fetennahu festağfere Rabbehu ve harre raki’an ve enab.

………Feğaferna lehu zâlik* ve inne lehu ‘ındeNA lezülfa ve husne meab. (Sad/24-25)

………(Davud) Dedi ki; “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten karışıkların (bir toplum içinde yaşayanların) çoğu birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edipte salih amel işleyenler başka Ama onlar da pek az. Davud kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı, hemen rabbinden mağfiret diledi, rükû ederek secdeye kapandı. Tevbe ederek (Allah’a) yöneldi. Biz de bu hatasını kendisine bağışladık. Gerçekten ona yanımızda bir yakınlık ve akıbet (dönüş) güzelliği vardır.”

………Kulların en faziletlilerinin ve en üstün olanlarının yapageldikleri bir görev yapmaktan biz büyüklük ve üstünlük mü taslayalım? Çünkü onlar Allah’tan mağfiret dilediler ve O’na tevbe ettiler. Biz neden yapmayalım ki?

………Müslümanlar, işledikleri ve içine daldıkları günahlar yüzünden suçlarını kabul etme konusunda hep farklı durumlar sergilediler. Uyanmaları bakımından farklılık göstermeleri de bir gerçektir. Oysa ki her Müslümanın bu konuda içine düştüğü bataklıktan uyanması ve ayıkması gerekmektedir. Çünkü bu uyanma sayesinde Müslüman Allah’tan mağfirete hak kazanmış olur. Bu da onun için o uyanma konusunda etkili azık haline gelir ki Bu durum ya işin daha da ertelemesine veya öne alınmasına da etki edebilir.

………Bu durum adeta şuna bireyin üstlendiği bir hata veya günahı tedavi konusunda izlediği yola ve uygulamaya benzer. Nitekim toplumun bakış açısı da böyledir. Öğrenim görmüş kültürlü kimselerin bulunması, çevrelerinde ki insanların ellerinden tutmaları, onları doğruya yönlendirmeleri bu konularda akıllarında ve kalplerinde var olan yıkıcı düşünmeleri onlardan ayıklamaları da böyledir.

………Bir de yaratanın içimizde var ettiği bir vicdan bulunuyor. Ki vicdanımız her insanın içinde adil bir yargıç olmasını diliyor. Bu durumda kimi insan var ki hemen vicdanının sesini duyar, bazen bir başkasının duymasından çok daha hızlı bir şekilde gerçeği kavrar. İşte bu vicdan onu dinlememiz ve ona kulak vermemiz halinde o, bizim atacağımız adımlarımızı düzeltir, bu onun görevidir. (Prof. A. Hüseyin Akil/ Esma-i Hüsna şerhi-202/210)

………*******************************************************

………EL ĞAFFAR

………“Mağfireti, bağışlaması pek çok olan.”

………“Kullarının günahlarını affetmekle örten.” Taberî

………“Tekrar tekrar affeden.” (Gazâlî)

………Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.” (Nuh/10)

………Günahlarına aldırış etmeksizin, Cennete gireceğinden emin bir halde yaşamak, büyük bir gaflet olduğu gibi, isyanlarına bakarak ‘ben artık mağfiret olunmam’ demek de büyük bir hatadır.

………Birinci hal Allah’ın gazabından emin olmak, ikincisi ise rahmetinden ümit kesmekle yeise düşmektir. İşte Ğaffar ismi, insanı yeisten kurtaran en büyük bir ümit kaynağıdır.

………İmam Gazâlî Hazretleri, Ğaffar isminin ‘kötüyü, çirkini örten’ mânâsına geldiğini zikrettikten sonra, önemli bir noktaya dikkatimizi çeker:

………“Allah, insanın yüzünü, gözünü, elini açığa çıkardığı halde; midesini, bağırsaklarını ve sair görünmesi hoş olmayan organlarını içeride yaratmıştır. Onları böylece örten Allah, kulunun günahlarını da örter”

………Yine o büyük İmam, Ğaffar ismine, ‘tekrar tekrar affeden’ mânâsı vermiştir. Bu mânâyı düşünürken, Hazreti Mevlâna’nın, bazı haddini bilmezlerce tenkit konusu yapılan bir mısrası hatırıma geldi:

………“Bin defa tövbe şişesini kırmış olsan yine gel!”

………‘Tövbe şişesini kırmak,’ günahkâr Müslümanlar için söz konusudur. Bu söz, o büyük insanın Ğaffar isminin inceliklerini çok iyi kavradığının işareti iken, maalesef çok yanlış şekilde ele alındı ve o muhterem zâta cahilce hücum edildi. Tövbesini defalarca bozan bir kul, pişman olarak Allah’ın dergâhına sığınsa ve affını dilese, Ğaffar ismi gereği, Allah bu kulu affeder. Allah’ın affettiğini kulların etmemesi, işin içine nefsin, hissin ve dar görüşlülüğün girdiğini gösterir.

………Kendisine yapılan bir kötülüğü yıllarca unutamayıp, mü’min kardeşini affetmeye yanaşmayan bir insanın, Hazreti Mevlâna’nın bu sözünü kavraması oldukça zordur.

………Ğaffar isminden nasiplenmenin birinci şartı, pişmanlık duymak, tövbe ve istiğfar ile mağfiret kapısını çalmaktır. Bir diğer şartı da, başkalarını affetmek, kusurlarını örtmektir. Affedenin, mağfiret olunması kuvvetle umulur. (Alaaddin Başar)

………******************************************************************

………EL ĞAFFAR

………el-Ğaffâr, daima affedici olup, mağfireti, bağışlaması sonsuz olan, yeniden işlenen günahları örten, setreden ve affeden demektir!

………Bu ism-i şerif, örtmek, gizlemek, kirlerden korumak için bir şeyin üstünü örtmek” anlamına gelen “ğafr” kökünden türemiştir.

………Kim bir kötülük işler, yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlanmasını dilerse, Allah’ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur.” (Nisâ/110)

………Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.), yeryüzüne Allah’ın engin rahmetini anlatmak için gönderilen o “rahmet elçisi” şöyle buyurdular:

………Canımı, kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize günah işledikten sonra af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.” (Müslim, Tevbe, 11.)

………Allah insanı bir melek olsun diye yaratmadı dostlar! Bizlere verilen nefis ile hata işlemek, günah işlemek, kusurlu, noksan olmak gibi özellikler işlendi fıtratımıza! Kulunu çok iyi bilen Cenâb-ı Hakk da bizden “melek” olmamızı istemiyor zaten. Sadece acziyetimizi bilmemizi, kibre kapılmadan, kusur işledikten sonra, af dilememizi bekliyor. İnsanı, insan yapan da işin bu tarafı zaten.

………Nefis mücadelesi ile geçecek bir ömür verilmiş elimize. Şeytan da bizi aldatmaya hazır her an! Yaradılışımızda, hırs, nefsî arzular, kıskançlık vs. hepsi var! Marifet, bunlarla savaşıp, bunları yenerek, meleklerden de üste çıkmak! Asla, “melekleşmek” değil!

………Marifet, çırpına çırpına, cehennemî ateşlerde yüreğini yaka yaka, acz içinde ağlaya ağlaya “Seni kaybetmek üzere miyim Rabbim?” diye inleye inleye “savaşmak” dostlar! İnsanlığın tâcı, Tebük seferinden dönerken, boşuna mı; ?

………Küçük cihattan büyük cihada döndük.” (Kenzu’l-Ummal, IV, 430, Hadis No: 11260.) demişti?

………O, “Ğaffar” olandır dostlar! Yarattığı kulunun bütün acziyetini bilen, şeytanın tuzaklarını gören ve kulunu bu savaşta hiç, ama hiç yalnız bırakmayandır.

………el-Ğaffâr ve er-Rahîm isimleriyle tecelli ederek, kullarına yüce kelâmıyla seslenen, binlerce ümit kapısını ardına kadar açandır O!

………Tüm peygamberlere, en büyük ihsanının mağfiret olduğunu anlattıran, onlar vasıtasıyla kullarını “af dilemeye” çağıran “Yüce Dost”tur O!

………Kur’ân-ı Kerîm’de her sûreyi besmele-i şerifeyle başlatarak, kullarına, kâinatta her noktaya, her zerreye kadar tüm evreni Rahmeti ile kuşattığını hissettiren, “Her güzel işe besmele ile başla” emri ile de, her işin rahmetle olduğunu anlatan, tek “af” ve “mağfiret kapısı”dır O, dostlar!

………Bir hadîs-i kudsîde;

………Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak tutmamış olsan Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.” (Tirmizî, Deavât, 106.) buyuran, “el-Ğaffâr’dır O!

………O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay’ı emrine âmâde kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki O, Azîz (çok güçlü olan)dir Ğaffâr (çok bağışlayıcı olan)dır.” (Zümer/5)

………“Kâinat kitabını” okuyun dostlarım! Her olayın bir “âyet” olduğunu göreceksiniz.

………Geceyi, gündüzün üstüne örten, gündüzü gecenin üstüne sarmalayan Allah “Settâr”dır dostlar!

………Kullarının günahlarını da örter, kapatır, gizler ve affeder, kendine inananı rezil etmez, düşmanlarını ona güldürmez.

………Gecelere de “Settâr” ismini işlemiştir O Yüce Yaradan!

………Geceler, bağrında, yanık yüreklilerin gözyaşlarıyla yakarışlarını gizler.

………Geceler, “af ve mağfiret” dilencilerinin göklere uzanan ellerini gizler.

………Geceler, bağrında sevdalı yüreklerin seccadelerdeki “vuslatı”nı gizler.

………Geceler, öyle bir saate şahit olarak, bağrında, Yüceler Yücesi’nin, arza rahmetiyle indiği ve

………Af dileyen yok mu affedeyim, isteyen yok mu vereyim” Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170.)

………Buyurduğu “mağfiret zamanı” nı gizler.

………“el-Ğaffâr”dır O! “el-Settâr”dır O!

………Toprağa da Settâr isminin tecellilerini işlemiş, onu “örtmek”le vazifelendirmiştir. İnsan toprağı ayakları altında çiğner, toprak ise tevazu ile kucak açar onun bedenine, ana kucağı gibi sarmalar, ebedî yolculuğuna hazırlar. Çöp gömersiniz toprağa, “Settâr” ismimin tecellisiyle, çöplerin olduğu noktadan sümbüller, güller başını uzatır dostlar! “Settâr”dır O!

………Siz, dağlar kadar günahlarla da yüklenseniz, O’nu “bir” bilir, şirksiz ibadet ederseniz -ama acziyetinizle de günahlar işleseniz de- O, sizi, toprağa “çöp” gibi girseniz bile, kıyamete bir “gül” gibi uyandırır dostlarım.

………Hem Rahmân’dır, hem Rahîm..

………Hem Ğaffâr’dır, hem Halîm…

………Hem Tevvâb’dır, hem Afüvv…

………Hem Sabûr’dur, hem de Nûr…

………Ey inananlar! Allah’tan korkun, O’nun Resûlü’ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadîd/28)

………De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Zümer/53)

………Ey Rabbim! Ey tek kapım, Ey Yaradanım! Ey beni benden iyi bilenim! “Ğaffâr” ismine sığınıyorum.

………(Tâ-Hâ/82) de: “Muhakkak ki Ben, tevbe eden, iman eden, Salih amel işleyen, böylece doğru yolda devam eden kimseyi bağışlarım.” buyuran Rabbim! Hâlık’ım, Nûr’um… Ğaffâr ismine sığınıyorum.

………(Nahl/119) da: “Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir cahillikle günah işleyip ardından tevbe eden ve durumunu düzelten kimseleri bağışlar. Şüphesiz ki Rabbin, bu tevbeden sonra Ğafûr’dur, Rahîm’dir (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir).” buyuran Rabbim! Yüreğimin, beynimin, gönlümün sahibi! “Malik-e’l-mülk” olanım! Ğaffâr ismine sığınıyorum. Dilimde “istiğfâr”, Ğaffâr ismine sığınıyorum!

………İki Cihan Serveri, gönüllerimizin Sultanı Muhammed Mustafa (S.A.) şöyle buyurdu:

………Bir kimse, istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızk verir.” (Ebû Dâvûd, Salât, 361.Hadis no: 1518; İbn Mâce, Edeb, 57. Hadis no: 3819.)

………Dilimde seyyidü’l-istiğfar duası ile Ğaffâr ismine sığınıyorum.

………Rahmân ve Rahîm isminle, Ğaffâr ve Ğafûr isminle, Tevvâb ve Afüvv isminle bağışla; mağfiret eyle yâ Rabb. Âmîn. (İbrahim Ethem Gören)

………**************************************************

         EL ĞAFFAR;

………Allah her hayırlı ve güzeli ızhar, her şerli ve çirkini de setredendir. Günah çirkindir, tevbe ise başkalarına olduğu kadar kendimize karşı da bir cürüm olan bire çirkinliğin farkına vararak onu değiştirmeye, en azından gizlemeye gayret etmektir.

………Allah tevbeleri kabul edip affedendir. Kendimizde ki ve etrafımızda ki ahengin bozulmasından suçluysak –ki bu belki de en büyük günahtır- bu günahı fark ettiysek ve onun için tekrarlamamak için azmederek Allah’ın yardımını dilenirsek, bu dilenmeyi de mahcubiyet gözyaşları ile O’nun Ğaffar isminden af isteyip yaparsak Allah bizi affeder ve belki de günahlarımızı sevaba, hasenata tebdil eder.

………Günah işleyen bir kimse lağıma düşmüş zavallı bir adama benzer. İlk yapması gereken şey nedir? Bu haldeyken başkalarıyla görüşemeyeceği gibi kendisine tahammül dahi edemez. Bu iğrenç, eza verici halini fark etmeyecek bir deli değilse, koşa koşa gidip kendini yıkayıp temizleyecektir. Derunumuzu temizlemek için gereken sabunla su; Tevbedir. İçini doldurmuş olan rezil kokuyu duyamayan, pisliği göremeyenlere yazıklar olsun.

………Tevbe sadece kul ile Allah arasındadır, başka bir kimse bilmek durumunda değildir. Ağızla dahi söylenmesi şart değildir. Allah kalplerden geçeni de bilir. Ancak tevbeye, o masiyeti tekrar işlememek için sağlam bir niyet de eşlik etmelidir. Tevbemizin kabulünün alameti ve el Ğaffar olan Allah’ın affından sonra celbetmiş olmamız gereken hal, Allah’ın o günahı tekrar etmemize müsaade etmeyişidir.

………Abdülğaffar o kuldur ki kendisine hataları affetme ve başkalarının kusurlarını örtme, gizleme vasfı, ayrıca bir hatayı hata olarak görmeme merhamet verilmiştir. Böyle bir kimse Ğaffar olan Allah’ın af buyurduğu insanlara karşı ve bu affın zuhur ettiği durumlarda bahsettiğimiz şekilde davranır. Allah resulü buyuruyor ki;

………Her kim başkasının hatasını affeder ve gizlerse Allah’ta kıyamet gününde onu affedip günahlarını örter.”

………Bir kimsenin kalbinde, etrafında gördüğü beşeri zaaflara karşı merhamet varsa ve Cuma günü Cuma namazından sonra 100 kere “Ya Ğaffar” çekerse, bir evvelki hafta içinde işlediği günahları affonulur.

………Bir kişinin kalbinde öfke ateşi parladığında hemen ya Ğaffar ı hatırlayıp zikrederse bu ateş Allah’ın izni ile sönebilir.  (T. Bekir Bayraktaroğlu- Esma-i Hüsna/64-65)

………Ve ahıru da’vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn; (Yûnus/10)

………Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.


ESMA DERSLERİ – 21 – EL ĞAFFAR (B)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*******************************************************************

         EL ĞAFFAR (Risale-i Nur’dan)

………Allah Ğaffar’dır, Ğafir’dir, Ğafûr’dur, yani Cenab-ı Hak hataları örten, günahları bağışlayan, kulunun tevbesine mağfiretle mukabele etmeyi seven ve kulunun gizli hallerini açığa vurmayan, ayıplarını gizleyen, hataları affedendir. Ğaffar-ı Rahim olan Allah kulunun günahlardan arınmasını ister. Ve kendisine bir adım bile olsa yönelişinden razı olur, mağfiret ve rahmet yollarını açar.

………Peygamber efendimizin bir hadislerinde;

………“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizin yerinize günah işleyip te hemen Allah’u Teâlâ’dan mağfiret isteyen ve Allah’ın da kendilerini bağışlayacağı bir kavim yaratırdı.” (Müslim-Tevbe)

………Buyurmak suretiyle Cenab-ı Allah’ın kulun istiğfar etmesine verdiği ehemmiyeti bildirir.

………Kul bilerek veya bilmeyerek hata eder, yanılır, sürçer, ayağı kayar, günah işler. Bu günahlarından pişman olduğu anda Cenab-ı Hakkı Ğafîr, Ğafûr, ve Ğaffar, yani hadsiz mağfiret sahibi ve bağışlayıcı bulur. Her üç isimde Kur’an da tevbe eden, iman eden ve amel-i salih içinde bulunan kullar için günahlara karşı eşsiz bir şemsiye ve bir siper hüviyetinde gelmiştir. Cenâb-ı Hak kullarının da bir birlerini bağışlamalarını ister ve affı tavsiye eder.

………Gerek Ğâfir ismi, gerekse bu ismin iki mübalağalı şekli olan Gaffâr ve Ğafûr isimleri hem Resûlullah Efendimiz tarafından bildirilmiş, hem de Kur’an da yer almıştır. Her üç isim Cevşenü?l-Kebîr’de de zikredilmiştir.

………Ayetleri inceleyelim;

………Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır. O, kötülük yapanlara işlerinin karşılığını verir. İyi davrananlara ve küçük kabahatler bir yana, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınanlara işlediklerinden daha iyisiyle karşılığını verir. Muhakkak rabbin mağrireti geniş olandır.” (Necm/31-32)

………Muhakkak ben tevbe eden, iman eden, amel-i salih işleyen ve hidayet üzere olan için Ğaffâr’ım.” (Taha/82)

………“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Azîz’dir, Ğaffâr’dır.” (Sad/23)

………“Ben sizi Azîz ve Ğaffâr olana çağırıyorum.” (Mü’min/42)

………“Kitabın indirilmesi Azîz ve ‘Alîm olan Allah katındandır. O Ğafûrü’z zenbdir. (Günahları bağışlayandır), tevbeleri kabul edendir, cezası şiddetli olandır, lütfu bol olandır. O’ndan başka İlâh yoktur, dönüş O’nadır.” (Mü’min/2-3)

………“De ki; Ey günahlara aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesi O Ğafûr’dur, Rahîm’dir. (Çok bağışlayan, çok acıyan)” (Zümer/53)

………İnsanın ömür ve gençliğinde bir çok yanlış ve batıl tercihlere girdiğini, sonunda ise elinde elem verici günahlar, zillet verici elemler ve dalâlet verici vesveselerden başka bir şey kalmadığını hatırlatan (Said Nursi) Ğaffar isminin günahların vücudunu istediğini, fakat bağışlanmak isteyen günahkâr kulun Fâtır-ı Zülcelâlin rahmetine karşı kusurunu itiraf etmesinin önemli bulunduğunu, kusurunu itiraf ederek istiğfar edenin şeytanın şerrinden kurtulacağını, Allah’a sığınacağını ve affa müstehak olacağını, Ğaffâr, Settâr, Tevvâb, ve Vehhâb isimlerinin tevbeyi ve affı istediklerini kaydeder.

………Bediüzzaman’a göre, Rahîm ismi Ğaffâr mânâsındadır. Cenâb-ı Hak mağfiret isteyen tövbe ehli kullarına çok müşfik ve çok merhametlidir. Enâniyeti bırakıp, şerden, tahripten ve nefse itimattan vazgeçerek istiğfar eden, hayır ve vücudu tevfîk-i İlâhiyeden isteyen ve tam abd olan bir kul,

………“Allah kötülükleri iyiliklere tebdil eder” (Furkan Sûresi: 70)

………Sırrına mazhar olur. Bu durumda insandaki nihâyetsiz şer kabiliyeti, nihâyetsiz hayır kabiliyetine döner ve böylece insan ahsen-i takvîm kıymetini alarak âlâ-yı illiyyîn makâmına çıkar.

………Müzminleşmiş hastalığının şiddetinden yaralarına kurt düşmüş olan Hz. Eyyüb’ün (a.s.),

………”Rabbim, zarar bana dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya/ 83)

………Şeklindeki makbul duasıyla şifa bulduğunu beyan eden, Hz. Eyyüb’ün (a.s.) bedenî yaralarının mukabili olarak bizim de iç dünyamızda rûhî ve kalbî yaralarımızın bulunduğunu kaydeder.

………Bediüzzaman’a göre, işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe kalp ve ruhumuzda yaralar açar. Hz. Eyyüb’ün (a.s.) yaraları kısacık dünya hayatını tehdit ederken; bizim mânevî yaralarımız pek uzun ebedî hayatımızı tehdit etmektedir. Hz. Eyyüb’ün (a.s.) yaptığı duaya, ondan bin defa daha muhtacız.

………Her günahı bir manevi yılan olarak niteleyen Bedîüzzaman, imanın selâmeti için bu yılanların imha edilmesinin şart olduğunu, aksi takdirde imanın mahalli olan kalbimizi mütemadiyen ısıracağını haber verir. Bu yılanı imha etmenin tek yolu da, Allah’ın mağfiretine sığınmak, yani istiğfâr etmektir. Çünkü biz günahkârız; Cenâb-ı Hak ise Ğâfirü’z-Zenbdir, yani günahları bağışlayandır.

………Yine Bediüzzaman’a göre salih amele muvaffak olamayan insan muhakkak tevbe etmeli Allah’ın mağfiretine sığınmalıdır. Yoksa Allah’ın azabından korkar ve ümitsizliğe düşer, ümitsizlik içinde bocalarken küfür lehine küçük bir işaret ve zayıf bir emare, gözüne büyük bir delil gibi görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerinde şevkiyle isyan eder. İslâm dairesinden çıkar ve şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh salih amellere muvaffak olamayanlar, ümitsizliğe düşmemek için Allah’ın Ğafûr ve Rahîm olduğunu asla aklından çıkarmamalı ve muhakkak günahlardan Allah’a sığınmalıdır.

………Yine Beziüzzaman’a göre en küçük bir yaratık, küçüklüğü ile beraber taşıdığı nakışların ve niteliklerin işaretiyle pek çok ilâhi isimleri üzerinde göstermekte, Cenab-ı Hakkı tesbih etmekte ve birliğine şehadet etmektedir.  Bütün Kâinat birden tek bir dil ile, topluca Cenab-ı Hakkı n noksanlıklardan Berî olduğunu teslim etmekte ve Allah’ın birliğine işaret etmektedir. Her bir şey kendi seviyesi nispetinde yapmakla yükümlü olduğu ibadet vazifesini tam bir itaatle yerine getirmektedir.

………Şu kâinatın özü, özeti, neticesi, nazdâr bir halifesi ve nazlı bir meyvesi olan insana gelince elbette insan bütün kâinatın ubudiyetinin aksine küfür ve şirk içine girdiğinde fevkalade çirkin görünmekte, hadsiz bir cezayı hak etmektedir. Bununla beraber Kur’an insanlığı bütünüyle ümitsizliğe atmak istememektedir. Küfür gibi hadsiz bir cinayete ve nihayetsiz çirkin bir isyana Kahhâr-ı Zülcelal’in nasıl meydan verip kâinatı insanın başına harap etmediğinin hikmetini göstermek için Kur’an;

………“Şüphesiz Allah Halîm’dir, Ğafûr’dur. (ceza vermekte acele etmeyen ve çok bağışlayan)” (İsra/44)

………Ayetiyle insana bir rica ve ümit kapısı açmıştır. Rahîm ismi, Ğafûr burcunda doğarak insanın içinde ki karanlık âlemleri ışıklandırmıştır. (Süleyman Kösmene- Risale-i Nur da esma-i Hüsna/141-144)

………************************************************************************

………EL ĞAFFAR

………Ğaffar; tekrar tekrar affeden, tekrar tekrar işlenen günahları mağfiret eden demektir, Affedip onu koruyan, onu muhafaza eden demektir. Onun güzelliğini, Hz. İnsan oluşunu muhafaza eden demektir. Miğfer; başa takılan koruyucu demektir o da oradan geliyor, kök manası aynıdır. Allah koruyor ki insanlığı bozulmasın. Ne zaman; “Ya rabbi ben sana döndüm, ben sana geliyorum, ben sende yok olmak istiyorum, ben Hz. İnsan olmak istiyorum, ben senin nurun olmak istiyorum, ben senin güzelliğinle güzel olmak istiyorum” dediğinde kapı ona açık olsun hemen kulum işi yapabilsin diye.

………Allah’ın Ğaffar ismi Kur’an da beş yerde geliyor, 3 yerde de Aziyzul Ğaffar diye gelir. Allah ‘Aziyz’dir ve Ğaffar’dır.

………Ne demek? Allah ’Aziyz’dir; bütün güç, bütün kuvvet, bütün kudret, bütün şeref Allah’a aittir. Allah seni böyle tekrar tekrar mağfiret ediyorsa sana muhtaç olduğu için değildir.  Sen ne günahınla Allah’a bir zarar verebilirsin, ne de kulluğunla Allah’a bir fayda verebilirsin, Allah’ın seni mağfiret etmesi senin içindir. Seni ‘Aziz kılmak için, şerefli kılmak için, kendinden sana şeref vermesi içindir. Onun için Aziyzul Ğaffar diye gelir.

………Bu konu ile ilgili ayetleri hep beraber alamaya çalışalım;

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Hitap peygamber efendimizedir;

………Kul innema ene münzir * ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr. (Sâd/65)

………De ki ben bir nezirim, ben bir uyarıcıyım sizi uyarıyorum, Allah beni sizi uyarmak için göndermiş. ve ma min ilâhin illAllâh sizin Allah’tan başka ilâhınız yoktur, sizin ilâhınız Allah’tır, sizi bununla uyarıyor. İlâh deyince bütün isimleriyle beraber, Rahman olan O’dur, Kerîm olan O’dur, ‘Afûv olan O’dur, Vekîl olan O’dur.. bütün isimleri böyle. Bu isimleri başkalarına vermeyin. el Vâhid’ül Kahhâr.  Allah Vâhid ve Kahhâr’dır. Bütün isimler O’na aittir. Ehad zatında tek olandır, Vâhid sıfatlarında, isimlerinde tek olandır. Bütün isimler Allah’a aittir dedi.

………Bununla beraber Allah Kahhâr’dır. Ne demek? Vâhid’den sonra Kahhâr’ın gelmesi ne demek? Eğer biri bu isimlerinden birine sahip çıkmaya kalkışırsa, bir başkasına verirse onu kahrederim. Nasıl kahreder? O ismi alarak, o ismin Allah’a ait olduğunu göstererek onu kahrederim dedi.

………İnsan Allah’ın isimlerine sahip çıkıyor mu? Evet, sahip çıkıyor. Ben İlah’ım demez, ben Allah’ım demez ama diğer isimlerinden bilmeden, farkına varmadan bakıyorsun ki sahip çıkmış. Ben anlatayım bakalım sahip çıkıyor mu çıkmıyor mu? Mesela der ki ben bütün insanlara rahmet edeceğim, herkese merhametimle muamele edeceğim, herkesi rahmetin içine koyacağım. Sen Allah değilsin Rahman ve Rahim olan Allah’tır.

………Herkes Rahat etsin herkese yardım edeceğim. Kim benden yardım isterse ben ona yardım edeceğim. Sen Kerîm olamazsın, bu sıfat Allah’a ait Allah’ın sana ikram ettiği kadarıyla bu ikramı yaparsın, bir kul olarak, bir abd olarak bu ismi üzerinde gösterebilirsin ama ben herkese yardım ederim dediğinde Allah’ın ismine sahip çıkmış oldun.

………Ben herkesi doyurayım, sen Rezzâk değilsin bunu böyle söylemeye hakkın yoktur. Gücün kadar, Allah sana ne kadar ikram etmişse bir kul olarak bunu yapmaya çalışman lazım hepsi bu.

………Ya da ben Hâdi’yim, hidayeti ben veririm. Sen Hâdi değilsin Hâdi Allah’tır. Allah kime dilerse hidayeti onunla verir. Sen kulluğunu yapmaya bak hidayete vesile olmaya çalış, ama sen Hâdi değilsin, senin böyle bir sıfatın yoktur, bu sıfat Allah’a ait bir sıfattır.

………Ya da biz dünyayı cennete çevireceğiz, sen İlah’lık iddia ediyorsun, böyle bir şey var mıdır? Söylediğinin farkında değildir.

………Ya da Mehdi gelecek hepimizi kurtaracak dünyayı cennet yapacak. Ne bu? Medine’dir. Haydi bakalım. Ayıp denen bir şey vardır, önce iman etmeye çalışmak lazım, önce mü’min olmak lazım, haddini bilmek lazım önce, Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmek lazım.

………Kim böyle yaparsa onu kahrederim, rezil ederim dedi. Öyle olmadığını ona gösteririm onu kahrederim dedi. Devam ediyor;

………Rabbüs Semavati vel Ardı ve ma beynehümel ‘Aziyzul Ğaffar. (Sâd/66)

………Rabbüs Semavati vel Ard O Allah göklerin ve yerlerin rabbidir, sahibidir, terbiye edicisidir, koruyucusudur, gerektiğinde muameleyi yapan O’dur. ve ma beynehüme ikisi arasında her ne varsa hepsinin rabbi O’dur. Mülkün sahibi benim dedi. Yerin, göğün, ikisi arasında ne varsa hepsinin sahibi benim dedi. Kimse böyle bir yanlışa kalkışmasın, böyle bir şeyi aklından, gönlünden, nefsinden geçirmesin, bu saygısızlığı yapmasın dedi. Kulluğunu bilsin, acziyetini bilsin. el ‘Aziyzul Ğaffar. Bununla beraber O ‘Aziz ve Ğaffâr’dır. Bütün kuvvet, bütün güç bütün şeref, bütün izzet O’na aittir. Bunula beraber O Ğaffar’dır dedi. Yanlışınızı, tekrar tekrar yaptığınız yanlışları affeder, siler, olmamış gibi muamele eder. O’nun hiçbir şekilde size ihtiyacı yoktur sizin O’na ihtiyacınız vardır. Eğer haddinizi bilirseniz o sizi şereflendirir, izzetlendirir, mağfiret eder. Bu mağfiretiyle beraber size şerefi, izzeti ikram eder, sizi şerefli kılar. Neye karşılık? Ona hiçbir şeyi şirk koşmamaya karşılık. Yerin, göğün, ikisi arasındakilerin rabbi olduğuna iman etmeye karşılık, kabul etmeye karşılık, boyun bükmeye karşılık. Lâ ilâhe illallah demeye karşılık, O’nun Vâhid ve Kahhar olduğunu bilip iman etmeye karşılık, O’ndan haşyet duymaya karşılık.

………Ve inniy le Ğaffarun limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda. (Taha/82)

………Ve inniy le Ğaffarun limen tabe bununla beraber dedi ben Ğaffar’ım. Allah kendini Ğaffar diye takdim etti. Tekrar tekrar yaptığınız yanlışları, günahları affederim, olmamış gibi silerim. Yeter ki siz benim Ğaffar olduğumu kabul edin. Ya rabbi beni Mağfiret et deyin, ben Ğaffar’ım dedi.

………Limen tabe; Kimin için? Tevbe edenler bana dönenler için, ya Rabbi sana döndüm. Tevbe dönmek demek, sana döndüm bana mağfiret et. Artık bu yanlışları yapmayacağım, yapmak istemiyorum, düşmek istemiyorum bana mağfiret et.

………ve amene ve amile salihan bununla beraber iman edip eğer salih amel işlerse sümmehteda. Sonra hidayette olursa onun için Ğaffar ismimle tecelli edeceğim. Tevbe eder dönerse, mağfiretimi isterse, iman edip salih amel işler hidayette durursa, sırat-ı Müstakım de durursa, hidayetiyle beraber yolu takip ederse onun işlediği günah ne olursa olsun Ğaffar olarak ben Ğaffar’ım, onun için tecelli edeceğim.

………Halekas Semavati vel Arda Bil hakk* yükevvirulleyle alennehari ve yükevvirun nehare alelleyli ve sahhareşŞemse vel Kamer* küllün yecriy li ecelin müsemma* ela HUvel ‘Aziyzül Ğaffar. (Zümer/5)

………Halekas Semavati vel Arda Bil hakk Gökleri, yeri Allah Hak ile yaratmıştır, hepsinin bir vazifesi, hepsinde Allah’ın bir muradı vardır. yükevvirulleyle alennehar O geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü gece ile örtüyor. ve yükevvirun nehare alelleyli Gündüzü de gece ile sarıyor, gece ile örtüyor. Yani gece ile gündüzü peş peşe getiriyor, biri gelip ötekini örtüyor, kapatıyor. ve sahhareşŞemse vel Kamer Güneşi ve ayı musahhar kılmıştır, O’nun emrinde, O’nun hükmündedir. küllün yecriy li ecelin müsemma her birinin, hepsinin Allah’ın kendisine tayin ettiği zamana kadar, ecelleri gelinceye kadar her biri bir yolda akarlar, hareket ederler. ela HUvel ‘Aziyzül Ğaffar Dikkat edin dedi, aklınızı başınıza toplayın Allah ‘Azîz ve Ğaffar’dır, Allah mülkün sahibidir, her şeyi yapan O’dur. Geceyi gündüzün gündüzü gecenin üzerine saran O’dur.

………Ne demek bu? Bir zahiri olarak bu böyledir, bir de insan denen kâinat vardır. Onun gönlünde gece ve gündüz vardır. Kim aydınlanmak isterse Allah onu aydınlatır, gönlünü gündüze çevirir. Ama kim de karanlıkta kalmak isterse Allah’ın nurundan mahrum kalır, gönlü geceye döner. Bunu yapan Allah’tır. Neye göre? Kulun dilemesine, istemesine göredir. Eğer sen gönlünü günahlarla geceye çevirmişsen, karartmışsan yapman gereken şey Ğaffar olan Allah’tan mağfiret dilemektir. Aydınlanmasını gündüze dönmesini istiyorsan ne yapman lazım? Ğaffar olan Allah’tan mağfiret dilemen lazım. ‘Azîz olan Allah’tan izzet dilemen lazım.

………Men ‘amile seyyieten fela yücza illâ misleha* ve men ‘amile salihan min zekerin ev ünsâ ve huve mu’minun feülaike yedhulunel cennete yurzekune fiyha Bi ğayri hisab. (Mü’min/40)

………Men ‘amile seyyieten fela yücza illâ misleha Her kim ki bir kötülük bir yanlış, bir günah yaparsa, onun karşılığı ancak onun misli gibi bir cezadır. Bir günaha misliyle karşılık ceza verilir. ve men ‘amile salihan her kim de salih bir amel işlerse min zekerin ev ünsâ ister erkek olsun ister kadın olsun salih amel işlerse ve huve mu’minun yalnız şart koydu oraya ve o eğer mü’minse, mü’min olarak salih amel işlerse feülaike yedhulunel cenneh onlar cennete girer, Allah onları cennete koyar. Mü’minse ve salih amel işliyorsa bu salih amelinin karşılığı cennettir, onlar cennete girer. yurzekune fiyha Bi ğayri hisab Allah orada onlara hesapsız, sınırsız rızık verir, rızıklandırır, ikram eder onlara,

………Ve ya kavmi maliy ed’uküm ilennecati ve ted’uneniy ilen nar. (Mü’min/41)

………Ve ya kavmi maliy ed’uküm ilennecat Peygamberin hitabıdır bu ey kavmim ben sizi necad’a kurtuluşa davet ediyorum ve ted’uneniy ilen nar siz de beni ateşe davet ediyorsunuz. Allah kurtuluşa davet ediyor, peygamberi kurtuluşa davet ediyor, peygamberlerle beraber olanlar kurtuluşa davet ediyorlar, karşısındakilerde ateşe davet ediyor.

………Ted’uneniy li ekfüre Billâhi ve üşrike Bihi ma leyse liy Bihi ‘ılmun ve ene ed’uküm ilel ‘Aziyzil Ğaffar. (Mü’min/42)

………Ted’uneniy li ekfüre Billâhi ve üşrike Bih siz beni Allah’ı inkâr etmeye, Allah’a şirk koşmaya davet ediyorsunuz. ma leyse liy Bihi ‘ılmun Hem de hiçbir şeyi olmayan bir şeyi Allah’a şirk koşmaya davet ediyorsunuz beni. Yani bir zanla ilimden hiçbir şeyi olmayan, akla mantığa uymayan bir şeyle beni Allah’a şirk koşmaya davet ediyorsunuz. ve ene ed’uküm ilel ‘Aziyzil Ğaffar Ben de sizi ‘Azîz ve Ğaffar olan Allah’a davet ediyorum, Allah’ın mağfiretine, Allah ile şerefli olmaya davet ediyorum, izzetine şerefine davet ediyorum.

………Bakacağız, birbirimizi ‘Azîz ve Ğaffar olana mı davet ediyoruz, yoksa Allah’a şirk koşmaya mı davet ediyoruz. Her birimiz kendi hesabımızı kendimiz yapacağız, hükmü de kendimiz vereceğiz.

………Ve inniy küllema de’avtühüm litağfire lehüm ce’alu esabi’ahüm fiy azânihim vestağşev siyabehüm ve esarru vestekberustikbâra. (Nûh/7)

………Ve inniy küllema de’avtühüm litağfire lehüm Yine Allah peygamberden naklediyor. Ne diyor Hz. Nûh AS.; Ben onları senin onları mağfiret etmen için davet ettim ama onlar ce’alu esabi’ahüm fiy azânihim onlar parmaklarını kendi kulaklarına tıkadılar. vestağşev siyabehüm elbiselerine büründüler. Zahiri elbise değil, manevi elbiselerine büründüler, o daveti işitmemek için küfür elbiselerine, şirk elbiselerine, nefis elbiselerine, benlik elbiseleri ne büründüler. ve esarru vestekberustikbâra direndiler, iman etmemek için, davetimi duymamak işitmemek için direndiler, kibirlendikçe kibirlendiler, büyüklendikçe büyüklendiler.

………Sümme inniy de’avtühüm cihara. (Nûh/8)

………Sonra ben onları açıktan, yüksek sesle davet ettim.

………Sümme inniy a’lentu lehüm ve esrertu lehüm israra; (Nûh/9)

………Sonra onlara ilan ederek söyledim. Hem onları gizliden davet ettim.

………Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara. (Nûh/10)

………Fekultü onlara dedim ki ıstağfiru Rabbeküm Rabbinize istiğfar edin dedim inneHU kâne Ğeffara Muhakkak ki O Ğaffar’dır, günahları affedendir, tekrar tekrar işlenen günahları affeden, mağfiret edendir. Kime söylüyor bunu? Kâfirlere söylüyor. Gelin Allah sizi affedecek diyor.

………Rabbimizi el Esmaü’l Hüsna’sından, güzel isimlerinden tanıyıp öyle iman etmemiz lazım ki Rabbimizi sevebilelim, rabbimize iman etmiş olalım, rabbimize âşık olmuş olalım, rabbimize abd olmuş olalım. Yoksa dağ gibi bir benlikle Allah’ı kendi kulu gibi görüp konuşan, Allah’ı kölesi gibi görüp konuşan gibi mi görüyoruz? Öyle görmeseydik öyle söylemeyiz.

………Nasıl görüyoruz, ne diyor? Allah bunu böyle yapsın, ben dua edince duamı kabul etsin, beddua ettiğimde de bunu kabul etsin..! Habire istiyor. Niye? Allah senin hizmetçin midir, kölen midir? Böyle kulluk olur mu? Ben isteyeceğim o yapacak, yapmayınca ona kızacağım, küseceğim, darılacağım. Nasıl yapmazsın, o kimdir ki yapmasın. Niye? Rabbini kölesi gibi, hizmetçisi gibi görüyor. Allah’a böyle iman olur mu? Bir sıkıntı gelir, niye bu sıkıntı beni buldu, bula bula beni mi buldu, Allah niye bana böyle muamele etti?

………Mü’min bu değildir, isterse gece gündüz elini açsın cenneti istesin, güzel şeyler istesin, rahmeti istesin o fark etmiyor. Kul bu değildir bir kere, önce kulluğu, abdiyeti anlamak lazım. Seni yaratan Allah’ın, senin rabbinin, senin üzerinde bir muradı var. Senin Hz. İnsan olmanı istiyor, kendisine halife olmanı istiyor. Sana baktığında kendi güzelliğini görmek istiyor. En Kâmil manada bu güzelliği üzerinde gösteren kimdir? Peygamberler, onunla beraber olanlar. Kul, abd; Ya rabbi şunu şöyle yap, bunu böyle yap, senden şunu istiyorum, bunu istiyorum diyen değildir. Kimdir Abd; Ya rabbi sen benden ne istiyorsun, senin benden istediğin nedir?

………Allah senden gönlünü istiyor başka bir şey değil, istediği şey budur. Senin gönlün bana ait olsun, benim muhabbetimle dolsun, iman ile dolsun. Bunu istiyor senden. Benim muhabbetim senin için her şeyin önünde ve üzerinde olsun. Hiç kimseyi beni sever gibi sevme, bunu kabul etmem, edemem dedi, bir tek kabul etmediğim budur. Hiç kimsenin sözünü benim sözümün üzerine koyma, beni ciddiye aldığın gibi kimseyi ciddiye alma dedi. Benim hesabımı yaptığın gibi, kimsenin hesabını da benim hesabım gibi yapma dedi. Hepsi bu. Nerede olursan ol ne durumda olduğunu unutma dedi, beni isimlerimle kabul et, müşrikler gibi değil. Ben Allah’ı kabul ediyorum deyip beni tanımadan anlamadan ben iman etmişim deme. Ben sana kendimi tanıtıyorum. Nerede tanıtıyorum? Kur’an da.

………Nüzul sırasına göre Allah’ın isimlerini anlatmaya çalışıyoruz. Niye bu kadar feryad ediyoruz, ne sorun var ki feryat ediyoruz. Ben mü’minin diyor, ben Müslümanım diyor, gece gündüz ibadet yapıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zikir yapıyor, hacca gidiyor. Bakıyorsunuz onun imanı yok. Ben şeyhim diyor, bir sürü insan peşinde gidiyor adamın imanı yok, iman etmemiş. Allah’ın isimlerine iman etmemiş, hatta iman nedir onu bile bilmiyor. İman Allah’a inanmaktır der. Müşriğin Allah’a inancı yok muydu? Vardı. İblisin Allah’a inancı yok mudur, iblis Allah’ı biliyor muydu? Biliyor, Allah ile konuşuyor. Ama Allah ona Kâfir demiyor.

………Her birimiz mutlaka imanımızı Allah’ın kitabı Kur’an a arz etmemiz lazım, Allah’ın kitabına göre imanımız var mıdır yok mudur? Allah’ın kitabı Kur’an a göre biz mü’min miyiz değil miyiz? Kur’an a göre biz Müslüman mıyız değil miyiz? Kur’an a göre namaz nedir, Kur’an a göre oruç nedir, Kur’an a göre hac nedir, zekât nedir, infak nedir?

………Dinimizi imanımızı, ibadetimizi, hayatımızı Allah’ın kitabına arz etmek zorundayız. Kulaktan dolma bir bilgiyle iman olmaz, İslam olmaz, ihsan olmaz, Müslümanlık olmaz, Mü’minlik olmaz. Kıyamet günü Allah bizi kitabından sorumlu tutar, bizi bu kitabıyla hesaba çekecek, seni bu kitabın ölçüsüne vuracak, seni peygamberinin ölçüsüne vuracak. Onun gibi iman etmiş olman lazım, onun gibi Allah’a teslim olmuş olman lazım, kulluğunu onun gibi yapmış olman lazım ki Allah kabul etsin. Yoksa o Allah’ın dini olmaz, senin kendi kendine ürettiğin din olur, ya da bir başkasının sana takdim ettiği, dayattığı din olur. Senin atalarının dini olur o.

………Ayeti kerimede Allah Yahudiler için, Hıristiyanlar için iman etmeyenler için ne buyuruyor?

………Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzellAllâhu kalû bel nettebi’u mâ elfeyna aleyhi abâena* evelev kâne abâühüm lâ ya’kılune şey’en ve lâ yehtedûn. (Bakara/170)

………Onlar dediler ki; biz atalarımızın dinine uyarız. Allah onlara cevap verdi; “Ya ataları bir şey bilmiyor, akıllarını kullanmamış idiyseler de mi onlara uyacaklar.”

………Bir şey bilmiyorlardı, akıllarını da kullanmadılar, siz de mi aklınızı kullanmayacaksınız. İşte sana Allah’ın kitabı, işte sana Allah’ın peygamberi. Onun için İman; inanmak değildir. İman; Allah ve resulünü her şeyden çok, canından çok sevmektir.

………Bunun ölçüsü nasıldır? Bunun ölçüsü Allah için feda ettiklerinle ölçülür. Yoksa herkes ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Ben seni çok seviyorum ama senin için bir şey yapamam. Bu sevgiyi biz kabul edebilir miyiz? Etmeyiz. Ne buyuruyordu ayeti kerimede;

………İnnAllâheştera minel mu’miniyne enfüsehüm ve emvalehüm Bienne lehümül cennete.. (Tevbe/111)

………Allah cennet karşılığında mü’minlerden mallarını ve canlarını satın almıştır.

………Allah cenneti satıyormuş. Kime? Mü’mine satıyormuş. Ne karşılığında? Malı ve canı karşılığında. Onun için herkes önce imanını kontrol etmelidir. Malını ve canını Allah yolunda feda edecek durumda mıdır? Ahireti dünyaya tercih etmiş midir? Dünyasını ahireti için feda edebiliyor mu? Hayatını, vaktini, zamanını Allah yolunda harcaya biliyor mu? Allah için affedebiliyor mu, Allah için hoş görebiliyor mu, ikram edebiliyor mu bakmalıdır. Bakmalıdır ki Allah için ne yapıyor, neler yapabilir.

………Yapamadık, anlamadık, ne yapmamız gerekir? İşte böyle bir zamanda Allah’a dönmek lazım. Ya rabbi sana döndüm. Kur’an a iman budur. Birisi; “Ben Allah’ın kitabına, Kur’an a iman ettim” dediğinde Allah bu imanı kabul eder mi? Eder. Ama bu kadar değil, bunun devamı da vardır. Sonra bir ayet okudu veya bir ayet dinledi. Ha okumuş ha dinlemiş bu fark etmiyor. Gidip kontrol etti, anladı ki Allah bir konuda bir şey söylemiş ama kendisi daha önce başka türlü anlatmışlar ona. Eğer o anladığını bırakıp Kur’an da kini almıyorsa onun imanı gitti. İnkâr etmiş oldu. Dili ile inkâr etmedi, fiiliyle tavrıyla, haliyle onu yalanlamış oldu ayni. Dili ile doğrudur diyor ama fiiliyle, gönlüyle ne yapıyor? Yalanlıyor. Allah yalanlayanı da inkâr edeni de bir tuttu, ikisine de kâfir dedi. Açıktan inkâr edene kâfir dedi, ötekine de münafık dedi. Dili ile söylüyor, kalbi tasdik etmiyor.

………Bu Allah’ın isimleri için de böyledir. Dili ile Allah Rahman’dır dedi, ama bakıyorsun ki rahmetine iman etmemiş. Allah Kerîm’dir diyor, Keremine iman etmemiş. Allah Afûv’dur Ğafur’dur diyor, mağfiretine affına iman etmemiş. Dili ile bunu söylüyor, gönlü bunu tasdik etmiyor.

………Ne yapmak lazım? Oturup ağlamak lazım. Ben sana iman edememişim, imanım dilimdeymiş. Gönlüm, kalbim tasdik etmiyor. Ne buyuruyordu ayeti kerimede?

………Ve Lillâhil Esmâül Husna fed’uHU Biha.. (A’raf/180)

………El Esmaü’l-Hüsna Allah’a aittir. Dedi ve Allah isimlerini bir bir beyan etti Kur’an ı kerimde.

………İman etmeyince ne olur? Kâfir olur, müşriklerden bir farkı olmaz. Biraz önce başlarken müşriki anlattım, Allah’a inanıyordu hepsi. Yerin sahibi, göğün sahibi, yaratıcısı, kendisini yaratan, rızık verenin O olduğuna da inanıyordu.

………Arada ki fark nedir? Hiçbir fark yoktur arada, onlar da Allah’ın isimlerini inkâr ediyordu kabul etmiyordu, biz de kendi gönlümüzde yalanladığımızda onların daha da aşağısında oluyoruz. Çünkü Allah ayeti Kerimede buyurdu ki;

………İnnel münafikıyne fidderkil’ esfeli minennar… (Nisa/145)

………Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadır. Dedi, Onun üzerinde müşrikler var, dili ile söylüyor kalbi tasdik etmiyor.

………Belki genel olarak bilmediğimizden, anlamadığımızdan dolayıdır. Böyle iman etmek yeterlidir denmiştir bize. Kıl namazını, tut orucunu tamamdır demişlerdir bize ondan dolayıdır.

………Allah kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Hatta yolda nasıl yürümemiz gerektiğini, nasıl konuşmamız gerektiğini bile anlatmıştır. ResulAllah efendimiz de bunların hepsini uygulamıştır. Bütün hayatıyla bize örnek olmuştur. Dolayısıyla bizim için örnek ResulAllah efendimizdir. Dolayısıyla herkes, her mü’min, ben Allah’ın Resulüne iman ettim diyen herkes onu örnek olarak, önder olarak kabul etmelidir, sevmelidir. Onun gibi olmaya, onun gibi yapmaya çalışmalıdır. Örneklik budur zaten. Ne kadar ona benzediyse o kadar peygambere yakın olur, o kadar Allah’a yakın olur. Ama zahiri olarak taklit etmek değildir, onun yaptığını yaşamak gerekiyor, tatmak gerekiyor.

………Âmener Rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min Rabbihî vel mu’minûn.. (Bakara/285)

………Allah’ın resulü kendisine indirilene iman etti, mü’minler de onun iman ettiği gibi iman edin. Kendi kafasına göre değil, kendisine indirilene iman eti. Allah neyi indirmişse ona iman ediyor. Allah kendisini nasıl tanıtmışsa öyle iman ediyor. Allah hepimizi Resulünün iman ettiği gibi iman edenlerden eylesin. Bütün isimlerine kâmil derecede, kâmil manada iman etmeyi nasip etsin inşallah.

………Allah bizi kendisine şirk koşanlardan eylemesin, kendi nefsini, başka nefisleri, başka şeyleri. O’nunla eş tutup O’na şirk koşanlardan eylemesin. Allah bizi müşriklerden eylemesin, dili ile iman ettiğini söyleyip kalbi inkâr eden kullarından eylemesin, münafıklardan eylemesin. Allah hepimize kâmil iman nasip eylesin inşallah. Allah’ı her şeyden çok seven, her şeyin önünde, üzerinde tutan, hesabını yapan kullarından eylesin. Allah hepinizden razı olsun. (Muhammed Hüseyin Ders videolarından alıntıdır)

………******************************************************************

………El-GAFFÂR

………Allah insanı, bir melek olsun diye yaratmadı dostlar! Bizlere verilen nefis ile hata işlemek, günah işlemek, kusurlu, noksan olmak gibi özellikler işlendi fıtratımıza! Kulunu çok iyi bilen Cenâb-ı Hakk da bizden “melek” olmamızı istemiyor zaten. Sadece, acziyetimizi bilmemizi, kibre kapılmadan, kusur işledikten sonra, af dilememizi bekliyor. İnsanı insan yapan da işin bu tarafı zaten.

………Nefis mücadelesi ile geçecek bir ömür verilmiş elimize. Şeytan da bizi aldatmaya hazır her an! Yaradılışımızda, hırs, nefsî arzular, kıskançlık vs. hepsi var!

………Marifet, bunlarla savaşıp, bunları yenerek, meleklerden de üste çıkmak! Asla, “melekleşmek” değil!

………Marifet, çırpına çırpına, cehennemî ateşlerde yüreğini yaka yaka, acz içinde ağlaya ağlaya “Seni kaybetmek üzere miyim Rabbim?” diye inleye inleye “savaşmak” dostlar!

………İnsanlığın tâcı, Tebük seferinden dönerken, boşuna mı “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” (Kenzu’l-Ummal, IV, 430, Hadis No: 11260.) demişti?

………Kur’ân-ı Kerîm’de her sureyi besmele-i şerifeyle başlatarak, kullarına, kâinatta her noktaya, her zerreye kadar tüm evreni Rahmeti ile kuşattığını hissettiren, “Her güzel işe besmele ile başla” emri ile de, her işin rahmetle olduğunu anlatan, tek “af” ve “mağfiret kapısı”dır O, dostlar!

………Allah, kendisine şirk koşmanın dışındaki bütün günahlara mağfiret edeceğini bildirmektedir:

………“Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulan günahı bağışlamaz. Şirkin dışındaki günahları, dilediği kimse için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır” (Nisâ/116).

………Mümin, tövbe ve mağfiret ile ilgili olarak daima korku ile ümid arasında bulunmalıdır. Müslüman, ne kadar ibadet ederse etsin, Allah’ın azabından güven içerisinde olamaz; ne kadar günahkâr olursa olsun Allah’ın mağfiretinden ve bağışlamasından ümidini kesemez. Bundan dolayıdır ki; vitir namazının son rekâtında okunması vacib olan kunut dualarının sonunda “Ya Rabb; rahmetini umar, azabından korkarız” diye dua edilmektedir. Yani Müslüman cennetle müjdelenmiş, cehennemle korkutulmuştur.

………Bu korku; Allah’ın sevgisinden, O’nun mağfiretinden ve rahmetinden mahrum olma korkusu ve endişesidir. Korku ile ümid arasındaki dengenin korunması İslâmî akîde gereğidir. Zira Gaffâr olan yüce Allah aynı zamanda Kahhâr’dır.

………Arapça -ğafere- örttü, perdeledi, bağışladı gizlemek, kirlerden korumak için bir şeyin üstünü örtmek” anlamına gelen “ğafr” kökünden türemiştir.

………EL-Ğaffâr, daima affedici olup, mağfireti, bağışlaması sonsuz olan, yeniden işlenen günahları örten, setreden ve affeden demektir!

………El-Gaffar; Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden, çirkinlikleri örten ve ayıpları gizleyen manalarına gelir.

………Bu ismi el-Afuv’ isminden ayıran fark şudur; el-Afuv isminde sadece günahı affetmek ve günaha ceza vermemek vardır.

 ………El-Gaffar isminde ise günaha ceza vermemekle birlikte, günahı yüze vurmamak ve kulu rezil etmemekte vardır. 

………Mesela birisi size karşı bir kusur işlese, eğer siz onun bu kusuruna karşı ona ceza vermeyip, sadece kusurunu ve hatasını yüzüne vursanız, sizde el-Afuv ismi tecelli etmiş olur. Eğer ceza vermeyi terk etmekle birlikte, işlediği hatayı yüzüne de vurmayıp tamamen vazgeçseniz, sizde el-Gaffar ismi tecelli etmiş olur.

………İşte Allah suçlara ceza vermeyip, suçu kuluna hatırlatmakla el-Afuvdur. Ve Allah hatayı bütün bütün silerek, kulun yüzüne vurmayıp onu mahcup etmemekle de el-Gaffardır.

………Bu yüzden dualarımızda “Allah’ım bizi af ve mağfiret et” deriz ki, bu duada af dileyip, günahlarımıza ceza vermemesini istemekle el-Afuv ismine, mağfiret dileyip, günahlarımızı yüzümüze vurarak bizi rezil etmemesini istemekle de el-Gaffar ismine sığınırız.

………“Tövbe ve iman edip, salih amel işleyenlere gelince; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir. Ve her kim tövbe edip Salih amel işlerse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. (Furkan /70-71)

………Nasıl ki Allah Gaffar ismiyle hatalarımızı örtüyor, ayıbımızı yüzümüze vurmuyor. Aynen bunun gibi, biz de Gaffar ismini ahlak edinerek başkalarının hatalarını örtmeli ve kimsenin ayıbını yüzüne vurmamalıyız. Her kim, bir müminin ayıbını dünyada örterse, Allah’ta onun ayıbını hem dünyada hem de ahirette örter.

………Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

………“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz günah işlemezseniz. Allah sizi dünya sahnesinden giderir ve (sizin yerinize) başka bir ümmet getirir: Onlar, günah işlerler sonra Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Allah da onları mağfiret eder, bağışlar” (Müslim, Tevbe,1 1 ; Tirmiî, Cennet, 3).

………Meşhur bir hadîs-i kutsîde şöyle buyurulmaktadır:

………“Ey kullarım, hiç şüphesiz ki siz, gece-gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları mağfiret ederim. O halde benden bağışlanmanızı isteyiniz sizi bağışlayayım”(et-Tâc, V,148).

………Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur;

………“Melekler kulun günahını yazarlar ve daha sonra semaya yükselirler. Semaya yükseldiklerinde kulun amel defterinde bu günahın yazılı olmadığını, buna mukabil işlemediği sevapların yazılı olduğunu görünce Allah Teala’ya şöyle derler:”

………“Ey Rabbimiz biz kuluna zulmetmedik. Ancak onun işlediğini yazdık.” Buna karşı Allah meleklere şöyle buyurur:

………“Evet doğru söylediniz. Kulum o günahları işlemiş ve defterindeki sevapları işlememişti. Lakin kulum günahına tövbe etti ve gözyaşlarıyla benden af diledi. Bende onun günahlarını mağfiret ettim ve ona karşı cömertçe muamele ederek günahlarını sevaba çevirdim. Ben ikram edenlerin en çok ikram edeniyim.”

………Allah Teâla, Gaffar olduğunu Kur’an’daki şu ayetlerle de bize haber vermektedir:

 ………“Tövbe ve iman edip, salih amel işleyenlere gelince; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir. Ve her kim tövbe edip salih amel işlerse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan//70-71)

 ………“Kim bir kötülük işler, yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlanmasını dilerse, Allah’ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur.” (Nisâ/110)

………Bir hadîs-i kudsîde,

“Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak tutmamış olsan Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.” buyuran, “el-Ğaffâr’dır O! (Tirmizî, Deavât, 106.)

 ………“O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay’ı emrine âmâde kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki O, Azîz (çok güçlü olan)dir Ğaffâr (çok bağışlayıcı olan)dır.” (Zümer sûresi/5)

………“Geceyi, gündüzün üstüne örten, gündüzü gecenin üstüne sarmalayan Allah (cc) “Settâr”dır dostlar!

………Kullarının günahlarını da örter, kapatır, gizler ve affeder, kendine inananı rezil etmez, düşmanlarını ona güldürmez.

………Geceler, bağrında, yanık yüreklilerin gözyaşlarıyla yakarışlarını gizler.

………Geceler, “af ve mağfiret” dilencilerinin göklere uzanan ellerini gizler.

………Geceler, bağrında sevdalı yüreklerin seccadelerdeki “vuslatı”nı gizler.

………Geceler, öyle bir saate şahit olarak, bağrında, Yüceler Yücesi’nin, arza rahmetiyle indiği ve “Af dileyen yok mu affedeyim, isteyen yok mu vereyim” Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170.) buyurduğu “mağfiret zamanı” nı gizler.

 ………“Ey inananlar! Allah’tan korkun, O’nun Resûlü’ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadîd/28)

 ………“Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir cahillikle günah işleyip ardından tevbe eden ve durumunu düzelten kimseleri bağışlar. Şüphesiz ki Rabbin, bu tevbeden sonra Ğafûr’dur, Rahîm’dir (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir).” (Nahl/119):

………İki Cihan Serveri, gönüllerimizin Sultanı Muhammed Mustafa (s.a.s.) şöyle buyurdu:

………“Bir kimse, istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızk verir.” (Ebû Dâvûd, Salât, 361.Hadis no: 1518; İbn Mâce, Edeb, 57. Hadis no: 3819.)

………Peygamber sav ve bağışlama

………“(Ey Rasûlüm!) Affedici ol! İyi ve güzel olan şeyleri emret! (Delil kabul etmeyen ısrarcı)câhillerden yüz çevir.” (A’râf/199)

………Rasûlullah -sas- Efendimiz:

………“…Kul başkalarının hatâlarını affettikçe Allah da onun şerefini ziyâdeleştirir…” buyurmuştur. (Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82)

………Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

………“Kim arkadaşının ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter. Kim ki Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa vurur. Hattâ evinin içinde bile olsa onu ayıbıyla rezil eder.” (İbn-i Mâce, Hudûd, 5)

………Yine Resûlallah (S.A), ayıp örtmenin faziletini beyan ederek şöyle buyurmuştur:

………“Kim bir mü ‘minin ayıbını örterse, sanki diri diri toprağa gömülmüş bir kız çocuğunu kabrinden çıkararak diriltmiş gibi olur.” (Ahmed, IV, 153, 158; Ebû Dâvûd, Edeb, 38/4891)

………İnsan, başkalarının ayıbıyla uğraşmaktansa, kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalıdır. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şu tavsiyede bulunur:

………“Arkadaşının ayıplarını söylemek istediğinde, hemen kendi ayıplarını hatırla!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 328)

………Ebû Hüreyre’nin (RA.) hikmet dolu nasihatlerinden biri şöyledir:

………Sizden biri, kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki koca kütüğü unutur.” (Buhârî,el-Edebü’l-Müfred, no: 592)

………Diğer taraftan bir kişi, hasbe’l-beşer işlediği bir hatayı kesinlikle açığa vurmamalı, onu örtme yoluna gitmelidir. Zîrâ Rasûlullah (A.S.) şöyle buyurmuştur:

………“İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü hâlde, sabahleyin kalkıp; «–Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım.» demesi, açık günahlardandır. Oysa, Rabbi geceleyin onun kötülüğünü örtmüştü. Fakat o, sabaha çıktığında Allâh’ın örttüğünü açığa vuruyor.” (Buhârî, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 52) (Sinan Konuk)

………Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

………Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 



ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (21-1 video)

$
0
0

………“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

………BismillahirRahmanirRahıym

 

………El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

………Rabbişrah liy sadriy;

………Ve yessirliy emriy;

………Vahlül ukdeten min lisaniy;

………Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

………Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Amin, amin.

………Değerli dostlar bugün 22. Esma dersimize başlıyoruz. Rabbimden hayırlar diliyorum. Anlayan tutan, yaşayan ve yaşatanlardan olmamızı nasip etmemizi niyaz ediyorum. Malûmunuz bir önceki dersimizde Ğafûr ismi şerifini işlemiştik. Lügavi delâletleri, lafzi delaleti, manevi delaleti, ıstılahi delaleti ve nazari çerçeve ve Kur’anî çerçeveyi işlemiştik. Bugün Ğafûr ismi şerifinin 2. Dersi İnşaAllah işleyeceğiz. Mağfiretin tecellisi için kul ne yapmalı.

………El Ğafûr olan Allah’ın mağfireti sonsuz, bağışı sonsuz, affı sonsuz. Rabbi mütealimiz sonsuz bağış sahibi bir Rab. Bağışın sonsuz olması aslında kulun hata yapabilme ihtimal ve imkânının önünün açık olmasının bir sonucu. Adeta Kulun hatası nasıl sayısız ve sınırsız olabilirse rabbin bağışı da sayısız ve sınırsız. Buna bir mukabele, yani böyle bir kulu, böyle bir türü varlıklar içinde böylesine hata yapabilme potansiyeli olan bir varlığı neden yarattın ya rabbi diyecek olan varsa eğer, sanki Ğafûr olduğum için yarattım der gibi bir nükte var.

………İşte sonsuz ilahi mağfiretten nasıl pay almak lazım, pay almanın yolları neler. Allah’ın mağfireti sonsuzdur da b u mağfiretten kulun pay alması için kanunlar, yasalar var, şartlar var, erkân var, adap var. Zira isim Ğafûr, Ğafûr; Fe’ûl vezninden, tıpkı fail ve faîyl vezni gibi mutlaka 2 yönlü, yani hem fail hem mef’ul. Fail olan tarafında Allah özne bunu anladık, yani Allah sonsuzca bağışlayan. Peki, Ğafûr kalıbının mef’ûl yanı ne demeli, nasıl izah edeceğiz? Allah hem bağışlayandır hem bağışlanandır olmayacağına göre. Çok bağışlar çok ta bağışlanmayı ister olmayacağına göre o zaman nasıl izah edeceğiz? Şöyle izah edeceğiz, bağışlamak için Ğafûr isminin tecellisi için bağışlamanın mef’ûlü olan insandan bir teşebbüs bekler. Yani Failin fiili için mef’ûlün hareketi lazım. Failin fiilinin tecellisi için mef’ûlün talebi lazım.

………İşte tam bu noktada istiğfar önümüze çıkıyor. İstiğfar; İstif’al babından. Arap dilinde bu kalıp 3 ziyade harf ile yapılır. Elif, sin, te. Arkasından fiilin asli harfleri gelir. İst. Bu üç ziyade baştaki talep bildirir, talep içindir, bazen çok ender olarak yalnız de mübalağa içindir, ama çoğu zaman talep içindir. Nedir? İstiğfar mağfiret talebi, mağfiret isteği, mağfiret arzusu. Estağfirullah dediğinizde bağışlanma talep ederim demiş olursunuz. Mesela istismar, semerelendirme arzusu, meyvelendirme arzusu. Tüm bu kalıptan fiilleri yan yana dizebilirsiniz. Onun için istiğfar, mağfiret talebi mağfiret arzusu manasına gelir.

………Peki, mağfiret talebinin bir şartı var mıdır? Vardır, mağfiret talebinin bir şartı, tek şartı samimi olmasıdır. Yani dil ile beni affet derken gönülden o günahtan vazgeçmeme gibi bir niyet varsa burada samimiyet yoktur. Yani affedilme isteğinize medar olan şeyden vazgeçmeyecekseniz af istemenizde samimi değilsiniz demektir. Mağfiret talebinin şartı budur. Peki, edebi, adabı var mıdır? Vardır, o da o hataya bir daha dönmemektir. Dolayısıyla istiğfar mağfiret talebi, samimiyet ve geri dönmeme gibi şartı ve edebi vardır.

………Allah’a dönük yaşamak istiğfarı hayat tarzı haline getirmektir. İstiğfar hayat tarzı haline gelir mi? Gelir, istiğfar hayat tarzı haline gelirse eğer sadece estağfirullah el Azîm’i dil söylemez. Zihnin istiğfarı vardır, aklın istiğfarı vardır, kalbin istiğfarı vardır, bedenin istiğfarı vardır, organların istiğfarı vardır. Mesela haramı görünce gözün kapanması, gözün istiğfarıdır. Haramı duyunca kulağın sağır kesilmesi kulağın istiğfarıdır. Hatta bu istiğfarda ileri giderse sadece haramı değil, karşıdakinin hoşlanmadığı bir şeyi duymaktan geri kalması kulağın istiğfarı olur.

………Hâtimi Esam aslında sağır değildi, bu âlimimizin, arifimizin adını sağır hatem koymuşlardı, oysaki sağır değildi ama esam denir. Ömrünün sonunda Esam dendi ona, sağır Hatem denmesinin sebebi ise kendisine sual sormak için gelen bir hanımefendi yanında gayri ihtiyari bir kabahat işliyor ve mahcup olmasın sual sahibi diye sorusunu duymazlıktan geliyor. Ne demiştin? Duymadım bir daha söyler misin? Aslında hiç alakası yok, ama onu mahcup etmemek için ondan sonra her gelene sanki işitmiyormuş numarası çekerek ölünceye kadar sağır numarası oymuyor o hanım efendi mahcup olmasın diye, onun için adı Hatemi esam kalıyor sağır Hatem. İncelik, ama büyük bir incelik. Ahlak ama büyük bir ahlak. Alicenaplık ama büyük bir alicenaplık.

………İstiğfarı hayat tarzı haline getiren insan her anını istiğfara medar eder. Sadece istiğfar etmek için günah işlemeyi beklemez, sevap işlediğinde de istiğfar eder. Allah Resulü öyle idi. İbadet ettiğinde de istiğfar ederdi. Onun için namazların önünde ve arkasından Allah resulü estağfirullah derdi. Namaz kılıyorsunuz, namaz ibadettir, ibadeti sanki ayıp, sanki günah, sanki hata, sanki suç mudur ki estağfirullah diyorsunuz?

………Bu Allah’a karşı edeptir. Ya rabbi sana kulluktan bile acizim anlamına gelir. Yani sana kulluk iddiasıyla önüne geldim ama kulluğum kusurlu, kusursuz bir kulluk yapamıyorum, kulluktan bile acizim. Onun için hem namaza durur, hem estağfirullah der. Tıpkı Hz. Meryem’in annesi gibi. Hem karnında ki doğmamış yavrusunu Allah’a adar, Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy. (A. İmran/35) Ya rabbi karnımda olanı sana adadım, hem de döner der ki fetekabbel minniy. İn tetekabbel evlâ ister kabul et, intekabbel evlâ ister kabul etme demiyor. Ne olur kabul et.

………Bu bir edeptir, en değerli varlığınızı verirsiniz bir de üstüne ne olur kabul et dersiniz. Bu işte fiili istiğfardır. Zekatı verirsiniz zekatı verdiğiniz kimseye bir de teşekkür edersiniz. Bir de Allah’a döner şükredersiniz bana zekat verme imkanı verdi, benim zekat vereceğim fakirleri var ettiğin için dersiniz. Bu ibadeti tatlandırmaktır. Hani cennette cennet içeceklerinin tatlandırılacakları ifade edilir cennetle ilgili ayeti kerimelerde. Yani karışımlar sunulacağı ifade edilir. İşte o karışım Kâfûra. Kâfur karışımlı bir içecek, meşrubat ikram edilir. Hani, cennet şarabı diyorlar ya, o kelimeyi andım mı hemen ayyaşların aklına bir şeyler gelmesin diye bu kelimeyi pek anmak istemiyorum, ama bu bambaşka bir şey. Mutlaka karışımlısını da zikreder Kur’an yani tatlandırılmış olanını, çok özel olanını. Orada ki Kâfûr aslında aynı isimli bir ağacın kabuğu altında ki bir zar imiş. Fakat o zar öylece konmazmış üstünden 200 yıl geçmesi lazım. 200 yıl geçtikten sonra içkinin içine karıştırılınca harikulade bir lezzet, bir tat, bir koku verirmiş. Rabbimiz dünyada ki şeyler üzerinden cenneti tarif ediyor. Yani meşrubatınıza kâfur atmak için 200 yıl bekleyeceksiniz, torununuzun, torununuzun torunu ancak görecek, siz göremeyeceksiniz böyle bir şey ancak cennette olacak bir şey bu dünyada olmaz. Yani kişi kendi kotardığı kâfuru kendi içeceğine katamaz ancak cennette, ahirette olabilecek bir şey.

………Amellerde tatlandırılır onun için. Aslında dünyadakine karşılıktır cennette vaad edilenler, dünyada amellerini tatlandıranlara cennette sunulacak meşrubatta tatlandırılmış olarak sunulacaktır. Amellerin tatlandırılması nedir? Namazı kılarsınız ve istiğfar edersiniz, namazı kılar bir de gözyaşı dökersiniz işte namaz tatlanır. Karışımlı namaz. Zekatı, infakı, sadakayı verirsiniz bir de teşekkür edersiniz. Verdim ya daha ne istiyorsunuz demezsiniz, bir de teşekkür edersiniz. Yani tatlandırmak budur amelleri. Ameller tatlanırsa eğer bunun karşılığı da çok farklı olacaktır.

………Onun için bunlar fiili istiğfar sayılmalıdır esasında. Çünkü İstiğfarı hayat tarzı edinmek demiştik Allah’tan bağışlanma dilemenin gerekçesi günah işlemek değildir. Öyle mi zannediyorduk? Allah’tan bağışlanma dilemenin gerekçesi günah işlemek değildir. Ya nedir? Kul olmak, kul olmak yeterli gerekçedir Allah’tan mağfiret dilemek için. Çünkü zaten kul olmak kusurlu olmaktır. Onun için Allah’tan bağışlanma dilemek için ille de hata etmek, günah işlemek gerekmez. Kul olmak yeterlidir. Kula kulluk yaraşır, kul istiğfar eder. Rabbe rablik yaraşır rab de mağfiret eder. Ama kul önce istiğfar eder.

………Kul olmak o demektir zaten, kul olmak haddini bilmektir, kul olmak yetersiz olduğunu bilmektir, kul olmak müstağni olmamaktır, kul olmak muhtaç olmaktır, kul olmak nakıs olmaktır. Kemâl eksiksiz olana değil eksiğini bilene denir. Kâmil diye noksansız olana değil noksanını bilene denir. Kul mükemmel olmaz, sadece kâmil olabilir. Mükemmel olan Allah’tır. Mükemmel sürecin tamamlanmasını ve son noktasını ifade eder. Hiçbir kul süreci tamamlamaz, peygamberler peygamberi de dahil. Alemlere rahmet olsa da süreci tamamlanmaz. Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn. (Hicr/99) eğer öyle olmamış olsaydı bu ayet inmezdi. Ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk etmeyi sürdür. Öyledir, dolayısıyla kul olmak budur, noksanını bilmektir. Çünkü kendi kendine yeten Allah’tır, sadece Allah’tır kendi kendine yeten. Kullar ise kendi kendine yetmez. Kendi kendine yetme iddiası şirktir. Söyler misiniz  insanoğlu kendi kendisine yetebilir mi? Canlılar içerisinde bakınız diğer canlılar annesinden doğarlar 3. 5 saat içinde kalkarlar ve yürürler. İnsanoğlunun bebeği annesinden doğar ama ayağa kalkması için ortalama 1 yıl geçmesi lazım. Bu kadar acizdir aslında. Acziyetinin diğer unsurlarını saymaya gerek var mı? Kendi yüreğine güç yetiremez., ferman dinletemez, kalbi dursa çalış diyemez. Dolayısıyla insan nesine böbürlenir. Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle gururlandıran ne ey insanoğlu. Seni böyle küstahça bir gurura sürükleyen ne.

………İnsan olmak bu demektir, kul olmak bu demektir. Dolayısıyla istiğfar etmenin gerekçesi günah işlemek değildir, kul olmaktır, kul olmak yeterlidir. Niye istiğfar ediyorsun? Kulum da ondan., bitti. Rabbimiz bundan memnun oluyor yalnız. Düşünün Allah’ın sonsuzca bir mağfiret etme sıfatı var bu sıfatın tecellisi için siz O’na mektup yazıyorsunuz, davetiye gönderiyorsunuz. Rabbiniz sevinmez mi? Kulum neni davet etti, dua da budur zaten. Dolayısıyla o sıfat tecelli ediyor. Yani rabbimizin tabir caizse sıfatını göstermesine vesile oluyorsunuz. Onun için böyle bakmak lazım.

………Müzzemmil/20 bu söylediklerime delil. Müzzemmil suresi 20 ayetlik bir sure, namazı emrediyor. Malumunuz fakirin tertibine göre de 2. Nazil olan sure. Namaz emri var, zekât emri var son ayette. Son ayet her ne kadar ilk 19 ayetten bir miktar sonra nazil olmuşsa da aynı zaman diliminde olmamışsa da yine de sure 2. Sure. Namaz emri var, zekât emri var. Zaten zekat emri de gösteriyor ki son ayet önceki ayetlerden daha muahhar bir zamanda nazil olmuş ve arkasından ne geliyor?

………ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayrin tecidûhu ‘indAllâh i huve hayren ve a’zame ecra. (Müzzemmil/20) Siz hayırdan ne yaparsanız, ne hayır yaparsanız Allah katında onu aynen bulursunuz. Hem de huve hayren ve a’zame ecra öyle bulursunuz ki yani onu, yaptığınız kadar bulmazsınız en hayırlı karşılığıyla ve en büyük ecir olarak bulursunuz. Yani siz kul kadar yaparsınız Allah’ta Allah kadar karşılık verir.

………Arkası nasıl geliyor ayetin? vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym surenin bitiş ayetinin bitiş cümlesi. O halde Allah’a istiğfar edin. Allah’tan mağfiret dileyin zira O sonsuz bağış sahibi, sonsuz merhamet sahibidir. Niye böyle biter? Zekâtı emreder, namazı emreder arkasından estağfirullah der istiğfar edin diyor. İşte söylediğim şey bu. Yani ibadet ederiz arkasından istiğfar ederiz, bağışlanma dileriz. Niye dileriz? Çünkü Kullukta ne kadar keMâl sahibi olursak olalım kulluğumuz noksansız değildir. Allah’ın Allah’lığı karşısında kulun kulluğu daima noksandır onun için istiğfar edersiniz

………Kâbe nedir derseniz bana, Kâbe istiğfarın taş halidir derim. Yer yüzünde anıt yapılar içerisinde daha sade bir yapı gösterebilir misiniz bana, daha süssüz, daha tezyinatsız, daha gösterişsiz. Örtüsünü sıyırın altından lav taşlarından yapılmış hiçbir nakışı olmayan dümdüz kare küp bir bina çıkar. Neden? Hz. İbrahim onu dağın tepesine yapamaz mıydı? Çok süslü püslü yapamaz mıydı. Dünyanın en güzel tezyinatları yapılamaz mıydı? Neden istiğfarın taş hali. Çünkü ben sana kulluktan acizim itirafıdır kulun. Asna teşekkür etmek istedim ya rabbi, teşekkürden aciz olduğumu böyle ifade ettim. Budur.

………İbadet et dön bir de istiğfar et. Hikmeti nedir bunun? Bir soru sormak lazım burada Allah bağışlayacaksa istiğfar gibi bir gönül protokolüne ne gerek var, rabbimiz gönülleri bilmiyor mu? Biliyor, istiğfar gibi bir protokole gerek var mı? Cevap; Bu bir protokol değildir, istiğfarın kendisi bir duadır. Hem icabettir, hem duadır. İstiğfar etmek mağfirete nail olmanın ta kendisidir. Bağışlanmak ayrıca mağfirettir. Bilmem anlaşıldı mı? Tıpkı dua gibi Duanın kendisi kabul olmuş bir duadır, duanın kabul olması ekstra bir şeydir. Allah’tan istiyorsun ya, Allah’a döndün ya, bu bir ödüldür, istediğinin verilmesi tali bir şeydir. Sen istediğinin verilip verilmediğine değil isteyip istemediğine bak.

………Bir daha söyleyeyim mi? Ey kul sen istediğinin verilip verilmediğine değil isteyip istemediğine bak. Çünkü sana istemek verilmişse verilmiştir, istediğinin verilmesinin ne kıymeti var, kaldı ki istediğinin verilmesi belanı bulmandır, insana bela olarak istediğine kavuşması yeter. Sen istediklerinin hep kendi lehine olduğunu mu sanırsın. O zaman aldanırsın ey kul. Ne diyordu Seyyidinâ Ali; Ben onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım. Her istediğimi verseydi belamı verirdi. İstediklerinizi bir sıraya dizsenize, çocukluktan bu tarafa neler istemişsiniz siz bile unuttunuz. Ondan sonra dönüp hele ki vermemişsin ya rabbi diyorsun. Bazılarını burada görüyoruz, bazılarını ahirette göreceğiz. Göreceğiz ve ne büyüksün ya rabbi diyeceğiz, hele ki beni bana bırakmamışsın, hele ki benim ağzıma bakmamışsın ya rabbi. Benim halime bakmışsın, benim yüreğime bakmışsın ama ağzıma bakmamışsın hele ki ya rabbi. Halime değil de ağzıma baksaydın kendi belamı kendi ellerimle isteyecektim ya rabbi.

………Dolayısıyla ben onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım diyen Hz. Ali neyi anlamıştı aslında? İstiğfar etmenin aslında affedilmekten daha önemli olduğunu anlamıştı. Budur, istiğfarın kendisi affedilmekten önemlidir. Çünkü O’na dönüyorsun, O’ndan istiyorsun, vazgeçiyorsun, O’nun Ğafûr olduğunu biliyorsun, Ğafûr isminden bir pay istiyorsun. Bu kadar şey yapıyorsun, bakınız daha af yok, daha bağışlanma yok, daha sonuç almış değilsin. Çünkü kendisi bir sonuçtur. O nedenle istiğfar edip etmediğin istiğfarın sonucundan daha önemlidir. Böyle baktığımızda zaten ya rabbi sana dönük yaşayayım da sonucunda ne olursa olsun demektir bu.

………Allah sadece istiğfar eden kullarına mı Ğafûr isminden bir pay verir, bir biçimde veyahut ta şöyle diyelim istiğfar için sadece mü’min kullarını mı davet eder, diğer kullarını davet etmez mi? Aslında imana davet te bir istiğfara davet değil mi? Bu sorunun cevabını Kur’an da görüyoruz, şirk koşan kullarını istiğfara davet ediyor.

………Efela yetubune ilAllâhi ve yestağfiruneHU, vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Maide/74) onlar Allah’a dönmeyecekler mi? Ve O’ndan mağfiret talep etmeyecekler mi? Eğer böyle yaparlarsa iyi bilsinler ki Allah Ğafûrdur, Rahîmdir. İşte bu. Dolayısıyla bu ayetin bağlamına baktığımızda şirk koşan kullara bir istiğfar çağrısı olduğunu görüyoruz. Demek ki sadece istiğfar çağrısı aslında Mü’min olup ta günahkârlara değil, mü’min olmayanlara da bir çağrı. İmana koşmak istiğfardır, iman etmek istiğfardır.

………Bir soru gelebilir burada Ğafûr’un sonsuz mağfiretinden bu çağrı kendisine ulaşmayanlar yararlanmayacak mı? Diyelim ki bu çağrı kendisine ulaşmadı, ama Ğafûr olan Allah’ın sonsuz mağfireti var onlar faydalanmayacaklar mı, pay almayacaklar mı?

………Cevabı isterseniz Şûrâ /5 ayetiyle verelim: vel Melaiketü yüsebbihüne Bi Hamdi Rabbihim ve yestağfirune limen fiyl Ard. (Şûrâ) bir biçimde istiğfar etmeyi bilmiyor, bu davet ona ulaşmadı. Melekler diyor yüsebbihüne Bi Hamdi Rabbihim ve yestağfirune limen fiyl Ard yeryüzünde bulunan herkes için rablerine hamd ile tespih ederler ve istiğfar ederler yeryüzünde bulunan herkesin. limen fiyl Ard. Melekler istiğfar edermiş.  Yani rabbimiz Ğafûr ismi için bir yasa belirliyor bu ismimin tecellisi mutlaka talebe bağlı diyor.

………Tamam kulları içinde bir kısmı talep ediyor bir kısmı ise talep edeceğini de bilmiyor. Talep edeceğini bilmeyen kulları için meleklerini görevlendiriyor, siz onlar için talep edin. Bu da Ğafûr isminin bir başka tecellisi olsa gerek, siz onlar için talep edin. Çünkü melekler kendileri için talep etmezler, çünkü onlar günah işlemezler. Dolayısıyla siz onlar için istiğfar talebinde bulunun.

………Evet, İstiğfara bağlı ilahi mağfiret yasası yine bakî, yani Failin fiilinin tecellisi için mef’ulün talebi gerekir. Fakat diyelim ki mef’ul bu talebi bilmiyor, onun yerine melekleri taleple görevlendirmek Allah’ın yine yasası bakî, fakat bu yasayı kendi bir üst yasasıyla açıyor.

………İstiğfar çağrısına sadece sıradan kullar mı dahil? Mesela peygamberler de istiğfara davet edilmiş midir? Hem de nasıl. Mesela Allah resulü bizzat istiğfara davet edilmiştir. İşte Nasr suresi değil mi? işte vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike.. (Mü’min/55) gibi ayetlerine ne demeli. Günahına istiğfar et, hem de açıkça, hem de tekil şahıs zamiri ile lizenbik, ne demeli buna. Dolayısıyla Allah resulü de dahil tüm peygamberler davet edilmiştir.

………Katada bin Numan isimli birinin zırhını Übeyrik oğullarından Ebu Tu’me isimli bir adam çalar. Fakat daha sonra hırsızlığı belli olmasın diye zırhı götürür bir Yahudi’ye rehin verir. Zırh un çuvalı içinde saklandığı için gittiği geldiği yerlerde de iz bırakır undan. Tabii en sonunda durum anlaşılır, zırh bulunur ama zırh Yahudi’nin yanında bulunur. Yahudi der ki bunu bana Übeyrik oğullarından Ebu Tu’me getirdi. Ne olacak şimdi? Mahkemeye çıkar, Allah resulü hakimdir. Ebu Tu’me konuşur, Yahudi konuşur. Ebu Tu’me der ki; Ya ResulAllah ben Allah’ın adını veriyorum, yemin ediyorum, ben Müslümanım. Bu adam da Yahudi. Sen ona mı inanacaksın bana mı?

………Dilli düdük, Allah resulü ağzına bakar onun lehine hüküm verir. Tam bu hükmü vermiştir ki Nisa/105-106 ayetleri iner. Ayetlere bakın; … ve lâ tekün lil hainiyne hasıyma. (Nisa/105) sakın ey Nebî hainlere arka çıkma. Devamı daha önemli hemen 106. Ayet; Vestağfirillâh* innAllâhe kâne Ğafûren Rahıyma. (Nisa/106) Bundan dolayı otur bir Allah’a istiğfar et, emir doğrudan Vestağfirillâh* innAllâhe kâne Ğafûren Rahıyma. Eğer böyle yaparsan Allah’ı Ğafûr ve Rahîm olarak bulacaksın. Eyvallah..!

………Onun için Allah resulünün şu tür itirafı kütübü sittede yer almıştır; ene beşerün mislüküm, ene uhti u ben de sizin gibi beşerim, ben de hata eder, isabet edebilirim. İsabette ederim, hata da ederim. Bana mahkemelerinizi getiriyorsunuz, davalarınızı getiriyorsunuz. Getirdiğiniz davada ben de delillerinize bakıp karar veriyorum. Ama benim verdiğim karar kendi hakikatte karar sonucunda kendisine verdiğim hak kendisinin değilse o ateştir, ister alsın ister almasın.

………Ne dersiniz? Bizim efendi adamın yüreğini okuyorlara, bizim şeyh adamın gönlünü görüyormuş, içini okuyormuş. Ne dersiniz bu işlere? Eh, sizin şeyh peygamberimizi de epey geçmiş ha..! Allah’tan korkmadan..! Tabii dedim ya İslâm’a Kur’an kapısından vahiy kapısından girmezseniz oyuncak, maskara olmaktan başka çareniz yoktur. Cahilin sofusu şeytanın maskarası başka nedir ki. Onun için Allah açmış bu kapıyı, Allah’ın İslam sarayına açtığı meşru kapı vahiy kapısıdır, Allah resulü o kapıdan girmiştir. Sahabe o kapıdan girmiştir. O zaman sen de o kapıdan gir. Gir o kapıdan içerde odalar var, canının istediği odaya at kapağı. Fıkıh odasına gireceksen gir oraya, hadis odasına gireceksen gir oraya, rivayet odasına gireceksen gir oraya, zühd odasına, tasavvuf odasına gireceksen gir oraya. Ama önce o kapıdan gir, önce aşılan, önce legal bir giriş yap, kaçak giriş yapma.

………Bir de kaçak kapılardan her geçen binayı zayıflatan kaçak kapıcıları cesaretlendirmiş olursun. Bu sefer daha başkaları da başka duvarlara başka kaçak kapılar açar. Onun için kaçak girmiş olması da ayrı bir cürüm tabii. O nedenle Allah’ın açtığı kapı vahiy kapısıdır. Bu dine herkes vahiy kapısından girmek durumundadır. Girdikten sonra içeride hangi odayı benimserse mizacına göre o odada otursun. Veyahut ta dolaşsın. Burada ne var benim alacağım desin, bir fıkıh odasına uğrasın, bir hadis odasına uğrasın, bir kelâm odasına uğrasın, bir hikmet, felsefe odasına uğrasın, bir zühd, tasavvuf odasına uğrasın varsa alacağı alsın mizacına göre. Ama mutlaka vahiy kapısından girsin. Kaçak kapılara itibar etmesin, kaçak kapıların hepsi dinin binasını zayıflatan kapılardır.

………Ondan sonra temizleyemiyorsunuz zaten, kendisi de temizleyemiyor. 30 yılını o yalanın üstüne bina ettikten sonra o yalanına parmak attığınızda dokunma diyor size dokunma, ben yalanımla yaşayayım. Kendi de inanmıyor aslında ama ne yapsın zavallı. Bir ömrü buzun üstüne bina etmiş. Onun için İslam’ın tek meşru kapısı vardır, Allah’ın açtığı kapı, o da vahyin kapısıdır.  Evet, görüyorsunuz değil mi yalan söyleyen Ebu Tu’me’nin kalbindekini görmüyor Allah resulü, rabbimiz ona haber veriyor ve bir hadis; ene beşerün mislüküm ila ahir.

………Hz. Peygamber sadece kendisi için değil aynı zamanda başkaları için de istiğfarla emrolunuyor. Bu gerçekten müthiş bir misyon FeBima rahmetin minAllâhi linte lehüm. (A. İmran/159) Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlik eğer sert yapsaydın etrafından dağılır giderlerdi. fa’fü anhüm kimlere söylüyor bunu? Uhut savaşı öncesinde savaş konseyine katılıp Allah resulü savunma savaşını tercih ettiği halde yiğitlik gösterip savunma değil saldırı savaşı, meydan savaşı yapalım ya ResulAllah diye Allah resulünü sıkıştırıp onun sırtına zırhı giydirip ondan sonra da vaz geçtik ya ResulAllah seninki galiba daha doğru görüş deyince, Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz diyerek ResulAllah’ın meydana çıkıp en sonunda da en ilk kaçanların savaş konseyinde Allah resulünü meydan savaşına ikna için gayret edenler olması üzerine iniyor bu ayet işte.

………Sert yapsaydın dağılır giderlerdi yani sizinle istişare edenin başına gelen bu işte, bir daha sizinle istişare edersem üç olsun demedi. Ama rabbimiz  ne diyor; fa’fü anhüm affet onları. Niye affet? Çünkü bu sana karşı da işlenmiş bir hata. Ama sadece sana karşı değil ki vestağfir lehüm Allah’a karşı da işlenmiş bir hata. Sadece sen affetme Allah’ın affetmesi içinde Allah’tan onlar için af dile, mağfiret dile. ve şavirhüm fiyl emr bundan böyle onlarla istişareyi sürdür, kesme yani yine istişareyi bir sistem olarak devam ettir. fe izâ azemte fe tevekkel alAllâh bir işe azmettiğin zaman Allah’a güven, dayan ve yürü innAllâhe yuhıbbül mütevekkiliyn Allah kendisine güvenenleri, dayananları sever, mütevekkil olanları sever Vekîl isminde işlemiştik değil mi? Eyvallah..!

………Dolayısıyla Allah resulüne başkaları için istiğfar etme emri de veriliyor. Demek ki peygamberlerin böyle bir şeyi var. Peki, peygamberlerin böyle bir vazifesi, peygamberden sonra kimleri varis, miras kalmış olabilir? Peygamberlerin varisleri olan alimlerin de Allah resulünün ahlakı ve adabı olan bu edeple bu ahlakla ahlaklanması Allahu alem gerekir diye düşünüyorum. Yani onların da kendi günahlarına istiğfar, mü’minlerin günahına ağlamak gibi bir görevi var. Başkalarının günahına ağlamak gibi bir görevi var. Ana yürekli insanlar böyle olurlar. İşte o zaman imam olurlar. İmam ana yürekli adam demektir. Ana yürekli adam, ümm den gelir ana gibi yüreği olacak.

………Ümmet nedir peki? Ümmet te insanlığın anne toplumu demektir.  Ana yürekli toplum. Kim böyle ise rabbim onu ümmet yapar, kim böyle ise rabbim onu imam yapar, imam odur. Onun için imam ölü yıkayan değil diri yıkayan adamdır, ana yürekli adamdır.

………Hz. Yusuf’un istiğfarı da benzer değil mi Yusuf/98 .. sevfe estağfiru leküm kime söylüyor bunları? Kıskançlık krizine tutulmuş kardeşlere söylüyor. En sonunda iş ortaya çıkıyor, Yusuf olduğu anlaşılıyor kendilerine zahire verenin. Yani Mısır’ın saraylarını yöneten, Mısır’ın hazinelerini yöneten o şahsın kardeşleri olduğunu öğreniyorlar. Üstelik kuyuya attıkları, ölsün diye attıkları kardeşleri. Tabii burada anlattığımız kadar basit bir sahne değil, çok dramatik bir sahne olsa gerek şöyle canlandırırsanız eğer. sevfe estağfiru leküm, sizin için istiğfar edeceğim, Allah’tan af dileyeceğim. Niye? yaptığınızı sadece bana yapmadınız, bana yaptığınız aynı zamanda Allah’ın hukukuna da tecavüzdü.

………İnneHU “HU”vel Ğafûrun Rahıym. Seçtiğim ayetlerin tamamı Ğafûr ismi ile bitiyor dikkat buyurun lütfen, incelik burada. Zira Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir, mağfireti sonsuzdur. Öyle diyor, sizin için istiğfar edeceğim.

………Bu nasıl bir şey dostlar? Bakınız burada bir başkasının günahına ağlamak yok size kötülük yapanı affetmek te yok. Size kötülük yapanı affetmenin yanında size kötülük yapanı Allah’ın da affetmesini istemek. Bu ne biçim bir alicenaplıktır, bu ne biçim ulvilik ve yüceliktir. Eyvallah..!

………İşte budur herhalde insanın Allah’ın affını talep etmesi için, affından en büyük payı istemesi için insanların insanlara karşıda böyle bir alicenaplığı olması lazım. Herhalde rabbin mağfiretinden en büyük payı alanlar, kendisine yapılan hatadan dolayı sadece affeden değil, Allah’ın da onu affetmesini isteyendir olsa gerek. Bu çok yüksek bir ahlak, kolay bir şey de değil onu söyleyeyim. Yani yaptığım bir şey olsa size de tavsiye ederdim. İnşaAllah yapabilecek liyakate geliriz. (22-1 in sonu)

………{{“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 ………Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.}}

 


TAFSİR LESSONS AL-MAIDA (035-046)(39)

$
0
0

“Euzu Billahi minesheytanir racim”

BismillahirRahmanirRahiym

 Dear Qur’an friends, today we continue our lesson with 35th verse of Maida Chapter. As you remember, verses in our previous lesson was informing us about those who wage war against Allah and His Rasul. According to Qur’an this is the definition of terrorism. Qur’an defines the terrorist acts as opening war against Allah and His Rasul. This is the definition the obvious explanation. So from this verse and forward, the verses take the role of completors, make their arguments as advices. Addressing the believers.

35-) Ya eyyuhelleziyne amenuttekullahe vebtegu ileyHIlvesiylete ve cahidu fiy sebiyliHI leallekum tuflihun;

O believers! Protect yourselves from Allah; ask for a cause to enable your closeness to Him and strive with determination on His path so that you may attain emancipation. (A.Hulusi)

O ye who believe! Do your duty to Allah, seek the means of approach unto Him, and strive (with might and main) in His cause: that ye may prosper.         (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuhelleziyne amenu O believers! O you who have the claims of belief. ittekullahe Do your duty to Allah. Be respectful to Allah. vebtegu ileyHIlvesiylete seek the means of approach unto Him.

There’s a ground here for people who have the claims of having belief and want to prove it. Being respectful to Allah. First rule of proving this claim is showing respect to Allah. A claim without that respect is a claim without any truth in it. Because a persons respect to Allah is also respect to himself. Because he owes his being to Allah. Next passage also follows this trail.

vebtegu ileyHIlvesiylete seek the means of approach unto Him. Many translators have debated over this. I should briefly mention it. According to Ahfesh Ragip el Isfehani and definitions of Razi, vesile here isgurbet and ragbet, as in being close and focus on something related to the matter at hand.

Next sentence here ve cahidu fiy sebiyliHI and strive with might and main in His cause. Give the best effort. From this translation we understand that the effort should come from the person.

 According to Kusheyri, vesile is described like this. In Letaiful Isharat, he describes the situation as, humans should give up the claims of power and force and admit their weaknesses and incompetence against Allah. This expression fall into the territory of a more moral and spiritual side. This expression and the previous one can be taken as true and together but there are many other forms of translation that fall into the wrong meaning. Razi takes these wrong translations with the passage of talimiye and says this. “According to this passage, the verse can wrongly be taken as “In order to find Allah, a master, a murshid is necessary.”

 In this sense, if we take the vesile word as a conduit to make people close to Allah, then this claims leads to the same one as the heathens used in Zumer Chapter Verse 3. What were they saying when they were told that they give the godhood to some other creatures, beings rather than Allah?

 ..liyukarribuna ilellahi zulfa.. Zumer/3 They are conduits that make us closer to Allah. We feel closer to Allah with them. They are only the means not the targets. They are tools. So like I said in this sense the concept of vesile as conduit has no place in Islam whatsoever.

 We should think about the prayer of vesile here, you know the one we read after pray calls.

Allahumme rabbe hazihi’d-dav’veti’t-tammeh O My Allah, O My Rabb who gives us this complete invitation.

ve’s-salati’l kaimeh. O this support we gave footing. I should give these three meanings together.

Rabb of this praying which is about to start, this praying that takes flight in order to reach you.

ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refiate. Give Muhammad the means. As in “Makes Muhammad close you you. Give Muhammad the virtue and wisdom and a high ground.”

vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh. And again bless him with the appraised position. This part is a reference to this verse.

 ..fetehecced Bihi nafileten leke.. Isra/79. Make night prays from you. Make unique worshippings only from you. asa en yeb’aseke Rabbuke Mekamen Mahmuda; Hopefully then your Rabb shall deliver you to an appraised ground. So this previous praying Rasulallah advises us to say is actually a reference to this great verse.

Inneke la tuhlifu’l-miad because you don’t turn from your promise, you don’t break your promise. This is the vesila pray we are advised to do after the praying calls according to the records we read in Buhari. Muslim didn’t take this one in his book however. Buhari’s version taking this praying in his records is significant and yet his friend and student Muslim knowingly leaving this pray out in his records is also noteworthy.

Rasulallah wanted a praying from us for himself, this is important. If that high prophet, that complete person, that perfect individual so to speak, wants us to maket his pray for him, it is our duty to do this perfectly and flawless as believers. This is also the core of our ethic values, right? It’s like, “I want praying from you, why don’t you want praying for yourselves. We need prays, we have to ask for much more prays from believers.

ve cahidu fiy sebiyliHI leallekum tuflihun; and show your best efforst on His path. Why? So that you can reach salvation. These are the formulas of salvation. I want you to take notice here, my dear Qur’an friends. Qur’ans vision of salvation has a lot difference than todays standards of salvation. 180 degrees difference maybe. What does Qur’an calls as salvation and what does modern life calls for it. In fact what modern people take as salvation, Qur’an calls that things as damnation. Unfortunately the opposite also stands since Qur’ans ways of salvation are taken as the means of damnation by modern era people.

Think about it. If we gather modern people in a studio and ask about the salvation of Sumeyye and Yasir who had suffered under the various ways of torture, what would they say?

We should rescue them like this. Make a night operation and rescue them from that situation. That would be one advice. One can make another suggestion like, “In order to save them, we should eleminate the torturers at all cost only then we may save them.” Many advices come and go.

If we discuss this matter with regular people, their minds would be stuck in earthly saving. They would argued about this one only. But if you ask Rasulallah about it, he would answered this problem with an answer of different aspect. “Be patient, o the family of Yasir. Mev’idu kumul cenneh your appointment is in heaven. As in they were blessed with the news of salvation. This is the logic of slavation, you can see how different they are in core logic. One side Qur’ans ideology of salvation in eternity, the other one is modern ages salvation which represents the well being situation on earth.

As for the perspective of vesile here, the concept of vesile is not about finding a conduit or a master to help you in your search of Allah but your own actions and intentions that help you on this path.

How should we see ve cahidu jihad, what is that. It’s the name of efforts that one should spend on the path of Allah. And on this path all efforts are your own actions. Your actions are also your intentions. They will help you as tools when you reach Allah, your actions will talk for you. This is the explanation of this verse.

36-) Innelleziyne keferu lev enne lehum ma fiyl Ardi cemiy’an ve mislehu meahu liyeftedu Bihi min azabi yevmil kiyameti ma tukubbile minhum* ve lehum azabun eliym;

As for those who deny the reality, if they had everything on earth and twice as much again and offered it to ransom themselves from the suffering of the Doomsday period, it will never be accepted from them! A sad suffering awaits them. (A.Hulusi)

 As to those who reject Faith,- if they had everything on earth, and twice repeated, to give as ransom for the penalty of the Day of Judgment, it would never be accepted of them, theirs would be a grievous penalty. (A.Yusuf Ali)

Innelleziyne keferu To make an integrity within the subject the passage continue with this. As to those who reject Faith lev enne lehum ma fiyl Ardi cemiy’an if they had everything on earth ve mislehu meahu and twice repeated liyeftedu Bihi min azabi yevmil kiyameti ma tukubbile minhum, to give as ransom for the penalty of the Day of Judgment, it would never be accepted of them.

There a connection between this and the vesile situation above. You cannot put another tool to help you on your path beside your own actions. This was the message.

And here we are shown the difference between faith and blasphemy. For a person who has no faith in him for Allah, a person who covered the truth or more accurately, who covered his conscience with the thick veil named blasphemy, those who are unable to hear the voice of their souls, even if they had everything on earth, and twice repeated, to give as ransom for the penalty of the Day of Judgement, it would never be accepted of them, ve lehum azabun eliym; theirs would be a grievous penalty.

37-) Yuriydune en yahrucu minen nari ve ma hum Bi hariciyne minha* ve lehum azabun mukiym;

They will want to escape the fire, but they will not be able to do so… Theirs shall be a perpetual suffering! (A.Hulusi)

Their wish will be to get out of the Fire, but never will they get out therefrom: their penalty will be one that endures. (A.Yusuf Ali)   

Yuriydune en yahrucu minen nari Their wish will be to get out of the Fire ve ma hum Bi hariciyne minha* but never will they get out therefrom ve lehum azabun mukiym their penalty will be one that endures.

A question comes to minds at this point. One that we encounter much these days, a confusing question. Can a sinful believer get out of Hell once he enters? A frequently asked question and yet there are people who answer this question with a “No” and try to show some verses to support their claims. By this opportunity I wish to express my opinion as well.

The truth is my dear friends, this verse is not about believer. Because it starts with the expression of Innelleziyne keferu and the following part is about them in this sense. That’s why the verse talks about the blasphemers who died without having any faith. A true believer but a sinner one; he dies without repetance so he should stay in Hell forever according to Mutezile and he will get out eventually according to the first generation Muslims. This dispute didn’t settle during the era of Emevi Dynasty and First Era of Abbasi Caliphate. Scholars from both opinion argued and brought forth every proof they had. And some even created fake proofs to support their claims.

So, many of the proofs that we are presented today are from that eras disputed and fabricated to support claims. In reality they have no ground. Almost every proof on that topic were created to need. In the end not one of them is reliable to use.

Say, Allah ordered in Qur’an that every sin shall be forgiven except the sin of shirk. InnAllahe la yagfiru en yushreke Bihi ve yagfiru ma dune zalike li men yeshau Nisa/116 Allah forgiveth not (the sin of) joining other gods with Him; but He forgiveth whom He pleaseth other sins than this: one who joins other gods with Allah, hath strayed far, far away (from the right). Verse is clear so it’s obvious that a believers sin can be forgiven by Allah.

Mutezile defends that a sinner without repetance met his demise cannot enter Heaven. But opposite side the Sunni Kelam says that Allah’s mercy shall cover them according to these verses.

I don’t want to specualte about the situation of believers in afterlife. But the truth is it’s not possible for Allah to ignore the faith completely. How can a believer and a blasphemer put in the same measurement? Faith is a value by itself. That Allah who commands. ve men yekfur Bil iymani fekad habita ameluhu.. (Maide/5) Whoever denies faith, whoever ignores a value as faith, his actions are in vain. After saying that we cannot say that Allah might ignore faith. No matter the size of the sin; if the faith is a mountain sin is nothing but a pebble. Faith is the absolute thing so all of us should have it.

Can a believer commit a sin? Of course, we can commit sins, we are humans, lives of prophets are there. Why has Qur’an talked us about Adam, Moses or Jonah? Those prophets lives are shown us as examples. The reason is this, we are not perfect. That’s why Allah talks about covering the sins. That’s why Allah is Gafur, Most Forgiving. That’s why Allah is Rahman and Rahim. When do these attributes come to life? We see their reflections when a believer commits a sin. The reflections of these names come to life on a sinner believer. Otherwise there would be no ground for these Gaffar, Rahman or Rahim names.

That’s why there are hundreds of verses in Qur’an about covering the sin sor forgiving the sins. This is all about Allah’s mercy, blessing and forgiveness.

Those who defend the claims of a person who enters Hell cannot get out no matter what, they show 20th verse of Secde Chapter. Once a fasikh enters hell, he cannot get out. Because in that verse of Secde 20, the sentence is “Whenever they intend to get out, they will be forced to go back.” In that verse we see Feseku. Whenever those fasikhs wish to get out. But interestingly when we go back just two verses, we see in 18th verse the fasikh is used to describe the opposite of believers. In this sense the word fasikh means the one who completely goes astray from faith. In literal meaning it can be taken as an arrows release from the bow. Also the word mole is fuseyk. All ground animals who can dig his way out of something is called fuseyk in Arabic language. We comprehend the meaning of getting out from religion from the translation of 18th verse of Secde chapter. But even that is no proof for anything related to the situation. Allah of all worlds knows best.

38-) Ves sariku vas sarikatu fakta’u eydiyehuma cezaen Bi ma keseba nekaen minellah* vAllahu Aziyzun Hakiym;

Cut off the hands of thieves, whether male or female, as an exemplary lesson from Allah for what they have done! Allah is the Aziz, the Hakim. (A.Hulusi)

 As to the thief, male or female, cut off his or her hands: a retribution for their deeds, and exemplary punishment from Allah, and Allah is Exalted in Power, Full of Wisdom. (A.Yusuf Ali)

Ves sariku vas sarikatu As to the thief, male or female fakta’u eydiyehuma cezaen Bi ma keseba nekaen minellah* cut off his or her hands: a retribution for their deeds, and examplary punishment from Allah, vAllahu Aziyzun Hakiym and Allah is Exalted in Power, Full of Wisdom. Here’s another verse we should stay on further. This is one of the Had verses in Qur’an, giving the punishment for thievery.

Had verses in Qur’an has always been criticising by modern eras secular people. Modern people of new era, mostly because of their weak or lack state of faith, criticise or reject some of the punishment verdicts of celestial message and on their path they become defenders of crime and criminals. We should stay on this topic.

Hand cutting is a punishment from the ignorance era and Qur’an validated that practice, not invented it. There was no new punishment system regarding thievery. This type of punishment had been practicing before Qur’ans arrival and Qur’an didn’t reject it. Even in ignorance erat his practice was a new one considering other traditions.This punisment was used by Kureysh Arabs on a thief who tried to steal Kaaba’s treasures. An extraordinary crime and for this crime an extraordinary punishment. Also there are some reasons for this form of punishment.

There’s no way to incarceration process in desert nomads. Where can you put him, there’s no specific dungeon or prison. They were nomads. So two things were required those days.

1-A punishment that prevents the person to do that again. A punishment to restrict him from thievery again.

2- In a society like that, no record of any kind, no central authority, there’s no form of criminal record; so there was a need to identify, solidify a moral weakness by any means. That’s why this practice was verified by Qur’an later.

But both Rasulallah, Caliphs after him and imams after them, they brough restrictions on this punishment. They didn’t leave it like the practice of ignorance era. Restictions like, “This punishment cannot be practiced on a mentally challanged person, this punishment cannot be done to a child who doesn’t go into puberty. You cannot do this to a person who doesn’t know that thievery is a sin. You cannot do this if the stolen items are below average. 3 to 10 dirhems (old money) was put as a measurement. You cannot do this if the stolen propery isn’t guarded well. Like shoplifting a bread. If stolen property is removed but not out of the building, you cannot do this punishment. You cannot do this to a hungry person who steals to eat. You cannot do this punishment to a needy person who steals fruits, vegetables, food of any kind. Even there are many disputes amond scholars on this topic, it’s safe to assume that this punishment is a highly restricted one.

First practice of this punishment was done in Rasulallahs time. We see this picture according to the records we read. There was a situation regarding this punishment, a man was caught while stealing from another. I believe it was about some battle tools, probably a shield or armor. The thiel was caught and brought before Rasulallah. Rasulallah’s verdict was with this verse but during the punishment was carried Rasulallah felt remorse. He turned his face back and told the person who brought the thief to him. “You are being a helper to satan.”

As in “You should forgive him.” Many verses following this one end with this sentence. “Gafurun Rahiym” This also includes this passage we are studying right now. Next verse 39th verse also ends with “Gafurun Rahiym” Like, “You should forgive him before bringing him to me, before this matter becomes the matter of punishment of a crime. You support satan by not forgiving him. This is the scolding of Rasulallah. Not to the thief but to the man who brings the thief to Rasulallah after he catch the thief with his belongings. At this point in this matter of punishment Rasullah’s position and attitude is very meaningful.

 This wasn’t the first forgiving reaction of Rasulallah. We see similar reactions regarding other matters of punishment. For example in Maiz el-Eslemi’s fornication situation, he turned to Hezzal, the person who convinced Maiz to confession and said to him. “You like what you did?

 I also read in El Muni. El Muni is the 20 books completion of Kadi Abdul Cebbar. Once a man comes to Rasullah and just about to confess his sin and crime to him, just before he opens his mouth, Rasulallah warns him, “Don’t confess.” Because the second he does, the matter becomes a public affair. In Islamic law in case of doubt the punishment shall be canceled. A hadith supports this “idreu’l-hudude bi’shubehat” In case of doubt, drop the charges. Even there are many comments on this particular hadith the majority believe that it’s a healthy one. So Rasulallahs advices have found their paths throughout the Islamic history this way.

 This is the historical aspect of this situation. There’s another one, my dear friends, unseen aspect if looked at with todays logic. Those who defend crime itself find the kisas or cutting hands or any other form of retribution crude and barbaric. But they should realize that they are the ones who defend the crime. If they could see the side of victim and find out the weight of any criminal situation they wouldn’t do that.

 Secondly in Islam responsibilities and right are mutual. But they say this when they defend the crime. “These types of punishments are violations against human rights.” It may be good on theory but guilty party should suffer some sort of punishment for his or her crime. This is not about punishing but defending the human rights. In that sense, carceration is a violation on human rights too, the right of freedom. So then how can we punish a criminal? If we give up on punishment wouldn’t that be a real violation on human rights? Not punishing the criminal has the same value as punishing the victim. It’s like saying to victim, “You suffered from him but we won’t charge him with anything because he is a human. In this sense he can come and kill you and we won’t do anything either. Because you are not as worthy as him.”

 Hand is a right. A gift from Allah to human. But using this hand on good path is a responsibility. So if any point the person decides to use this hand to steal or commit other sorts of crimes, this is about betraying his responsibilities. That’s the reason all rights come with the equal amount of responsibilities.

 Security of possession is one of the security types in Islam that should be preserved. Like the right of living. Innocent, clean and sacred. That’s why to create security of human rights we should prevent the thievery or any other sorts of offense.

In Islam, designing the society both humans spiritual needs and material needs are thought simultaneously. Not just from one aspect. So when a punishment is given, not only the needs of society and its security matters but also the conscience of the perpetrator should be cleansed as well. A conscience cleanser. That’s why when Maiz el Eslemi hadn’t said “Punish me” to Rasulallah because of his sin of fornication. No he said, “Tahhirni ya Rasulallah” “Cleanse me, purify me o Rasulallah.”

 Modern people have no data to process this side of situation. Because conscience is just an obstacle for them. How can they, who have no conscience, who have no guilt when they commit a crime, who have no problem playing the laws to their benefit, how can they understand Maiz, how can they understand Qur’an, how can they understand this verse. They cannot. Laws, garrai and muhammedi are out of their reach.

 In laws the only benefitting party are the people, dear friends. Allah doesn’t give laws for His own benefit. That’s why defending human against Allah is nothing but disrespect. Because Allah is the one who defends the people in the first place. No one can attack Alah’s existence. You cannot attack Allah, you cannot design an assassination. No, one can only attack other people. So who does Allah defend? All the base principles in Qur’an are designed to protect people.

 All these laws and orders in Qur’an they all have wisdom and action. If we leave the wisdom and focus on the act alone, then we cannot understand Allah’s will on that matter.

 What is the action here. For example, thievery. As in taking something from the owner of it without his permission. Thievery has this action part.

 Drinking alcohol is an action. Drunkenness. Drunkenness state is a violation to Allah’s laws by humans. And action but what is the wisdom behind the verdict then? Why is this so bad? Because its about covering the mind which Allah give to you. This is a crime to your entrusted treasure, the biggest treause that Allah give to you, your mind. So naturally without your mind, many crime doors are opened to you in this state. This is the background, the wisdom behind this action and reaction state.

 So what is the wisdom behind the thievery situation? Security of possession leading to Islamic societies peace and prosperity. But there’s an important point. What was Qur’an aiming at when it gave this rule in ignorance age as well. So that the poor children shouldn’t steal bread loafs and sleep when their bellies are empty? Stopping the this kinds of thefts too? Is this the message here. We will check on those when we look deeper in wisdom.

 Actually the ultimate goal is this. Islamic society structure is so strong and noble that nobody in this society needs to steal anything. All the reason of thievery is destroyed. Social justice is met, wealth and income distrubution is equal and beyond that zekah and alm concept manages to finish the poorness in entire society.

 Wealthy people in society think that their possessions contain the right of the poors within them. That’s why by giving zekah they also be thankful for it. “I finally find a person need my zekah, I thank you to be the one who help me do my duties to Allah.” This is the attitude for poor people. Islamic societies have witnessed this kinds of situations. This is the structural design that Islam wants for society. Let’s check out some examples regarding this.

 Amr bin Shurahbil. I entered the field of wheat and opened abath. Split the spikes and seperate the germs. A was about to smash them and do something to eat from them but the owner of the fields arrived. He saw the severed straws and beat me. Strip my clothes off me so I went to Rasulallah directly. I complained and said, “He took my clothes, O Rasulallah. My intention was to take the weeds and eat them.” Rasulallah called for the field owner and asked the reason for his actions. He said, “He entered my field and steal things Rasulallah.” Rasulallah got angry to the field owner. “He didn’t know and you didn’t teach him, he was hungry and you didn’t fed him. On top of that you took his clothes too. Give him his belongings now.” After that Rasulallah gave me a bag of wheats, I took it and went home.

 When we read this example we see the targeted social justice for Islamic society structure clearly. Rasulallah hadn’t even called him a thief. This is important and not the only example.

 Yahya bin Abdurrahman bin Habips situation is another example. Hatips slaves had stolen camels from a guy of Museyne. After that they confessed their crimes. Caliph Omar was the leader at that time. Naturally Hatip was called and the verdict of cutting hands was about to be executed. But last moment Omar called off the punishment he thought over the situation after a while the owner of slaves Hatip was called again.

 Omar said; “I didn’t find slaves guilty, but you are. Because I believe you starved them. That’s why I’m inclined to give you a heavy punishment. I may cut your hands so that you won’t do this again but I should give you another punishment. What was the worth of those camels?” Hatip answered “I swear to Allah it was more that 400 golds.” After this answer Omar said, “Then you will pay 800 golds. And if you starve these slaves again and they steal anything because of that, I will cut your hands.”

 As we can see here the problem is not about cutting hands or arms or any other sorts of punishment. No, the problem is maintaining the safety, security and peace in a society. It’ sabout designings a peaceful enviroment for people in a society.

 We also know that even during the year of famine and many cases of thievery reached Omar, he didn’t practice this particular punishment. Even there’s a verse regarding the situation. Because Omar knew Allah’s will on this matter. Allah’s will is not about cutting hands but to eliminate the concept of thievery in a society. Because if a society reaches to this level dear friends, one should only be a mentally challanged individual to steal anything.

 Think about it, the wealth is distributed in community fairly, unjustly earning anything is prevented, wealthy people have beliefs that their incomes include the rights of poor people so their rights should be given to them, all people are able to hear their conscience voice of faith. Like I said one should be mad if he chooses the path of thievery in this society.

 So if we look at the situation correctly we see this. But if we focus on the punishment alone then we see the picture upside down. If we start Allah’s law by the point of punishment then we intent to drag the situation below than average and this could only lead to a worse situation.

 At this point a community which the celestial laws are maintaining the order is a community where the social justice is complete. So if we start the law from the level of punishment at this point, first group meet the harm would be the poors and this would cross the will of Qur’an. If the administrators try to reach the pockets of people, these hands must be cut first.

 Think about that society. People in charge are trying to rob people with the name of inflation, funneling their savings every night. So if you leave those hands that robs the entire society but you try to cut the hands of poor people who steal from stores or restaurants just because they are hungry, this would be the opposite of Allah’s will. No, Allah’s will wouldn’t be done by that.

 In a society social justice should be met perfectly. Nobody carries the intention or the need of theft in a place. Only a cleptomaniac or some other mentally sick person might choose to go down that road, not the entirety of society. Moving on.

39-) Femen tabe min ba’di zulmihi ve asleha feinnAllahe yetubu aleyh* innAllahe Gafurun Rahiym;

But whoever repents after his wrongdoing and corrects (his conduct) Allah will surely accept his repentance… Indeed Allah is the Ghafur, the Rahim. (A.Hulusi)

 But if the thief repents after his crime, and amend his conduct, Allah turneth to him in forgiveness; for Allah is Oft-forgiving, Most Merciful.         (A.Yusuf Ali)

Femen tabe min ba’di zulmihi ve asleha But whoever repents after his wrongdoing and corrects himself feinnAllahe yetubu aleyh* Allah will surely accept his repentance. innAllahe Gafurun Rahiym for Allah is Oft-forgiving, Most Merciful.

The message here is clear. A person commits a crime then he is either caught or turned himself in and make his repetance. If the case hasn’t been public yet, then the person should be forgiven. The situation is between the person and the victims side from that point. This way the mutual relations and crimes nature are isolated from eacth others.

But there’s another aspect here, another fact that verse represents, the spiritual side. Femen tabe min ba’di zulmih whoever repents after his wrongdoing and corrects himself. This repetance in spiritual meaning represents the cleansing, purification. Because the person did commit a crime ann by doing that he breaks the integrity of social interactions but beyond that by violating another persons rights he also violates Allah’s rights. And for that he should also make his repetances.

40-) Elem ta’lem ennAllahe leHU mulkus Semavati vel Ardi yuazzibu men yeshau ve yagfiru limen yesha’* vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr;

 Do you not know the (reality) sovereignty of the heavens and the earth is for Allah? He punishes whom He wills and rewards whom He wills! Allah is Qadir over all things. (A.Hulusi)

 Knowest thou not that to Allah (alone) belongeth the dominion of the heavens and the earth? He punisheth whom He pleaseth, and He forgiveth whom He pleaseth: and Allah hath power over all things. (A.Yusuf Ali)

Elem ta’lem ennAllahe leHU mulkus Semavati vel Ardi Do you not know the sovereignty of the heavens and the earth is for Allah?

Why this verse, why now after two verses regarding the thievery situation. We should ask this to ourselves. What is the wisdom behind it?

It’s like Allah sees through time sees modern age peoples attitudes to crime, how they defend criminal activities and addresses them. “Do you think Allah has no rights to put laws and verdicts on situations regarding society, crime and criminals? What kind of twisted minds you have? Allah has power over all things in heavens and on earth. Why shouldn’t Allah put laws for humans then?

Elem ta’lem ennAllahe leHU mulkus Semavati vel Ardi Do you not know the sovereignty of the heavens and the earth is for Allah? O you who cannot comprehend the vastness of Allah. yuazzibu men yeshau ve yagfiru limen yesha’* He punishes whom He wills and rewards whom He wills! vAllahu ala kulli shey’in Kadiyr Allah has power over all things.

41-) Ya eyyuher Rasulu la yahzunkelleziyne yusari’une fiyl kufri minelleziyne kalu amenna Bi efvahihim ve lem tu’min kulubuhum* ve minelleziyne hadu semma’une lil kezibi semma’une li kavmin ahariyne lem ye’tuk* yuharrifunel kelime min ba’di mevadi’ih* yekulune in utiytum haza fehuzuhu ve in lem tu’tevhu fahzeru* ve men yuridillahu fitnetehu felen temlike lehu minAllahi shey’a* ulaikelleziyne lem yuriydillahu en yutahhire kulubehum* lehum fiyd dunya hizyun ve lehum fiyl ahireti azabun aziym;

O Rasul! Do not be grieved by those who say “We have believed” with their tongues while they have not believed with their hearts (consciously, by internalizing and experiencing its meaning) and who compete in denial… There are some among the Jews who listen to you to make lies, or as mediators on behalf of people who do not come to you… They pervert the meanings of the words and say, “If this be given to you, take it, but if not (if instead, a judgment is made based on Allah’s laws) then stay away”… If Allah wills corruption for someone, you can no longer expect anything from Allah on his behalf… They are the ones whose hearts Allah does not wish to purify… There is disgrace for them in the world… And a severe suffering awaits them in the eternal life to come. (A.Hulusi)

        O Messenger! let not those grieve thee, who race each other into unbelief: (whether it be) among those who say “We believe” with their lips but whose hearts have no faith; or it be among the Jews,- men who will listen to any lie,- will listen even to others who have never so much as come to thee. They change the words from their (right) places: they say, “If ye are given this, take it, but if not, beware!” If any one’s trial is intended by Allah, thou hast no authority in the least for him against Allah. For such – it is not Allah’s will to purify their hearts. For them there is disgrace in this world, and in the Hereafter a heavy punishment. (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuher Rasulu O Rasul! A direct message to Rasulallah himself. O Rasul. la yahzunkelleziyne yusari’une fiyl kufri minelleziyne kalu amenna Bi efvahihim ve lem tu’min kulubuhum* Do not be grieved by those who say “We have believed” with their tongues while they have not believed with their hearts and who compete in denial… ve minelleziyne hadu semma’une lil kezibi semma’une li kavmin ahariyne lem ye’tuk* Those who became Jewminded. This elleziyne hadu form should be taken as Jewminded not Jews themselves There are some among the Jewmindeds who listen to you to make lies, or as mediators on behalf of people who do not come to you. yuharrifunel kelime min ba’di mevadi’ih They change the words from their right places.

Yes Qur’an takes the word from the verses above and the topic of becoming Jewminded is opened again. A new anaphora is here, a new content. Actually Qur’an brings light to both the time it came, to its past and its future at the same time. This three time dimensional works in Qur’an just like this verse.

So if we stay on this verse for a little longer, they change the words, corrupt their meanings. Remember we studied a similar form in 13th verse of this chapter. Also in Nisa 46 and Bakarah 104 we clearly see the same form.

Their way of corruption is given with examples there in Baqarah 104. But severing the ties with the words and meaning is given there. But Qur’an binds the previous verse and the following one here so the content is different here.

Here we see the signs of 37th verse here, friends. I translated this verse a while ago. Now we should look it further to understand the meaning here.

What is the nature of the word become if its bonds with meaning are severed. This is told by blasphemers. But if you sever its bonds from the original you begin to take the meaning for muslims too. Severing the ties. I gave an example above. I didn’t give details back then but even when the shabe era was happening some people in group was telling things like this verse should be taken by muslims too. This was the first and clear example of corrupting the nature of a text.

Nafi bin Erzak also known as Ezarika, a man who creates his own following under his name says to Abdullah Ibn Abbas in his book Tercuman-ul Qur’an. By showing this verse as motive and reason.

“-O you, whose eyes and heart are blinded by Allah.” With the intention of insult. Abdullah Ibn Abbas was blind. Not born with it though. “I heard that you said to Allahs word of ve ma hum Bi hariciyne minha.. (37) they will stay in hell forever. But you say, “Some people will come out of hell after getting in, is that so.” Ibn Abbas’s answer to Nafi Bin el Erzak is meaningful though. “O Hakk. Woe to you. Read above the text first.”

Bektashi logic. La takrabus salah. Don’t come close to praying. When he was told to read above he replied “I’m not a memoriser. ve entum sukara Just read the following part of the same verse.

Don’t come closer to praying while intoxicated. So if you sever the ties from its context this is a form of Bektashi logic. This is the name of this logic these days. Because if you sever the ties of a sentence from a certain point you can eaasily change its message and nature to 180. If you cut the sentence of “Don’t come closer to praying while intoxicated.” Just before the word “While.” You change its meaning completely. After that you cannot say, “Allah says this, I cannot do my praying because Allah wants me not to do this by these specific words.”

Nafi bin Ezrak’s first move was exactly this in that era. Severing the ties of the word from its meaning and interpreting it with the opposite meaning of Allah’s intentions. Many harici people had done that too. We will talk about them later further. ..inil hukmu illa Lillah.. (Jonah/40) The verdict belongs to Allah. They severed the ties of its meaning and curse Caliph Ali with blasphemy. Why, because he accepted a judge for a situation. You accepted the verdict of a man instead of Allah. By giving a man the opportunity of being a judge, being the owner of result, you stepped out of religion. That’s what you see when you sever the ties from its original content, you meet this bizarre logic.

Qur’an calls this, becoming Jewminded and tells us that first people who had done that are sons of Israel who later became Jewminded.

Yekulune they say; in utiytum haza fehuzuhu ve in lem tu’tevhu fahzeru* ve men yuridillahu fitnetehu felen temlike lehu minAllahi shey’a If this be given to you, take it, but if not then stay away”.

If Allah wants someone to delve into mischief, nothing and noone can prevent that person to fall. Yes, next sentence gives us right that. “If this be given to you, take it, but if not then stay away” What is the point, what is the reason behind this sentence. Many incidents are given as the reason of arrival fort his situation. Particularly one, a jew couple committed fornication and came to Rasulallah according to the stories. They came to Rasulallah with this fiction. “If Rasulallah punishes you with something other than Recm, accept it. But if he punishes you with recm, know that he is indeed a prophet and knows the verdict in Tora.”

They came to Rasulallah to be punished. Rasulallah asked about the rule in Tora for that sin to them. First they didn’t want to answer that. They lied naturally and said, “In our book we paint the sinners faces and put them on a donkey and show them to everyone.”

Stories following brings us another person named Abdullah Ibn Selam, a muslim rabbi know as Ibn Suriya. He said; “No, the punishment of this crime is recm.” He brought the Tora, found the verse and read it there.

I don’t think the reason of arrival for this verse isn’t particularly about this incident, at least directly. Because it’s not about fornication. What we are told here something else entirely. We can even look deeperto verses surroundings and see things like war, social interactions, especially about the interactions between jews and believers. So the reason should be in this vicinity. We see another example in Ahmet Bin Hambels records. This is the reason of arrival according to him.

A Jewish tribe named “Sons of Nadir” and another Jewish tribe named “Sons of Kureyze” had a similar unjust agreement. When someone among Kureyze killed someone from Nadirs, Nadirs were demanding a full mulct. But when a member of Kureyze was killed they were giving a half mulct. Classic Jewish mentality. Ideology of fake superiority even among themselves. Here we see the claim of superiority of a clan to another. Like saying; “We are first class Jews and you are second class Jews.”

Today we see similar classification in Israel grounds between sefardin and eshkenaz. Same situation occurs today between western Jews and Eastern Jews. As you can see even today on the lands of Palastine which Israel came and declared ownership, we see the same logic, same complex.

So even centuries ago, this twisted logic was set among them naturally this oppressed Jewish tribe came to Rasulallah to complain. They said, if Muhammad is really a prophet he cannot close his eyes to this injustice.” Of course Rasulallah denied this unjust system and gave his verdict for fairness. This is about them according to the records. Moving on.

ulaikelleziyne lem yuriydillahu en yutahhire kulubehum Why are they doing that? Remember the incidents above. What were they doing? They were cutting the ties of words from their meanings. They were listening lies with full ears. Listening lies willingly, very interesting. Another verse comes to mind now. Elleziyne yestemiunel kavle feyettebiune ahseneh.. (Zumer/18) They listen the complete message and follow best for them. This however talks about the Jews which do quiet the opposite. Listening the message and following the worst. Two opposite types. One side, the believers listening and following the best. And the other side is the Jewmindeds, listening and following the worst. Negative type is explained here. So what is the destination of these negative types according to Allah? Let’s see about them.

ulaikelleziyne lem yuriydillahu en yutahhire kulubehum For such – it is not Allah’s will to purify their hearts. Yes, when Allah doesn’t want to clear someones heart, Allah leaves that person to his own. Allah takes the light from his eyes. He is left with eyes but no light.And when the light is taken away that person is good as blind. lehum fiyd dunya hizyun ve lehum fiyl ahireti azabun aziym; This verse is for those who became jewminded and this is their final destination. For them there is disgrace in this world, and in the Hereafter a heavy punishment.

42-) Semma’une lil kezibi ekkalune lissuht* fein cauke fahkum beynehum ev a’rid anhum* ve in tu’rid anhum felen yedurruke shey’a* ve in hakemte fahkum beynehum Bil kist* innAllahe yuhibbul muksitiyn;

They constantly listen to lies and devour forbidden things… If they come to you, then judge between them, or turn away from them… If you turn away from them, they cannot give you any harm… But if you judge, then judge with justice… Indeed, Allah loves those who deal justly. (A.Hulusi)

(They are fond of) listening to falsehood, of devouring anything forbidden. If they do come to thee, either judge between them, or decline to interfere. If thou decline, they cannot hurt thee in the least. If thou judge, judge in equity between them. For Allah loveth those who judge in equity. (A.Yusuf Ali)

Semma’une lil kezibi ekkalune lissuht They constantly listen to lies and devour forbidden things. This verse can be taken as a reference point for people whose actions and speeches  have a direct corelation with the things they eat. Very interesting. As in the verse indirectly saying “You are what you eat.” They constantly listen to lies and devour forbidden things. Devouring not just eating, devouring.

Here we see the word suht which by the origin has the meaning of anything that ruin and scar the owner. So suht can be taken as value breaker and here it has the same meaning anything that diminish your value. If a person becomes jewminded, if his ethics become one with jewish ethics, if that person makes a contract with Allah first but breakes it later then every choice he makes are become negative, not positive.

When he thinks, when he talks he manages to find the worst things to say. When he listens to you, he manages to find the most negative things you said and brings them to you. When you offer them two distinct choices, he immediately chooses the bad one. Invite them to a sin and a good deed at the same time, he rejects your invitation to a good deed but accepts your offer for sin. This is his way of eliminating the good from his side. Total destruction. Moving on. fein cauke fahkum beynehum ev a’rid anhum.

Here we meet another verdict in Qur’an. If they come to you, then judge between them, or turn away from them. Who? First of al lif we talk about face to face relations, then it’s obvious we are talking about Jews. But we should take the meaning of this verse in general sense. Because Allah’s message is general and for all humanity. In this sense with the agreements of many scholars, the explanation should be taken as this.

If a non-muslim in a society of people wants to apply to a court of Islamic community, that would be his choice. They can be judged with their faiths case. They can go to their own court if they want. This is their rights, they are free to execute their own laws. This is for the minority non-muslims in an Islamic society. But if they want to apply to Islamic courts to solve any dispute, it’s up to the Islamic court to whether accept of deny the application.

Islamic scholars reach this conclusion based on an application done to Rasulallah. That’s why;

fein cauke fahkum beynehum If they come to you, then judge between them, ev a’rid anhum* or turn away from them… ve in tu’rid anhum If you turn away from them, felen yedurruke shey’a* they cannot give you any harm… ve in hakemte fahkum beynehum Bil kist* This part is important this is the most fundamental principle of Islamic order. But if you judge, then judge with justice. innAllahe yuhibbul muksitiyn Indeed, Allah loves those who deal justly.

We come up with two things my friends;

1-People can judge, people too can judge. As in the owner of judging only belongs to Allah, people cannot judge logic cannot be the answer to solve issues. Because what is the message? ve in hakemte if you judge. Of course we make many decisions everyday. People have the ability of choosing, so we have the ability of judging.

 2- When people judging there’s only one thing that should be taken under consideration. That is the most influential thing, Justice. That’s justice is the foundation of power. El adlu esasul mulk  This expression named for Caliph Omar is actually the validation to those who say, “Countries come down by tyranny, not blasphemy.” Moving on.

43-) Ve keyfe yuhakkimuneke ve indehumut Tevratu fiyha hukmullahi summe yetevellevne min ba’di zalik* ve ma ulaike Bil mu’miniyn;

Why do they make you a judge when they have the Torah in which there is Allah’s command? And yet they turn away from your judgment! They are not believers! (A.Hulusi)

 But why do they come to thee for decision, when they have (their own) Torah before them?- therein is the (plain) command of Allah; yet even after that, they would turn away. For they are not (really) People of Faith. (A.Yusuf Ali)

Ve keyfe yuhakkimuneke ve indehumut Tevratu fiyha hukmullahi Why do they make you a judge when they have the Torah in which there is Allah’s command? We see that Qur’an accepts Tora’s judgement valid for Jews. You may ask, was that the same Tora they hold in their hands as the Tora we read today? Yes, it was the same Tora or fairly similar one. summe yetevellevne min ba’di zalik* And yet they turn away from your judgment! ve ma ulaike Bil mu’miniyn They are not believers. As in they even don’t believe their own books.

Qur’ans intention here is this. Qur’an wants to expose those who behave hypocritical to their own faiths. They don’t even accept their own faiths, their own books. We see the same type even today. This is what I call becoming jewminded. They say they believe but when they are asked to follow the orders and verdicts of their own books, they deny. This is exactly a jewminded behaviour. Just like sons of Israel have done since they fall to the path of jewmindeds.

Qur’an criticise the indecency for faith here. By exposing them in front of Rasulallah, the message is given in this form, These dishonest people, their actions to Qur’an shouldn’t be seen overestimated by you. There’s a lesson here. We are the last readers of these verses we are the “ehli kitap”, Qur’ans addressed group. In this sense, if we say “Our book is Qur’an, we put our faiths in Qur’an.” But when the verdict is given by Qur’an and we choose not to follow it, that’s when we fall into becoming jewminded.

44-) Inna enzelnet Tevrate fiyha huden ve nur* yahkumu Bihen Nebiyyunelleziyne eslemu lilleziyne hadu ver Rabbaniyyune vel ahbaru Bimestuhfizu min Kitabillahi ve kanu aleyhi shuheda’* fela tahshevunNase vahshevni ve la teshteru Bi ayatiy semenen kaliyla* ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humul kafirun;

 In truth, We have revealed the Torah, in which there is Nur and the knowledge of the reality… By it, the Nabis who have submitted, ruled the Jews, and so did the Rabbis (those occupied with the training of Jews according to the Torah) and the Priests (those with knowledge and wisdom) who were entrusted with the protection of the knowledge of the reality, and to which they were witnesses… So, do not fear man, fear Me! Do not sell the truths of which I inform you for a small gain. Those who do not judge by what Allah revealed, they are deniers of the reality! (A.Hulusi)

 

It was We who revealed the Torah (to Moses): therein was guidance and light. By its standard have been judged the Jews, by the prophets who bowed (as in Islam) to Allah’s will, by the rabbis and the doctors of law: for to them was entrusted the protection of Allah’s book, and they were witnesses thereto: therefore fear not men, but fear Me, and sell not My signs for a miserable price. If any do fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are unbelievers. (A.Yusuf Ali)

Inna enzelnet Tevrate fiyha huden ve nur* In truth, We have revealed the Torah, in which there guidance and light. yahkumu Bihen Nebiyyunelleziyne eslemu lilleziyne hadu By its standard have been judged the Jews, by the prophets who bowed (as in Islam) to Allah’s will.

My mentioning of sons of Israel who became Jewminded or any other communities who fell into the grasps of becoming jewminded; this verse confirms my tone completely. We should inspect it further here. This verse informs us that all prophets are muslims. Also the real Mosevians, sons of Israels were really the muslims but then they became jewmindeds. That’s why muslim prophets were judging and ruling the jews and sons of Israel with it. From this notion, I see a full support to my explanations on becoming jewminded situations.

ver Rabbaniyyune vel ahbaru Bimestuhfizu min Kitabillah by the rabbis and the doctors of law: for to them was entrusted the protection of Allah’s book. What were they doing, they were ruling with Tora too.

As you can see dear friends, we should ask this question. Why then Tora has been corrupted but Qur’an hasn’t. The answer is in this verse. This expression is the answer. Because for to them was entrusted the protection of Allah’s book. But Allah ensured the safety and integrity of Qur’an Himself.

Inna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizun; (Hicr/9) Zikhr, Qur’an, we delivered them for sure, and we are the ones who protect them. This is Allah’s words. But here Tora was entrusted with religious figures of sons of Israel and not long from that moment they fell into the treason, betrayal to the entrusted. This should be the conclusion we should learn from this verse. ve kanu aleyhi shuheda’ They were all witness to it. fela tahshevunNase vahshevni why couldn’t they protected it then? Here’s the answer. Then don’t fear from the men, fear me. Because they fear from the people, because their fears for Allah was erased by the fear of other people, they couldn’t protect the message.

Fearing people is not a simple fear as we know it. It also contains, taking a person favor in account, fearing to be undervalued by people. Not fearing your position for Allah but fearing your position in front of other people. Having “What would people say?” in front of “What would Allah say?” This fear expression doesn’t only represents the method but all actions related to it. This is not just tactical, it’s strategic.

Fear is a vein in human, it exists. You cannot ignore it. It’s something humane. Fear can grasp you via this fear vein and make you bow down to some other god figures. Since Allah is aware of this veins existence, since Allah knows the human nature, Allah educates people to stand in front of your fears with bravery, in front of all things that wants to be bowed down by you. And sasying this. If you should fear someone, fear me. Fear me, so that those who wished to enslave you cannot use your fears. So that they cannot channel your fears to make you bow down to them. That’s the reason why Rabb of All Worlds says, Vahshevn Fear me. ve la teshteru Bi ayatiy semenen kaliyla Do not sell the truths of which I inform you for a small gain. ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humul kafirun; Those who do not judge by what Allah revealed, they are deniers of the reality.

45-) Ve ketebna aleyhim fiyha ennen nefse Bin’nefsi vel ayne Bil’ayni vel enfe Bil’enfi veluzune Bil’uzuni vessinne Bissinni velcuruha kisas* femen tesaddeka Bihi fe huve keffaretun leh* ve men lem yahkum Bima enzelAllahu feulaike humuz zalimun;

 We had decreed in it (the Torah), “A life for a life, an eye for an eye, a nose for a nose, an ear for an ear, a tooth for a tooth! And a wound for a wound…” But whoever forgives, this will expiate his past mistakes! And whoever does not judge in accordance with what Allah reveals, they are the wrongdoers. (A.Hulusi)

We ordained therein for them: “Life for life, eye for eye, nose or nose, ear for ear, tooth for tooth, and wounds equal for equal.” But if any one remits the retaliation by way of charity, it is an act of atonement for himself. And if any fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are wrong-doers. (A.Yusuf Ali)

Ve ketebna aleyhim fiyha ennen nefse Bin’nefsi We had decreed in it (the Torah), A life for a life, vel ayne Bil’ayni an eye for an eye, vel enfe Bil’enfi a nose for a nose, veluzune Bil’uzuni an ear for an ear, vessinne Bissinni a tooth for a tooth! velcuruha kisas* And a wound for a wound…” femen tesaddeka Bihi fe huve keffaretun leh But whoever forgives, this will expiate his past mistakes!

The furious retributions that are seen in Moses sheriah can also be seen in Tora with details. This is the original testaments and explained everything with detail. But this, fe huve keffaretun leh But whoever forgives, this will expiate his past mistakes! This expression is a reference for the door of forgiveness and mercy shall always be open.

Only the victim can forgive the criminal. Systems cannot forgive any criminals. Crime is done to people, no other system has the authority to forgive him anymore. Think about this. I committed a crime against you, I took your right, I violated your right. And after that when you wait for justice or retribution, some other person comes and says, “I forgave him.” But you don’t. This is exactly the meaning of defending the crime. So only the victim can forgive the criminal, the perpetrator. The sole right of mercy belongs to the victims side. Even Allah doesn’t take this right from victim. This is the meaning of kisas.

Kisas means the authority of mercy for the victim against the criminal. So what happens when victim forgives;

  • Criminals conscience becomes clean and in peace.
  • If victim shows mercy, he also lets go of his pain since there won’t be anyone to blame anymore.
  • The feeling of revenge is göne for good. And this helps a lot.

So in this sense, Qur’an too brings this principle to life by Allah’s words that know people, this principle of “Only the victim shall forgive the perpetrator.” The first meaning here is this. “It is an atonement for the forgiving party. But it also another meaning, “It also is an atonement for the perpetrating party.” I however don’t prefer this second meaning. ve men lem yahkum Bima enzelAllahu feulaike humuz zalimun; Those who do not judge by what Allah revealed, they are deniers of the reality!

46-) Ve kaffeyna ala asarihim Bi ‘Iysebni Meryeme musaddikan lima beyne yedeyhi minetTevrati ve ateynahul Inciyle fiyhi huden ve nurun, ve musaddikan lima beyne yedeyhi minet Tevrati ve huden ve mev’izaten lil muttekiyn;

We sent Jesus, the son of Mary, in the footsteps of them (the Nabis who had submitted) to confirm the knowledge from the Torah (as truth). And We gave him the Gospel, which contained Huda (the knowledge of the reality) and Nur, and confirmed what reached him from the Torah, as guidance and admonition for the protected ones. (A.Hulusi)

 And in their footsteps We sent Jesus the son of Mary, confirming the Torah that had come before him: We sent him the Gospel: therein was guidance and light, and confirmation of the Torah that had come before him: a guidance and an admonition to those who fear Allah. (A.Yusuf Ali)

Ve kaffeyna ala asarihim Bi ‘Iysebni Meryeme musaddikan lima beyne yedeyhi minetTevrati We sent Jesus, the son of Mary, in the footsteps of them to confirm the knowledge from the Torah as truth.

The foundations of a union confederation here.  Like it is said in Matta Bible, Jesus didn’t say that he brought forth a brand new religion. “I don’t deny what came before me, I came to validate the ones before me.” There’s a reference to that.

ve ateynahul Inciyle fiyhi huden ve nurun, ve musaddikan lima beyne yedeyhi minet Tevrati ve huden ve mev’izaten lil muttekiyn We sent him the Gospel: therein was guidance and light, and confirmation of the Torah that had come before him: a guidance and an admonition to those who fear Allah.

“O you, who have faith in Tora, you judge. You say you believe in Tora, so be serious in your faiths and put Tora in your lives.”

Qur’an then turns to those who believe in Bible. “If you believe in Bible, then be serious and put Bible in your lives.” These declarations are in fact the preparations for the following message and it’s this.

47-) Vel yahkum ehlul Inciyli Bi ma enzelAllahu fiyh* ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humulfasikun;

Those who follow the Gospel should judge with the creeds in the Gospel revealed by Allah. Whoever does not judge with the creeds revealed by Allah, they are the corrupters! (A.Hulusi)

Let the people of the Gospel judge by what Allah hath revealed therein. If any do fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are (no better than) those who rebel. (A.Yusuf Ali)

Vel yahkum ehlul Inciyli Bi ma enzelAllahu fiyh Those who follow the Gospel should judge with the creeds in the Gospel revealed by Allah. The summary of these is this. A faith that doesn’t interfere daily life is a dead faith, whatever you believe in. So be serious in your faiths. Live properly under the light of your faiths. Don’t say “I believe in this.” And then go and live the opposite of that beliefs.

Last sentence of 47th verse, I leave this in our next lesson because I will stay on that verdict of Allah a little longer. Also the last parts of 44 and 45th verses “Those who do not judge by what Allah revealed, they are deniers of the reality!” I will talk about them further in my next session.

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10) “Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”.

“Esselamu aleykum.”

 


ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (22 – 1/video)

$
0
0

……...”Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

……..BismillahirRahmanirRahıym

 ……..El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

……..Rabbişrah liy sadriy;

……..Ve yessirliy emriy;

……..Vahlül ukdeten min lisaniy;

……..Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

……..Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Amin, amin.

……..Değerli dostlar bugün 22. Esma dersimize başlıyoruz. Rabbimden hayırlar diliyorum. Anlayan tutan, yaşayan ve yaşatanlardan olmamızı nasip etmemizi niyaz ediyorum. Malûmunuz bir önceki dersimizde Ğafûr ismi şerifini işlemiştik. Lügavi delâletleri, lafzi delaleti, manevi delaleti, ıstılahi delaleti ve nazari çerçeve ve Kur’anî çerçeveyi işlemiştik. Bugün Ğafûr ismi şerifinin 2. Dersi İnşaAllah işleyeceğiz. Mağfiretin tecellisi için kul ne yapmalı.

……..El Ğafûr olan Allah’ın mağfireti sonsuz, bağışı sonsuz, affı sonsuz. Rabbi mütealimiz sonsuz bağış sahibi bir Rab. Bağışın sonsuz olması aslında kulun hata yapabilme ihtimal ve imkânının önünün açık olmasının bir sonucu. Adeta Kulun hatası nasıl sayısız ve sınırsız olabilirse rabbin bağışı da sayısız ve sınırsız. Buna bir mukabele, yani böyle bir kulu, böyle bir türü varlıklar içinde böylesine hata yapabilme potansiyeli olan bir varlığı neden yarattın ya rabbi diyecek olan varsa eğer, sanki Ğafûr olduğum için yarattım der gibi bir nükte var.

……..İşte sonsuz ilahi mağfiretten nasıl pay almak lazım, pay almanın yolları neler. Allah’ın mağfireti sonsuzdur da b u mağfiretten kulun pay alması için kanunlar, yasalar var, şartlar var, erkân var, adap var. Zira isim Ğafûr, Ğafûr; Fe’ûl vezninden, tıpkı fail ve faîyl vezni gibi mutlaka 2 yönlü, yani hem fail hem mef’ul. Fail olan tarafında Allah özne bunu anladık, yani Allah sonsuzca bağışlayan. Peki, Ğafûr kalıbının mef’ûl yanı ne demeli, nasıl izah edeceğiz? Allah hem bağışlayandır hem bağışlanandır olmayacağına göre. Çok bağışlar çok ta bağışlanmayı ister olmayacağına göre o zaman nasıl izah edeceğiz? Şöyle izah edeceğiz, bağışlamak için Ğafûr isminin tecellisi için bağışlamanın mef’ûlü olan insandan bir teşebbüs bekler. Yani Failin fiili için mef’ûlün hareketi lazım. Failin fiilinin tecellisi için mef’ûlün talebi lazım.

……..İşte tam bu noktada istiğfar önümüze çıkıyor. İstiğfar; İstif’al babından. Arap dilinde bu kalıp 3 ziyade harf ile yapılır. Elif, sin, te. Arkasından fiilin asli harfleri gelir. İst. Bu üç ziyade baştaki talep bildirir, talep içindir, bazen çok ender olarak yalnız de mübalağa içindir, ama çoğu zaman talep içindir. Nedir? İstiğfar mağfiret talebi, mağfiret isteği, mağfiret arzusu. Estağfirullah dediğinizde bağışlanma talep ederim demiş olursunuz. Mesela istismar, semerelendirme arzusu, meyvelendirme arzusu. Tüm bu kalıptan fiilleri yan yana dizebilirsiniz. Onun için istiğfar, mağfiret talebi mağfiret arzusu manasına gelir.

……..Peki, mağfiret talebinin bir şartı var mıdır? Vardır, mağfiret talebinin bir şartı, tek şartı samimi olmasıdır. Yani dil ile beni affet derken gönülden o günahtan vazgeçmeme gibi bir niyet varsa burada samimiyet yoktur. Yani affedilme isteğinize medar olan şeyden vazgeçmeyecekseniz af istemenizde samimi değilsiniz demektir. Mağfiret talebinin şartı budur. Peki, edebi, adabı var mıdır? Vardır, o da o hataya bir daha dönmemektir. Dolayısıyla istiğfar mağfiret talebi, samimiyet ve geri dönmeme gibi şartı ve edebi vardır.

……..Allah’a dönük yaşamak istiğfarı hayat tarzı haline getirmektir. İstiğfar hayat tarzı haline gelir mi? Gelir, istiğfar hayat tarzı haline gelirse eğer sadece estağfirullah el Azîm’i dil söylemez. Zihnin istiğfarı vardır, aklın istiğfarı vardır, kalbin istiğfarı vardır, bedenin istiğfarı vardır, organların istiğfarı vardır. Mesela haramı görünce gözün kapanması, gözün istiğfarıdır. Haramı duyunca kulağın sağır kesilmesi kulağın istiğfarıdır. Hatta bu istiğfarda ileri giderse sadece haramı değil, karşıdakinin hoşlanmadığı bir şeyi duymaktan geri kalması kulağın istiğfarı olur.

……..Hâtimi Esam aslında sağır değildi, bu âlimimizin, arifimizin adını sağır hatem koymuşlardı, oysaki sağır değildi ama esam denir. Ömrünün sonunda Esam dendi ona, sağır Hatem denmesinin sebebi ise kendisine sual sormak için gelen bir hanımefendi yanında gayri ihtiyari bir kabahat işliyor ve mahcup olmasın sual sahibi diye sorusunu duymazlıktan geliyor. Ne demiştin? Duymadım bir daha söyler misin? Aslında hiç alakası yok, ama onu mahcup etmemek için ondan sonra her gelene sanki işitmiyormuş numarası çekerek ölünceye kadar sağır numarası oymuyor o hanım efendi mahcup olmasın diye, onun için adı Hatemi esam kalıyor sağır Hatem. İncelik, ama büyük bir incelik. Ahlak ama büyük bir ahlak. Alicenaplık ama büyük bir alicenaplık.

……..İstiğfarı hayat tarzı haline getiren insan her anını istiğfara medar eder. Sadece istiğfar etmek için günah işlemeyi beklemez, sevap işlediğinde de istiğfar eder. Allah Resulü öyle idi. İbadet ettiğinde de istiğfar ederdi. Onun için namazların önünde ve arkasından Allah resulü estağfirullah derdi. Namaz kılıyorsunuz, namaz ibadettir, ibadeti sanki ayıp, sanki günah, sanki hata, sanki suç mudur ki estağfirullah diyorsunuz?

……..Bu Allah’a karşı edeptir. Ya rabbi sana kulluktan bile acizim anlamına gelir. Yani sana kulluk iddiasıyla önüne geldim ama kulluğum kusurlu, kusursuz bir kulluk yapamıyorum, kulluktan bile acizim. Onun için hem namaza durur, hem estağfirullah der. Tıpkı Hz. Meryem’in annesi gibi. Hem karnında ki doğmamış yavrusunu Allah’a adar, Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy. (A. İmran/35) Ya rabbi karnımda olanı sana adadım, hem de döner der ki fetekabbel minniy. İn tetekabbel evlâ ister kabul et, intekabbel evlâ ister kabul etme demiyor. Ne olur kabul et.

……..Bu bir edeptir, en değerli varlığınızı verirsiniz bir de üstüne ne olur kabul et dersiniz. Bu işte fiili istiğfardır. Zekatı verirsiniz zekatı verdiğiniz kimseye bir de teşekkür edersiniz. Bir de Allah’a döner şükredersiniz bana zekat verme imkanı verdi, benim zekat vereceğim fakirleri var ettiğin için dersiniz. Bu ibadeti tatlandırmaktır. Hani cennette cennet içeceklerinin tatlandırılacakları ifade edilir cennetle ilgili ayeti kerimelerde. Yani karışımlar sunulacağı ifade edilir. İşte o karışım Kâfûra. Kâfur karışımlı bir içecek, meşrubat ikram edilir. Hani, cennet şarabı diyorlar ya, o kelimeyi andım mı hemen ayyaşların aklına bir şeyler gelmesin diye bu kelimeyi pek anmak istemiyorum, ama bu bambaşka bir şey. Mutlaka karışımlısını da zikreder Kur’an yani tatlandırılmış olanını, çok özel olanını. Orada ki Kâfûr aslında aynı isimli bir ağacın kabuğu altında ki bir zar imiş. Fakat o zar öylece konmazmış üstünden 200 yıl geçmesi lazım. 200 yıl geçtikten sonra içkinin içine karıştırılınca harikulade bir lezzet, bir tat, bir koku verirmiş. Rabbimiz dünyada ki şeyler üzerinden cenneti tarif ediyor. Yani meşrubatınıza kâfur atmak için 200 yıl bekleyeceksiniz, torununuzun, torununuzun torunu ancak görecek, siz göremeyeceksiniz böyle bir şey ancak cennette olacak bir şey bu dünyada olmaz. Yani kişi kendi kotardığı kâfuru kendi içeceğine katamaz ancak cennette, ahirette olabilecek bir şey.

……..Amellerde tatlandırılır onun için. Aslında dünyadakine karşılıktır cennette vaad edilenler, dünyada amellerini tatlandıranlara cennette sunulacak meşrubatta tatlandırılmış olarak sunulacaktır. Amellerin tatlandırılması nedir? Namazı kılarsınız ve istiğfar edersiniz, namazı kılar bir de gözyaşı dökersiniz işte namaz tatlanır. Karışımlı namaz. Zekatı, infakı, sadakayı verirsiniz bir de teşekkür edersiniz. Verdim ya daha ne istiyorsunuz demezsiniz, bir de teşekkür edersiniz. Yani tatlandırmak budur amelleri. Ameller tatlanırsa eğer bunun karşılığı da çok farklı olacaktır.

……..Onun için bunlar fiili istiğfar sayılmalıdır esasında. Çünkü İstiğfarı hayat tarzı edinmek demiştik Allah’tan bağışlanma dilemenin gerekçesi günah işlemek değildir. Öyle mi zannediyorduk? Allah’tan bağışlanma dilemenin gerekçesi günah işlemek değildir. Ya nedir? Kul olmak, kul olmak yeterli gerekçedir Allah’tan mağfiret dilemek için. Çünkü zaten kul olmak kusurlu olmaktır. Onun için Allah’tan bağışlanma dilemek için ille de hata etmek, günah işlemek gerekmez. Kul olmak yeterlidir. Kula kulluk yaraşır, kul istiğfar eder. Rabbe rablik yaraşır rab de mağfiret eder. Ama kul önce istiğfar eder.

……..Kul olmak o demektir zaten, kul olmak haddini bilmektir, kul olmak yetersiz olduğunu bilmektir, kul olmak müstağni olmamaktır, kul olmak muhtaç olmaktır, kul olmak nakıs olmaktır. Kemâl eksiksiz olana değil eksiğini bilene denir. Kâmil diye noksansız olana değil noksanını bilene denir. Kul mükemmel olmaz, sadece kâmil olabilir. Mükemmel olan Allah’tır. Mükemmel sürecin tamamlanmasını ve son noktasını ifade eder. Hiçbir kul süreci tamamlamaz, peygamberler peygamberi de dahil. Alemlere rahmet olsa da süreci tamamlanmaz. Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn. (Hicr/99) eğer öyle olmamış olsaydı bu ayet inmezdi. Ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk etmeyi sürdür. Öyledir, dolayısıyla kul olmak budur, noksanını bilmektir. Çünkü kendi kendine yeten Allah’tır, sadece Allah’tır kendi kendine yeten. Kullar ise kendi kendine yetmez. Kendi kendine yetme iddiası şirktir. Söyler misiniz  insanoğlu kendi kendisine yetebilir mi? Canlılar içerisinde bakınız diğer canlılar annesinden doğarlar 3. 5 saat içinde kalkarlar ve yürürler. İnsanoğlunun bebeği annesinden doğar ama ayağa kalkması için ortalama 1 yıl geçmesi lazım. Bu kadar acizdir aslında. Acziyetinin diğer unsurlarını saymaya gerek var mı? Kendi yüreğine güç yetiremez., ferman dinletemez, kalbi dursa çalış diyemez. Dolayısıyla insan nesine böbürlenir. Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle gururlandıran ne ey insanoğlu. Seni böyle küstahça bir gurura sürükleyen ne.

……..İnsan olmak bu demektir, kul olmak bu demektir. Dolayısıyla istiğfar etmenin gerekçesi günah işlemek değildir, kul olmaktır, kul olmak yeterlidir. Niye istiğfar ediyorsun? Kulum da ondan., bitti. Rabbimiz bundan memnun oluyor yalnız. Düşünün Allah’ın sonsuzca bir mağfiret etme sıfatı var bu sıfatın tecellisi için siz O’na mektup yazıyorsunuz, davetiye gönderiyorsunuz. Rabbiniz sevinmez mi? Kulum neni davet etti, dua da budur zaten. Dolayısıyla o sıfat tecelli ediyor. Yani rabbimizin tabir caizse sıfatını göstermesine vesile oluyorsunuz. Onun için böyle bakmak lazım.

……..Müzzemmil/20 bu söylediklerime delil. Müzzemmil suresi 20 ayetlik bir sure, namazı emrediyor. Malumunuz fakirin tertibine göre de 2. Nazil olan sure. Namaz emri var, zekât emri var son ayette. Son ayet her ne kadar ilk 19 ayetten bir miktar sonra nazil olmuşsa da aynı zaman diliminde olmamışsa da yine de sure 2. Sure. Namaz emri var, zekât emri var. Zaten zekat emri de gösteriyor ki son ayet önceki ayetlerden daha muahhar bir zamanda nazil olmuş ve arkasından ne geliyor?

……..ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayrin tecidûhu ‘indAllâh i huve hayren ve a’zame ecra. (Müzzemmil/20) Siz hayırdan ne yaparsanız, ne hayır yaparsanız Allah katında onu aynen bulursunuz. Hem de huve hayren ve a’zame ecra öyle bulursunuz ki yani onu, yaptığınız kadar bulmazsınız en hayırlı karşılığıyla ve en büyük ecir olarak bulursunuz. Yani siz kul kadar yaparsınız Allah’ta Allah kadar karşılık verir.

……..Arkası nasıl geliyor ayetin? vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym surenin bitiş ayetinin bitiş cümlesi. O halde Allah’a istiğfar edin. Allah’tan mağfiret dileyin zira O sonsuz bağış sahibi, sonsuz merhamet sahibidir. Niye böyle biter? Zekâtı emreder, namazı emreder arkasından estağfirullah der istiğfar edin diyor. İşte söylediğim şey bu. Yani ibadet ederiz arkasından istiğfar ederiz, bağışlanma dileriz. Niye dileriz? Çünkü Kullukta ne kadar keMâl sahibi olursak olalım kulluğumuz noksansız değildir. Allah’ın Allah’lığı karşısında kulun kulluğu daima noksandır onun için istiğfar edersiniz

……..Kâbe nedir derseniz bana, Kâbe istiğfarın taş halidir derim. Yer yüzünde anıt yapılar içerisinde daha sade bir yapı gösterebilir misiniz bana, daha süssüz, daha tezyinatsız, daha gösterişsiz. Örtüsünü sıyırın altından lav taşlarından yapılmış hiçbir nakışı olmayan dümdüz kare küp bir bina çıkar. Neden? Hz. İbrahim onu dağın tepesine yapamaz mıydı? Çok süslü püslü yapamaz mıydı. Dünyanın en güzel tezyinatları yapılamaz mıydı? Neden istiğfarın taş hali. Çünkü ben sana kulluktan acizim itirafıdır kulun. Asna teşekkür etmek istedim ya rabbi, teşekkürden aciz olduğumu böyle ifade ettim. Budur.

……..İbadet et dön bir de istiğfar et. Hikmeti nedir bunun? Bir soru sormak lazım burada Allah bağışlayacaksa istiğfar gibi bir gönül protokolüne ne gerek var, rabbimiz gönülleri bilmiyor mu? Biliyor, istiğfar gibi bir protokole gerek var mı? Cevap; Bu bir protokol değildir, istiğfarın kendisi bir duadır. Hem icabettir, hem duadır. İstiğfar etmek mağfirete nail olmanın ta kendisidir. Bağışlanmak ayrıca mağfirettir. Bilmem anlaşıldı mı? Tıpkı dua gibi Duanın kendisi kabul olmuş bir duadır, duanın kabul olması ekstra bir şeydir. Allah’tan istiyorsun ya, Allah’a döndün ya, bu bir ödüldür, istediğinin verilmesi tali bir şeydir. Sen istediğinin verilip verilmediğine değil isteyip istemediğine bak.

……..Bir daha söyleyeyim mi? Ey kul sen istediğinin verilip verilmediğine değil isteyip istemediğine bak. Çünkü sana istemek verilmişse verilmiştir, istediğinin verilmesinin ne kıymeti var, kaldı ki istediğinin verilmesi belanı bulmandır, insana bela olarak istediğine kavuşması yeter. Sen istediklerinin hep kendi lehine olduğunu mu sanırsın. O zaman aldanırsın ey kul. Ne diyordu Seyyidinâ Ali; Ben onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım. Her istediğimi verseydi belamı verirdi. İstediklerinizi bir sıraya dizsenize, çocukluktan bu tarafa neler istemişsiniz siz bile unuttunuz. Ondan sonra dönüp hele ki vermemişsin ya rabbi diyorsun. Bazılarını burada görüyoruz, bazılarını ahirette göreceğiz. Göreceğiz ve ne büyüksün ya rabbi diyeceğiz, hele ki beni bana bırakmamışsın, hele ki benim ağzıma bakmamışsın ya rabbi. Benim halime bakmışsın, benim yüreğime bakmışsın ama ağzıma bakmamışsın hele ki ya rabbi. Halime değil de ağzıma baksaydın kendi belamı kendi ellerimle isteyecektim ya rabbi.

……..Dolayısıyla ben onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım diyen Hz. Ali neyi anlamıştı aslında? İstiğfar etmenin aslında affedilmekten daha önemli olduğunu anlamıştı. Budur, istiğfarın kendisi affedilmekten önemlidir. Çünkü O’na dönüyorsun, O’ndan istiyorsun, vazgeçiyorsun, O’nun Ğafûr olduğunu biliyorsun, Ğafûr isminden bir pay istiyorsun. Bu kadar şey yapıyorsun, bakınız daha af yok, daha bağışlanma yok, daha sonuç almış değilsin. Çünkü kendisi bir sonuçtur. O nedenle istiğfar edip etmediğin istiğfarın sonucundan daha önemlidir. Böyle baktığımızda zaten ya rabbi sana dönük yaşayayım da sonucunda ne olursa olsun demektir bu.

……..Allah sadece istiğfar eden kullarına mı Ğafûr isminden bir pay verir, bir biçimde veyahut ta şöyle diyelim istiğfar için sadece mü’min kullarını mı davet eder, diğer kullarını davet etmez mi? Aslında imana davet te bir istiğfara davet değil mi? Bu sorunun cevabını Kur’an da görüyoruz, şirk koşan kullarını istiğfara davet ediyor.

……..Efela yetubune ilAllâhi ve yestağfiruneHU, vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Maide/74) onlar Allah’a dönmeyecekler mi? Ve O’ndan mağfiret talep etmeyecekler mi? Eğer böyle yaparlarsa iyi bilsinler ki Allah Ğafûrdur, Rahîmdir. İşte bu. Dolayısıyla bu ayetin bağlamına baktığımızda şirk koşan kullara bir istiğfar çağrısı olduğunu görüyoruz. Demek ki sadece istiğfar çağrısı aslında Mü’min olup ta günahkârlara değil, mü’min olmayanlara da bir çağrı. İmana koşmak istiğfardır, iman etmek istiğfardır.

……..Bir soru gelebilir burada Ğafûr’un sonsuz mağfiretinden bu çağrı kendisine ulaşmayanlar yararlanmayacak mı? Diyelim ki bu çağrı kendisine ulaşmadı, ama Ğafûr olan Allah’ın sonsuz mağfireti var onlar faydalanmayacaklar mı, pay almayacaklar mı?

……..Cevabı isterseniz Şûrâ /5 ayetiyle verelim: vel Melaiketü yüsebbihüne Bi Hamdi Rabbihim ve yestağfirune limen fiyl Ard. (Şûrâ) bir biçimde istiğfar etmeyi bilmiyor, bu davet ona ulaşmadı. Melekler diyor yüsebbihüne Bi Hamdi Rabbihim ve yestağfirune limen fiyl Ard yeryüzünde bulunan herkes için rablerine hamd ile tespih ederler ve istiğfar ederler yeryüzünde bulunan herkesin. limen fiyl Ard. Melekler istiğfar edermiş.  Yani rabbimiz Ğafûr ismi için bir yasa belirliyor bu ismimin tecellisi mutlaka talebe bağlı diyor.

……..Tamam kulları içinde bir kısmı talep ediyor bir kısmı ise talep edeceğini de bilmiyor. Talep edeceğini bilmeyen kulları için meleklerini görevlendiriyor, siz onlar için talep edin. Bu da Ğafûr isminin bir başka tecellisi olsa gerek, siz onlar için talep edin. Çünkü melekler kendileri için talep etmezler, çünkü onlar günah işlemezler. Dolayısıyla siz onlar için istiğfar talebinde bulunun.

……..Evet, İstiğfara bağlı ilahi mağfiret yasası yine bakî, yani Failin fiilinin tecellisi için mef’ulün talebi gerekir. Fakat diyelim ki mef’ul bu talebi bilmiyor, onun yerine melekleri taleple görevlendirmek Allah’ın yine yasası bakî, fakat bu yasayı kendi bir üst yasasıyla açıyor.

……..İstiğfar çağrısına sadece sıradan kullar mı dahil? Mesela peygamberler de istiğfara davet edilmiş midir? Hem de nasıl. Mesela Allah resulü bizzat istiğfara davet edilmiştir. İşte Nasr suresi değil mi? işte vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike.. (Mü’min/55) gibi ayetlerine ne demeli. Günahına istiğfar et, hem de açıkça, hem de tekil şahıs zamiri ile lizenbik, ne demeli buna. Dolayısıyla Allah resulü de dahil tüm peygamberler davet edilmiştir.

……..Katada bin Numan isimli birinin zırhını Übeyrik oğullarından Ebu Tu’me isimli bir adam çalar. Fakat daha sonra hırsızlığı belli olmasın diye zırhı götürür bir Yahudi’ye rehin verir. Zırh un çuvalı içinde saklandığı için gittiği geldiği yerlerde de iz bırakır undan. Tabii en sonunda durum anlaşılır, zırh bulunur ama zırh Yahudi’nin yanında bulunur. Yahudi der ki bunu bana Übeyrik oğullarından Ebu Tu’me getirdi. Ne olacak şimdi? Mahkemeye çıkar, Allah resulü hakimdir. Ebu Tu’me konuşur, Yahudi konuşur. Ebu Tu’me der ki; Ya ResulAllah ben Allah’ın adını veriyorum, yemin ediyorum, ben Müslümanım. Bu adam da Yahudi. Sen ona mı inanacaksın bana mı?

……..Dilli düdük, Allah resulü ağzına bakar onun lehine hüküm verir. Tam bu hükmü vermiştir ki Nisa/105-106 ayetleri iner. Ayetlere bakın; … ve lâ tekün lil hainiyne hasıyma. (Nisa/105) sakın ey Nebî hainlere arka çıkma. Devamı daha önemli hemen 106. Ayet; Vestağfirillâh* innAllâhe kâne Ğafûren Rahıyma. (Nisa/106) Bundan dolayı otur bir Allah’a istiğfar et, emir doğrudan Vestağfirillâh* innAllâhe kâne Ğafûren Rahıyma. Eğer böyle yaparsan Allah’ı Ğafûr ve Rahîm olarak bulacaksın. Eyvallah..!

……..Onun için Allah resulünün şu tür itirafı kütübü sittede yer almıştır; ene beşerün mislüküm, ene uhti u ben de sizin gibi beşerim, ben de hata eder, isabet edebilirim. İsabette ederim, hata da ederim. Bana mahkemelerinizi getiriyorsunuz, davalarınızı getiriyorsunuz. Getirdiğiniz davada ben de delillerinize bakıp karar veriyorum. Ama benim verdiğim karar kendi hakikatte karar sonucunda kendisine verdiğim hak kendisinin değilse o ateştir, ister alsın ister almasın.

……..Ne dersiniz? Bizim efendi adamın yüreğini okuyorlara, bizim şeyh adamın gönlünü görüyormuş, içini okuyormuş. Ne dersiniz bu işlere? Eh, sizin şeyh peygamberimizi de epey geçmiş ha..! Allah’tan korkmadan..! Tabii dedim ya İslâm’a Kur’an kapısından vahiy kapısından girmezseniz oyuncak, maskara olmaktan başka çareniz yoktur. Cahilin sofusu şeytanın maskarası başka nedir ki. Onun için Allah açmış bu kapıyı, Allah’ın İslam sarayına açtığı meşru kapı vahiy kapısıdır, Allah resulü o kapıdan girmiştir. Sahabe o kapıdan girmiştir. O zaman sen de o kapıdan gir. Gir o kapıdan içerde odalar var, canının istediği odaya at kapağı. Fıkıh odasına gireceksen gir oraya, hadis odasına gireceksen gir oraya, rivayet odasına gireceksen gir oraya, zühd odasına, tasavvuf odasına gireceksen gir oraya. Ama önce o kapıdan gir, önce aşılan, önce legal bir giriş yap, kaçak giriş yapma.

……..Bir de kaçak kapılardan her geçen binayı zayıflatan kaçak kapıcıları cesaretlendirmiş olursun. Bu sefer daha başkaları da başka duvarlara başka kaçak kapılar açar. Onun için kaçak girmiş olması da ayrı bir cürüm tabii. O nedenle Allah’ın açtığı kapı vahiy kapısıdır. Bu dine herkes vahiy kapısından girmek durumundadır. Girdikten sonra içeride hangi odayı benimserse mizacına göre o odada otursun. Veyahut ta dolaşsın. Burada ne var benim alacağım desin, bir fıkıh odasına uğrasın, bir hadis odasına uğrasın, bir kelâm odasına uğrasın, bir hikmet, felsefe odasına uğrasın, bir zühd, tasavvuf odasına uğrasın varsa alacağı alsın mizacına göre. Ama mutlaka vahiy kapısından girsin. Kaçak kapılara itibar etmesin, kaçak kapıların hepsi dinin binasını zayıflatan kapılardır.

……..Ondan sonra temizleyemiyorsunuz zaten, kendisi de temizleyemiyor. 30 yılını o yalanın üstüne bina ettikten sonra o yalanına parmak attığınızda dokunma diyor size dokunma, ben yalanımla yaşayayım. Kendi de inanmıyor aslında ama ne yapsın zavallı. Bir ömrü buzun üstüne bina etmiş. Onun için İslam’ın tek meşru kapısı vardır, Allah’ın açtığı kapı, o da vahyin kapısıdır.  Evet, görüyorsunuz değil mi yalan söyleyen Ebu Tu’me’nin kalbindekini görmüyor Allah resulü, rabbimiz ona haber veriyor ve bir hadis; ene beşerün mislüküm ila ahir.

……..Hz. Peygamber sadece kendisi için değil aynı zamanda başkaları için de istiğfarla emrolunuyor. Bu gerçekten müthiş bir misyon FeBima rahmetin minAllâhi linte lehüm. (A. İmran/159) Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlik eğer sert yapsaydın etrafından dağılır giderlerdi. fa’fü anhüm kimlere söylüyor bunu? Uhut savaşı öncesinde savaş konseyine katılıp Allah resulü savunma savaşını tercih ettiği halde yiğitlik gösterip savunma değil saldırı savaşı, meydan savaşı yapalım ya ResulAllah diye Allah resulünü sıkıştırıp onun sırtına zırhı giydirip ondan sonra da vaz geçtik ya ResulAllah seninki galiba daha doğru görüş deyince, Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz diyerek ResulAllah’ın meydana çıkıp en sonunda da en ilk kaçanların savaş konseyinde Allah resulünü meydan savaşına ikna için gayret edenler olması üzerine iniyor bu ayet işte.

……..Sert yapsaydın dağılır giderlerdi yani sizinle istişare edenin başına gelen bu işte, bir daha sizinle istişare edersem üç olsun demedi. Ama rabbimiz  ne diyor; fa’fü anhüm affet onları. Niye affet? Çünkü bu sana karşı da işlenmiş bir hata. Ama sadece sana karşı değil ki vestağfir lehüm Allah’a karşı da işlenmiş bir hata. Sadece sen affetme Allah’ın affetmesi içinde Allah’tan onlar için af dile, mağfiret dile. ve şavirhüm fiyl emr bundan böyle onlarla istişareyi sürdür, kesme yani yine istişareyi bir sistem olarak devam ettir. fe izâ azemte fe tevekkel alAllâh bir işe azmettiğin zaman Allah’a güven, dayan ve yürü innAllâhe yuhıbbül mütevekkiliyn Allah kendisine güvenenleri, dayananları sever, mütevekkil olanları sever Vekîl isminde işlemiştik değil mi? Eyvallah..!

……..Dolayısıyla Allah resulüne başkaları için istiğfar etme emri de veriliyor. Demek ki peygamberlerin böyle bir şeyi var. Peki, peygamberlerin böyle bir vazifesi, peygamberden sonra kimleri varis, miras kalmış olabilir? Peygamberlerin varisleri olan alimlerin de Allah resulünün ahlakı ve adabı olan bu edeple bu ahlakla ahlaklanması Allahu alem gerekir diye düşünüyorum. Yani onların da kendi günahlarına istiğfar, mü’minlerin günahına ağlamak gibi bir görevi var. Başkalarının günahına ağlamak gibi bir görevi var. Ana yürekli insanlar böyle olurlar. İşte o zaman imam olurlar. İmam ana yürekli adam demektir. Ana yürekli adam, ümm den gelir ana gibi yüreği olacak.

……..Ümmet nedir peki? Ümmet te insanlığın anne toplumu demektir.  Ana yürekli toplum. Kim böyle ise rabbim onu ümmet yapar, kim böyle ise rabbim onu imam yapar, imam odur. Onun için imam ölü yıkayan değil diri yıkayan adamdır, ana yürekli adamdır.

……..Hz. Yusuf’un istiğfarı da benzer değil mi Yusuf/98 .. sevfe estağfiru leküm kime söylüyor bunları? Kıskançlık krizine tutulmuş kardeşlere söylüyor. En sonunda iş ortaya çıkıyor, Yusuf olduğu anlaşılıyor kendilerine zahire verenin. Yani Mısır’ın saraylarını yöneten, Mısır’ın hazinelerini yöneten o şahsın kardeşleri olduğunu öğreniyorlar. Üstelik kuyuya attıkları, ölsün diye attıkları kardeşleri. Tabii burada anlattığımız kadar basit bir sahne değil, çok dramatik bir sahne olsa gerek şöyle canlandırırsanız eğer. sevfe estağfiru leküm, sizin için istiğfar edeceğim, Allah’tan af dileyeceğim. Niye? yaptığınızı sadece bana yapmadınız, bana yaptığınız aynı zamanda Allah’ın hukukuna da tecavüzdü.

……..İnneHU “HU”vel Ğafûrun Rahıym. Seçtiğim ayetlerin tamamı Ğafûr ismi ile bitiyor dikkat buyurun lütfen, incelik burada. Zira Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir, mağfireti sonsuzdur. Öyle diyor, sizin için istiğfar edeceğim.

……..Bu nasıl bir şey dostlar? Bakınız burada bir başkasının günahına ağlamak yok size kötülük yapanı affetmek te yok. Size kötülük yapanı affetmenin yanında size kötülük yapanı Allah’ın da affetmesini istemek. Bu ne biçim bir alicenaplıktır, bu ne biçim ulvilik ve yüceliktir. Eyvallah..!

……..İşte budur herhalde insanın Allah’ın affını talep etmesi için, affından en büyük payı istemesi için insanların insanlara karşıda böyle bir alicenaplığı olması lazım. Herhalde rabbin mağfiretinden en büyük payı alanlar, kendisine yapılan hatadan dolayı sadece affeden değil, Allah’ın da onu affetmesini isteyendir olsa gerek. Bu çok yüksek bir ahlak, kolay bir şey de değil onu söyleyeyim. Yani yaptığım bir şey olsa size de tavsiye ederdim. İnşaAllah yapabilecek liyakate geliriz. (22-1 in sonu)

……..“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

……..Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.


ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (22-2 video)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Evet ikincisi, Allah’ın mağfiretinden pay almanın şartları nelerdir, pay almak için kul ne yapmalı.

………1 – Birincisi istiğfar etmelidir dedik.

………2 – İkincisi tevbe etmek. Halk arasında tövbe diyorlar ya. Aslında tevbe olduğu halde ağzım bir türlü tövbeye alışmadı onun için kusura bakmayın ben aslı gibi kullanacağım Tevbe diyeceğim. Tevbe etmeli.

………Allah’ın Mustafa kulu İstiğfar etmekle tevbe etmek ayrı ayrı şeyler mi? Evet ayrı ayrı şeyler, aynı şeyler değil. İstiğfar mağfiret dilemek, tevbe ise Allah’a yönelmek. Yani istiğfar kötüyü terk, tevbe iyiye dönüş. Bilmem anlatabildim mi. İki yönlü bir hareket var. Terk ve dönüş. Lâ ilâhe – İllallah. La İlâhe istiğfar, illallah tevbe. Dolayısıyla yanlıştan vaz geçmek doğruya yönelmek.

………Aslında tevbe nedir? Bir bilinç yenilemedir, bilinç tazelemedir, insanın bilincine ne atma diyorlar? Format atmadır resetlemedir. Resetlemek aslında nedir? Fabrika ayarlarına geri dönmektir değil mi? Fabrika ayarları ne? Fıtrat ayarları. Resetlediği zaman tevbe ve istiğfarla fıtrat ayarlarına geri döner, fıtrat ayarları zaten harikadır, mübarektir, fıtrat Müslümandır. Ayarı bozulmuşsa eğer resetlesin tevbe ve istiğfarla fıtrat ayarlarına geri dönsün. Harika bir imkândır aslında.

………Peki, bunu yapmama nedir? Umut kesme. Umut kesme nedir? İblisleşme. İblise iblis denmesinin sebebi umut kestiği içindir Mublisîyn umut kesenlerdir. Onun için İblisi İblis yapan Allah’tan umut kesmesi olmuştur. Allah’a umut beslemek Allah’ın affetme hakkını itiraf etmektir, Allah’tan umut kesmek ise Allah’ın affetme hakkını inkâr etmektir. Bakınız ne nereye gidiyor, yani bir şey orada kalmıyor. Rabbimizin baktığı yerden onun okunuşu farklı oluyor.

………Gerçek tevbe sorumsuzluktan sorumluluğa intikaldir. Aslında tevbe sorumluluğa dönmektir sorumluluğu kabul etmektir. Müjdesini Furkan/70. Ayetinden alalım mı?

………İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat. Ancak tevbe eden kimse, iman eden kimse. Burada tevbe imandan önce zikrediliyor, demek ki küfür ve şirk te dahil buna. Tevbe eden demek ki küfrü bırakıp imana gelen en büyük tevbeyi yapmıştır. Şirki bırakıp imana gelen en büyük tevbeyi yapmıştır. ve amile amelen salihan tevbesini de salih bir amelle pekiştiren de ispat eden, eyleme döken feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat o madem kötüyü iyi ile değiştirdi, Allah’ta onun kötülüğünü iyiliklerle değiştirdi seyyiatını hasenata kalbeder. Yani nasıl yapar? Günahlarını sevaba tebdil eder.

………Allah Allah, cömertliğe bakın dostlar sadece siler değil yübeddilullah tebdil eder. Tebdîl, tahvîl, tağiyr. 3 kelime vardır Arap lisanında üçü de farklı şeyler ifade eder. Tebdîl, tahvil, cevherin ve arazın tamamen değişerek yerine başka şeyin konulması. Tağyîr cevherin değişip arazın baki kalmasıdır. Tağyir ise arazın değişip cevherin baki kalmasıdır. Onun için Tahvil, istihale, mesela buz gölüne düşmüş domuz tuz keser. Tuz kesince tuz helal olur. O haramdır ama helal olur.

………Necaset haramdır fakat yanar kül olur kül bir yere gider orada bir şeye karışırsa haramlık ondan kalkar. Çünkü tağyire uğramıştır, cevheri değişmiştir. Dolayısıyla istihale geçirmiştir yani bunu gibi farklar vardır. Allah onun cevherini de arazını da siler diyor yerine başka bir şey kor yübeddilullahu seyyiatihim hasenat tamamen siler onun yerine güzellikleri koyar.

………Tevbenin kabulünün şartı imandır ama imansızlığın da tevbesi vardır bu bu demek değildir. Tevbe içten ve derin bir pişmanlıktır A’raf/153. Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba’diha ve amenû* inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym. (A’raf/153) salih amel işleyen kimseler sonra bunun ardından tevbe eden kimseler ve iman eden kimseler hiç şüphe etmesinler ki senin rabbin bütün bunların ardından Ğafûr ve Rahîm olarak bulacaklardır. Yani bunları yaptılar mı acaba tevbem kabul oldu mu diye düşünmesinler bunu öyle bilsinler. Dolayısıyla tevbe ayetlerinin son esmalarına yine dikkat edelim Ğafûr ve Rahîm.

………Tevbe ve ilahi rahmet adeta iç içe geçmiş, ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahme. (En’am/54) rabbiniz kendisine rahmeti farz kıldı. ennehu men amile minküm suen Bi cehaletin sümme tabe min ba’dihi ve asleha feenneHU Ğafûrun Rahıym. Bakınız ne diyor ayeti kerime Rabbiniz kendi nefsine rahmeti farz kıldı. Kim iman eder bir cahillik yaptıktan sonra da tevbe eder. Bir cahillik yapmıştır tevbe eder ve kendini ıslah ederse iyi bilsin ki rabbini Ğafûr ve Rahîm olarak bulacaktır. Ama ayetin başında ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahme var, yani rahmetle mapfiret iç içedir Kur’an da hep iç içedir. Allah neden Ğafur’dur dediğiniz zaman Rahîmdir cevabını alırsınız. Rahîm olursa ne olur diye sorduğunuz zaman mağfiret eder cevabını alırsınız. Eyvallah..!

………Allah’ın gazabı iki rahmet arasındadır Mü’min/3 ayeti okuyalım mı? Ğafiriz zenbi günahı bağışlayandır O, ve gabilittev tevbeleri affeden, şediyd’il ‘ıkab çok fena cezalandıran, Zit tavl ama rahmeti ve lütfu sonsuzdur. Bakınız şediyd’il ‘ıkab nelerin arasında. Ğafiriz zen, gabilittev ve Zit tavl ikisinin arasına almış. İki rahmetin arasına gazabı almış. O zaman rahmeti gazabını kat kat geçmiştir demez miyiz. Dolayısıyla; lâ ilâhe illâ HU * ileyhilmasıyr (Mü’min/3) O’ndan başka Kulluğa layık varlık yok, dönüş onadır.

………Peki, aklımıza geliyor mu tevbe ile günah çıkarma arasında ki fark nedir? Biliyorsunuz Hristiyanlıkta bir günah çıkarma vardır. Absolüsyün dedikleri bir günah çıkartma. Nasıl yaparlar? Kilise gezenler, katedral gezenler görmüşlerdir, oralarda böyle tek kişilik kulübemsi bir yer vardır, onun da yine kulübe penceresi gibi bir penceresi vardır kapaklı. Onun içine papaz efendi oturur, önüne de günahkâr olan Hıristiyan gelir itirafta bulunur. İtirafta bulunduğu andan itibaren günah çıkarmıştır, günahı affedilmiştir onun. Kim affeder papaz efendi alır. Yani günahı işler papaz efendi affeder. Çok ilginç bir uygulamadır, bu uygulamayı ilk başlatan Pavlus’tur. Hz. İsa bunu bilmiyordu onu söyleyeyim. Onun için İseviler demedik, Hıristiyanlar dedik ve ilginçtir batıda papazlar genellikle casus olurlar idi. Onun içinde günah çıkaranların itiraflarını casusluk yaptıkları merkeze bildirirler, birçok gizli iş buradan çözülmüştür ve bunun karşılığın da iki tane alırlar, bir günah çıkarandan alırlar bir de casusluk yaptıkları yerden alırlar.

………Peki, ikisi arasında mahiyet farkı var. Hiçbir benzerlik yok

………1 – Beş fark var. İslam’da tevbe doğrudan Allah’a yapılır. Hıristiyanlıkta ise günah çıkarma papaza yapılır. Çünkü günah Allah’a karşı işlenmiştir. Allah’a karşı işlenen günah, Allah’tan tevbe edilir. Eğer insanın hakkı zayi olmuşsa o hakkı yerine verirsin onun tevbesi o olur, anlatabiliyor muyum? Allah’a karşı işlenmiş günahı papaz affediyor burada. Bu ne demektir? Papaz Allah’tan rol çalıyor geleceğiz.

………2 –  İslâm’da tevbenin kabulü veya reddi Allah’a aittir. Hıristiyanlıkta ise papaza aittir. İtiraf ettiği andan itibaren bağışlanmıştır ücretini vermişse, zaten peşin alıyorlar.

………3 – İslâm’da tevbenin kabulü samimiyete, Hıristiyanlıkta ise itiraf yeter, çünkü samimiyeti ölçecek bir metre yoktur samimiyet kalptedir, onun için itirafın kendisi yeter. Samimiyet aranmaz, çünkü aranamaz.

………4 – Papaz Allah’tan rol çalar, rol çalmaya yeltenir daha doğrusu, çalabilir mi haşa. Papazın affı mahkûmun mahkûmu azad etmesine benzer. Tabii, sen de günahkârsın, kendi günahını affettin mi ki başkasının günahını affediyorsun.

………5 – Günahkâr papazın rolünü kabullenir, kabullenmekle ayrıca bir günah işler. Allah’ın mağfiretine nail olmak için takvaya ermeli. Nereden çıkarıyoruz? Hadid/28. Ayetten;

………Ya eyyuhelleziyne amenûttekullahe ve aminu BiRasûliHİ yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ ve yec’al leküm nuren temşune Bihi ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Hadîd/28) Ey iman edenler Allah’a karşı sorumluluğunuzun farkına varın, Allah’a karşı takvanızı takının. O’nun Resulüne iman edin. O da size ne yapsın? yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ rahmetinden iki avuç dolusu versin, kat kat versin manasına gelir bu.

………Evet, ve yec’al leküm nuren sizin için bir ışık kılsın bir Nûr size vazifelendirsin, bir Nûru görevinize versin temşune Bihi ve yağfir leküm onun ışığında yürüyesiniz. ve yağfir leküm ve sizi bağışlasın, mağfiret etsin. vAllâhu Ğafûrun Rahıym zira Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.

İşte bu, takva ile mağfiret arasında doğrudan bir ilişki kuran Hadîd/28 ayeti bunun delilidir. Çünkü takva mağfiretin kaynağına yönelik samimiyet mesajıdır öyle değil mi? Yani Allah’a karşı sorumluluk duymayan mağfireti hak eder mi? Allah’a karşı sorumluluk duyanın mağfiret talebi reddedilir mi? Bu zaten sorumlulukla alakalı bir şey.

………Aslında Allah’tan umut kesen sorumsuzluğun en büyüğünü işliyor demektir. Affını istismar etmeyeceğine söz vermeyen affedilir mi?

………Dördüncüsü Allah’ın Ğafûr isminden pay almanın 4. Yolu Haşyet duymalı Ğafûr Olan Alla’h ın mağfiretine nail olmanın bir yolu da O’na haşyet duymaktır. Haşyet ile havf arasında fark var, bunu sık sık söylemiştim.

………Haşyet büyüğün büyüklüğünü bilerek azametinden dolayı duyulan ürperti, Havf ise sıradan korku, yani acziyet ve küçüklükten dolayı.

………Haşyet bilgiye dayalı korku, Havf cehalete dayalı korku. Onun için Haşyet marifetullah’a dayalıdır. Yani Allah bilgisine dayalıdır.

………innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’ (Fâtır/28) Allah’tan kulları için de gereği gibi haşyet duyanlar alimlerdir, bilenlrdir. Ama ayetin devamını okumayalım mı; innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr. Gafûr ismi geliyor ayetin sonunda. Allah Azîz dir, Ğafûrdur.

………Tam burada şu soru aklıma geliyor; Firavunun önünde Hz. Musa’nın elinde ki mucizeyi görünce neden firavun iman etmedi de sihirbazlar iman etti.

………Cevabı açık bilenler iman ettiler bilmeyenler iman etmedi. Sihirbazların özelliği bilmeleriydi. Sihirle sihir olmayan şeyi biliyorlardı. Onun için innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’ ayeti kerimesi en güzel tarihi örneği firavunun sihirbazlarıdır. Eyvallah..!

………6 – altıncısı; Allah’ın Ğafûr isminden pay almanın bir başka yolu kötülüğü iyiliğe dönüştürmek. Ğafûr’un mağfiretini talep etmenin bir yolu da bu, yani buna fiili tevbe diyoruz. Tevbe üçe ayrılıyor; Kavli tevbe, kalbi tevbe, fiili tevbe. Kavli tevbe; estağfirullah el Azîm, tevbe ya rabbi. Kalbi tevbe; pişmanlık, fiili tevbe günahın sonuçlarını izale etmek.

………İlla men zaleme sümme beddele hüsnen ba’de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym. (Neml/11) kim zulmeder sonra kötülüğü iyilikle değiştirirse, tebdil ederse iyi bilsin ki ben Ğafûr um ve Rahîmim.

………Kendi içinde tebdil edenin halini de Allah tebdil ediyor, Fur/kan/70. Okumuştuk bir daha okuyalım; İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat. Yani tevbe eden, salih amel işleyen, iman eden kimsenin kötülüklerini Allah iyiliğe tebdil eder. Dolayısıyla eğer insan kendisi tebdil ederse rabbi de onun halini tebdil ediyor. Tıpkı Râd/11 ki gibi. innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim. O kavmin bireyleri kendilerini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmiyor. İnsan kendi iç dünyasını değiştirmedikçe Allah’ta onun halini değiştirmez. Adeta değişimde karşılıklılık esas oluyor. Yani yine burada başlatan kul oluyor değil mi?

………Üstad Ferid Kam’ın o Meşhur sözünü hatırlayalım mı şimdi? Kul der ki dur bakalım Allah ne yapacak. Allah’ta der ki dur bakalım kul ne yapacak der. Dolayısıyla Allah dur bakalım kul ne yapacak der, kul ne yaparsa Allah’ın yapacağı ondan sonra gelir. Onun için kimse Allah’a iftira etmesin.

………Peki, burada ne geliyor? Yanılmış, yenilmiş Allah’ın kulu yıllarını şeytana satmış. Ömrünün 3 yılı, 5 yılı, 10 yılı, 15 yılı cahiliye ve karanlık içinde geçmiş, Allah’a teslim olmadan günah içinde geçmiş. Bir gün gelmiş ayılmış, ayılınca şimdi tevbe ya rabbi..!

………Bitti mi, oldu mu, tamam mı bu yani? Şeytana verdiğin yıllarda tüm mesai şeytana ait, Allah’a döndüğün yıllarda Allah’a mesai yok, tevbe ya rabbi. Oldu mu peki. Bir günahın tevbesi kendi cinsindendir. Eğer insan ömrünün 10 yılını şeytana vermişse bir o kadarını da Allah’a adamalıdır. Adamalıdır ki tevbe olsun. Dolayısıyla Allah’a adarsa işte o zaman fiili tevbe olur.

………Bir başka örnek verelim. Kötüyken bizim bey çok aktif, bakıyorsunuz gece yarısı adamı kaldırıyor çilingir sofrasına götürüyor arkadaşını. Fakat bir gün geliyor tevbe ediyor, Aaa..! ne de güzelsin, karşınızda pasif bir iyi. İyi de be mübarek günahkârken gösterdiğin aktifliği iyi olunca da göstersene, performansı göstersene., niye kötüyken gösterdiğin o performans iyi iken yok? Yoksa iyiliğin kötülük kadar hatırı yok mu? Sevabın günah kadar hatırı yok mu? İtaatin isyan kadar hatırı yok mu? Allah’ın şeytan kadar hatırı yok mu? Dolayısıyla iyi olduktan sonra da aktif iyi ol ki tevbe olsun.

………Kötü iken bakarsınız günahkârken günah için bir çuval risk alır. Aldığı riskleri görseniz alınmaz dersiniz bu riskler. Ama tevbesinden sonra hiç risk almaz. Bu ne biçim tevbe? Günah işlediği yıllarda aldığı risk kadar en azını tevbesinden sonra da almıyorsa fiili tevbe yapmıyor demektir. Eyvallah..! Sanırım anlaşıldı değil mi? Kötülüğü iyiliğe dönüştürmenin fiili karşılığını.

………Evet, Allah’ın mağfiretinden, Ğafûr isminden pay almanın bir yolu da 6. Madde bu sabırla direnmeli. Ğafûr olan Allah’ın sınırsız bağışından pay almanın bir yolu sabır.

………Sabır 4 ayrı edatla kullanılıyor Kur’an da. Sadara’an, hakta direnmek, sadara ‘alâ; bela ve sıkıntıya göğüs germek, sabarali; ibadet, hayır hak ve adalette sebat etmek. Bir de Asr suresinde olduğu gibi sabara biy var. O hepsini kapsıyor. Dolayısıyla kaide nedir? Ardından mağfiret gelen sabır Kur’an da edatsız kullanılıyor, sadece 3 yerde kullanılıyor böyle.

………Çok ilginç, hepsini, vereyim? İlgilenenler vardır bu dersleri başka yerlerde anlatanlar vardır. Nisa/25, Hucurat/5 ve Nahl/110. Arkasından ne geliyor? mağfiret gelen sabır. Dolayısıyla 3 yerde.

………ve en tasbiru hayrun leküm. Eğer iffette sabrederseniz sizin için hayırlıdır. vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Nisa/25) zira Allah Ğafûrdur, Rahîmdir. İsim Ğafûr ile bitiyor.

………Velev ennehüm saberu hattâ tahruce ileyhim lekâne hayren lehüm. Eğer sabrederlerse kendileri için daha hayırlıdır, daha hayırlı olur. Yani nedir? Hucurat suresinde hanelerin ötesinden bağıranlar. Böyle yapmazlarsa, adaplıca, edeplice gelirler sabrederlerse vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Hucurat/5) Böyle sabırla da mağfiretin bir ilişkisi var.

………[[Ek bilgi; Sümme inne Rabbeke lilleziyne haceru min ba’di ma futinu sümme cahedu ve saberu, inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym. (Nahl/110) Sonra, muhakkak ki Rabbin, belâya maruz bırakıldıktan sonra hicret edenlerin; sonra mücahede edenlerin ve sabredenlerin (yanındadır)… Daha sonra (da) Rabbin muhakkak ki Ğafûr’dur, Rahıym’dir.]]

………7 – Yedincisi hicret ve cihat etmek. Mağüfiretten pay almanın bir yolu da hicret ve cihat. Bakara/218 bunun delili.

………İnnelleziyne âmenû velleziyne hacerû ve cahedû fiy sebiylillâhi ülâike yercûne rahmetAllâh* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. (Bakara/218) İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler, işte onlar var ya Allah’ın rahmetini umabilirler. vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. İyi bilsinler ki Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.

………Ya şu ayete ne demeli? felleziyne haceru ve uhricu min diyarihim ve ûzû fiy sebiyliy ve katelu ve kutilu leükeffirenne anhüm seyyiatihim ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar* sevaben min indillâh* vAllâhu ‘ındeHU husnüs sevab; (A.İmran/195) Hicret edenler ve uhricu min diyarihim, ülkelerinden yurtlarından, şehirlerinden çıkarılanlar. ve ûzû fiy sebiyliy, yolunda eza cefa görenler. ve katelu ve kutilu, savaşanlar ve öldürülenler. leükeffirenne anhüm seyyiatihim, onların günahlarının üstünü örteceğim ve yapmadı diyeceğim. Sadece bunu yapmayacağım, ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar, tabanından ırmaklar çağlayan cennetlere koyacağım onları.

………Peki, hak ettikleri için mi, yani bedel olarak bunu kazandıkları için mi? Hayır. sevaben min indillâh Allah’tan bir ödül olarak yapacağım diyor. Eyvallah..! Rabbim bizi onlardan etsin. Allahümme cealna minhüm İnşaAllah.

………8 – Sekiz; İyiliği çoğaltmak için bedel ödemek. Allah’ın Ğafûr isminden pay almanın bir başka yolu da bu. Ğafûr olanın bağışından pay almak için bir bedel ödeyen. Şûrâ/23. Okuyalım.

………ve men yakterif haseneten nezid lehu fiyha hüsna* innAllâhe Ğafûrun Şekûr. (Şûrâ/23) Yakterif; bedel ödemektir. Kim bedel öderse, haseneten, yani iyi bir bedel öderse nezid lehu fiyha hüsnan ona onun güzelliğini artırırız. innAllâhe Ğafûrun Şekûr, Allah Ğafûrdur, Şekûrdur, teşekküre fazlasıyla karşılık verir.

………Sadaka mağfireti celb eden bir bedeldir mesela. Necva sadakası için Mücadele/12. Ayetinde geçen bu. Necva sadakası verenlere Allah’ın mağfiret edeceği söyleniyor. Necva nedir? Özel görüşme talebi Allah Resulü ile özel görüşme. Münafıklar özel görüşme talep ediyorlardı, geliyorlar ya ResulAllah beyaz güvercin mi beslemek sevap siyah güvercin beslemek mi. Cenazenin önünden mi tutarsak daha iyi olur arkasından mı, yani laf olan beri gele hesabı çıkıyorlar böyle kertile kertile de etrafa, Allah Resulü ile özel görüştüm diyorlardı. Bir de yalan da söylüyorlardı. “Ben bunu ResulAllah ile görüştüm şöyle şöyle falan dedi” diye. Tabii ne görüştüğü bilinmiyor, başbaşa görüşmüş adam, görüştüğü de biliniyor artık koş arkasından, münafık, münafığın endazesi olmaz ki.

………İşte bunları ayırmak için özel görüşme sadakası. Bir de ResulAllah’ın vara yoka vaktini alıyorlardı. Çalıyorlar geliyor, aslında adamın özel görüşmesi gerekmiyor, herkesin yanında da sorabilir, hatta herkesin yanında sorması daha iyi olur başkaları da istifade eder. Aynısı bugünde geçerli. Tabii benim odanın yanında kumbara var ona atıyorsunuz değil tabii, yok, böyle bir şey yok. Ama ne yapıyoruz git şurayı oku, şu kitabı oku, şuralara bak. Bu da necva sadakası hükmünde olur. Çünkü hiçbir görevini yapmamış, hiçbir zahmete katlanmamış, kafasına esmiş gelmiş. Ama bu emeğe saygısızlık dostlar, vakit hayattır, sen benim hayatımı alıyorsun ve hiç tanımıyorum seni. Öyle özel bir soruyla geliyorsun ki, tanımadığım bir insan özel bir soru soruyor benim yerimde siz olsanız ne yaparsınız? Onun için yani necva bu. Aslında o ayetler öyle mensuf falan değil, ayetler aynen geçerli, tüm zamanlarda da geçerli olacak.

………9 – Peygamberi izlemeli, Allah’ın Ğûfranından pay almak için dokuzuncu yol. Peygamber günah bağışlayamaz diyor Kur’an. Peygamberin kendisi mağfiret edemez. A. İmran/31. Ayet diyor bunu.

………Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâhu ve yağfir leküm zünubeküm. (A. İmran/31) De ki eğer siz Allah’ı seviyorsanız fettebi’ûniy, bana uyun beni izleyin ki Allah’ta sizi sevsin size mağfiret etsin, günahlarınızı mağfiret etsin.

………Şuna bakın nükte bir ayette Allah’ı sevmenin ödülü Allah’ça sevilmek, peygamberi izlemenin ödülü ise mağfiret. İttiba, izlenmek üstte olanın hakkıdır. Allah’ı izleyin demiyor, fettebiullah demiyor fettebi’ûni diyor. Çünkü iz bırakan izlenir, insan iz bırakır, Allah yerde yürümez ki iz bıraksın, yani üstte, önde olan iz bırakır. Üsvetün, hasenetün; peygamberimiz.

………İttiba Nebî ye, itaat Allah’a ve Nebî ye. Bakınız itaat geçen ayetlerde Allah’a ve Resulüne itaat geçiyor, ittibada ise Resule ittiba, orada tek, bu fark.

………10 – Onuncusu Zorda ve darda kalınca aşırı gitmemeli, aşırıya kaçmamalı bu da Allah’ın Ğafûr isminden pay almanın bir yolu. Ğafûr olmanın mağfiretinden pay almanın yolu, kolaylıkları ve ruhsatları kullanırken aşırıya kaçmamalı. Ruhsatlarla kolaylıklar bu dinin özü. Bu din tesamuh dini, kolaylık dini gerçekten de Allah Resulünün ifadesi ile. Allah resulüne iki şey sunulduğunda kolay olanı tercih ederdi diyor Hz. Aişe. Gerçekten de öyle men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHİ. (A’raf/32) Allah’ın kulları için  çıkardığı ziynetleri kimmiş haram kılacak gösterin onu bana.

………Onun için bir şeyin yasak olduğuna delil istenir, serbest olduğuna değil. Yasak değilse serbesttir. Onun için dinde serbestler sayılmaz. Serbestleri sayan çalıyı tepesinden sürüyor demektir, yasaklar sayılır geri kalan serbesttir çünkü, yasak olmayan serbesttir. Onun için yasaklığına dair bir delil olması lazım. Yaratılmış olması serbestliğe delil olarak yeter. Eyvallah..!

………Bunlar ilkelerdir, usul ilkeleridir. İnnema harrama aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille li ğayrillâhi Bih* fe menidturre ğayre bağın ve lâ adin feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Nahl/115) Allah sadece şunları haram kılmıştır; Leşi, kanı, ve lahmel hınzıyr, domuz etini, ve ma ühille li ğayrillâhi Bih Allah’tan başkası adına kesilenleri fe menidturre ğayre bağın ve lâ adin kim mecbur kalmışsa, muz’ar kalmışsa aşmasın, sınırı taşmasın. Yani mecbu kaldığında bu yasaklar ona mübah olur, ama sınırı aşmasın. Çünkü zaruretler miktarlarınca takdir olunur. Ayrıca En’am/144, Maide/3, Bakara/173 benzer nitelikte ayetler.

………Ruhsatların gerçek sınırı nedir peki, kim koyar? Kimse koyamaz. İstefti kalbek, bura (Yani kalp)koyar. Nefis koymaz. Bazıları kalbini göster deyince karını gösteriyorlar yani nefsini gösteriyorlar. Nefis koymaz vijdan koyar. İstefti kalbek; vijdanına danış demektir vicdanını öldürmemişsen.

………11 – On birincisi hataları hoş görüp bağışlamak ta Allah’ın mağfiretinden pay almanın bir yoludur. Allah’tan hatalarının bağışlanmasını isteyen kul, kendisine yapılan hataları bağışlamalı değil midir? Kendisi Allah’tan bağış istiyor ama kendisi kimseyi bağışlamıyor. Kendisine yapılan hataları en şiddetle cezalandırmak istiyor elinden gelse, ama rabbisine yaptığı hataları da böyle anında bağışlamasını istiyor. Bu ne çifte standarttır. Bağış istiyorsan bağışla. Fesamehu müsamahaküm hoş görülü olunuz ki hoşgörüye maruz kalasınız, muhatap olasınız. (Hadis) öyle değil mi Allah resulünün ifadesi ile.

………Hz. Ebu Bekir’in teyze oğlu Mıstah Bin Usase hadisesi çok ilginçtir. Hz. Aişe’ye iftira yapılmıştır, o pak damene çamur atılmıştır. Sadece peygamberimizin zevcesi değil, Ebu Bekir’in de kızı, mü’minlerin annesi ve taptaze bir fidan kırılmaya çalışılmıştır. İşte bunun üzerine Medine kaynar, Medine’de tabii ki mü’minler Allah’ın kendilerinden beklediği tavrı gösterirler ama mü’minler içinden çürük cevizler de çıkar. Çürük cevizlerden biri Hz. Ebu Bekir’in teyzesinin oğlu Mıstah bin Üsase dir.

………Mıstah bir yetimdir ve yoksuldur Tüm maişeti Hz. Ebu Bekir’in üstünedir, o bakar, o besler, hicretinden sonra da önce de hep o maişetini giderir. Fakat bizim Mıstah iftirayı ilk duyup yayanlardan biridir. Neyse karnının ağrısı kim bilir..! Bir de ondan duydukları için. Hz. Ebu Bekir’in teyzesinin oğlu ya, ne yani teyzesinin oğlu da mı yalan söyleyecek gibi bir de yalancılara mazeret üretir. Hz. Ebu Bekir’in çok zoruna gider ve yemin eder ona bir daha lokma yok der, canı yanar çünkü.

………Ve ayet Nûr/22. İner. Ve lâ ye’teli ulül fadli minküm vesseati en yu’tu ulil kurba vel mesakiyne vel mühaciriyne fiy sebiylillâh. (Nûr/22) ve lâ ye’teli iki manaya birden gelir, farklı okunur. Yemin etmesin manasına da gelir, el çekmesin, bırakmasın manasına da gelir. Sizden varlıklı olanlar, yardıma ehil olanlar, genişlik sahibi yani servet sahibi olanlar, imkânı olanlar kendilerinden aşağıda yardıma muhtaç olan yoksullara yardım etmekten el çekmesinler. Allah yolunda hicret edenlerden el çekmesinler vel ya’fu velyasfahu affetsinler ve müsamaha göstersinler, hoş görülü olsunlar.

………ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm* Allah’ın kendilerini mağfiret etmelerini işstemezler mi? Hoşlarına gitmez mi? vAllâhu Ğafûrun Rahıym Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.

………Allah resulü Hz. Ebu Bekir’i çağırır, olayı duymuştur, ayeti söyler ve gerisini kendisine bırakır. Ayeti okurken ResulAllah ayetin şu kısmına gelir; ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm Allah’ın sizi affetmesi sizin hoşunuza gitmez mi? Sizi affetmesinden hoşlanmaz mısınız?

………Hz. Ebu Bekir bu ayeti duyunca Belâ ya rab, inniy uhibbu en mağfirali..! Elbette ya rabbi, senin beni bağışlaman benim çok hoşuma gider. Döner eve Mıstah’ı çağırır der ki. Bundan sonra bu güne kadar verdiğimin iki katını vermeye söz veriyorum. Eyvallah..! Bu da mağfiretten pay almanın bir yoludur.

………12 – On ikincisi ibadetle mağfireti celbetmelidir. İbadetler istiğfardır, başta da söyledik. Allah’ın sonsuz bağışından daha fazla pay istemektir. Allah resulünün namazın önünde ve sonunda istiğfar getirdiğine dair rivayetleri hatırlatmıştım.

………Cahil sofuluğun en tipik özelliği ne burada değinmek isterim. O da nedir? İbadetin amacını araçlaştırmak. İbadetin şekillerini amaçlaştırmak. Bunun en tipik örneği de teyemmümdür. Bakınız bizim insanımız teyemmüme gelince eli bir türlü teyemmüme varmaz. Teyemmümün şartlarının hepsi oluşsa teyemmümle namaz kıldırmaya kalk abdestsiz namaz kıldığını zanneder. Nedir bu? Bu Müslüman aslında ibadetin amacı ile aracını yer değiştirmiştir. İbadetin aracını araçlaştırmıştır. Bu Müslümanın içinde ki taşlar yer değiştirmiş ve yanlış yere geçmiştir. Zaten teyemmüm gibi ruhsatların amacı da ibadetlerin amacı ile araçlarını takas etmemenin imtihanıdır aslında.

………Onun için arasına teyemmümün en hafif şartı oluştuğunda teyemmüm etmek lazım. Yoksa ne oluyor biliyor musunuz? Öbür türlüsünde teyemmümün tüm şartları ortaya çıkınca teyemmüm etmiyor namazı terk ediyor. Çünkü artık içine sığdıramıyor, nefsine sığdıramıyor. Tıpkı şeytan gibi, şeytan ne diyordu? Ben Allah’tan başkasına secde etmem. İyi de Allah ne emretti? Olsun Allah’ta emretse etmem. Derdi rabbe itaat değil, aslında dersi nefsini putlaştırıyor anlatabiliyor muyum?

………Dolayısıyla Rabbin senin seline suyuna, senin namazına abdestine ihtiyacı mı var Allah’ın kulu, rabbin senin itaatini istiyor. Bütün bunlar senin kulluk itaatin için, Allah itaatten hoşlanıyor. Kul, kul olduğunu biliyor mu, yoksa illaki sulu mu olması lazım, susuz kurtarmaz ya rabbi mi diyorsun. Ama Allah kurtarır diyor, şu şu şartlarda kurtarır diyor. Eyvallah.

………felem tecidu maen fe teyemmemu sa’ıyden tayyiben femsehu Bi vucuhiküm ve eydiyküm minhu * ma yüriydullahu liyec’ale aleyküm min harecin ve lâkin yüriydu li yütahhireküm ve li yütimme nı’meteHU aleyküm lealleküm teşkürun. (Maide/6) [innallahu ğafurun rahiym. (En yakın; Maide/3)]

………Ayetin bitişine bakınız.  Su bulamazsa fe teyemmemu su bulunmama ille de suyun bulunmaması değil, suya ulaşamama, hatta bir çok müçtehide göre su pahalı satılıyorsa pahalı suyu almak yerine teyemmüm edebilir o da ruhsatlıdır. Dolayısıyla felem tecidu maen Hz. Peygamber AS. bir müfreze göndermişti, müfreze gittiğinde bir sahabi yaralandı. Bakın bakalım yarama dedi. Ben teyemmüm edebilir miyim, yoksa abdest mi almam lazım. Dediler ki yahu sen abdest alabilirsin yani teyemmüm edecek bir durum gözükmüyor. Ama yarası açık yara. Abdest aldı ve mikrop kaptı vefat etti. Allah resulüne gelip durumu söylenildiğinde Allah resulünün tepkisi aynen şu oldu, aynen tercüme ediyorum.

………Gatalehumullah, Allah belalarını veresice canları çıkasıca, kahrolasıcalar. Nasıl anlarsanız anlayın. Haydi bilmiyorlardı, sorsaydılar ya. Onu öldürdüler. Dolayısıyla görüyorsunuz dinde amaçlarla araçlar yer değiştirmemeli, her şey yerinde olmalı. Bu da nedir? Zaruretler miktarlarınca takdir olunurlar ve bu manada ibadetler mağfireti celbeder. İbadetin kendisi mağfireti celbeder.

………Hadiste öyle demiyor mu efendimiz? Namazlar iki namaz arasında ki günahlara kefalettir. Cumalar, iki Cuma arasında ki günahlara kefalettir. Ramazan oruçları iki ramazan arasında ki günahlara kefalettir.

………Yine Amr İbn. As hicretin 7. Yılında Allah resulüne gelip beyat etmek istiyor. Aralarında müthiş bir diyalog vardır, çok ilginç. Ver elini ya ResulAllah. Ne yapacaksın? Bey’at edeceğim. Elini alır ResulAllah’ın ama susar. Niye susuyorsun? Bir şart koşmak istiyorum ya ResulAllah. Neymiş o şart bakayım ey Amr?

………Amr; siyasi deha, yani resulAllah’ın aklından neler geçti Allah bilir. Benim için mağfiret dilemen şartını koşacağım ya ResulAllah.

………ResulAllah’ın cevabı nedir? Ey Amr, (senin için mağfiret diliyorum estağfirullah lek demiyor.) Ya Amr bilmiyorsun ki İslâm kendisinden öncesini siler, el-İslam yecibbu ma kableha, kendisinden öncekini siler, keser atar. Hicret te kendisinden öncekileri siler, hacc da kendisinden öncekileri siler. Dolayısıyla Allah Resulünün bu güzel müjdesiyle bu derse son verelim ve dersimizin nihayetinde seyyid ül istiğfar duasını dua yerine yapalım ve noktalayalım.

………Allâhümme ente rabbiy lâ ilâhe illâ ente halâkteniy, ve ene ‘ala abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûu leke binı’metike aleyye, ve ebûu bizenbiy, fağfirliy fağfirlena, zünûbî, zünûbena feinnehu lâ yağfirüzzünûbe illâ ente birahmetike yâ erhamerrâhımiyn. Amin, amin, amin..! Allah kabul etsin.

..(Videonun sonu)…………………………….

………[[Türkçe anlamı; Anlamı:

………ALLÂH’ım! Rabbim sensin, Tanrı yoktur. Yalnız sen varsın, beni sen yarattın, şüphesiz senin kulunum ve gücüm yettiği kadar sana verdiğim ahdü vaad üzere sâbitim. (Allâh’ım) işlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım, bana ihsan buyurduğun nimetini Zât-ı Ulûhiyetine itiraf ederim. Günahımı da itiraf ederim. Binâenaleyh günahlarımı bağışla. Çünkü “Rahmet”inle günahları bağışlamak sana aittir yâ erhamerrahımiyn!..

………Bilgi:

………Muhammed Mustafa (s.a.v.) buyuruyor ki:

………“Bu Seyyîdül İstiğfar’ı kim inanarak ve idrak ederek, karşılığını Allâh’tan bekleyerek, gündüz okursa ve gece olmadan önce ölürse cennete gider… Ve gene, kim gece okur da, sabah olmadan evvel ölürse o da cennet ehlinden olur.”

………Böyle bir değer elimize verilmişken, bunun kadri kıymetini bilmezsek, elbette başımıza geleceklere katlanmaktan başka bir şey kalmaz geride…

………Allâhümme lekel hamdu lâ ilâhe illâ ente rabbî ve ene abdûke âmentü bike muhlisan leke fiydiynî inniy esbahtü (emseytü) alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü etûbü ileyke min seyyii amelî ve estağfirüke bizunûbilletiy lâ yağfirühâ illâ ente.

………Bilgi:

………“Vallâhi de billâhi de, her kim bu istiğfarı sabah akşam üçer kere okursa, o mutlaka cennete girer.”

………Bu işaretiyle bizi uyaran Rasûlullâh AleyhisSelâm, dikkat buyrula ki sözüne büyük bir yeminle başlıyor.

………İşte bu yüzden, “Seyyîdül İstiğfar”dan sonra ikinci sırada hemen bu istiğfara yer verdik… Sabah-akşam üçer kere okusak ne kaybımız olur ki? Ya kazancımız!..

………Rabbi inniy zalemtu nefsiy zulmen kebiyra, ve lâ yağfiruz zunûbe illâ ente, fağfirliy mağfireten min indike, verhamniy, inneke entel Ğafûrur Rahıym.

………Anlamı:

………Rabbim, nefsime büyük zulümde bulundum (nefsimin hakikatinin hakkını veremedim), bu suçumu da senden gayrı bağışlayacak yoktur. İndînden gelen bir bağışlayıcılıkla beni bağışla, merhamet et, şüphesiz ki sen bağışlayıcı ve Rahıym’sin.

………Bilgi:

………Hazreti Ebu Bekir Sıddîk (Allâh razı olsun ondan) sordu Rasûl AleyhisSelâm’a:

………“Yâ Rasûlullâh, namazdan çıkmadan evvel ne okuyayım?” Namazlarda, selâm vermeden evvel okuması için Efendimiz Rasûlullâh AleyhisSelâm da Hazreti Sıddîk‘a bu istiğfarı öğretti.

………Hazreti Sıddîk da namazlarda selâm vermeden önce bu duayı okurdu… (A. Hulusi – Dua ve Zikir)]

 

 


ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (A)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

……...De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************

………EL ĞAFÛR

………Taalluk;

………Kul maddi ve manevi olarak kendisine zarar verebilecek şeylerin kendisi ile arasında güçlü engellerin oluşması için bu isme ihtiyaç duyar.

………Tahakkuk;

………Gafûr ismi bu niteliklere sahip kimselere yönelik Arap dili kuralları çerçevesinde mübalağalı bir yapıda gelmiştir.

………Tahallûk;

………Ğafûr ismi ile tahalluk, aynen tahakkuk bölümünde işlendiği gibidir. Burada ki fark tahakkuk ilminde, tahalluk ise bilginin semeresinde ortaya çıkar. (İbn. Arabi/ Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi-85)

………****************************************************************

         EL ĞAFÛR

………Bakara/182. Ayetinde;

………feasleha beynehüm felâ isme aleyh* innAllâhe Ğafûr’un Rahıym. (Bakara/182)

………“Onun günahı yoktur, Allah Teâlâ mağfiret ve rahmet sahibidir.” Buyurulmaktadır.

………Her üç imam bu isim üzerinde fikir birliği etmişlerdir. Zira Ğafûr adı ğafer den türemiştir. Ğafer demek es Sıtır yani örtünmek demektir. Mestur-örtünen veya örtülmüş demektir. Bunun için Muğfer, Ğafûr, ve Ğaffar bu sözcüklerin anlamı birdir. Bilginlere göre cezaları örten ve af eden, el Afûv adına girerken yavaşça Rahîm adına girer.

………Nitekim Hak Teâlâ bu konuda kullarına;

…………lâ taknetu min rahmetillâh. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a ..(Zümer/53)

………“Allah’ın Rahmetinden ümit kesmeyiniz.” Buyurmaktadır. Burada maksat mağfirettir. Daha sonra şöyle buyurmuştur; “Yüce Allah bütün suçları af eder.” Bununla affedici rahmetine işaret etmektedir. Şunu bil ki Yüce Allah’ın Ğafûr adı, İlâhî adların bütün anlamlarında kullanılır. Bu ad­ların ahkâmıyla temizlenmiş olurlar. Suçları da ğaffarın temizliğiyle af etmiş olur ve keza ayıp ve kabahat suçlarını da Settar adıyla af ve mağfiret eder.

………Yine bu ismin Hadi adıyla değişik şekillerde münasebeti vardır. Bu­nunla evliyaların kalbine ve akıllarına gelen şehvetleri affedip örttüğü gibi kalplerinden dünya hırs ve tamahını örtmüş olur ki işte bu mağfirettir. Bütün bunlar Hadi adının hükümleridir. Mutasavvıfların nefislerinde hırs ve tamah olmayan maksatlarından kötü düşünce ve ahlakı da örterek affetmiş olur. Çünkü kötü tavır ve davranışlar iyi ahlak ve keremi yok eder. Bunların yerine zıtları kalplerinde yerleşir. Bunun için af bu ismin Hadi adına olan İntisabındandır. Keza Ahireti kalben ve arzuyla sevenle­rin isteğini bağışlayarak bu türlü sevgililerle uğraştıklarından onun adını anmayı dahi unutmuş olurlar. Keza bu da Hadi adına olan intisabından ileri gelmektedir. Aynı şekilde onlardan güzellikleri ananları da af ve mağfiret eder. Bundan sonra o kişiler güzellik adına hiçbir şeyi görmez olurlar, güzelliği nefislerinde değil Allah’tan görmüş olurlar. Bu da Hadi adına intisaptan ileri gelir. Yine bundan dolayı doğru ve tam tabiatlı olanları varlığı görme arzusundan mağfiretle örtmüş olur ki, bundan sonra Hakk’ın yüzünden başka bir şeyi görmezler, işte burada Hadi adı son bu­lur.

………Hak Teâlâ bir sebepten dolayı olayın hakikatini gizler. Bundan sonra bu sapıklığa karşı gözleri kör olacağından bir şey görmez olurlar. Çünkü af ve mağfiret ondan olup bunun batınında rahmet ve temizlik zahir ise azab bu ad tarafından verilmiş olur ki bu da mudili adına intisabındandır. Keza mudili adı bu gibilerden dünya güzelliğini örtmüş olursa, kötü kim­selerden olurlar. Bundan sonra ne dünyanın ne de ahiretin tatlılığını bu­lamazlar. Nitekim bunlara karşı tevbe yüzünü örtmüş olur.

………Bundan sonra bu gibilerin vücûdî mertebelerinden tevvab adı temizlenmemiş olunacağı gibi dünyada güzel amele yönelmeyi gizler. Çünkü tevbe bir iş veya amelin kapısıdır. Onlar içeri girmeyerek orada duraklarlar, İşte bu gibiler mudili adına intisaplarından dolayı aşırı gaib olanı istidrak etmeyen nedamet yani pişmanlık ehlidir mudili adı yükselince bunların yüzlerini örttüğünden nereye varmışlarsa orada duraklarlar, İşte bunların tümü mudili adının incelikleridir.

………Nitekim Gafur adının onlar üzerindeki etkisi öyle bir dereceye varır ki, kalplerinde bir hardal tanesi kadar hayır kalmayıncaya kadar etkisini gösterir, İşte bunlar yanarak azab görecek olan ateş ehlidir. Ancak kalplerinde hardal tanesi kadar hayır kalanlar en sonunda ateşten çıkacaklardır. Yüce Peygamberimiz bir hadisinde kalpleri tamamıyla hayırdan boş olanlar ateşte azab görecek olan ateş ehlidir. Bunlar çok şiddetli azaptan sonra Allah’ın rahmeti kadar insanlardan en fazla naîme üstün sıhhat ve rahatlığa kavuşacak kimselerdir. Zira rahmetin nesebi kötülüklerini iyi­liklere dönüştürmüş olur. O zaman değişken tavırlarla geçen azab merteb­eleri onlar için Cennet ehlinin bilmediği naimin yani emniyet ve ra­hatlığın temizlikleri olmuş olur. Ama Cennet ehline bunlar arz edilip bildirilmiş olsaydı, o zaman onların hakkında bir azab olmuş olurdu, İşte bunlar bununla özelleşmiş oldular.

………İşin esasına gelince Hâdî adının ve tâbilerinin Nâime geri dönmesi mudili adının ve tâbilerinin naime dönmesinin bir zıddiyyetidir. Kendile­rine bu emniyet ve rahatlığı veren yalnızca O ulu zattır. Zira gerçek hiç bir zaman değiştirilemez. Nitekim bunların tedarikleri Naîm adı olan Mülayemetle buluştuklarında tebayün etmiş olur. O vakit kalbinde zerre kadar hayır olmayanla Naîmde, yanı emniyet ve rahatlıkta olanın kal­binde tekâmül etmiş olanla eşit olur. İşte Hazreti İsa’nın (Allah’ın selamı üzerine olsun) Allah’tan Hazreti Yahya için istemiş olduğu

………“Bütün gaye ve maksadımla sana güveniyorum” hitabına Hazreti Yahya:

………“Sen benden daha evlasın” cevabını vermiştir. Hazreti İsa bu cevap üzerine ona:

………“Beni bırak ta Allah için doğruluğumu ikmal edeyim. Bunu temizledikten sonra kimin kime talebe olmasının evla olacağı anlaşılır” demiştir.

………Bu cevap üzerine, doğruluk ve hayır onda tamamıyla kemal bul­muştur, İşte bu makam güzellik makamıdır. Bunun karşılığı Celal makamıdır. Bunlar öyle kimselerdir ki doğruluk ve temizliği bütünüyle tamamlayan kimseler olduğundan, bunlara ilâhî Satvet yani kahır ve gazab Şedidü’l Azab sınırına kadar varmış bulunmaktadır, İşte bunda mudili adının tamah nazarı bulunduğundan ateşin kalplere fışkırdığı yerde Kayyum adı bunları karşılayarak selametteki ümmetlerine götürür, İşte o andaki ateş selamet yeri olmuştur.

………Haber verildiğine göre Rahman’ın dostu olan Hazreti İbrahim’den (a.s.) rahmet uzaklaşmıştı. Bu uzaklaşma olmasaydı ateş ondan uzak­laşmış olurdu. Selâm adı bunları karşılayınca Allah’ın Mü’min adıyla bitiştirip bağlamış olduğundan korkudan sonra emniyete kavuşmuştu. Nitekim Yüce Allah’ın Heymen ve Müheymen nin adıdır. Bunlara, Nâimin şümulü olduğu takdirde, Aziz adı hâkim olur. Böylece zilletten sonra, izzetli olmuş olur. Onları baskı ve cebir anlamına gelen Cebbar adı ellerine alır. Bu suretle rahatlık ve emniyetleri, yani naimlerinin mertebeleri Mütekebbir adının kuşatımı ile büyümüş olur. Çünkü o sıralarda toplum bir çevreden diğer bir çevreye birbirlerini kıskanmadan geçmişlerdir. Onun için Hak Teâlâ Tûr suresinin 43 ayetinde:

………Em lehüm ilâhun ğayrullah* subhanAllâhi amma yüşrikûn. (Tûr/43)

………“Yoksa Allah’tan başka bir ilahları mı vardır? Onların şirk koştuklarından Allah’ı tenzih ederim” buyurmuştur.

………Bu çevredeki şirkten münezzehliği dolayısıyla af ve tevbesi vardır Buradaki örtü eşitlik demektir. Ğaffâr-Gafûr adlarının gerçeğiyle eşitlik onlardan örtülmüş olur. Her varlığın örtünmesi Gafûr adının gerçeklerindendir. Bu sebeple keşf ehlinin hicabları Hakk’ın güç ve kuvveti olup gerçek meclislerin çevresi huzurunda kendilerini göstermeye yöneltir. Bu sebeple mekruh örtünme, şer’an, tab’an, aklen ve naklen nesebi olmayıp Gafûr adının dışında olur. Bu örtüler Hakikatte nur olsa, peki öyle İse ka­ranlıklar nerededir? Heyhat! İşte bu Adem, yani fena ve yokluktur.  (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani/Esmaü’l Hüsna/65-67

………*************************************************************

………EL ĞAFÛR

………Kur’an ı kerimde 91 defa zikrolunur. Bunların 36 sı Mekki, 55 i Medenidir. Bu kökten gelen bütün diğer vasıflar gibi münhasıran Allah hakkında varid olmuştur. Bazen eliflâmlı, bazen eliflâmsız gelmiştir. Bu ismin kullanılış özellikleri şunlardır.

………A – Yalnız 2 Mekki ayette tek başına gelmiştir. (İsra/25-Kehf/28)

………B – “el Ğafûr, el Vedûd” şeklinin tek örneği vardır. O da Ğafûr isminin ilk defa görüldü, başlangıç devresine girebilecek bir ayettedir. (Buruc/14)

………C – “’Aziz Ğafûr” yalnız 2 Mekki ayette bulunur. (Fatır28-Mülk/2)

………D – “Ğafûr Şekûr” Yalnız 3 Mekki ayette vardır. (Fatır/30-34, /Şura/23)

………E – “’Afûv Ğafûr” şekli ise Medine’ye inhisar eder. (Hac/60-Nisa/43-99, Mücadile/2)

………F – El Halîm ismi ile hem Mekke hem Medine devrinde vuku bulmuştur. Dikkat çeken husus Mekki ayetlerde “Halîm Ğafûr” şeklinde geldiği halde (İsra/44-Fatır/41) Medeni ayetlerde takdim te’hire tabi olarak “Ğafûr Halîm” tarzında varid olmuştur. (Bakara/225-235, A. İmran/135, Maide/101)

………G – Esma-i Hüsnadan hiç biri ile kıyas edilemeyecek derecede Rahîm ismine iktiran etmiştir. (23 Mekki,48 Medeni ayette) Esas olarak “Ğafûr Rahîm” şeklinin tek istisnası “er Rahîm el Ğafûr”  olarak gelen (Sebe’/2) ayetidir.

………H – Bir Mekki ayette “Rabb Ğafûr” örneği vardır. (Sebe’15)

………Demek ki ‘Azîz, Şekûr, Vedûd, Rabb isimleriyle veya tek başına gelmesi yalnız Mekke de, Afûv ismiyle ise yalnız Medine de birlikte gelmiş, ancak Rahîm ve Halîm isimleriyle her iki devirde beraber bulunmuştur. Bitişen isimlerin gerekleri arasında bazen derecelenme “Ğafûr Rahîm”, “Ğafûr Şekûr”, “Ğafûr Vedûd” bazen dengelenme “’Azîz Ğafûr”, bazen destekleme “’Afûv Ğafûr” durumları görülür. (Prof. Dr. Suad Yıldırım/Kur’an da Uluhiyet-157)

………************************************************************

………EL ĞAFÛR

………En büyük af sahibidir O. Mağfiretin bir yönü hatalarımızı gizlemek ve onlara sanki hiç olmamış gibi muamele etmektir. Allah bu cömertliği bu ismin bütün boyutlarıyla gösterir. Allah’ın mağfiretinin üç anlamı, üç ayrı fakat birbiriyle ilgili ilâhi vasfı vardır. “el Ğaffar-el Ğafûr, el Ğafîr”.

………El Ğafîr; Allah’ın kulları birbirleriyle yaşayabilsinler, birbirlerine inanabilip dayanabilsinler ve birbirlerine muhabbet ve hürmet besleyebilsinler diye onların mahcubiyete sebebiyet verici işlerini gizleme vasfıdır. Eğer el Ğafîr olan Allah Teâlâ rahmetiyle hatalarımızı aleyhte görüşlerimizi, çirkin düşünce ve nefret uyandıran duygularımızı gizlemiyor olsaydı herkes birbirinden kaçardı. Ne bir toplum ne de bir aile oluşabilirdi.

………Ğafûr olan Allah hatalarımızı Âlem-i Nâsut’ta (İnsanlar alemi) örttüğü gibi Âlem-i Ervah (Ruhlar alemi) ve Alam-i Melekût’ta da setreder. Melekler, bizim bu dünyada göremediğimiz şeyleri görürler. Allah hatalarımızı onlardan da gizler ki ahirette mahcup olmayalım. Bu isim sayesinde insanlardan gördüğümüz hürmet ve yakınlığın aynısını, kendilerinden günahlarımızın gizlendiği ruhlar ve meleklerden de görürüz.

………Allah’ın el Ğaffar ismi affedicilikte en kuşatıcı olandır. Hataları diğer insanlardan setredilen bir kimse başkalarının önünde mahcup olmaktan emin kılınır. Fakat yine de kendi içinde kendisinden utanıyor olabilir. Herkesin kendi yaptığı işlerden kaynaklanan belli bir vicdan azabı vardır. Ancak el Ğaffar olan Allah rahmetiyle bir kimsenin hatalarını kendisinden dahi gizler ve bu azabı dindirmek için o hatayı kendisine bile unutturur.

………Hatalarımızı başka insanların gözlerinden perdeleyen el Ğafîr’i, hatalarımızın bilgisini meleklerden dahi gizleyen el Ğafûr’u ve hatalarımızı sürekli hatırlamaktan kaynaklanan ıstırabı dindiren el Ğaffar’ı zikreyle. Böylesi rahmet ve merhamet sahibi bir sultana şükretmeyip te ne yapalım. Gözlerimizde pişmanlık gözyaşlarıyla günahlarımızı itiraf edipte O’nun affını dilemeyelim mi?

………Abdülgafûr o kuldur ki bütün yanlışların affedicisi hataların gizleyicisidir. Bir kimse kendisini suçlu hissediyorsa ve dolayısıyla kalbinde bir ağırlık varsa, Cuma namazından sonra 100 kere “ya Ğafûr” çekmek acıyı dindirebilir. Allah dilerse o günahı affedecektir. (T. Bekir Bayraktaroğlu-Esma-i Hüsna/92)

………**********************************************************

………EL ĞAFÛR

………Allah’ın el-Ğafûr ismi; “Mutabakat delâletiyle Allah’ın hem zatına delalet eder ve hem O’nun mağfiret sıfatını gösterir, buna delâlet eder. Ancak tazammun yoluyla sadece Allah’ın zatına delâlet eder. Nitekim mağfiret sıfatına da yine tek olarak tazammun yoluyla da delalet eder.

………(Burada geçen bazı terimler hakkında açıklama yapmak gerekir. Gördüğünüz gibi burada; Mutabakat, Tazammun, Lüzum veya iltizam gibi ifadeler yer almaktadır. Şimdi bu terimlerin neyi ifade ettiklerini burada kısaca zikredelim.

………Şöyle ki; Delâlet; Lafız ve mana arasında var olan münasebete denir ki bu biri vaz’iyye ve diğeri de Akliye olmak üzere ikiye ayrılır.

………Delalet-i Va’ziyye; Lafzın konulduğu manaya tümüyle delalet etmesi, onu göstermesidir ki buna aynı zamanda Delalet-i Mutabıkıyye veya kısaca Mutabakat denir. Örneğin Arslan lafzını ele alalım. Bu lafzın bilinen yırtıcı hayvana isim olarak verilmiş olması nedeniyle Vaz’idir, ona uygunluğu sebebiyle de Mutabıktır denilmektedir.

………Aklî delalete gelince; kelimenin veya lafzın asıl konulduğu manaya değil de kendisi için makul, yani akla yatkın olan bir kavramı, bir ifadeyi göstermiş olmasıdır. Bu da biri Tazammuni delalet diğeri de lazmi veya iltizami delalet olmak üzere iki kısımdır.

………Tazammuni Delalet; Bir lafzın konulduğu mananın tümünü değil sadece onun bir kısmına delalet etmesidir. Örneğin; cesur olan bir kimseye Arslan denmesi gibi. Bu nitelemeyle ilgili kimseye Arslan gibi yırtıcı olması değil, onda var olan cesaret ve atılganlık yönüyle benzetilmesidir ki, işte bu türden aklen delalete Tazammuni delalet denir.

………Lazmi veya iltizami delalet; Bir lafzın asıl manasına değil bir başka manaya konulmasıdır. Örneğin eli açık adam denildiğinde, bu ifade o adamın elinin açık olması manasında değil, onun yardımsever biri olduğunu gösterir. İşte bu türden delalete de Lazımi veya iltizami delalet denmektedir.)

………Lüzum (iltizam) noktasından; Hayata, Kayyumiyyete, İzzete, Ahadiyyete, Hikmet, Azamet, Re’fet, Rahmet ve benzeri diğer kemal sıfatlarına delalet eder. Allah’ın Ğafûr ismi Yüce Allah’ın fiil sıfdatlarından bir sıfatına delalet eder. Nitekim el Ğafur ismi de Yüce Allah’ın isimlerinden biridir. Allah’ı sena etme anlamında rahmet, sevgi ve kayyumiyyet manalarını ihtiva eder.

………Bu isim Allah’a iman etmiş bir mü’min kulun, Rabbinin hakkına ilişkin bir takım günahlar işleyerek veya bazı farz görevlerini terk ederek kusur işlemesi sebebiyle Allah’ın o kulunu bağışlamasını sağlayan ismidir.

………Bu isim umutsuzluğun kenarına gelmiş Mü’min bir kulunun kalbinde ümit ışıklarını yakan ve tekrarlanan, genişleme ve rahatlama mesabesinde olan bir isimdir. Böylece Allah ümitsizliğe kapılmış olan mü’min kullarının gönüllerine huzur ve itminan sağlamış, güven pompalamış olmaktadır. Çünkü Yüce Allah şu ayetinde bu gerçeği bildirmektedir.

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh* innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU HUvel ĞafûrurRahıym. (Zümer/53)

………“De ki; Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesi Allah günahları affeder. Çünkü O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

………Rabbimizin el-Ğafûr ismi, kuluna karşı herhangi bir zorluk, bir sıkıntı göstermeksizin, bir mani söz konusu olmaksızın mağfiretinin veya bağışlamasının devamlılığına delalet eder, onu gösterir. Zaten biz bunun böyle olduğunu Ğafûr kelimesini oluşturan harfleri, kolaylıkla ve hiç zorlanmadan söylerken bile düşünebiliyoruz, sezebiliyoruz.

………Çünkü Ğafûr kelimesinde ki uzatma harfi, sınırsız olan açısından devamlılığı ifade ediyor. Bu itibarla Ğaffâr ismiyle Ğafûr ismi aynı değildirler. Gerçi Ğaffar ismi de aynı şekilde nihayetsiz mağfirete devamlılığı ifade eder. Fakat bunun bir takım şartları, ağırlaştırılmış durumlar vardır. Bunun ağırlaştırılmış durumuna da Ğaffâr isminde uzatma harfinden önce yer alan şedde harekesidir.

………Kur’an ı Kerimde Ğafûr sıfatı herhangi bir şart, bir kayıt veya bir zorluk söz konusu olmaksızın gelmiştir. Birçok yerde zikredilmesine rağmen hepsinde durum böyledir. Rabbimiz şöyle buyuruyor;

………Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr’un Hâliym. (Bakara/225)

………“Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (Bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, Halîm’dir.”

………Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâhu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. (A. İmran/31)

………“De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

………Leyse aleyküm cünahun en tebteğû fadlen min Rabbiküm* feizâ efadtüm min ‘Arafatin fezkürullahe ‘ındel Meş’aril Harâm* vezkürûHU kemâ hedâküm* ve in küntüm min kablihî le minaddâlliyn. (Bakara/198)

………“Hac mevsiminde ticaret yaparak rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. O’nu size gösterdiği gibi zikredin Doğrusu siz O’nun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.”

………Sümme efıydû min haysü efâdanNâsu vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Bakara/199)

………“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

………Bu ismin Kur’an ayetlerinde çokça geçmesi, bize mağfiret veya bağışlama ameliyesinin çok kolay olduğunu ve bize de oldukça yakın olduğunu Ğafûr olan Allah’ın mağfiretine hak kazanmaya ulaşmanın da mümkün olabildiğini göstermektedir.

………Ayrıca Kur’an ı Kerimde ki birçok ayetlerde mağfiret kelimesinin Rahmet kelimesiyle bağlantılı olduğunu da görüyoruz. Bu da kullar açısından bağışlanmaları noktasında bir tür büyük bir kolaylığın var olduğunu gösteriyor. Çünkü yaratan Allah tevbe eden kullarına rahmetiyle muamele edecektir. Nitekim Yüce Allah’ın rahmetinin bir gereği de çokça hata işleyen kullarına mağfiret yolunu kolaylaştırmış olmasıdır. Zaten bu bile Rabbimizin el Ğafûr isminde bir kolaylığın varlığını hissettiriyor.

………Gücü, kuvveti ve iradesiyle Yüce Allah dilediği kullarının günahlarını bağışlar. Bağışlaması bir korkudan veya bir beklentiden değil, aksine kullarına karşı olan merhameti ve onlara lütufkâr davranması sebebiyledir.

………Esasen lügatta mağfiret; bir şeyi örtmek, üstünü kapatmak demektir. Üzeri kapatılan her şey aslında bağışlanmaktır, mağfirettir. Bu manasıyla mağfiret işlenen günahların üstünün kapatılması demektir.

………Allah Teâlâ’nın el Ğafûr ismi Kur’an ı kerimde 11 yerde mutlak olarak ve ayrıca tenvinli olmak üzere gelmiştir. Çünkü bununla özel isim murat olunmuştur. Bu da O’nun kemal sıfatını gösterir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

………Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym. (Hicr/49)

………“Ey Muhammed kullarıma benim elbette çok bağışlayıcı çok merhametli olduğumu haber ver.”

………Ve Rabbükel Ğafûru ZürRahmeti, lev yuahızühüm Bi ma kesebu le ‘accele lehümül azâb* bel lehüm mev’ıdün len yecidu min dunihi mev’ila. (Kehf/58)

………“Rabbin çok bağışlayıcıdır merhamet sahibidir. Eğer yaptıkları yüzünden onları (dünyada) cezaya çarptırsaydı elbette azaplarını çarçabuk verirdi. Hayır, onlar için belirlenmiş bir gün vardır ki (O gün gelince) hiçbir kurtuluş çaresi bulamazlar.”

………Kur’an da 72 yerde Ğafûr sıfatı geçmektedir, işte şu onlardan biridir;

………İnnemâ harreme aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille Bihî li ğayrillâh* femenidturre ğayre bağın ve lâ ‘adin felâ isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr’un Rahıym. (Bakara/173)

………“Allah size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da yemek zorunda kalırsa ona günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

………Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ ‘arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi ev eknentüm fiy enfüsiküm* alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne ve lâkin lâ tüvâ’ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma’rûfa* ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh* va’lemu ennAllâhe ya’lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va’lemû ennAllâhe Ğafûr’un Haliym. (Bakara/235)

………“(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah biliyor ki siz onlara (Bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlara gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın. Şunu da bilin ki Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, Halîm dir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir)”

………Yüce Allah’ın Ğafûr ismi insana güçsüz ve zayıf olduğunu sezdirir, bu kâinatta gücünün dar olduğunu gösterir. Çünkü insan çok hata yapandır, günah işleyendir. İşte işin bu noktası onu alçak gönüllü olmasını ve ne yaptığının farkında olmasını sağlar. Ayrıca bu isim ona şu idraki de verir. Bilmelidir ki günah işlediği takdirde bununla Allah’a zarar verecek değildir. Ancak tevbe etmesi halinde Ğafûr olan Allah’tan mağfiret istemesi durumunda hatalarından geri durması halinde Allah ona kolaylık sağlar ve onu bağışlar.

………El Ğaffar aynı zamanda hesap görendir. Hiç kuşkusuz kıyamet gününde insanlar hesaba çekileceklerdir. Hiç kimse Allah tarafından hesaba çekilmekten kurtulamayacaktır. Zaten şu ayetler bunu bildirmektedir.

………BismillahirRahmanirRahıym (Zilzal suresi)

………1 – İzâ zülziletil Ardu zilzaleha;

………2 – Ve ahrecetilArdu eskaleha;

………3 – Ve kalel İnsanu ma leha;

………4 – Yevmeizin tühaddisü ahbâreha;

………5 – Bienne Rabbeke evha leha;

………6 – Yevmeizin yasdurun Nasu eştaten li yürav a’malehüm;

………7 – Femen ya’mel miskale zerretin hayren yerah;

………8 – Ve men ya’mel miskale zerretin şerren yerah;

………“Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri çıkarıp attığı ve insan “ona ne oluyor” dediği zaman işte o gün yer kendi haberlerini anlatır. Çünkü rabbin ona (öyle)vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlemişse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre miktar ağırlığınca kötülük işlemişse onun cezasını görecektir.” (Zilzal suresi)

………Yüce Allah kullarını başıboş bırakacak değildir. Hiçbir zaman inananla inanmayan, itaatkâr olanla isyankâr olan elbette eşit olmayacaktır. Nitekim büyük günah ile küçük günahlar da eşit sayılacak değildir. Aynı zamanda onları bilerek yapanlarla bilmeyerek işleyenler de eşit olamazlar. Zaten bilenle bilmeyen eşit olmaz.

………Bütün bu konularda yüce Allah insanları hesaba çekecektir. Örneğin bir kimse bilerek bir kötülük işlerse yüce Allah o kulunu onun bilgisi nispetinde sorgulayacaktır. Dolayısıyla bunun sorgulanması bilmeden yapanların sorgulamasından çok daha ağır ve şiddetli geçecektir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

………İnnemettevbetü alAllâhi lilleziyne ya’melunessûe Bi cehaletin sümme yetubune min kariybin feülaike yetubullahu aleyhim* ve kânAllâhu Aliymen Hakiyma. (Nisa/17)

………Allah katında (makbul) tevbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.

………Mutlak muhasip olan Allah dilediklerini bağışlar, dilediklerine de azab eder. Tevhide çağırmaları, cennetle müjdeleyip cehennem ateşiyle uyarmaları için elçiler gönderdikten sonra, insanın Allah’a karşı bahane uydurması, bir hüccet ileri sürmesi de mümkün olmayacaktır. Çünkü Allah bütün bu yolları gayet açık ve net olarak peygamberleri ve onlarla gönderdiği kitaplar yoluyla açıklamıştır.

………Aslında bu husus ceza gününün gerisinde saklanmak isteyecek olan herhangi bir kâfirin veya asinin perdesini kaldıracak onu ortaya çıkaracaktır. Dünyada yaptıklarının açığa çıkmaması için çabalasalar da, dünyada işleyip te önden gönderdikleri kötülükler sebebiyle başlarına gelebilecek olan şey bağışlanmayacaktır.

………Hesaba çekilme olayı aynı zamanda hem mağfireti ve hem de cezalandırmayı kapsar. Mağfiret bunu hak edenler içindir, cezalandırılma da yine cezalandırmayı hak edenler içindir. Her insanın bir hesabı ve cezası vardır. Bu itibarla önceden yapıp ettikleri sebebiyle rehin tutulacaktır. Nitekim Rabbimizin şu kavli bu gerçeği dile getiriyor;

………Ve külle İnsanin elzemnahu tairehu fiy unukıh* ve nuhricü lehu yevmel kıyameti Kitaben yelkahu menşura. (İsra/13)

………İkra’ Kitabek* kefa Bi nefsikel yevme aleyke Hasiyba. (isra/14)

………Menihteda feinnema yehtediy li nefsih* ve men dalle feinnema yedıllu aleyha* ve lâ teziru vaziretun vizre uhra* ve ma künna muazzibiyne hatta neb’ase Rasûla. (İsra/15)

………“Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız; “Oku kitabını, bugün hesap sorucu olarak senin nefsin yeter” denilecektir. Kim doğru yolu bulmuşsa ancak kendisi için bulmuştur. Kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.”

………Bu ayetler insana şunu açıklamaktadırlar.

………– O, insan öyle bir varlıktır ki Yüce Allah’ın kendisine sunduğu cehennem ateşinden kurtuluş emanı ile canını kurtarabilir. Yeter ki önceden yapmış olduğu işleriyle yaratan Allah tarafından bağışlanmayı hak etmiş olsun.

………– Amel sahibi aslında işlediği amel sebebiyle ceza görecek ve hesaba çekilecek olan kimsedir. Yoksa onun yerine akrabası ve ailesi hesaba çekilecek değildir. Kimse kimsenin işlediği amellerine ve fiillerine ortak olmaz.

………– İnsanoğlu, kıyamet gününde amel defterinde var olanları gördükten sonra artık Allah’a karşı diyeceği bir şeyi olmaz, hiçbir hüccete de sahip olamaz. Çünkü amel defterinde küçük ve büyük ne varsa hepsi de orada mevcuttur. Yaratan Allah’ın hesaba çekmesi ise çok dakiktir.

………Ve yevme nüseyyirul cibale ve teral’Arda barizeten ve haşernahüm felem nüğadir minhüm ehadâ. (Kehf/47)

………Ve ‘uridu alâ Rabbike saffa* lekad ci’tümuna kema hâlâknaküm evvele merretin, bel zeamtüm ellen nec’ale leküm mev’ıda. (Kehf/48)

………Ve vudı’al Kitabu feteral mücrimiyne müşfikıyne mimma fiyhi ve yekulune ya veyletena mali hazel Kitâbi lâ yuğadiru sağıyraten ve lâ kebiyreten illâ ahsaha* ve vecedu ma amilu hadıra* ve lâ yazlimu Rabbüke ehadâ. (Kehf/49)

………Dağları yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz onları mahşer de toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.

………Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara; ”Andolsun siz ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir zaman belirlemediğimizi sanmıştınız.” Denir.

………Kitap ortaya konur. Suçluları kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize, Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş.” Derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/47-48-49)

………Şüphesiz ki Allah adildir, kimseye suçsuz yere azab etmez. O, Resuller, Nebiler gönderdikten sonra kullarına azab eder ve onları hesaba çeker.

………Rusülen mübeşşiriyne ve münziriyne liella yekûne linNasi alellahi huccetün ba’der rusül* ve kânAllâhu Aziyzen Hakiyma. (Nisa/165/

………Lakinillâhu yeşhedü Bi ma enzele ileyke enzelehu Bi ılmiHİ, vel Melaiketü yeşhedun* ve kefa Billâhi şehiyda. (Nisa/166)

………İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi kad dallu dalâlen be’ıyda; (Nisa167)

………İnnelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillâhu li yağfire lehüm ve lâ liyehdiyehüm tariyka. (Nisa/168)

………İlla tariyka cehenneme halidiyne fiyha ebeda* ve kâne zâlike alellahi yesiyra; (Nisa/169)

………Ya eyyühen Nasü kad caekümür Rasûlü Bil Hakkı min Rabbiküm feaminu hayren leküm* ve in tekfüru feinne Lillâhi ma fiys Semavati vel Ard* ve kânAllâhu Aliymen Hakiyma; (Nisa/170)

………[[“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik. Ki Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

………Fakat Allah sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.

………Şüphesiz inkâr edenler İnsanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.

………Şüphesiz inkâr edenler ve zulmedenler (var ya) Allah onları asla bağışlayacak ve doğru yola iletecek değildir.

………(Allah onları)Ancak içinde ebedi kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a çok kolaydır.

………Ey insanlar Peygamber size Rabbinizden Hakkı (gerçeği) getirdi. O halde kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerde ki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.”]]

………O halde bu adil hesap sayesinde ilmi gereği ve kullarının durumlarını yerine getirmesi bakımından mağfireti kim hak etmişse Allah onu bağışlar. Çünkü hesaba çekme işi, hesaba çeken zatın işlenen amellerle, söz ve davranışlarla ilgili olması gerekir. Bu itibarla el Ğafûr olan zatın ölmez diri (Hay) ve Kayyum olması lazım gelir. Bunun içindir ki Allah şöyle buyuruyor:

………Allâhu lâ ilâhe illâ HU* elHayy’ül Kayyûm* lâ te’huzuHU sinetün vela nevm* leHU mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* men zelleziy yeşfe’u ‘ındeHU illâ Biiznih* ya’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve lâ yuhıytûne Bi şey’in min ‘ılmiHİ illâ Bi ma şâ’* vesi’a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard* ve lâ yeûduhu hıfzuhümâ* ve HUvel Aliyy’ül Azıym.

………Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür Bittağuti ve yu’min Billâhi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym. (Bakara/255-256)

………“Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, Kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kullarının önlerindekileri ve arkalarındakileri (Yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. OnlarO’nun ilminden kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.

………Din de zorlama yoktur, çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim Tağut’u tanımayıp Allah’a inanırsa Kopmak bilmeyen sapa sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işitendir hakkıyla bilendir.”

………İşte bu açıdan hesaba çekme olayı adil olacaktır Kullarından kimler mağfireti hak etmişse Allah onları bağışlayacaktır.

………El Ğafûr olan Allah aynı zamanda Ğanîyy’dir, zengindir. Hiçbir kimseye ve hiçbir şeye, hiçbir yaratılmışa muhtaç değildir. Zaten bu durum yaratanın sıfatlarındandır. O’ mutlak manada el Ğanîyy dir. El Ğanîyy olan Allah herhangi bir kimseyi bağışlamak ve cezalandırmak için hiçbir kimseden izin almaya da muhtaç değildir. Bilakis el Ğanîyy olması hasebiyle beşer O’na, O’nun bağışlamasına ve affetmesine muhtaçtır. Allah eğer bir kimseyi bağışlamamışsa artık o kimse için kurtuluş yoktur. Çünkü yaratan tüm yarattıklarından üstündür. Zira el Mütekebbir olan O’dur. Kullar ise zayıftırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor;

…………ve men kefere feinnAllâhe Ğaniyyün anil alemiyn. (A. İmran/97)

………“Kim Hakkı inkâr ederse (Bu hakkı tanımazsa) şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.”

…………ve men yeşkür feinnema yeşküru linefsih* ve men kefere feinnAllâhe Ğayniyyün Hamiyd. (Lokman/12)

………“Kim şükrederse ancak kendisi çin şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye layıktır.”

………Zayıf olan her zaman affedilmeye, güçlü ve kuvvetli olan bir zatın keremine muhtaçtır. Kâfirlerin küfrü Allah’ı kahretmez. Çünkü Allah onlardan müstağnidir, onlara muhtaç değildir. Fakat onlar her zaman her şeyden münezzeh olan Allah’a muhtaçtırlar. İnsan sadece yaratanına sığınır çünkü O’ndan başka sığınılacak yer yoktur. O’ndan başka da bir yardımcı olmayacaktır. Sonunda kâfirin küfrü kendisine dönecektir. Allah Teâlâ buyuruyor;

………İnne evvele beytin vudı’a linNasi lelleziy Bi Bekkete mübareken ve hüden lil alemiyn . (A. İmran/96)

………Fiyhi ayatun beyyinatun Makamu İbrahiym* ve men dehalehu kâne amina* ve Lillâhi alenNasi hıccül beyti menisteta’a ileyhi sebiyla* ve men kefere feinnAllâhe Ğaniyyün anil alemiyn. (A. İmran/97)

………“Şüphesiz insanlar için ilk ibadet evi elbette Mekke de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.

………Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (Bu hakkı tanımazsa) şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir Her şey O’na muhtaçtır).”

………Bunlar küfürleri sebebiyle Allah’a zarar verecek değillerdir. Küfür ve inkârları yüzünden kendilerine fayda da sağlayacak değillerdir.

………İşte selim ve sağlıklı bir düşünmenin temeli budur. Bu, kul ile Rabbi arasında ki bağı güçlendirir. Böylece dünyada halife olmayı Hak etmiş olur. O da Rabbini kalbinde, aklında sağlam bir inançla tanımış olur. Çünkü kendisinin zayıf ve güçsüz olduğunu, yaratanına muhtaç olduğunu bilir. Allah Teâlâ yaratmış olduklarından müstağnidir, onlara muhtaç değildir.

………İşte bu halife Allah’ın mağfiretini isteyerek O’na sevgi besler. Zira günahları sadece O bağışlar. Böyle olması hasebiyle halifeye de O yardım eder. O’nu aşağılık işlerden, küçük olsun büyük olsun hepsinden korur. Halife sadece Allah’a yönelmekle ve küçük – büyük her işinde O’na sığınmakla halktan müstağni olur.

………Günahların bağışlanması bir bakıma üstünün örtülmesidir. Allah bunu kullarından mağfiret isteyenlere vermiştir. Yaratan Allah Müslüman kulunun günahlarını bağışladığından böylece Allah hesap gününde onun günahlarının üstünü kapatır. Çünkü Ğafûr olan Allah bağışlar, günahların üstünü örter ve kullarının hatalarını gizler. Hata işleyen kul Allah’a tevbe edince hata ve günahlarını da terk edince tek başvurulacak meçi olan el Ğafûr el Azîm olana dua etmelidir. Çünkü hesaba çekmekten ve sorgulamaktan bağışlayacak olan O’dur.

………Böylece Allah kulunun işlediklerini, onu bağışlamak suretiyle hatalarının üzerini örter ve günahlarını sadece kendisi bilir, kulu ile arasında kalır. Mağfiret yoluyla günahlarının üzerlerinin kapatılması, kula Rabbinden eman dilemesini hatırlatır. Çünkü Rabbinin günahları yüzünden kendisini rezil etmeyeceğine güvanir.

………Varsayın ki bir adam işlediği günah bir başkasına karşı ise, adam sadece şikâyetçi olmayacağını söylese bile, yine de filan kimse sırrımı söylemeyeceğini ifade etti ama ya söylerse diye içi korku ve endişe ile dolar. Acaba Halk arasında durumu bir gün ortaya çıkar mı rahatsızlığı onu hep huzursuz eder. Bu bakımdan insanlar birbirine güven yerine en çok yaratanına güvenirler. Bu da kişiyi es-Settar ve el-Ğafûr olan rabbine yönelmesini sağlar.

………Çünkü eman, güven, himaye ona göre sadece es Settar, el Kerîm olan Allah katındadır. İşte söz konusu eman, kişinin daha çok Rabbine bağlanmasını sağlar. Halik ve Ğafûr olan zat ile irtibat ise, bu da kişinin daha çok rabbine yakın olmasına sebep olur ve O’nun rızasını kazanır. Çünkü kişi Rabbine güvenince huzurun tadını ve hazzını duyar. Bundan böyle Allah için gizlemeyi ve başkasını da gizlemeyi sever. Hataların üstünün kapatılmasının Allah tarafından olduğunu bilmesi nedeniyle Rabbine karşı olan sevgisi de artar. Bu durum o kimsenin diğer Müslümanların hatalarını görmezden gelmeye sevk eder. Nitekim ResulAllah hadislerinde buna işaret buyurmuşlardır.

………Ebu Hüreyre rivayet ediyor; Allah Resulü şöyle buyurmuşlardır;

………Dünya da bir kul bir başka kulun hatasının üstünü örterse Allah’ta kıyamet gününde onun kusurlarının üstünü örter.” (Müslim/8-21)

………El Ğafûr ismi, bizi kâmil bir imana götürür. Allah’a güveni ve huzuru sağlar. Tam bir itminan ve gönül huzurunu getirir. Nefis huzur dolar Allah’a taatta daha çok gayretli olur. Mutlak manada Ğafûr olanın önünde huşu ve huzu ile eğilmek insana kul olmasını hatırlatır. Çünkü ayıpları kusurları affedecek ve bağışlayacak olan Allah’tır. Günahların, hataların üstünü kapatacak olan da yine O’dur. (Prof. A. Hüseyin Akil/ El Esmaü’l-Hüsna-386-395)

………***********************************************************

………EL ĞAFÛR

………“Çok yarlığayıcı

………Allah Teâlâ’nın mağfireti o kadar çoktur ki şeytan bile ümitlenir, bağış umar. Mağfiret, Cenab-ı Zülcelâl’in yarlığamasıdır. O kadar ki kulun kusuru dağları aşsa onu yine saklar, üzerine bir şey örter. Meydana çıkarıp ta o kulu rezil ve rüsva etmez.

………Allah’u Teâlâ, eğer insanların kusurlarını meydana çıkarıp yüzlerine vursaydı, hiç kimsede mecal kalmaz, kimse halkın içine çıkamazdı.

………Yüce Allah’ın bu keremiyle insanların halleri hep gizli kalıyor ve böylece cemiyet hayatı sürüp gidiyor. Bu sa­yede insanlar birbirini seviyor, öbürü ötekine kucak açı­yor, el uzatıyor. İnsanın gönlünde yumak olan düşünceler aşikâr edilseydi, herkes birbirinden bucak bucak kaçardı. Halkın içinde iyi, güzel ve hoş düşünen olduğu gibi, iğrenç emeller besleyenler de vardır. İşte bütün bunların gizlenmesi Allah’u Teâlâ’nın kulları hesabına büyük lütfudur. Zaten her şeyimiz O’nun lütfu keremine dayalı.

………Padişah, geda, güzel, çirkin, zengin, fakir, kadın, er­kek, hasta, sağlam, genç, ihtiyar kim varsa herkes Cenâb-ı Kibriya’nın rahmetine muhtaç olduğu gibi affına ve mağfiretine dahi muhtaçtır. O’nun rahmeti olmadan kim­se cennete giremez, O’nun keremi yetişmeden de kimse cehennemden kurtulamaz.

………Bir kudsî hadis var ki, kullar için pek büyük müjdedir.

………Bir kimse ümit yuvasındaki yavru kuşlar gibi çırpınır, Rabbinin makamından korkarak ve O’nun rahmetini umarak tevbe ederse muradının incisi hâsıl olur. Kudreti ve rahmeti sonsuz olan Allah buyuruyor ki:

………Ey meleklerim! (Siz de şahit olun ki), ben artık bu kulumdan utanır oldum. (Ben kovuyorum, o ısrarla yine geliyor), onu kayıtsız şartsız affettim.”  (Riyazü’s-Salihîn, Kudsî Hadis.)

………Allah (Azze ve Celle), kullarına karşı bu kadar merha­metli. Kul günah işliyor, Allah onu bütün gözlerden giz­liyor, bununla da kalmıyor, o günahın üzerine bir kalem çekiyor, günahı yok ediyor. Kusurlarımızı örtmesi, ru­hanîlerden bile o günahı gizlemesi itibariyle Yüce Allah “Gafûr” dur.

………İnsanlarda çok kere nefsânî ve şeytanî arzular plâna geçer. Çok kere aklın gözü kör olur ve o insan kendisini günahın isyanın kucağında buluverir. Bu sebeple her za­man ve her lâhza Allah’u Teâlâ’nın af ve mağfiretine ih­tiyacımız vardır.

………Hicran gecesinden ümit sabahına çıkan dertliler gibi Allah Teâlâ’nın rahmetine ümitli olmalıyız, azabından da korkmalıyız. Ümidimizi tevbe istiğfar ederek kuvvetlendirmeli ve rabbimizden bağış dilemeliyiz. O bizi bağışla­mazsa, kimse bağışlayamaz. O bir şey vermezse, kimse bir şey vermeye kadir olamaz.

………“El-Gafûr” ism-i şerifi, O’nun mağfiretinin çok geniş ve rahmetinin sonsuz olduğunu ifade etmektedir. O’nun bu ismi sebebiyle kusurlarımız gizlenip durmaktadır. Ona hamd olsun! (M. Necati Bursalı/Esmaü’l Hüsna şerhi-161-162)

………*****************************************************************

………ĞAFÛR İsm-i Cemili

……… “Ğafûr ism-i cemili” çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden, çirkinlikleri örten, ayıpları gizleyen, üstünü örterek kirlenmekten koruyan manalarına gelmektedir. Allah inananların kötü ve yüz kızartıcı sözleri ve işlerini örterek bu dünyada cezalandırmayıp utançtan, koruduğu gibi ahirette de örtüp bağışlayandır. Af elbisesinin üzerine, mağfiret tacı ihsan edendir.  Allah bizzat kendisi kullarına kendini bu İsmiyle tanıtmaktadır:

………“Haber ver kullarıma. Şüphesiz ben Ğafûr’um, Rahim’im” (Hicr/49).

………Allah kullarının günahlarını affettiği gibi, bu günahı kullarının yüzüne vurmayarak onları rezil rüsva etmemektedir.

………Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyip mağfiretine sığınmak mümin olarak yaşamanın ölçülerinden biridir. Allah’ın rahmet ve mağfiretinden ancak kâfirler ümitlerini keserler. Bu ölçüyü Kuran-ı Kerim’de en güzel ifadelerle buyrulmuş görürüz:

………“De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Ğafûr’dur, çok bağışlayıcıdır ve rahimdir, çok merhamet edicidir” (Zümer 53).

………Yukarıda zikredilen her iki ayeti kerimede ayrıca Ğafûr ile birlikte Rahim isminin de zikredildiğini görmekteyiz. Bu Allah’ın kullarına karşı merhametinden dolayı Ğaffar ve Ğafûr olduğu şeklinde tefsir edilebilir.

………Diğer yandan, Kuran-ı Kerim’de üç yerde de “Aziz” ismi ile geçmektedir. Fatır / 28.  Ayette ise “Allah’tan ancak âlimlerin korkacağı, Allah’ın Aziz ve Ğafûr olduğu” buyrulmaktadır. Bu tasarruftan anlaşılmaktadır ki, Allah’ın bağışlaması haşa aciz olmasından, gücünün yetmemesinden veya herhangi bir nakisadan değildir. O cezalandırmaya mutlak muktedir ve Aziz’dir. Hatta O’ndan kudretini bilen ilim sahipleri hakkıyla korkmaktadırlar. Mağfiret etmesi Rahim, Kerim, Ğafûr oluşundandır.

………Bunların da ötesinde, Ğafûr ismiyle Tevhit hakikati arasında bir irtibat vardır. Mutlak ve Yegâne İlah olmayan kullarının günahlarını bağışlayamaz, hele hele üstünü örtemez. Eğer tevhit olmazsa, Yunan efsanelerindeki olaylara benzer karmaşalar yaşanır.

………Peygamberimizin (s.a.v) “Açıktan günah işleyenler dışında ümmetimin tamamı affedilir “ hadisi şerifindeki bir inceliği de hissetmek gerekir. Şöyle ki Hadisi Şerifte açıktan işleme kastı olmaksızın işlenen ve belki bir tövbe ve nedametle de örtülecek günahları işleyenlere Allah’ın ahlakı istikametinde davranmanın gerektiği, bunu yapan kulların aynı zamanda mağfirete mazhar kişiler olacakları zımnen anlaşılmaktadır. Diğer bir anlaşılan husus ise günahları ahirette bağışlayanın ancak ve ancak Allah olacağı hakikatidir.  Zira dünya şartları içinde bazen insanların da sanki mutlak manada af ve bağışlamaya (Kudretine) mazhar oldukları zannedilmektedir. Hâlbuki asıl günahların örtülmesi hadisesi ahirette vuku bulacaktır. Ahirette affa ve mağfirete kudreti olmayanın ilah olması da düşünülemez.

………Kelime manası olarak “Ğafera / yağfiru” kelimesi “Ğafran / ğafiiran / ğafiiraten / ğufraanen / mağfireten / ğufuuran” masdarlarıyla “Zenbehu” öncesi gelirse “Allah Tealanın bir kulun günahını, cürmünü örtüp affetmesi” ve “el- emra” öncesi gelirse “Bir işi ıslah etmek” anlamlarındadır.

………“Ğafera / yağfiru / ğafran” ve “Ğafira / yağferu / ğafran” kelimesi ise “Bir şeyi örtmek” ve “Yara ve hastanın derdi nüksetmek, yara artmak” anlamına gelmektedir.

………“İğtefera / iğtifaaren” kelimesi “Affetmek”; “Teğaafera / teğafüran el kavmü” kelimesi ise “İnsanlar birbirlerinin affı için dua etmek” ; “İsteğfera / istiğfaaren…” Cenabı Hakk’tan mağfiret etmesini dilemek” anlamlarına gelmektedir.

………İsim olarak “Ğıfaaretün” kelimesi “Kadının giydiği bir çeşit başörtüsü; bir çeşit miğfer, tolga, yayın hurcuna sardıkları deri parçası, dağın tepesi, bulur üzerinde bulut anlamları da vardır. “Ğıfrun” “İneğin buzağısına” ve “Ğufrun” “Dağkeçisinin yavrusuna” denilmektedir (El- Mevarid; Mevlüt Sarı).

………Özellikle son iki münferit isim manasından da anlıyoruz ki, “Mağfiret” halesi veya örtüsü ölü, camit bir örtü ya da duvar değildir. Lügatte yer alan bu incelik içinde düşünürsek “Mağfiret, ğufran örtüsü” anne rahmi gibidir. Şefkatle kulunu sarar, canlıdır. Kulun tövbesi ve nedametiyle şer ve günah olan fiiller hayır fillerine kalp olurlar. Mağfiret rahmi kulun tövbe, nedamet ve hayra yönelmiş amellerini bir canlı gibi içinde yaşatır (Doğrusunu Allah bilir).

………Nitekim müminler için “Allah mağfiret etsin” duamız içinde kardeşlerimizin tövbe ve nedamet yoluyla içinde bulundukları günah halinden çıkabilmelerini, hayırlı ve isabetli amellere yönelebilmelerini de dilemekteyiz. Nitekim Kuran-ı Kerim’de

………“Tövbe ve iman edip, salih amel işleyenlere gelince; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir. Ve her kim tövbe edip Salih amel işlerse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner” (Furkan 70-71)

………Buyurulmaktadır. Şüphesiz bu salih bir amelin, salih bir müminin içinde büyüdüğü salahat rahmidir.

………Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının zikriyle yapılan duada “Ya hayr el- Ğafiriin” (Ey mağfirette bulunanların eşi benzeri olmayanı, en hayırlısı” hitabıyla yalvarılmaktadır. Cümle bütünlüğü içinde “Ğafûr ism-i cemili Hakim, Hamid, Nasır, Fettah, Zakir, Varis, Rezzak, Fasıl, Muhsin isim ve sıfatlarıyla birlikte bulunmaktadır. Keza “Ğufran” “Hannan, Mennan, Deyyan, Bürhan, Sultan, Sübhan, Müstean, Beyan sahibi isim ve sıfatlarıyla birlikte zikredilmiştir (Cevşen / 5).

………Bir başka yerde ise “Avf ve Ğufran sahibinin” “Cud ve ihsan, Fazl ve Kerem sahibi, emniyet ve eman veren, kusurlardan münezzeh olan, hikmet ve beyan sahibi, rahmet ve Rıdvan sahibi, azamet ve Kibriya sahibi, yarattıklarına merhametli ve her ihtiyaç için kendinden yardım istenen” isim, sıfat veya tasarruflarıyla zikredildiğini (Cevşen / 15) görmekteyiz.

………Kuran-ı Kerim’de,  hadislerde ve İslam büyüklerinin dualarında Ğafûr İsm-i Cemilini ve bu kökten türeyen isimleri diğer esma ve sıfatlarla birlikte görürüz. Demek ki Ğafûr ismi de diğer esma ile mutlak manasına kavuşmaktadır. Hiç şüphesiz bu tevhit gerçeğinin tezahürüdür, gereğidir. Tevhit olmazsa Esma-ül Hüsna hakiki ve mutlak manasına kavuşamaz. Ancak “Bütün güzel isimler O’nundur” dediğimiz zaman her bir isim hakiki manasına kavuşur.  Bir başka idrak içinde söylersek “İsimler O’na izafe edildiklerinde güzeldirler”.

………Ğafûr İsm-i Cemilinin “Rahmet, affetme, ihsan ve lütufta bulunma, muhabbet ilka etme, kusurlardan münezzeh olma, hikmet ve beyan gibi zenginliklerin sahibi olma, vs. mana ve sıfatları içeren isimlerle birlikte zikrediliyor oluşu, iki hususu belirginleştirmektedir. Birincisi “Mağfiret” ihsan edilmesi aynı zamanda özel bir iltifattır. İkincisi kula raci (Yönelik) olandır ki, “Mağfiret” istemek kulun enfüsünde Allah’a özel ve derin imanını, tevekkülünü, bağını, muhabbetini, vs. göstermektedir.

………Bu hususi ve derin bağı ve iltifatı Fetih Suresinin başında görmekteyiz ki, hitap Habibi Ekrem’i Muhammed Mustafa’ya (sav) yapılmaktadır:

………“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana nimetini tamamlasın ve seni Sıratı Müstakime ulaştırsın diye” (Fetih / 1-2).

………Buradaki “Yağfira” kelimesi büyük bir ihsanı ve İlahi iltifatı ve mazhariyeti de göstermektedir. Hatta “Mağfireti” takip eden “Nimetin tamamlanması” ve “Sıratı müstakime ulaştırması” ibareleri bu lütuflar silsilesinin manasını tamamlamaktadır.

………Büyük olaylar yaşadığımız, zaman zaman üzerimize kara bulutlar gibi felaketlerin geldiği, Müslüman dünyasının parça parça olduğu günümüz dünyasında tam manasıyla bizlere mağfiret eyle. Günahlarımızı, eksikliklerimizi, içimizin kara deliklerini, kalplerimizin heyecansızlığını ve ruhlarımızın kirlenmişliğini ört, bizleri bağışla ve affeyle… Ğafûr ismini milletimizi koruyan bir zırh ve elbise eyle, milletimizi “Ğufran bağışlanmış millet” kıl… Âmin… (MEHMET ALİ BAL)

………Ve ahıru da’vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn; (Yûnus/10)

………Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.

 

 

 

 


ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (B) (Ebu Hanzala’dan derleme)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************

………EL ĞAFÛR

………El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmaiyn. Emma ba’d

………Bugün Allah izin verirse Allah’ın güzel isimlerinden el Ğafûr ismini anlatmaya çalışacağız. Allah kendisini Kur’an ı Kerimde yüze yakın sayıda el Ğafûr ismi ile vasfetmiştir. Yani Kur’an ı kerimde Allah için en fazla zikredilen isimlerden bir tanesi el Ğafûr ismidir.

………El Ğafûr ismi Kur’an da Allah için 3 farklı formatta zikredilmiş. Bunlardan bir tanesi, en fazla olanı el Ğafûr. İkincisi Ğaffar, üçüncüsü ise Ğafîr şeklinde 3 farklı kalıpta Allah bu ismi kendisi için zikretmiştir.

………Aslında biz bugün Allah’ın aynı anlama yakın, az farklılık bulunan 3 farklı ismini görmüş olacağız. El Ğafûr, el Ğaffar, el Ğafîr.

………Peki, el Ğafûr ne demek? Arap lügatında ga-fa-ra kökünden gelen bu ismin anlamı; bir şeyin üzerini örtmek, örtü altında saklamak, örtü altında korumak anlamlarına geliyor. Yani Allah kendisine bu kökten bir isim edinmiş. Mesela Araplar savaş esnasında kafayı örtsün ve düşman darbelerinden korusun diye kafaya giyilen zırha ne diyorlar? Miğfer diyorlar. O da aynı kökten geliyor.

………O zaman Allah’ın el Ğafûr olması ne demek? Birinci anlamı Allah’ın kullarının günahlarını örtmesidir. Yani Kur’an da varid olmayan fakat sünneti seniyye de var olan Allah’ın bir ismi var. Es Sittir. Kullarının günahlarının üzerini örten, günahlarını açığa çıkarıp insanların içerisinde rezil etmeyen Allah demektir. El Ğafûr’un en temel manası da budur, Es Sittir ismi ile aynıdır.

………Diğer bir manası nedir? Allah, kulunu günahın zararlarından, karşılıklarından muhafaza etmesidir. Biz daha önceki bir çok defa görmüştük yer yer bu dersimizin içinde de zikredeceğiz. Her günahın İslam’da mutlaka bir karşılığı vardır. İnsanın dünyasına ve ahiretinde her günah bir surette zarar verir.

………El Ğafûr isminin kula faydası nedir? Allah; el Ğafûr ismiyle seninle günahının arasına perde olur. O günahın sana zarar vermesini, seni dünyada ve ahirette helâk etmesine engel olur. O zaman Ğafûr isminin iki temel manası var; biri günahın üzerini örtmek biri de kul ile günahının arasına girip günahın kula zarar vermesine engel olmak.

………Şimdi Allah’ın el Ğafûr ismi hem dünya da hem de Ahirette tecelli eden isimlerinden. Yani hem dünyada kullarına faydası var, hem de ahirette kullarına faydası olan ism-i celilelerinden. Hatta biz şunu söyleyebiliriz; Diyebiliriz ki Allah’ın insana en büyük lütfu, ihsanı, Allah’ın kendisini el Ğafûr olarak sıfatlamasıdır. Şayet Allah El Ğafûr olmasa ve insanları günahlarıyla da dünyada iken yargılayacak olsa, yeryüzünde nefes alabilecek tek bir tane bile canlı kalmazdı. Onun için kul eğer Allah’a hamd edecekse, hani biz diyoruz ya, hamd ile şükür arasında fark vardır. Şükür nedir? Allah sana somut bir nimet verir, sen de o nimetin karşılığında dersin ki ya rabbi sana teşekkür ediyorum. Bu şükürdür. Bir de hamd vardır. Allah’ı zatından dolayı kişinin övmesi, ona kulluk etmesi, onu yüceltmesi, O’nu tekbir etmesi, bu da Allah’a hamddır ki hamd şükürden daha üstündür. Allah’ın El Ğafûr olması O’na hamd etme sebeplerimizden bir tanesidir.

………Diyeceksiniz ki niye, şayet Allah el Ğafûr olmasaydı ne olurdu? Yani farz edelim ki Allah’ın böyle bir ismi olmamış olsaydı ne olurdu?

………En başta Fatır/45 ayeti kerimesinde diyor ki;

………Velev yuahızullahunNase Bima kesebu ma tereke alâ zahriha min dabbetin ve lâkin yuahhıruhüm ila ecelin müsemma* feizâ cae ecelühüm feinnAllâhe kâne Bi ‘ıbadiHİ Basıyra; (Fatır/45)

………Velev yuahızullahunNase Bima kesebu ma tereke alâ zahriha min dabbeh Allah kullarını işledikleri günahlarla yargılayacak olmuş olsaydı yeryüzünün üzerinde tek bir tane dahi canlı kalmazdı diyor Allah azze ve Celle.

………Burada ki ifadeye çok dikkat edin; İnsanları günahlarından dolayı yargılayacak olsaydı yeryüzünde tek bir tane canlı kalmazdı. Tek bir tane insan kalmazdı demiyor Allah, tek bir tane canlı kalmazdı diyor.

………Ne demektir bu? Bu şu demektir; İnsanın işlemiş olduğu günah sadece kendisine zarar vermiyor, sadece kendi hayatını kirletmiyor. İşlemiş olduğu günahla hem kendi hayatını, hem içinde yaşamış olduğu kâinatı, hem de onunla beraber yeraltında ve yer üstünde yaşayan bütün canlılara da zarar veriyor. Rabbimiz Rum suresinde ne diyor?

………Zaharel fesadü fiyl berri vel bahri Bima kesebet eydinNasi li yüziykahüm ba’dalleziy amilu leallehüm yerci’ûn (Rum/41)

………Karada ve denizde fesat, insanoğlunun elleriyle kazandığının karşılığıdır.

………Mesela sen diyelim ki; Denizin kenarında bakıyorsun ki binlerce balık vurmuş. Soruyorsun diyorsun ki ne oldu bu balıklara? Diyorlar işte kimyasal atıklar denize döküldü, balıklar bundan zarar gördüler ve karaya vurdular. Bu dünyalık insanların açıklamasıdır, bunun asıl sebebi Rum suresinde zikredildiği gibidir. İnsanoğlunun günahları denizdeki balıkların dahi yaşamlarını kirletiyor kendi yaşamını kirlettiği gibi.

………Demek ki Allah el Ğafûr olmasa kulları günahlarının eserinden muhafaza etmemiş olsa, biz de dâhil olmak üzere yeryüzünde tek bir tane dahi canlı nefes alamazdı. İnsanların günahları yeryüzünü ifsat eder, helâk ederdi.

………Mesela düşünün, Allah el Ğafûr olmasa ne olurdu? İnsanların birbirine bakacak yüzü asla olmazdı. Yani bütün günahları bir tarafa bırakın, sadece Allah insanların düşüncelerini el Ğafur ve es Sittir ismi ile setretmeseydi herkes birbirine baktığında birbirlerinin kafasında ki düşünceleri okuyor olabilseydi yeryüzünde iki insanın bir arada bulunması mümkün olmazdı. Nasıl insan aklından geçen şeyi başkaları bildiği takdirde toplum içine nasıl çıkar, nasıl insanların yüzüne bakar, mümkün değil. Bu Allah’ın el Ğafûr isminin bir tecellisidir.

………Ya da şöyle düşünün. Mesela her insan kendi günahlarını gözünün önüne getirse ve bu günahların sadece kendisi ile rabbi arasında değil kendisi, rabbi ve bütün insanlar arasında bilindiğini düşünse. Bu şekli bir insan gözünün önüne getirse Allah’ın el Ğafûr olmasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu insan ancak o zaman anlayabilir.

………Şöyle söyleyelim mesela; biz bir kural öğrendik şeriatın genel naslarından. Nedir o? Said ibn. Cübeyr’in sözüdür aynı zamanda, insanoğlunun işlediği her iyiliğin mükâfatı kalbinde bir iyilik, insanoğlunun işlediği her günahın cezası, kalbinde bir cezadır.

………Peki gerek ondan gerek selefin diğer büyüklerinden nakledilen bu sözü nereden çıkarmışlar, neye dayanarak bunu söylemişler? Çünkü Kur’an ın başından sonuna kadar bunu anlatıyor. Allah diyor ki;

………felemma zağu ezağAllâhu kulubehüm. (Saff/5)

………Onlar yamulunca, istikametin dışına çıkınca Allah’ta onların kalplerini yamulttu diyor ayeti kerimede.

………Allah Tevbe suresinde diyor ki;

………hel yeraküm min ehadin sümmensarefu* sarafAllâhu kulubehüm Biennehüm kavmün lâ yefkahun. (Tevbe/127)

………Onlar Allah’ın ayetlerinden yüz çevirdiler, Allah’ta bunun akabinde onların kalplerini kendi ayetlerinden çevirdi diyor.

………Sen nasıl ki bir iyilik yaptığında bu iyilik sana iyilik olarak geri dönüyor, Allah bir sonraki iyiliği sana kolaylaştırıyor. Hakeza sen bir kötülük yaptığın zaman da, bir sonraki kötülüğü sana kolaylaştırıyor.

………Peygamber (A.S.) hadis-i Şerifte ne demişti bize?  “Müslüman mü’min bir günah işlediğinde onun kalbine siyah bir nokta konur. O tevbe eder, günahtan el çeker istiğfarda bulunursa, Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ta onun kalbinde ki o siyah noktayı götürür onun kalbini parlatır” diyor. “Fakat o tevbesiz, istiğfarsız bir şekilde günah işlemeye devam ederse onun kalbindeki siyah noktalar da artmaya devam eder. Ta ki onun bütün kalbinin üzerini örtünceye kadar.” Sonra şu ayeti okudu;

………Kellâ bel rane ‘alâ kulûbihim ma kânu yeksibun. (Mutaffifin/14)

………Asla, onların problemleri yaptıkları amellerin neticesinde kalplerinin üzerinde oluşmuş olan perdeden dolayıdır. Yani onlr bir hayır yapmak istiyorlar o hayrı yapamıyorlar, insanları suçluyorlar. Oysa Allah; “Asla” diyor, kimseyi suçlamayın. Siz günah işlediniz, siz kalplerinizi kararttınız Allah’ta bunun akabinde sizin kalbinizin üzerine sizi hayırdan alıkoyan bir tabaka yerleştirdi. Siz günah işlediniz, kalplerinizi hayra karşı kapattınız, Allah’ta siz hayra yönelmek istediğinizde hayrın kapılarını sizi yüzünüze kapattı. Hiç kimseyi suçlamanın bir anlamı yoktur. İnsan eğer suçlayacaksa, kınayacaksa kendisini kınamalıdır.

………Şimdi Allah el Ğafûr olmasaydı her işlediğimiz günah bizim kalbimize siyah bir nokta olarak yazılsaydı ve asla kalbimizden silinmeyecek bir leke olarak kalbimizde kalmış olsaydı ne olurdu bizim halimiz? Kim bize bir yardım edebilirdi, kim Allah’ın karşısında bizi temize çıkarabilirdi? Hiç kimse. Ama Allah ne yaptı? El Ğafûr oldu, bana istiğfar edin dedi bu takdirde ben günahların eserini sizin kalbinizden sileyim. Aksi halde bütün mü’minler kalpleri kararmış, hayırdan mahrum olmuş, rablerinden yüz çevirmiş olarak hayatlarına devam edeceklerdir. Onun için Allah’ın el Ğafûr olması bizim için Allah’ın en büyük nimetlerindendir.

………Allah dünyada el Ğafûr ismi il kulunun günahlarının üzerini örtüp onu rezil etmekten muhafaza ettiği gibi kıyamet gününde de Allah’ın el Ğafûr ismi tecelli eder. Müslüman tam helak olduğuna kanaat edip cehenneme sürüklenmeyi beklerken Allah’tan aynen bu söylediğim gibi bir ses işitir; “Ben dünyada senin günahlarını setrettim, bugün de senin günahlarını bağışlayacağım” der. Bu kimin sözüdür? Âlemlerin rabbi olan Allah’ın sözüdür.

………Adamın bir tanesi Abdullah İbn. Ömer’in yanına geliyor, diyor ki ey ibn. Ömer sen Allah resulünün necva hakkında ki hadisini biliyor musun? Necva fısıldaşmak demektir. O da diyor ki evet Allah resulünün bu konu hakkında söylediğini biliyorum. Nedir? Diyor ki peygamber AS. Şöyle buyurdu;

………Allah kıyamet gününde mü’min kulunu kendisine yakınlaştırır. Sonra onun üzerine bir örtü atar ve onu örter. Sonra ona sorar; “Şu günahını hatırlıyor musun, biliyor musun, aklına geldi mi?” Peygamber AS. Diyor ki; Kulun bütün günahlarını ona ikrar ettirip ve kul da kendi nefsinde artık ben helak oldum, ben bittim. Daha benim bundan sonra bu kadar günahla benim yapacak hiçbir şeyim kalmadı dediğinde Allah ona der ki; “Sen dünyadayken senin bu günahlarının üzerini örttüğüm gibi, bugün de senin o günahlarını ben bağışlayacağım, mağfiret edeceğim.”  Der.

………Demek ki Ğafûr olan Allah bunu kaide olarak mü’min ezberleyebilir. Sen dünyada bir günah işlemişsen Allah’ta bu günahını senin için setretmişse senin ve rabbinden başka kimsenin haberi yoksa, istikameti bozmazsan bil ki Allah’ın dünya da setretmesi, ahirette affetmesinin alametidir. Kimin dünyada günahını setretmişse ahirette Allah onun günahını affedecektir. Onun için bir kul belki en fazla Allah’a hamd etmesi gereken şey örtülmüş olan günahlarıdır, eksikleridir. Çünkü bu kişinin ahiret gününde Allah tarafından affedileceğinin alametidir.Peki, biz bunu bildiğimiz takdirde, yani Allah’ın el Ğafûr ismi tecelli ettiğinde dünya da ve ahirette kul için sayısız sonsuz faydaları var. Peki ben bir Müslüman olaraktan bildiğimde be beni neye sevk eder? Allah’ın bu ismi ile ben Allah’a nasıl kulluk edebilirim?

………İlk olarak ben bunu bildiğim zaman benim üzerime düşen birinci vazife dilimi sürekli bir şekilde Allah’a istiğfar ile ıslak tutmamdır. Otururken, yürürken, yatarken, bir mecliste insanlarla konuşurken, boş kaldığım her anda estağfirullah ve etubu ileyh, estağfirullah ve etubu ileyh, estağfirullah ve etubu ileyh diye sürekli bir şekilde dilimi bunun ile ıslak tutmamdır. Çünkü Peygamber AS. Hem kendisi böyle yapar, hem de ashabına böyle yapmalarını tavsiye ederdi.

………Mesela diyor ki Allah resulü bir hadis-i şerifte;

………Ey insanlar Allah’a tevbe ediniz, Allah’a istiğfarda bulununuz, çünkü ben günde yüz defa Allah’a istiğfar ediyorum.” Derdi. Bir rivayette;

………Ben yetmiş seferden fazla her gün Allah’a istiğfar ediyorum.” Derdi.

………Abdullah İbn. Ömer diyor ki; “Biz bir mecliste Allah resulü ile beraber oturduğumuzda yüz defaya yakın onun “estağfirullah ve etubu ileyh dediğini sayardık.”  Diyor.

………Öyleyse bizim en fazla yapmamız gereken şey çokça fazla Allah’a istiğfarda bulunmaktır.

………Peygamber kıyamet gününde sahifesinde istiğfar olan kullarını müjdeliyor. Yani İbn. Mace’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü diyor ki;

………“Kıyamet gününde amel sahifesinde çokça istiğfar bulunanlara müjdeler olsun” diyor.

………Sen eğer dünyada Allah’a çokça istiğfar etmişsen, mağfiret talebinde bununmuşsan, kıyamet gününde sana sayfanı verdiklerinde yüzün aydınlanacak, müjdeleneceksin, hiç pişman olmayacaksın. Allah’a hamd olsun ki diyeceksin ben sürekli bir şekilde rabbime istiğfar talebinde bulunmuşum.

………Hatta İbn. Kayyım diyor ki ben ibn. Teymiye’ye sordum, dedim ki bazı alimlere soruluyor; Deniliyor ki biz çokça istiğfarda mı bulunalım, yoksa çokça Allah’ı tesbih mi edelim. Hepsi zikirdir, hepsinin de ecri vardır ama biz hangisini yapalım.

………İbn. Teymiyye bana dedi ki diyor; İnsanın elbisesi temiz oldu mu elbiseye koku yakışır, süs yakışır. Ama insanın elbisesi kirli ise sabunla su yakışır.

………Yani şunu demek istiyor biz insanız, biz günahkârız, bizim eksiklerimiz var. Bizi düşen nedir? Bizi yıkayacak olandır o da istiğfardır. Eğer günahsız olsaydık, veya eksiklerimiz fazlalarımızdan daha az olsaydı o zaman derdik bize yakışan süstür, Allah’ı tesbih ederdik. En fazla bize düşen Allah’a istiğfar etmektir.

………İkincisi ben Allah’ın el Ğafûr olduğunu bildiğim zaman, Allah’a sürekli hamd etmek gerekir. Biraz önce söylemiştik ama başka bir başlık altında kaydedelim; Allah’a çokça hamd etmem gerekir, ya rabbi sen el Ğafûr olduğun için seni seviyorum. Ya Rabbi sen El Ğafûr olduğun için ben sana hamd ediyorum. Çünkü sen el Ğafûr olmasaydın ben dünyada da ahirette de helak olurdum diye sürekli bir şekilde Allah’a hamd etmek O’na şükretmektir.

………Üçüncüsü ise; Kişi Allah’ın El Ğafûr olduğunu ve günahları çokça fazla affettiğini bildiği zaman şeytanın insanoğlunda ki en büyük nasibi olan Allah’ın Rahmetinden ümit kesmekten insanı muhafaza olur, insan kendisini kurtarmış olur.

………Genelde insanlara sorulduğunda şeytanın insan üzerinde ki en büyük nasibi nedir? İnsanlar diyorlar ki şeytanın insanlar üzerinde ki en büyük nasibi insana günah işlettirmesidir. Allah’ı unutturması ve insana günah işlettirmesidir. Bu cevap doğru bir cevap mıdır? Değildir, şeytanın insan üzerinde ki en büyük nasibi günahtan sonra insanın Allah’ın rahmetinden ümit kesmesini sağlamasıdır. Çünkü günah seni fasık yapar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ise kâfir yapar. Şeytan günahtan daha ziyade seni Allah’ın rahmetinden ümit kestirir. Allah Zümer suresinde ne diyor?

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh* innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU HUvel ĞafûrurRahıym; (Zümer/53)

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh. Ey nefisleri hakkında aşırıya giden kullarım, çokça günah işleyen kullarım, çokça beni unutan kullarım, ey sorumluluklarını ihmal eden kullarım lâ taknetu min rahmetillâh Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.

………Tabii insanın aklına hemen şu soru beliriyor, niye Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz? innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU HUvel ĞafûrurRahıym çünkü Allah günahlara çokça mağfiret eder, günahları çokça bağışlar ve O, Ğafûr ve Rahîm olanın ta kendisidir diyor Allah. Yani Allah’ın rahmetinden ümit kesmememizin illeti, sebebi Allah’ın el Ğafûr olmasıdır, günahları çokça bağışlamasıdır.

………Bir insan Allah muhafaza Allah’ın rahmetinden ümit kesmiş ise eğer, bu onu küfre kadar götürecek olan bir şerdir. Yusuf Suresinde Allah diyor ki;

………Ya beniyyezhebu fe tehassesu min Yusufe ve ehıyhi ve lâ tey’esu min ravhıllah* innehu lâ yey’esu min ravhıllahi illel kavmül kafirun. (Yusuf/87)

………lâ tey’esu min ravhıllah Yakub AS. Dilinden; Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyin innehu lâ yey’esu min ravhıllahi illel kavmül kafirun. Çünkü Allah’ın rahmetinden sadece ve sadece kâfir olanlar ümit keserler diyor.

………Sen neden Allah’ın rahmetinden ümit keseceksin ki, niya Allah’ın bağışlamasından ümit keseceksin ki? Senin günahın ne kadar fazla olursa olsun senin günahın Allah’ın mağfiretini galebe çalabilir mi? Sen gece gündüz aralıksız bir şekilde günah işleyen bir kul olmuş olsan, senin günahlarının karşısında veya senin günahlarının Allah’ın mağfiretini, Ğafûr olan Allah’ı aciz bırakabilir mi? Böyle bir şeyin olması mümkün değildir.

………İ. Buhari ve Müslim’in Ebu Hüreyre’den rivayet ettikleri bir hadiste peygamber A.S. diyor ki;

………“Müslüman bir kul günah işler, günah işledikten sonra da der ki Allah’ım benim günahımı bağışla. Allah bunu duyduğu zaman der ki;

………Benim kulum bir günah işledi ama onun bir rabbi olduğunu bildi. Günahları affeden ve günahları yargılayan. Ben bu kulumu affettim.” Der.

………Sonra diyor peygamber “O kul aynı günaha döner, tekrar günah işler, işledikten sonra der ki Ya Rabbi benim günahımı benim için bağışla.” Allah yine aynısını söyler;

………“Benim kulum bir günah işledi, onun günahları bağışlayan ve insanları günahlarıyla yargılayan bir rabbinin olduğunu bildi, ben o kulumu tekrar bağışladım.” Der.

………Kul bir daha günah işler, Allah yine aynısını söyler ama bu sefer sonuna da şunu ekler; Ne yaparsan yap bundan sonra senin günahını bağışlamışım der Allah.

………Yani sen ne kadar günah işlersen işle, ne kadar kötülük yaparsan yap, senin Allah’ın rahmetinden ümit kesmene gerek yok, çünkü senin her günahın akabinde senin istiğfarda bulunuyor olman, Allah’ın seni muvaffak kıldığı bir salih ameldir. Belki de Allah senin dereceni yükseltmek, senin o günahınla beraber başka günahlarını da silmek için sana günah işlettiriyor, sonra da seni istiğfar ettiriyor ama sen bunun farkında bile değilsin.

………Mesela insanoğlunun şöyle bir problemi vardır, hayatında sürekli tekrar eden şeyleri artık günah gibi görmemeye başlar. Yani misal olarak söylüyorum bunu, İnsan sürekli iletişim halinde olduğu için çoğu insan dil ile kazanılan bazı şeylerin günah olduğunu unutur zamanla. Ama bir zina, bir kumar, bir içki, yani Müslümanın hayatında pey olmayan olsa da çok nadir olan günahlar, bunlar hemen insanın gözüne çarpar. Adam belki diliyle her gün yüzlerce binlerce günah işliyordur, içki içen birinden daha kötü bir duruma düşürmüştür kendini, fakat bunları günah olarak görmediği için bunlardan tevbe ve istiğfar etmiyordur. Allah bakar ki bunun hali hiç iyi değil, kulunun amel defteri kötülüklerle doluyor. Ona, onun da dikkatini çekecek bir günah işlettirir. Kul O günahı işledikten sonra pişman olur, bütün günahlarından Allah’a tevbe eder, onun kendisi için Aleyhte görmüş olduğu bu durumu Allah onun lehine çevirmiş olur.

………Nice insan vardır işlemiş olduğu büyük bir günah onun kurtuluşuna sebep olmuştur. Çünkü dikkatini çekmiştir, istikametinin dışına çıktığının farkına varmıştır. Allah’a öyle nasuh bir tevbeyle tevbe etmiştir ki geçmişe dair bütün günahları o tevbe istiğfarla beraber silinip gitmiştir. Onun için Müslüman ne yaparsa yapsın Allah’tan ümit kesmeyecek. Senin Allah’ın rahmetinden ümit kesmen işlediğin bütün günahlardan daha büyük bir günahtır bunu bileceksin ve şeytan sana bu kapıdan yaklaştığı zaman sen diyeceksin ki; seninle Allah arasında geçen bir konuşma var, bana bunu peygamber AS. Haber veriyor. Şeytan Allah’a yemin ediyor;

 ………“Senin izzetine yemin olsun ki ya rabbi, onların cesetlerinde ruh olduğu müddetçe ben onları saptıracağım” diyor.

………Allah’ta diyor ki;

………Benim izzetime ve celalime yemin olsun ki, onlar istiğfar ettiği müddetçe ben de onları affedeceğim. (Hadis)

………Bu onun ile Allah arasında geçen bir konuşmadır Allah’a hamd olsun.

………Sen diyeceksin ki şeytan bu kapıdan geldiği zaman Allah seni kahretsin, -Ki Allah seni kahr ve perişan etti- ben ne kadar günah işlersem işleyeyim Allah’ın rahmetinden ümit kesmem bu daha büyük bir günahtır, Ben ümit kesmeyeceğim.

………Hele bir de insan zaten ehl-i Tevhid ise Allah’ın mağfiretine, affına karşı bakış açısının çok farklı olması gerekir. Çünkü Allah’ın kullarına seslendiği bir şey vardır kıyamet gününde; Allah diyecek ki;

………“Ey İbn. Âdem sen bana dua ettiğin ve beni umduğun sürece ne amel yaparsan yap ben senin günahlarını bağışlayacak ve hiç te umursamayacağım. Ey insanoğlu senin günahların semanın uçlarına kadar ulaşsa, sonra sen desen ki ya Rabbi ben senden bağışlanma diliyorum dersen, Bende senin günahlarını bağışlayacağım ve asla bunu umursamayacağım. Ey Kullarım siz bana yeryüzünde ki toprak adediyle günahla bana şirk koşmadan gelmişseniz, Ben size yeryüzünde ki toprak adedince mağfiretle geleceğim” diyor. Kimin sözüdür? Bu Allah’ın sözüdür, Peygamber AS. Bize naklediyor, İmam Ahmet ile İmam Tirmizi’nin Hadisi bu.

………Şimdi senin işlemiş olduğun günahlar üst üste konulduğunda semaya kadar ulaşsa, 60 sene boyunca günah işlemişsin diyelim, yeri göğü günahla doldurmuşsun. Bunların hepsinin bağışlanması tek bir kelimeye bakar; Estağfirullah. Gönülden gelerek, pişmanlık duyularak Allah’ın ta’zim edildiği ve bu şekilde yapılmış olan bir istiğfar, ta semeye kadar ulaşmış olan günahların hepsini yerle bir etmeye kâfidir. Sen Allah’ın huzuruna şirk koşmadan gitmişsen, ama seni kıyamet gününde tartının yanına koyduklarında senin günahların yeryüzündeki toprak adedince günah olsa, Allah diyecek ki Ben de o toprak adedince sana mağfiretle geldim diyecek, senin bütün günahlarını bağışlayacak.

………Şimdi hal böyle iken bir insanın Allah’ın rahmetinden ümit kesmesinden daha büyük bir suç, daha büyük bir günah olabilir mi? Yani Allah kıyamet gününde böyle bir kulu karşısına alsa, dese ki benim bu kadar vaadim var, müjdem var. Sen bunlara rağmen nasıl habis olan şeytanın vesveselerine uydun, 2 – 3 günahı gözünde büyüttün, günahlarının bana galebe çalacağına inandın ve benim rahmetimden ümit kestin. İnsanın ne bir mazereti, ne de Allah’a verebileceği hiçbir cevap olamaz. Onun için Müslüman asla Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli, Allah’ın mağfiretine ve affına güvenmelidir.

………Bizim Allah’ın el Ğafûr olduğunu bilmemizin bize kazandıracağı bir başka mesele ise, Kişi; Ğafûr olan Allah varsa günahkâr olan insan ve günahkâr olan toplumların da var olduğunu bilir.

………Bu önemli mi? Evet önemli bir şey. Neden önemli olduğunu anlatacağım inşallah. Yani sen diyorsan ki benim Ğafûr olan bir rabbim var, otomatikman şunu kabul edeceksin, o zaman günah işleyen bir toplum da var, insanlar da var. Sen eğer benim Tevvab olan, tevbeleri kabul eden bir rabbim var diyorsan o zaman otomatik olarak tevbeyi gerektirici kötü ameller yapan insanların da var olacağını kabul edeceksin. Aksi halde eğer Allah insanlara günah işlettirmeseydi, Allah’ın bu isimlerinin hiçbir anlamı, karşılığı olmazdı.

………İmam Müslim’in rivayet etmiş olduğu bir hadis var, bunu hemen hemen hepimiz biliyoruz. O da nedir? Peygamber AS. Sahabesine diyor ki;

………“Siz günah işlememiş olsanız Allah sizi götürür, sizin yerinize günah işleyen, Allah’tan bağışlanma dileyen ve Allah’ın da günahlarını affettiği yepyeni bir toplum getirir.”

………Peki, bu sözü Allah Resulü hangi münasebetle söyledi, yani ne oldu da böyle bir şey söyledi, acaba sahabeyi günaha mı teşvik etmek istedi haşa ve kellâ. Hayır, Tirmizi’nin rivayetinde Ebu Hüreyre diyor ki; Biz Allah resulünün yanına geldik, dedik ki ona “ey Allah’ın resulü, biz senin yanında olduğumuz zaman kalplerimiz inceliyor, dünyaya karşı isteksiz oluyoruz, ahiret ehli insanlara dönüşüyoruz. 3 tane özellik sayıyorlar. Kalplerimiz inceliyor, yani sen bir ayet okuduğunda etkileniyoruz, sen bir hadis söylediğinde etkileniyoruz, sen kıyamet sahnelerini anlattığında kendimizi kötü hissediyoruz, kalplerimiz inceliyor, o perde kalkıyor. O an dünya ile aramıza mesafe koyuyoruz.

………Mesela kafamızda diyoruz ki “Ya ben ne kadar yoldan çıkmışım, ne kadar dünyaya meyl etmişim. Ben bundan sonra bu dünyaya karşı zahid olacağım, bir de ahiret ehli oluyoruz. Ama senin yanından ayrılıp hanımlarımıza sarıldığımızda, çocuklarımızı kokladığımızda, senin yanında ki halimizden eser kalmıyor. Dediler, yani bir endişe duydular hallerinden ve bunu da Allah Resulüne arz ettiler.

………Allah resulü de onlara dedi ki; Siz benim yanımda olduğunuz durumunuzu muhafaza etseydiniz eğer, evlerinizde melekler sizi ziyaret ederdi. Eğer siz günah ilemeseydiniz Allah sizi götürürdü, sizin yerinize günah işleyen, istiğfar eden ve Allah’ın günahlarını bağışladığı bir toplum getirirdi.” Yani siz eğer her zaman kalpleriniz aynı hali muhafaza  edebilse o güzellik halini evlerde siz birbirinizi, ziyaret etmezdiniz, Cibril, İsrafil, Mikâil..! bunlar kapınızı çalar, sizler günahsız insanlarsınız der, onlar sizi ziyaret ederlerdi diyor.

………Şeytan demek ki günümüzde de bazı insanları endişelendirdiği gibi sözü biraz süslü gösterip sahabeyi de kandırmış, endişelendirmiş. Ama Allah resulü olaya müdahale etmiş demiş ki; Bu endişe rahmani bir endişe değil, böyle bir şeyin olması da mümkün değil. Olması mümkün olmayan bir şeyi sizin istemenizde doğru değil. Doğru olanı onlara göstermiş.

………Müslim de yine bir hadis var, o da Vahiy kâtiplerinden Hanzala’nın kıssası. O da bir gün Ebu Bekir (rad.) ile yolda karşılaşıyor. Ebu Bekir onun kötü bir halde olduğunu görünce nasılsın diyor. İyi değilim. Neden iyi değilsin? Çünkü Hanzala münafık oldu. O da diyor ben bundan Allah’a sığınırım ne oldu ki? Diyor “Biz peygamber AS. Yanında iken bize cenneti ve cehennemi anlattığında biz sanki onları gözümüzle görüyor gibi oluyoruz. Fakat kadınlara çocuklara ve işe döndüğümüz zaman çokça unutuyoruz diyor. Onun ifadesi de bu. Yani hatırlanması gereken şeyleri çokça unutuyoruz. Eğer sorun buysa diyor Ebu Bekir şüphesiz ki senin bu hissettiğini ben de hissediyorum. Haydi, Allah resulüne gidelim diyor.

………Allah resulüne geliyorlar, Allah resulü onları dinledikten sonra diyor ki; Eğer siz benim yanımda olduğunuz hali muhafaza etseydiniz melekler yollarda ve evlerinizde sedirlerde otururken gelir sizinle musafaha ederlerdi. Yani yolların kenarına dizilir sizi karşılama töreni ile karşılar, sizinle el sıkışırlardı.

………Bir saat öyle bir saat öyle olur bu işler. Yani bir saat kendini çok iyi hissedersin, Allah’a çok yakın hissedersin, cenneti cehennemi gözünle görüyor gibi hissedersin. Ama başka bir saat gelir sıkılırsın, daralırsın, yapmak istemezsin, isteğin, şevkin kaybolur.  Bunun da kötü bir şey olmadığını Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekir ve Hanzala ya söylemiş oluyor.

………Allah resulü burada ne yaptı o zaman zahiren, sureti rahmani gibi görünen bir endişe var. Önce bunun rahmani olmadığını onlara gösterdi, bu şeytani bir endişedir dedi. Bu Allah’tan bir endişe değildir ve olması da mümkün değildir, çünkü siz melek değilsiniz, bu meleklerin halidir dedi. Sonra onlara doğru olanı gösterdi. İnsan bazen böyle olur, bazen de böyle olur.

………Şimdi şeytan bir insanı hayırlardan mahrum etmek istediğinde eğer onu hayırdan mahrum edemiyorsa onun gözünde Müslüman kardeşlerinin eksiklerini büyütmeye başlar. Bu zamanla büyütür büyütür öyle bir hale getirir ki onu, Müslümanlarla beraber yaşamanın mümkün olmadığına inandırır onu.

………Mesela şu anda belki iyi niyetle yahut ta kendince işte rahmani olan bir takım endişe ile Müslümanlardan uzak duran, Müslümanların ortamlarından kaçan, İslamî cemaatlerle arasına mesafe koyan, şeytanın elinde esir olmuş ve iyi bir şey yaptığını zanneden çok fazla insan var. Sen ona sorduğunda sen tek başına bir Müslümansın, niçin diğer Müslümanlardan uzak duruyorsun? Sen şuurlu bir insansın, yapman gerekenleri biliyorsun. Başlıyor adam Müslümanların ortamlarından bulunan eksiklikleri anlatıyor.

………Peki, sen ne arzuluyorsun? Senin arzuladığın toplum o zaman melaike toplumunu arzuluyorsun. Günah işlemeyen, günahı irade etmeyen bir toplumu arzuluyorsun.

………Bu endişe İslami bir endişe değildir. Peygamber AS. Diyor ki; “Şeytan insanoğlunun kurdudur. Kurt, sürüden geri kalan hayvanı kaptığı gibi, şeytan da cemaatten geride kalan ve tek kalanı kapar. Aman ha vadilerde dağlarda yalnızlıktan sıkınınız, mescitlerde, toplum içerisinde ve Müslümanları cemaatleri arasında bulununuz.” Diyor.

………Mesela şöyle düşünün, birçok insan Müslümanlarla girmiş olduğu münasebetten ötürü ticari bazı sorunlar yaşamış. Biri parasını almış, vermemiş, biri söz vermiş sözünü tutmamış misal olarak. Bu tip meseleleri anlatıyor, eski bir Müslüman ise özellikle. Şunu yaşadım, bunu yaşadım..! anlatıyor. Sonucu neye bağlıyor, sonuç? Sonuç Müslümanlardan uzak durmak gerekir. Öyle bir şey yok, sen Allah’ın el Ğafûr olduğuna inanıyorsan günah işleyen Müslümanların var olacağına da inanacaksın. Sen Allah’ın et Tevvab olduğuna inanıyorsan günah işleyen ve tevbe eden bir toplumun olduğuna da inanacaksın aynı zamanda.

………Sen Allah Resulünün cemaatini nasıl bir cemaat zannediyorsun,  cemaatinin hiçbir şekilde Allah’ın el Ğafûr ve Et Tevvab isimleriyle muhatap olmadıklarını, sürekli bir şekilde Allah’ın keremine, ihsanına, lüfuna mazhar olduklarını mı zannediyorsun. Ebu Bekir gibi bir sahabe bile peygambere; Bana bir dua öğret ey Allah’ın resulü, ben onunla namazımda Allah’a dua edeyim dediğinde, sen sıddıksın ey Ebu Bekir Allah’a de ki senin sıddıkta ki derecelerini yükseltsin demedi Allah Resulü. Dedi ki;

………De ki; “Allâhümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente, fağfir-lî mağfireten min indik, ve’rhamnî inneke ente’l-gafûru’r-rahîm.”

………Deki; Allah’ım ben nefsime çok zulmettim, senden başka da günahlarımı affedecek hiç kimse yoktur. Kendi katından bir mağfiret ile benim günahlarımı bağışla, Ğafûr ve Rahîm olan sensin.” Dedi.

………Ebu Bekir bile peygamberden bir dua istediğinde Peygamber A.S. ona böyle bir duayı emretti. Bu insanlar bütün güzelliklerine, sayılamayacak kadar bütün güzelliklerine rağmen yeri geldi içlerinden bazıları zina yaptılar. Yeri geldi yanına işçi olarak aldığı bir Müslüman kendi hanımıyla zina yaptı Aldı Allah resulüne getirdi. Bu benim işçimdir, benim hanımımla zina yaptı bunları yakaladım, şahitler de gördü. Dedi. Yeri geldi Allah resulünün yanına birini getirdiler, ey Allah’ın resulü dediler, ben mescitteyken namazımı kıldım, uzandım, cübbemi de başımın altına koydum. Bu tam benim cübbemi çalarken ben bunu yakaladım dedi. Allah resulünün sahabesi cemaatinden biri namaz vakti bir mescitte bir başkasının cübbesini kafasının altından çalmaya çalışıyor. Cübbe de çok değerli, Allah resulü elini kesecek, Ben bunu istemedim ey Allah’ın resulü dedi. Allah resulü de; Onu bana getirmeden düşünecektin dedi. Artık iş mahkemeye intikal ettikten sonra mesele kamu davasıdır dedi ve elini kesti.

………Kadınlar kavga ettiler, birbirlerinin dişlerini kırdılar Allah resulünün zamanında. Allah resulünün yanına getirdiler. O da dedi ki; Bu bunun dişini kırdı siz de bunun dişini kırın. Kısas uygulayacak şimdi. Allah’ın hakkında Kur’an ı kerimde ayet indirdiği mü’minlerden öyle erkekler vardır ki Allah’a verdikleri sözü tutmuşlardır dediği Enes b. Nadr var ya; Vallahi dedi ey Allah’ın resulü benim kardeşimin dişi bu kötü kadından dolayı kırılmaz dedi. Allah resulü bir hüküm veriyor, verdiği hükmün yerinde olmadığına kanaat ediyor ve itiraz ediyor. Öfkeli olduğu için Allah resulü onu bağışlıyor. Ama daha sonra onun sadıklardan olmasına engel olmuyor.

………Kadının biri biriyle sokakta kavga ederken taşı fırlattı, öbür kadının karnına değdi, kadın bebeğini düşürdü. Bunlar cennetle müjdelenmiş olan sahabe kadınları, sokakta birbirleri ile kavga ediyorlar. Getirdiler Allah resulünün yanına. Allah resulü dedi ki; Sen düşük yaptırarak öldürdüğün bu çocuğa karşılık hür bir insanın diyetinin 1/20 sini vereceksin dedi. Hemen kocası itiraz etti. Ey Allah’ın resulü dedi, daha henüz doğmamış olan, nefes almamış olan, yememiş içmemiş olan bir çocuk için hiç diyet verilir mi dedi. Allah resulü dedi ki; Bu kâhinlerin kardeşlerindendir. Yani ben bir hüküm söylüyorum o bana şiirle kafiyeli cümleler kurarak benim söylediğime cevap veriyor. Dedi.

………Bir gün Allah resulü evinde oturuyordu, baktı ki kendi mescidinde Bedir ashabından olan Tebük’e katılmış olan sahabeler den iki tanesi birbirlerine bağırıyorlar. Mesel ne? Allah resulünün mescidinde yaka paça olacakları mesele borç meselesi. Biri neden borcunu vermiyorsun diyor, öbürü de param yok diyor, olsa vereceğim. Allah resulü perdeyi açtı Ey falan sen borcunun yarısını düş, öbürüne de dedi ki kalk borcunun yarısını getir. Ka’b İbn Acura adıyla meşhur bir sahabe. Sen de git borcunun yarısını getir dedi. Ondan sonra anlaştılar mescitten dağılıp gittiler.

………Bunlar Allah resulünün kendi cemaatinin içerisinde gün içinde yaşanan olağan olan şeyler. Demek ki günahsız bir toplum düşünmek, hayal etmek çok ta makul bir şey değil. Haydi bunu hayal ettin diyelim, Sahabeyi kandırdığı gibi şeytan seni de kandırdı, senin bu gayri İslâmi endişeni de sana güzel bir endişeymiş gibi de kabul ettirdi. Bu mesele değil, bunun daha büyüğü, daha kötüsü bu sebepten ötürü insanın Müslüman kardeşlerinden uzak kalıp gördüğü günahlardan daha büyük bir günah içerisine kendisini sokmasıdır. Çünkü şeytan bir çok insanın ayağını bu şekilde ve bu yolla kaydırıyor. Dediğim gibi bu konuya özellikle girmemin sebebi, aslında şunu söylesek yeter; Ğafûr olan bir Allah varsa günahkâr olan da kullar olacaktır desek yeter. Ama neden bu kadar tafsilata girdik? Çünkü az değil, Türkiye’nin birçok yerinde İslam’ı bilen Müslümanlara faydalı olabilecek olan, Allah’ın kendisine bir çok meziyet vermiş olduğu bir çok Müslüman var. Bunlar bu tip bazı meseleleri sürekli gündem edip Müslümanların ortamlarından uzak kalıyorlar ve bunu da sorsanız kendilerine bir endişeye dayandırıyorlar ve bu endişenin de doğru bir endişe olduğunu zannediyorlar. Ne bu doğru bir endişedir, ne de bu yaptıkları doğru bir şeydir. Bu bizim rabbimizin el Ğafûr olması demek…(diğer videoya geçiş)…

………Bir de şöyle bir başlığımız var Allah’ın mağfiretini, Allah’ın bağışlamasını elde etmek için kul ne yapmalıdır. Yani madem Allah’ın bağışlaması bu kadar önemlidir, kişinin dünyada ve ahirette saadeti Allah’ın mağfiretine bağlıdır, öyleyse kişinin şunu bilmesi onun kulluğunun fıkhındandır; Ben ne yaptığım takdirde, ne söylediğim takdirde ben Allah’ın yanında ki mağfireti hak ederim diye kulun bunu bilmesi kulluğunun fıkhındandır.

         Bazı başlıklar ve maddeler zikredeceğiz. Bunlar Kur’an dan ve sünnetten kişi yaptığı takdirde Allah’ın mağfiretine, Allah’ın bağışlamasına ulaşır diye öğrendiğimiz şeylerdir. Bunlardan birincisi, hatta en önemlisi diyelim geçen dersimizde delilini söyledik, bu sefer de başlığını söyleyeceğiz Tevhiddir.

………1 – Bir Müslümanın Allah’ın mağfiretine erişmesi, Allah’ın bağışlamasından payını almasının birinci yolu, onun Tevhid üzere olması, iman ettikten sonra imanına zulüm veya şirk bulaştırmamasıdır. Rabbimiz Kur’an ı Kerimde buyuruyor ki;

………İnnAllâhe lâ yağfiru en yüşreke BiHİ ve yağfiru ma dune zâlike limen yeşa’… (Nisa/48)

………“Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalanları dilediğine bağışlar.” Diyor.

………Peygamber AS. Bunun dışında kalanların birinci sınıfının mü’min, muvahhit kullar olduğunu hadisi şerifte bize beyan ediyor. İ. Ahmed ile İ. Tirmizi’nin rivayet etmiş olduğu bir hadisin en sonunda;

………Allah kıyamet gününde kullarına şu şekilde nida edecek. Diyecek ki; “ey insanoğlu sen bana yeryüzünde ki toprak adedince günah ile gelsen, fakat bana hiçbir şeyi şirk koşmamış isen eğer, ben de sana toprak adedi sayısınca mağfiretle geleceğim.” Diyor.

………Yani velev ki senin günahların semaya ulaşsa, yeryüzünde sayısını bilmediğin, belki sonsuz olacak kadar toprak adedince günahların olsa, ama eğer Allah’a şirk koşmadan huzura gitmişsen senin bu şirksizlik halini günahın adedince sana karşılığında mağfiretle geliyor, Allah senin bütün günahlarını bağışlamış oluyor. Öyleyse Tevhid insanın Allah’a şirk koşmadan Allah’a kulluk yapması, kulu O’nun mağfiretine ulaştıracak olan birinci sebeptir.

………2 – İkincisi ise kulun sürekli bir şekilde dili ile Allah’tan istiğfar talebinde bulunmasıdır. Yani estağfirullah ve etubu ileyh, estağfirullah ve etubu ileyh diye sürekli “Allah’ım senden mağfiretini talep ediyorum” diye Allah’tan istemesidir.

………Allah A. İmran/133 suresinde; Genişliği yerler ve gökler kadar olan cennetlerin kendileri için hazırlandığı muttaki kullarının özelliklerini sıfatlarını anlatırken diyor ki ayeti kerimede;

………Velleziyne izâ fe’alu fahışeten ev zalemu enfüsehüm zekerullahe festağferu li zünubihim * ve men yağfiruz zünube illAllâh* ve lem yusırru alâ ma fe’alu ve hüm ya’lemun . (A. İmran/135)

………O muttakiler öyle kimselerdir ki onlar nefislerine zulmettiklerinde, yani bir günah işlediklerinde hemen Allah’ı hatırlayıp istiğfar talebinde bulunurlar, Estağfirullah derler. Allah’tan başka kim günahları bağışlayabilir ki, kimdir Allah’tan başka günahları bağışlayacak olan ve onlar bir günah işlediklerinde bile bile o günahın üzerinde ısrar etmezler. Diyor Rabbimiz.

………Demek ki sen nefsine zulmettiğinde hemen onun akabinde Allah’ı hatırlayıp estağfirullah dersen, bunun karşılığında Allah’ta sana mağfireti ile geliyor, mağfiretini elde ediyorsun.

………Hatırlarsanız geçen dersimizde İ. Buhari ile İ.Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi söylemiştik onu tekrar hatırlayalım; Peygamber As. Dedi ki;

………“Bir kul günah işlediği zaman eğer Allah’tan istiğfar talebinde bulunursa Allah şöyle der;

………Kulum bir günah işledi ama onun günahları affeden ve insanları günahlarıyla yargılayıp cezalandıran bir rabbinin olduğunu bildi. Ben kulumun günahını bağışladım.” Der. Kul bir daha günah işler, Allah yine aynısını söyler, bir daha günah işler istiğfarda bulunur, bağışlanma diler Allah yine aynısını söyler.”

………Ravi diyor ki; üçüncüde mi dördüncüde mi söyledi tam hatırlamıyorum ama Allah en sonunda ona şöyle der;

………Ne yaparsan yap ben senin günahlarını bağışladım, sana mağfiret ettim.” der.

………Demek ki kişi ne kadar büyük günah işlemiş olursa olsun günahı kendisini korkutmamalı, günahının altında ezilmemeli bilakis Allah’tan istiğfar talebinde bulunup bağışlanmasını dilemeli, talep etmelidir.

………Dil ile Allah’a çokça yapılan istiğfar zikri bu sadece insanı Allah’ın mağfiretine eriştirmez. Allah’ın mağfiretine eriştirmekle beraber insana başka faydaları da vardır. Mesela en büyük faydası nedir? İster maddi, ister manevi hangi sıkıntı olursa olsun, senin sıkıntılarını istiğfarınla siler götürür. Çünkü senin hayatında ki hem maddi hem manevi bütün sıkıntılar günahlarının eseridir. Sen bir günah işlediğinde Allah’ın merhametiyle, affıyla, keremiyle kendi arana bir perde kapatırsın. Sen her istiğfar ettiğinde o perde biraz daha kalkar, perde kalktıkça da Allah’ın rahmeti, keremi senin üzerine inmeye başlar.

………İ. Ahmed ve İ. Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadiste Peygamber AS. Diyor ki;

………“Kim sürekli istiğfarda bulunursa, sürekli dilini istiğfarla ıslak tutarsa, Allah her dertten ona bir kurtuluş, her darlıktan ona bir çıkış ve hiç ummadığı yerden Allah onu rızıklandırır.”

………Bu üç tanesi kişinin sürekli istiğfar yapmasının karşılığıdır. Hangi derdin olursa olsun, ister manevi, ister maddi uykunu kaçıran, seni çok üzen, seni yoran, seni, perişan eden bir derdin varsa o derdin çözümü istiğfardır, sürekli Allah’a istiğfar edeceksin.

………Ensardan biri Peygamber AS. İn yanına geldi, ey Allah’ın Resulü dedi Allah bana erkek çocuk vermiyor, Allah beni çocukla rızıklandırmıyor. Peygamber AS. Ona doktora git diyebilirdi, şu şu bitkileri kullan diyebilirdi. Elini aç Allah’a dua et seni salih bir zürriyetle rızıklandırmasını dile diyebilirdi. Ama öyle demedi. Ne dedi?

………“Sen çokça sadaka vermek ve çokça istiğfar yapmakla aran nasıl onu bana söyle” diyor. Yani çokça istiğfar yapıyor musun, çokça sadaka veriyor musun? Adam hayır Allah’ın resulü diyor. “Öyle ise git çokça istiğfar et sadaka ver” diyor. Uzun zaman sonra adam Peygamber AS. İle karşılaşınca; ey Allah’ın Resulü Allah bana 9 tane çocuk verdi”.

………Bu mesele bir dünyevi, bir sıkıntıydı. Demek ki onu günahlarının eseriydi çocuklarının olmaması, Allah onun yaptığı istiğfarla ona çocuk ihsan eyledi.

………İ. Ahmed’in müsnedinde rivayet ediliyor; Huzeyfe Peygamber AS. A geliyor diyor ki ey Allah’ın resulü, ben dili çok keskin olan bir adamım, yani insanları kırıyorum, insanlara hakaret ediyorum, hatta bir rivayette sebebini de açıklıyor; Ey Allah’ın resulü diyor ben evimin dışında böyle değilim, enimde böyleyim. Yani hanımlarıma çocuklarıma karşı çok sertim, onların kalbini sürekli kırıyorum diyor. Bir başka rivayette ben bu dilimin beni cehennem ateşine götürmesinden korkuyorum.

………Peygamber AS. Ona da aynı çocuğum olmuyor diyen sahabeye söylediğini söylüyor. “Senin istiğfarla aran nasıl ey Huzeyfe, çokça istiğfar ediyor musun?”. Diyor. Git Allah’a çokça istiğfar et, çünkü ben günde 100 defa Allah’a istiğfar ediyorum ey Huzeyfe” diyor, ona da bu yolu gösteriyor.

………Mesela bazen Huzeyfe (ra) ın şikâyetine binaen söylüyorum. Alışkanlıklarımız olur, İslâmdan öncesinden kalan bir alışkanlıktır, İslâm’ı öğrendikçe bunun doğru bir şey olmadığını anlarız ve bizim dinimize zararının olduğunu çok bariz bir şekilde görürüz. Ama ne yaparsak yapalım onu değiştiremeyiz. Alın size nebevi bir reçete. Peygamber AS. Diyor ki çokça istiğfarda bulunun. Ben bunun şöyle bir pratik örneğini de biliyorum; Sigaradan hiçbir türlü kurtulamayan bir kişi, yani ne yaparsam yapayım bırakamıyorum. Doktora gittim, şunu yaptım bunu yaptım, kendimi eve kapattım ama fırsatı bulunca tekrar sigara içiyorum. Ama çokça fazla istiğfar ettikten sonra Allah ona bir musibet veriyor o musibetten kurtulduğu zamanda Allah onu sigara illetinden tamamen kurtarıyor. Bunun örneğinin bir tanesini ben biliyorum.

………Demek ki kardeşlerim hayatımızda değiştirmek istediğimiz bir şey varsa ve bunu değiştiremiyorsak, dinimize de zarar veriyorsa çokça Allah’a istiğfarda bulunacağız.

………Mesela insanoğlunun en zayıf noktası neresidir, insanın düşüncesidir. Yani insanın belki en az hâkim olabildiği alan insanın aklına gelen düşüncelerdir. Çünkü düşüncenin kaynağı insanın kendisi değildir. Düşüncenin kaynağı kimdir? Vesvas olan şeytandır. Sen oturursun, şeytan senin aklına bir düşünce atar. Eğer sen başından öğrenmişsen onun vesveseleriyle nasıl mücadele edeceğini, o düşüncenin sende oturmasına engel olabilirsin. Ama bunu öğrenmemişsen, bir de alışkanlık haline gelmişse çevrende bulunan her türlü canlı senin için bir cehennem vesilesi olur. Çünkü her şey hakkında suizanda bulunursun. Yani yaprak yerinden kıpırdasa ona ait hiç düşünmesen de olabilecek kötü bir düşüncen olur. Bir Müslüman bir söz söyler suizan yaparsın, bir Müslüman bir davranışta bulunur suizan yaparsın, birinde bir şey görürsün suizan yaparsın ve ne yaparsan yap nasihat dinlersin olmaz, kitap okursun olmaz, dikkat edeyim dersin olmaz, Allah’tan yardım istersin olmaz.

………Aklına kötü düşünceler gelir, sen onun kötü düşünceler olduğunu nereden anlarsın? Ahireti beklemesine gerek yok aklını başına aldığın zaman o düşünceler seni yerin dibine sokar. Ben nasıl bunu düşündüm dersin ve anlarsın daha dünyada iken bana azab olan bu düşünce ahirette bana nasıl bir bela olarak geri dönecektir diye.

………Bundan yani suizandan kurtulmanın yolu nedir? Çokça Allah’a istiğfar etmektir. Estağfirullah ve etûbu ileyh, Estağfirullah ve etûbu ileyh. Çünkü bir günah insanda alışkanlık haline gelmişse bu çokça var olan günahların insanın üzerinde ki etkisidir. Bundan kurtulmanın yolu da çokça fazla istiğfarda bulunmaktır.

………Bir mescit ortamında otururken Hasan el Basri bir adam geldi ve dedi ki ey Hasan bizim memlekette kıtlık var. H. Basri dedi ki git çokça fazla istiğfar et”. Biraz sonra biri daha geldi, dedi ki benim çocuğum olmuyor. Ona dedi ki çözümü kolay çokça istiğfar et. Biraz sonra biri daha geldi, dedi ki ey hasan benim fakirlikle ilgili ciddi sıkıntılarım var, Allah benim rızkımı bir türlü genişletmiyor, ne yaparsam yapayım işlerim rast gitmiyor. Ona da git çokça Allah’a istiğfar et dedi. Biraz sonra biri daha geldi, ey Hasan dedi benim bostan her sene kuruyor, bu sene de kurudu. Herkesin bostanı yemyeşil benim ki kupkuru. H. Basri; sen de git çokça istiğfar et dedi. Yani çözümü istiğfar.

………Adamlar gittikten sonra H. Basri’ye sordular, dediler; ey imam 4 farklı şikâyet geldi, dördüne de aynı reçeteyi verdin, çokça istiğfarda bulunun dedin. Ben kendimden söylemedim dedi H. Basri. Ben bunu Allah’ın kitabından istinbat ettiğim bir ayetten söyledim. Ve Nuh suresinde Nuh AS. In kendi kavmine söylediği şu ayeti okudu, Nuh AS. Kavmini Allah’a şikâyet ederken diyor ki;

………Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara. (Nuh/10)

………Ben kavmime dedim ki Allah’ım Rabbinize çokça istiğfar talebinde bulunun, Allah’tan mağfiret isteyin. Niye? Çünkü sizin rabbiniz olan Allah çokça günahları bağışlayan, çokça mağfiret eden Allah’tır.

………Peki, bunun karşılığında ne var? Nuh AS. Karşılıklarını da sayıyor, bu karşılıkları dinleyin.

………YursilisSemâe ‘aleyküm midrara. (Nuh/11)

………O Allah içi yağmur dolu bulutları sizin için üzerinize gönderir. Yani yağmurdan kasıt nedir? Berekettir. Yeşillik, bolluk.

………Ve yümdidküm Biemvalin ve beniyne..

………Allah sizi mal ile destekler, Allah sizi çocuklarla destekler. Bu da oldu üç.

………ve yec’al leküm cennatin ve yec’al leküm enhara. (Nuh/12)

………Allah size böyle büyük bahçeler, cennetler nasip eder, Allah size nehirler kılar. Diyor Nuh AS.

………Bunu söyledikten sonra da kavmi Allah’a istiğfar etmeyip şirkte, Allah’a masiyette devam edince;

………Maleküm lâ tercûne Lillâhi vekara. (Nuh/13)

………Ne oluyore size Allah’a gerektiği gibi saygı göstermiyorsunuz, niye Allah’a hakkıyla tazim etmiyorsunuz, niye Allah’ı yüceltmiyorsunuz. Ne oluyor size neyiniz var? Diyor Nuh AS.

………Biz bu ayeti kerimeden neyi anlıyoruz, H. Basri’nin istidralinin dışında? Şunu anlıyoruz Bir insanın Allah’a gösterdiği saygı, insanın Allah’a yaptığı istiğfar oranındadır. Çünkü Nuh AS. İstiğfarı terk eden kavmini Allah’a saygısızlık etmekle suçluyor.

………Peki, diyeceksiniz istiğfar ile Allah’a saygı arasında ne gibi bir alaka var? Şöyle bir alaka var; İstiğfar kulun kendi küçüklüğünü, Allah’ın da büyüklüğünü kabul etmesi demektir. Yani sen estağfirullah dediğin anda sen aslında şunu söylemiş oluyorsun; Ya Rabbi sen bütün eksikliklerden münezzehsin, sen Süphan olan Allah’sın eksiklik benim şanımdandır, günah benim şanımdandır. Ben büyük olan Allah’tan küçük olan kul olarak bağışlanma diliyorum. Bu da Allah’a gösterilebilecek en büyük saygıdır zaten. İstiğfarı terk eden insanlar kabul etseler de etmeseler de şirk toplumlarından biri olan Nuh AS. Toplumu gibi Allah’a saygısızlık yapmış bir toplumdur. Çünkü İstiğfarın terki kibir demektir ve kibirden daha büyük Allah’a yapılacak bir saygısızlık yoktur. Zaten el Mütekebbir ismini anlatırken orada hatırlarsanız tafsilatlı bir şekilde anlatmıştım. Kibir bir tek Allah’a yakışır, Allah’ın dışında ki bütün kibirler aslında saygısızlıktır. Onun için Allah’a saygı göstermek için, Allah’ı hakkıyla ta’zim etmek için bol bol istiğfarda, mağfiret talebinde bulunmak lazım.

………Toparlayacak olursak, kişiyi Allah’ın mağfiretine ne ulaştırır? Dil ile sürekli bir şekilde Allah’a istiğfar etmek ulaştırır dedik. Sonra dil ile mağfirette bulunmanın bazı yan faydalarına değindik.

………3 – Üçüncüsü; Bir Müslüman’ı Allah’ın mağfiretine eriştirecek yollardan üçüncüsü ise Kulun kulluk yaparken takvalı olmaya gayret göstermesidir.

………Allah ayeti kerimede diyor ki;

………Ya eyyuhelleziyne amenûttekullahe ve aminu BiRasûliHİ yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ ve yec’al leküm nuren temşune Bihi ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Hadid/28)

………Ya eyyuhelleziyne amenûttekullahe ve aminu BiRasûliHİ ey iman edenler Allah’tan korkun, takvalı olun ve Allah’ın resulüne de iman edin. Ne var peki takvamızın karşılığında? Allah bişze takvanın karşılığını anlatıyor; yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ Allah size rahmetinden iki kat verir. ve yec’al leküm nuren temşune Bihi ışığında yürüyeceğiniz sizin için bir nur kılar ve yağfir leküm ve Allah sizin günahlarınızı bağışlar, mağfiret eder diyor. Takva; kişiyi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak olan sebeplerden bir tanesidir.

………Takva nedir? Takva elle tutulan gözle görülen somut bir şey değildir. Peygamber AS. Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır. Diyerek kalbinde olan şey olduğunu söylüyor.

………Ömer (ra.) sordu; ey Ubey ibn. Ka’b, takva nedir? O da ona dedi ki ey Emirü’l-mü’minin sen hiç dikenli bir yolda, tarlada yürüdün mü? Ömer (ra.) Evet dedi. Peki ne yaptın? Dikenler ayağıma batmasın, elbiseme takılmasın diye paçalarımı katladım dedi. İşte takva da senin dikenli bir yolda yürüyor muş gibi dikkatli bir şekilde Allah’a kulluk yapmandır dedi. Yani takva şudur; kişinin bir söz söyleyeceği zaman acaba Allah bundan razı olur mu, yoksa olmaz mı? Bir iş yapacağı zaman Allah’ın bu konudaki rızası nedir. Kişi evine girdiği zaman benim bu insanlara karşı sorumluluğum nedir, veya bir kardeşiyle arkadaşlık yaptığı zaman benim bu arkadaşıma karşı şer’i sorumluluklarım nelerdir. Ne yaptığım takdirde bu arkadaşlık kıyamet gününde benim için rahmet olur, ne yaptığım takdirde kıyamet gününde beni arkadaşımla birbirimize düşman kılan, birbirimize lanet okuduğumuz çirkin bir arkadaşlığa dönüşür.

………Kişinin bu şekilde hassas olması her işte Allah’ın rızasını düşünmesi kişinin takvasıdır. Allah bize Kur’an ı kerimde en fazla O’nun mağfiretine erişebilmemiz için dil hususunda hassas olmamızı ve takvalı olmamızı bizden istiyor. Ahzab suresinde Allah diyor ki;

………Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe ve kulu kavlen sediyda. (Ahzab/70)

………Ey iman edenler Allah’tan korkun, takvalı olun ve söz söylerken Allah’ın razı olup hoşnut olacağı düzgün söz söylemeye çalışın.

………Peki, karşılığında ne var bunun?

………Yuslıh leküm a’maleküm ve yağfir leküm zünubeküm* ve men yutı’ıllahe ve RasûleHU fekad faze fevzen ‘azıyma. (Ahzab/71)

………Allah bunun karşılığında sizin amellerinizi ıslah eder ve Allah sizin günahlarınızı bağışlar. Diyor.

………Yani sen dilini ıslah edersen Allah senin namazını ıslah eder.

………Sen dilini ıslah edersen senin ilim talebini ıslah eder.

………Sen dilini ıslah edersen Allah senin rızkını ıslah eder.

………Sen dilini ıslah edersen Allah seninle insanlar arasındaki münasebetlerini ıslah eder. Çünkü bu Allah’ın vaadidir, Allah vaadinden geri durmaz.

………ve kulu kavlen sediydaYuslıh leküm a’maleküm ve yağfir leküm zünubeküm Amellerini ıslah eder ve karşılığında da senin günahlarını mağfiret eder, seni bağışlar.

………O zaman takva; Hassas bir şekilde yaşamak, gayret göstermek bizi Allah’ın mağfiretine ulaştırır. Ama en önemlisi de dil konusunda hassasiyet göstermektir. Bu bizi Allah’ın mağfiretine daha fazla ulaştırır.

………4 – Dördüncüsü; Bizi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak yollardan bir tanesi de, biri bizim hakkımıza tecavüz ettiğinde, hukukumuzu çiğnediğinde onu bağışlamak, onun günahını Affetmek. Bu da insan Allah’ın merhametine, mağfiretine ulaştırır. Teğabün suresinde Allah;

………Ya eyyühelleziyne amenû inne min ezvaciküm ve evladiküm ‘aduvven leküm fahzerûhüm* ve in ta’fu ve tasfehu ve tağfiru feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Tegabün/14)

………Ey iman edenler sizin kadınlarınızın ve çocuklarınızın arasında size düşman olanlar vardır, onlardan sakının diyor. Sonra da diyor ki; siz onların hatalarını affederseniz, üzerine bir silgi çekerseniz, yok sayarsanız ve bağışlarsanız, mağfiret ederseniz, onları hatalarından dolayı cezalandırmazsanız bunun karşılığında muhakkak ki Allah’ta Ğafûr dur, sizin günahlarınızı bağışlar, rahimdir size merhamet eder.

………Demek ki bir insan başta ehli olmak üzere çocukları ve ailesi olmak üzere insanların yaptıkları hataları bağışlar ise bunun karşılığında Allah’ta ona karşı mağfiretli olur, onu kendi mağfiretine eriştirir.

  1. İbn. Abbas bu ayeti kerimesinin manasına ilişkin diyor ki; Peygamber AS. Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman bazı insanlar hicret etmediler. Kadınları ve çocukları hicret etmek istemedikleri için onlara takılıp hicret etmediler. Daha sonra hicret ettiler ama geç kaldılar. Medine’ye geldiklerinde baktılar ki beraber iman ettikleri arkadaşları din de başlarını alıp gitmişler. Adamlar fakihleşmişler, peygamberin yanında adap edep öğrenmişler, İslâm’ın güzelliklerini öğrenmişler, hizmet etmişler. Öfkelendiler ve onları hicretten alıkoyan çocuklarını ve hanımlarını cezalandırmak istediler.

………Allah önce Müslümanları uyardı, evet dedi sizi Allah’a itaatten alıkoyan kanımınız veya çocuğunuz varsa bu sizin düşmanınızdır dedi, onlardan sakının. Ama sonra da dedi ki affederseniz onları bağışlarsanız, onlara karşı mağfirette bulunursanız eğer bunun karşılığında Allah’ı size mağfiret eden, merhamet eden bir Allah olarak bulursunuz.

………Bu ayeti kerimeyi şöyle düşünün ki; Hanımınız siz Allah’ın yolundan alıkoyduğunda bile zayıf, duygusal olduğundan ötürü, Allah onu bağışlamanızı sizden istiyor. Bağışlarsanız ben de sizi bağışlarım diyor.

………Bir de yemek yapmadı, temizlik yapmadı, yok işte ben saat dörtte eve gel dedim saat beşte eve geldi diye evde çıngar çıkaran tipler var. İslâm ahlakından hiç haberi olmayan, kavga etmek için bahane arayan ya da dışarda insanların karşısında aciz olup insanlara gösterecek bir tepkisi bir karakteri olmadığından dolayı insanların onu ezdikleri gibi evine girdiği zaman evdekileri de kendisi ezen insanlar var. Böyle insanlara bu ayetten çok büyük bir pay var. Dinden, Hicretten alıkoyan bir kadını, bir çocuğu bile Allah affetmemizi istiyorsa, dünyevi bir meselede adamı kızdırmış olabilir, canını sıkmış olabilir. Hayda hayda o kişinin onu affetmesi gerekir. Bunu da bu ayeti kerimeden söyleyebiliriz.

………Bunun pratik örneklerinden birini daha önceki derslerimizden bir tanesinde anlatmıştık, izzete ulaşmanın yolları nelerdir diye bir başlık açmıştık Bunlardan bir tanesi de nedir demiştik? Kişinin başkalarını affetmesidir demiştik ve Ebu Bekir (ra.) ın başından geçen ve üzerine Nur Suresinde inen bir ayetten bahsetmiştik. Bir de Müslim’in bir hadisini söylemiştik.

………Ebu Bekir (ra) Mistah, münafıklarla bir olup kızına iftirada bulunduğu için Allah’a yemin olsun ki bir daha ona yardım etmeyeceğim. Yani haklı olarak tepki göstermiş, Benim kızım iffetli iken kızıma iftira etti dedi. Ben önceden ona yardım ediyordum. Bundan sonra ona asla yardım etmeyeceğim dedi. Ama Allah bu fiili Ebu Bekir (ra) a yakıştırmadı, onun böyle olmasını istemedi. Dedi ki;

………Ve lâ ye’teli ulül fadli minküm vesseati en yu’tu ulil kurba vel mesakiyne vel mühaciriyne fiy sebiylillâhi* vel ya’fu velyasfahu* ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Nûr/22)

………Fazilet ve zenginlik sahipleri yakın akrabalarına, fakir olan miskinlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermeyeceğim diye yemin etmesinler dedi Allah.

………Sonra ne emretti peki, yemin etmeyelim ne yapalım ya rabbi? vel ya’fu velyasfahu affetsinler üzerine bir sayfa çeksinler, üzerine sünger çeksinler. Ne karşılığında? Ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm Allah’ın size mağfiret etmesini istemez misiniz? Dedi. Yani bir nevi Allah şunu söyledi, bir Müslüman sana bir kötülük yapmışsa, şahsi bir kötülükse eğer bu, İslâm’a verilmiş bir zarar değilse, sen o kötülüğü affedersen bunun karşılığında Allah ta seni kendi mağfiretine eriştirir. İster akraba olsun, ister bir kardeş olsun, ister hanım çocuk olsun fark etmez. Allah’ın mağfiretine erişmenin yollarından bir tanesi şahsi olarak sizin hukukunuzu çiğnemiş insanlara mağfiret etmeniz, görmemezlikten gelmenizdir.

………5 – Bizi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak sebeplerden bir tanesi de Peygamber AS. A ittiba etmek, onu önder bilmek, onun sünnetine yapışmak bizi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak sebeplerden bir tanesidir. Allah A. İmran suresinde buyuruyor ki;

………Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâhu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. (A. İmran/31)

………De ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin ve Allah sizin günahlarınıza mağfiret etsin, bağışlasın dedi.

………Peygamberi örnek almanın birçok faydası vardır, yani bu özel bir dersin konusu olabilir sadece buranın konusu değil. Ama bu ayette Allah bize iki tanesini söylüyor. Kim peygambere tabi olursa, kendine örnek alırsa birinci mükâfat Allah’ın sevgisini elde etmesidir. Allah habibini sevdiği için onu sevip örnek alanları Allah ta sever aynı şekilde. İkincisi nedir? Allah’ın o kulunun günahlarını bağışlamasıdır. Sen sünnete ittiba ettikçe Allah sana mağfiretle gelir. Sen Peygamber AS. I kendine örnek aldıkça Allah’ta senin hiç bilmediğin günahlarını senin için bağışlar.

………İnsanlar Peygamber AS.i, Müslümanlar da dahil olmak üzere niye hakkıyla örnek almıyorlar? Çünkü Peygamberin tafsili sünnetlerini bilmiyorlar. Yani herkes kendi içinde bulunduğu cemaat, kendi içinde bulunduğu ortam, ülke, orada Allah resulünün hangi sünnetleriyle amel ediliyorsa, onları yapıyor ama onun dışında Peygamber AS. Sünnetlerine de bir merakı yok insanların. Mesela diyelim ki siz bir cemaate girdiniz, maalesef bu bizim Türkiye’mizde çok ciddi bir problem, yani bütün cemaatlerin sorunu. O cemaatte de peygamberimizin belli başlı sünnetleri uygulanıyor. Örnek alınan insanlar yapıyorlar, diğer insanlar da onlardan görmüşler insanlar da onlara bakıp yapıyorlar. Herkes bununla iktifa ediyor. Tamam diyor demek ki peygamber AS. In sünneti bu kadardır.

………Oysa öyle değil, bunun için ne yapmak lazım? Peygamberin ameli sünnetlerini anlatan kitapları Müslümanların okuması lazım hayatında. Allah resulü nasıl yemek yerdi, nasıl yürürdü, insanlarla nasıl konuşurdu, çocuklara nasıl muamele ederdi, hanımlarına karşı muamelesi neydi. Vs. Çünkü Sünnet dediğimiz şey Peygamberimizin yaşantısıdır, bunu öğrenmenin yolu da ya biri bize anlatacak, derslerde diyelim anlatılıyor tane tane ama unutuluyoruz. Bir de hatırlamak için böyle ara ara peygamber AS. In gün içinde ki hallerini kişinin bilmesi gerekir. Ancak bilen kişi peygamberin sünnetine uyar, bilmeyenin peygamberin sünnetine uyması mümkün değildir.

………6 – Bizi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak yollardan bir tanesi de ki bu sonuncusu olacak inşallah. Bazı salih ameller var Allah bu amellerin üzerine mağfiret bina etmiş. Yani siz o salih amelleri yaptığınız zaman karşılığında Allah size mağfiret ile yaklaşıyor. Lâkin maalesef üzülerek bunu söylüyorum birçoğumuz bu amelleri gafilce yaptığımızdan ötürü o amellerin üzerine bina edilmiş olan büyük ecirlerden mahrum kalıyoruz. Çünkü Allah mesela diyor şunu yaparsanız karşılığında bu vardır, bu vardır, bu vardır. Senin o karşılık olarak zikredilenleri elde edebilmen için o ameli bilinçli bir şekilde yapman lazım. Yani, ihlasla, dikkatle, sünnete ittiba ederek elinden gelenin en güzelini ortaya koyarak yapman lazım.

………Misal veriyorum mesela; Diyelim ki Sen Allah Resulünden öğrendin. Dedi ki “Kim gece şu duayı okursa sabaha kadar Allah’tan bir muhafız onun başında onu korur.” Bunu öğrendin mesela. Sen onu okuyorsun gece yatmadan ama gene kâbus görüyorsun, korkuyorsun, sıkıntılı bir şekilde yatıyorsun. Sonra kalktığın zaman kendi kendine diyorsun; Yahu Allah Resulünün bana yap ta kurtul dediği şeyi yaptım fakat kurtulamadım, o sıkıntıyı yine gördüm diyorsun.

………Burada Allah Resulünün verdiği reçetede bir problem yok, senin o reçetede ki o ilacı kullanım tarzında bir problem olabilir. Yani mesela doktor sana diyor ki şu ilacı al, aç karnına kullan. Sen tıka basa yemek yedikten sonra ilacı alıyorsun. Sonra sabah uyanıyor diyorsun ki yahu ben bir aydır doktorun verdiği ilacı kullanıyorum ama bana hiçbir faydası olmadı diyorsun. Senin ilacında bir problem yok, senin ilacı kullanım tarzında bir problem var.

………İşte dua da öyledir, dua da bir problem yok, ama sen ya okurken gafilce okumuşsundur, ne okuduğuna dikkat etmeyip alışkanlık gibi sadece kelimeleri tekrar etmişsindir. Yahut onu okurken bambaşka bir şey düşünmüşsündür hiç o Allah’ın azametini, büyüklüğünü, Allah’a olan kulluğunu hissetmeyerek onu yapmışsındır. Haliyle onun neticesinden de Allah seni mahrum etmiş. Dediğimiz gibi burada reçete de bir sorun yok, sorun senin reçetede ki ilacı kullanım tarzında. Biraz sonra anlatacaklarım da böyle. Yani Allah bazı salih ameller var, bunları yaptıklarının akabinde Allah’ın onlara mağfiretle muamele edeceğini söylüyor. Eğer kişi bunları yapmasına rağmen Allah’ın mağfiretine ermiyorsa amelin kendisinde bir problem yoktur. Kişinin o amelleri yapış biçiminde bir problem vardır.

………Mesela bunlardan bir tanesi nedir dersek; Kişinin nafile bir ibadet olarak bir abdest alıp Allah’ın huzuruna durup iki rekât namaz kılmasıdır. Bu namazı kılarken de başka şeyler düşünmemeye, Allah’ın azametinden, büyüklüğünden, Allah’ın ona yönelmesinden sapmamaya gayret etmesidir.

………İ. Buhari ve İ. Müslim Osman (ra) ndan rivayet ediyorlar. Hz. Osman (ra) bir gün sahabenin bulunduğu bir ortamda güzel bir şekilde abdest aldı sonra dedi ki; Ben Allah resulünü şöyle derken işittim.

………“Kim benim abdest aldığım şekilde abdest alırsa, yani bütün rükûnlarına dikkat eder, suyu en güzel şekilde her tarafına ulaştırır, israf etmeden isbak üzere abdest alırsa, sonra kalkar iki rekât namaz kılar ve bu iki rekât namazın içinde de kendi kendine konuşmazsa, yani içinden başka düşünceler geçirmezse onu geçmiş günahları bağışlanır, Allah ona mağfiret eder. Hem de bütün günahlarına mağfiret eder. Diyor.

………Demek ki ara ara ne yapmak lazım? Oturduğumuz yerde boş oturana kadar bir abdest alıp Allah’ın mağfiretine nail olabilmek için iki rekât namaz kılmak lazım.

………Mesela ezan okumak bu salih amellerden bir tanesidir. Yani kişinin günahlarını bağışlar, Allah’ın mağfiretine nail olmasını sağlar. Şimdi birçok insana namaz vakti girdi ezan oku dediğinizde utanıyor insanlar. Niye utanıyor? Ya sesinin kötü olduğunu düşünüyor, ya da çekingenliği var ezan okumaktan çekiniyor. Oysa bilse ki ezan okuduğunda sesinin gittiği yer kadar Allah ona mağfiret edecek ve kıyamet gününde onun sesini duyan kuru ve yaş ne varsa onun tevhid ehli olduğuna dair Allah’a şahitlikte bulunacak. Herkes belki ezan okumak için yarışırdı

………İ. Ahmed’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber AS. Diyor ki;

………“Müezzinin sesinin ulaştığı noktaya kadar Allah ona mağfiret eder. “

………Şimdi mesela Hoparlör den ezan okuyan bir müezzin düşünün yani Km. lerce Allah’ın mağfiretine nail oluyor. Ve kıyamet günü geldiğinde kuru ve yaş her şey ya Rabbi bu adam muvahhitti, seni birledi, seni büyükledi ona şahitlik edecekler. Demek ki ezan insanı Allah’ın mağfiretine ulaştıran amellerden bir tanesidir.

………İnsanı Allah’ın mağfiretine ulaştıran salih amellerden bir tanesi kişinin cemaat ile namaz kılmasıdır. İ. Buhari ve İ. Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste; Sahabenin bir tanesi mescide geldi, Peygamber AS. İle beraber namaz kıldı. Sonra dedi ki ey Allah’ın resulü ben had gerektiren bir günah işledim, bende Allah’ın kitabını tatbik et. Yani zina yapmış olabilir, içki içmiş olabilir, birine iftira etmiş olabilir bilmiyoruz, günahını isimlendirmiyor. Fakat ben had gerektiren bir cürüm işledim, Allah’ın kitabını benim üzerimde tatbik et.

………Allah resulü ona döndü dedi ki; “Bizimle beraber namaz kıldın değil mi? Sen de cemaatin içinde vardın.” Evet, ey Allah’ın resulü.” Dedi. Allah Resulü ona dedi ki; ”Git Allah senin günahını sana bağışladı.” dedi. Yani o cemaat içinde kıldığın namaz sana Allah’ın mağfireti olarak geri döndü. Her cemaat ikame edildiğinde sen de cemaatle beraber namaz kılsan, belki had gerektirecek bir günahın bile olsa Allah o cemaatin hatırına senin günahlarını bağışlıyor.

………Mesela yine namaz demişken sen imamla beraber cemaatle  namaz kıldığında, imam veleddallin dediğinde alışkanlık olarak değil de bilinçli bir şekilde Allah’ın müjdesine nail olmak için “amin” dersen, Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Allah resulü diyor ki;

………“İmam âmin dediği zaman siz de imamla beraber amin deyin. Kimin âmin deyişi gökteki meleklerin amin deyişiyle muvafakat ederse, aynı ana denk gelirse onun geçmiş günahları Allah tarafından bağışlanır.”  Diyor.

………Demek ki biz namaz kılarken melekler de semada bizimle beraber saf tutuyorlar, onlar da namaz kılıyorlar. İmam veleddallin dediğinde onlar da toplu bir şekilde “amin” diye bize karşılık veriyorlar. Bunu denk getiren kişinin de Allah onun geçmiş günahlarını bağışlıyor.

………Mesela yine çokça yapabileceğimiz dualardan bir tanesi, sözlü bir amel olan seyyidü’l-istiğfar denilen bir istiğfar çeşidi var. Allah resulü Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste diyor ki; “Kim bunu (Bu söyleyeceğimiz duayı) buna inanarak sabah bunu söylerse ve akşama yetişmeden de ölürse Allah cenneti ona vacip kılar. Gece söylerse inanarak buna sabaha yetişmeden de ölürse Allah cenneti ona vacip kılar.”

………Nedir bu; Seyyidü’l-İstiğfar.”

………“Allahumme ente Rabbi la ilahe illa ente halekteni ve ena abduke ve ena ala ahdike ve vadike mestatatu , euzu bike min şerri ma sana’tu , ebu’u leke binimetike aleyye ve ebu’u bizenbi feğfir li feinnehu la yeğfiruz’zunube illa ente”

………Allah’ım, ben senin kulunum, beni sen yarattın ve senden başka da hiçbir ilâh yoktur. Gücüm nispetinde sana verdiğim söz ve senin vaadin üzere olmaya çalışıyorum. Senin benim üzerimde ki bütün nimetlerini itiraf ediyorum ve aynı zamanda bütün eksikliklerimi bütün günahlarımı da sana itiraf ediyorum. Benim günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak, mağfiret edecek olan hiç kimse yoktur.

………Fakat bu duayı gafilce söylersen hiçbir şey olmuyor. Diyeceksin ki bu haktır bu beni cennete eriştirecek, günahlarımı bağışlatacak. Yakîn üzere olacaksın. Bu duayı inanarak yaparsan hiçbir şey seni cennetten alıkoyamayacaktır. Burada özellikle dikkat etmemiz gereken şey gafletle değil bilinçli olarak okumaktır.

………Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz. Mesela Ramazan la ilgili hatırlarsanız eğer hadisler vardı

………Kim Ramazan orucunu iman ederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek tutarsa geçmiş günahlarına mağfiret olunur.

………Kim Ramazan namazını yani Teravihi inanarak ve ecrini Allah’tan bekleyerek kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.  Mesela ezan dualarından biri ile ilgili peygamberimiz diyor; Müezzini işiten bunu söylerse içinde eşhedü enne geçen duayı, onun geçmiş günahları bağışlanır. Bu tür salih amelleri çoğaltabiliriz, birçok salih amelin karşılığı bizi Allah’ın mağfiretine ulaştırmasıdır ama biz salih amelin kendinden ziyade salih ameli nasıl yaptığımızla ilgilenmemiz gerekiyor. Yani gafilce yapınca ömür boyu yaptığın bir şeyden mahrum oluyorsun.

………Mesela düşünün. Abdest alıp namaz kılmak, günde defalarca abdest alıp namaz kılıyorsun. Bilinçli bir şekilde yaptığında günde defalarca Allah’ın mağfiretine ulaşıyorsun. Ama alışkanlık haline çevirip ne yaptığını niye yaptığını unuttuğunda o yaptığın sadece üzerinden sorumluluğu düşürüyor bir de ecir varsa karşılığında Allah sana bir ecir veriyor ama onun dışındaki bütün güzelliklerden mahrum oluyorsun. Onun için çok dikkat etmek lazım. Şeytan insanı hayırdan alıkoyamıyorsa o hayrı hayatında alışkanlık halinde çevirmeye çalışıyor. Hayır alışkanlığa döndüğü anda da zaten şeytan insanda ki en büyük nasibini elde etmiş oluyor. Çünkü o hayrın büyün getirilerinden insanı mahrum etmiş oluyor, daha ne yapsın.

………7 – Bir madde daha söyleyelim, bizi Allah’ın mağfiretine ulaştıracak yollardan bir tanesi de kişinin, normal insanların yapamadığı veya yapmaktan imtina ettiği büyük ameller yapmak için çaba göstermesidir. Büyük amellerden kastettiğimiz nedir? Birincisi herkesin geri durduğu ve gözünde çok büyüttüğü amel varsa kişinin o ameli ben yapacağım demesidir. İkincisi bir şeyin ilklerinden olmaya kişinin gayret göstermesidir. Yani salih bir proje var, daha henüz kimse onu hayata geçirmemiş, senin önüne bir fırsat geldi sen yaparsan ilklerden olacaksın, senden sonra gelenler de sana ittiba edecekler. Bu tip amelleri kaçırmamak lazım. Çünkü böylesi ameller insanı Allah’ın mağfiretine ulaştırır.

………İ. Buhari ve İ. Müslim tarafından rivayet edilene göre Peygamber AS. Mekke’yi fethetmeye niyet ettiği zaman, sahabelerinden bir tanesi tuttu Mekke’lilere bir mektup yazdı. Dedi ki; Peygamber size bir ordu ile geliyor ve sizi Mekke’den çıkaracak dedi. Allah Resulüne bu ihanet haberi verilince Hz. Ali (ra.) ile bir sahabeyi gönderdi, gidin falanca yerde bir kadın bulacaksınız, onun üzerinde bir mektup var onu alın gelin dedi. Gittiler kadın benim üzerimde mektup falan yok dedi. Hz. Ali (ra) dedi; ya o mektubu çıkarırsın ya da senin bütün elbiselerini soyar o mektubu yine alırız denden dedi. Kadın korktu mektubu verdi. Getirince Hz. Ömer (ra) dedi ki bırak ben bu münafığı öldüreyim, bu mürted oldu dedi. Bir rivayette de dedi ki ayaklarının üzerinde gerisin geriye döndü, bir rivayette de dendi ki kâfir oldu ya Allah’ın resulü bırak bunun kafasını vurayım.

………Peygamber AS. Dedi ki; “Nereden biliyorsun ey Ömer Belki Allah Bedir ehline şöyle demişti; ey Bedir ehli, ne yaparsanız yapın ben sizin büyün günahlarınızı bağışladım demiştir. Sen bunu bilemezsin” dedi.

………{{Ek bilgi; Hadis’in orijinali; Hz. Ali radiyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam beni, Zubeyr’i ve Mikdad’i gönderdi ve dedi ki:

………“Gidin Ravzatu Hah nam mevkie varın. Orada bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var, mektubu ondan alın gelin.”

………Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza’ya geldik. Kadınla karşılaşınca: “Mektubu çıkar!” dedik. Kadın: “Bende mektup yok!” dedi.
“Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini soyarız!” diye ciddi konuştuk. Saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Onu Resûlallah aleyhissalatu vesselam’a getirdik. İçerisinde şu vardı:

………“Hatib Ibnu Ebi Belte’a tarafından, Mekke’de olan bazı müşriklere yazılmıştı. Resûlallah aleyhissalatu vesselam’in (sefer hazırlığı ile ilgili) faaliyetlerini haber veriyordu. Resûlallah aleyhissalatu vesselam (Hatib’i çağırtarak):

………“Ey Hatib, bu da ne?” diye sordu. Hatib:

………“Ey Allah’ın resulü, bana kızmada acele etme. Ben Kureys’e dışardan katılan bir adamım. Ben onlardan değilim (aramızda kan bayi yok). Senin beraberindeki muhacirlerin (Mekke’de) akrabaları var. Mekke’deki mallarını ve ailelerini himaye ederler. Bu şekilde nesepten gelen hamilerim olmadığı için oradaki yakınlarımı himaye edecek bir el edineyim istedim. Bunu katiyen küfrüm veya dinimden irtidadım veya İslam’dan sonra küfre rızamdan dolayı yapmadım” dedi.

………Resûlallah aleyhissalatu vesselam: “Bu size doğruyu söyledi!” dedi.

………Hz. Ömer atılarak: “Ey Allah’ın Resulü! Bırak beni, su münafığın kellesini uçurayım!” dedi.

………Resûlallah aleyhissalatu vesselam da:  “Ama o Bedr’e katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allah Teâla Hazretleri Bedir ehlinin haline muttali oldu da: “Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim” buyurdu. Bunun üzerine Allah Teâla Hazretleri su vahyi indirdi:

………Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi düşmanlarınızı da dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?) Hâlbuki onlar Hak’tan size gelene küfretmişlerdir” (Mumtehine/1). (Kütüb-ü Sitte/4246)}}

………Burada Peygamber AS. Bize şunu öğretti; Bedir ehli Allah’ın mağfiretine ermiş olan bir topluluktur. Niye özellikle Bedir ehli? Çünkü Bedir savaşına çıkmalarının iki önemli özelliği vardır. Biri; Bedir savaşı İslam’da yapılmış ilk cihattır, o savaşa çıkanlar İslâm’da ki güzel bir amelin ilk başlatıcıları olmuştur.

………İkincisi zorunlu değildir. Yani Allah Resulü demiştir ki ben müşriklerin bu güne kadar bize verdiği zararlar var, ben o zararları tazmin etmek istiyorum, yani gidip onların mallarına el koymak istiyorum, kim benimle gelmek ister. Demiştir. Zorlu bir görev, ölmek var, hiçbir şey almadan geri dönmek var. Sahabelerin içerisinden seçkin bir grup, Medine’de bulunanların yarısında bulunanların belki daha azı, Peygamber AS. İle beraber bu savaşa çıktılar. Hiç kimsenin yapmadığı bir ameli yaptıkları için, bir amelin ilk başlatıcıları olduklarından dolayı Allah onlara dedi ki;

………Şimdi biz hangi amele Allah’ın böyle yapacağını bilemeyiz. Ama demek ki Allah’ın böyle bir uygulaması olduğunu bu olaydan biliyoruz. Demek ki yeni bir yerde, insanların çekindiği korktuğu, kaçtığı böyle bir proje, zor gir görev görsen, günahlarından da korkuyorsan, Allah’ın mağfiretini de umuyorsan o işe talip olacaksın. Talip olduktan sonra da Allah’a karşı hüsnü zannını da koruyacaksın. Ya rabbi diyeceksin, Bedir ehline mağfiret ettiğin gibi, senin mağfiretin benim gibi günahkâr bir kulu da kapsar diyeceksin. Allah’tan mağfiret talebinde bulunacaksın.

………Bu zorlu zamanlarda yapılan amellerin insana getirdiği karşılığı hakkında bir örnek daha; Allah Resulü Tebük seferini düzenlerken kim zorluk ordusunu hazırlar diye nida ediyor, ettiriyor sürekli. (Bu İ. Ahmed ve Tirmizi’nin rivayeti) Peygamber AS. Sahabeyle otururken Osman (ra) geldi elbisesinin içine 1.000 dinar koydu. Ne demek 1.000 dinar? Bu günün parasıyla 4 .250 gr. Altın yapıyor. Allah Resulü elini o paranın içine sokup karıştırıyor ve diyor ki; Bu günden sonra İbn. Affan’ın yaptığı hiçbir şey ona zarar veremez. Yani bu amel Allah katında öyle bir kabul gördü ki, bundan sonra Osman ne yaparsa yapsın, yaptığı amelin zararı değil bu vermiş olduğu infakın faydasını görecektir. Dedi.

………Zor zamanlarda, insanların geri durdukları, korktuğu yerlerde, zamanlarda kişinin öne atılması elinde olanı feda etmesi, canından malından, evladından, vaktinden feda etmesi, kişinin Allah katında böyle bir yer edinmesini sağlar ki, sonradan ne yaparsa yapsın yaptıklarından bir zarar görmez. O zaman büyük ameller yapmak Allah’ın mağfiretine ulaştıran sebeplerden, araçlardan bir tanesidir.

………Allah bizleri kendi mağfiretine ulaştırmış olduğu bahtiyar kullarından eylesin, Allah bizleri İslâm’ı bize kolaylaştırıp hidayeti bize ihsan eylediği gibi, hidayet ettikten sonra bize salih amelleri kolaylaştırıp O’na hakkıyla kulluk etmeyi de bize kolaylaştırsın. Allah bütün mü’minlerin şu içinde bulunmuş olduğumuz günlerde İslâm ümmetinin kendi günahlarıyla başına gelen bu sıkıntılar, Halep olsun diğer iller olsun fark etmez, bunlar bizim kendi ellerimizle işlediğimiz günahların bize olan karşılığıdır. Bizim şeriattan yüz çevirmiş olmamızın, Peygamber AS. In sünnetinden yüz çevirmiş olmamızın, kendini İslâm a nispet eden insanların fasık, facir toplumlar gibi utanmadan, çekinmeden Allah’a rahat rahat isyan ediyor olmasının başımıza getirmiş olduğu belalardır. Biz itiraf ediyoruz ki Allah’a bu sıkıntılar, başımızda ki bu dertler bizim kendi günahlarımızın eseridir. Ama biliyoruz ki eğer Allah bizim bu günahlarımıza mağfiret ederse başımızdaki bu belaları sıkıntıları da giderecek olandır. Bu sebepten ötürü Allah bizim günahlarımızı bağışlasın, mağfiret etsin, günahlarımızın zararlarından hem bu dünya da hem ahirette muhafaza eylesin. Dünyanın doğusunda ve batısında Allah’tan yardım bekleyen, mazlum durumda olan, muvahhit olan, Allah’ın dinine yardım etmek isteyen kim varsa Allah onlarla beraber olsun, kendi katından bir yardımla onlara yardım etsin, günahlarını bağışlasın, onları kâfirlerin ve düşmanlarının karşısında izzetli kılsın. Düşmanlarını da kudretiyle onların karşısında zelil kılsın. Allahümme amin.

………“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

………Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.

………(Halis Bayancuk- Ebu Hanzala – videolarından derleme)


TAFSIR LESSONS EL-MAIDA (047-062)(40)

$
0
0

“Euzu Billahi minesheytanir racim”

BismillahirRahmanirRahiym

Dear Qur’an friends, in our previous lesson, we closed with the 47th verse of Maida chapter. More truly, we processed the first half of the verse ands deliberately left the second half to this lesson. The reason fort his is the establish the connection between 44, 45 and 47th verses as a complete verdict. Because Allah’s will or Allah’s verdict situation is one of the most stayed on topic in Qur’ans translation and Islamic law as well as in Islamic history. So in this lesson we will study the verses 44, 45 and 47 as a whole and try to learn this Allah’s verdict situation.

47-) Vel yahkum ehlul Inciyli Bi ma enzelAllahu fiyh* ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humulfasikun;

 Those who follow the Gospel should judge with the creeds in the Gospel revealed by Allah. Whoever does not judge with the creeds revealed by Allah, they are the corrupters! (A.Hulusi)

 Let the people of the Gospel judge by what Allah hath revealed therein. If any do fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are (no better than) those who rebel. (A.Yusuf Ali)   

Vel yahkum ehlul Inciyli Bi ma enzelAllahu fiyh* Those who follow the Gospel should judge with the creeds in the Gospel revealed by Allah. ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humulfasikun Whoever does not judge with the creeds revealed by Allah, they are the corrupters!

As we all remember, 44th verse was saying; ve men lem yahkum Bi ma enzelAllahu feulaike humul kafirun; Those who do not judge by what Allah revealed, they are deniers of the reality!

Again in 45th verse;  ..ve men lem yahkum Bima enzelAllahu feulaike humuz zalimun; “And whoever does not judge in accordance with what Allah reveals, they are the wrongdoers.” was the end of the verse.

The word hukum (verdict) comes from the roots of ha ke me. As the literal meaning it can also be translated as the leash. With all the meanings connected to this root we see; “Obstacle, connection, law, order, justice and conclusion.” As a literal word it represents a thing that binds, a thing that holds another being so that it won’t get away. As a leash this is the entire meaning. As this point Qur’an adjusts this word into the modern society to remind everyone that the being at the other end of the leash, as the holder of the leash. Also the word first comes to Madina back then as the concept, law, order, system and naturally verdict.

In Shura/21 the verse says, “Judging by the message Allah brought to you.” So humans don’t have a ground to give judgements on their own? This is the question.  If Allah’s message doesn’t bring a light to a situation about anything, does a person have the right to give judgement then? Or people’s rights to give judgement don’t exist at all? Creating another question like “Do people really have a free will, then?”

 Of course none of these verses says something like this. So, creating something like that and understanding it this way is an approach of Haricis. Haricis interprets almost the entire Qur’an falsely. Just like the Joseph chapter. inil hukmu illa Lillah.. (Yusuf(40) Verdict only belongs to Allah. They show this verse and others similar to this one and says, nobody have the authority of decision on something hence choosing a judge or a referee is nothing but blasphemy. Back then they both accused Caliph Ali and Muaviya with blasphemy when they choose judges on certain occasions, they also said that whoever follows them go astray from religion. They went on an accusing claim spree and by chasing such a claim they became obsessed and turned into a black terrorrist stain on Islamic political history.

Right now we should ask this question while coming and going between behaviours on ifrat and tefrit (two opposite sides). Do people have any judgement calls in them or Allah hasn’t given people any saying on like. There’s no such thing. We can come back just a few verses and see this. Maida/42 .. ve in hakemte fahkum beynehum Bil kist..

Very clear. If you judge between them, judge fairly. This is rather obvious. People do have the authority of judging because Allah gave people the power of will, the power of judgement. Judgement comes from will.

We decide tens of hundreds things from the moment we wake up to the moment we go to bed everyday. About ourselves, about others, about things, about events, about time and space of certain things. When people lose the power of judgement, they also lose the power of thinking. This is a function of mind and a mindless creature cannot rule. That’s why no person can find a verse that saying otherwise.

So how can we really determine the vicinity of these verses. To answer this question I should show you the verse Shura/21. With the meaning of Shura/21, we encounter this answer.

Or do they have partners in religion who validate for them the things that Allah forbids? We see the word sherau here. “Partners who can make judgements for them.”

What we should focus on is the area that Allah forbids. From this perspective we can deduce that Allah leave humanity a vast ground of judgment via  the path of choice and opposition. But this creates another question, what is the area that Allah doesn’t allow us to make judgement? We will learn about it later when we processed the matter further.

 This verse, 42th has a notion about specifically the judgement calls of humanity but right after this verse we encounter quite the opposite message. What’s it saying?

fahkum beynehum Bima enzelAllah.. Judge between them with what Allah sent to you. So now there’s difference between; .. ve in hakemte fahkum beynehum Bil kist.. and ..fahkum beynehum Bima enzelAllah.. verses. Is there a contradiction here? No, of course not. If a situation is related to a matter that Allah puts a law on, then you should consider these laws when you make a choice. You cannot ignore them. Because ignoring them, making them irrelevant is also ignoring Allah. But beyond that there’s a ground where Allah open it for humans will, humans mind, humans judgement. So on those grounds when you make a decision, you should have one principle. What’s that? Bil kist Be Just. Make your judgements justly. So the only thing that validates the choice is justice. Making your calls by the light of justice.

So judgement has another aspect, direction. Ruling with justice. That’s why the message points out that the only thing validates the judgement and in this case ruling is justice. Tyranny and oppression only make things worse. That’s why whoever rules by tyranny and whatever that person thinks his rules are for, they are all invalid. That’s why famous scholar Sheyh-ul Islam Ibn Teymiyye of Harran said; “Countries collapse by tyranny, not blasphemy.” As in what makes a judgement invalid is tyranny.

We see two sides in this judgement situation in history.

One side is Haricis I mentioned before. That interpretted Qur’ans judgement related verses wrong and made them tools for their murders. They severed the ties of the words from their roots. They take a sentence from the chapter Joseph, a sentence came from the lips of Prophet Jacob and made it their instrument and reason for their murders. Caliph Ali once said on those murders based on that sentence;

 – Kavl ul hakk..! This sentence is Hakk. They are the words of Allah. – El Kavl ul Hakk They are the words of truth but yuradu biha batilun. They became tools for ignorants purposes. As in a word of truth is used to justify the superstitious and ignorant peoples heinous actions.

 A word of truth, used beside its purpose and was made as a means to do superstitious. This was the logic of haricis. You chose a judge between you and Muaviyah, then you became judge. You took the rule then you disobeyed Allah. You disobeyed then you became blasphemers. You did blasphemy then you are no longer a muslim. You left Islam then you deserve to die, execution. For this twisted logic Caliph Ali was murdered and the killer was a member of haricis. Ibn Mulcem murdered the great Imam Ali in the name of Allah.

This is ifrat, one side. Other side also exists in history, today they are named as choicers. As in those who try to understand these verses solely for Jews. They are treating these verses with all their content, with their ups and downs, they are all about jews. If we look at target groups of verses, it may seem right but Qur’ans verdicts are universal and beyond time and space, that is more true. You cannot degrade Qur’ans laws to a specific time and space, this would be a greater threat. That’s why all scholars and translation masters never forget this principle when they do their works.

“The specific nature of reasons are not obstacles for verdicts general nature.”

In this meaning, choicers says, “44, 45 and 47th verses of Maida chapter are for and about Jews, that’s why they are not concern of ours.” This is the real meaning behind these words. “We don’t need to judge with what Allah sent to us. Because these verses are about them.” Which believer has the guts to say something like that? How come something so bad to them can be good for us? Ibn Abbas a.k.a Tercuman-ul Qur’an (Qur’ans translator) says something for those who take this approach just like haricis who took other side. From the book Zemahseri Keshaf…

“O, you are so nice people in nature then? What a lovely people you are. All good things are to you and all bad things are to the people of the book, right? Qur’an should treat you with all good things and compliments but when you stumble onto some bad things, a negative comment, you say; “This doesn’t concern us, we shouldn’t be offended by that. These are for the people of the book.” Because you all are a nice bunch!”

He says this and adds a wonderful explanation to ensure a right understanding. Whoever from you denies the judgement of Allah, that person cuts his ties with Allah. He isn’t a believer anymore. Whoever doesn’t deny Allah’s judgement but also don’t go accordingly, he becomes fasik. He steps out of religions frame and becomes a tyrant. This is a great and balanced explanation.

We may also reach this conclusion from this explanation. The meanings of terms fasik, tyrant and blasphemer.

Whoever doesn’t deny Allah’s judgement but also don’t go accordingly, he becomes fasik. He steps out of religions frame and becomes a tyrant.

Whoever doesn’t deny Allah’s judgement but also don’t go accordingly and on top of that do the exact opposite, he becomes tyrant. Because this is the meaning of oppression. The laws Allah brought are the fairest for all mankind. Tyrany is the name of taking something from its rightful place. By doing that, this person takes Allah’s law from its rightful place and puts something else instead.

And whoever denies what Allah brought is a blasphemer all together.

We should be able to interpret these three verses via the help of this understanding. This understanding neither has a total rejection or a total acception. It’s an approach with a stand fair and acceptable. Moving on.

48-) Ve enzelna ileykel Kitabe Bil Hakki musaddikan lima beyne yedeyhi minel Kitabi ve Muheyminen aleyhi fahkum beynehum Bima enzelAllahu ve la tettebi’ ehvaehum amma caeke minel Hakk* li kullin cealna minkum shir’aten ve minhaca* ve lev shaAllahu lecealekum ummeten vahideten ve lâkin liyebluvekum fiyma atakum festebikul hayrat* ilAllahi merci’ukum cemiy’an feyunebbiukum Bi ma kuntum fiyhi tahtelifun;

 We revealed to you a reality that confirms, protects, witnesses, rules over and encapsulates the Truth pertaining to the knowledge of the reality (sunnatullah) that came before you… So judge between them with what Allah has revealed… Do not leave what has come to you as the Truth and follow their empty fancies and desires… To each of you We prescribed a law (rules and conditions regarding lifestyle) and a method (a system based on fixed realities not subject to change with time). Had Allah willed, He would surely have made you a single community! But He wanted to try you with what He gave you (so you can see for yourself what you are)… So hasten to do good! To Allah you shall all return… He will inform you of the things you have been dividing and disputing over. (A.Hulusi)

 To thee We sent the Scripture in truth, confirming the scripture that came before it, and guarding it in safety: so judge between them by what Allah hath revealed, and follow not their vain desires, diverging from the Truth that hath come to thee. To each among you have we prescribed a Law and an Open Way. If Allah had so willed, He would have made you a single people, but (His plan is) to test you in what He hath given you: so strive as in a race in all virtues. The goal of you all is to Allah; it is He that will show you the truth of the matters in which ye dispute; (A.Yusuf Ali)

Ve enzelna ileykel Kitabe Bil Hakki musaddikan lima beyne yedeyhi minel Kitabi ve Muheyminen aleyhi To you We sent the Scripture in truth, confirming the scripture that came before it, Muheyminen aleyhi seperator the truth from the false.

An important part. This is one of the features of Qur’an. One of the main functions of Qur’an. Qur’an is Muheyminen ala. What’s that mean? Maker of checker. As in if any of the previous messages had something other than celestial essence mixed in, Qur’an seperates the dirt from the original message. So that you may look Qur’an and decide accordingly.

That’s why Qur’ans function is seperating the superstitious and earthly interactions from the original celestial messages. So when someone checks the previous books and finds a verdict that doesn’t contradict Qur’ans verdict or some idea that Qur’an also validates, it means that verdict or idea is indeed celestial origin. Otherwise one can easily assume that they are tainted with earthly superstitious.

For this reason we should check Tora and Bible with the justice scale of Qur’an today. Is this a mixed gold. As in yellow essence was mixed with gold here, some other mineral was mixed here, golds purity was tainted or is it really the pure gold pure celestial message. To answer these questions we should make our researches by using Qur’an.

Qur’an is a blessing for them in this sense. Yes, a blessing even for them. If they do that they can easily see that Allah’s verses are mixed with peoples fictional verses and by that they can seperate them with ease.

Islamic scholarship approach the previous messages before Qur’an positively most of the time. But even there we see the problem of ifrat and tefrit. For example Caniph scholars suggest that in one can make his prayers using Tora, Khanbeli scholars say that one can go to bathroom with Tora. Very extreme, and sometimes very unpleasant things of course. First of all it’s a sacred text. Qur’an forbids people to insult things that other people find sacred. We will encounter verses related to this matter today and our other lessons later. But to be able to say that we can make our prays using Tora, we should first double check their essence and make sure they are the messages of Allah. Otherwise we cannot say a total verdict like this one. Moving on.

fahkum beynehum Bima enzelAllah so judge between them by what Allah has revealed, ve la tettebi’ ehvaehum amma caeke minel Hakk and follow not their vain desires, diverging from the Truth that has come to you.

Actually this is the continuation of the verdict matter talked above. As in Qur’an turns to Rasulallah now, addressing to him saying; fahkum beynehum Bima enzelAllah so judge between them by what Allah has revealed.

So who are they then? They could be Jews or people of the Book in general, we may see that Rasulallah sometimes made judgement calls for people of the book according to the records. For example first stoning penalty was given to a Jewish couple who were guilty of fornication. And when the penalty was given he said; “I will be the one who is forced to revive this forgotten verdict of Allah in Tora.”

This is important. As in Rasulallah made judgement calls for a jewish man and woman who were guilty of fornication with their books. But the word “they” can also be us, the community of Muhammad fort his matter. But whoever is mentioned here or whichever community is targeted, the message is clear. Allah says to Rasulallah that he should judge between them by what Allah has revealed, and shouldn’t follow their vain desires, by divergin the Truth.

The main reason is this. Don’t become Jewminded, Don’t become Christianminded. Do you know why they became like this? Because they tried to force their instincts, desires, egos and likes above Allah’s will. This is the main reason why they became what they are today.

Why did this happen? Why did they corrupt their books, why did they cut off from Allah’s will. Because to be able tol ive by Allah’s rule, humans willpower should be one with Allah’s will. This was their shortcomings, They couldn’t integrate their wills to Allah’s will. They thought they were different that Allah’s being. They severed pieces from the main and those pieces naturally without guidance fall into some bad paths. Paths that ruin and corrupt their societies just like they ruin their own books.

li kullin cealna minkum shir’aten ve minhaca Verse continues here and points out another general rule. To each among you have we prescribed minhac a Law and an Open Way.

This is one of the few spots where the Qur’an uses the word “sheria” and here we see it in the form of “Shir’a”. As a meaning Shir’a or Sheria, it is the source of water or path that people or animals take. If we gather these literal meaning we can say, the path to water, path that traveled on frequently, path that people should travel on. Not as the source of water but the path that leads to water. This is important. Here the message says, “A shir’a is given to all of you and it is established a method to follow it.” It is called minhac.

The method of carrying life on the path of sheria is called minhac. The method to carry water without spilling is called minhac and the path is called shir’a or sheria.

The main purpose of sheria is one and only but all communities might have different sherias. Prophets were recieving different sherias. It’s like this. The main source of water is always the same but every community walks its own path and creats its own style. People develops their paths on their own. The meaning is this. That’s why source is one, the celestial source. Purpose is one. There are mutual principles among different sherias. Great scholar of Andulusia Shatibi calls this makadus Sheria. Targets of sheria as in targets of celestial laws.

The differential nature of paths is also a blessing from Allah. It’s Allah’s action on taking notice for the time differences. It’s about taking notice of different timelines, different lands, different cultures and naturally different communities.

I said that sheriah is not the name of the source but the path that leads to that source. But source is not a steady or putrid water dam, no it’s a great river that flows with great potential without a hint of stopping a single drop. So if you percieve that the path may seem like a source of steadiness, then you stop time in your mind on this matter. Then you lose your perception of Allah’s actions on taking notice for the differences of time and space on this matter.

As an answer to the question of “How can we find the source?” we can only find the source by opening a path to it. That’s the only way to reach the celestial source. Of course we see those who fall into the mistakes of ifrat and tefrit historically.

1-People who try to stop the flow of source. People who try to turn the source into a dead, stinky cup of water.

2-People who abandoned the path to the source completely and follow some sort of mirages, lies, dreams instead of the truth.

These two types are wrong, they are both false and unfortunately they both exist.

First, imitating the ancestors, hence putrid water. Imitating ancestors with blind conviction. Second is imitating the West. A mirage, chasing a dream. False perception of a desert nomad to walk for a water source but in fact delve into the deeps of desert, an illusion. Humanity will see it as it really is one day.

In a world like this, if humanity seeks an alternate source, a way out, a new breath, we won’t have another alternative but Allah’s everflowing river. There won’t be an alternatice beside the celestial laws. That’s why we should be able to distinguish the path of celestial laws from the path of corrupted ways of ancestors.

This isn’t the way of imitation. Because it leads to a source so strong that the source can pierce through the land. Sheria leads to a source like that. We should be on that path today. People of yesterday used the path of yesterday. We should force another path just like the people before so that we may reach the source, we cannot use the old path anymore, that’s for sure.

So there’s a path unopened, unused  for people of today. It’s up to us to open that path. We will open it, we will open it by understanding the revelations. By concidering the time, by considering the humanity, by considering Allah’s will, that path should be opened. Qur’an is the peak of all revelations. It represents the most perfect and complete way for spiritual cleansing.

But this uniqueness don’t hold other religions members from reaching Allah’s mercy by other means. Just like the verse indicates. li kullin cealna minkum shir’aten ve minhaca To each among you have we prescribed minhac a Law and an Open Way. You may only find such clarity in Qur’an. An expression validates that other religions who follow the laws are

not really far away from Allah’s blessing. There are many verses in Qur’an that confirms this one. For example Baqarah/62 we see this.

Also in Ali-Imran/113 Leysu sevaen, min ehlil Kitab Not all people of the book are the same. Qur’an seperates the good from the bad. Qur’an never wipes an entire community without giving them a chance to distinguish themselves from the bad.

This is the logic Qur’an wants us to earn. Believing the Judgement Day, remember Innelleziyne amenu velleziyne Hadu venNesara vesSabiiyn.. (Baqarah/62) People who believe are Muslims so we should understand that those who show faith are muslims no matter what. They can be Jew, Christian or from some other religion, men amene Billahi Whoever shows faith to Allah velyevmil’ahiri whoever shows faith to afterlife, ve amile salihan and whoever makes good deeds, these three are mandatory felehum ecruhum inde Rabbihim ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun; shall see what they have done. Yes the verse is clear. There’s no need for alternate translations or interpretations. They will get their share of happiness. They won’t be disappointed. They won’t have future anxiety anymore.

The only book that might explain such a thing is Qur’an, my dear friends. lev shaAllahu lecealekum ummeten vahideten If Allah had willed, He might make a single community from you. Why single, why weren’t we become a single community you may ask, Qur’an says it’s the nature of things. Because Allah hadn’t willed this. Putting all people on one line, making them walk from a single lane, it’s not suitable for Allah’s will, even the struggle is for reaching Hakk.

It is said that shall not be possible. Had Allah willed, it shall be so. But Allah hadn’t willed. As in, the evil shall exist, so shall deviation, superstition, ugly. It’s the only what the good, beautiful and Hakk’s worth shall be realized. Comparison shall exist. People shall use their wills. If evil cannot exists, there wouldn’t be any choice for humans. What can they pick then, you need at least two things to choose. You cannot give prizes if there’s no way to choose a person. Or the opposite you cannot punish a person for their choices. A human can use his own will if he meets the alternatives. By choosing, a human becomes responsible for his choices. By that responsibility a person recieves a reward or punishment. It’s like that. That’s why…

. lev shaAllahu lecealekum ummeten vahideten If Allah had willed, He might make a single community from you. But Allah hadn’t willed. ve lakin liyebluvekum fiyma atakum What then, what had Allah willed. Allah wanted to try you with what He gave you. This is the answer to that. To test us with the things given us by Allah.

Allah has given us the revelations.

Allah has given us the life.

Allah has given us the earth.

Allah has given us the leadership.

Allah has given us the humanity.

Allah has given us the prophets.

Allah has given us the books.

And the verdict shall be given by checking if we betray these entrusted things or not. We are the ones responsible for our actions. These actions can only be counted as treason or loyalty. Either you betray the entrusted or you show loyalty. Only Allah may give the judgement for that.

festebikul hayrat then compete over not to destroy yourselves but on making good deeds. Very, very important principle, a universal principle. Compete each other to make more good deeds. Who? Who are the targeted group of this verse. li kullin cealna minkum shir’aten ve minhaca To each among you have we prescribed a Law and an Open Way. They are the ones who are told to do good deeds.

O communities who believe in Allah, o Jews who believe in one Allah, o Christians who are sincere in their faiths to one Allah, o you who have other belief systems that help you walk on the path of one Allah and Muslims, Compete each others to do good. Don’t complete to create evil. What a lovely call this is! Can an uncorrupted conscience rejects such a call? As we can see this is not a call for just the muslims. This is a call for all humanity. This book is humanities book. Not just muslims but christians book too. Real Christians, Jews and other monotheist belief systems. This is the book of truth and it offers you to compete to make good deeds.

ilAllahi merci’ukum cemiy’an You will all return to Allah. feyunebbiukum Bi ma kuntum fiyhi tahtelifun; He will inform you of the things you have been dividing and disputing over. As in you are in dispute over one thing. But remember the day will come and Allah will solve your disputes. That day you will learn the truth and insight of the things that trouble you.

Of course taking this meaning from a false perspective may create false assumptions like “You cannot know the truth over the things you argue. Whatever you do, you cannot reach the truth.” No, this perspective is wrong. The insight shows us this. “You are informed with the truth but despite that you went to your own paths, tried to create your own ways. You followed your egos, desires and instincts. But one day will come and you won’t travel further on that path and you will return to Allah’s will. That day will come and you won’t be able to deny the truth. The truth will come from Allah. You will be informed personally you won’t a choice but to accept.”

49-) Ve enihkum beynehum Bi ma enzelAllahu ve la tettebi’ ehvaehum vahzerhum en yeftinuke an ba’di ma enzelAllahu ileyk* fein tevellev fa’lem ennema yuriydullahu en yusiybehum Bi ba’di zunubihim* ve inne kesiyren minen Nasi lefasikun;

 (This is what We have decreed upon you:) Judge between them with what Allah has revealed to you… Do not follow their (baseless) desires… Be cautious of falling into provocation about some of the things which Allah has revealed to you! If they turn away, know well that Allah wants to give them affliction due to some of their mistakes… Indeed, the majority of mankind is corrupted in faith. (A.Hulusi)

 And this (He commands): Judge thou between them by what Allah hath revealed, and follow not their vain desires, but beware of them lest they beguile thee from any of that (teaching) which Allah hath sent down to thee. And if they turn away, be assured that for some of their crime it is Allah’s

purpose to punish them. And truly most men are rebellious. (A.Yusuf Ali)

Ve enihkum beynehum Bi ma enzelAllah Judge between them with what Allah has revealed to you. This is the exact repetition of 48th verse above.

ve la tettebi’ ehvaehum and follow not their vain desires. This is important. Ehvaehum. Hum pronoun points out a relation between muslims and the people of the book and verses related to this matter. I believe these verses between 42 and 50 of Maia chapter aside with Madina contract. Madina contract was the name of treaty after Rasulallah’s Hejira to Madina, his side and the people of the book in Madina, specifically Jews Union Confederation. In this contract a common strategy was established by mutual rights and laws, a communication path was opened within this strategies frame. But first group betrayed to this treaty was also the people of the book, Jews. So here the message comes to Rasulallah regarding their matter and said to follow the laws of their books, as in the laws of Allah brought, not any kind of personal judgements.

Of course this is not for them only. As in ehvaekum is not a word just for them. It’s also for us. You shouldn’t look for their peronal judgements but don’t we all have personal judgements, why ours should be better. Should we say, “If they make personal judgements Allah denies them. But if we do, Allah accepts because we are the community of Muhammad.”?” Doesn’t that attitude turn us to Jewminded individuals. They too were in thought that Allah will favor them.

 ..nahnu ebnaullahi ve ehibbauHU.. Maida/18

We are Allah’s sons, Allah’s friends. A perverted thought of being a chosen community. That makes them close to themselves, they make themselves sacred for some way and ignore all other beliefs. This is the definition of closeing eyes to truth. So if we also do that, if we put our existences above our moral positions, our behaviours and our responsibilities to Allah, if we ask for heaven from Allah just because our existences, we become Jewminded community. “I belong that group, so I have the right to do this, nothing below is enough for me.” These are the words of a Jewminded mentality. Also we learnt that existence or belonging to a specific community has no importance from the verse 62 of Baqarah as well as 48th verse of Maida chapters.

Membership is nothing. The main thing is your actions. What or where you belong has no importance beside your actions whether you are worthy of being there or not.

It doesn’t matter what you say about yourselves. What matter is Allah’s opinion about you. What does Allah say for you, that’s important. vahzerhum en yeftinuke an ba’di ma enzelAllahu ileyk Protect yourselves from the misconceptions and illusions. This is the follow up of the warning above. fein tevellev fa’lem ennema yuriydullahu en yusiybehum Bi ba’di zunubihim This is important, friends. And if they turn away, be assured that for some of their crime it is Allah’s

purpose to punish them. If they insist, be sure that Allah’s purpose is to punish them.

This is the crucial part. Insisting over a sin is the reason of Allah’s punishment over you. How can Allah really punish a person. Allah leaves that person with the sin all by himself. So you get furious, you reach the a point of losing your consciousness become berserk and after that the obvious. You turn your backs to Allah. And when you do that, you take satan as your guide, you begin to follow your egos and desires, not the celestial message.

What happens after that? The moral corruption begins. This may come by the form of economical fall, also political fall. Wars, famine, poverty, floods, storms, earthquakes. All because of our sins. And finally it comes and finds us. There’s a connection between humans behaviours and Allah’s will. A direct connection. There’s a relation between humans actions and universes, heavens and earths reactions. Because Allah, Rabb of all humanity is also the Rabb of all heaven and earth. So one cannot think that heavens and earth may react without the permission of the creator of them.

Can one assume that Allah punishes a person before he turns his back to Allah. Or do you think Allah may stay idle for a person who betrays and riots Allah. These are all wrong things. That’s why this sentence is here in this verse. If they insist on their betrayal, if they insist over turning their backs to Allah, Allah’s will takes form of a reason to punish them for their sins. If we look at this sentence more clearly, it’s really the people who punish themselves. Because one can only be punished for their own sings. But by the form of national dissolution, economical fall, political corruption, ethic breaks, wars, quakes or any other form of calamities. That’s how Allah punishes.

ve inne kesiyren minen Nasi lefasikun; Don’t forget that men are mostly rebellious.

50-) Efe hukmel cahiliyyeti yebgun* ve men ahsenu minAllahi hukmen likavmin yukinun;

Or do they want pagan laws (from the days of ignorance)? Who is a better judge than Allah for people whose faith is firm? (A.Hulusi)

 Do they then seek after a judgment of (the days of) ignorance? But who, for a people whose faith is assured, can give better judgment than Allah? (A.Yusuf Ali)

Efe hukmel cahiliyyeti yebgun Or do they want pagan laws from the days of ignorance? If a community who are blessed with the light of revelations, who are blessed by Allah go and turn their back on these verses, it only has one meaning. They prefer pagan laws of the days of ignorance to Allah’s laws.

The laws of ignorance. It’s the hegemonia of pure earthly benefits, personal profits. This is the typical featrure of ignorance laws. If you figure out the ignorance laws in every era, every place you should look for that laws ultimate target. If that target gives you the destination of pure personal gains, simple facts that only a handful people benefit by harming others they are the laws of ignorance. If they are designated to find simple causes and based on earthy benefits instead of eternal lifes happiness, know that this is the definition of a law of ignorance.

If the material world that takes to consideration and ignore the soul, ignore the meaning of being human, this becomes the law of ignorance. This is how you seperate them from the rest.

ve men ahsenu minAllahi hukmen likavmin yukinun; Who is a better judge than Allah for people whose faith is firm? Who can be a better lawbringer that Allah? Answer is obvious. For people who are sane; no one. Why?

 1-Allah is bigger that humanity.

2-Allah never be jealous.

3-Allah has no gain from the laws that He brings. If you choose a person to create laws, that person definitely puts his interests at first. They favor theirselves first and definitely gains something from the laws that he creates. Why shouldn’t he? If you make a person draw the lines, that person definitely draw them in favor of himself. They create a power to dominate the others. And by giving him the power of making laws you make your equal, superior. You make a person, your god. But at first he was nothing but just a man. That’s why Qur’ans answer to these questions is very clear.

51-) Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehizul yehude ven nesara evliya’* ba’duhum evliyau ba’d* ve men yetevellehum minkum feinnehu minhum* innAllahe la yehdil kavmez zalimiyn;

O believers… Do not befriend the Jews and the Christians… They are friends with one another… Whoever befriends them, he will indeed become one of them… Certainly, Allah will not guide the wrongdoers (He will not enable those who do wrong to themselves to experience the reality)! (A.Hulusi)

 O ye who believe! take not the Jews and the Christians for your friends and protectors: They are but friends and protectors to each other. And he amongst you that turns to them (for friendship) is of them. Verily Allah guideth not a people unjust. (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuhelleziyne amenu O believers. la tettehizul yehude ven nesara evliya’ Don’t take the Jews and the Christians for your friends and protectors. I chose not to translate this section as just friends. Because many meanings are given to the words veli or evliya. I mentioned this fact before when we studied Alu Imran/28 and Nisa/139. I want to remind that now.

The word evliya. Like I said Qur’an uses this word with many different meanings. Friend, comrade, secretkeeper, authority, ally, guardian, protector. These are all different meanings. You cannot use the meaning friends and another meaning authority with the same result expectataion. For example authority is a political meaning, ally is a social meaning even military. It’s about defense. Guardianship and protection is a more direct and personal approach. That’s why different sections use different meanings. That’s why I chose not to translate it as just friends. I prefer guardian at this point. We can classify all meaning under these lines.

1-Personal guardianship

2-Religional guardianship

3-Moral guardianship

4-Social guardianship

5-Political guardianship

First one, personal guardianship is allowed except a few conditions. At this point different religions and beliefs are not at front. Personal friendships are not restricted in Qur’an. Also we can see personal friendship in Rasulallah’s practices. When Rasulallah had passed away after the completion of Qur’an, he died in debt to a Jewish trader named Abu Shahm. This is a direct relation even to a degree to taking a loan and pawning his armor. That close relation. The loan he took from him was grain loan as in a loan for food.

You may ask at this point, at times when Rasulallah was about to pass away, almost all Arabic peninsula was under the lines of Islamic administration. Many rich and fertile lands like Necran was under the rule of Islam. That means a huge income. So why did Rasulallah need to take loan? More importantly why from a jew? These are important questions but the answer might give us a light for that eras Rasulallah’s practices.

For that reason personal guardianship, as in human relations and friendships aren’t restricted. Religional friendship however is definitely restricted. You cannot take a member of another religion as your religions guardian. You cannot take him as an authority. Religional restriction on this subject is Qur’ans absolute restrictions.

Third and fourth ones, moral and social guardianships and friendships are troubled. If the disadvantages might be lifted, there’s no harm in that. But if not, that type of friendship only harms muslims.

Fifth one, the political guardianship is relative. As in the political friendship can only be decided based on the situation. Political frienship, being an ally; this was the reason of licence of Madina, Rasulallah’s permission. In fact Mumtahine chapter, verses 7-8-9 explains this situation perfectly. The reason of arrival of these three verses in Mumtahine chapter is Hatip Bin Ebi Belta’s actions. When Rasulallah was about to march to Mecca, Hatip Bin Abi Belta intended to warn his close relatives and friends to secure themselves and their possessions, for this intention he sent a messenger to heathens of Mecca secretly. his messenger was caught midway. For this reason Qur’an’s verses arrived saying, “O believers, don’t take my enemies of you and I as friends and guardians. This is important. In fact the first nine verses are about his particular subject. Don’t take your or my enemies as friends and guardians.

It’s obvious. We might say it’s about heathens but it doesn’t matter. The boundries of relations between muslims and non-muslims are given here. 7, 8 and 9th verses. Not taking them as friends in situations like hostility and opposition. As in if they decide to oppose you, if they try to banish you from your lands, if they try to take over your political rights, if they violate the security of Islamic community, taking them as guardians or being friends with them is considered treason and being allies with the enemy.

This is the restriction, absolute restriction of friendship. Other then that, befriending a non-muslim on personal level is not restricted at all. ba’duhum evliyau ba’d They are friends with each others.

Everyone, each others; Taberi and Zemahsheri took the section as it is. As in Christians and Jews are not friends with each others but Jews are friends with other Jews and Christians are friends with other Christians. So they don’t take you as friends. As in you may take them as friends and they pretend they are your friends but in reality they don’t.

ve men yetevellehum minkum feinnehu minhum whoever from you takes them as guardian, definitely becomes one of them. An interesting expression. How shall we take this sentence? Taking them as friends or guardians, is a way to become like them. If we take this sentence as the center of the verse, the meaning changes. The restriction meaning at the beginning of the verse takes another meaning, it becomes a must for all situations. Like saying no matter what happens you cannot befriends with a non-muslim individual or groups. If you do, you become one of them. But if this sentence is taken as a side use, it becomes a sentence of information, sentence of warning. As in whoever takes them as friends and guardians, they begin to be like them in time. When the end comes their beliefs start to take place in hearts, you begin to believe like them, hear and see like them.

Not only it poses an important declaration, I think this second meaning has more impact too. When we take this sentence with this meaning the restriction conjecture takes another turn. It earns a dependable situation. It’s like this, any relations with them that influence you to become like them, fall into the territory of restriction. Any relations that don’t endanger your beliefs are excluded for that restriction. The main thing here is this. Moral and political guardianship. Moral guardianship is all about accepting their lifestyles and being assimilated under their societies. Political guardianship is all about accepting their authority which is restricted from the get go, of course.

innAllahe la yehdil kavmez zalimiyn; without a doubt Allah doesn’t guide a community who wrong themselves.

52-) Feteralleziyne fiy kulubihim meredun yusari’une fiyhim yekulune nahsha en tusiybena daireh* fe’asAllahu en ye’tiye Bil’fethi ev emrin min indiHI feyusbihu ala ma eserru fiy enfusihim nadimiyn;

You will see those devoid of healthy thought (the hypocrites) saying, “We fear that things may turn against us” and hasten towards them (the Jews and the Christians)… Perhaps Allah will bring clarity or a verdict from Himself (HU) and they will become regretful over what they have been harboring within themselves. (A.Hulusi)

 Those in whose hearts is a disease – thou seest how eagerly they run about amongst them, saying: “We do fear lest a change of fortune bring us disaster.” Ah! perhaps Allah will give (thee) victory, or a decision according to His will. Then will they repent of the thoughts which they secretly harbored in their hearts. (A.Yusuf Ali)

Feteralleziyne fiy kulubihim meredun yusari’une fiyhim yekulune nahsha en tusiybena daireh Those in whose hearts is a disease saying: “We do fear least a change of fortune bring us disaster.” And then they try to race themselves in favor of other people.

The message here is this, any attitude that weakens the resistance is seemed as aiding and abedding the enemy. This is it dear friends. Showing a vision of “We fear the tides may turn against us.” Hypocrites that are with the muslims. Half believers. There’s only one this that they build their faiths on, their own interest. That’s why the only thing matters for them is this. We are here, because we are in gain for being here. But we fear we might lose something too. This is the faith that build on desires.

fe’asAllahu en ye’tiye Bil’feth perhaps Allah will give you victory, ev emrin min indiH or a decision according to His will feyusbihu ala ma eserru fiy enfusihim nadimiyn; Then will they repent of the thoughts which they secretly harbored in their hearts. Allah leaves those half believers with their own suffering of conscienceness. “Allah’s words are absolute truths, I’m here because of that.” This is the voice of conscience but what theirs say, “I’m here because I have gain here.” Those who say that are delivered to their own consciences by Allah so that maybe they see the truth.

53-) Ve yekulullezine amenu ehaulailleziyne aksemu Billahi cehde eymanihim innehum leme’akum* habitat a’maluhum feasbehu hasiriyn;

 The believers say, “Are they the ones who solemnly swear with all their might and in the name of Allah to be with you?” Their deeds have become worthless; they have become losers. (A.Hulusi)

 And those who believe will say: “Are these the men who swore their strongest oaths by Allah, that they were with you?” All that they do will be in vain, and they will fall into (nothing but) ruin. (A.Yusuf Ali)

Ve yekulullezine amenu The believers say to them, real believers say to these people, ehaulailleziyne aksemu Billahi cehde eymanihim innehum leme’akum “Are these the men who swore their strongest oaths by Allah, that they were with you?” Are those the ones who swore their strongest oaths with you? People who put their interests at first place, make the hypocracy a nature for themselves.

Why? Because they don’t have a constant truth. Wherever their interests are that’s where they reside. Another name of hypocracy is fundamentalism. Their own interests, personal needs, earthly gains, that’s the places you see them. They might move on to a different location if their interests are gone. Qur’an denies this indecency and criticise it for its nature.

habitat a’maluhum this sharp expression is for them. All their efforts are in vain. Yes, because they make small deeds time to time. But they don’t do it because they believe in good or beautiful, they do it because they have interests on that. As you can see dear friends, intentions define the actions. feasbehu hasiriyn; And they become the losers.

54-) Ya eyyuhelleziyne amenu men yertedde minkum an diynihi fesevfe ye’tillahu Bi kavmin yuhibbuhum ve yuhibbuneHU ezilletin alel mu’miniyne e’izzetin alel kafiriyn* yucahidune fiy sebiylillahi ve la yehafune levmete laim* zalike fadlullahi yu’tiyhi men yesha’* vAllahu Vasi’un ‘Aliym;

 O believers… Whoever among you renounces his faith (should know that) Allah will bring (in your stead) a people who (He) will love, (and who) will love Him, who are humble toward the believers and honorable toward the deniers of the reality, who will fight in the way of Allah without fearing any condemnation from any condemner… That is the favor of Allah; He bestows it upon whom He wills. Allah is the Wasi, the Aleem. (A.Hulusi)

 O ye who believe! if any from among you turn back from his Faith, soon will Allah produce a people whom He will love as they will love Him,- lowly with the believers, mighty against the rejecters, fighting in the way of Allah, and never afraid of the reproaches of such as find fault. That is the Grace of Allah, which He will bestow on whom He pleaseth. And Allah encompasseth all, and He knoweth all things. (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuhelleziyne amenu O believers… men yertedde minkum an diynihi If any from among you turn back from his Faith.

Whoever betrays the contract, remember the 11th verse of Ra’d chapter. ..innAllahe la yugayyiru ma Bi kavmin hatta yugayyiru ma Bi enfusihim.. Ra’d/11. Allah never changes the status of a community unless they change their own essences. A societies position never changes. This is the contract of Faith, friends. Islam is the name of Allah’s contract. Whoever betrays this contract, Allah looks at them as betrayers, people who go astray from the path. Hence the reply, whoever betrays the contract, their entrusted shall be taken from them.

men yertedde minkum an diynihi fesevfe ye’tillahu Bi kavmin yuhibbuhum ve yuhibbuneHU If any from among you turn back from his Faith, soon will Allah produce a people whom He will love as they will love Him. Task of betrayers shall be taken from them and shall be given to another group. Islam and Faith are taken from them and given to a new community that won’t betray. in yeshe’ yuzhibkum ve ye’ti Bi halkin cediyd; Abraham/19

 If you betray Allah, He wipes you all. Allah cleans all of you from the face of the earth and creates brand new. I can translate it like this. Humanity, assume that humanity become hopeless. Allah gives up humanity because humanity becomes useless, then you will all be wiped out. ve ye’ti Bi halkin cediyd and a newly created creature shall be brought forth. A creature superior to you. That’s why Allah does that.

 This is important. And here, the message says, they love Allah and Allah loves them. As in love, shared with humans, Vedud Allah is both loves and be loved. Allah doesn’t only love people, Allah wants people to love Him too. Allah wants love from humanity.

 ezilletin alel mu’miniyne e’izzetin alel kafiriyn What more do these newcomers do? They say, “So these were the evil deeds of the people before and we take it from there.” These newcomers are humble to believers and fierce to blasphemers. The summary is this, friends. They bow down to faith and stand firm to denial. This is it. They bow down to faith because if they don’t, they should bow down to denial. One way or another.

People who bown down to denial, and stand fierce to faith, people who rebel. They show attitude, machismo to believers, but they become house cats or servants when they are in from of blasphemers.

These words are for them. Allah takes the Hakk from you and gives the quest of carrying the Truth to others. O believers, be like earth in front of faith but be like a rock in front of denial.

yucahidune fiy sebiylillahi ve la yehafune levmete laim They show all efforts on the path of Allah. Yes, they show their full efforts on tha way of Allah and they don’t fear criticism or condemnation of condemners. As in they ask “What would Hakk say?” before “What would people say?” Their first instinctive question is about Allah’s opinion on a matter.

zalike fadlullahi yu’tiyhi men yesha’ That is the favor of Allah; He bestows it upon whom He wills. vAllahu Vasi’un ‘Aliym; And Allah encompasses all, and He knows all things.

55-) Innema Veliyyukumullahu ve RasuluHU velleziyne amenulleziyne yukiymunes Salate ve yu’tunez Zekate ve hum raki’un;

 Your only Waliyy is Allah, the Rasul of HU, and the believers; they establish salat and give alms bowing down. (A.Hulusi)

 Your (real) friends are (no less than) Allah, His Messenger, and the (fellowship of) believers,- those who establish regular prayers and regular charity, and they bow down humbly (in worship). (A.Yusuf Ali)

Innema Veliyyukumullahu ve RasuluHU velleziyne amenu Your (real) friends are (no less than) Allah, His Messenger, and the (fellowship of) believers. Answer to those questions above. A follow up to the verse that saying, “You shouldn’t be friends with these.” Naturally a question surfaces. “Whom shall we be friends with?” Doesn’t Allah enough? Doesn’t Rasul enough? Doesn’t true believers enough? So why do you go and be friends with people who will betray you?

Elleziyne yukiymunes Salate they establish regular prayers. This expression have three meanings. They do prayers, they liven up prayers constantly and they support Allah. Expression of establishment gives these three meanings all at the same time.

ve yu’tunez Zekate they accept their financial responsibilities and give alms for cleansing. ve hum raki’un; because they only bow down to Allah. This is the truth that praying symbolizes dear friends. By bowing down you also make this statement. “O Rabb, I only bow down to you.”

56-) Ve men yetevelellahe ve RasuleHU velleziyne amenu feinne hizbAllahi humul galibun;

Whoever befriends Allah, the Rasul of HU, and the believers (should know) the allies of Allah are the ones who will prevail! (A.Hulusi)

 As to those who turn (for friendship) to Allah, His Messenger, and the (fellowship of) believers,- it is the party of Allah that must certainly triumph. (A.Yusuf Ali)

 Ve men yetevelellahe ve RasuleHU velleziyne amenu As to those who turn (for friendship) to Allah, His Messenger, and the (fellowship of) believers feinne hizbAllahi humul galibun they are the ones who will prevail!

57-) Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehizulleziynettehazu diynekum huzuven ve le’iben minelleziyne utul Kitabe min kablikum vel kuffare evliya’* vettekullahe in kuntum mu’miniyn;

 O believers… Do not befriend those who take your religion in ridicule and amusement among those to whom the knowledge of the reality has been given before you, nor those who deny the reality! Protect yourselves from Allah, if you are people of faith! (A.Hulusi)

 O ye who believe! take not for friends and protectors those who take your religion for a mockery or sport,- whether among those who received the Scripture before you, or among those who reject Faith; but fear ye Allah, if ye have faith (indeed). (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuhelleziyne amenu O believers. la tettehizulleziynettehazu diynekum huzuven ve le’iben minelleziyne utul Kitabe min kablikum vel kuffare evliya

Pay close attention please, O believers. Don’t take for friends and protectors those who take your religion for a mockery or sport,- whether among those who received the Scripture before you, or among those who reject Faith;

An explanation for above. This is the translation of 51th verse. Who shall not be friends with? It’s not all non-muslims. No, there’s a  group among them who take our religion for amusement purposes, for mockery. Of course it’s not our religion only. Because it’s not about that according to this verse. In fact this includes people who mock the concept of religion altogether.

So, this la’b and lehv and huzuv. We should look at this closely and see how can a belief, a religion be underestimated, be a tool for mockery and amusement.

1-Insincerity. Treating orders and restrictions of religion with an insincere attitude. That’s why if a person nowadays claims to be a muslim, we shall ask this question first. “Are you serious?” If a person says “I’m a barber.” You sit down and make him shave you. But being a muslim? Isn’t there a way to prove this claim? Having a talent or a job requires a proof naturally but how can being a muslim claim doesn’t have anything to prove itself? Is it something so vulgar? Not possibly. That’s why first group is for those who have the claims of being muslims but show no effort to support this claim since they have no interest for their own religions. According to Qur’an they are among the people who toy their religions (Enam/70)

2-People who violate sacred values. Insulting peoples beliefs and sacred values is forbidden whether they represent the truth or superstition. We muslims don’t do that.

3-Treating your own religion with indeceny. This is making the religion your toy. Mocking ones own faith. He says that he believes something, for example he says that he believes Allah. But when you look at him, he does the opposite of Allah’s orders. He says that he believes in Qur’an, takes Muhammad as his leader, he says that he is a muslim. But being a muslim has the meaning of submitting to Allah. When you look at him however, he turns his back to the judgement of Allah. This is indecency. Of course it’s also something else too, something much worse, a black hole from inside.

4-Playing with celestial laws. This is the literal definition of making a religion a tool for amusement. Playing with celestial laws, currupting them and twisting them from their intented meanings. Distorting them. Destroying their essences with twisted translations.

So all these are in this verse of Qur’ans territory. People who mock religions and make toys out of them. vettekullahe in kuntum mu’miniyn; if you really believe, be respectful to Allah. Because if you follow the other path, you disrespect Allah.

58-) Ve iza nadeytum iles Salatittehazuha huzuven ve le’iben zalike Bi ennehum kavmun la ya’kilun;

And when you call to prayer they take ridicule and make fun of it… This is because they are people who are unable to use their intellect. (A.Hulusi)

 When ye proclaim your call to prayer they take it (but) as mockery and sport; that is because they are a people without understanding. (A.Yusuf Ali)

Ve iza nadeytum iles Salatittehazuha huzuven ve le’iben And when you call to prayer they take ridicule and make fun of it. Who are they? Jews, Christians and heathens. This was established in previous verse. So how can they be called to prayers?

1-If we take the prayer in this verse by its literal form, as daily prayer itself, it’s a reference for prayings fundamental statue. Praying is foundation of religion. Hence if a person begins daily praying, he automatically enter the territory of Islam. It’s a proof.

2-If we take praying or salat in the word of Qur’an, it may have the general meaning of worshipping. As in you call others for worshipping. I find the first meaning more accurate. You call to prayer they take ridicule and make fun of it. They make mockery for it.

This whole sentence can be taken as this. They were all talking arabic back then. Jews, Christians, heathens. Salat means praying in arabic. But muslims were executing their prayings with a form that never seen before. They were praying by the form of daily praying. Naturally non-muslims couldn’t figure out what they were doing there. That’s why they were mocking them by saying, “Look how they pray, look at their stands, actions.” This is the interpretation of mine. The meaning is that they couldn’t connect the praying with worshipping, they couldn’t understand the postures, ruku and secde stances like they should. That’s why they were making fun with it.

zalike Bi ennehum kavmun la ya’kilun; This is because they are people who are unable to use their intellect. Yes, they were people who cannot understand the great acts that represents praying.

59-) Kul ya ehlel Kitabi hel tenkimune minna illa en amenna Billahi ve ma unzile ileyna ve ma unzile min kablu, ve enne ekserekum fasikun;

Say, “O those to whom the knowledge of the reality has been given, do you resent us just because we have believed in Allah, our essential reality, to what has been revealed to us, and to what was revealed before us? The majority of you have gone astray!” (A.Hulusi)

 Say: “O people of the Book! Do ye disapprove of us for no other reason than that we believe in Allah, and the revelation that hath come to us and that which came before (us), and (perhaps) that most of you are rebellious and disobedient?” (A.Yusuf Ali)

Kul ya ehlel Kitabi Like it is said before in 55th verse, secde stance is a declaration of love to Allah with these words. ve hum raki’un.

Yes, they bow down to Allah. But it was said in previous verse, they didn’t possess the intellect that secde represents a truth of live itself, that it represents how weak people are in front of the creator Allah and this stance symbolises this confession.

Kul ya ehlel Kitabi hel tenkimune minna illa en amenna Billahi ve ma unzile ileyna ve ma unzile min kablu Say: “O people of the Book! Do you disapprove of us for no other reason than that we believe in Allah, and the revelation that has come to us and that which came before us?” Ask them. ve enne ekserekum fasikun; The majority of you have gone astray!” Yes, both in Tora, Bible and Qur’an the only call we can hear is the call of Islam. And the only book that informs people whoever believe in Allah, afterlife and do good deeds shall be forever in joy is also the Qur’an itself. This is important.

60-) Kul hel unebbiukum Bi sherrin min zalike mesubeten indAllah* men leanehullahu ve gadibe aleyhi ve ceale minhumul kiradete vel hanaziyre ve abedet tagut* ulaike sherrun mekanen ve edallu an sevais sebiyl;

Say, “Shall I inform you of how wretched the consequences of your deeds are in the sight of Allah? They are those who Allah cursed and with whom He became angry! (Allah) changed them into followers of apes (those who live in imitation without reason), swine (those who live for their carnal pleasures) and Taghut (satan – illusions – impulses)! They are the ones whose dwellings are the most wretched and who have gone astray from the sound way! (A.Hulusi)

 Say: “Shall I point out to you something much worse than this, (as judged) by the treatment it received from Allah? those who incurred the curse of Allah and His wrath, those of whom some He transformed into apes and swine, those who worshipped evil;- these are (many times) worse in rank, and far more astray from the even path!” (A.Yusuf Ali)

Kul hel unebbiukum Bi sherrin min zalike mesubeten indAllah* Say, “Shall I inform you of how wretched the consequences of your deeds are in the sight of Allah?”  men leanehullahu ve gadibe aleyhi “They are those who Allah cursed and with whom He became angry!” ve ceale minhumul kiradete vel hanaziyre ve abedet tagut those who worshipped evil.

This part is important, because they accept the authority of evil, they turned into apes (imitators without reason and mind) and swines (who live in carnal pleasures only) Becoming apes concept was talked in Baqarah/65 as you remember. ..lehum kunu kiradeten hasiiyn; Mujahid, a great translator takes this becoming apes situation as a moral compass corruption. Becoming apes morally is equal to fall into imitation in your lives.

What about becoming swines? It’s all about turning into unethical, immoral individuals. Sexual corruption, closing your minds to more sacred values and become a sexualy perverted people. In Qur’ans words becoming swines. When a community becomes apes, they turn into imitators, they try to do what they look. And if they turn into swines, they let go any moral values, ethical norms. This is some sort of punishment. Think about it, how can Allah punish a community? Is there a worse punishment then that? Turning into immoral people and begin to imitate enemies. That’s heavy.

ulaike sherrun mekanen ve edallu an sevais sebiyl They are the ones whose dwellings are the most wretched and who have gone astray from the sound way!

61-) Ve iza caukum kalu amenna ve kad dehalu Bil kufri ve hum kad harecu Bih* vAllahu a’lemu Bi ma kanu yektumun;

 When they come to you they say, “We have believed”… But in reality, they come to you in a state of denial and leave you in a state of denial… Allah, as the creator of their actions, knows better what they hide. (A.Hulusi)

 When they come to thee, they say: “We believe”: But in fact they enter with a mind against Faith, and they go out with the same but Allah knoweth fully all that they hide. (A.Yusuf Ali)

Ve iza caukum kalu amenna When they come to you they say, “We have believed”. ve kad dehalu Bil kufri ve hum kad harecu Bih* But in fact they enter with a mind against Faith, and they go out with the same vAllahu a’lemu Bi ma kanu yektumun but Allah knows better what they hide.

62-) Ve tera kesiyren minhum yusari’une fiyl’ismi vel udvani ve eklihimussuht* le bi’se ma kanu ya’melun;

 You will see most of them leaning towards offence against Allah and hastening to consume what has been forbidden… How wretched is what they do! (A.Hulusi)

 Many of them dost thou see, racing each other in sin and transgression, and their eating of things forbidden. Evil indeed are the things that they do. (A.Yusuf Ali)

Ve tera kesiyren minhum yusari’une fiyl’ismi vel udvani ve eklihimussuht You will see most of them leaning towards offence against Allah and hastening to consume what has been forbidden.. Usurpers, destroyers of values. We had studied them in 42nd verse of this chapter. It represents dealing with dirty works. By literal meaning “suht” is all dirty works and things that corrupt us. le bi’se ma kanu ya’melun How wretched is what they do! Allah protect us from all sorts of value wreckings.

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10) “Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”.

“Esselamu aleykum.”



ESMA DERSLERİ – 22 – EL ĞAFÛR (B) (M. Hüseyin videolarından derleme)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************************

………EL ĞAFÛR

………Allah’ın el Esmaü’l Hüsna sını anlamaya, tanımaya çalışıyorduk. Allah’ın 8. Esmasını el Ğafûr ismini anlamaya çalışacağız. Sadece Allah’ın bir ismini duyup ben bu ismi biliyorum demek doğru değildir. O ismi bütün yönleriyle anlamak gerekiyor. Allah ayetlerde o ismi nasıl öğretmişse, anlatmışsa ancak öyle öğrenince bütünüyle olmasa da her bir yönünden bir parçasıyla anlamış oluruz. Allah’ın isimlerini öğrenmekten gaye, Allah’ın muradı kulunun kendisini tanımasıdır.  Yaratılışın gayesi de budur.

………Allah kulunun kendisini tanımasını istiyor, Nasıl tanıyacak? Elbette ki sıfatlarıyla, isimleriyle tanıyacak. Biz bir insanı tanırken de onu sıfatlarından isimlerinden tanırız. Eğer Allah’ın güzel isimleri onun üzerinde tecelli etmişse o güzel bir insandır. Yok Allah’ın isimlerinden mahrum kalmışsa o da kötü, çirkin biridir. Allah’ın isimlerinden mahrum kaldığı içindir bu.

………ResulAllah efendimiz buyuruyorlar;

………Eğer siz hiç günah işlemezseniz Allah sizi giderir, yerinize günah işleyen ve kendisinin de affettiği, mağfiret ettiği kimseler yaratır.

………Neden? Allah tanınmak istiyor, affının, mağfiretinin anlaşılmasını istiyor. Allah dileseydi hiç günah işlemezdik. Ama biz günah işlemeseydik Allah’ın Ğafûr ismi anlaşılmazdı. Allah’ı tanıyamazdık yani. Onun için Allah nasıl mağfiret eder ayetlerinden hep beraber anlamaya çalışacağız. Allah’ın isimlerini öğrendikçe, Allah’ı tanıdıkça Allah’ı sevmek mümkün olur. Sevdiğimiz nedir? Allah’ın sıfatlarıdır. Dolayısıyla Allah’ın sevgisine de layık olmuş oluruz. Allah’ın isimleriyle, sıfatlarıyla güzelleşmiş oluruz, Allah’a yakın olmuş oluruz,

………Bu anlaşılmadan da böyle olur mu? Elbette ki olur. Nasıl? Mesela öyle insanlar var ki, örneğin köy yerindedir, hiçbir şey öğrenmemiş. Okumamış, kimse de öğretmemiş. Böyle biri nasıl Allah’a halife olacak? Allah her şeyi biliyor ve görüyor, kuluna tanıdığı imkânıyla muamele ediyor. Mesela bakarız hiç ilmi yoktur, okuma yazması yoktur, doğru dürüst dinlediği bir vaaz da yoktur. Ama Allah’ın güzel isimleri üzerinde tecelli etmiş, hayatı Kur’an olmuş.

………Okumadığı halde nasıl böyle oldu bu? Nasıl ki Allah Kur’an ı vahyetmişse her bir kul içinde aynı şey geçerlidir, Allah onun gönlüne de Kur’an ı koymuştur. Onun fıtratını Kur’an ile yoğurmuştur, ayetleri ile yoğurmuştur, isimlerinin nuruyla yoğurmuştur çünkü. İçinde ki Kur’an dirilmiş, perde üzerinden kalkmış, Allah’ın vahyinden gaye de budur, içindeki Kur’an dirilsin diye, içinde ki Hz. İnsan dirilsin diye, Allah’ın nefh etiği ruh tecelli etsin diye, esmaü’l Hüsna üzerinde tecelli etsin diyedir. Bu zaten onda mevcut, imkânı olmayınca Allah ona yardım etti. İhlasına, imanına göre, samimiyetine göre.

………Ama bir kulun imkânı varsa Allah ona böyle bir ikramda bulunmaz. Bütün imkânlarını kullanması gerekiyor çünkü. Öğrenmesi, anlaması gerekir. Gönlündeki Kur’an ile Allah’ın vahyini buluşturması gerekir, o ölçüye vurması gerekir.

………Allah’ın Ğafûr ismi Kur’an da 81 defa (91 kez olması gerek) geçiyor. Kelime manası, her türlü günahı sınırsız olarak affeden demektir. Allah mağfireti Kur’an da üç türlü anlatır. 1- Ğafûr ismi, 2 – Ğaffar ismi, 3 – Ğafirü’z zenb diye geçer. Günahları affeder. Bu isim olarak geçmediği sadece fiil olarak geçtiği için onu isim olarak almıyoruz. Aynı zamanda Ğafir ismi, sıfatı, fiili Allah’ın Ğafûr ve Ğaffar ismine dahil olduğu için onun nuru bu iki isimden tecelli ettiği için onu bağımsız bir isim olarak alamıyoruz. O sadece Allah’ın ef’a’i hüsnasından olur, güzel fiillerinden olmuş olur yani. Bütün isimler için aynı ölçü geçerlidir. Eğer o isim başka bir ismin nurundan tecelli ediyorsa onu isim olarak almıyoruz. Eğer bağımsız olarak tecelli ediyorsa onu isim olarak alıyoruz yoksa onu fiil olarak kabul etmemiz gerekir.

………Ğafr demek, korumak demektir. Miğfer ve meğafir o kökten gelir. Miğfer başı koruduğu için miğfer denmiş, koruyan. Meğafir de bir otun ismidir yaraları iyileştirendir. O otu yaranın üzerine koyup kapattığımızda yarayı iyileştiriyor onun için ona da meğafir denmiş. Yani Ğafr kelimesinin manası korumak ve örtmek demektir. Allah kulunun günahlarını örtüyor, bununla onu koruyor. Neden koruyor? Hüsrana uğramaktan koruyor, cehenneme gitmekten koruyor, ebedi hayatını kaybetmekten koruyor, ruhunu öldürmesinden koruyor.

………Örten Allah’tır, örtülen günahtır, örtünen de insandır. Bunların hepsine birden mağfiret denir. Allah’ın Ğafûr ismi her türlü günahı her durumda sınırsız olarak mağfiret eden, örten, olmamış gibi muamele eden demektir. Kur’an da Allah 3 türlü affı beyan ediyor; 1- Tevbe, 2 – Safh, 3 – Ğafr dır. Ğaffar.

………1 – Tevbe; Allah bir kulun tevbesini kabul ettiğinde onun günahını affetmiştir ama günahını yüzüne vurmaktan, aynı şekilde o günahın azabından onu affetmiştir. Fakat ikabından affetmemiş, vazgeçmemiş demektir. Yani ona; “Kulum sen şu günahı işledin, böyle bir yanlışı yaptın. Neden böyle yaptın? Şöyle yapman gerekmez miydi.” Der. Ama o günaha ceza vermez, bu aftır.

………Bir tanesi de safh tır o da hem o günaha ceza vermekten vazgeçmiştir, hem de ona i’tab etmekten yani azarlamaktan vazgeçmiştir. Ama günahı söylemekten vazgeçmemiştir. “Şunu şöyle yaptın onu affettim.” Der, azarlamaz ama günahını da yüzüne vurmuş olur. Bu da safh tır.

………Bir de gafr mağfiret etmek vardır. Bu hem günahın cezasından vazgeçmektir, hem günahı onun yüzüne vurmaktan vazgeçmektir, hem onu azarlamaktan vazgeçmektir. Olmamış gibi üzerini örtüp silmektir. Sanki o günahı hiç işlememiş gibi muamele etmektir. Onun için peygamberler dua ederken Allah’tan affı veya safh ı değil de mağfireti isterler. Yani günahımızı öyle bir ört ki biz bile bilmeyelim, hatırlamayalım.

………Allah bir günahı mağfiret ettiği zaman o günahın pasını kulunun gönlünden, aklından siler, onu onun hayatından siler, olmamış gibi yapar çünkü. Ama şeytan hile yapıp Allah’ın onu affettiği, mağfiret ettiği halde ille bir günahını getirip önüne koyar.

………Eğer kul dese ki Allah günahımı affetmedi, mağfiret etmedi derse Allah’ın Ğafûr ismini, Ğaffar ismini inkâr etmiş olur. Ya da dese ki Allah benim bu günahımı affetmez. Bu Allah’a şirk koşmaktır. Allah’ın Ğafûr ismini, Ğaffar ismini inkâr etmektir. Günahını Allah’ın mağfiretinden büyük görmektir. En büyük saygısızlığı Allah’a yapmış olur. Ayetleri okuyunca hep beraber göreceğiz Allah’ın affı kime imiş, nasılmış, kul ne yaparsa, nasıl tevbe ederse, nasıl istiğfar ederse Allah affediyor muş. Hiç istiğfar etmese de Allah affediyor mu, affetmiyor muymuş göreceğiz hep beraber.

………Allah’ın Ğufran’ının tecellisi için, mağfiretinin tecellisi için günah işleyen bir kul olması gerekir. Eğer günah işleyen kul olmazsa Allah’ın Ğafûr ismi tecelli etmez. Ama Allah bilinmeyi istiyor, tanınmayı istiyor. Kulu kendisini tanısın istiyor. Eğer onu meleklerden daha yüksek bir hale getiren bir hali varsa o da günah işlemesidir. Günah işlediğinden dolayı Allah’tan af ve mağfiret dilediği için Allah’ın Ğafûr ismini, Ğaffar ismini, Tevvab ismini tanıdığı içindir. Günahını yüzüne vurmayıp muhafaza edip setrettiği içindir. Settar ismini, Hafîz ismini tanıdığı içindir. Ama melekler hiçbir zaman Allah’ı bu sıfatlarla tanıyamaz. O’nu tanımak demek sadece bunu bilmek demek değildir, bunu tatmak gerekiyor. Günah işlemeyen Allah’ın mağfiretini tadamaz, affını tadamaz. Onun için hiç kimse günah işlemeyeyim, melekler gibi olayım dememelidir, söylerse böyle Allah’ın kulunu yaratmasında ki muradını anlamamış demektir.

………Allah’tan mağfiret dilemek bir tek günah işleyince olması gerekmiyor. Eğer biri kul ise, insan ise o eksiktir, hatalıdır, kusurludur, onun yanlış yapmaması mümkün değildir. Dolayısıyla o Allah’ın mağfiretine muhtaçtır, peygamberler de buna dahildir. Ayetleri okuyunca göreceğiz Allah ResulAllah efendimize hitap edip yanlış yaptın Allah’tan mağfiret dile buyuruyor.

………Elbette ki her kesin günahı kendine göredir, Allah’ın Ğafûr ismi, Ğaffar ismi, mağfireti yani günahı sever, günahkârı sever. Dolayısıyla günahına tevbe edeni sever, günahına mağfiret dileyeni sever. Daha doğru bir ifade ile Allah’ın mağfireti günaha âşıktır. Eğer günah olmazsa Tecelli etmez çünkü. Karanlık olmazsa güneşin aydınlığı bir mana ifade etmez onun gibi burayı doğru anlamak gerekir. Onun için de birilerini günahından dolayı kötü görüp bu pis biridir demek, kötü biridir demek ona zulümdür. Çünkü Allah öyle söylemiyor. Ne kadar kirlenirse kirlensin mücevher çamura düşünce değerini kaybetmez. Allah katında o değerini kaybetmemiştir. Yapılması gereken şey nedir? O kulun tevbe etmesidir, istiğfar etmesidir. Tevbe istiğfar edince Allah’ın mağfireti tecelli eder ve kul Allah’ın sevgisine layık olur. Onun için birilerinin hatasına, kusuruna ya da kendi kusur ve günahımıza yanlışımıza bakıp; “Ben pis biriyim, ben kötü biriyim.” Demek Allah’ın muradını anlamamaktır, Allah’ı tanımamaktır, insanı, Hz. insanı tanımamaktır. Bu onun zır cahil olduğunu gösterir. Onun için ResulAllah efendimiz buyurmuşlardı ki;

………Siz günah işlemezseniz Allah sizi giderir, yerinize günah işleyen bir kavim yaratır ki mağfireti tecelli etsin diye. Onlar günah işlesin, O da mağfiret etsin, kulları Ğafûr ismi ile, Ğaffar ismi ile Afûv ismi ile, Settar ismi ile, Hafîz ismi ile O’nu tanısın diye. Allah tanınmayı diliyor, bunun için yaratmış.

………Kim Allah’ı ne kadar tanıyorsa Allah’ın muradı onun üzerinde o kadar gerçekleşmiş demektir. Nasıl tanıyacak? İsimleriyle, esmasıyla.

………Bilmek tanımak değildir, bilmek ayrı şey, tanımak ayrı şeydir. Bilmek ilim ile olur, tanımak marifetle olur, onu tadarak olur yani. Bir kul günah işlemeyip bu gün ahına tevbe edip istiğfar etmeyinceye kadar Allah’ın Ğafûr ismini tanıyamaz. Bilmiş olabilir ama tanıyamaz.

………Ğafr; Örtmek demekti, Küfr de örtmek demektir. Gafr; Hatayı kusuru, günahı eksikliği örtmek demektir, Küfür ise imanı örtmek, ruhu örtmek, vicdanı örtmek, güzelliği örtmektir.

………Allah’ın Ğafûr ismi hem tek başına, hem de başka isimlerle beraber gelir. Meslela Allah’un Ğafûr; Allah Ğafûrdur. Ğafûr ismini zatının ismi ilan etti, ben Ğafûr’ um dedi. Bir de diğer isimleriyle beraber gelir; Ğafûrun Rahîm olarak gelir, böyle geldiğinde Allah Ğafûr’dur, günahları hiç işlenmemiş gibi affeder, siler. Neden? Çünkü O Rahîm’dir.  Bu durumda Allah’ın Ğafûr ismi ile4 Rahîm ismi beraber tecelli etmiş oldu. Allah mağfiret eder, bunula beraber onu rahmetinin içine koyar. Kimi? Günah işleyenleri.

………Günahı ne olursa olsun Allah ona bir ölçü koymadı. Ğafûrun Halîm diyebilir ayeti kerimede Allah kullarının günahını mağfiret eder, üstünü örter, hiç işlememiş gibi muamele eder ve O Halîm’dir. Yani hem günahını örtmüştür, hem de ona hilm ile muamele eder. Ona; sen bu günahı işledin deyip onu küçümsemez. Bir kul, bir kulu affettiğinde onu küçümser ama Allah kulunu affettiğinde onu küçümsemez. Yani kula; sen benim yanımda kıymetinden değerinden, şerefinden hiçbir şey kaybetmedin muamelesi yapar, ona hilm ile muamele eder.

………Allah’ın Ğafûr ismi bir de Halîmen Ğafûr olarak gelir. Allah Halîm dir, kuluna hilm ile rıfk ile yumuşaklıkla muamele eder ve onu mağfiret eder, çünkü O Ğafûr dur.

………Afûvvun Ğafûr olarak gelir; Allah günahları affeder çünkü O Ğafûr dur buyuruyor.

………Rabbü’l Gafûr olarak gelir; Allah kulunun Rabbidir, onu terbiye edendir, yetiştirendir, terkip edendir, rızkını verendir, yolu gösterendir. Bununla beraber O Ğafûr dur. Yanlışını, hatasını kusurunu, günahını örter.

………Ğafûrun Şekûr olarak gelir; Allah mağfiret eder, şükrün karşılığını verir. Mağfiret eder bir de mağfiret ettiği kula teşekkür eder. Günah işlemiş ki sadece bu günah için geçerli değildir, bu küfür için, şirk için de geçerlidir.

………ResulAllah efendimiz buyurdu AS.

………“3 şey vardır ki kendinden öncekini siler.

………1 – Kul İman edince. O kafir olabilir müşrik, olabilir iman ettiğinde İslâm ondan önceki bütün hayatını tamamıyla siler hiç olmamış gibi. Yani Allah mağfiret eder.

………2 – Hac dır. Biri Allah rızası için hacca gittiğinde hac’da kendinden önceki günahları siler, örter, mağfiret eder.

………3 – Allah yolunda hicret etmek. Hicret; Allah için bulunduğu yeri terk etmektir. Bu da kendinden önceki hayatında ki günahlarını siler, tertemiz yapar.

………Allah Ğafûr ve Şekûr dur. Kulu mağfiret dileyince Allah onu mağfiret eder, bir de ona teşekkür eder, kulum güzel yaptın der, senin yaptığını beğendim der. Ayeti kerimede öyle buyuruyordu;

………“Kıyamet günü huzurumuza geldiğinizde Allah’ın rızasını gözeterek yaptığınız işlerden başka hiçbir işiniz, ameliniz şükrana layık değildir. Ama benim rızam için yaptıklarınız şükrana layıktır.” 27.40

………{{Buna uygun tek ayet bulamadım ama yaklaşık ayetlerin bir iki tanesini yazıyorum.

………Allah o kitabla rızasına uygun hareket edenleri selamet yollarına iletir. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola sevk eder. (MAİDE/16)

………Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. (Necm/39)

………İman edip iyi işler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir.” (Nisa/173)}}

………Aziyzul Ğafûr olarak gelir, tabii ayetlerin sonunda bu isimler bu şekilde gelirken aynı zamanda o ayetleri de tefsir ediyor. Aziyzun Ğafûr; Azîz; Bütün şerefin kendisine ait olduğu zat demektir. Allah günahları bu şekilde mağfiret ediyor. Neden diye sorarsanız bir menfaati olduğu için değil, çünkü O Azîz’dir, bütün şeref kendisine aittir. Ama kulunu şerefiyle şereflendirmeyi diler. Onun için günahını öyle bir örtüyor ki hiç işlememiş gibi muamele eder.

………Ğafûrul Vedûd olarak gelir. Allah Ğafûr, Vedud dur. Ğafûr dur mağfiret eder ve sever. Eğer bu isim Vedudül Ğafûr olarak gelseydi manası nasıl olurdu? Allah sever ve mağfiret eder, sevdiği için mağfiret eder manası olurdu. Ama öyle buyurmadı, Allah Ğafûrul Vedud dur dedi, mağfiret eder ve sever, sevmek, sevilmek için mağfiret eder. Mağfiret ediyor ki kulu ile kendisi arasında ki perde kalksın, günah perdesi arada olmasın, kendisi onu sevsin ve Kulu da kendisini sevsin diye mağfiret eder. Onun için kul günah işleyip kendine zulmedince, küfre girince, şirke düşünce günahı, şirki, küfrü ne olursa olsun o kul Allah’a dönüp tevbe edince istiğfar edince Allah onu affeder ve o kul değerinden hiçbir şey kaybetmez. Allah onu değerinden, şerefinden bir şeyi kaybettirmiyor, sanki hiç o hayatı yaşamamış, o yanlışları yapmamış gibi muamele ediyor. Çünkü kul vuslat yolculuğunda, kemalat yolculuğunda, yani Allah onu dünyaya kemale ersin kâmil insan olsun diye yaratmış. İşte bu kemalat yolculuğunda rabbini bütün isimleriyle tanıması lazım ve o Esmaü’l Hüsna onun üzerinde tecelli ettiği kadarıyla kâmil olacaktır. O zaman kul günah işleyince aslında Allah’ın isimlerini tanımış, anlamış olur ki peygamberler de buna dâhildir. Onlar da günahlarına öyle istiğfar etmişler, Allah onlara da istiğfar edin diye emretmiştir.

…………vestağfir li zenbike.. (Muhammed/19)

………Günahına istiğfar et dedi. Kime söylüyor? ResulAllah efendimize. Ama tabii ki onların da günahları, yanlışları onlara göredir. Ayetleri okuyunca anlayacağız inşallah.

………Sahabeye bakıyoruz iman etmeden önceki hallerine baktığımızda belki içimizden hiç biri onların yaptıkları yanlışları yapmamışlardır. En bilineni söyleyelim. Mesela Hz. Ömer kızını diri diri gömmüş, hiç birimiz bunu yapamayız. Ama iman ettikten sonra Allah onun geçmişte ki hayatını olmamış gibi sildi. ResulAllah efendimiz buyurdu; “Eğer nebden sonra peygamber gelseydi Ömer peygamber olurdu” Çünkü gerisini sildi. Allah bir kulun günahını, şirkini, küfrünü mağfiret ettiğinde olmamış gibi muamele eder. Hemen hemen birkaç tane istisna hariç diğer sahabelerin hepsi öyledir. Ama Allah’a iman edip ResulAllah efendimizi kendilerine örnek aldıklarında gökteki yıldızlar gibi oldular. ResulAllah efendimiz öyle de buyurmuştu.

………“Benim sahabem gökteki yıldızlar gibidir hangisine tabi olursanız hidayete erersiniz.”

………Onun için hiç kimse kendi günahına bakıp yahut bir başkasının günahına bakıp onu hesaba çekemez, bu kötü biridir diyemez. Belki kirlenmiş biridir tevbe eder, istiğfar eder Allah’ta onu affetti mağfiret eder. Bize düşen ona bu şekilde bakmaktır, geçmişine bakmak değildir. Son nefese kadar da Allah kuluna bu imkânı tanıyor. Kim söylüyor bunu? Allah söylüyor. Sahabeye baktığımızda bunu hemen görürüz ve anlarız. Onun için kendimizi ölçüye vurduğumuzda; ben kötüyüm, ben yanlış yaptım, çok hata işlemişim, günah işlemişim Allah beni affeder mi, nasıl affeder demek Allah’a şirk olur, en büyük saygısızlık olur.

………Aslında ne yapmıştır? Şeytan ona öyle bir hile yapmış ki yeryüzünde ki bütün insanların günahını toplayıp bir yere koysak Allah’ın rahmetini diğer tarafa koysak birbiri ile ölçülür mü, Haşa. Allah’ın rahmeti, mağfireti sonsuz ve sınırsızdır. Bütün kulların günahı rahmetinin yanında sonsuz bir deryadan bir damla kadar bile değildir.

………Kul kendine zulmetmiştir, Allah’a dönüp mağfiret isteyince ne olur? Allah’ta onu affeder, mağfiret eder. Mağfiret edince de Allah’ın Ğafûr ismi tecelli, eder. O kul rabbini Ğafûr ismi ile tanımış olur. Ne olur? Günahı ona rabbini tanıtmış oldu.

………Bütün sahabeye baktığımızda onlar sanki gökten inmiş melekler değildiler, öyle Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği kâmil insanlar değildirler. Bir kere bunu böyle anlamak gerekiyor. Tıpkı şu anda ki insanlar gibiydiler. Ama onların bir özellikleri vardı, her biri mutlaka bir isimle kemâle ermiştir. Allah’a hizmet yolunda ResulAllah efendimize yardım etme yolunda elinden ne gelmişse, en güzel neyi yapabilmişse onu yapmıştır. Sahabe hep beraber toptan kâmil bir cemaat, kâmil bir ümmettir. Hep beraber bir işe koyulduklarında Kâmildir, hepsi birbirini tamamlıyorlar. Ama her biri tek tek kâmil değildir. Allah’ın bir ismi tecelli etmiş, bir isim ona kapı olmuştur.

………Mesela insanlar için şuurlu varlık, sorumlu varlıklar için en büyük kapı Allah’ın Ğafûr isminin kapısıdır. O isim bütün günahkârlara, yanlış yapanlara ardına kadar açıktır ve kul o kapıya sığınınca, iltica edince Allah o kapıyı ona açar. Önce bütün sahabe o kapıdan giriş yapmıştır. Geçmişteki hayatlarına tevbe istiğfar etmişlerdir.

………Kâmil insan olmak için melek olmak gerekmiyor. Kâmil insan demek haddini bilen, Allah’a karşı edepli olan insan demektir. Allah’ın büyüklüğünün ve kendi küçüklüğünün bilincinde olan insan demektir. Kendi günahkârlığını Allah’ın mağfiretini bilen, buna iman eden insan demektir. Biri; Allah beni affetmedi” dediyse Allah’ın Ğafûr, Ğaffar, Tevvab ismini inkâr etmiş demektir. Kendi günahını Allah’a şirk koşmuş demektir. Yani kendini o kadar büyük görüyor ki sanki Allah’ın ortağı gibi. Ne demiş olur? Ben bir yanlış yapmışım onun için Allah beni affetmez. Bu ayıp olmaz mı? Kendini Allah ile bir tuttun. Sen nesin ki senin günahın ne olsun, insan nasıl böyle düşünebilir. Günahı işlemişsin, yanlışı yapmışsın, kendi nefsine zulmetmişsin, zararın kendine olmuş.

………Peygamberler de dua ederken ne dediler?

………lâ ilâhe illâ ente subhâneKE inniy küntü minez zâlimiyn. (Enbiya/87)

………Kim söyledi bunu? Yunus AS. Sen sübhansın ya rabbi, senden başka İlâh yoktur. Ben kendime zulmettim, senin kulların kendilerine zulmediyorlar ben de onlardan biriyim dedi. Ama sen Sübhan olansın noksanlıktan münezzeh olan, yanlış yapmayan sensin ya rabbi. Ben senin kulunum, yanlış yaptım, yanlışım kendi kendime zulmümdür ben kendime zulmettim dedi, mağfireti öyle istedi.

………Allah ne buyurdu?

………..kezâlike nüncil mu’miniyn. (Enbiya/88)

………Allah mü’minlerin duasını böyle kabul eder dedi. Yani mü’min bu şekilde dua edince; ben kendime zulmettim ya rabbi, sübhan olan sensin deyince ben de onu affeder mağfiret ederim.

………Allah’ın Ğafûr ismi kulda nasıl tecelli eder? Allah, ResulAllah efendimize buyuruyor ki onu bütün mü’minlere örnek olarak gösterir, Allah’ın en güzel isimleri en kâmil manada ResulAllah efendimizin üzerinde tecelli etmiştir. Allah onun üzerinden anlatır.

………Buyuruyor ki Uhud savaşına giderken sahabe den bir kısmı biz savunma yapmayalım, meydan savaşı yapalım derken ResulAllah biz içerde savunma yapalım dediği halde onlar ısrarla Uhud da karşılayalım dediler. Fakat savaşta o dışarıda karşılayalım diyenler ilk kaçanlar oldu. Allah buyurdu ki ayeti kerimede;

…………fa’fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fiyl emr. (A. İmran/159)

 ………Onları affet, yetmedi onlar sadece sana yanlış yapmamıştır sana itiraz etmekle asıl Allah’a yanlış yapmışlardır, bir de onlar için mağfiret dedi Allah.

………Allah’ın Ğafûr ismi bir kulda tecelli ederse kendisine yanlış yapanı affeder., yetmez onun için bir de Allah’tan mağfiret diler, ResuAllah efendimizin dilediği gibi. O da yetmiyor, hem affedecek, hem mağfiret edecek bir de kötülük yapana iyilik yapacak.

………Allah ayeti kerimede buyurdu ki;

……...{{Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyietü, idfa’ Billetiy hiye ahsenü feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym. (Fussilet/34)

………İyilikle kötülük bir olmaz, sana kötülük yapana sen iyilik yap, kötülüğü iyilikle sav dedi. Sen bunu böyle yaptığında görürsün ki seninle kendi arasında husumet bulunan kimse sımsıcak bir dost olmuş. Bunu böyle göreceksin.

………Bu Allah’ın Ğafûr isminin kemal derecesinde üzerinde tecelli ettiği kimsedir. Allah’ın bütün isimleri kulda böyle tecelli eder. Onun bir parçasının tecelli etmesi vardır bir de kemâli ile tecellisi vardır. Tabii ki en kâmil manada bu haldeki insanlar peygamberlerdir. Ama biri bu halde olursa o da peygamberi bir sıfatı taşımış olur.

………Aynı şekilde ümmetin önünde yürüyenler de böyle olmalıdır, öyle değilse ümmetin önünde yürüyemez, onlara imam olamaz, bu vasfı taşımıyor demektir.

………Allah ayeti kerimelerde Ğafûr ismini nasıl zikretmiş, tanıtmış onlara bakalım.

………{{…fakreu ma teyessere minhu, ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte ve akridullahe kardan hasena* ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayrin tecidûhu ‘indAllâhi huve hayren ve a’zame ecra* vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Müzzemmil/20)

…………salâtı ikame edin (yönelişi kaîm kılın müşahede ile), zekâtı verin ve Allâh’a güzel bir ödünç verin… Kendiniz için (önceden) hayırdan ne takdim ederseniz, Allâh indînde onun çok daha büyük ve hayırlısını bulursunuz. Allâh’tan mağfiret dileyin! Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A. Hulusi)}}

………Allah namazı kılın buyurdu, orucu tutun, Kur’an ı okuyun, dünyada iken siz ne iyilik yaparsanız onu Allah katında hazır bulursunuz, hem de daha azim bir mükâfat bulursunuz, sonunda da innAllâhe Ğafûrun Rahıym.

………Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr’un Hâliym. (Bakara/225)

………Allah sizi gereksiz ve boş yere yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Öyle ağzınıza gelmiş vallah demişsiniz, billah demişsiniz, onlardan dolayı sizi sorumlu tutmaz, hesaba çekmez. Ama dedi Allah kalbinizle, bilerek, dileyerek, irade ederek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunula beraber Allah Ğafûr ve Hâlim’dir. Dedi. Yani buna da tevbe edin, pişmanlık duyun, Allah mağfiret eder, çünkü Allah Halîmdir. Hemen cezalandırmaz.

………Ve men ya’mel suen ev yazlim nefsehu sümme yestağfirillâhe yecidillâhe Ğafûren Rahıyma. (Nisa/110)

………Her kim ki bir günah işlerse ya da kendi nefsine zulmederse, demek ki ikisi ayrı ayrı, farklıymış. Günah işlemek ayrı, nefsine zulmetmek ayrı. Nasıl ayrı? Birinin günahı sadece kendisine olmuşsa o kendine zulmetmiştir. Ama zararı başkalarına da olmuşsa o yanlış yapmıştır, o günah işlemiştir.

………Biri günah işler, kötülük yapar ya da kendi nefsine zulmederse sümme yestağfirillâhe yecidillâhe Ğafûren Rahıyma sonra istiğfar ederse, Allah’tan mağfiret dilerse Allah’ı Ğafûr ve Rahim olarak bulur dedi. Allah onu mağfiret eder, rahmetiyle ona muamele eder. Onun için Allah’ın mağfireti her türlü günah içindir. Buna şirk te dahildir ama tevbe edince, istiğfar edince, iman edince, Allah’a yönelince. Geçmişte ki şirkini, günahını, küfrünü hiç olmamış gibi Allah siler.

………Efela yetubune ilAllâhi ve yestağfiruneHU, vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Maide/74)

………Onlar hala tevbe edip Allah’tan istiğfar dilemeyecekler mi, Allah’ın günahı böyle affettiğini, mağfiret ettiğini anladıktan sonra onlar hala yanlışlarına, günahlarına, kötülüklerine tevbe edip istiğfar dilemeyecekler mi? Allah Ğafûr ve Rahîmdir. Allah istiğfara, tevbeye davet ediyor.

………Tekâdüs Semâvatü yetefattarne min fevkıhinne vel Melaiketü yüsebbihüne Bi Hamdi Rabbihim ve yestağfirune limen fiyl Ard* ela innAllâhe HUvel Ğafûrur Rahıym. (Şûra/5)

………Allah kullarının kendisine şirk koştuklarından dolayı neredeyse gökler çatlayacaktı, onlar Allah’a şirk koşunca, küfür içinde olunca bütün gök ehli mağfiret diler dedi.

………Melekler neden mağfiret diliyor? ve yestağfirune limen fiyl Ard* ela innAllâhe HUvel Ğafûrur Rahıym. Melekler yeryüzündekiler için istiğfar ederler, Allah Ğafûr ve Rahim dir.

………Allah ayeti kerimede buyuruyor;

………Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassaten, va’lemu ennAllâhe şediyd’ül ‘ıkab. (Enfal/25)

 ………Öyle bir azaptan sakının ki o geldiğinde bir tek zulmedenleri kapsamaz hepsini bir den içine alır, deprem gibi yani. Melekler de yeryüzündekilerin isyanını, şirkini görünce Allah’tan öyle bir haşyet duyarlar ki onlardan dolayı Allah gazap eder diye korkup yeryüzündekiler için mağfiret dilerler.

………İnna enzelna ileykel Kitabe Bil Hakkı li tahküme beynenNasi Bi ma erakellah* ve lâ tekün lil hainiyne hasıyma. (Nisa/105)

………Allah bu hitabı ResulAllah efendimize yaptı buyurdu ki; Biz bu Kur’an ı insanlar arasında hüküm veresin diye indirdik. Sakın hainlerden taraf olma dedi.

………Bu ayetin nüzül sebebi sahabeler den bir tanesi, birinin zırhını çalmış, hırsızlık yapmış yani, sonra onu götürüp bir Yahudi’nin yanında rehin bırakıp eşya almış oradan. O zırh orada yakalanınca Yahudi demiş ki ben falanca adamdan almışım, o adam da Müslüman biri. Efendimiz çağırttı onları O sahabe dedi ki; Ya ResulAllah ben müminim, bu adam yalan söylüyor, bana mı inanacaksın ona mı inanacaksın, bu Yahudi olduğu için bana iftira atıyor. Dedi. ResulAllah efendimiz Hükmü öyle verdi, yani zırhı mümin değil Yahudi çalmış hükmünden sonra Allah bu ayeti indirdi, hainlerden yana durma, hainlere arka çıkma dedi.

………Vestağfirillâh* innAllâhe kâne Ğafûren Rahıyma. (Nisa/106)

………Allah’a istiğfar et dedi. Bu hükmünden dolayı Allah’a istiğfar et, Allah Ğafûr ve Rahim dir.

………Bunun üzerine ResulAllah efendimiz buyurdu ki, ben de sizin gibi bir beşerim dedi. Bir sorun olduğunda, mahkemelik bir durum olduğunda onu bana getirirsiniz, ben de delillere bakarım, şahitliğinize bakarım hükmü ona göre veririm. İsabette edebilirim, yanılabilirim de. Ama eğer biri haksız yere birinin malını almışsa, ben de o şahitliklere, savunmaya, delillere bakıp yanlış hüküm vermişsem, onun aldığı ateştir dedi.

………Kim söylüyor bunu? ResulAllah efendimiz. Hüküm vermiş, hükmünde isabet etmemiş. Allah ona istiğfar et dedi, ötekine de mü’min olduğu halde ona hain dedi. Hak, Haktır. İster mümin olsun, ister kâfir olsun, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun. Eğer ResulAllah efendimiz zahire bakıp hüküm veriyorsa bütün varisleri de böyledir. Ama birileri diyebilir ki benim şeyhim her şeyi bilebilir. Bu durumda onun şeyhi ResulAllah efendimizden daha büyük olmuş olur ki haşa bu mümkün değildir. Olur mu böyle, bu büyük bir yanlış.

………ResulAllah efendimiz bizim için örnektir, önderdir, âlemlere rahmettir bizim için rahmettir. Ama her şeyi biliyor demek onu Allah’a şirk koşmaktır. O bir kuldur.

………Kul innema ene beşerun mislüküm… (Fussilet/6)

………De ki ben de sizin gibi bir beşerim. Allah söylüyor bunu. Ama birileri için o her şeyi biliyor demek nedir? Allah’a şirk koşmaktır. Böyle olmaz, o bir kuldur, beşerdir. İnsan şerefini Allah’tan alır, eğer bunu söylemekle onun kerameti var diyorsa bilsin ki insan bütünüyle keramettir zaten. Allah’ın isimleri, sıfatları senin üzerinde tecelli ediyor, sen Allah’a halife oluyorsun hiç bundan daha büyük keramet olabilir mi? İnsan;

………Ve lekad kerremna beniy Ademe.. (İsra/70)

………Bütünüyle mükerrem kılınmış keramete sahiptir zaten.

………inne ekremeküm ‘indAllâhi etkaküm… (Hucurat/13)

………Sizin en ekrem olanınız, en keramet sahibi olanınız, en takvalı olanınızdır. Buyurdu. Yani Allah’a karşı sorumluluğunu bilip onu yerine getirmeye çalışanlardır dedi. Kulluğunu bilip Allah’ın Rablığını kabul edenlerdir dedi.

………Fakat havada uçmak, karada kaçmak, yok şunu bildi, bunu bilmedi..vs. bunu keramet zannetmek zahiri bir bakışla baktığı içindir. Kuş ta havada uçuyor, sinek insandan daha keramet sahibi midir, böyle mi bakılması lazım, keramet deyince böyle mi anlaşılması lazım? Allah kerameti tarif etti; En kerametli olanınız en takvalı olanınızdır dedi. Örnek olarak en takvalı olan da ResulAllah efendimizdir.

………Kendinde olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek Allah’a iftiradır, kendi kendine iftiradır. Bunu söylerken manevi olarak Allah ona bildirebilir, bir sefer bilmiş olabilir, beş sefer bilmiş olabilir. Yani Allah ona bildirdiği sürece bilebilir. Ama o hep biliyor dersek onu Allah’a şirk koşmuş oluruz. Allah’ın ‘Âlim sıfatına şirk koşmuş oluyoruz. O her zaman değil ancak Allah bildirdiği sürece bilebilir.

………Yakûb AS. Peygamberdi, Yusuf kaybolunca bulamadı, hâlbuki biraz ötede kuyunun içindeydi neden bulamadı? Allah bildirmedi de ondan. Gaybı bilen Allah’tır çünkü. Bu yüzden bir insan için bu gaybı biliyor dersek bu şirk olur, küfür olur. O da herkes gibi aciz bir kuldur, bir şey biliyorsa onu Allah öğretmiştir, göstermiştir hepsi bu. Böyle bir keramet vardır. Bunu inkâr etmek için söylemedim Ama onu Allah’a şirk koşarcasına her şeyi biliyor dediğinizde olmuyor. Peygamberler de buna dâhildir.

………Mesela ResulAllah efendimizin hanımı Aişe validemize iftira atıldı, bilemedi. Allah ona göstermedi. Ne zamana kadar? Allah ona haber verinceye kadar. Yine ResulAllah efendimizin devesi kaybolmuştu sahabe arıyor nerededir diye, münafıklar hemen konuşmaya başladılar. Bak bak göklerden haber veren peygamber, devesinin nerede olduğunu bilmiyor. Mantığa bakın. Ne buyurdu ResulAllah efendimiz? Elbette ki bilmiyorum, Allah bana bir şeyi göstermemişse, bildirmemişse ben nereden bileceğim. Ama miracda cenneti göstermiştir, cehennemi göstermiştir. Kâfirin halini, münafığın halini göstermiştir. Gösterdiğini biliyor, göstermediğini bilmiyor. Kaybolan devesinin yerini Allah ona gösterdi, sahabeye; falan yerde, falan ağacın dibinde deve çökmüş, onu getirin. Niye Allah bildirdiği durumda bilebildi, o bir kul.

………İşte bu yüzden birinin veli olabilmesi için onun bir şey bilmesi gerekmiyor, onun gaybı bilmesi gerekmiyor, bir perdenin açılması gerekmiyor. Bir ölçü vardır yani Allah’ın bir ölçüsü vardır. Allah müminlerin velisidir buyuruyor. Mümin velidir ama mü’mini tarif etti. Mü’min kimdir? Mü’min, Allah ve Resulünü her şeyden çok sever. Biri Allah ve Resulünü her şeyden çok seviyorsa o mümindir ve o velidir. İsterse hiçbir bilgisi olmasın. Bunun için bilgi de gerekmiyor, ilim de gerekmiyor. Ne gerekiyor? Aşk gerekiyor, muhabbet gerekiyor, iman gerekiyor.

………Yarın Allah bizi huzurun aldığında bizi hesaba çeker, Allah buyurdu ki;

………Ya veyleta leyteniy lem ettehız fülanen haliyla. (Furkan/28)

………O gün onlar diyecekler ki keşke falancayı veli edinmeseydim, dost edinmeseydim. Ne olurdu onlar bugün bizden nasıl uzaklaşmışsa biz de dünyadayken onlardan öyle uzak dursaydık.

………Mürşid-i Kâmil demek, şeyh demek ResulAllah efendimizin varisi demektir. Allah bize akıl vermiş, herkes aklını sonuna kadar kullanmak zorundadır. Allah bizi huzuruna aldığında bir bir, tek tek bizi hesaba çeker. Bütün yaptıklarımızdan, konuştuklarımızdan, hatta düşündüklerimizden hesaba çeker. Peygamber varisi peygamberin mirasını emaneten alıp onu ümmetine takdim eden demektir. Nedir emanet? Şöyle buyuruyor ResulAllah efendimiz;

………Size bir emanet bırakıyorum ki ona sarıldıkça asla delalete düşmezsiniz.” Nedir o emanet? “O Allah’ın kitabı Kur’an dır.” dedi.

………Bakıyoruz adam hikâye anlatıyor, milleti hikâyelerle uyutmaya çalışıyor. Allah’ın ayetlerini okumak yerine, anlatmak yerine, ayetlere sarılmak yerine hikâye anlatıyor. Yok şu şöyle yaptı, falanca böyle yaptı. Büyüklerim şöyle büyüktür, böyle keramet sahibidirler…vs.

………Sen kime davet ediyorsun, neye davet ediyorsun. Benim peygamberim böyle mi yaptı, sen onu böyle mi temsil ediyorsun, öyle mi ona varis olmuşsun.

………Ötekiler de trene bakar gibi bakıyor, vay be şeyhimiz, yolumuzun büyükleri ne kadar da büyükmüş diyor. Büyük Allah’tır Allah. İnsan biraz Allah’tan korkar. Mümin, Alim Allah’tan haşyet duyandır ben büyüğüm diyen, insanları büyük gösteren değildir. AllahuEkber diyendir. Ben söyleyeyim hiçbir marifetleri yoktur. Yarın Allah’ın huzurunda o dervişler, müridleri var ya hepsi onlara binecek, bizi sen saptırdın Allah yolundan diyecek. Sen bize Allah’ın kelamını öğretmedin, bizi hikâyelerle oyaladın, sorumluluğumuzu bilemedik, Allah’a nasıl iman edeceğimizi bilemedik, Allah’ın hakkını takdir edemedik, Allah bize ne söylemiş öğrenemedik. Bu insanın kendi kendine zulmüdür.

………İ. Rabbani söylüyordu; Ben diyor bir şeyh ile gittiğimde adetimdir önce şöyle bir bakarım acaba benim nereye gitmem lazım diye. İ. Rabbani evliyanın büyüklerindendir, mürşid-i Kâmildir. Ben diyor manevi olarak baktığımda her bir insanın başı üzerinden göğe ip gibi nur çıktığını görüyorum. Bu müminse o beyaz bir nurdur. Eğer bu kâfir ise o nur simsiyahtır. Yok eğer karışık bir renk içindeyse o gridir diyor. Hem imanı var hem küfrü var, şirki var, birbirine karışmış demektir. Ama orada bir veli, evliya varsa sütun gibi bir nur onun başından yukarı çıkıyor. Dolayısıyla o şeyhin nerede olduğunu biliyorum, ona göre gidiyorum. Nasıl ki bir velinin başından sütun gibi bir nur yukarı çıkıyorsa bu onun imanıdır. Aynı şekilde küfür de böyledir diyor.

………Mesela bir kilise de bir papaz varsa ondan da siyah sütun gibi bir nur çıkıyor, onun küfrüdür o. Niye onun ki sütun gibi olmuştur? Çünkü başkalarını da küfre sürüklemiş, onların küfrüne de ortak olmuştur. Onun için onun ki siyah sütün gibidir. Ben diyor bakıyorum bazen sütun gibi bir küfür yukarı çıkıyor, merak ediyorum acaba bu hangi kilisede papazdır diye. Bu benim birkaç sefer başıma geldi, gittim oraya doğru ben bir kilise bulacağımı bekliyorken gördüğüm bir dergâhta bir şeyh oturmuş, küfür onun küfrüymüş.

………İnsan kendine bir çorap veya gömlek alınca tezgâhları böyle dolaşır. Hangisi daha kalitelidir diye bakar. Birisi eğer bir yere gidiyorsa oradan dinini öğrenmeye gidiyor, din alıyor demektir oradan. Aklını sonuna kadar kullanıp acaba ben doğru yerde miyim yoksa değil miyim diye bakması gerekmez mi? Ebedi hayat o kadar basit bir şey midir? İşte biz de falan yere gidiyoruz da, takılıyoruz oraya. Öyle olur mu?

………Allah hiç kimse için hükmünü değiştirmez, kıyamete kadar bu böyledir. Sadece bir yere gitmekle de oradan olmuş olmayız. Biraz önce sahabeyi anlatırken, onlar hep beraber kâmil bir cemaat idi. Hep beraber Allah’ın dinini öğretiyordu, Allah’ın vahyini kullarına taşıyorlardı. Allah hepsine birden kemâlatı verir. Nasıl? Mesela Ayeti kerimede;

………İnnelleziyne yübayi’ûneke innema yübayi’ûnAllâh* yedullahi fevka eydiyhim… (Feth/10)

………O sana biat edenleri Allah mağfiret etmiştir, Allah onlardan razı olmuştur dedi.

………Meselâ Allah Bedir ehlinden razı olmuştur dedi (mücadile/22) Onların hiç biri kâmil değildi aslında ama toptan hep beraber işi yapınca Allah hepsiyle toptan razı oldu, rızasını hepsine birden verdi hiçbirini ayırmadan. Allah’ın rızası böyle kazanılır tek başına değil. Tek başımıza hepimiz eksiğiz, hatalıyız, kusurluyuz. Ama hep beraber Allah’ın dinine hizmet ederken, çalışırken Allah’ın rızasını bu şekilde kazanıyoruz, rıza böyle kazanılır sahabe gibi. Yoksa kenarda durup beni ilgilendirmez dediğiniz de Allah’ta seninle ilgilenmez, bu kadar basit.

………Ne yapılıyor? Al bu dersi çek, 5.000 tane öteki diyor 10.000 defa Allah de tamamdır, kurtuldunuz öyle mi? ResuAllah hiç öyle yapmadı, nasıl bir varissin öyle? Senin, Allah’ın nurunu gönlünden saçman gerekir. O nuru saçabilmek için önce onu kazanman gerekir. Öyle kendi kendini kandırmakla kimse ebedi hayatını kazanamaz, Allah’ın rızasını kazanamaz. Kâmil insan, Hz. İnsan olamaz.

………Alır dersi, çeker onu, bakarsınız nefsi yüze katlanmış, kendini havada uçar görüyor. Sanki kendini melek diğer insanları şeytan gibi görmeye başlamış.

………Şeyhi onu cehenneme sürükledi, yarın o şeyhinin yakasına yapışır der ki; Bunu sen yaptın, ResulAllah efendimizin sahabesine yaptığı gibi yapmadın. Ama bu mazeret olmaz onu kurtarmaz tabii. Şeyhi onun da günahını yüklenir ama ötekinin günahından da bir şey eksilmez.

………Demek ki ResulAllah efendimizde bir beşer olarak yanlış hüküm verebiliyor muş, bunun içinde Allah bu yaptığından dolayı istiğfar et Allah Ğafûr ve Rahîm’dir dedi.

………İnnemel mu’minunelleziyne amenû Billâhi ve RasûliHİ ve izâ kânu meahu alâ emrin cami’ın lem yezhebu hattâ yeste’zinuh* innelleziyne yeste’zinuneke ülaikelleziyne yu’minune Billâhi ve RasûliHİ, feizeste’zenuke li ba’dı şe’nihim fe’zen limen şi’te minhüm vestağfir lehümullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Nur/62)

………Gerçek mü’minler o kimselerdir ki, -yani bunun dışında kalanlar sahtedir diyor Allah- onlar Allah’a, Resulüne iman etmiş kimselerdir. Onlar hep beraber toptan ümmetin bir işini yaparlarken alâ emrin cami’ın cemeati, bütün insanları ilgilendiren bir iş üzerindeyken lem yezhebu hattâ yeste’zinuhu onlar, o mü’minler senden izin almadan oradan ayrılmazlar.  İzin almadan ayrılıyorlarsa onlar gerçek mü’min değildirler. Onlar Allah’a ve Resulüne iman etmemiştirler. Allah’ın vahyini ümmete taşırken ResulAllah efendimiz şu iş yapılacak demiştir, hep beraber o işi yaparken onlar senden izin almadan orayı terk etmezler.

………innelleziyne yeste’zinuneke ülaikelleziyne yu’minune Billâhi ve RasûliHİ ama onlardan bir kısmı da senden işleri olduğu için izin isterler, işte onlar gerçek müminlerdir dedi Allah. feizeste’zenuke li ba’dı şe’nihim onlar bir takım işlerini görsünler diye izin isterler fe’zen limen şi’te minhüm onlardan dişlediklerine izin ver. İşi yine ResulAllah efendimize havale etti, yani duruma göre istediklerine izin ver dedi çünkü onlar gerçek mü’mindir. vestağfir lehümullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym ve bir de onlar için, o izin verdiklerine istiğfar et. Diğerleri zaten gitti.

………Eğer biz desek ki işte o ResulAllah efendimizin döneminde öyle idi, şimdi böyle bir şey gerekmiyor. Şimdi ümmetin işini yapan yoktur, Resul Allah’ın bıraktığı emaneti taşıyan yoktur, bu ayet bize gelmemiş, biz bu ayeti yok sayıyoruz desek Allah bunu kabul eder mi? Etmez.

………Bu durumda biri izin istiyorsa dilediklerine izin ver ve onlar için istiğfar et. Yani onlar bir tek sana karşı yanlış yapmıyor, Allah’a karşı da yanlış yapmışlardır. Ama bununla beraber Allah onlara mü’mindir, Allah’a ve Resulüne iman etmişlerdir dedi.

………Bir de ResulAllah imana davet edince müşrik olarak kalmayı tercih eden, iman etmeyen kadınlar vardı Allah o kadınları boşayın dedi. Ama eğer onlar iman ediyorlarsa bu durumda ResulAllah efendimize onlardan biat al dedi Allah, gelip sana söz versinler. Hangi konuda?

………Ya eyyühenNebiyyu izâ caekelmu’minatu yubayı’neke alâ en lâ yüşrikne Billâhi şey’en ve lâ yesrıkne ve lâ yezniyne ve lâ yaktulne evladehünne ve lâ ye’tiyne Bibühtanin yefteriynehu beyne eydiyhinne ve ercülihinne ve lâ ya’sıyneke fiy ma’rufin febayı’hünne vestağfir lehünnAllâh* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Mümtehine/12)

………Ya eyyühenNebiyyu ey Allah’ın nebisi, peygamberi izâ caekelmu’minatu yubayı’neke alâ en lâ yüşrikne Billâhi şey’en o kadınlar Allah’a hiç bire şeyi şirk koşmamak üzere sana biat etmeye gelirlerse ve lâ yesrıkne Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak ve lâ ya’sıyneke zina etmemek ve lâ yaktulne evladehünne kendi çocuklarını öldürmemek ve lâ ye’tiyne Bibühtanin yefteriynehu beyne eydiyhinne ve ercülihinne elleri ayakları arasında bir iftira üretip getirmemek şartıyla ve lâ ya’sıyneke fiy ma’rufin ma’rufta sana asi olmamak kaydıyla febayı’hünne sana biat etsinler. vestağfir lehünnAllâh* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. Onlar için Allah’tan mağfiret dile, istiğfar et, Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Kale sevfe estağfiru leküm Rabbiy* inneHU HUvel Ğafûrun Rahıym. (Yusuf/98)

………Yakub AS. Çocukları Yusuf’u kuyuya attıklarında, sonra da Hz. Yusuf’u bulup bizim için Allah’a istiğfar et dediklerinde Yakub AS. Sizin için rabbimden istiğfar dileyeceğim dedi. Çünkü o Ğafûr ve Rahîm’dir dedi.

………Kötülük yapmışlarsa aynı şeyler Hz. Yusuf içinde geçerliydi, ceza vermek yerine hem affediyor, hem de onlar için Allah’tan mağfiret diliyor.

………Sümme yetubullahu min ba’di zâlike alâ men yeşa’* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Tevbe/27)

………Bundan sonra Allah dilediğinin tevbesini kabul eder, Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Femen tabe min ba’di zulmihı ve asleha feinnAllâhe yetubü aleyh* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Maide/39)

………Her kim ki kendine zulmettikten sonra tevbe ederse ve asleha kendini ıslah ederse, düzeltirse feinnAllâhe yetubü aleyh* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. Allah’ı Ğafûr ve Rahîm olarak bulur, tevbesini de kabul eder.

………Allah buraya bir şart koymuştur, nedir? ve asleha tevbe eder ve kendini ıslah ederse, kendini düzeltirse Allah Ğafûr ve Rahîm dir, onun tevbesini kabul ederim buyurdu.

………Ve izâ caekelleziyne yu’minune Bi âyâtina fekul Selâmun aleyküm ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahmete, ennehu men amile minküm suen Bi cehaletin sümme tabe min ba’dihi ve asleha feenneHU Ğafûrun Rahıym (En’am/54)

………Hitabını ResulAllah efendimize yapıyor; Ayetlerimize iman edenler sana geldiğinde fekul Selâmun aleyküm onlara de ki Selâmun aleyküm, Allah’ın selamı üzerinize olsun. ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahme Rabbimiz Rahmeti zatına yazmıştır. ennehu men amile minküm suen Bi cehaletin her kim ki bilmeyerek cahilliğinden dolayı bir kötülük yapar, sümme tabe min ba’dihi sonra bu kötülüğünden tevbe ederse ve asleha feenneHU Ğafûrun Rahıym ve kendini düzeltirse, ıslah ederse Allah’ı Gafûr ve Rahîm olarak bulur. Hiçbir günah için Allah affetmem demedi, yani sınırsız.

………LiyecziyAllâhus sadikıyne Bi sıdkıhim ve yu’azzibel münafikıyne in şâe ev yetube aleyhim* innAllâhe kâne Ğafûran Rahıyma. (Ahzab/24)

………Allah sadık olanların sıdkıyetine karşılığını verecektir. ve yu’azzibel münafikıyne in şâe Münafıklardan da dilediğine azab edecek ev yetube aleyhim ve onların tevbesini kabul edecek innAllâhe kâne Ğafûran Rahıyma Muhakkak ki Allah Ğafûr ve Rahîmdir.

………Allah münafıklar a ya azab edecek, ya da tevbelerini kabul edecek dedi, yani şarta bağladı, Allah dilerse dedi. Bazen öyle bir münafıklık yaparız ki, öyle bir nifaka düşeriz ki Allah tevbemizi bile affetmez. Mesela Allah tevbesini affetmediği sahabeden biri vardı. Sahabe ona gece kuşu diyordu, sabah namazına herkesten önce gelirdi. Genelde hep mescitte kalırdı, ama fakir bir sahabe idi.

………Bir gün ResulAllah efendimiz namazdan çıkarken önüne geçti dedi ki ya ResulAllah ben maddi durumu hiç iyi olmayan biriyim bana bir dua etseniz de Allah bana ikram etse, ben de onun yolunda harcasam dedi.

………ResulAllah efendimiz buyurdu ki; Bu hal senin için daha hayırlıdır, haline razı ol, sen kulluğunu yapmaya bak. Ertesi gün bir daha öyle yaptı, bir daha öyle söyledi. Üçüncü sefer de öyle yapınca ResulAllah efendimiz buyurdu ki, peygamber duası, Ya rabbi kuluna ikram et. Kulun senden ikram diliyor, yolunda harcamak için”

………Allah ona öyle bir mal verdi ki o mal ile meşgul olurken yavaş yavaş namaza gelmemeye başladı, sonraları Cuma namazına da gelmedi. Malı meşgul ediyordu. Zekât farz olunca ResulAllah zekât memurlarını gönderdiğinde ona da, Salebe’ye de uğrayın onun da zekâtını alın gelin. Dedi. Zekât beytü’l mala geliyor, oradan fakirlere dağıtılıyor. Zekât memurları Saleye’ye dediler ki Allah zekâtı farz kılmış, malını 1/40 nı vermen gerekiyor. Dedi bunu Allah mı emretmiş, ResulAllah’mı söyledi size”. Ever bizzat senin ismini söyledi, git Salebe’nin zekâtını da getirin dedi. Salebe dedi; Başkasından da alıyor musunuz? Evet dediler. Şimdi devam edip gidecek diğerlerini de alacağız. Dedi gidin onlardan alın gelin ben de vereceğim. Zekât memuru sahabeler diğerlerini toplayıp geldiler. Dedi ki; “Yani şimdi Allah Resulü benden haraç mı istiyor.” Kelimeyi aynen böyle kullandı. Mal benim malımdır niye ben veriyorum, ben kazanmışım diye düşündü.

………O zekât memurları daha gelmeden Allah ayetini indirdi ve onun münafık olduğunu söyledi ve onun tevbesini bile kabul etmedi zaten. Tabii onu tanıyanlar, onu sevenler vardı sahabeden hemen ona haber verdiler hakkında ayet indi diye. O ResulAllah efendimize bütün sürüyü getirip Medineye döktü dediler. ResulAllah efendimiz buyurdu ki Allah hükmünü senin hakkında vermiştir, alamam. Zekâtı ancak mü’minlerden kabul ederim, münafıktan zekât alınmaz onun için kabul etmiyorum dedi.

………Her sene o sahabe öyle yaptı, her seferinde sürüyü getiriyor ResulAllah efendimiz de kabul etmiyordu. ResulAllah efendimizin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’e al dedi, ama o dedi ki Allah’ın resulünün kabul etmediği şeyi ben kabul edemem. Hz. Ömer zamanında yine öyle yaptı yine kabul edilmedi ve zaten öldü.

………Bakın Allah tevbeyi kabul etmedi. Zekatı değil bütün malını veriyor. Ama Allah affetmedi Niye? O Allah’a söz vermişti çünkü. Sen bana ver, ben senin yolunda harcayacağım demişti. Allah’a söz vermek sorumluluğu gerektirir. Sen Allah’ı kandıramazsın, söyledinse yapman lazım. Onun için Allah’a karşı sanki Allah’ı kandırmış gibi bir davranışa girmek münafıklık alametidir, tevbeyi de kabul etmez. Onun için Allah’a karşı samimi olmak lazım, ciddi olmak lazım. Boynumuzu büküyoruz kulluğumuzu kabul ediyoruz.

………Li yu’azzibAllâhul münafikıne vel münafikati vel müşrikiyne vel müşrikâti ve yetubAllâhu alel mu’miniyne vel mu’minat* ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma. (Ahzab/73)

………Li yu’azzibAllâhul münafikıne vel münafikati vel müşrikiyne vel müşrikât ve Allah böylece münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara Allah azab edecek. ve yetubAllâhu alel mu’miniyne vel mu’minat * ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma Allah mümin erkeklerin de mümin kadınların da tevbesini kabul edecek ve onları rahmet ve mağfireti ile karşılayacak.

………Ve aharuna’terefu Bi zünubihim haletu amelen salihan ve ahare seyyia* asellahu en yetube aleyhim* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Tevbe/102)

………Bir diğer kısım insanlar vardır ki onlar suçlarını, hatalarını itiraf ederler, iyi amellerinden sonra kötü bir ameli karıştırırlar. Yani önce doğru yapıyorlar sonra ayakları kayıp yanlış yapıyorlar. Umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder ve onlar Allah’ın rahmetine, Ğufranına ererler.

………Bu ayette savaşa gitmeyen sahabeden birkaç kişi için inmişti. Allah münafık olanlara zaten münafıktır dedi, onları kabul etmedi, üç kişinin de tevbesini kabul etmişti. Ama Allah ayeti kerimede buyurdu ki dünya bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmişti, onlar mümindiler. Ama Allah affetmem dedi mi iş bitiyor. Onun için tevbede gecikmemek lazım ya da kulluğu hafife almamak lazım.

………Ğafiriz zenbi ve Kabilit tevbi şediyd’il ‘ıkabi Zit tavl* lâ ilâhe illâ HU* ileyhilmasıyr. (Mü’min/3)

………Allah günahları mağfiret edendir, tevbeyi kabul edendir, bununla beraber azabı şiddetli olandır. Lütfu bol olandır, O’ndan başka ilâh yoktur ve dönüş onadır.

………Ya eyyuhelleziyne amenûttekullahe ve aminu BiRasûliHİ yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ ve yec’al leküm nuren temşune Bihi ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Hadîd/28)

………Ya eyyühelleziyne amenû Ey iman edenler, ey iman ettiğini iddia edenler ûttekullahe Allah’a karşı takva sahibi olun, sorumluluğunuzu kabul edin, bunun gereğini yerine getirin ve aminu BiRasûliHİ ve O’nun resulüne iman edin yü’tiküm kifleyni min rahmetiHİ eğer siz böyle yaparsanız, Allah’a karşı sorumluluğunuzu kabul eder, gereğini yerine getirmeye çalışır resulüne de iman ederseniz Allah rahmetinden size iki kat verir. ve yec’al leküm nuren ve Allah sizin için bir nur yaratır, bunu sizin için nur yapar. temşune Bihi ve siz o nurun ışığında yürürsünüz. ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym ve Allah sizi mağfiret eder, Allah Ğafûr ve Rahîmdir.

………O nurun ışığında yürürsünüz demek ne demek, şartı neydi? Resulüne iman. İki kat rahmeti verir size verdiği nur ile yürürsünüz. Allah bu nuru gönüle veriyor, Allah yolunda yürürken Allah’ın rızası nerededir, gazabı nerededir bunu bilir ve anlar. Allah bu nurla ona güç verir, kuvvet verir, doğru yapma gücü hakta hakikatte sabit durma gücü verir. Böyle olunca Allah sizi mağfiret eder. Günahınızı mağfiret eder demedi bu sefer seni bütünüyle mağfiret ederim dedi.

………Fe külu mimma ğanimtüm hâlâlen tayyiba* vettekullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Enfal69)

………Allah’ın size ganimet olarak verdiklerinde, çalışarak ya da bir emek sarf etmeden Allah’ın size ikram ettiklerinden onların helal ve temiz olanlarından yiyin Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma. (Furkan/70)

………O kimseler ki tevbe etti, Allah’a döndü. Yanlış yapmış, şirke düşmüş, günaha bulanmış boğulmuş. Ama o tevbe ederse ve iman ederse ve amile amelen salihan salih olan amelleri işlerse feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat* Allah onun günahlarını sevaba tebdil eder. ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Bir de Allah’ın günahları sevaba çevirmesi vardır. Affeder, mağfiret eder, hiç günah olmamış gibi sayar, bir de o günahı sevaba çevirmesi varmış. Ne kadar günah işlemişse o günahları bir den sevaba çevirir. Bunun şartı nedir? Allah şartlarını bir bir söyledi,

………İlla men tabe; Tevbe eder ve Allah’a dönerse. Yani ya rabbi şimdiye kadar yaptıklarımı bıraktım ve sana döndüm. Bundan sonra benim derdim senin rızandır, ebedi hayatımdır bu niyetle sana dönüyorum. Diyorsa.

………Ve amene; Ve iman etti. İman etmek sevmek demektir. Gönlündeki sevgiyi Allah’a yöneltti. Dünyayı, parayı malı mülkü başka her şeyi severken o sevgisini Allah’a yöneltti. Dönüşte zaten bunu gerektiriyor.

………ve amile amelen salihan; Artık salih amel işlemeye başladı, nefsini temizlemeye, ıslah etmeye çalıştı ve nefsini ıslah edenlerle beraber olmaya çalıştı. Çünkü bu tek başına olacak şey değildir.

………feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat Allah onun kötülüklerini, günahlarını sevaba güzelliğe çevirir.

………ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma Allah Ğafûr ve Rahîm’dir çünkü.

………Sevaba çevirir demedi hasenata çevirir dedi. Onun kötülüğünü güzelliğe çevirir dedi. Allah onun kötü ahlakını güzel Ahlak ile, esmaü’l-Hüsnasıyla değiştirir dedi, onu kendine yakın eder, sevgisine layık eder dedi. Tevbe etmek, iman etmek ve salih amel işlemek.

………Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba’diha ve amenû* inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym. (Araf/153)

………O kimseler ki yaptığı kötülüklerden sonra tevbe ettiler ve iman ettiler. inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym bundan sonra onların Rabbi onlar için Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Burada sadece tevbe etmek ve iman etmek vardır, bunları affediyor, mağfiret ediyor, günahlarını işlememiş gibi amele ediyor ama bir de tevbeyi, imanı salih amelle pekiştirirse onun da günahlarını sevaba çevirir, onun kötülüğünü güzelliğe çevirir dedi. Allah söz veriyor, Allah sözünden caymaz. Öyle olmadıysa biz yapmamış tevbe etmemişiz, iman etmemişiz, salih amel işlememişiz demektir. Ama biri bir Mürşid-i Kâmile tabi olduğunda aynen böyle söz veriyor zaten. Yaptığı yanlışı terk etmeye söz veriyor, tevbe ediyor, onunla beraber onun iman ettiği gibi iman etmeyi kabul ediyor, bir de salih amel işlemek için onunla beraber oluyor zaten. Salih amel tek başına işlenen amel değildir. Cemaat halinde işlenen bir ameldir. Nefsin ıslahı, terbiyesi için yapılan hizmettir. Allah’ın ayetlerinin ResulAllah efendimizin bıraktığı emanetin taşınması için yapılan hizmettir. Allah bunların günahını sevaba çevirir.

………İllelleziyne tabu min ba’di zâlike ve aslehu* feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Nur/5)

………Bundan sonra yani günah işledikten sonra tevbe edip nefislerini ıslah edenler müstesnadır, Allah onar için Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Ve minenNasi veddevabbi vel’ en’ami muhtelifün elvanühu kezâlik* innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’* innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr. (Fatır/28)

………Ve minenNasi veddevabbi vel’ en’ami muhtelifün elvanühu kezâlik insanlardan, hayvanlardan, davarlardan, yine böyle türlü renkte olanlar var. innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema insanlar içinde Allah’ın kulları içinde, Allah’tan ancak ‘Alim kulları haşyet duyar. innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr. Allah ‘Azîz ve Ğafûr’dur.

………Allah’ın hiç kimseye ihtiyacı yoktur, Allah kullarım beni tanısın diye kendini tanıtıyorsa kuluna ihtiyacı olduğu için değil, O Ğafûr oluşundan dolayıdır. Allah’tan ancak alim kulları haşyet duyar buyurdu. Alim esma-i Hüsnanın alimidir. Esma-i Hüsna alimi demek Allah’ı isim ve sıfatlarıyla bilen demektir. Haşyet başka havf başkadır. Haşyet; alim olduğu için yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıdığı için haşyet duyar. Havf ise cahilin korkusudur, haşyet alimin korkusudur. O nasıl korkuyor? Cehaletinden korkuyor, nasıl bir muamele göreceğini bilmediği için korkuyor. Mesela insan karanlıktan korkar. Neden korkar? Orada ne vardır bilmiyor bu yüzden korkuyor. Cahilin korkusuna havf, alimin korkusuna haşyet deniyor ikisi birbirinden farklıdır.

………{{Ek Bilgi; Haşyet, Allâh ismi ile işaret edilen varlığın sonsuz azamet ve kibriyâsı önünde bir hiç olduğunu hissetme hâlidir. (A. Hulusi)}}

………İlginç bir durum daha var. Ne dedi? İnsanlardan hayvanlardan davarlardan ve diğer mahlûkattan böyle türlü renkte varlıklar var dedi. İnsanın rengine, diline, ırkına, şekline bakmamak gerekir. Önemli olan, değerli olan nedir? Alim olup Allah’tan haşyet duymak, Allah’a layıkıyla kıymet ve değer vermek demektir. Bu da ne ile olur? Esma-i Hüsna ile olur. İsimlerini sıfatlarını tanımakla olur.

………İlla men zaleme sümme beddele hüsnen ba’de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym. (Neml/11)

………Kim zulmederse, haksızlık yaparsa sonra o yaptığı zulme karşılık bir güzellik yaparsa, ben Ğafûr ve Rahim’im dedi Allah. Yaptığı zulme karşılık iyilik yapmak ne demek? Nasıl ki nimetin şükrü nimetin cinsinden yapılır, Tevbe ve istiğfarda işlediği günahın şekli ile cinsi ile yapılır. Nasıl mesela? Allah birine nimet vermişse ona şükretmek için o nimeti kullarına ikram etmesi gerekiyor. Ona ilim vermişse başkasına da öğretmekle ona şükretmesi lazım. Yoksa Ya rabbi şükür demekte ilmin nimetini ya da zahiri nimetin şükrünü eda etmiş sayılmaz.

………Eğer kendine zulmetmişse istiğfar nasıl yapılır? Diyelim ki 5, 10 sene boyunca gayri meşru yerde hayatını yaşadı, kendine zulmetti. Yani Allah’tan uzak yaşadı. Bununla beraber insanları gittiği yola davet etti. sümme beddele hüsnen ba’de suin bu kötülükten sonra tam tersini yapması, iyilik yapması lazım. Yani bu sefer de hakta durması, hakka davet yapması lazım. Nasıl ki kötülük yaparken fedakârlık yapmışsa, iyilik yaparken de aynı şekilde fedakârlık yapması lazım. Nasıl ki o zamana kadar malını Allah’tan uzak yaşadığı yerde harcamışsa, bu sefer de Allah yolunda harcaması lazım ki tebdil etmiş olsun tutumunu değiştirmiş olsun. Yoksa sadece istiğfar ediyorum demek yetmez, istiğfar da günahın cinsiyle yapılmalıdır.

………Sümme inne Rabbeke lilleziyne amilüssue Bi cehaletin sümme tabu min ba’di zâlike ve aslehu, inne Rabbeke min ba’diha leĞafûrun Rahıym. (Nahl/119)

………Sümme inne Rabbeke lilleziyne amilüssue Bi cehaletin Sonra muhakkak ki senin rabbin cahillikle eğer biri günah işlemiş, kötülük yapmışsa sümme tabu min ba’di zâlike ondan sonra o günahına tevbe etmişse ve aslehu, Bir de kendini ıslah etmişse, durumunu düzeltmişse inne Rabbeke min ba’diha leĞafûrun Rahıym Bundan sonra da senin rabbin onlar için Ğafur ve Rahîm’dir.

………Velev ennehüm saberu hattâ tahruce ileyhim lekâne hayren lehüm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Hucurat/5)

………Velev ennehüm saberu eğer onlar sabretselerdi hattâ tahruce ileyhim lekâne hayren lehüm sen onların yanına çıkıncaya kadar onlar bekleselerdi vAllâhu Ğafûrun Rahıym Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Ne demek bu? Daha işi anlamamış olan sahabeden bir kısmı duvarın arkasında durup ResulAllah efendimizi çağırıyorlarmış. Allah ayeti kerimede buyurdu öyle birbirinizi çağırdığınız gibi onu çağırmayın, ona karşı edepli olun dedi. Burada öyle buyuruyor; sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi bu onlar için hayırlı olurdu. Ama bununla beraber Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Onların cehaletleri nedeniyle yaptıklarını Allah affetmiştir, rahmetiyle muamele etmiştir. Yani sen de bunu görmezden gel, affet buyuruyor.

………Sümme inne Rabbeke lilleziyne haceru min ba’di ma futinu sümme cahedu ve saberu, inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym. (Nahl/110)

………Sümme inne Rabbeke lilleziyne haceru min ba’di ma futinu Muhakkak ki rabbin o fitneye düştükten, eziyet gördükten sonra hicret edip sümme cahedu sonra o cihat edenleri ve saberu sabredenleri inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym Bundan sonra onlar için Ğafûr ve Rahîmdir. Sabredenler ve cihat edenler için bir de hicret edenler için Ğafûr ve Rahîm’dir.

……...{{Ek bilgi; İnnemâ harreme aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille Bihî li ğayrillâh* femenidturre ğayre bağın ve lâ ‘adin felâ isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr’un Rahıym. (Bakara/173)

………“Size yalnızca ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kılmıştır. Ama zor durumda kalanın, kendine zulmetmeden, (haram kılınanı) helal kabul etmeyerek ve haddi aşmadan (ihtiyaç fazlasına kaçmadan) yemesinde üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir”. (A. Hulusi)}}

………İnnemâ harreme aleykümül meytete muhakkak ki Allah size haram kılmıştır. Neyi? Leşi. Veddeme kanı, ve lahmel hınziyr domuzun etini ve ma ühille Bihî li ğayrillâh Allah adından başkasına kesilmiş hayvanı femenidturre ğayre bağın ve lâ ‘adin eğer mecbur kalırsanız, başkasının hakkına saldırmaksızın, sınırı aşmaksızın onu yiyebilir isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr’un Rahıym Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Burada Allah cihat edenleri, hicret edenleri bir de sabredenleri affeder, mağfiret eder buyurdu.

………Allah sabrı Kur’an ı kerimde anlatırken üç türlü anlatıyor. Sebra’an buyurur, (ves sabirine, ris sabirin, bis sabr, sabrav, Essabirine, in tasbiru,     meas sabirin ) buyurur. O Hakta, imanda sebat etmek demektir. Sebra ‘Alâ; belâlara musibetlere sabretmektir. Sebra liy ibadete güzel işlere hayra, hakka adalete sabretmektir. Bunların hepsi de mağfirete sebep olur. Bir de Sebra Biy vardır hepsini birden kapsıyor vel Asr suresinde ki “Bis Sabr” gibi.

………Ve lâ ye’teli ulül fadli minküm vesseati en yu’tu ulil kurba vel mesakiyne vel mühaciriyne fiy sebiylillâhi vel ya’fu velyasfahu* ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Nur/22)

………Ve lâ ye’teli ulül fadli minküm vesseati Allah buyurdu ki; sizden fazilet sahibi ve zenginlik, servet sahibi kimseler en yu’tu ulil kurba vel mesakiyne vel mühaciriyne fiy sebiylillâh Allah yolunda muhacirlere ve akrabalara, yakınlara, yoksullara yardım etmemek, ikram etmemek için yemin etmesinler. vel ya’fu velyasfahu* ela tuhıbbune en yağfirAllâhu leküm Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz?  vAllâhu Ğafûrun Rahıym Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Bu ayet Hz. Aişe annemiz iftiraya uğradığında Hz. Ebu Bekir’in bir akrabası vardır, hala çocuğudur. Onunla beraber hicret etmiş, Hz. Ebu Bekir onun maişetini temin ediyor, her ay ona bağışta bulunuyor Hz. Aişe Hz. Ebu Bekir’in kızıdır aynı zamanda. Bu iftiraya o da katıldı. Kim iftirayı duyduysa onu gezdirdi konuştu diline doladı konuştu. İçlerinde bu da vardı. Hz. Ebu Bekir bunu duyunca Yemin etti ki; Bir daha ona kuruş vermeyeceğim. Nasıl böyle yapar, münafıkların çıkardığı iftiraya doğrudur diyor yani. Allah’ta buyurdu ki sizden fazilet servet sahibi olan kimseler o fakirlere, miskinlere, muhacirlere Allah yolunda sarf ettiklerini kesmesinler, bunun için de yemin etmesinler. Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Bu ayet inince ResulAllah efendimiz bu ayeti Hz. Ebu Bekir’e çağırıp okudu. Hz. Ebu Bekir ayete cevaben seviyoruz ya rabbi. Hemen gitti o sahabenin evine dedi ki şimdiye kadar sana her ay bu kadar veriyordum, bundan sonra iki katını vereceğim. Kötülüğe iyilikle muamele etmeyi öğretiyor Allah. Biri size yanlış yapabilir, o yanlış yaptı diye ben ona iyiliği kesiyorum demedi, Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz dedi.

………Ve men yühacir fiy sebiylillâhi yecid fiyl Ardı mürağamen kesiyren veseaten, ve men yahruc min beytihi muhaciren ilAllâhi ve RasûliHİ sümme yüdrikhül mevtü fekad veka’a ecruhu alellah* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma. (Nisa/100)

………O hicret edenler yeryüzünde gidilebilecek birçok yer bulurlar. Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret eder evinden çıkarsa, sonra kendisine ölüm gelirse onun ecri, mükâfatı Allah’a aittir. Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Eğer niyet doğruysa, Allah’a gitmek için yola çıktık, ama hiçbir şey yapamadık, yolda öldük. Allah onun bu doğru niyetine karşılık vermek bana aittir diyor. Ben ona rahmetimle Ğufranımla muamele ederim diyor. Yani hiçbir şey yapamasa da Allah doğru niyete, ihlasa; mağfiretiyle, Rahmetiyle muamele eder.

………Allah bir kulu için ben bu kulumu hiç günah işlememiş gibi günahını siliyorum, örtüyorum dese kim itiraz edebilir? Allah zaten bizden günah işlemeyen bir kul olun demiyor, yaratan bilmez mi, onun hatalı, kusurlu, günahkâr olduğunu, tevbe ettiği halde bir daha bir daha bu hale düşeceğini bilmez mi? Elbette ki bilir, Ama kul Allah için çok kıymetli ve çok değerlidir. Allah kendisinden ona ruh vermiş, hayat vermiş, vasıf vermiş, isimlerini ona vermiş, onu kendisine halife yapmış, nurdan yarattığı hiç günah işlemeyen, aşkla muhabbetle O’na hamd eden, O’nu tesbih eden, O’nu zikreden meleklerini ona secde ettirmiş.

………Neden dolayı bu şerefi nerden alıyordu? Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ… (Bakara/31) Allah bütün isimleri Adem’e talim etti. Allah’ın isimleri onda tecelli etmiş. O zaman secde Allah’ın isimlerine, tecellisine, nefh ettiği ruha edilmiş yani. Biz de bu isimler nasıl tecelli etmiş, nasıl tecelli ediyor bunu anlamaya çalışmalıyız. Allah’ın el Esma-i Hüsna sını anlamayan Allah’ı anlamamış, tanımamış, bilmemiştir. Dolayısıyla bilgisi ne olursa olsun, isterse 100 tane fakülte okursa okusun o hiçbir şey bilmiyor demektir. Ama bir insan Allah’ı bir ismi ile bile olsa tanırsa o Alimdir, aynı zamanda haşyeti de ilmi marifeti kadardır. Gördüğümüz anladığımız odur ki Esma-i Hüsna yı bile anlamaya tenezzül etmiyoruz. Kendimizi müstağni görüyoruz, yani benim ihtiyacım yok diyoruz. Kendini müstağni görmek onu hiçbir zaman öğrenememek anlamına gelir.

………Biz sadece burada ismi öğretmiyoruz, öğrenmek başka şey, talim etmek başka şey. Talim etmek demek onu vermek demektir, yani canlı bir gönülden, diri bir gönülden almak demektir. Allah’ın o ismi, vasfı, isminin nuru tecelli ettiği gönülden almak gerekir.

………Allah’ın Ğafûr ismini anlattık, Allah Ğafûr’dur dedik, senin Allah’ın Ğafûr isminin tecelli ettiği bir gönülden bu ismi alman gerekir. Yoksa ilim olarak bunu bildin bunu alamazsın, talim etmiş olmuyorsun, bilgisine sahip olmuş oluyorsun.

………Neydi Ğafûr? Bütün günahları affeden, her çeşit günahı affeden, mağfiret eden, olmamış gibi muamele eden. Acaba olmamış gibi muamele eden kaç kişi vardır Dünyada? Mesela ben iddia ediyorum ki, Allah’ın Ğafûr ismi bütünüyle bizde tecelli etmiştir. Eğer itiraz eden varsa söylesin. Mesela arkadaşlar tekrar tekrar yanlış yapmıştır, hiç olmamış gibi muamele etmişim, ediyorum. Bu en yakınım olsun en uzaktaki olsun hiç fark etmiyor. Yanlışı bana karşı açıktan yapsa bile onu zaten söylemem. Ceza vermek, azarlamak şöyle dursun onu zaten söylemem üstüne ikram ederim, hatta yakınlık gösteririm. Ğafûr isminin tecellisi budur.

………Bunu neden söylüyorum? Bu ismi diri bir gönülden, bu ismin tecelli ettiği bir gönülden almak gerekiyor. Eğer arkadaşlara gelin yanımda oturun ben anlatayım diyorsam, gelin bu ismi size vereyim diyorum yani. Yoksa bir kitaptan okunsa da olur amaç sadece öğrenmek olsa. Ama talim etmek başka bir şeydir. Arkadaşlar anlamamazlıktan geliyor, duymamazlıktan geliyor, işi bilince öğrenince bilgisine sahip olunca o bilgiyi alıp torbaya koyuyor, sırtına atıyor, o bilgi bende var diyor. Bilgi sende var ama o isim sende yok

………Nasrettin hoca bir şehre gitmiş, bir yemek yapacakmış. Malzemeyi almış toplamış getirmiş, tabii bir de o yemeğin tarifi varmış onda. Yolda gelirken oturup dinlendiği anda bir köpek malzeme torbasını kapıp götürmüş. Hoca arkasında seslenmiş; “İyi de yemeğin tarifi bendedir” Ama tarif işe yaramıyor, tarif yenmiyor.

………Allah hepimizi zatına layık kul eylesin, Allah hepimizi Ğafûr isminin tecellisine mazhar eylesin inşallah. Ğafûr ismi ile gönlümüze tecelli edip bizi Ğafûr isminden nasibini alanlardan eylesin. Ğafur ismi ile tecelli edip bütün hatalarımızı, günahlarımızı yanlışlarımızı sanki hiç işlememiş gibi mağfiret ettiği kullarından eylesin. Günahlarını, yanlışlarını sevaba çevirdiği, haseneye, güzelliğe tebdil ettiği kullarından eylesin inşallah. Allah hepinizden razı olsun.

………*****************************************************************

………Geçen hafta hep beraber Allah’ın Ğafûr ismini anlamaya çalışmıştık, yaklaşık iki saat sürmüştü ama yine de bitmedi, biraz daha izah etmek gerekiyor. Çünkü Allah’ın Ğafûr ismi ile ilgili ayetler tamamlanmadı önce o ayetleri tamamlayacağız, sonra hep beraber dertleşeceğiz inşallah.

………Allah Esma-i Hüsna sıyla tecelli ediyor, isimleriyle kendini kullarına tanıtıyor. Bize de düşen Allah kendisini nasıl tanıtmışsa öyle tanımaktır. Eğer Allah’ın bir ismine iman etmesek, ister farkında olalım ister olmayalım mutlaka şirke düşeriz. Onun için Allah kendini nasıl tanıtmışsa öyle tanımak gerekiyor. Yani, Allah ben Ğafûr’um dediyse ve de biri O’nun mağfiretine iman etmediyse ne yapmıştır? Allah’ın Ğafûr ismini inkâr etmiştir. Yoksa şirk sadece Allah’ın zatıyla ilgili değildir. Yoksa şirk sadece Allah’ın zatıyla ilgili değildir yani ben Allah’ı kabul etmiyorum demek şirktir ama herhangi bir ismini kabul etmemekte Allah’a şirk koşmaktır. Biri inkâr öteki şirktir.

………Müşrikler %100 Allah’ı kabul ediyorlardı. Allah Ayeti kerimede;

………Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda ve sahhareş Şemse vel Kamere le yekulünnAllâh* feenna yü’fekûn. (Ankebut/61)

………Onlara sorsan desen ki gökleri ve yeri kim yaratmış Allah’tır diyecekler. Size kim rızık veriyor desen Allah diyecekler. Deki onlara o zaman nasıl böyle dönüyorsunuz.

………Ne yapıyorlardı? Putları ya da putlara verdikleri isimleri Allah’a şirk koşuyorlardı. Aynı şey ehli kitap içinde yani Yahudiler ve Hıristiyanlar içinde geçerlidir, onlar da müşrik olmuşlardır, Allah’a şirk koşmuşlardır. Kimi? Kendi peygamberlerini, nebilerini, Resullerini. Aynı şey müminler için de geçerlidir ki müminlerde zaten ehli kitaptır.

………Onun için Allah’ı esmasıyla, isimleriyle tanımamız lazım ki Allah’a şirk koşmamış olalım, müşrik olmayalım. Sonra kıyamet günü amellerimiz boşa gitmesin. Eğer biri Allah’a şirk koşmuşsa ameli boşa gitmiştir. Yani ahirette onu bir sürpriz bekliyor. İbadet yapmıştır, sözde iman etmiştir, kazanmak için çaba ve gayret sarf etmiştir ama bir de bakıyor ki Allah’a şirk koşmuş müşrik olmuştur, imanını kaybetmiştir. Ebediyen cehenneme gitmiştir yani. Cehenneme gidenler bir tek şirklerinden dolayı giderler ki bu da kibirlerinden dolayıdır. Nasıl kibirlenmiştir? Kendisini müstağni görmüştür. Allah öyle buyurdu. Kendini Allah’a karşı ihtiyaçsız görenler, müstağni görenler, Allah’ı tanımayı, anlamayı kabul etmeyen, edemeyenler, gereksiz görenler. Yani ben Allah’ı kabul ediyorum ama benim O’nu tanımam gerekmiyor. Allah’ın 99 esması varmış, benim bu isimlere iman etmem gerekiyormuş, bunları anlamam gerekiyormuş, bu isimlerle Allah’a Dua etmem gerekiyormuş, hayatı bu isimlerle yaşamam gerekiyormuş, ya da bu isimlerin bende tecelli edip Allah’a halife mi olmam gerekiyormuş bunlar önemli değil. Namazı kılarım, orucu tutarım, gücüm yeterse hacca da giderim, param olursa zekâtta veririm tamamdır diyorsa biri, Allah’a karşı kibirlenmiştir.

………Allah eğer insanı yaratmışsa mutlaka insan üzerinde bir muradı vardır. İnsan eğer sadece hayat benim içindir, dünya benim içindir, Allah benim içindir derse ne yapar? Allah’ın hesabını yapmaz. Nasıl yapmıyor? İster bunun farkında olsun ister olmasın ne der? Ben bu dünyada rahat etmek istiyorum, dualarımın kabul olmasını istiyorum, ahirette de cenneti istiyorum. Hiçbir azap hiçbir sıkıntı yaşamak istemiyorum. Bu Allah benim için olsun diyenlerdir, ancak Allah bana aittir diyenler böyle söyler.

………Allah kâinatı yaratmışsa yeri göğü, bunun ikisi arasında her ne varsa ve insanın hizmetine vermişse o zaman Allah’ın varlığı yaratmada ki muradı insanmış. Ne buyuruyordu?

………Bütün varlığı insan için yarattım, insanı da kendim için yarattım. (Hadisi Kutsi)

………Bakacağız biz Allah için miyiz Allah için olabilmek Allah’ı tanımakla mümkündür. Ben Allah içinim, Allah’ın rızasını kazanmak istiyorum desek, Allah’ın benim üzerimdeki muradı her neyse onu gerçekleştirmek istiyorum desek, ama Allah’ı tanımasak bunu nasıl beceririz? Bu ke4ndimizi kandırıyoruz demektir. Onun için Allah’ı tanımak lazım, Allah’ın kendisini ayetlerde tanıttığı gibi tanımak lazım.

………Allah’ın insan üzerinde ki muradı nedir? Eğer biri gerçek manada Allah’a iman etmişse sadece Allah’a “Ya rabbi senden şunu istiyorum, senden bunu istiyorum” demez, bunu söyleyen kul değildir. Bunu söyleyen nefsinin, heva ve hevesinin peşine takılmış, sadece istiyor. Ama “Ya rabbi senden benden ne istiyorsun” dememiş, diyemiyor. Neden diyemiyor? Kendini ilâh gibi gördüğü için, Allah benim içindir dediği içindir.

………Allah bütün varlığı yaratmışsa Allah’ın da burada başka kelime bulamadığım için o kelimeyi kullanacağım Allah’ın da bir hazzı, zevki isteği olması gerekmez mi, Allah’ta haz almıyor mu? Eğer Allah haz almıyorsa bu durumda biz Allah’ı tanımamışız, bizde olan bir sıfatı Allah’a layık görmemişiz demektir. Bu durumda Allah benden daha aşağıdadır demiş oluyoruz (Haşa) Allah’ın bir hazzı, sevmesi, kızması, gazab etmesi vardır, Allah’ın hayâ etmesi vardır. Allah’ın hazzı nedir? Kullarının O’na iman etmesidir. O’nu sevmesi, hamd etmesidir. O’na karşı takva sahibi olması, O’na karşı sorumluluğunu kabul etmesidir. Sorumluluk sadece Allah bize namazı emretmiş, orucu emretmiş vs. Allah’ın birkaç emrini sayıp benim Allah’a karşı olan sorumluluğum budur dersek kendimizi kandırmış oluruz.

………Mesela ResulAllah efendimiz AS. Buyuruyordu; Hz. Musa Tur dağına Allah ile konuşmaya, Allah’ın vahyini dinlemeye gittiğinde Allah ona buyurdu ki; “Ya Musa sen benim için ne yaptın, ne yapmışsın?” Hz. Musa dedi ki; “Ya rabbi senin için namaz kılmışım, oruç tutmuşum…” diye başladı ibadetlerini saymaya. Allah buyurdu ki; Bunlar senin içindir, bunları kendin için yapmışsın, bunlarla sen kazanıyorsun. Ben sana benim için ne yaptın diye sordum. Hz. Musa saydıkça saydı her defasında Allah dedi ki bunlar senin içindir.

………Hz. Musa dedi ki ben aciz kaldım ne yaparsam ki o senin için olur? Allah buyurdu ki; Benim için bir kulumu sevdin mi? Bunu sadece bir kulu sevmek olarak anlamak doğru değildir. Kelimeye dikkat etmek lazım “Benim için bir kulumu” O bir kul kimin gibi olmalıdır? Hızır AS. Gibi olmalıdır. Sonra zaten Hızır AS. Gönderirken ne dedi? Orada kullarımızdan bir kul buldu. Yani o kulun sana Allah’ı tanıtması lazım, öğretmesi lazım, sana Allah’ın sırrını öğretmesi lazım, sana seni tanıtması lazım, hayatı tanıtması lazım. Çünkü insan tanıdıkça sever, tanımadığı bir şeyi sevmez. Birini tanıdıkça sever eğer o güzelse Allah’ın güzelliği onun üzerinde tecelli etmişse onu ne kadar tanırsa o kadar çok sever. Onu sevince ondaki güzelliği istemek onun doğası olur. Ben de böyle güzel olmak istiyorum der, bu iradesiz olarak sevdiği için onun duası olur.

………Bütün güzellikler Allah’a aittir, dolayısıyla kul üzerinde neyi sevmiştir? Allah’ın güzelliğini sevmiştir, isimlerini, sıfatlarını sevmiştir ve bu Allah içindir. Bu orada durmaz, bütün peygamberler ve varisleri bu vasıftadır. İş onu sevmekte kalmıyor ne olur? Bir de onu sevdiği için onunla beraber olanları da sever yani ehli beyti de sever. Ona tabi olmuş müminleri sever, sonra tabi olanların sorumlu olduğu ailelerini sever. Yani o sevgisi genişler. Bir de bakar ki Allah için bütün insanları seviyor, bütün mahlûkatı seviyor. Tabii ki her birinin derecesi farklı farklıdır.

………İnsan sevdikçe gönlü genişliyor. Eğer gönül dünyayı ve dünyanın içindekileri içine alamayacak kadar küçükse Allah oraya tecelli etmez. Ne buyruluyordu Kutsi hadiste? “Yere, göğe sığmam, tecelli etmem, yer gök beni almaz ama mümin kulumun kalbi beni alır, benim tecellimi gösterir” Dedi. Allah kulunun gönlüne tecelli etmesi için kulun gönlünün Allah’ın sevgisiyle genişlemesi gerekiyor.

………Onlar severken taklit etmez, mesela Allah’ın Ğafûr ismini anlamaya çalışıyorduk, birine 100 sefer iyilik yapsak sonra 3 sefer, on sefer yanlış yapsak bakıyorsunuz ki bizden uzaklaşmış. Başlar aleyhimizde konuşmaya, yermeye, kötülemeye. Ne oldu? İyilikleri bile yok saydı. Ama gerçek dost, gerçek manada seven Allah’tır.  Kulu inkâr eder, müşrik olur, kâfir olur, münafık olur, günahkâr olur, mücrim olur, bütün hayatı boyunca öyle yaşar, sonra hayatının bir bölümünde yanıldım yanlış yaptım, tevbe ediyorum, istiğfar ediyorum dediğinde Allah sanki o hiç yanlış hayatı yaşamamış gibi ona muamele eder. Hiçbir şekilde onu atmaz, yermez, kötülemez. Kulum bilmiyordu, ya da nefsine yenildi, şeytana tabi oldu deyip ne yapar? Günahlarını, çirkinliği, küfrünü, hatalarını çizer, hiç yapmamış gibi muamele eder, onu sever.

………Mesela ResulAllah efendimize bakalım aynı şey yani Allah’ın Ğafûr ismi onda tecelli etmişti. Kendisine işkence yapanlar, hakaret edenler, küfredenler, inkâr edenler, kendisiyle savaşanlar iman ettim dediği an iş biti, gönlünde hiçbir ağırlık taşımadan seviyor, kardeş oluyor, sen geçmişte şöyle yapmıştın, böyle yapmıştın demiyor. Niye? Allah için seviyor da ondan. Onun için Allah ayeti kerimede buyuruyordu;

………İnnema Veliyyükümullâhu ve RasûluHU velleziyne amenülleziyne… (Maide/55)

………“Sizin dostunuz veliniz Allah’tır, Resulüdür, mü’minlerdir.” Demek ki müminlerde böyle imiş, ama tabii ki mümin olursa.

………Hep ısrarla söylüyoruz mümin olmak öyle basit bir şey değildir, mümin olmak sadece inanmak değildir. Ben inanıyorum ya demek bizi mümin yapmaz. İmanı Allah’a ispatlamak lazım, sadece sözle ifade o kişinin iddiasıdır.

………Hepsinin başında Allah’ı bilmek ve tanımak gerekir. Allah’ın Ğafûr ismi ile ilgili olan ayetleri anlamaya çalışacağız inşallah. Allah buyuruyor;

………“Velleziyne amenû Billâhi ve RusuliHİ ve lem yüferriku beyne ehadin minhüm ülaike sevfe yü’tiyhim ücurehüm* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma” (Nisa/152)

………Velleziyne amenû Billâhi ve RusuliHİ ve lem yüferriku beyne ehadin minhüm o kimseler ki Allah’a iman ederler ve Allah’ın Resullerine iman ederler ve Allah’ın resulleri arasında hiçbir fark gözetmezler. Fark gözetmemek ne demek? Her birinin hayatında sizin için örneklikler vardır.  Bu örnekliğini kabul etmelidir. Mesela biri hasta olduğunda kimi kendine örnek almalıdır? Eyyub AS.ı Hiçbir şekilde Allah’a itiraz etmemiş. Varlıklı iken varlığını kaybetmiş, aile efradını kaybetmiş, sağlığını, sıhhatini kaybetmiş, çevresinde ki bütün insanları kaybetmiş ve kendi memleketinden kovulmuş. Seni bu şekilde görmek istemiyoruz, hastalığın bize bulaşır deyip onu bulunduğu yerden çıkardılar. Ama o hiçbir şekilde “Ya rabbi bu neden böyle oldu?” demedi. En sonunda söylediği söz neydi? “Ya rabbi şeytandan bana sıkıntı dokundu” dedi.

………Neden böyle söyledi? Şeytan karşısına dikilip; sen sözde Allah’ın peygamberisin, bak Allah sana ne yapmış, haline bak” deyince bu sözlerden sıkıldı sadece. Allah’ta ayağını yere vur dedi, hem yıkanacağın, hem de içeceğin bir su bulacaksın” dedi. Sonra Allah ona hem ehlini hem malını ikiye katlayarak geri verdi buyurdu. (Sad/42-43) Neye karşılık? Sabrına karşılık. Bir mümine de bir sıkıntı dokunduğunda böyle olmalıdır, feryat etmemeli, isyan etmemelidir. Rahîm ve Rahman olan Rabbini unutmamalıdır. Bilmelidir ki Allah onu görüyor, onu biliyor ve Allah’ın her şeye gücü yetiyor. O anda ki imtihanı öyledir, ona düşen o imtihana sabretmektir.

………Mesela Hz. İbrahim gibi ateşe atıldığında ne demişti; Allah benim vekilimdir. HasbünAllâhu ve nı’mel vekiyl demesi lazım.

………Aynı şekilde Hz. İsmail gibi kurban edilse ne demesi lazım? Onun söylediğini söylemesi lazım. Ne dedi babasına? “Allah’ın sana emrettiğini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi. Kesilmeye gidiyor, ama onu yetiştiren kim? Hz. İbrahim’dir.

………Her bir peygamberi örnek alırken Allah onların hayatından bize örnek olsun diye kısa bölümler anlatmış. Onun için Allah buyurdu; Allah’a iman edin, resullerime iman edin ve aralarında hiçbir fark gözetmeyenler, ülaike sevfe yü’tiyhim ücurehüm işte onların mükâfatını Allah verecek dedi. ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma ve Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Allah onlara ğufranıyla, mağfiretiyle muamele edecek rahmetinin içine alacaktır. Demek ki Allah’ın Resullerini örnek almak bize neyi kazandırır? Hem bir ecir hem de mağfiret ve rahmet kazandırır. Bu ayetlerin sonunda Allah’ın Ğafûr ismi geliyor onun için bu ayetleri okuyoruz. Allah’ı Ğafûr isminden tanımak için.

………Zâlikelleziy yübbeşşirullahu ıbadeHUlleziyne amenû ve ‘amilus salihat* kul lâ es’elüküm aleyhi ecren illel meveddete fiyl kurba* ve men yakterif haseneten nezid lehu fiyha hüsna* innAllâhe Ğafûrun Şekûr. (Şûrâ/23)

………Zâlikelleziy yübbeşşirullahu ıbadeHU Allah kullarımı müjdele dedi. Kimi müjdele Elleziyne amenû ve ‘amilus salihat o iman edip salih amel işleyen kullarımı müjdele. kul lâ es’elüküm aleyhi ecren de ki onlara benim ücretim size ait değildir, sizden herhangi bir ücret istemiyorum. -Hitap ResulAllah efendimizedir- illel meveddete fiyl kurba sizden istediğim tek şey var, Allah bunu iste dedi, istediğim tek şey yakın bir sevgidir. Ama bu sevgi nefsani bir sevgi değil Meveddete dedi. Meveddet Allah’tan gelen sevgidir, muhabbet kula ait sevgidir. ve men yakterif haseneten her kim ki bir güzellik kazanırsa, güzelliği neyle kazanıyor? Allah’ın Resulünü sevmekle kazanıyor. Onu sevince ne yapar? Onun gibi yapmaya çalışır. Bu ne demektir? Onu kendine örnek almış, ona uyar, ona tabi olmuştur artık. Bunula beraber Allah’ın sevgisini de kazanmış olur. nezid lehu fiyha hüsna biz onun güzelliğini artırırız. O bir güzellik kazanmışsa en az 10 güzellik veririz. innAllâhe Ğafûrun Şekûr Muhakkak ki Allah Ğafûr ve Şekûr’dur. Şükrün karşılığını, teşekkürün karşılığını verendir. Teşekkür niye yapılır? Biri bize bir ihsanda, bir ikramda bulunduğunda ona teşekkür ederiz.

………ResulAllah efendimiz AS. A teşekkür borçluyuz, Neden? Bize örnek olduğu için. Allah’ın isimleri ve sıfatları Allah’ın güzelliği onun üzerinde tecelli ettiği için. Onun üzerinde ki Allah’ın güzelliğini sevmemize vesile olduğu için onu seversek teşekkür ederiz. Bununla beraber Şekûr, şükrün karşılığını verendir. Buna karşılık Allah ne yapıyormuş? Mağfiret ediyormuş, hiç günah işlememiş gibi muamele ediyormuş, Ey kulum  sen benim istediğim gibi yapmaya çalıştın resulümü sevdin, onu örnek aldın, onun rengiyle renklendin, izinde yürüdün, onun gibi olmaya çalıştın Benim güzelliğimi onun üzerinde sevdiğin için beni istedin, duanı yaptın. Ben de buna karşılık onun güzelliğini arttırırım dedi.

………Ya eyyühelleziyne amenû izâ naceytümurRasûle fekaddimu beyne yedey necvaküm sadekaten, zâlike hayrun leküm ve ather* fein lem tecidu feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Mücadele/12)

………Ya eyyühelleziyne amenû izâ naceytümurRasûl Allah müminlere hitap edip; Ey iman ettiğini iddia edenler, ben müminim diyenler. Allah’ın resulüne bir şey danışacağınız zaman, onunla özel olarak görüşmek istediğiniz zaman fekaddimu beyne yedey necvaküm sadeka bu durumda kendi ellerinizle kazandıklarınızdan sadaka verin. zâlike hayrun leküm sizin için hayırlı olan budur. ve atheru bu sizin için daha temizdir. Neden hem hayırlı hem de temizdir? Çünkü ResulAllah efendimiz AS. Sahabesinin içinde münafıklar da vardı, söylemiştim, 36 tane münafık vardı, hem de ResulAllah efendimizin arkasında namaz kılıyorlardı. Bunlar da gidip bizde ResulAllah efendimizle görüşmek istiyoruz, özel bir işimiz var diyerek görüşme yapıyorlardı. Sonra çıktıklarında o görüşmeden dolayı kibirleniyorlardı.  İşte biz gittik onunla özel görüştük, yani biz ona öyle yakınız gibi davranıyorlardı. Bir de ResulAllah efendimiz ile konuşmadıkları şeyleri konuşmuşlar gibi anlatıyorlardı, yani Allah resulüne iftira atıyorlardı. Ben şunu söyledim o da bana bunu söyledi diyorlardı.

………Münafıkların en hassas olduğu konu infak etmektir, sadaka vermektir. Neden? Çünkü o dünyaya tapıyor. Niye münafık olmuş? Kendi gönlünden hesap yapıyor, derdi Allah’ın rızası değil, derdi dünyadır, dünyalık kazanmaktır ya da kaybetmemektir, bir menfaat elde etmektir. Ona sadaka verin deyince ne oldu? Artık görüşmek isteyemediler.

………fein lem tecidu feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym eğer siz bunu bulamazsanız Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Sahabeden öylesi var ki gerçekten görüşmesi gerekir, gerçekten işi vardır ama sadaka olarak vereceği bir şeyi olmadığı için görüşemem deme dedi, bunu bulamayınca Allah Ğafûr ve Rahîm’dir dedi. Aynı şey peygamber varisleri için de geçerlidir, onun için onları boş yere meşgul etmek doğru değildir. Eğer gerçekten bir sorun varsa o zaman görüşmelidir.

………İnsan en büyük sermayesi hayatıdır, zaman boşa harcanmaz, çöpe atılmaz. Onun ebedi hayatını kazanmak için kullanmalı, Allah’ın rızasını kazanmak için kullanmalıdır. Onun için peygamberin de, peygamber varislerinin de vakti zamanı çok kıymetli, çok önemlidir.

………Ve minel a’rabi men yu’minu Billâhi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin indAllâhi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullâhu fiy rahmetiHİ, innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Tevbe/99)

………Ve minel a’rabi men yu’minu Billâhi vel yevmil ahır Allah buyurdu Araplardan, bedevilerden öylesi var ki Allah’a ve ahirete iman etmiştir, ve yettehızü ma yünfiku kurubatin indAllâh infak ettiğini Allah’a yakınlık için infak eder, Allah’a kurbiyet elde etmek için, karîb olmak için infak eder.  ve salevatir Rasûl bir de ResulAllah’ın duasını vesile eder, onu ister. Salâvat demek destek demek, Allah’ın resulüne destek için bunu yapar. ela inneha kurbetün lehüm Allah, dikkat edin dedi burayı doğru anlayın dedi; O, onlar için Allah’a yakınlıktır. seyudhıluhumullâhu fiy rahmetiHİ bunun içinde Allah onları rahmetinin içine koyar. innAllâhe Ğafûrun Rahıym Allah onlar için Ğafûr ve Rahîm’dir, onları mağfiret eder, rahmeti ile muamele eder.

………Leyse aled du’afai ve lâ alel merda ve lâ alelleziyne lâ yecidune ma yünfikune harecün izâ nasahu Lillâhi ve RasûliHİ, ma alel muhsiniyne min sebiyl* vAllâhu Ğafûrun Rahıym. (Tevbe/91)

 ………Leyse aled du’afai ve lâ alel merda Zayıflar için, hasta olanlar için yoktur. Ne yoktur? Zorluk yoktur. ve lâ alelleziyne lâ yecidune ma yünfikune harecbir de Allah için, Allah yolunda bir şey infak etmeyi bulamayanlar. Onlar içinde zorluk yoktur. Allah bir şart koymuş, onların ne yapması lazım, nasıl olmaları lazım? Eğer onlar izâ nasahu Lillâhi ve RasûliHİ onlar Allah ve Resulü için nasihat ederlerse, yani boş yere gevezelik, dedikodu yapıp konuşmazlarsa Allah yolunda infak edenleri kıskanıp haset edip onlar aleyhinde konuşmazlarsa doğrusu budur, güzellik budur derlerse, ma alel muhsiniyne min sebiyl Böyle güzellik yapanlar aleyhinde hiç kimseye bir yol yoktur. Yani bunlar da neden infak etmiyor denilemez onlara, Allah bu yolu kimseye tanımam dedi. Kulumun gücü yetmiyor, ama birileri onu eleştirip çekiştirmeye kalkarsa bunu kabul etmek, çünkü onlar güzeldir dedi Allah. Güzel davranıyorlar, güzel iş yapan güzel olur, Allah ve Resulü için doğruyu söyler ve nasihat eder. vAllâhu Ğafûrun Rahıym Allah onlar için Ğafûr ve Rahimdir. Onlar yapmadan da Allah onlara ne yapar? İhsan eder, ikram eder, günahlarını mağfiret eder rahmetine alır.

………Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâhu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym. (A. İmran/31)

………Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâh yine ResulAllah efendimize hitap ediyor; De ki Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin. Allah’ı sevmenin şartı o sevgiyi ispatlamaktır. Nasıl ispatlayacak? Resulüne tabi olmakla ispatlayacak. Tabi olmadıysa istediği kadar ben Allah’ı seviyorum desin Allah onun sevgisini kabul etmez. Ne der? Yalancı der ona, münafık der. Bu sevgiyi üzerinde göstermelidir. Nasıl gösterir? ResulAllah efendimize tabi olarak, onun yolundan yürüyerek, onun gibi yapmaya, onun gibi olmaya çalışarak, bunun için çaba ve gayret sarf ederek gösterir. Yaparsa bunu tabi olmuş, Allah’a sevgisini ispatladı. Demek ki gerçekten Allah’ı seviyormuş. Böyle yaparsa ne olur? Allah’ta onu sever.

………ve yağfir leküm zünubeküm ve Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder. Neye karşılık? Resulüne tabi olmasına karşılık, imanını ispatlamış olmasına karşılık. vAllâhu Ğafûr’un Rahıym Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Allah bana tabi olun demedi, resulüme tabi olun dedi. Çünkü tabi olmak resuledir, Allah’a değil. Neden? Tabi olunabilmesi için onun bir beşer olması lazım, bir insan olması lazım. İtaat Allah’a ve Resulünedir ama tabiyet resulünedir. Bir beşer olarak o bize örnektir. Tüm peygamberler günah işlemede de bir beşerdir, neden onlar da günah işler diyorum? Peygamberler masumdur deyip onlar günah işlemez diyorlar ya da onların işlediğine günah demiyor zelle diyor, hata diyor. Olur mu öyle şey. O günah işlemiyorsa nasıl bana örnek olacak? O günah işlemiyorsa, işlemediyse o zaman Allah’ın Ğafûr ismini tanımadı. Sıradan bir insan günah işleyip Ğafûr ismini tanıyınca o peygamberin önüne geçti öyle mi? O, Allah’ı bir peygamberden daha fazla tanıdı demektir bu. Niye öyle söylüyor? Zannediyor ki peygamber hata yaptı günah işledi derse onu küçümsemiş oluyor.

………Allah ona büyük dedi, senin ona büyük demekle o büyük olmaz, Allah onu nasıl tanıttıysa öyle tanımak lazım. Onu melek konumuna koyup örnek edinmekten çıkarıyorsun demektir. Sana nasıl örnek olacak? Günah işlememişse, yanlış yapmamışsa, eksik yapmamışsa, o bir beşer değilse o sana nasıl örnek olur? Sen ona nasıl tabi olacaksın? Zaten öyle yapıyor, o peygamberdir diyor. Ama Allah ne buyurdu? De ki Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin, günahlarınızı mağfiret etsin. Dolayısıyla böyle bir fikir yanlıştır.

………Allah ne buyurdu Hz. Musa için? İki kişi kavga ediyordu, biri kendi tarafındandı, kendi tarafından derken kendi ırkındandı, diğeri de firavun tarafındandı. Kendi tarafından olan onu yardıma çağırdı. Musa diyor adama bir yumruk burdu, adam düşüp öldü. Hz. Musa neren bilsin ki peygamber bir adama yumruk atarsa adam ölür, nereden bilecek? Bilmiyordu bunu. Bu bir cinayettir, Hz. Musa bir cinayet işledi. Şimdi bu cinayet işledi mi işlemedi mi? Katil oldu mu olmadı mı? Oldu. Ayetin sonuna doğru diyor ki Musa istiğfar etti, Allah’ta onu affetti dedi. Kaza olmuş ama günah günahtır yani. Onun için peygamberler de bir beşerdir, ama örnek bir beşerdir. Allah onların yanlış yapmasına müsaade etmiştir. Niye? Bize örnek olsun diye. Yanlış yaptığımızda ne yapmamız gerektiğini anlayalım, bilelim diyedir. Onun için Allah ne buyurdu? Müşrikler dedi ki Allah bize melek bir peygamber göndersin (En’am/8) Melek bir peygamber. Niye? Yani örnek alınması mümkün olmayan, kendisine tabi olunmak mümkün olmayan bir peygamber istiyorlar.

………Allah beşer bir kulunu peygamber gönderdi, ama ona iman edenler onu melekleştirmeye çalışıyor, melek gibi olsun isteniyordu. Hatta bu konuda birçok yazılan yazılar vardır, resmen neredeyse melektir diyecekler. Bu olmaz, Peygamber bir beşerdir. Allah ne buyurdu?

………Kul innema ene beşerun mislüküm … (Fussilet/6)

………De ki ben de sizin gibi bir beşerim.

………Doğru da yapacak yanlışta yapacak, gülecekte, ağlayacak ta, sevecek te kızacakta. Yoksa nasıl örnek alınır.

………Kaletil a’rabu amenna* kul lem tu’minu ve lâkin kulu eslemna ve lemma yedhulil iymanü fiy kulubiküm* ve in tutıy’ullahe ve RasûleHU layelitküm min a’maliküm şey’a* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Hucurat/14)

………Kaletil a’rabu amenna Araplardan bir kısım dediler ki biz iman ettik kul lem tu’minu ve lâkin kulu eslemna De ki onlara siz mü’min olmadınız, siz daha iman etmediniz, ama biz teslim olduk, biz de İslâm’ı kabul ettik deyin. Ama biz mü’min olduk demeyin. ve lemma yedhulil iymanü fiy kulubiküm çünkü iman daha kalbinize dahil olmadı. Ben inandım, iman ettim demekle, ben Allah ve Resulünü kabul ediyorum demekle mü’min olunmuyor dedi. Ne olunuyor? İslam’a girilmiş olunuyor. Bu durumda ne diyebilirsin? Ben İslam’ı kabul ettim, ben teslim oldum, ben Müslüman oldum diyebilirsin ama ben mü’min oldum deme, çünkü iman daha kalbinize dâhil olmadı buyurdu. ve in tutıy’ullahe ve RasûleHU eğer siz Allah’a ve resulüne itaat ederseniz, tamam İslam’ı kabul ettiniz işe başladınız, ama henüz mü’min olmadınız. Siz Allah’a ve resulüne itaat ederseniz layelitküm min a’maliküm şey’a böyle bir durumda Allah amellerinizden hiçbir şeyi ekşitmez. Ne yapar? Onu sizin için imana, iman nuruna dönüştürür. innAllâhe Ğafûrun Rahıym Allah Ğafûr ve Rahim’dir.

………Yani imanı kazanmak için Allah’a ve resulüne itaat etmen lazımmış, bunun için çaba gayret sarf etmen lazımmış, Allah’a karşı sorumluluğunu yerine getirmeye çalışman lazım ki Allah sana bu imanı ihsan etsin. Aynı şekilde bu ayet indiğinde sahabe sormuştu; Ya ResulAllah biz iman etmiş miyiz, etmemiş miyiz? Buyurdu ki İman bir Nur’dur Allah onu kulunun kalbine indirir. Bunun alametleri vardır, her biriniz baksın, eğer bu alamet sizde varsa iman nuru kalbinize inmiştir. Allah onu kalbe indiriyor.

………Buyurdu ki; Allah bir kulun kalbine iman nurunu indirirse, onun kalbi latif sahralar gibi genişler. O Allah’ı sever, sevdiğini de Allah için sever. Bu onun birinci halidir. Yani menfaat için değil, Allah için. İkinci bir alameti de bu imandan sonra bu imanı kaybetmekten öyle bir korkar ki sanki ateşe düşecekmiş gibi korkar. İmanına böyle sarılır.

………İman sevmekmiş, Allah’ı sevmek ve Allah için sevmekmiş. İmanının kıymetini bilmeyenler, imanı için şükretmeyenler onu kaybeder. İmanını hafife alanlar, basite alanlar mesela; önemli değil Allah’ı seviyorum ama benim bunu korumam gerekmiyor derse biri imanını kaybeder. Allah Resulü; “Nimeti getirene, vesile olana teşekkür etmeyen Allah’a şükretmiş olmaz” buyurdu. İmanı nereden alıyorsa, Allah ona bu imanı nereden ikram ettiyse ne yapmalıdır? Teşekkür etmelidir. Neyle? Sevmekle, severek teşekkür etmelidir.

………Kul lâ ecidü fiyma uhıye ileyye muharremen alâ ta’ımin yat’amühu illâ en yekûne meyteten ev demen mesfuhan ev lahme hınziyrin feinnehu ricsün ev fiskan ühille li ğayrillâhi Bih* femenidturre ğayre bağın ve lâ adin feinne Rabbeke Ğafûrun Rahıym. (En’am/145)

………Allah haramları anlatıyor, bunun dışında kalanların helal olduğunu beyan ediyor. Haram kılınanlar şunlardır buyuruyor; Leş, ölmüş hayvan, dökülen kan, pislik olan domuz eti bir de Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvan. Hiçbir isim anılmadan kesilmiş hayvan ayrıdır, çünkü burada öyle buyuruyor, Allah’tan başkası adına günahla kesilen hayvan diyor. Bundan başka de ki, Allah’ın kitabında haram kılınmış başka bir şey bulamıyorum de. Ama dedi Her kim çaresiz kalırsa haddini aşmadan, sınırı aşmadan bunlardan yiyebilir dedi. feinne Rabbeke Ğafûrun Rahıym Çünkü senin rabbin Ğafûr ve Rahîmdir dedi.

………Allah başka bir ayette buyuruyordu ki Kimdir o dilini evirip çevirip şu helaldir bu haramdır diyor. (Nahl/116) hangi saygısız hangi edepsizdir diyor. Allah haramları beyan etmiş işte haramlar bunlardır demiştir. Onun için İslâm da, şeriatta, dinde bir kural vardır. Hiçbir şey için helâllik aranmaz yani bu helal midir haram mıdır diye sorulmaz. Ne aranır? Haramlık aranır. Bu haram mıdır değil midir, Allah bunu haram kılmış mıdır kılmamış mıdır buna bakılır. Allah’ın haram kıldıkları bunlardır bunların dışında bir şeye haram derse Allah adına hüküm verip şu helaldir bu haramdır demiş olur. Ama birileri bunu yaparsa, ya da şeytan birilerine bunu yaptırırsa, kalkıp ta ona; sen takvalı bir Müslümansın bak helale harama dikkat ediyorsun denirse bu yanlıştır. O bilmiyor ki o Allah adına hüküm vermiş oldu, Allah adına konuştu, kendini Allah’ın yerine koydu, Allah’ın haram demediği şeye haram dedi. Bunu anlamamış demektir.  

………Eğer biri gerçekten iman etmemişse kalbi titremez, mü’min Allah hakkında, din hakkında, iman hakkında konuşurken titrer, kılı kırk yarıp öyle konuşur. Rabbine karşı saygısızlık yapmaz, rabbi adına hüküm vermez, veremez. Yani bunu yapanlar Allah’ı tanımayanlardır, Allah’ın gazabından korkmayanlardır, endişe etmeyenlerdir.

………Bir de onun haram olduğunu bilmeden haram işlenmişse bunun için de Allah buyurdu Allah onlar için Ğafûr ve Rahîm’dir. Bilmiyor, anlamamış, ya da yeterli bir ilme sahip değil, onu helal zannetmiş Allah onlar için Ğafûr ve Halîm’dir, Allah ona rıfk ile muamele eder dedi.

………Ya eyyühelleziyne amenû inne min ezvaciküm ve evladiküm ‘aduvven leküm fahzerûhüm* ve in ta’fu ve tasfehu ve tağfiru feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Teğabün/14)

………Ya eyyühelleziyne amenû ey iman ettiğini iddia edenler, söyleyenler inne min ezvaciküm ve evladiküm sizin hanımlarınızdan, çocuklarınızdan size düşman olanlar olabilir. Neden dolayı? Dininizden dolayı yapabilir veya herhangi bir şekilde size düşmanlık yapabilir. ‘aduvven leküm fahzerûhüm onlardan sakının, tedbirinizi alın ve in ta’fu eğer siz onları affederseniz ve tasfehu safh ederseniz (vazgeçerseniz) ve tağfiru Mağfiret ederseniz feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym muhakkak ki Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Allah affedin dedi safh edin dedi, bir de mağfiret edin dedi. Yani eğer mağfiret edemiyorsan, hiç o yanlışı yapmamış gibi muamele edemiyorsan en azından onu safh et dedi. Safh ne idi ona suçunu söyleyip ceza vermemekti, azarlamamaktı. Azarlama, suçunu söyle ama ceza verme. Ya da affet. Yani ceza verme ama suçunu da ona söyle, azarla da bu üçünden birini yap. Bu birincisi.

………İkincisi, duruma göre muamele et, eğer bir zarar gelmeyecekse ya da bir fayda sağlamayacaksa hiç olmamış gibi muamele et, mağfiret et. Duruma göre fayda verecekse bu durumda safh ile muamele et, yani ceza verme ama suçunu söyle azarlama, ortalığı dağıtma. Ya da affet, ceza verme ama suçunu da söyle azarla da. Çünkü Allah Ğafûr ve Rahîmdir dedi. Sen böyle yaparsan Allah’ta seni Ğafûr olarak karşılar, mağfiret eder, Rahmetinin içine koyar.

………Arkadaşların bazen aile içinde sorunları oluyor. Ne sorunları oluyor? Allah’ı dinlemedikleri için, birbirlerine mağfiretle muamele etmedikleri için, safh ile muamele etmedikleri için, affetmedikleri için. Bu yüzden sorun çıkıyor sıkıntı oluyor. Niye? Rabbimizi dinlemediler ki, o ne söylemiş, bu konuda ne yapmamız gerekiyor onu anlamaya ve dinlemeye bile tenezzül etmemiş nerede kaldı ki Rabbe uyma, Allah’a itaat etmek. Sonra da bu niye böyle oldu, ben hiçbir şey yapmamışım diyor. Senin bir şey yapman gerekmiyor, başında ki bir beşer olarak, bir kul olarak yanlış yaptığında sen onu azarladınsa, hatasını günahını, kusurunu, yanlışını yüzüne vurdunsa, eleştirdinse, onu küçümsedin ise aradaki saygıyı yok ettin, daha ne yapacaksın. Aile içinde eşler arasında sevgi ne kadar kıymetli ise, değerliyse, önemliyse saygı en az onun iki katı kadar kıymetli, değerlidir. Çünkü onu sağlıklı tutan saygıdır. Eşler birbirlerine karşı saygılarını kaybettiklerinde sevgi de kaybolur. Lamba alevinin üstünde ki cam fanusun alevi koruduğu gibi, saygı da sevgiyi böyle korur. Saygı olmayınca sevgi yaşayamaz, kısa ömürlü olur. Bakıyorsunuz evleneli birkaç ay olmuş, saygı diye bir şey kalmamış. Öyle ki koca eve gitmek istemiyor, ayağı gitmiyor. Diyor onu görmek istemiyorum. Sözde severek evlenmiş, aşık olmuşlar, hatta birbirlerini kaçırmışlar.

………Ne oldu? Birbirlerine karşı saygısızca davrandılar, sevgilerinin kıymetini bilmediler, sevgiye değer vermediler, önemli değil dediler. Sevgi olmayınca dünya cehenneme döner, her şey sevildiği kadar kıymetlidir. Neyi ne kadar seviyorsan o senin için o kadar kıymetli, o kadar değerlidir, değeri sevgiye göredir, muhabbete göredir. Her şey böyledir. Sevmek fedakârlığı gerektirir, hoşgörü gerektirir yani affı gerektirir, safhı gerektirir, mağfireti gerektirir. Yoksa rabbimizi dinlemedik sonuç itibarıyla gönlümüz cehenneme döner, evimiz cehenneme döner, hayatımız cehenneme döner, dünyamız da ahiretimizde cehennem olur. Ama bunu kendi elimizle yapmış oluruz, Allah’ı ciddiye almadığımızdan dolayı, Allah’ın sözüne emrine karşı kendimizi müstağni gördüğümüz için.

………Allah’a dua ederken de Allah’ın güzel isimlerini esma-i Hüsnasını öne geçirip onunla dua etmek gerekiyor. Allah’ın nebileri, Resulleri öyle yapmışlardır. Nuh AS. In duasını Allah beyan ediyor;

………Ve kalerkebu fiyha Bismillahi mecraha ve mursaha* inne Rabbiy leĞafûrun Rahıym. (Hud/41)

………Ve kalerkebu fiyha Bismillahi mecraha ve mursaha Nuh AS. Dedi ki bu geminin yürümesi de durması da Allah adınadır. Allah adıyla hareket eder ve Allah adı ile durur. Ne demek? Onu denizde tutacak olan, yüzdürecek olan o tufanda suyun üzerinde tutacak olan Allah’tır. Sonra Allah onu nereye indirirse, nerede durdurursa o Allah’ın kudretiyle, esmasıyla olur. inne Rabbiy leĞafûrun Rahıym Muhakkak ki benim rabbim Ğafûr ve Rahîm’dir. Dedi. Allah’ın Gafûr ve Rahîm ismine sığınıyor.

………Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym. (Hicr/49)

………Kullarıma haber ver ki ben enel Ğafûrur Rahıym im dedi. Tekrar tekrar söyledi, enniy, enel ben, evet ben Ğafûr ve Rahîm’im. Kullarıma bunu haber ver. Kullarım beni böyle anlasın, beni rabbi olarak kabul eden, kendisini abd, kul olarak kabul eden beni böyle bilsin, böyle tanısın, böyle anlasın.

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh* innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU HUvel ĞafûrurRahıym. (Zümer/53)

………Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim de ki; Ey nefislerini israf eden kullarım, hayatlarını boş işlerle harcayan kullarım. Allah kulum diyor, kendini harcayanlara da kulum diyor lâ taknetu min rahmetillâh Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin, Allah’tan kaçmayın, sizin günahınız, yanlışınız Allah’ın rahmet deryasının karşısında hiçbir şey değildir ve sen Allah’ın kulusun, Allah seni atmıyor, dışlamıyor. O zaman sen de Allah’tan kaçma. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a muhakkak ki Allah bütün günahları affeder, mağfiret eder.

………Allah hiç istisna etmedi burada, nefsini harcayanlara kulum diyor benim rahmetimden umudunu kesme, bütün günahları affederim, cemiy’a yani toptan affederim diyor. Günahın, yanlışın, hayatını nerde harcamış olursan ol, hepsini affederim diyor. inneHU HUvel ĞafûrurRahıym. Muhakka ki O Ğafûr ve Rahîm’dir, size mağfiretiyle, rahmetiyle muamele eder.

………Hz. İbrahim’in duası;

………Rabbi innehünne adlelne kesiyren minen Nas* femen tebi’aniy fe innehu minniy* ve men asaniy feinneKE Ğafûrun Rahıym. (İbrahim/36)

………Rabbi innehünne adlelne kesiyren minen Nas Hz. İbrahim dua ediyor, rabbim diyor bunlar insanların birçoğunu delâlete düşürdüler, saptırdılar femen tebi’aniy fe innehu minniy artık her kim ki bana tabi olursa o bendendir. Yani bana nasıl muamele ediyorsan benden olanlara da öyle muamele et. ve men asaniy kim de bana asi olursa, beni kabul etmemişse feinneKE Ğafûrun Rahıym Sen Ğafûr ve Rahîmsin. Onlara azab et demiyor, ceza ver demiyor, sen Ğafûr ve Rahîmsin diyor, onları mağfiret et, rahmetinle onlara muamele et, onlara hidayet ver diyor. Bir peygambere yakışan budur.

………Yakub AS. Duası,

………Kale sevfe estağfiru leküm Rabbiy* inneHU HUvel Ğafûrun Rahıym. (Yusuf/98)

………Dedi ki onlara ben sizin için rabbimden istiğfar edeceğim, mağfiret dileyeceğim. inneHU HUvel Ğafûrun Rahıym çünkü O Ğafûr ve Rahîm’dir dedi.

………Hz. Musa’nın duası;

………Kale Rabbi inniy zalemtü nefsiy fağfir liy feğafere leh* inneHU HUvel Ğafûrur Rahıym. (Kasas/16)

………Dedi ki rabbi ben kendi nefsime zulmettim. Bir yumruk vurup adamı öldürdüğünde böyle söyledi. fağfir liy bana mağfiretin ile muamele et feğafere leh rabbi de onu affetti, mağfiret etti, hiç o günahı işlememiş gibi muamele etti. inneHU HUvel Ğafûrur Rahıym çünkü O Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………Allah bir de buyuruyor ki;

………Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ ‘arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi ev eknentüm fiy enfüsiküm* alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne ve lâkin lâ tüvâ’ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma’rûfa* ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh* va’lemu ennAllâhe ya’lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va’lemû ennAllâhe Ğafûr’un Haliym. (Bakara/235)

………Kadınlarla evlenme arzusu içinde olduğunuzda Allah biliyor ki siz kendi gönlünüze sahip olamazsınız.  Gizli gizli buluşmak için sözleşmeyin. Dedi. Eğer bir kadının kocası ölmüşse onun iddetinin tamamlanmasını beklemeden onunla konuşmayın dedi yani ona seninle evlenmek istiyorum demeyin dedi. Ama Allah sizin gönlünüzdekini biliyor, hatta bunu fark ettireceğinizi de biliyor bunu unutmayın, O’na karşı takva sahibi olun dedi. ennAllâhe ya’lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va’lemû ennAllâhe Ğafûr’un Haliym. Ama bununla beraber Allah Ğafûr ve Halîm’dir dedi.

………Bu iş için çaba gayret sarf ederseniz yani yanlış yapmamak için gayret sarf ederseniz Allah sanki hiç öyle bir yanlış yapmamışsınız gibi size muamele eder Allah Ğafûr ve Halîm’dir, hilm ile muamele eder.

………Bir de Allah ibadetlerimize istiğfar etmemizi istiyor, ibadetlerimiz de istiğfara muhtaçtır.

………Sümme efıydû min haysü efâdanNâsu vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Bakara/199)

 ………Sümme efıydû min haysü efâdanNâs Sonra insanların akın ettiği yerden sizde akın edin. Bu hacda ki bir ibadet halidir. vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym bununla beraber Allah’a istiğfar edin, Allah Ğafûr ve Rahîm’dir dedi.

………Son olarak bir de Allah’ın, günahlarını sevaba çevirdiği kimseler vardır, bunun için Allah ne buyurdu?

………İllelleziyne tabu min ba’di zâlike ve aslehu* feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Nur/5)

………Allah buyurdu ki yanlışlardan, günahtan, küfürden, şirkten sonra kim tevbe eder, kendini ıslah eder ve bundan sonra da salih amel işlerse Allah onun için Ğafûr ve Rahîm’dir. Günahlarını siler hiç yapmamış gibi muamele eder, rahmetinin içine alır. Bu daha iman etmemiş bir kulun halidir, çünkü başka bir ayeti kerimede imanla beraber olunca günahını sevaba çeviriyor. Tevbe etmiş Allah’a dönmüş kendini de düzeltmeye ıslah etmeye çalışıyor. İşte Allah bunların günahlarını siler, rahmetiyle onlara muamele eder dedi.

………Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba’diha ve amenû* inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym. (A’raf/153)

………O yanlışlardan kötülüklerden sonra tevbe eder ve amenû ve iman ederse. Tevbe ve iman. Bir önceki ayette tevbe ve ıslah vardı, kendini düzeltme vardı, burada tevbe ve iman var. Tevbe eder ve iman ederse inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym bundan sonra senin rabbin onlar için Ğafur ve Rahîm’dir dedi.

………Tevbe etti, Allah’a döndü, Allah’ı seviyor, ama bir türlü kendini düzeltemiyor, ıslah edemiyor. Çabası ve gayreti var ama beceremiyor. Allah bunlar içinde Ğafûr ve Rahim’dir dedi. Başka bir ayet,

………İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma. (Furkan/70)

………İlla men tabe o yanlıştan sonra kim tevbe ederse ve amene tevbe ile beraber iman ederse ve amile amelen saliha bir de amellerden salih amel işlerse, kendini ıslah ederse ve ıslah olmaya da davet ederse feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat Allah onun seyyiatini, günahını yanlışını hasenata, güzelliğe tebdil eder değiştirir. ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.

………İşte bir mürşid-i Kamille beraber tevbe etmek bu demektir. Tevbe ediyor, Allah’a dönüyor, Allah’ı seviyor ve bununla beraber salih amel işleyip hem kendi nefsini ıslah etmeye çalışıyor hem de ıslah olmaya davet ediyor yani başkalarının ıslahına da yardımcı oluyor. Allah onun günahını sevaba çevirir, kıyamete kadar bu peygamber varisleriyle böyle devam eder.

………Hep beraber rabbimizi Allah’ın kendini tanıttığı gibi Ğafûr ismi ile tanımaya çalıştık. Allah kendini nasıl tanıtmışsa öyle iman etmek lazım ne bir eksik ne de bir fazla. Yani kulaktan dolma bir bilgiyle Allah tanınmaz. Allah şunu affeder, bunu affeder, şunu affetmez, bunu affetmez demek Allah’a karşı saygısızlıktır. Allah’a sormak lazım, neyi affediyorsun, neyi affetmiyorsun. Allah’ın Ğafûr ismini anlattık, anlatmaya çalıştık, aslında böyle anlatılmaz, biz sadece özetle, kısaca söylüyoruz, anlatmaya çalışıyoruz. Her birimizin bu isimler üzerinde, Ayetler üzerinde tefekkür edip onu açmamız gerekiyor.

………Allah bütün günahları affeder dedi, mağfiret eder dedi, hiç olmamış gibi muamele eder dedi. O zaman mesela akla şöyle bir soru gelebilir; Bu durumda biri bütün hayatı boyunca günah işlesin, yanlış yapsın, biri de hiçbir yanlış yapmasın. Allah mağfiret ettiğine göre, sildiğine, hiç olmamış gibi muamele ettiğine göre bu ikisi aynı mıdır, aynı durumda mıdır?

………Mesela âlimlerimiz bu konuda ne dediler? Allah silince siliyor, doğrudur, her ikisi aynı gibi görünüyor. Ama dediler belki onun defterinde sadece o sayfanın koptuğu gibi görülebilir dediler. Cevap böyle değildir, cevap böyle olmaz. Neden öyle olmaz? Allah’a göre öyle olmaz. Eğer bir cevap vereceksek Allah’ın kitabından cevap vermemiz gerekiyor. Allah buyurdu ki ayeti kerime de;

………Ma esabeke min hasenetin feminAllâhi, ve ma esabeke min seyyietin femin nefsike, ve erselnake lin Nasi Rasûla* ve kefa Billâhi şehiyda. (Nisa/79)

………Bütün iyilikler, güzellikler size Allah’tan, bütün kötülükler sizin kendi nefsinizdendir.

………Demek ki biri bir kötülük görüyorsa kendi nefsinin yaptığının karşılığını görüyor demektir. Nerede? Burada, dünyada. Ahirette hiçbir fark yoktur. Allah üstünü çizmiş, silmiş onu. Hiç olmamış gibi muamele eder bu doğru. Ama dünya da ki muamele öyle değildir. Kim ne yanlış yapmışsa cezasını burada görür, az veya çok. Allah mutlaka ona yanlışının cezasını tattırır.

………Neden tattırıyor? Temizlensin diye. Birisi kirlenmiş ötekisi kirlenmemiş. Kirlenmiş olana mutlaka bir muamele gerekiyor, temizlenme muamelesi. Ceza temizlenme muamelesidir. Mesela bir ananın çocuğu kirlenmişse onu alıp yıkarken keselerse çocuk ağlar, feryat eder, ama temizlenmesi lazım. Bu da Allah’ın rahmetidir. Aradaki fark budur, yaptığımız yanlışların cezasını burada yaşarız. Onun için Allah ne buyurdu? Uhud için sahabeler dediler ki bu neden başımıza geldi, neden böyle yenildik yani, tam kazanmışken neden böyle olduk dediklerinde Allah buyurdu ki;

………Evelemma esabetküm musıybetün kad esabtüm misleyha, kultüm enna hazâ* kul huve min ındi enfüsiküm* innAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr. (A. İmran/165)

………{{Düşmanlarınıza iki katını tattırdığımız bir musîbet sizin başınıza gelince “Bu nasıl, neden oldu?” diyorsunuz. De ki: “O, nefsaniyetinizin getirisidir!” Kesinlikle, Allâh her şeye Kaadir’dir.}}

………De ki onlara kendi, ellerinizle yaptıklarınızdan dolayı. Siz ellerinizle yaptığınız yanlışın cezasını çekiyorsunuz. Cezayı burada görüyoruz, burada çekiyoruz yani.

………{{Ek bilgi; BEYİNDE HER YAPILAN VEYA DÜŞÜNÜLEN FAALİYETİN NETİCESİNİN OTOMATİK OLARAK BİR SONRASINA HAZIRLIK TEŞKİL ETMESİ, YAPTIĞIMIZIN HESABINI VERMEMİZ DEMEKTİR

……...Beynin ürettiği tüm zihinsel mânâlar, beyin tarafından beynin ürettiği mikrodalga bedene yükleniyor… Yani ruhumuza yükleniyor ve ÖLÜM denen olay bizim bilincimizde  hiç bir şey değiştirmiyor ve biz o ana kadar ruhumuza yüklenmiş olan her şeyi ölümün akabinde daha da rahat bir biçimde görüp hissedip yaşıyoruz.  Buna Din dilinde “KİTABINI OKUMA” olarak işaret edilmiş. Nitekim âyeti kerimede “bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter.”

………Niçin?

………Çünkü sen yaşamın boyunca tüm yaptıklarını kendi kitabında yani ruhunda okuyup değerlendirebiliyorsun…   Neyi eksik bıraktığını neyi elde edemediğini niye elde edemediğini görüyorsun. Yani KENDİ KENDİNİ YARGILIYORSUN.

………Kendi kendini yargılama ve bunun sonuçlarına katlanma mekanizmasını ALLAH bizim yapımızda meydana getirmiş.

Allah’ın seriül hesap olmasından söz edilir Kuran’da. Şu anda biz dünyada ne yapıyorsak eğri veya doğru, yanlış veya isabetli bunun neticesi anında meydana geliyor.

……...Biz MAHŞER de bu yaptıklarımızın neticesini hesabını göreceğiz.

……...Hesap o anda görülmüyor. Hesap o günde verilmiyor. Hesap şu anda yapılıyor zaten. Çünkü Allah seriül hesap, yani yapılanın neticesini anında oluşturan varlık!

……...Ve Sistem bunu otomatik olarak da oluşturuyor.

……...İşte beyinde her yapılan veya düşünülen faaliyetin neticesinin otomatik olarak bir sonrasına hazırlık teşkil etmesi, bizim yaptığımızın hesabını vermemiz demektir.

……...İnsan iyi veya kötü ne yaparsa onun neticesini anında burada alıyor. Ve daha sonraki yaşamında elde ettiği şeyler onun bu anda yaptığı doğruların ve yanlışların neticesidir. (Ahmed Hulusi)}} (Bu bölüm video dışı)

………Onun için başımıza ne gelirse gelsin, kimden gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin Allah’ın bize yaptığı o muamele bizim için %100 hayırdır, rahmettir. Hiç feryat etmeye gerek yok, ne demek lazım? Rabbim beni temizliyor. Dense ki en büyük sıkıntıyı peygamberler çekmiş. Onlar neden çekiyor? En yüksek makama ermek için. En yüksek makama erebilmek için ne gerekir? Allah’ın bütün isimlerinin kulda tecellisi gerekir. O kulun varlığından soyunması gerekir. Her bir musibet, her bir sıkıntı her bir bela geldiğinde kendi varlığından nefsinden bir şeyler kaybediyor. Bu gereklidir, lâzımdır. Bu İhsandır, ikramdır. Nasıl peygamberlere ihsan ise, ikram ise bütün kullarına da ihsandır, ikramdır, onun için hiç feryat etmeye gerek yok, hatta şükretmek gerekir. Nimete nasıl şükrediyorsak, musibete de hastalığa da belaya da öyle şükretmek gerekir. Bilelim ki rabbimiz bizi temizliyor, temizlerken bizi yüceltiyor, bizi kendine yakın ediyor. Kendisiyle aramızdaki perdeleri kaldırıyor.

………Bu böyledir. Eğer biz bunu böyle anlamıyorsak bu durumda Allah’ı anlayamayız, kendimizi anlayamayız, hayatı anlayamayız, yetmezmiş gibi Allah’ı hesaba çekmeye kalkarız. Bunu neden böyle yaptı şunu neden böyle yaptı, şu şunu hak etmişti bu etmemişti deyip Haşa Allah’ı hesaba çekmeye kalkarız.  Böyle davranmamız Ahirete göre hesap yapmadığımız içindir, Allah’a göre hesap yapmadığımız içindir.

………Allah kendisini nasıl tanıtmışsa öyle tanıyanlardan eylesin, Allah’ın Ğafûr ismini, Ğaffar ismini, Tevvab ismini, Afûv ismini anlayanlardan eylesin. Layıkıyla tevbe edenlerden eylesin, mağfiret dileyenlerden eylesin. Allah bizi bize bırakmasın kendi hevasına uyanlardan, zannına tabi olanlardan eylemesin Allah bizi resulüne tabi olanlardan eylesin, ayetlerine uyanlardan eylesin. Allah hepimizden razı olsun. (Muhammed Hüseyin esma dersleri videolarından derleme)

………***************************************************************

………YA ĞAFÛR..!

………Ya Ğafûr: Kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan anlamına gelen Yüce Allah’ın İsm-i Şerifidir.

………Sevgili Allah’ım,

………Rabbim,

………En Sevgili, Ya Gafûr,

………Zamanın tespihinden öyle çok yere saçılıp, öyle çok düştüm ki. Öyle çok günahlar işleyip, öyle kusurları terkime doldurdum ki. Bunları sen biliyor, sen görüyorsun. Her şey sana ayan. Kâinat sessizce uyurken, biz her gece bedenlerimizden soyunup derin uykulara dalarken her şeyi gözeten, bizi koruyup kollayan sensin.

………Rabbim. Biz kullarının her fenalığını sabırla gözleyensin. Hiç bir kusur, hiçbir günah cezasız kalmazken hayat kitabında, sen sabırla kulunun tövbe sularında yıkanıp durulmasını beklersin. İçten bir tövbenin anahtarını bize vermek için bütün kapıların ardına kadar açık iken biz gaflet uykularına yatan kullarını her haliyle korur ve gözetirsin.
Senden başka güvendiğimiz, sığındığımız yok Allah’ım. Affeyle bizi Ya Ğafûr.

………Kullarını iki cihanda Affeyleyensin “Ya Gafur”

………Gönülleri temizleyip saf eyleyensin “Ya Gafur”

………Ey Ulu Sultanım,

………Mevsimler gelip geçiyor. Ömür feracemiz eskiyor, lime lime dökülüyor hayatın kanayan eli. O kadar çok yanılmış, o kadar çok ziyana düşmüşüz ki tepeden tırnağa karayız. Girdiğimiz mağaralarımızda bir ışık arıyoruz. Bir yol arıyoruz bizi sana getiren. Hep yanıldık Allah’ım, kusurlar işledik, saptık sapıttık. Tam ümidimiz tükenmişken, tam artık iflah olmayız  bundan böyle demişken senin “Ğafûr” ismin bir yıldız düşürdü zindan yüreklerimize.

………Bir umut maverasına yol buldu düşlerimiz. Gittiğimiz bütün yollardan dönüşümüz hep sana, gelişimiz hep sana, yanışımız hep sana Rabbim. Dert biziz Ya Ğafûr, derman sensin ruhlarımıza. Dünyanın bütün kirleri üstümüzde. Merhametinin sularında  arıt bizi Ya Ğafûr, durult bizi. Bizi yeni baştan onar, bizi iyileştir. Senden başka gittiğimiz, baş koyduğumuz yok Allah’ım, Affeyle bizi Ya Ğafûr.

………Her günaha örtü hali,

………Gizleyip suçu vebali,

………Kötü düşünce hayali,

………Def eyleyensin “Ya Gafur”

………Rabbim, Ya Gafûr, Sevgili, En Sevgili,

………Adım attığımız her yerde senin mührün var. Bir çiçeğin tohumunda, bir ummanın katresinde, bir yıldızın zerresinde, her canlının hücresinde senin mührün var. Her yerde ve her şeyde sonsuzluğunun sırrı mevcut. Bin bir güzelliğin cezbesinde senin esrarın gizli. Güzel olan  her şey sensin, her şey senin. Her şey senin emrinde hareket halinde. Sen “ol!” dersin “o” olur.

………Günahlarımızı aza çeken, iyiliğimizi çoğa katan sensin. Bir saniyede binlerce kötülüğü başımızdan def eden sensin Allah’ım. Sensin aldığımız nefes, sensin hayatın ta kendisi. Ruhlarımızı kötülüğün şerrinden koruyup, vicdanın ellerine veren, merhameti kalbimizin en derinlerine eken, sevgiyi bütün hücrelerimize zerk edensin. Rahim’sin, Rahman’sın, Ğafûr’sun… Senin her şeye gücün yeter, Sen her şeye kadirsin. Senden başka taptığımız, tapındığımız yoktur, affeyle bizi Ya Ğafûr. 

………İyilik tohumun eken,

………Çirkinliğe perde çeken,

………Günah defterini yakan,

………Ref eyleyensin “Ya Gafur”

………Rabbim, Sultanım, Ya Ğafûr.

………İyiliğim, güzelliğim, merhametim, şefkatim sendendir. Ruhumun esrarında senin sevgin, senin kokun olmazsa her türlü kötülüğü yapacak bir insanım, bir kulunum hayat zindanında. Nefsimin dizginlerini bana bıraksaydın, aklımın hudutlarını sonsuzluğa açsaydın halim nice olurdu? Düşüncesi bile içimi titretirken, beni bir başıma bırakmayıp her dem beni koruyup gözetleyen  senin varlığını bilmek beni rahatlatıyor, huzur veriyor can evime.

………Beni şefkatinin ve merhametinin hamurunda yoğuran Allah’ım, sana bütün nimetlerin için hamd ederim. Beni zulmün ve kötülüğün ellerinde bırakmadığın için şükürler olsun. Şüphesiz sen Ğafûr ’sun, bağışlayıcısın.  Sen Ey merhametin kalbi, ey sevginin zirvesi Ulu Allah’ım, sana inandım, sana geldim, sana sığındım. Senden başka tanıdığımız, bildiğimiz yoktur, günahlarımız var dizin dizin! Affeyle bizi Ya Ğafûr.

………Bağışlaman nur-u erdem,

………Kurtarıp bizleri dardan,

………Nefsi temizleyip kirden,

………Sûf eyleyensin “Ya Gafur”

………Ey Yüce Allah’ım, Ey Merhametin Pınarı, Ya Ğafûr.

………Biz günahkârız sen bağışlayan, biz aciz kullarınız. Biz geldiğimiz bu fani dünyada ne için yaşadığını, bu misafirliğe niçin geldiğini unutan, türlü dertlere duçar olmuş, derman yanı başındayken gaflete düşmüş kullarınız Allah’ım. Şaşmış, şaşırmışız yolumuzu. Günahlardan kapanmış yollarımızı aç Allah’ım. Sana kavuşmak dileyen biz aciz kullarının bahtını açık eyle. Kusur ve günahlarımızla senden himmet dileriz. Şüphesiz sen bağışlayan, affedensin. Merhamet edensin.

………Sen Ğafûr ‘sun Rabbim. Senin merhamet ve şefkati çağlayanlar gibi ruhlarımıza düşüren güzel isminin önünde eğiliyoruz. Afv diliyoruz. Şüphesiz sen bağışlayansın. Senden umut kesmeyiz. Her daim açık olan merhamet kapılarından bizi de al içeri Allah’ım. Şüphesiz senden başka inandığımız, güvendiğimiz yoktur. Affeyle bizi Ya Ğafûr.

………Kur’an’da doksan kez geçip,

………Bağışlayıp bahtın açıp,

………İnsanları övüp seçip,

………Kehf eyleyensin “Ya Ğafûr”  (Şiirler: Musa Tektaş) (Meryem Aybike Sinan)

………Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

 ………Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 


ESMA DERSLERİ – 23 – EL KAHHÂR (56. Video)

$
0
0

………“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 ………BismillahirRahmanirRahıym

 ………Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

 ………Rabbişrah liy sadriy;

 ………Ve yessirliy emriy;

 ………Vahlül ukdeten min lisaniy;

 ………Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

………Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Amin, ya Mu’in..!

………Değerli Esma dostları bu gün 56. esma dersimizde yine birlikteyiz hamd olsun, şükrolsun. Rabbim esmasının tecellilerini üzerimizden kesmesin. Bugün İnşaAllah Kahhâr ve Müntakîm isimlerini işleyeceğiz. Bugün tevafuk tetabuk, bendeniz dizmedim bu isimleri peş peşine. Ama nüzul sırasında bu isimler peşi peşine ayrı ayrı yerlerde ve böyle tevafuk etmiş. Çok ilginç ikisi de Celâl tecellisinin esması, ikisi de kahır tecellisinin esması ve çok gerçekten ilginç bir tevafuktur ki Kur’an ın nüzül sürecinde ikisi de ardı ardına geliyor.

………El Kahhâr; daime yenen, hep boyun eğdiren, kendisine dikleneni  ezen, ama kendisini hiç kimsenin hiçbir kararıyla hiçbir kararını ezemediği, alt edemediği, kâinat bir araya gelse kendisine karşı meydan okunamayan tek kahredici özne demektir.

………Kahr; dilde galebe ve tezdîl ile karşılanmış. Yenmek ve ezmek manasına geliyor Türkçemizde. Feemmel yetiyme fela takher. (Duha/9) bu mübarek ayet yetimi ezme diyor yetime gelince onu ezme.

 ………Araplar suyu akacak kadar eti pişirmeye ohi… lahm cümlesini kurarlar imiş. Kendisini kırmak için inen balyozu kıran sert kayaya taşa el kahkar derlermiş, yani kendisini kıran aleti kırıyor. Dolayısıyla buradan yola çıkarak Kahhâr isminin tecellisini anlayabiliriz. Yani Allah’a biri çatılmaya kalktı mı, Allah’ı biri kırmaya kalktı mı kendisini kırar. Onun için kimse Allah’a yumruk atmaya kalkmasın, kimse Allah’a posta koymaya kalkmasın, kimse Allah’a diklenmeye kalkmasın, Allah onu yamultur, yamultur, yamultur bildiği gibi eder. Onun için Kahhâr ismi böyle bir isim.

 ………Kahr sahibi olan nesnesinin gönüllü olup olmadığına bakmaz, kâinata bakın bunu anlarsınız. Bu kadar dev varlıkları yoğuran bir güç nasıl bir kahredici güçtür, nasıl bir kahredici güçtür ki ucu bucağı ölçülemeyecek kadar büyük olan şu kâinatta milyarlarca galaksi, trilyonlarca yıldız, katrilyonlarca gezegen. Hepsini Kahır tecellisi içinde bir yere yerleştirecek, siz burada durun diyecek ve onlar da orada duracaklar. Oraya da geleceğiz.

 ………Kahhâr olandan intikam alınamaz, onun kahrının arkasında da lütfu vardır, rahmeti vardır. Çünkü O’nun rahmeti her şeyi kuşatmışsa kahrını da kuşatmıştır. Onun için başkalarının kahrının arkasında merhamet ve lütuf olmayabilir, ama er Rahmân, er Rahîm olan rabbimizin kahrının arkasında da lütuf vardır. Onun içinde Kahhâr ismi zatî bir isim olarak, zatî bir özellik olarak gelmemekte, mesela Er Rabb gibi. Veyahut ta buna benzer mastardan, ismi mastar isimler gibi. Ne olarak gelmekte? Kur’an da geldiği yerde zaten mutlak ve mücerrred olarak ta değil, terkip halinde gelmekte. Bu biraz mesafe demektir, bu ismin manasına hafif bir mesafe. Bir de bu isim Kahhâr ismi fail formuyla geliyorsa fiiline dönük olarak gelmekte, zatına dönük olarak değil.

………Fiiline dönük olarak gelmek ne demek? Kahredici özelliği Rahmeti gibi zatından değil fiilinden, isterse bu fiili çalıştırır isterse çalıştırmaz, isterse verir isterse geri çeker, isterse yola çıkarır, yoldan geri çeker, daha fiil gerçekleşmeden geri çeker. İradesini bir üst iradesiyle iptal eder. Dolayısıyla fiile dönük olması ismin tecellisinin bu demektir.

 ………Kahır, zatındaki rahmeti kuşatamaz ama zatında ki rahmet Kahhârı kuşatır. Kahhâr Azîz isminin manasını kapsar, fakat Azîz, Kahhâr isminin manasını kapsamaz. Onun için Azîz ile Kahhâr arasında fark var, yani Kahhâr dediğiniz zaman birine, o Azîz dir fakat Azîz dediğinizde aynı zamanda kahredicidir manasına gelmez. Her yüce ve üstün kahretmez, kahredicilik vasfı olmaz.

 ………Nazari çerçeveye bakalım ismin, el Kahhâr; varlığa boyun eğdiren demektir. Bizde şöyle bir cümle kullanılsa mesela çok sık kullanılıyor; Allah kahretsin..! dense karşıda ki insan Allah lanet etsin gibi anlıyor bunu. Oysa kelimenin manası bu değil, Allah boyun eğdirsin demektir. Allah kahrettin in manası Allah boyun eğdirsin demektir. Tıpkı Allah cezanı versin in manasında ki semantik kayma gibi bu da kaymaya uğramış, mana, anlam kaymasına uğramış onun için cezakellah dese bir tanesi Allah cezanı versin dese; Vay vay vay..! şuna bak bana ceza dileniyor. Oysa ceza hem mükâfat hem de mücazat demektir. Hem ödül, hem cezayı içerir. Ama Türkçe de nedense ödül manası düşmüş, yok olmuş sadece ceza, ukubat manası kalmış. Bu yanlış, bu değil kelimenin manası onun için cezakellah diye dua ederiz biz birbirimize, Allah cezanı versin Cezakellahü hayran kesiran Allah çok çok hayırla cezanı versin, fark etmez mücerret kullanıldığında da hayra delalet eder. Ama anlam kaymasına uğramış.

………Kahır da öyle, mesela Allah kahretsin denilen bir insana, aklı varsa, akıllı biriyse Allah aklını delile boyun eğdirsin manasına gelir, aklını hakikate boyun eğdirsin. Bu aklın kahrıdır, Allah bir aklı ayetleriyle hakikate boyun eğdirirse o aklı kahretmiş olur. Aklı yoksa gazab ile boyun eğdirsin demektir. Onun için Allah’ın gazabı Kahhâr isminin sadece bir nevi tecellisidir tüm tecellisi değil.

………Ayetler Allah’ın akıllara boyun eğdirdiği aletlerdir, yani Kahhâr isminin tecellisi olan aletlerdir. Bu ayetler hem enfüste olur, hem âfâkta olur. Hem sadırlarda olur mesdûr olur, hem meknûn olur kâinatta yer gök, ay güneş, toprak su hepsi ayet olur. Onun için bazen insanın Allah’a boyun eğmesini satırdaki bir ayet sebep olur, bazen de insanın Allah’a boyun eğmesine bir yakınının ölüm ayeti sebep olur, bazen de insanın Allah’a boyun eğmesine bir sinek, bir böcek, bir mahlûk sebep olur, o boyun eğmiş olur. o, Allah’ın boyun eğdirme tecellisi onun üzerinden tahakkuk etmiş olur.

………Kâinat onun kevni ayetlerle dolu olan kitabı, bu ayetleri kavrayan O’na teslim olur. İlahî yasalar; Allah’ın asiler ve günahkârlar üzerinde ki Kahhâr oluşunun delilidir. Şöyle yaparsa böyle olur. Şu, şu, şu sebepler şu sonucu doğurur.

………Tabi bu mutlak bir determinizm demek değil, yani gerekircilik, zorunluluk değil. Allah’a mutlak zorunluluk yoktur, fakat Allah keyfe ma yeşa’ iş yapmaz, yani keyfim böyle istedi diye iş yapmaz, O sünneti olan bir Rabb dır, felen tecide lisünnetillahi tebdiyla. (Fatır/43) Allah’ın sünnetinde değişme olmaz, işte bu hakikat üzerinden anlamak lazım.

……… Allah asiler ve günahkârlara şer’i cezalarıyla boyun eğdirir, bu da Kahhâr isminin bir tecellisidir. Kur’an da ki had cezaları Kahhâr isminin bir tecellisidir, boyun eğdirir yani Allah’ın kahretmesi ona boyun eğdirmesidir. İlahi gazap Nemrutlara, firavunlara, Ebu Cehillere, Ebu Leheplere kahır tecellisidir. Madem boyun eğmedin o zaman Allah’ın gazabıyla boyun eğ, yine boyun eğmiştir. Dünya da iradeli varlıkların Allah’a boyun eğip eğmemesi kendi tercihleridir, ahirette ise iradeli varlıklar da mutlak boyun eğeceklerdir.

  ………Kur’an da ki helâk kıssaları Kahhâr olan Allah’ın zorbalar üzerindeki kahır tecellisidir. Lût kavminin helâki, Ad kavminin helâki, Semud kavminin helâki, Eyke ahalisinin helâki ve diğer helâk edilen kavimler Allah’ın kahır tecellisinin bir neticesidir. Fakat Kahhar olan Allah insana irade vermiştir, zaten eğer Allah’ın Kahhâr ismi yerde ve gökte tecelli ettiği gibi insanda da tecelli etseydi ödül olmaz, ceza olmaz, cennet, cehennem olmaz, hesap günü olmazdı.

 ………O zaman rabbimiz Kahhâr ismini irade ve akıl sahibi varlıklar üzerinde ikna üzerinden, iman üzerinden tecelli etmiştir. İman ve ikna, önce ikna kul hâtû bürhâneküm in küntüm sadikıyn. (Bakara/111) Ben delilimi getiriyorum Allah olduğum halde haydi sizde bana karşı bir deliliniz varsa siz de delilinizi getirin. Daha ne desin rabbimiz. Akla bundan daha fazla değer verilebilir mi? Elhamdülillah..!

……… Bunun için insanın imana zorlanmasından da razı olmamıştır rabbimiz. Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy. (Bakara/256) zorlamanın hiçbir türü dinde yoktur. Artıkı hidayet delâletten, doğruluk sapıklıktan, iyi kötüden, hak batıldan seçilip ayrılmıştır. Dolayısıyla zorlama insana verilen akıl ve iradeye hürmetsizliktir, saygısızlıktır. Allah hem irade ve akıl verir hem de verdiği akıl ve iradeye saygısızlık eder mi?

………Onun için Medine’de şöyle bir adet varmış, Araplar çocukları doğmadıklarında yemin ederler, eğer bir çocuğum olursa beytül midrasa yani Medine de ki Yahudilerin, içinde havranın da olduğu büyük medreselere, Yahudi beytine, Yahudi mabedine adayacağım derlermiş ve bir çocuk olduğunda da götürür koyarlarmış. Oradan da Yahudiler, özellikle çocuksuz Yahudiler veyahut ta işgücü ihtiyacı olan Yahudiler bu çocukları alır yetiştirir ve Yahudi yapar, Yahudi iş gücü olarak kullanırlarmış.

 ………Böyle böyle Medine de büyük bir kitle oluşmuş, Arap asıllı Yahudileştirilmiş ve Beni Nadîr Yahudileri Medine’den Resul Allah’a suikast teşebbüsünde bulunup ta sürüldüklerinde bu şekilde Yahudileşmiş büyük bir kitleyi de yanlarında götürmek istemişler. Bunların asıl anne ve babaları Resul Allah’a gelip ya Resu Allah biz o dönemde müşriktik, bir şey bilmiyorduk. Bunları ehli kitap, kendimizi de ümmî bildiğimiz için biz bunlara adıyorduk. Ama şimdi Müslüman olduk. Bunları bizden üstün sanıyorduk, şimdi biz imanımızla onlardan üstünüz ve yavrularımızı da geri istiyoruz. Peygamberimizin hükmü “çocuklara sorun, kimi tercih ediyorlarsa onlar karar versinler.”

 ………Hangi özgürlükten bahsediyorsunuz, bu özgürlük derecesini siz halâ bulabiliyor musunuz? Özgürlüğün beşiği sayılan batıda bulabiliyor musunuz? ResulAllah’ın Küllü mevlûdin Yu’ledu ‘alâ fıtratil İslam. Hadisini iradına sebep olan bir hadise var; Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, mecusileştirir.

………Bazı mücahitler girdikleri bir savaşta, savaşın artakalanları içinde ki sahipsiz küçük çocukları almışlar. Peygamberimiz buna mülaki ve muttali olunca çok kızmış. Bana ne oluyor ki sizin böyle böyle yaptığınızı, küçücük yavruları aldığınızı görüyorum. Niye böyle yapıyorsunuz? Ama onlar müşriklerin çocukları ya ResulAllah itirazı gelmiş bunu yapan sahabiden. Efendimizin buna cevabı; Sizin en iyileriniz de öyle değil miydi?

………Ne buyurursunuz? Bu başka bir din değil mi? Size anlatılan bu değil, değil mi? Bu din bu. Eğer anlatmıyorlarsa anlatmayanların yakasına yapışın. Bilmiyorlarsa onlar da aynaya bakıp kendi yakalarına yapışsın. Bu bir bakış meselesidir, nereye baktığınız meselesidir, dini nasıl algıladığınız meselesidir. İnsanlar farkında olmadan dinin içinden seçiyorlar, dinin bir kısmını farkında olmadan atıyorlar ve bu seçimde rol oynayan ne? Gelenek, tabi gelenek. Hakikati arayanlar zaten böyle yapmıyor, hakikati buldular mı alnından öpüyorlar. Ama atalarının geleneğine göre bir hakikat arayanlar, hakikatin bazılarını sümen altı ediyorlar, bazılarını da ters yüz ediyorlar.

………Kahhâr ismi ve kâinatın düzeni, Kahhâr ismi kâinatta tecelli etmeseydi kâinatta nizam ve intizam kalmazdı. Uzayda ki büyük kütleli cisimler, esasında uzayda kütlelerin oluşma fiziği şudur; Merkezkaç ve çekim gücünün momentumundan oluşurlar.  Bu ikisi arasında öyle bir momentum gerçekleşir ki bu momentum harika bir düzen oluşturur, Allah’ın yasası budur. Bir yerde bir yoğunlaşma başladı mı çekirdek yoğunlaşması, o kütle arttıkça çekim gücü de artar. Çekim gücü arttıkça kütle artar, yani bu birbirini çoğaltan bir şeydir.

………Fakat eğer bu Allah’ın müdahelesi dışında otomatiğe bağlanmış bir şey olsaydı kâinatta şu anda tek bir blok olması lazımdı. Yani kâinatta katrilyonlarca merkez olmak yerine, -sadece bizim galaksimizde 400 milyar yıldız sistemi ve böyle 400 milyar galaksi- bu kadar katrilyonlarca merkez, her yıldız sistemi bir merkezdir, yıldız merkezi temsil eder. Etrafındaki gezegenler merkezin etrafını temsil eder, gezegenlerin etrafında ki uydular hep merkeze bağlı sistemlerdir. Aslında eğer uydusu varsa bir gezegen de merkezdir. Yani atoma kadar iner. Atom varsa onun da bir merkezi vardır çekirdek. Çekirdek olmasa, o + ve – yük olmasa etrafındaki elektron yörüngesini çizemez. Orada bir güç var, güç varsa elektronu döndürüyor. Hareketi cevheri budur cevher haraketlidir. Her şey hareket halindedir.

………Bu manada eğer Allah bu işin ipini bıraksaydı ve sadece müdahil olmadan otomatiğe bağlasaydı kâinatta bir tek kütle olması lazımdı. Büyük küçüğü çektiğine göre büyüdükçe daha çok çeken, daha çok çektikçe daha çok büyüyen ve tek bir kütle.

………Peki, niye bu kadar kütle var? Eyvallah.! Kahhâr’dır da onun için, boyun eğdirmiştir. Yani gücüne boyun eğmemiştir. Allah güce boyun eğmez gücüne boyun eğdirir, eşyaya boyun eğdirmiştir. Boyun eğdirdiğinin delili olsun diye milyarlarca, katrilyonlarca merkez serpmiştir.

………Esasında bakın insanlığa kişşi kendi merkezi etrafında dönen bir gezegen gibi, uyduları var, eli gözü, kulağı, dili dudağı, eli ayağı uydularıdır, “Ben” inin merkezinde dolaşırlar, tavaf ederler, merkezde “Ben”i bulunur, o “Ben” i eğer ruh motive ederse o ruhani bir hayata doğru gelir. Eğer o “Ben” i nefis, iç güdüler motive ederse, bilinç altı motive ederse o nefsin uydusu olur. Yani gözü kulağı, eli ayağı..! Ne güzel söylemiş Kur’an, hepsini söylüyor yani. Ben burada sadece altına küçük küçük notlar düşüyorum, sadece Kur’an ın dili, düdüğüyüm yani başka bir şey değil. Kur’an söylüyor aslında. Zuhruf/36

………Ve men ya’şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn. (Zuhruf/36) kim Rahman’ın vahyine karşı yamuk bir bakışla bakarsa, yani Rahmanın zikrine kör davranırsa, gece körüne, tavuk karası derler ya bizde, renk körüne ‘aşa derler. Meşhur bir Arap şairi de vardır el ‘aşa, renk körü olduğu için böyle denmiştir. Kırmızıyı seçemez mesela. Onun içinde kozmik lambaları karıştırır. Trafik lambalarında dur yanmışsa göremez, dur yanan yerde de yürümeye başlar, tabii duvara toslar.

………Ne diyor ayet? Kim Rahmân’ın zikrine, vahyine karşı yamuk bakarsa Allah onu şeytanın uydusu eder. nukayyıd lehu şeytanen onu bir şeytana mukayyed ederiz ve fehuve lehu kariyn o da onun ayrılmaz bir parçası olur, etrafında döner durur. Eyvallah..! Kâinattaki tecelli böyle. O merkez yoğunlaştıkça büyür, büyüdükçe yoğunlaşır ve tek kütleye dönüşür eğer fizik tek başına açıklayıcı olsaydı. Fizik, birden fazla merkezi açıklayamaz.

………Demir taşın Kahhâr’ıdır, taşla demir karşılaştığında kahır sıfatı demirde tecelli eder, balyoz taşı kırar. Çelikle demir karşılaştığında Kahır sıfatı çelikte tecelli eder, çelik demiri keser. Elmasla çelik karşılaştığında kahır sıfatı elmasta tecelli eder, elmas çeliği keser. Peki, elması ne keser? Elması da elmas keser. Yani Allah’ın Kahhâr sıfatına teslim olmamış hiçbir mineral, hiçbir maden kalmaz. Elmasın sertliği süper sertliktir, 10 üzerinden 10 dur. Ama o da kesilebilir. Niye? Kahır sıfatına boyun eğmeyen bir varlık, bir maden yoktur. Kâinatta muhtemelen elmastan daha sert mineraller olabilir, unutmayalım onu da kesen bir kesici bulunur. Kahhâr isminin tecelli etmediği bir varlık yoktur.

………Kahhâr olan Allah sıcaklık üzerinde ki kahrını su ile, su üzerindeki kahrını da sıcaklık ile yürütür. Dağlar yerin üzerine kahirdir, karlar dağın üzerine kahirdir, yağmurlar karın üzerine kahirdir, rüzgârlar bulutun üzerine kahirdir, hepsi bir hükme bağlıdır, hepsinin üzerinde Kahhâr isminin bir tecellisi vardır, ama hepsinin üzerinde Kahir olan Kahhâr olan Allah’tır.

………Sinek kurbağa ile kahredilir, kurbağa yılanla kahredilir, yılan kuşla kahredilir, kuş avcıyla kahredilir, avcıyı da sinekten yüz bin kat daha küçük bir virüs öldürür. Gel de Allahuekber deme..! Eyvallah..! işte böyledir. Kim şimdi, Kahhâr olan kim? Allah.

………Kahhâr olan Allah Adem’i yaratmıştır, şeytanı Ademoğluna musallat etmiştir. Adeta ben Kahhâr’ım dercesine şeytanın Adem’e tasallutu, musallat edilmesi Allah’ın hiçbir şeyi musallatsız bırakmadığının delilidir. Kışı bahar ile, baharı yaz ile yazı sonbahar ile, sonbaharı da kış ile sınırlandırmış, kahretmiştir. Sevinci hüzünle, varlığı darlıkla, barışı savaşla, gülmeyi ağlamakla, ödülü ceza ile, lütfu kahırla kahretmiştir.

………Bakarsınız öğleye kadar gülersiniz, akşama kadar da ağlarsınız. Bakarsınız ömrünüzün bir kısmında sevinirsiniz, bir kısmında üzülürsünüz. Bakarsınız bir vererek sınar, bir alarak sınar. Bakarsınız adamı varlığa boğmuş fakat yüreğini açarsınız aman Allah’ım dert dökülüyor hemen kapatırsınız. Ya rabbi varlığını da istemem yüreğini de ben bana tamamım, ben razıyım ya Rabbi dersiniz. Bakarsınız bir dert vermiş, onmaz bir dert. Dışarıdan bakarsınız nasıl çekilir dersiniz, yüreğini bir açarsınız içinde cennet yatıyor. Aman Allah’ım, ya rabbi ben dışından sırf dert gördüm, bu zatın yüreği cennet dolu. Ya..! kulum, ne sanıyordun? Böyle..!

………Dolayısıyla onu alır ona indirir, onu alır ona indirir, onu alır ona verir, kahır tecellisi hep böyle döner durur. HUve adhake ve ebkâ. (Necm/43) ..HUve emate ve ahyâ. (necm/44) güldüren de O, ağlatan da O. Yaşatan da O, öldüren de O.

 ………Kahhâr olan Allah bir zalimi başka bir zalime musallat eder. Ez zalimu seyfullah yentakı nu bihi sümme yentakun. Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla intikam alır, döner ondan da intikam alır. Döner o zalime bir başkasını musallat eder, döner o zalime de bir başkasını musallat eder, en sonunda eğer musallat etmezse bir sineği musallat eder, Nemrud’a musallat ettiği gibi. Nemrud tüm zalimleri yener, bir sinek te Nemrud’u yener. Firavun tüm zalimlerle baş eder, su da firavunla baş eder. Firavun herkesi boğar ama su da firavunu el yem de firavunu boğar.

………İnsana servet verir evlat vermez, evlat verir sıhhat vermez. Sıhhat verir huzur vermez. Huzur verir devlet vermez. Devlet verir hikmet vermez. Hikmet verir şevket vermez. Şevket verir şefkat vermez. Şefkat verir imkân vermez. İmkân verir iman vermez. Şimdi kim kime imrenesi, nerden bakıp ta neyi göreceksiniz, o zaman Allah’ın gör dediği yerden bakmak lazım başka çaresi yok.

………Kur’an î çerçeve; Kur’an da el Kahhâr ismi 6 yerde Allah’a isnatla geliyor. Hepsi de şu dört nitelikte ortak, dört ortak tarafı var bu altı yerde gelen Kahhâr isminin. Hepsi de Mekkî, Kahhâr ismi Mekkî isimmiş. Çok ilginç, aslında bunun izahını yapmaya gerek mi var? Mekke de gelen Kahhâr isimleri mü’minlere bir tesellidir, müşriklere ise bir ilahî tehdittir.

………İkincisi; Hepsi de El Vâhid, El Kahhâr şeklinde geliyor, El Vâhid-ul Kahhâr hiç tek başına gelmiyor, bir başka isimle de gelmiyor Vâhid ismi ile geliyor. Sebep? Vahid ismini duyan insanın zihni kendisine oyun oynamasın diye. Geçen işlediğim için hatırlayacaksınız.

………Vâhid tek demek, tek, bir demek. İnsan zihninde bir azdır, aa..! Allah çok azmış, bir miş diyecek olana, sakınha dilinden yel alsın, aman öyle düşünme bir bazen heptir, çok bazen hiçtir. Allah söz konusu olduğunda bir heptir, çok ta hiçtir. Dolayısıyla Vâhid’dir ama O Kahhâr dır. Vâhid-ül Kahhâr. Öyle kahredici bir gücü vardır ki o senin çok dediklerin var ya onların sürüsüne, hepsine birden kâhirdir, Kahhâr’dır, üzerinde boyun eğdirir. Onun için bir miş, ne kadar iyi azmış biz baş ederiz, avantaj bizde falan diye düşünme, avantaj çokta diye düşünme. Onun için her halde İbn. Mes’ud böyle bir bakış açısıyla söyledi el cema’atül alel Hakk velevkâne vahdeh. Cemaat hak üzere olandır istersen tek ol.

………Üçüncüsü; belirlidir, EL Kahhâr biçiminde gelir hepsi de yani marife, el takısıyla gelir. Neden belirlidir? Esasında belirliliğin birkaç vurgusu vardır da, bu bağlamda en belirgin vurgusu şudur; Bakın etrafınızda Allah’ın Kahhâr isminin tecellisini herkes görebilir, bu dur bu belirlilik. Yani Allah’ın Kahhâr isminin tecellisini görmek için uzaklara gitmenize gerek yok, bakın Allah’ın Kahhâr isminin tecellisini görürsünüz.

………Esasında hayatımızın içinde her an görüyoruz, bir şeyi işaretliyoruz, bir hedefi işaretliyoruz, ona ısrarla varmaya çalışıyoruz, bakıyorsunuz oradan kesiliyor, oradan kesiliyor, oradan kesiliyor.! Evladınız, evladım diyorsunuz her şeyine karar veririm diyorsunuz. Benim evladım değil mi döverim söğerim, atarım keserim, terbiye ederim, biçerim, yontarım..! Yoo..! yok öyle bir şey, o sizi kesiyor biçiyor yontuyor, siz onu yonttuğunuzu düşünüyorsunuz. Oysa o sizi yontuyor ve attığınız taş yerini bulmuyor. Ha..! tamam ya rabbi diyorsunuz, mutlak yönetici ben değilim, sensin. Bunu size işte bu Kahhâr isminin tecellisi aslında.

………İşinizin efendisisiniz, kafanızda çok güzel hesaplar yapıyorsunuz, şuradan alır şuraya koyarım 3 gelir. O 3 ü de alırım şuraya koyarım 9 gelir. O 9 u alır şununla çarpar şuraya koyarım 18 gelir..! Ee..! haydi bakalım, alıyorsunuz, satıyorsunuz, yapıyorsunuz 18 gelir dediğiniz yerden 1 geliyor yani -2. Şimdi ne oldu? Kahhâr isminin tecellisi orada gerçekleşti. Bensiz hesap yapma, beni unutarak hesap yapma, Allah’sız hesap yapma, Allah yokmuş gibi konuşma, Allah yokmuş gibi düşünme, Allah yokmuş gibi davranma. Akıllı olan hikmetli hareket eden tamam ya rabbi der. Elinizi kaldırdığınız zaman bu Kahhâr isminin tecellisini gördünüz anlamına geliyor. Tamam ya rabbi teslimim, havluyu attım ya rabbi.

………İşte teslimiyet budur, İslâm budur, İslâm teslimiyetin adı. Ama bu teslimiyet asla ve asla sünepelik, hımbıllık, tembellik, gayretsizlik, atıllık değildir.

………Ve dördüncüsü; Hepsi de boyun eğme anlamına gelir. Kur’an da ki Kahhâr isimlerinin tamamı istisnasız boyun eğme anlamına gelir. Mekke de gelen Kahhar isminin neden Mekke de geldiğini söylemiştim, çünkü mü’minler için bir teselli, müşrikler için bir tehdit demiştim.

………23 yıllık nüzül sürecinin üç yılına tekabül eder, bu da çok ilginç bir şey. Tüm Kahhâr isimlerini ben dizmedim, Allah dizdi, 9 – 10 – 11, ci yıllar. İlk sekiz yılda sıfır son 12 yılda sıfır. Peki, bu yılların özelliği ne? Özellikle 9-10-11, 9 deyince hatırlamanız lazım, evet, hüzün yılı. Hatice’sini alır, Ebu Talib’ini alır, alr, alır, alır..! ve seni alemlere rahmet olduğun halde yer yüzünde bir m2 ye sığınacak yer bulamazsın ve sana öyle bir şey dedirtir ki; İlâhi, li men tekilû? Beni kime bıraktın? İşte bu Kahhâr tecellisidir.

………Dolayısıyla zaten bunu dedirtmektir, yani teslim bayrağını kaldırmak, ellerini kaldırtmaktır sana. Bittin mi kulum, Bittin mi ey kulum Muhammed? Bittim ya rabbi..! Şimdi başlıyoruz o zaman, ben de yettim. Ondan sonra elde ettiğin neyi kendine mal edersin? Hiçbir şeyi. Ondan sonra binek verirsin sahabene, ya ResulAllah teşekkür ederim dediğinde de Allah seni bineklendirdi dersin. İyi de adama Allah at eşek deve vermez ki, sen verdin onu. Hatta onu önce veremedin, önce sana verecek bineğim yok dedin, daha sonra bir yerden binek geldi verdin ama işte geldi de sana veriyorum bile demedin, Allah seni bineklendirdi dedin. Bunu böyle dersin ama bunu gördükten sonra dersin işte. Hepsi Rabbimizin terbiyesi, başka bir şey değil.

………Kahara fiilinden Kur’an da tek fiil yer alır o da okudum Duha/9. Ayeti. Kahhâr isminin Kur’an da geldiği ilk yer şu ayet;

………Kul innema ene münzir* ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr. (Sâd/65)

………Kul; de ki; innema ene münzir ben sadece bir uyarıcıyım de. Esasında bu “de” ler de çok ilginç; “de”. O “de” olmayabilir, fakat bazen bu kulun söyleyeceği bir laf olduğu için, bir söz olduğu için “de” gelmesi çok ilginç. İyi de Allah’u Ahad’a kul gelmesi gerekmez ki. Buna gelmesi münasip, çünkü “ben sadece bir uyarıcıyım” ama Allah tek birdir. Ayetin başına “kul” gelmesi gerekmez, Allah doğrudan dese olmaz mı? Ya rabbi sen doğrudan de niye “kul” diyorsun? Kul Huvallahu Ahad. Önce görevi verip sonra verdiğim görevi geri almam. Yani görevlendirdiğim elçiyi açığa çıkarmam. Yani sistemi kurup kendim delmem. Kendi kurduğum sisteme saygı gösteririm.

………Niye bakıyorsunuz buna? Kendi kurduğunuz sisteme saygı gösterin. Kendi kurduğunuz sisteme saygı göstermiyorsanız size niye saygı göstersinler. Doğru olduğunu biliyorsanız, çok doğru sistemler kuruyoruz, kendimiz saygı göstermediğimiz için sistem yürümüyor. Öyle değil mi? Kendi elimizle başarısızlığa uğruyoruz. Bakın ben Allah’ım, ben bir elçi gönderdim, elçimi atlayarak söylemiyorum, “Kul” de.

………innema ene münzirun; sadece bir uyarıcıyım ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr. Kahhâr ve Vâhid olan ilâhtan başka hiçbir mabud, hiçbir tapınılacak, kulluk edilecek varlık yoktur. Yani ben sadece bir uyarıcıyım, getirdiğim uyarım da budur. Ama Kahhâr ve Vâhid. Niye öyle? ve ma min ilâhin illAllâh , Lâ ilâhe illallâhul Vâhid ül Kahhâr yaklaşık olarak böyle de anlayabiliriz. Vâhid ve Kahhâr olması niye vurgulanır? Şunun için, münzirle alakası var da onun için. Yani Allah’tan Kahhâr rolü çalma ey Muhammed.

………Bazıları böyle ey Muhammed dediği zaman bozuluyor, Allah’a bozulun Allah sizi bildiği gibi yapar, ama bana bozulmayın, bu yanlış Allah öyle diyorsa öyledir. Ya eyyühel Resûl, Ya eyyühen nebiy. Kur’an da hitaplar böyledir. Ey Resul, ey Nebi. Ama habibim yok eğer siz ey resulü, ey nebiyi beğenmeyip te yerine habibimi koyuyorsanız siz Allah’ın kıymetine kanaat etmiyorsunuz demektir. Ha..! bunun ne zararı olur hocam, biraz da biz uçuralım, habibim dedirtsek ne olur Allah’a? Dedirtseniz ne mi olur? Şöyle olur;

………Üstadlardan birinin bir kitabı var ResulAllah hakkında yazılmış, şimdi ismini de veririm de vermeyeyim, Tahmin edenleriniz eder bilenleriniz zaten biliyordur, meşhurdur. Bunun girişinde ben bu kitapta onun adını hiç söylemedim. Çünkü onun adını Allah bile söylemeyip habibim diyor ona.

………Şimdi düşünebiliyor musunuz? Adam oturmuş ResuAllah hakkında bir biyografi yazmış, ResulAllah’ın hayatını yazmış ve bu zat bu memleketin üstadlarından. Allah rahmet etsin, taksiratını affetsin. Ama böyle diyor.

………Yahu diyorsunuz bu hangi Kur’an da, bizim elimizde ki Kur’an da böyle bir şey yok, habibim yok. Yalan da söyleyecek biri değil, öyle şey mi olur. Araştırırken araştırırken Hasan Basri Çantay’ın mealinde görüyorsunuz habibimi. Üstelikte parantezsiz. Meğer meali okumuş, mealdekini Kur’an da da var zannetmiş. Anlatabiliyor muyum? Yani iyi de üstadımız Hasan Basri Çantay niye Allah’ın kıymetine kanaat etmemiş? Yani buradan ne problem çıkıyor onu söylemeye çalışıyorum. Rabbimiz Resulüne hitab ediyor Kur’an da, ey Nebî diyor, Ey Resûl diyor. Sana niye yetmedi bu, niye kesmedi seni? Kesmiyor sa kesen de bir problem var, kendinle alakalı bir problemin var senin. Yani Allah’ın verdiği kıymete niye kanaat etmiyorsun, niye yetmedi, ne ne yetmedi?

………Allah bunu sorsa ne dersin? Çünkü kıymeti, Allah’ın verdiği değeri siz bozduğunuz zaman, indirdiğiniz veya yükselttiğiniz zaman sorun çıkıyor, başka alanlarda problem çıkıyor. Zaten Rabbimiz bunu biliyor, yarattığını bildiği için kıymetleri düzenlemiş. Hatta ucunu da kapatmış “İnnemâ” bakın bu kapatmaktır, başına da sonuna da parantez atmaktır. Yani hani şu çeke parayı yazarsınız da önüne arkasına sıfır ilave etmesinler diye şey atarsınız ya bu “innema” odur işte. Kimse bu manaya bir ilave yapamaz, sadece demektir, kasv edatıdır. Bu Nebîye açıkça bir uyarı, sen sadece uyarıcısın zorla boyun eğdirici değilsin.

………Rabbimiz kullarını hakikate yöneltmek için ikna ve ispat yöntemini kullanıyor bakar mısınız? Ya sahıbeyissicni e erbabün müteferrikune hayrun emillâhul Vâhıd’ül Kahhâr. (Yusuf/39) ey hapishane arkadaşlarım bir tek rabbi Allah mı, yoksa birçok rabler mi daha hayırlıdır el Vâhıd’ül Kahhâr. Ayet böyle bitiyor. Vâhid ve Kahhâr olan bir tek Allah mı hayırlı, yoksa birçok rab mi? Tabii bunun üzerinde düşünmek lazım. Hz. Yusuf zindanda ki mahkûmlara soruyor.

………Bu Hz. Yusuf’un ders verdiğini gösteriyor onlara. Medrese-i Yusufiyye budur işte, hapishane oldu vahiy medresesi. Yani bu tevhid dersidir, dersimizin adı da tevhid dersi, buyurun, her halde dünyada hapishanelerde ilk dersi başlatan Hz. Yusuf olsa gerek ve bu sünnet sürmeli, sünnet-i Yusufiyye sürmeli.

………İşte bu manada Hz. Yusuf’un ağzından üslûp dersi veriyor, aslında ilk muhatap olan efendimize hitap, ama hepimize aynı zamanda, üslûp dersi. Nedir bu? İkna ediyor, yani iman et bu budur, sorgulama, senin aklın neye gider. Yok öyle. Ya bi düşünün ya, bi akledin ya..! Bir den fazla Rabmi, tek Allah’mı Vâhid ve Kahhâr olan. Vâhid ve Kahhâr olanın hayırlı olduğunu söylüyor ayet aynı zamanda bu çok önemli ince bir nükte var burada.

………Allah’ın Vâhid ve Kahhâr olması kul için hayırlıymış, bunu düşünerek bulmak lazım, işte tedebbür burada lazım. Yani Allah Kahhâr olursa bunu kulda hayrı ne, alın size bir soru. Allah’ın Kahhâr olması kulun mahza hayrınadır, çünkü Kahhâr olan Allah kulun rakibi değildir, Rahman’ıdır, yetmez mi. Rabbidir yetmez mi. Rabb ve Rahmân olan, Rahmân ve Rahîm olan bir Rabb Kahhâr ise kahrını bile rahmeti için kullanır. Yetmez mi? “Hazin olma gönüz zinhar, Kerîm Allah’ımız var” diyordu ya böyle işte.

………Bir kul Allah’ın otoritesine ortak eden bir tasavvur şirktir. (Zümer/4) Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa mimma yahlüku ma yeşau, subhaneHU, HUvAllâhul Vâhid’ül Kahhâr. (Zümer/4) Lev eradAllâhu en yettehıze veleden eğer Allah irade etseydi bir çocuk edinirdi lastafa mimma yahlüku ma yeşau ve bunu da diledikleri içinden seçerdi. subhaneHU, ama bu ne biçim laf, bu ne biçim mantık, haşa. O bundan yücedir, münezzehtir. HUvAllâhul Vâhid’ül Kahhâr O Vâhid ve Kahhâr olan Allah’tır. Bunu nasıl söylersiniz.

………Bu tabii başta Hıristiyan şirki olmak üzere tüm teslisçi şirklere. Yani haşa Allah’ı baba olarak gören tüm şirklere bir hitaptır. Çünkü birini baba olarak gördünüz mü oğul isnat edersiniz. Onun için asıl oğulun reddi, Allah’ı baba olarak görmeyedir. Bu çok önemli.

………Allah’ı baba olarak gören babaları da bir parça söylemeyim ben. Babaları öyle görmeye başladı mı babalar babalara geliyor.

………Ahiretin mutlak Kahhâr’ı Allah’tır. Ahiret, Kahhâr ın kahrı altına insanın tam olarak girdiği bir alemdir. Yevme hüm barizun* lâ yahfâ alAllâhi minhüm şey’* li menil Mülkül yevm* Lillâhil Vâhidil Kahhâr. (Mü’min/16) O gün Yevme hüm barizun* lâ yahfâ alAllâhi minhüm şey’ o gün onlardan hiçbir kimseyi, hiçbir şeyi Allah’tan saklayamaz, gerçek yüzleriyle ortaya çıkarlar. Barizun, gerçek yüzleriyle çıkarlar, li menil Mülkül yevm. Burada arada Allah der ki yok, ve kale yok, ve yekul yok, hiçbir şey yok. li menil Mülkül yevm. Bugün mülk kimindir? Lillâhil Vâhidil Kahhâr Vâhid ve Kahhâr olan Allah’ındır. Çünkü diyecek kimse yok. Ölüm meleğinin bile öldüğü bir andan bahsediyoruz. Onun için Allah’ın sorusuna Allah cevap verir, böyle bir imtihan.

………O zaman ey insanoğlu sen kendini ne sanıyorsun? Allah’a karşı nasıl dikleniyorsun, neyine güvenip te başkaldırıyorsun. Ölüm meleğini bile öldürecek olan Allah’ın sana gücünün yetmeyeceğini mi düşünüyorsun. Evet, her şey bizim için dostlar. Rabbimizin şefkatinin bir numunesi bunlar başka bir şey değil. Kızarken de şefkatli, severken de şefkatli, kahrederken bile şefkatli başka bir şey değil.

………Lût kavmini kahreder, azaplarının uzamasına mani olmak için daha fazla günah işlemelerine mani olmak için onlara ikram eder. Lût kavmini kahreder, o kahır üzerinden bize daha sonra sapacak olanlara öğüt vermek için onları bir öğüt nesnesi olarak kullanır. Lût kavmini kahreder, Lût’un kendisine öğüt verir, bir daha böyle bir dua etme. Yeryüzünde bir tek kâfir bırakma deme, bir tek bile kafir bırakma dersen oğlun bile kâfir olur. Bak ne oldu? Kökünü kazıdık ne oldu? Gene çıkmadı mı? Olmaz, onun üzerinden de Resulüne öğüt verir, sakın Nûh gibi bir dua edeyim deme. Sakın yeryüzünden kötülüğü temizleme iddiasıyla çıkma. Şeytansız bir dünya olmayacak. Bakın bir Lût kavmi kahrından gazabından neler çıkıyor, kaç hayır çıkıyor. Dolayısıyla siz buna şer mi diyeceksiniz. Hayır eyvallah..!

………Kahhâr isminin alemde ki tecellileri; Allah’ın Kahhâr isminin tecellilerinden biri melekleri Adem’e secde ettirmesidir. Evet ya, başka türlü nasıl izah edilebilir. Bu kahır tecellisidir melekleri Adem’e boyun eğdirmesi. Razi’nin dediği gibi Adem’e boyun eğen melekler yeryüzü melekleriydi der bahusus. Bunun anlamı şudur; iradesizlerin iradelilerin emrine amade oluşudur, meleklerin insana secdesinin manası budur. İradesiz varlıkların iradeli varlığa tabi oluşu. Eğer melekler Adem’e secde etmemiş olsaydı insanlar dağlarda yol açamazlardı, insanlar taşları kesip ev yapamazlardı. İnsanlar nehirlerde, denizlerde gemi yüzdüremezler, hava da uçak gezdiremezlerdi. Yani insanlar bunu yapabiliyorlarsa, Allah eşyanın meleklerini, eşyanın merkezini, eşyanın memorisenti (verilmiş hafıza) yani merkezi hafızasını insana boyun eğdirdiği içindir. Bilmem anlatabildim mi. Bu sayede eşyayı kullanabiliyoruz.

………İşte buna TesHîr sırrı diyor Kur’an; Ve sahhare lekümüş Şemse vel Kamer.. (İbrahim/33)

 ………ve sahhare lekümül fülke li tecriye fiyl bahri Bi emriHİ, ve sahhare lekümül enhar. (İbrahim/32)

………Ve sahhare lekümülleyle vennehare… (Nahl/12) gibi.

 ………İnsanoğlu eğer öyle olmasaydı dağları aşamaz, evleri yapamaz, hayvanları evcilleştiremezdi. Hayvanları evcilleştirmesi Kahhâr isminin insana bir tecellisidir. Toprağı süremez bitkiyi aşılayamazdı. Bitkiyi aşılıyorsunuz, bitki aşınıza boyun eğiyor. Hayvanı eğitiyorsunuz eğitiminize boyun eğiyor. Yılkı atı eğitiminize boyun eğmiyor, üstüne binemiyorsunuz. Ama terbiye edilmiş ata binebiliyorsunuz. Evcil bir köpekle bir yabani köpek arasında çok büyük fark var. Birinin üzerinde Kahhâr isminin tecellisi var öbüründe yok. Dolayısıyla bunu da insan eliyle tecelli ettiriyor.

 ………İnsanı hastalıklara boyun eğdirmesi de onun Kahhâr isminin tecellisidir. Zorba tiranları ölüm döşeğine düşüren bir mikrop değil midir? Dünyayı yener de bir mikroba yenilir, bu Allah’ın kahrıdır. İnsanı açlığa boyun eğdirmesi de Kahhâr isminin bir tecellisidir. Bakınız şu büyük dağları ben yarattım küçükler de babamdan kaldı edasıyla dolaşan adamları şöyle 3 gün aç bırakın yılan gibi nasıl sürünüyorlar bir bakın bakalım, hani o havalar nereye gitti dersiniz. Nereye gitti o havalar? Bir ekmeğe kırk takla atar hale gelir insan bu. Peki o zaman ne bu hava? Allah’ın Kahhâr isminin tecellisi açlıkta tecelli etmiş demektir, aç zamanda tecelli eder.

 ………İnsanı uykuya boyun eğdirmesi Allah’ın Kahhâr isminin tecellisidir, bakınız insan uykusuzluğun sınırlarına dayandığında göğe kalkmış tüm burunlar yere çakılır, çünkü Kahhâr ismi uykuda tecelli etmiştir. Nice uyanıklar uykusuzluğun sınırlarında tüm iddialarından vaz geçerler.

 ………Tüm canlıları ölüme boyun eğdirmesi Allah’ın Kahhâr isminin bir tecellisidir. Ölüm konuştuğu zaman herkes susar, çünkü ölümüm sesi herkesten gür çıkar. Ölümün pençesinden ölümü fethetmek için yola çıkanlar da kurtulamadılar. Makedonyalı Büyük İskender’in iddiası buydu, ölümü fethetmeye gidiyoruz demişti, 32 yaşında öldü. Hem de bir sineğin taşıdığı veba mikrobu yüzünden,

 ………Saraylarını geleceğe taşıyamayan nice firavunlar ancak mezarlarını geleceğe taşıdırlar. Şu gördüğünüz piramitler firavun mezarıdır. Şu gördüğünüz Nemrud dağının tepesinde ki o yığıntı Nemrudun mezarıdır, mezarlarını taşıdılar sadece. Dolayısıyla kahhâr ismi böyle tecelli eder.

 ………Kahhâr isminin tecellisine mazhar olan insan, bir de ayrıcalığı olması lazım değil mi? Yani insan Kahhâr olan Allah’a iman etti, bu isim mü’minde tecelli etti, ne yapar? Böyle bir insan şehvetine Kahhâr olur. Şehveti üzerinde Kahhâr olan insan, Allah’ın Kahhâr ismine imanın karşılığını almış demektir, şehvetini kahreder. Yani Kahreder den kasıt yok eder değil, ona hakim olur. İnsanın şehveti nimettir, şehvetin insanı beladır, bu ikisi ayrı şeylerdir. İnsanın şehveti nimettir, o nimet olmasaydı insan nesli devam etmezdi. Ama şehvetin insanı beladır, şehvetin insanının faili, amiri, öznesi şehvettir. Şehvete sahip olmak kınanmaz, şehvete ait olmak kınanır.

 ………Kahhâr isminin tecellisine mazhar olan insan öfkesine Kahhâr’dır. Bu tecelli insanda eğer gerçekleşmişse öfkesinin üzerinde Kahhârdır, öfkesine sahip çıkar, öfkesine yenilmez. Öfkesine yenilen insan ise bu ismin tecellisinden hiçbir pay almamıştır.

 ………Kahhâr ismini tecellisine mazhar olan insan şeytanına kahirdir, şeytan ona kahirse şeytanı Kahhâr olmuştur şeytanı onu kahreder. Eğer o şeytana kahirse o şeytanı kahreder. Şeytanına galip gelen insan beşer içerisinde kendisine galip gelinemeyecek insandır.

 ………Sual şu; Gerçek özgür kimdir? Cevapta şu; fiyat yerine değeri olduğu için satın alınamayan insandır. Fiyatı yok, değeri var fiyatı varsa verirler ve alırlar.

 ………Ya Kahhâr ya Allah El Vâhid-ül Kahhâr olan sensin. Daima yenen ve hiç yenilmeyen sensin. Nice serkeşlere boyun eğdiren sensin, eşsiz ve benzersiz kahrıyla tecelli eden sensin. Ya Kahhâr ya Allah, Kahrın da hoş lütfun da hoştur buna iman ettik, bizi kahrınla değil lütfunla terbiye eyle ya Rabb. Biz ne ettik ne eyledikse kendimize ettik, bizi celâlinle değil cemalinle muamele eyle ya Rabb. Ya Kahhâr, ya Allah. Taşı demire, demiri çeliğe, çeliği elmasa boyun eğdirensin, nefsimizi de sana kayıtsız şartsız boyun eğdir ya Rabb. Kışı bahara, baharı yaza, yazı güze, güzü kışa çevirirsin bizim de akıbetimizi sonsuz bahara çevir ya Rabb. Amin, amin, amin..! Ya mu’in. 1.0

………Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn

 ………Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


ESMA DERSLERİ – 23 – EL KAHHÂR (A)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************************

………EL KAHHÂR

………EL KAHHÂR  O, öyle bir varlıktır ki, düşmanlarının belini kırar, -onları öldürmek suretiyle kahreder. Hayatta hiç bir varlık yoktur ki, onun kahrı ve kudreti altında kıvranmasın. Satveti karşısında aciz kalmasın.

………TENBÎH:

………Kullardan kahhar, düşmanlarını kahredene denir. Kulların en büyük düşmanı iki yanı (sağrısı) arasında bulunan nefsidir. O, kendisini aldatan şeytandan daha düşmandır. Kul, her ne zaman nefsinin şehvetlerini kahrederse, şeytanı kahretmiş olur. Çünkü şeytan onu, ancak şehvetleri vasıtasıyla helake sürükleyebilir.

………Şeytanın insanları aldatmak için alet olarak kullandığı şeylerden biri de kadınlardır. Kadınlara karşı şehvet ve isteğini kahreden kişi, bu tuzağa düşmez.

………Din kuvveti; aklın işareti ile şehvetlerini kırıp parçalayan da böyledir.

………Nefsani arzularını yenen kişi mutlaka kendisini aldatmak isteyen insanları da yenmiş demektir. Çünkü insanların gayesi, onun vücudunu ortadan kaldırmaktır. Onun gaye ve çalışması ise ruhunu ihya etmektir. Birer düşman mesabesinde olan şehvetleri öldüren kişi ruhunu ihya etmiş ve ölümünde do ölmemiş olur:

………«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis ¦onlar Rableri katında diridirler.» (Âli İmran/169) (İ. Gazali/Esmaü’l Hüsna-89)

………******************************************************************

………EL KAHHAR

………Taalluk;

………Bu isme Allah’tan yardım ve desteğini almak için ihtiyaç duyulur.

………Tahakkuk;

………Bu isim kullar arasında rablik iddiasında bulunan kimselerin öyle olmadıklarını göstermek amacıyla tahakkuk eder.

………Tahalluk;

………Kul nefsinin arzuları ve düşmanlarının kendisini kuşatması karşısında kendisini korumak zorundadır. Böyle bir durumda olan kimse, bu ismin gerekleri doğrultusunda dâhili ve harici düşmanlara karşı koyma, üstünlük gücü kazanır. Kul böyle bir durumda çatıştığı kimse ve nesnelere karşı koymak için kahhar ismi ile ahlaklandığı nispetle “Kahr“ ı (üstünlüğü) artacaktır. (İbn. Arabi/ Allah’ın isimlerinin sırları ve manalarının keşfi-63)

………KAHIR VE EZME MERTEBESİ el Kahır ilahi ismi.

………Kahrım emrimin aynı çünkü ben,

………Emir verdiğimde kahır sahibi olurum

………Varlığa görünür benim suretimle,

………Yasağımız yasak, emrimiz emir.

………Bu mertebenin sahibine Abdülkahhar ve Abdulkahir denilir. Âlimlerin en büyüğü bu isme sahip olmayan kişidir. Yani Abdulkahhar ve Abdülkahir ismine sahip olmayandır. O Allah’ın inayetine mazhar olmuş, kâmil, hatta masum ariftir. Hak bana –hamdolsun- bu isimde hiç tecelli etmedi onu başka birinin aynasından gördüm. Allah beni irade ve zorunluluk halinde ondan masum kıldı ve bu nedenle hiçbir zaman tartışmaya girmedim. Benden ortaya çıkan herhangi bir muhalefet ve tartışma, sadece öğrenme amaçlıydı, tartışmak için değildi. Çünkü ben ilâhi kahrı hiçbir zaman tatmadım ve o mertebeden onun bende bir hükmü ortaya çıkmadı. Allah şöyle der;

………“O kulları üzerinde kahır sahibidir. “(En’am/18)

………Yani kendilerinden ortaya çıkan tartışmalar hususunda kullarını boyun eğdirendir.

………“Üzerinize koruyucular gönderir.” (En’am/61)

………Bu bir vekâlet vermedir yani bu gönderme bir grup adına muhafaza demek iken bir grup adına masum kılmak demektir.

………Önünde ve ardında takipçileri vardır Allah’ın emriyle muhafaza ederler.” (Ra’d/11)

………Ayetinde bu husus belirtilir.

………Allah onlara kendisini korumayı emretmiştir. Onlar masum ve mahfuz kimselerdir. Bazen gelen işe karşı kendisini korurlar ve belayı ondan uzaklaştırırlar. Nitekim zina eden zani için durum böyledir. Zani zina ederken iman ondan çıkar ve bir gölge gibi üzerinde kalır. Bu durumda iman bir muhalefete kalkıştığı için kendisine gelebilecek belaya karşı onu korur. Başka bir ifadeyle iman belanın ulaşmasına karşı onu muhafaza eder. Ve belki tevbe eder veya bağışlanma diler diye geriye çevirir.

………Bir insanın masum olmadığı halde böyle korunurken inayete mazhar olmuş biri hakkında ne düşünürsün? Öyle biri asıl itibarıyla korunmuştur Bu hususta ortaya çıkabilecek en ince görüş ayrılığı, kulun hakka yönelme esnasında ki ilâhi tartışma ve çekişmedir. Kul Hakka yöneldiği sürece, el Kahhar ismi cezalandıracak kimse bulamaz., oklar hedeflere atılır.

………Bilmelisin ki dua; Şehl ve Fudayl b. İyaz’ın dile getirdiği üzere tartışmaya imkân vermez. Yani kul Allah’ın iradesi karşısında bir şey irade etmez. Çünkü dua zillet ve muhtaçlık demek iken niza ve tartışma, başkanlık ve saltanat arzusundan kaynaklanır.

………İnsanların nefislerinde bir niza vardır ki onun gereğini yerine getirmiş olsalardı hükümdarın otoritesi altında ezilen halk (Bu kez birisinin) kahrı altında ezilmiş olurdu. Böyle bir düşünce aklına gelmeyip niza çıkartmayan insan kahra maruz kalmayacağı gibi hükümdar onu ezmez. Aksine ona karşı merhametli ve şefkatli davranır.

………Allah’ın kullarından birini ahlakı gereği ezerse hiç kuşkusuz –kendi nedeniyle – değil Allah’ın emri nedeniyle onu cezalandırır. Burada sadece kulun kalbine Allah’ın emir ve yasağına karşı ilka edilen şeytan vesvesesi vardır ki şeytanın vesvese vermede ki niyeti de budur. Kulun aklına böyle bir düşünce gelmezse iman vesveseyi reddedeceği için kul onu reddeder.

………Şeytan kulu derece derece muhalefete çekerek en sonunda küfre düşürür Bu bağlamda günahlar küfrün elçileridir. Günahlar küfür nedeniyle çoğalır ve ard arda gelirler. Bu nedenle şeytan onları çeşitlendirir, hızla yapılanmalarını ister. Mümin ise meleğin ilhamı ve yardımıyla şeytanı ezmek ister. Mümin şöyle der; “Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.”

………Gizli niza ve çekişmenin bir türü de belalara sabırdır, başka bir ifadeyle insan belayı kaldırsın diye Allah’a havale etmek yerine sabrettiğinde gizli niza içindedir. Halbuki Eyyub peygamber belayı kendisine havale ettiği halde Allah onun sabrını övmüş, şikâyet etmesine rağmen şöyle demiştir;

………Onu sabırlı bulduk, ne güzel kuldur Eyyub.” (Sad/44)

………Allah Hz. Eyyub’un maruz kaldığı her işte çokça O’na döndüğünü zikretmiştir. Her kim kendisine gelen belaya karşı nefsini Allah’a şikâyetten alıkoyup belayı kaldırmasını istemez ve sabrederse, böyle bir sabır hiç kuşkusuz ilahi kahra direnmek demektir. Allah böyle bir kulu ezer. Sabır ve tasavvuf yolunda övülen bir nitelik olsa bile, sıkıntıyı Allah’a şikâyet etmek, sabırdan daha üstün ve daha yetkin bir davranıştır. Bu nedenle şöyle dedik; Dua tartışmaya izin vermez ve onu gerektirmez. Aksine kullukta tartışmanın terki daha doğru ve daha ulvidir.”

………Rıza ve teslimiyete gelirsek her ikisi de gizli tartışma anlamı taşır. Bunu ancak Allah ehli fark edebilir. Rızanın konusu kaderin hükmü ise, dini bir teraziye ihtiyaç duyulur. Rızanın konusu kaza ise kahrı gerektirebilir. Bu durumda rıza sahibi o esnada kendin de bu hali bulursa, gizli bir niza ve çekişme içinde olduğunu anlar. Ve onu ortadan kaldırmak üzere halini inceler. Kazanın kahır etmediğini görürse yaratılışında buluna saf rıza halinde bulunduğunu öğrenir.

………Rıza; “radayerudu” kelimesinden türetilmiştir ve riyazet de aynı kökten türetilmiştir. Aynı anlamda “radet ed-dabbetu” denilir. Anlamı zelil kılmak demektir. Bu vasıfla ancak inatçı kişi nitelenir ve inatçılık kavga demektir. Küçük tay riyazet yoluyla eğitilir. Bunun nedeni onun serkeşliği ve yaratılış gayesini bilmeyişidir. Ay amade olmak ve hizmet etmek üzerine binilmek ve yük taşımak için yaratılmıştır. At ise yaratılış gayesini bilmediği için bu gayeye direnir. Ve ilahi hükmün yardımcılarına boyun eğmek üzere eğitilir.

………Aynı şey nefislerin riyazetinde de geçerlidir. Nefislerde inatçılık özelliği bulunmasaydı sahipleri onları riyazet yoluyla eğitmezlerdi. O halde nefisler asıl bakımından riyazet özelliğinde, yani zelil olarak yaratılmışlardır. Bu nedenle onlara “razı olan” değil “razı ulunan” adının verilmesi uygundur. İnsan nefisleri ilahi surette yaratılmış oldukları için aynı hakikatte olmayan bütün âleme karşı üstün olmak ister. Alemdeki hakikatlerin dayandığı ilahi hakikatlerden perdelenirler. Riyazet nefislerinde ki bu inatçılık nedeniyle gerekli olmuş nefisler riyazetin otoritesi altında zelil kalmış ve boyun eğmişlerdir.

………Teslim de öyledir, Teslim inatçılık karşısında kendini tutmakla mümkün olabilir. Aynı şekilde vekâlet sahiplikten sonra gelir ve o da gizli niza, çekişme demektir.

………İlahi kahır, niza ve çekişmenin gizliliği nedeniyle gizlenir, onun çıkmasıyla ortaya çıkar. Arif ise bir an bile kendisinden gafil kalmaz. Kendisinden gafil kaldığında rabbinden de gafil kalır. Rabbinden gafil kalan ise batınıyla kendinde bulmuş olduğu maksada aykırı tesire direnmiş ona karşı çıkmış demektir. Bunun üzerine ilahi kahır gelir ve onu ezer. Bu davranış çokça meydana geldiğinde kişi Abdulkahhar diye isimlendirilirken az meydana geldiğinde Abdulkahir diye isimlendirilir.

………Bu mertebenin ilkesi insanın emre uyarken ve günah işlerken sırlarını incelemesidir. Bunu yapınca mertebenin onda hükmünün bulunup bulunmadığını anlar. Bu da tümel bir durumdur, biz seni bu konuda kendine havale ediyoruz, sen en iyisini bilirsin.

………Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır. (Ahzab/4) (İbn. Arabi- F. Mekkiye/16.C-262-265)

………****************************************************************

………KÂHİR – KAHHÂR – GÂLİB

………Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

………“O kulları üzerinde kahredici olandır.” (En’am/18)

………“Allah tektir ve kahredici olandır.” (Ra’d/16)

………El Halimi der ki; “Kâhir kullarının işlerini dilediği şekilde düzenleyen, idare eden, onlara üstün ve egemen olandır. Bu isim zor e ağır olan üzen ve sıkıntıya sokan bir anlam içerir. Allah dilediği kimsenin hayatını veya bazı organlarını çekip alır. Hiç kimse buna karşı koyamaz. Dolayısıyla Allah’ın takdirinin dışına çıkmak veya O’nun sevk ve idaresini geri çevirmek mümkün değildir. Kahhar ise Hiçbir şekilde mağlûp edilemeyen ve üstün gelinemeyendir.

………El Hattabi ise bu ismi şöyle açıklar; Kâhir; canlılar arasında haddini aşıp kendisine isyan eden zorbaları azab ile, diğer bütün canlıları ölümle yok edendir.

………Allah’ın varlıklar üstündeki üstünlüğü;

………1 – Mülkün üstünlüğün, güç ve kuvvetin tamamı tek be Kahhâr olan Allah’a aittir. O’nun dışında ki her şey mağlup ve yeniktir. Bütün her şeyin zıddı karşıtı ve ortağı vardır, yalnız O’nun zıddı, karşıtı ve ortağı yoktur. Rüzgârları yaratan sonra da onları birbirine musallat edip bir kısmını diğerine üstün kılan, böylece etkisini kırıp yok eden O’dur. Suları yaratan sonra da üzerlerine rüzgârları musallat eden, böylece onlar üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunan O’dur. Ateşi yaratan sonra da suyu ona musallat edip etkisini kıran ve söndüren O’dur. Demiri yaratan sonra da ateşi ona musallat edip gücünü kıran ve erimesini sağlayan O’dur. Taşı yaratan sonra da demiri ona musallat edip kırılmasını ve dağılmasını sağlayan O’dur.

………Âdem’i ve so­yunu yaratan sonra da İblis ve soyunu onlara musallat eden O’dur. İblisi ve soyunu yaratan sonra da melekleri onlara musallat edip her tarafta aranmala­rını ve kovalanmalarını sağlayan O’dur. Sıcaklığı-soğukluğu ve yazı-kışı ya­ratan sonra da birini ötekine musallat eden, böylece birbirlerinin etkilerini giderip birbirlerini yok etmesini sağlayan O’dur. Gece ve gündüzü yaratan sonra da onları birbirine musallat eden O’dur. Aynı şekilde her türden deniz ve kara hayvanlarını yaratan sonra da onları birbirine musallat eden O’dur. Özetle, her varlığın zıddı ve kendisini mağlup eden bir başka varlık vardır.

………2 – Allah, yer ve gök ehlini kendisine boyun eğdirmiştir. Gök ehlini kendi­sine hizmet etmekle, yer ehlini de kendisine ibadet ve itaat etmekle boyun eğdirmiştir. Zalim ve zorbaların belini kıran, isyankar ve haddi aşanların bo­yunlarını büken, dünyadaki emellerine kavuşmalarına mani olan Allah’tır. Çocuk sahibi olmak istediği halde olamayan, ihtiyarlamak istemediği halde ihtiyarlayan, güçlü ve üstün olmak istediği halde bir türlü zilletten kurtulama­yan, zengin olmak istediği halde fakirleşen kimselerin isteklerini Allah, bildiği bir hikmet gereği engellemektedir. Onların iradesi hiçbir zaman Allah’ın ira­desinin önüne geçemez ve yenemez. Allah’ın istek ve iradesi daima onların isteklerinin üstündedir. Bu durum Allah’ın mutlak Kâhir ve Gâlip, varlıkların da mağlup olduklarının bir göstergesidir.

………3 – Bütün varlıklar, Allah’ın dilemesi ve hükmü altındadırlar. O’nun izzeti altında ezilmeyen, sonsuz gücüne boyun eğmeyen hiçbir şey yoktur. Varlıkla­rın dilek ve istekleri dahi O’nun dilemesi altındadır. Yüce Allah şöyle buyurur:

………Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan/30)

………Bu isimleri bilmenin faydaları;

………1 – Bu isimleri bilen Müslüman, Allah’a karşı derin bir korku duyar. Nefsine, şeytana ve düşmanlara galip gelir. Onların isteklerine boyun eğmez

………Bu İsimleri Bilmenin Faydaları

………Bu İsimleri Bilmenin Faydaları

………1- Bu isimleri bilen Müslüman, Allah’a karşı derin bir korku duyar. Nef­sine, şeytana ve düşmanlara galip gelir. Onların isteklerine boyun eğmez, Mevlâ’sına itaati tercih eder. âhiret için çalışmasına mani olan her şeyden uzaklaşır.

………2 – Müslüman, gücü yettiğince Allah düşmanlarını mağlup etmeye ve on­lara üstünlük sağlamaya çalışmalıdır. Yüce Allah şöyle buyurur:

………Öyleyse, küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun.” (Muhammed/4)

………3 – Müslüman hiçbir zaman zayıf veya yetim birini ezmemeli ve sert davranmamalıdır. Zira Allah, bu tür davranışları şu ayetlerle açıkça yasaklamıştır:

………Bir yetim iken, seni bulup barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni de azarlama.” (Duha/1-10)

………Bu âyetler Hz. Peygamber’e üç duruma karşılık üç şeyi emretmektedir.

………Bir yetim iken, seni bulup barındırmadı mı?” durumuna karşılık “Sakın yetimi üzüp-kahretme” emri gelmektedir.

 ………Seni yol bilmezken, doğru yola iletmedi mi?” durumuna karşılık “İsteyip-dileneni azarlama” emri gelmektedir. Yani senden doğru yolu göstermesini isteyenlere doğru yolu göster. Senden bir istek ve talepte bulunana cevap ver ve onu azarlama.

………Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?” durumuna karşılık “Rabbinin nimetini anlat” emri gelmektedir.

………Âyette sözü edilen nimet, Allah’ın Hz. Peygamber’e verdiği nübüvvet, dostluk, sevgi, ilim ve hikmet nimetidir. O’na verilen en büyük nimetler bun­lardır. Allah, Hz. Peygamber’e bu nimetleri ortaya koymasını, yaymasını, an­latmasını ve başa kakmadan, minnet etmeden ve ezip aşağılamadan bilme­yenlere öğretmesini emretmektedir.

………Allah’ın Gâlib ismi şu âyette geçer:

………Allah, emrinde Gâlib olandır.” (Yusuf/21)

………Gâlib, Allah’ın fiilî sıfatlarındandır. Allah’ın galip gelmesi dilediği kimseye kadir olması, gücü yetmesi ve onu dilediği şekilde yakalaması demektir. Hiç şüphe yok ki, Allah’ı mağlup etmek isteyen kesinlikle yenilecektir.

………Her Müslüman, Allah’ın mutlak galip olduğunu bilmeli ve her işinde yal­nız O’na dayanmalıdır. Zira samimiyetle Gâlib olana dayanan, bütün yeryü­zündekiler aleyhinde olsa bile sonuçta mutlaka o galip olacaktır. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:

………Allah, “Andolsun ki Ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır.” (Mücadele/21)

………Allah’tan yüz çevirip başkasına dayananlar mutlaka mağlup olacak, şeytanın elinde birer oyuncak olacaklardır. Allah şöyle buyurur:

………Şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa/76)

………Allah’ın Gâlib ismini, Kâhir ve Kahhâr isimleriyle birlikte zikrettik. Zira anlam olarak birbirlerine çok yakındırlar. (İbn. Kesir-Kurtubi-Beyhaki-Es Sadi-İbn. Kayyım el Cevziyye/Esmaü’l Hüsna-275-278)

………****************************************************************

………EL KAHHÂR

………Yüce Allah’ın bu adı hakkında İ. Gazali ile Beyhaki hemfikirdirler. Ebu’l Hakem bu ad hakkında bir şey söylememiştir. Ra’d/16 ayetinde Hak Teâlâ;

………“Allah birdir ve Kahhar’dır” (Ra’d/16) Buyurmaktadır.

………Burada kahır bir şeyin bir şeye üstün gelmesi demektir. Onun kahır mertebeleri sayılmayacak derecede çoktur. Zira bir kimse diğer bir kimseyi yendi mi Hak Teâlâ onun galibi ve kahredicisi olur. Vücudun ve vücut çeşitlerinden bir çeşit yoktur ki kahredilmiş olmasın.

………Onun inhisarında olsa da başlangıcında bir başlangıç da yoktur. Çünkü varlık, zatî nefsiyle kuşatılmıştır. Dünyada ne türlü varlık olursa olsun ihata edilmiş ve kahır görmüştür. Mevcudatın ölümle veya fenayla son bulmasıyla geri dönüş Kahhar adınadır. Çünkü ona ihtiyaçları vardır. Onların içtihadıyla kahır bertaraf edilebilir. O vakit müsebbibler sebepler önünde kahredildiklerinden durmuş olur. O zaman şartsız olarak onun vacibü’l vücud olması ku­dretinde olamaz.

………Âlemlerin Allah’a olan bağlılığı itaatle kahren olmaktadır. Çünkü onları itaatli yapan Odur. Bunlarda görülen muhalefetler, Hak Teâlâ’nın kahrından ileri gelmektedir ki bu sebeple muhalif olmuşlardır. Zira onları bunun için yaratmıştır. Nefislerin ve cisimlerin şehvet hisleri bu ve buna benzer şeyler Allah’ın kahrından neşet etmektedir. Zira bir şey kendi nefsiyle istediği gibi zuhur etmez. Zira kullarının üzerinde kahrını icra eden O’dur. Ulviyyet hissi olmayıp manevî yükseliştir. Vücudu her kahreden kahırlı olur. Kendi tabiatı ve oluşumu itibarıyla kahretme özelliği bulun­maktadır. Kendi keyfi nefsiyle kahredici olmamıştır. Kahir olmak için kahırlı olmuştur. İlâhî kahrın her şeye şümulü vardır.

………Bir kimse mevcudun vücudunun kahır çekmekte olduğunu öğrenirse, maksadı anlamış olur. Çünkü vücut dışardadır. İçte ve çevresinde kahred­ici kuvveti onu kuşatamaz olduğundan işte kahreden budur. Çünkü vücudundan bu kahredici kuvvet zuhur edince vücudun infialli hareketi zaten Allah’a taahhüd etmiş ve olan olmuştur. İşte böylece bu isimde kah­redici hükümler kendini göstermiş olur. Bu suretle münfail olan kendi zatını kahreder.

………Ne var ki kahır, fer’an, aslen, cüz’en, küllen, aynen şümulü umumidir. Böylece Kahir adı Muhit adına girer. Burada Kahhar adının bizatihi Hak Teâlâ’nın Allah adına dönmesinin iki meziyeti bulunmaktadır. Ama vücûdî bazı zuhurat olarak itibar edecek olursak, mesela, faydalanan bir kimse faydalandıklarını bizzat değil arz etmek suretiyle dağıtması zarar olacağından Kahhar adı bu rütbede Rahman adına döner. Burada her iki ad bir araya gelerek Kahhar adı âtî yönden bunları sarıp kuşatır. Keza îlâhî kahır, maarif ehlinin, vakfe ehlinin hal ve tavırlarında şirkin tevhi­dini kahretmiş olur. Bu adın zikri, hususan padişahlarla zalimlere yarar. Bu adı andıkları takdirde tümü hakka dönmüş olur. Allah en doğrusunu bilir. (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani/Esmaü’l Hüsna-146-147)

…………………………………………………………………………..

………EL KAHİR

………En’am suresinin 61. ayetinde Hak Teâlâ bu adı hakkında:

………“O, kulları üzerinde kahır edici bir kudrettir.” (En’am/61) Buyurmaktadır.

………Bu adın mana ve şümulü hakkında İmam Beyhakî ile Ebu’l-Hakem düşünce Ve kanaatlerinde birleşmiş ve anlaşmışlardır.

………Kahir adının manası kendini, büyük gören, kudretiyle her şeyin üstünden gelen demektir. Bu adın da itibarları bulunmaktadır. Çünkü Hak Teâlâ’nın bu adı içinde rahmet ve gazabı bulunmaktadır.

………Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz kudsi bir hadisinde

………“Hak Teâlâ Merhametim, gazabımı yenmiştir.” Buyurmuştur.

………Bu sözün manası ise, rahmetin ahkâmı zuhur ederek gazab ahkâmına mani olmaktadır ki bu, intikamın bur suretidir, İşte Hak Teâlâ’nın kullarına karşı merhamet hali budur. Keza kullarını kendine nispet ederek yukarda açıklandığı gibi Hak Teâlâ kulları üzerinde kahır edici tasarrufu olan bir kudrette olduğunu bildirmektedir. Burada kullar üzerinde demek, muaheze mertebesinin üzerinde işlenen suçlar demektir. Kendisiyle savaşa girenler şunu bilmeli ki sonuçta galebe her zaman Allah’ındır.

………Hak Teâlâ Bakara suresinin 279. ayetinde bu konuya değinerek

………Bilin ki Allah ve peygamberiyle savaşa giriştiniz.” (Bakara/279) Buyurmuştur.

………Buradaki savaş kelimesi mecazdır ve galip gelme manasına gelmektedir. Burada Kahir kelimesi de, yani kendisiyle savaşa girenler, Peygamberinin ve müminlerin eliyle onları kahır ve perişan eder manasına gelmektedir. Keza, düşmanlarına karşı evliyasına yardımcı olur demektir. İşte hakika­ten galebe eden O’dur. Zira savaştaki galibiyet kullarının mertebelerine göre O’nundur. Zira O meleklerin yardımıyla şeytanlara galebe eder.

………Sallallahü Aleyhi ve sellem efendimiz bir hadisinde:

………Kulun kalbi iki şey arasında melekle şeytan arasındadır. Şeytan bir kimseye değinirse bunu hayırdan bulamazsınız. Melek bir kimseye değindi mi bunu şer olarak göremezsiniz”  Buyurmuştur.

………Şeytan bir kimse üzerinde tesirini gösterirse melek şeytana galebe ederek onu uzaklaştırır. Keza sofilerin mezmum ahlaklarını güzel huy ve ahlaka çevirmelerine yardımcı olur. Keza bu ad, Allah’ı sevenlerin, O’na olan aşklarında kalplerindeki meşgalelerle yardımcı olduğu gibi, kendilerine güzel ve kudsi sözlerle uğraşmalarına yardımcı olur.

………Keza bunlardan biri de arif kimselerin zatlarının zahirî ve batını durumlarına kıyasen onların Vakfe makamına yetişmeleri ve tecelliyi görmeleri için yardımcı olur. Bu tecelli birden veya tedricen olur. Buradaki galibiyet ise inkarından dolayı irfanı kahrettiği gibi itibara karşı nurlarında galebe olur. Bunlardan biri de, tatbik edilen vahdaniyetin üstünlükle galip gelmesi ve buradaki, mugâlebe (yenişme) manevi mertebeler manasında olup, ikinci seferinde kişinin bâtını durumu bu savaşın alanı olur. Vakfe makamında galip olana kadar ve Hak Teâlâ’nın yardımı ile onu kutbiyet makamına erişinceye kadar yorgunluklar çekecektir.

………Bu adın daha birçok itibarları bulunmaktadır. Bunları anlatmak uzundur. Bu adın zikrinin meyvesine gelince, anlatıldığı gibi mertebelerle kendini gösterir. Bu makam ehlinden olan bir kimse bu adı halvette anmış olursa kendine zıt olana karşı murad ve maksadı hasıl olur. Allah en doğrusunu bilir. (A. Süleyman et- Tilmsani/Esmaü’l Hüsna/123-124)

………***********************************************************************

………EL KAHHAR – EL KAHİR

………Bu iki sıfat kahr mastarından gelirler. Kahr; galebe demektir. Kahir; galip gelen, hükmeden anlamına gelir. Mübalağa siğası Kahhar ise aynı manayı şiddet ve tekerrür suretiyle ifade eder. Allah hâkimiyet ve kudretle kullarına galebe edip onları –isteseler de istemeseler de- irade ettiği cihete yöneltmekte, istediği gibi yönetmektedir.

………El Hattabi’ye göre el Kahhar odur ki; Mahlûkları içinde zorbaları, azgınları ukubetle ezer ve bütün yaratıklarına onları öldürmekle galebe eder. Bu sıfat Allah’ın mahlûkatına bazen ağır, meşakkatli, üzücü haller verebileceğini ifade eder. Ölüm ile hayatlarını selbetmek bir kısım maddi ve izafi şer unsurları bu türdendir. Buna rağmen hiç kimse O’nun tedbir ve takdirinden dışarı çıkamaz, kendisi galip gelir. Hiç kimse kendisine üstün gelemez. (El Halimi’den)

………Kahr kökü fiil olarak Kur’an da sadece bir ayette yer alır;

………“Yetimi sakın ezme” (Ed Duha/9)

………Firavun avanesinin İsrail oğullarına hâkim olduklarını bildirmiş olmaları, onlardan naklen “kahirun” lâfzıyla bildirilmektedir. (A’raf/127)

………El Kahhar vasfı ilkin Sad suresinde zikrolunmuştur. (Sad/85) Toplam 6 ayette bulunur.

  1. a) Bu ayetlerin hepsi de Mekkidir
  2. b) Hepsinde “el Vahid, el Kahhar” tarzında gelerek münhasıran “el Vahid” ismiyle beraber gelmiştir.
  3. c) Geçtiği bütün yerlerde mutlaklık ifade ederek eliflâmlı olarak varid olmuştur.

………Geçtiği muhtevalara bakalım; Tek Kahhar Allah’ın karşısında realite de hiçbir varlıkları olmayan sürü sürü putlara tapmanın manasızlığı (Yusuf/39). Yaratma fiilinin münhasıran Allah’a ait olduğu putların yaratmalarının söz konusu olmadığı (Ra’d/16), yerin başka bir yerle göklerin de başka göklerle değiştirildiği bir zeminde insanların ölümden sonra tek Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkışları (İbrahim/48), Allah’ın gökleri ve yeri yaratan ibadete hak sahibi tek Allah olduğu (Sad/65), putları Allah katında şefaatçi kılmanın saçmalığı, O’nun çocuk edinmekten münezzeh olduğu gökleri ve yeri, güneşi ve ayı vb. idare edenin Tek Allah olduğunu  (Zümer/4) Haşirde bütün insanların, zulüm etmeyecek, herkese işlediğinin karşılığını verecek tek Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkmaları. (Mü’min/16-17)

………Bu ayrıntılara girmemizin sebebi şudur; Genel olarak Allah’ın Kahr sıfatının “cezalandırma, azab etme” ile ilgisi kurulur. Hâlbuki lügavi mana bu olmadığı gibi Kur’an ın kullanışı da gördüğümüz gibi esas olarak bu intibaı vermemektedir. “Hak sahibi olarak adaletle hüküm süren, karşısına kimsenin çıkamayacağı tek hükümran ve Galip” Kur’an dan çıkan anlam budur. O’nun karşısına çıkmak cür’etini gösterenlere hak ettikleri cezayı – dilemesi – halinde vermek bu vasfın sadece gereklerinden olur.

………EL KAHİR;

………Yalnız iki Mekki ayette geçer.

………Allah sana bir sıkıntı verirse O’ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O her şeye kadirdir. O kullarının üstünde tek Kahirdir. (Mutasarrıftır). O’dur Hakîm, Habîr” (En’am/17-18)

………Bu ismin zikrolunduğu ikinci pasajın meali şudur;

………“Geceleyin sizi ölü gibi uyutan gündüzün yaptıklarınızı bilen ecelinize kadar gündüzleri sizi tekrar dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz O’nadır. İşlediklerinizi size bildirecektir. O kullarının üzerinde tek Kahir (yani Hakîm)dir size koruyucular gönderir. (En’am61-62)

………* Koruyucular (hafaza) insanı koruyan melekler ile (Ra’d/11) ayeti bunu desteklemektedir.) İnsanın amellerini saklayan zapteden meleklerdir. (İnfitar/10) ayeti bununla ilgili olmalıdır.) şeklinde tefsir olunur. (İbn. Kesir) {{Prof Dr. Suad Yıldırım/Kur’an da uluhiyet 185-186)}}

………******************************************************************

         EL KAHHÂR

………Lisanu’l-Arab’da görüleceği gibi “el Kahr”; galebe çalmak ve üstün gelmek manasınadır. El Kahhâr ise, Allah’ın güzel sıfatlarındandır.

………El Kahhâr güzel bir sıfat olup bu sıfat ile hakka karşı direnen düşmanlar kahredilip uzaklaştırılır. Kahr öyle bir kuvvet ve güçtür ki bununla koyunların ürkütülüp kaçmaları sağlandığı gibi bu sayede azgınlara, büyüklük taslayanlara da boyun eğdirilir. Bu bakımdan Kahr Hakkı hâkim kılmak için üstün gelme, güç kullanarak karşıya boyun eğdirme demektir.

………El Kahhâr; İstediğini dilediği gibi yapandır. Hiçbir zaman yenilmeyen ve herkesi her gücü yenendir O, baştan sona tümüyle kemâldir. O her işi ve gerçeği çıkaran başlı başına ikna edici olan net hüccet ve kanıttır. Hem de tam bir tahakküm sahibi demektir ki, değiştirmeden tağyir ve tahvilden asla geri durmaz.

………Kahr demek; Hak yolu ile batılı yok etmektir. Çünkü Kahhâr olan Allah Hakkı hâkim kılmak suretiyle hakkın karşısına dikilen her gücü yenen ve yok eden galip demektir. Mademki hakkı egemen kılmak için O yenilmez üstün ve galiptir, Hak ile her şeyi egemenliği altına alacaktır. O halde bu korkular niyedir? Bu sorulara cevap verebilmek için diyoruz ki; korkuya iki bakış açısıyla bakılmalıdır.

………BİRİNCİ BAKIŞ AÇISI HAKTAN KORKULMASIDIR

………Bu durum batıl ehli açısından onlara nispetle değerlendirildiğinde, onlar bir şeyden değil, sadece ihkakı hak’tan korkarlar. Bu nedenle hakkı hâkim kılmak için onlara göz açtırmamak ve gereğini hemen yapmak lazımdır. Yani eğer batıl hakkı ezmek istiyor ve hakkın hakim olmasına engel oluyorsa bu takdirde başka çıkar bir yol da yoksa yapılacak tek şey İhkak’ı Haktır. Gerektiğinde sahip olduğu hakkını zor kullanmak suretiyle Allah’ın bir emri gereği bu görevi yerine getirmektir. Çünkü başka değil ancak bu yoldan batılda olanların foyaları meydana çıkar. Bunun gerisinde yatan gerçekler, gizledikleri şeyler açığa çıkmış olur.

………Örneğin zina fiilini işleyen bir kimse, durumu halkın arasında bilinip ortaya çıktığında hep hiçbir kimsenin buna şahit olmamasını diler. Böyle bir umudun peşinde olur. Nitekim hırsızlık yapanın durumu da böyledir. Zalimin işi bunların yaptıklarından daha büyüktür.

………İşte bunlar içindir ki Kahr denen gerçekten korkmak lazımdır. Zira ortada herhangi bir iltimas ve dalkavukluk söz konusu olmaksızın, kibarlık olmaksızın hakikat meydana çıkacaktır. Çünkü onun göstereceği ışıklı yol sayesinde temize çıkarılmak isteyenler temize çıkarılıp arındırılmış olur. Baş eğdirilecek olanlara da baş eğdirilir.

………Batıl ehli olanlar hakkın ortaya çıkmasını güçleriyle bastıranlardır. Oysaki kendileri de bu gerçeği bilirler. Batılda olduklarını ve hakkı önlediklerini baskı altına aldıkları gerçeği de çok iyi bilirler. Fakat onların tüm arzuları durumlarının halk açısından açığa çıkmamasıdır. Özellikle de bu konuda kimlerin kendilerine yardımcı olduklarının durumlarının da açığa çıkmamasını isterler. Bunun içindir ki mutlaka bunlara karşı üstünlük elde edilmelidir.

………İKİNCİ BAKIŞ AÇISI BATILDAN KORKULMASIDIR.

………Hak ehli ve hak sahipleri, hak yolda olan ve hakkı savunanlar her zaman kendi ciddi olan gayret ve çabalarına bakarak o yolda ısrarcıdırlar. Tek hedefleri ve emelleri hakikatin ortaya çıkmasıdır. Halkın gözleri önünde her şeyin alenen ve açıkça görülmesidir. Böylece zalimlerin kimler olduğu gerçeği de halk tarafından anlaşılmış olur.

………Müminlere gelince imanlarını hakka dayanarak açığa vuran kimseler olup müşriklerin kendileri üzerinde egemen olmalarını ve zafer kazanmalarını da istemeyen böyle bir beklentileri de olmayanlardır. Çünkü müşriklerin egemen olmaları, zafer kazanmaları halinde – Allah böyle bir şeyi asla göstermesin. – Müminler gönülleri yönünden olsun, başka yönlerden olsun onların kazanmalarını arzu etmezler. Zira mü’minler inanan kimseler olmaları itibarıyla yenilseler bile sonunda zaferin yine kendilerinin olacağını bilirler. Ve buna iman ederler. Geçici bir süreyle de olsa müşriklerin üstün gelmeleri, müminler açısından gerçi dayanılamayacak bir acıdır ama er veya geç müminler zafer kazanacaklardır. Çünkü sapıkların ve müşriklerin kendileri zaten gün gelecek kaybedeceklerdir.

………Yüce Allah kendilerini hidayette kılması ve ona iman etmeleri sebebiyle ne zaman üstünlük kazanırlarsa güç kuvvet ve egemenlik onların olacaktır.

………Kahr; (üstün gelmek) her zaman emirle çelişmemeye bağlıdır. Çünkü bir emrin çıkması halinde eğer o emir uygulanmazsa, sen de o emrin uygulanması için gereğini yapmazsan, bazen problemlere sebebiyet verebilir, öfkeye neden olabilir. Kimi zamanda herhangi bir emre karşı isyana kalkışanlara yönelik olarak onu cezalandırmak için bir fiil işlemeye kalkabilirsin. Kimi zaman da şöyle bir gerçeği fark edebilirsin ve; Bakarsın ki ben, ona karşı herhangi bir şey yapabilecek güçte değilsin Oysa ki onu yapabilmek için bir kuvvetten yardım istersin ama buna rağmen bakarsın ki yine de sen bir şey yapabilecek durumda değilsin.

………Bir de meseleye senin inandığın yönden bakılırsa ister hak üzere ol, ister batıl üzere ol kimse sana karşı senin itaatsizliğini açıkça dile getirmiyordur. Böylesi bir durumda doğal olarak sen inandığın o şeyde üstünlük ve kahr hissedeceksin ve onun hiçbir şeyde sana denk ve eşit olmadığını, sana karşı hep üstünlük gösterdiğini seni dinlemediğini ve emrini uygulamadığını göreceksin.

………Oysaki kendisine ibadet ve kulluk zorunluluğumuz olan Rab –ki O Kahhâr olan Rab’dır- her şeyi hüccete, burhana ve kanıta dayalkı olarak kahreder, önler.

………Şimdi burada soruyorum, mademki yüce Allah’ın her şeyi canlı olarak yarattığını ve senin ise canlı olarak hiçbir şeyi yaratamayacağını biliyorsun. Öylece bu durumda sen yenik düşmüş olamayacak mısın?
………Eğer sana “Allah diriltir ve öldürür Oysaki sen bu ikisinden birini olsun yapmaya muktedir değilsin. Hatta bunun için insanlar ve cinler toplanıp da sana yardım etseler bile yine de yenik düşmeyecekler mi?” Dense ne dersin?

………Eğer sen; Yüce Allah’ın güneşi doğudan doğdurduğunu, sen ise böyle bir şeyin önüne geçerek onu durdurmaya güç yetiremeyeceğini ya da onu batıdan getiremeyeceğini bilirsen sen yenik düşmüş olmaz mısın? Çünkü elinde ne bir hüccetin, ne de bir delilin var. Bunları bilmen durumunda ne dersin?

………Yine sana; “Allah istediğini nasıl isterse öyle yaratır. Oysaki sen O’nun yarattıklarını durdurma gücüne sahip değilsin” dense sen kahr olmaz mısın? Çünkü senin elinden yapabileceğin hiçbir şey gelmemektedir.

………Yine sana; “O, şüphesiz her şeyi bilendir sen ise bir şey bilmiyorsun” dense bütün yukarıda geçen sorular da dâhil olmak üzere sen yenilmiş, kahredilmiş olmaz mısın?

………Bütün bu sorulara verilecek olan cevaba gelince, burada insana düşen görev, bu sorulara muhalif olan ve aksini kanıtlayacak bir şeyi varsa onları ortaya koyması için araştırma yapması, ya da tam bir teslimiyetle Allah’ın kudreti karşısında yenildiğini kabul etmesidir. İşte o zaman elinde sadece bir yol kalır, o da Allah Teâlâ’nın Vahidü’l-Kahhâr olduğuna iman etmesidir.

………Çünkü yüce yatanın kullarına karşı üstün gelmesi kullarının imanını artırır. Tam ve gerçek manada iman sahibi olmasını sağlar. Böylece kullar hayır olarak her ne amel işler ve ne türden bir fiil yaparlarsa yapsınlar yaratıcılarının hayır ve iyilik olarak onlar için yarattığı hiçbir şeyi yaratabilme gücüne kendilerinin sahip olmadıklarını anlamış olurlar.

………Bu gerçeği gördüklerinde, öğrendiklerinde, tanıdıklarında ve anladıklarında böylece ilimden kendilerine çok az bir bilgi verildiği gerçeğini de kavramış olacaklardır. Bu ilimler ister ayetler/mucizeler olsun, ister farklı ilimler olsun, ister çok geniş kapsamlı bilgiler olsun her konuda çok az şey bildiklerini ve kendilerine daha fazla bir bilgi verilmediği gerçeğini de öğrenmiş olacaklardır. Bu sebepten ötürü de koşacaklar, gayret gösterecekler, araştıracaklar, gerçekleri kavramının peşine düşeceklerdir.

………Bütün bunlara rağmen ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, ne yaparlarsa yapsınlar, ne icat ederlerse etsinler, bütün bunlarla beraber Allah’ın yaratması, ilmi, sırları, izzeti, kuvveti ve ceberutu karşısında kahredilecekler ve yenik düşeceklerdir. Çünkü O, her şeyden münezzehtir, O’ndan başka İlâh yoktur ve O, Vahidü’l-Kahhâr’dır.

………Kim kuvvetli olduğunu ileri sürerse hemen Allah’ın kuvvetini hatırlasın Kim kudretli olduğunu savunursa, derhal Vahidü’l-Kahhâr olan Allah’ın kudretini ansın.

………Kim mal varlığı ve zenginliği sayesinde insanlara karşı üstün geleceğine inanıyorsa o kimse Allah’ın zenginliğini ve geniş olan mülkünü hatırlasın Çünkü rabbimizin şu ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır;

………Ya eyyühen Nasu entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu HUvel Ğaniyyül Hamiyd. (Fatır/15)

………“Ey insanlar! Sizsiniz hep Allah’a muhtaç fakirler. Allah ise zengin ve hamd ile övülecek O’dur ancak.”

………İlmiyle her şeye kadir olduğuna inanan bir kimse, bu durumda yüce rabbimizin şu ayetini hatırlasın;

………ve ma utıytüm minel ılmi illâ kaliyla; (İsra/85)

………“Size ilimden pek az bilgi verilmiştir.

…………kul Rabbi zidniy ‘ılma. (Tâhâ/114)

………“De ki Rabbim, benim ilmimi artır.”

………Fesahetiyle, güzel konuşmasıyla insanları kahretmeye, yenmeye kadir olduğuna inanan bir kimse, bu takdirde Allah’ın hikmet dolu olan kitabını, Beyanu’l-Hakîm ini hatırlasın.

………Makamı ile insanları kahretmeye, onlara egemen olmaya kadir olduğuna inanan bir kimse, meleklerin taşımakta olduğu Yüce Allah’ın Azametli Arşını düşünsün ve böylece Allah’tan korksun ve O’nun azabından sakınsın.

………Kim güzelliği sayesinde insanları kahredeceğini, yeneceğini sanıyorsa, yüce Allah’ın Azîz olan o kitabında ki şu buyruğunu hatırlasın;

………Ve ma uberriu nefsiy* innen nefse leemmaretun Bissui illâ ma rahıme Rabbiy* inne Rabbiy Ğafûrun Rahıym. (Yusuf/53)

………“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü her nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmetiyle bağışlaması müstesna. Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”

………Kim insanları korkutabilecek bir güce sahip olduğunu sanıyorsa o kimse her şeyden önce Allah’tan korksun ve O’nun şu ayetlerini hatırlasın;

………Ela inne evliyaAllâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun. (Yunus/62)

………“Uyan Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olacaklardır.”

………Ve HUvel Kahiru fevka ıbadiHİ, ve HUvel Hakiymül Habiyr. (En’am/18)

………“Kullarının üstünde tam Hakîm O’dur. Her şeyden haberdar olan O’dur.”

………Kahhar kelimesi galebe çalmak, üstün gelmek ve yenmek manalarına gelir. El Kahhâr ise her güce karşı üstün gelen, Ğallâb olan, gücü karşısında durulamayan demektir. El Kâhir ise emri, Kuvveti, İzzeti, Kudreti, Heymeneti, Maktı (Gazabı ve öfkesi) keydi ve Mekri (Hilesi ve tuzak kurması)galip gelen, yenen demektir. Bunun içindir ki Allah Rahmeti, merhameti, izzeti, kuvvet ve kahrı ile kullarının üzerinde olan ve onlara galebe çalandır.

………Kullarının üzerinde egemendir, Allah Mekân olarak, mülkü olarak, arşı, heymeneti, ilmi ve hikmeti gereği kullarının üzerinde egemendir. Allah Teâlâ öyle uludur ki O’nun herhangi bir şeyle kıyaslanması hiçbir zaman söz konusu değildir. Çünkü O vahdaniyeti ile ve kahrıyla bir ve tektir.

………O, Hakîm’dir, Habîr’dir. Gerekli kıldıklarını, takdir buyurduklarını bilendir. Bu bakımdan her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. Her şeyin bir temeli ve dayanağı vardır. Hikmetinin bir gereği olarak her şeyi belirli bir ölçüye göre takdir etmiştir.

………El Kahhâr; Yaratmış olduğu varlıklarından dilediklerini kahretmeye kâdir olandır. Örneğin hayatta olanları ölümle kahrederek onlara galebe çalandır. Böyle bir kahrın, bir gücün vaktini hiçbir kimsenin ertelemesi veya öne alması gibi karşı koyabilecek bir güçte olmaksızın, O bunların vakitlerini ve zamanlarını sınırlamaya kadir olandır. Bu itibarla el Kahhâr olan zat ölüm ile kullarına galebe çalan ve onları kahredendir. O halde herhangi bir kimse ya da yaratılmış olan biri ölümün önüne geçebilir mi? Onu durdurabilir mi?

………“Çünkü Allah kahredendir, galebe çalan ve üstün gelendir hiçbir şekilde ve durumda hiçbir güç tarafından kahredilemeyen üstün gelinemeyendir.   Allah tüm yaratmış olduklarını ölümle kahretmiştir, onlara üstün gelmiştir. Ahirette ise yüce Allah hepsini kahredecek olandır.

………El Kahhâr; Yarattıklarını murat ettiği şeye göre kahreden, egemenliği altına alandır. (Beyhaki) Çünkü yüce Allah kendi iradesinin tüm iradelere üstün gelmesini yazmış ve bunu murad etmiştir. Zira O, bu nedenle iradesine karşı koyacak olanlara karşı kahrı inzal etmiştir. Zira insanlar aciz olmaları hasebiyle söz konusu olan iradeye karşı duramazlar. Zira Kahhâr olan zatın iradesi onu reddetmiş, geri çevirmiştir. İşte Kahhâr ın bu iradesi hakiki ve gerçek olan iradedir.. Çünkü inatçı olanlar ilgili iradeye karşı koyacak güçte değildirler. Onların bu güçleri ellerinden alınmıştır. Allah’ın iradesinin karşısına asla dikilemezler.

………Bizler eğer Kahhâr olan Allah’ın ne murad ettiğini bilirsek kuşkusuz o zaman inatçılara ve kâfirlere karşı vaki olacak kahrın nevini, çeşidini anlamış oluruz. Bu bakımdan Kahhâr olan yüce Allah, herhangi bir inatlaşma söz konusu olmaksızın eşyanın kuvvet ve kudretle olacağını murad etmiştir. İşte bunlardan bazıları şunlardır.

………1 – Beyan ve Hidayet; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

………Yüriydullahu liyübeyyine leküm ve yehdiyeküm sünenelleziyne min kabliküm ve yetube aleyküm* vAllâhu Aliymun Hakiym. (Nisa/26)

………“Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve hayra erişinizi görerek günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hem her şeyi bilendir, hem de mutlak hüküm sahibidir.”

………İşte bu irade yeryüzünde Allah için bir şeriat olsun istemeyenlerin hepsini kahretmek için gerçekleşen iradedir. Çünkü her millet ve ümmet, Kahhâr olan Allah tarafından iki şey arasında bırakılmışlardır. Bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Bu iki şıktan birisi Kahhâr olan Allah’ın murad ettiği ikrar ve imandır. Diğeri de kendileri için mutlak kahrın galebenin helal kılınmasıdır O mutlak kahir ise can yakıcı olan kendilerinden bir eser ve iz bırakmayacak olan azaptır.

………Kahhâr olan Allah, her ümmete, her topluma, her halka ve her şehir ve kasabaya müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler göndermek suretiyle kullarına hidayet yolunu kolaylaştırıp yaklaştırmıştır. Onlardan salih amel işlemelerini, yeryüzünde huzuru sağlamalarını ve yeryüzünü imar etmelerini istemiştir.

………2 – Mü’min ile kâfirin birbirlerinden ayırt edilmelerini istemiştir.

 ………Bu irade de her şeyden münezzeh ve Kahhâr olan Allah’ın hikmetlerindendir. Onu da sadece kendisi bilir. Çünkü O, bütün insanları hidayette kılmaya kadirdir. O zaman içlerinde bir sapıtan, bir inkârcı, bir kâfir ve bir münafık ta olamazdı. Çünkü O buna Kâdirdir.

………Ancak bu da insanı bir tek şeye mahkûm eder Çünkü bu durumda onun için sadece bir tek yol vardır, o da iman etmektir. Elinde hiçbir seçeneği bulunmaksızın zorunlu olarak Allah’a itaat ile amel etmesini gündeme getirir, insanı da robot haline getirir.

………Oysaki insanın yaratılmasının ve yeryüzünde halife kılınmasının amacı bu değildir. İnsan bir amaç için yaratılmış, bu amacı da Kahhâr olan Rabbimiz kitabında ve bütün mesajlarında bize hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor;

………Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun. (Zariyat/56)

………“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

………3 – Hem Dünya da hem Ahirette kâfirleri cezalandırmak

………Kahhâr olan Allah’ın iradesi şöylece bir düşünülsün. O’nu engellemek, O’na mani olmak mutlak manada muhaldir/İmkânsızdır. Çünkü Kahr için gerçekleşen şey, övünmeleri yoluyla söz konusu olan kâfirlerde, onların kişiliklerinde gizlidir. Çünkü onlar malı canlarından daha çok severler. Bunların her ikisi de fitne unsurudurlar ki Kahhâr olan Allah bunları kâfirler için fitne sebebi kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;

………İnnema emvalüküm ve evladüküm fitnetun, vAllâhu ‘ındeHU ecrun ‘azıym. (Teğabün/15)

………“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (İmtihan) dır. Büyük mükâfat ise Allah katındadır.”

………Şimdi bunlardan herhangi biri, sevgisi ile onu hayatının bir ana unsuru haline getirmiş olduğuna göre hiç onu terk edebilir mi? Bu gerçek durumdan sonra o kimseler Kahhâr olan Allah’ın iradesinin karşısında durabilir ve onu geri çevirebilirler mi? Una güçleri yeter mi?

………Eğer buna vereceğimiz cevap “Hayır” olacaksa işte o zaman biz kahrın da ne olduğunu öğrenmiş oluruz.

………4 – Taatla Teslimiyet İradesi;

………Kahhar olan Allah emri gereği ve kendisine itaat etmeleri için kullarının kendisine teslim olmalarını, Müslüman olmalarını murad eder. Ancak Allah önce onları uyaracak peygamber gönderir. Onlar yoluyla kendilerini hakka davet eder. Onlara hatırlatmada bulunur. Daha sonra da gereğini yapar. Bu itibarla eğer kullar da itaat ederlerse bundan böyle Kahhâr olan Allah onları bu yola icbar etmiş olur. Onların durumlarını imana çevirir Bu iman sebebiyle de ahirette bunun karşılığı olan mükâfatlarını alırlar. Çünkü Kahhâr olan Allah onları şu kavliyle müjdelemektedir.

………Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn* femen amene ve asleha fela havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun. (En’am/48)

………“Biz o gönderilen peygamberleri rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Onun için kim iman edip dürüstlük yolunu tutarsa onlara korku yoktur ve mahzun da olmayacaktır.”

………Kahhâr: Kahreder, galebe çalar, üstün gelir, fakat kimse O’na karşı galebe çalmaz, üstün gelemez ve kahredilmez. Onun galene çalmasının eserlerini şöylece görebiliriz. O tuzak kuranların kurdukları tuzakları ve hileleri başlarına yıkarak onlara galebe çalar.

………Biz burada diyoruz ki bunu yapabilmek. Ancak Kahhar olan zatın şanındandır. Çünkü O, her şeyi, her hile ve tuzağı boşa çıkarır. Bunun sebebi hile ve tuzaklarda hileyi yapan ve tuzağı kuranlar tarafından işin gizlilik yanı vardır. Kahhar olan Allah bilenlerin üzerinde her şeyi bilen olduğundan, onların hile ve tuzaklarını onların boyunlarına geçirip her şeylerini boşa çıkarır, iptal eder.

………Esasen Kur’an da Rabbimizin “El Kahhâr” isminin geçtiği her ayette, el Vâhid isminin de çoğu zaman birlikte geçtiği, beraber zikredildiği görülür.

………A – Bu iki isim yani “el Vâhidü’l-Kahhâr” isimleri Kur’an da yan yana gelmişlerdir ve geldikleri her ayette de her iki isim de muarref olarak (Marife) belirli “el” takısıyla zikredilkmişlerdir. Bütün bu ayetler özellikle Allah’a şirk koşan, müşriklerin o iddialarını içeren ayetlerde yer almaktadır. Çünkü müşrikler Allah’ın ayrıca kendilerine ibadet olunmaya layık olan ortaklarının olduğunu ileri sürmektedirler.

………Amaç, sadece “el Vâhid” isminin kalmasıyla da hasıl olmuştur Çünkü bununla da bilinen manası gereği bu diğer ayetlere de uygun düşmektedir. Zira “el Vâhid” ismi Allah’ın rububiyetini bildirmesi bakımından O’nun bir tek olduğunu, eşinin, ortağının, benzerinin, dengi ve menendinin olmadığını, bunları reddettiğini sarahatle ve açıkça bildirir. Bu arada Allah’ın ibadete layık olan yegâne Rab olduğuna ilişkin gelen ayetlerde ise orada “el Vâhid” ismine bir de “el Kahhâr” ismi eklenmiştir. Böylece arzulanan mana anlaşılsın istenmiştir. (A. El-Muallimi- el Yemani)

………B – Allah’ın “el Kahhâr” ismi, gerek Kur’an da olsun ve gerekse sünnette olsun, “el Vâhid” ismiyle irtibatlıdır. Bunun sebebi yüce Allah’ın her Kahir üzerinde kahredici olmasından dolayıdır. Bir ve tek olan Allah’tan başka bu kahr sıfatını alan yoktur, bulunamaz. Çünkü her bir yaratılmışın üzerinde onu kahreden olarak Kahir-i A’lâ vardır ki o da Allah’tır. Çünkü kahrın kuvveti ve gücü Vâhidü’l-Kahhâr olan zatta son bulur. Zira kahretmek ve tevhid  birbirinden ayrılmayan iki isimdirler.

………C – “El Vâhidü’l Kahhar” burada dikkat edeceğimiz nokta; “Kahhâr” olmanın şartı kendisinden başka bir kahredicinin olmamasıdır. Sadece O’nun kendisinden başka her şey üzerinde kahreden Kahhâr olmasıdır. Bu da İlâh’ın zatı itibarıyla Vacibü’l-vücud olmasını gerektirir. Eğer bir yerde mekân tutmuş olsaydı o takdirde kahredilen olurdu, kahreden olmazdı. Kahhâr’ın mutlaka bir ve tek olması zorunludur. Çünkü varlık aleminde varlığı zorunlu iki zat var olsaydı, o takdirde kendisinden başka hiçbir şeyi kahreden olmazdı. İlâh’ın Kahhâr olması için mutlaka varlığının zorunlu olması gerekir. İşte o da bir tektir. (Razi)

………Daha önce anlattıklarımıza ilave olarak şöyle de diyebiliriz “el Vâhid” isminin “El Kahhâr” ismiyle yan yana zikredilmesi yüce rabbimizin kudretine ve azametine işaret etmektedir. Bu da bir tür dikkat çekmedir. Çünkü O Vâhid’dir. O’ndan başkaları ise birden daha çokturlar. Örneğin kâfirlerin İlâhları böyledir. İnatçıların ve inkârcıların çok çeşitli olmaları da böyledir. O halde bunlardan hangisi galebe çalacak ki? Bütün bu ilahlardan oluşan topluluk mu yoksa bir ve tek olan İlâh’mi galip gelecek, hangisi? Kuşkusuz galebe çalmak ve üstünlük bir ve tek olanındır. Çünkü O hepsini kahreden Kahhâr ismi ile yok edendir. Şanı yüce olan Allah Kahhâr’dır.

………“el-Kâhir” ile “el Kahhâr” arasında ki fark;

………Kahir demek farklı ve değişik nevileri de dahil olmak üzere tüm yaratılanlar dikkate alınmak suretiyle mutlak manada küllî Kahır/üstünlük kendisinin olan demektir. Allah Teâlâ kulları üzerinde her türlü tasarrufa sahip olandır. Çünkü şanının yüceliği yanında hükümranlıkta ki üstünlük te O’nundur. Gücü, hükümranlığı ve zulmü bakımlarından ne kadar galip ve güçlü olursa olsun hiçbir Kral O’na karşı koyamaz. O’nunla güç yarışına giremez. Zira Kahhâr olan Allah onu kahreder, ona galip gelir, ona üstün çıkar.

………Bilindiği gibi yenik düşen bir kral yine kendisi gibi bir diğer krala sığınır. Onun himayesinde egemenliğini korumaya çalışır. Dolayısıyla ondan olan korku sebebiyle onun hükümranlığından çıkıp himayesine girdiği kralın gücünden yararlanmak, ötekisine karşı çıkar ve ona karşı tavrını gösterir. Ancak tüm krallar eğer hepsinin de üzerinde onlara egemen olan, onların tasarruflarını ellerinde bulunduran Kahir ve Kâdir bir melikin var olduğunu bilirlerse o takdirde nereye kaçıp gidecekler ve kime sığınacaklardır? Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

………Kul men Bi yediHİ melekûtü külli şey’in ve HUve yuciyru ve lâ yücaru aleyHİ in küntüm ta’lemun; (Mü’minun/88)

………“Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûtu (Mülkiyet ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi hiçbir şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korumayan (Buna herhangi bir korunmaya muhtaç olmayan) kimdir? Diye sor.”

………Bu itibarla Kâhir olan zat, külli ve mutlak manada üstünlük ve yücelik kendisinin olandır.

………Kahhâr ifadesine gelince; Çokluk ve cüzlerde belirlenme bakımından olsun ya da kahredilenlerin nevi bakımından olsun kahır üstünlüğü ve yüceliği kendisinin olan demektir. Çünkü yüce Allah Hz. Nuh’un kavmini helak etti, onları kahretti, yerle bir etti. Nitekim Hz. Hud’un kavmini de kahretti, yok etti. Keza Firavunu, Hamanı ve Nemrudu da kahreyledi. Zaten zalimlerin sonlarının böyle olması da pek uzak değildir. Ey akıl sahipleri, artık bu gerçekleri düşünün ve hatırlayın. (Prof. A. Hüseyin Akil – El Esmaü’l Hüsna/211-222)

………***************************************************************

………EL KAHHÂR

………Her şeye galip ve Hakim, bütün varlıkları emir ve iradesi altında döndüren.

………Yerde, gökte ve bu ikisinin arasında ne varsa her şey O’na ram olmuş, boyun eğmiştir. Cebrail AS. Dan tutun da bir kelebeğe kadar her varlık O’nun kudret elindedir.

………O, güneşleri yerinden sökecek, yıldızları dökecek olsa, hiç kimse O’na mani olamaz. O’nun kudretinin önünde durabilecek bir arslan yoktur.

………Bu mübarek isim, Yüce Allah’ın kahhar sıfatının, her veçhile üstün ve daima galip olduğunu ihtar etmektedir. Çünkü Kahr, bir şeye ona hor, hakîr ve helak edebilecek şekilde galip olmaktır. O kadar ki, Allah sonsuz kudretiyle, güç ve nihayetsiz kuvvetiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır. Âlemler dolusu halk, gökler dolusu melek O’na ramdır.

………O bir şeyi helak edecek olsa, artık hiçbir kuvvet O’nun önünde duramaz. Kahrına yerler, gökler, güneşler, aylar dayanamaz. Zaman mekân boyunca isyanı tufanlaşan ve Peygamberlerine karşı şeytan ile aynı safta yer alan nice ümmetleri ve milletleri kahrı ile mahv ve perişan etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bunların ibretli kıssaları vardır.

………Bir misal olarak Nuh tufanı kâfi. Dağların tepesine tırmanan kâfirler bile kendilerini Allah’ın kahrından kurtaramamışlardır.

………Dünyamızda çok kere fırtınalar, zelzeleler, seller, âfetler olur. Bunlar tesadüfen olmaz. Koca koca ağaçların köklerinden söküldüğü, sarayların, köşklerin yere geçtiği, o hak tanımaz zalimlerin karıncadan daha âciz bir hale geldiği görülmüştür. Demek ki Allah Teâlâ bazı kere de Kahhâr sıfatı ile tecelli etmektedir ki, gaflette olanlar uyansın ve Rabbinin büyüklüğü karşısında aczini bilsin.

………Allah’ın kahrı karşısında lütfü da vardır. O eğer Lütfü ile muamele etmeseydi, cihanda taş taş üstünde kalmazdı. Allah, Lütfü için de, kahrı için de sebepler, vasıtalar vücuda getirmiştir. Gönül bağında iman sümbüllerinin boy vermesi gibi. Bir yere iyilik ağacı dikmek gibi. İnsaf, adalet, doğruluk, hakka vefa gibi bütün güzel huylar ve hareketler Allah Teâlâ’nın lütfuna ulaştıran vasıtalardır ki, “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecektir. (Zilzal/7)

………Bunun zıddı olarak, şirk, isyan, cehalet, zulüm, adam öldürmek, yalancılık, rüşvet, zina, kumar, içki ve bütün kötü huylar da kahrına bir davetiyedir. Kalplerdeki nuru söndürücü bu kötü ahlaktan dönülmedikçe selâmet bekle­mek beyhudedir. Yani bu günahlara ve kötülüklere tevbe edilmedikçe insana azap dokunur. Ve bu gibi çirkin huy­lar O’nun kahrına çarptıran sebeplerdir ki, dünyanın orasında, burasında zuhur eden felaketler bunun açık bir ifadesidir.

………Kul ne yapmalıdır? Kulun padişahın kapısından başka gidecek yeri yoktur. Başka kapıya gidenler hep eli boş dönerler. Başkasından isteyenler mahrum kalırlar.

Biz Allah Teâlâ’nın lütfunu ve rahmetini istemek duru­mundayız. O’nun kahrını dileyenler de bulunur. Çünkü herkesin cüz’î iradesi vardır. O’na isyan edenler, onun pençe-i kahrından kurtulamazlar.

………Kuşun ayağını vaktinde bağlamak lâzımdır. Kafesten uçan kuşun arkasından ah vah etmek faydasızdır. Ta gönülden yürekten şöyle niyaz edelim:

………“Ey her şey kendisine boyun eğen,

………Ey her şey kendisi için oluşan,

………Ey her şey kendisiyle vücutta duran,

………Ey her şey kendisine yönelen,

………Ey her şey kendisinden korkan,

………Ey her şey kendisini tesbih ve tenzih eden,

………Ey her şey kendisiyle ayakta duran,

………Ey her şey kendisine huşu duyan,

………Ey her şey kendisine varan,

………Ey her şeyin fânî olup da kendisi bakî olan (Allah’ım!) Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senden başka (ibadete lâyık) İlâh yoktur. Sen emansın; bizi cehennem ateşinden halâs et.”  (Cevşenü’l Kebir) (M. Necati Bursalı/Esmaü’l Hüsna şerhi-118-120)

………*************************************************************************

………EL KAHHÂR

………Mutlak bir şekilde hakim olandır O, O karşı konulamaz kudretiyle bütün mahlûkatını içerden ve dışardan kuşatmıştır. Hiçbir şey O’ndan kaçamaz Âlemler ve felekler O’nun önünde başlarını eğerler. Nice kâinatı, insanları ve milletleri ceza olarak yok etti.

………Allah El Kahhâr sıfatını el Lâtif ile karşılar. İkisi birbirinin içindedirler. O ayrıca cezalandırmak için var olan yıkıcı kudretini İlahî nezaket ve muhabbetli lûtfediciliğinden (el Lâtif) ayırmak için sebepler ve vasıtalar yaratmıştır. Üzerlerine el Lâtif nurunun vurduğu iman, samimiyet, adalet, merhamet, cömertlik ve hikmetin ve diğer güzel ahlakların vesilelerini yaratmıştır. Diğer yandan O kahhariyetin yansıdığı isyan, inkâr, kibir, cehalet, zulüm ve riyanın da sebeplerini yaratmıştır.

………Aşağılara yuvarlayıcı veya yukarılara yükseltici bu sebeplerin ve birisi tamamen nur, diğeri tamamen zulmet dolu olan bu aynaların yansımalarını içinde ve dışında bulup görmeye azmet. El Kahhar olan Allah’tan el Lâtif olan Allah’a sığınırız.

………Abdulkahhar o kuldur ki zulmün kökünü kazımak için kendisine kuvvet ihsan olunmuştur. İnsanların muzdarip olduğu en büyük zalim, nefstir ve Abdülkahhar, o zalimi kendine köle edebilen kuldur. Bu hale gelmiş kulu ne kimse etkileyebilir ne de onun hakkından gelebilir. Bu kul doğru olanı yapmak adına -kendi miktarınca- “O’nun her şeye gücü yeter.” Sırrına ermiştir.

………Kendini nefsinin hâkimiyetinden ve boğucu dünyevi hırslardan kurtarmak adına kalbinde samimi bir istek olan bir kimse yapabildiği kadar sık yâ Kahhâr çekerse Allah’ın izni ile nefsini ve benliğini kontrol altına alabilir. (T. Bekir Bayraktaroğlu- Esmaü’l hüsna/65-67)

………********************************************

………EK KAHHÂR İsm-i Şerifi

………“El-Kahhar” İsm-i Celili “Her şeye, her istediğini yapacak surette, galip ve hakim olan” demektir. Daha özel ve dar manada ise “Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan” manalarına gelmektedir.

………Bizler bu ism-i celilin tecellilerinden birini yani isyankâr kavimleri helak etmesini mananın tamamı zannetsek de hakikati daha kapsamlıdır. O hakikat da kahredici olmasından önce yegâne kahreden oluşudur. Nitekim Kuran-ı Kerim’de;

 ………… kulillâhu haliku külli şey’in ve HUvel Vâhid’ül Kahhâr; (Ra’d/16)

………“… De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır ”   Buyrulmaktadır.

………Şu halde Kahhar İsmi gereği Allah mutlak ve yegâne İlah’tır.  Sonra da bu İsm-i Celili manasıyla Allah kendini tavsif etmektedir:

………Ve ma teşâûne illâ en yeşâAllâh* innAllâhe kâne Aliymen Hakiyma. (İnsan/30).

………“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”

………Anlıyoruz ki, bütün varlıkta yegâne irade sahibi olan Kahhar-ı Zül Celal’dir. Yegâne irade sahibi olunca, mutlak hüküm ve hikmet de O’na aittir. Bu durumda, varlıklar âlemini tefekkür ederken kahra uğramış eski kavimlerin kalıntıları gibi güz mevsiminde yaprakların dökülmesi de Kahhar ismini hatırlatmaktadır.

………Uzayda sayısız ecram-ı kebirenin yıldızların dönüşü gibi okyanusların üstleri ve derinliklerindeki dalgalar da Kahhar İsm-i Celili hatırlatmaktadır. Bu öyle bir hatırlatıştır ki, adeta “Sübhansın ya Rabbi” tespihimiz korkumuzu yenmeye ve O’nun rahmetine ilticaya müteveccihtir.

………Bu hakikat silsilesinin sonunda insan üzerindeki Kahhar İsminin tasarrufunu zikretmektedir:

………Ve HUvel Kahiru fevka ıbadiHİ, ve HUvel Hakiymül Habiyr; (Enam/18 ).

………“O, kulları üzerinde kahredici olandır. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır”

………Bu tasarrufun hususi olarak zikredildiğine inanıyorum. Allah Kahhar İsminin Tecellileri ile bütün varlıkta ve de hususiyle insanda daima Faildir, Nazımdır, Hakim’dir, Habir’dir. Bütün mülk üzerinde görülen tasarruflar ve tedbirler ve tedvirler O’na aittir, O’nun isimlerinin cilveleridir. Kahhar İsm-i Celili Allah’ın azamet ve Kibriya’sını en haşmetli şekilde tezahür ettirmektedir.

………Bazen yeryüzünde tıpkı ilk Hazreti Âdem’in (as) yaratılışında olduğu gibi kibir ve isyan dalgaları yükseliyorsa da bunun hikmetleri yanında Kahhar İsm-i Celilinin tecelli ve tezahür zamanları olduğunu da idrak etmekteyiz.

………Vakıa iman nimeti kendi içinde bir mükâfat ve lezzet barındırdığı gibi iman nimetinden mahrumiyet de kendi içinde manevi kalbi ve ruhi sıkıntıyı içermektedir ki, bazıları buna da Kahhar İsminin tecellilerinden bir cüz demişlerdir. Zaten bizim bu dünyada Esmanın tecellilerinde gördüğümüz hakikatin cüzlerinden birkaç cüz, asılların gölgelerinden birer gölge ve mutlak hakikatin izdüşümü nispi hakikatlerdir. Asıl bütün hakikatleriyle esmanın tecellisi gibi Kahhar isminin asıl tecellisi de Ahiret günü olacaktır.

………O büyük gün öncesi de Kuran-ı Kerim’de münasip bir ihtişamla anlatılmaktadır:

………Ve nüfiha fiys Suri fesa’ıka men fiys Semavati ve men fiyl Ardı illâ men şaAllâh* sümme nüfiha fiyhi uhra feizâ hüm kıyamun yenzurun. (Zümer/ 68).

………“Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır”

………Müfessirler bazı hadislere dayanarak Surun üç kere üfürüleceğini ifade etmişlerdir.

………Bunlardan birincisi, “Nefha-i feza'”dır ki  dayanamama, korku üfürmesi manasındadır. İkincisi ise “Nefha-i saık”tır ki, yok olma üfürmesidir. Üçüncüsüne gelince o da “Nefha-i kıyam”, yani kalkma üfürmesidir ki, ilk Nefhada korkudan ödleri patlayan, ikincisinde ise yok olan ins ve cin üçüncü nefhada ayağa kalkacaklardır. Kuran bunu ne kadar da yakın ifadelerle anlatır:

………Ve nüfiha fiysSuri feizâhüm minel’ecdasi ilâ Rabbihim yensilun. (Yasin/51).

………“Bir de ne göresin! Onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rabb’lerine giderler”

………Ve buna memur olan melek İsrafil’dir.

………Bu ayette okunduğu gibi birinci üfürme olan “Nefha-i feza’da” göklerde ve yerde yüce Allah’ın dilediklerinden başkası, dehşetten çarpılıp yıkılacaktır.

………Yine bu ayetler gereğince üçüncüsü olan nefha-i kıyamda kabirlerinden kalkıp mahşere koşuşacaklardır. Kahhar İsminin tecelli ve tezahürüne bakalım ki, ne kadar da yüksek bir ihtişam ve haşmetli bir saltanatla ifade edilmektedir. Ayrıca sadece hem korku hem yok olma hem de yeniden ayağa kalkma aynı derecede kahhar İsminin manasını vermektedirler.

………Cemal gibi Celalinin tecellileri de Allah’ın esmasının ve tasarruflarının idrakini tek boyutlu olmaktan çıkartmaktadır. Bir ihtişam sedefine bürünmüş Celal içre Cemal ve Cemal içre Celal tecellileri gül yaprakları gibidirler. Her biri diğerinin üzerini sarmaktadır. Bir başka açıdan ise dehşeti ifade için en zayıf tayflar ile korkutacak tecelliler birbiriyle ilişkili biçimde zikredilmektedir:

………Feizâ nufiha fiysSuri nefhatun vahıdetun. – Ve humiletil’Ardu velcibalu fedükketa dekketen vahıdeten. – Feyevmeizin veka’atilvakı’atü. (Hakka/13-14-15)

………“Boruya bir kez üfürüldüğü zaman,  / o yer ve dağlar yükletilip arkasından bir çarpılış çarpıldıklarında, / işte o zaman o kıyamet kopmuş olacaktır”

………Kahhar İsminin her nüktesini tam anlayamasak da helâk olan kavimler ve helâk olan bireylerle ilgili ayetler bu hakikati şeksiz ve şüphesiz inşa etmektedirler. “Nuh Kavmi, Ad Kavmi, İrem, Semud Kavmi, Hicr Ashabı, İbrahim ve Ress Kavimleri, Lut Kavmi (Sodom ve Gomore), Mü’tekife, Medyen Ashabı, Eyke halkı, Firavun, Âl-i Firavun, Haman, Karun, Sebt Ashabı, Tübba Halkı, Karye Ashabı, Fil Ashabı, Sebe halkı ve Ebu Lehep” gibi prototipler ve onları helak eden hadiseler Kahhar-ı Zül Celali asırlar ötesinden bugüne tespih ve zikreden muhteşem ayetler ve kelimelerdir. Bazen de Kahhar mührünün tam okunamadığı büyük hadiseler vardır ki, bazı kavimler bunlar sonucu helak olup gitmişlerdir.

………Kahhar İsmi hususi manasıyla inkârcı ve isyankâr kavimlere ve bireylere ziyade tecelli etmekte ise de bazı doğru yoldan sapmış Müslüman topluluklara da şamildir. Şunu anlamalıyız ki, Cemali isimlerin affı, merhameti, güzelliği, esenliği, ikramları, vb. tecellilerine mazhar olmayı umuyorsak Celali İsimlerin kahrından, kudretinden, gazabından, vs. korkmamız icap eder. Esmanın tecellileri umumidir, herkese şamildir, burada masun olan akide ve salih amellerdir kuşkusuz.

………Kahhar İsminin tecellilerinden olan inkârcı ve isyancı kavimlerin helak edilmesi kapsamında Kuran-ı Kerim’de 68 yerde yer alan  “Heleke” fiilinin “İf’al babı” kullanılmıştır. Adeta inkârcı ve isyankâr kavimlerle “Helak” kelimesi özdeşleşmiştir.

………Helak edilen kavimler farklı bela ve musibetlerle helak edilmişlerdir. Mesela Ad Kavmi şiddetli bir rüzgârla mahvolmuştur. 8 gün süren bir rüzgâr, Kuran’ın ifadeleriyle Ad kavmini hurma kütükleri gibi bulundukları yerden söküp atmıştır. Semud kavmi ise bir sabah vakti korkunç bir sesle gelen felâketle cezalandırılmışlardır.

………Yasin-i Şerifte anlatılan inkârcı “Karye Ashabını” ise kuvvetli bir ses, bir haykırma yakalamış ve bu sesle yok olup gitmişlerdir. Ölçüleri bozan Eykeliler ve Medyenliler ise şiddetli deprem ve korkunç bir gürültü ile helâk edilmişlerdir. Sebe halkı ise “Arim seddinin” yıkılması sonucu sel baskınlarıyla helak olmuşlardır. Sebt Ashabı ise maymuna ve domuza çevrilerek cezalandırılmışlardır. Semud kavminin helâk ediliş biçimiyle ilgili olarak ise Kuran’da, Hz. Salih ve ona tâbi olan küçük bir grup hariç onların şiddetli sarsıntı (Recfe), korkunç bir ses, gök gürlemesi (Sayha) ve yıldırımla (Sâika) cezalandırıldıkları ve 3 günün sonunda helâk oldukları belirtilmektedir.

………Allah bazen tam kudretini ihtişamla gösterme nev’inden saika ve tarrakalarla isyancı kavimleri yok ettiği gibi bazen de kudretinin nüfuzunu gösterme kabilinden ses dalgaları ve veya bir nefha ile de helak etmektedir. Sodom ve Gomore ile onlara tabi şehirlerin, Yaratılış Kitabı’nda “İşledikleri günahlardan ötürü gökyüzünden yağan ateşle yok edildiği” ifade edilmektedir. Firavun ve ordusu ise Kızıldeniz’in sularında boğularak helak edilmiştir. Bu da bölgede çokça bulunan gaz ve petrolün depremler veya başka hadiseler neticesi yanması olarak tevil edilmiştir.

………Ebrehe ve ordusu “Ebabil kuşlarının attığı “Siccin” ile helak edilmiştir. Gerek Mağrip Seddi’nin yıkılması gerekse Ebrehe’nin ordusunun helaki Arapların yakın olarak bildikleri hatta büyüklerinin yaşadıkları olaylar cümlesindendir. Keza İslam tarihinde yaşanan bazı hadiselerde de Kahhar İsminin tecellilerini andıran emareler görülmektedir. Mesela Hendek Savaşında “Müşrikler tarafında oluşan kargaşa, rüzgâr ve fırtına” müşriklerin helakine neden olmasa da mağlubiyetlerine yol açmıştır. Ebu Lehep’in ölümü ve öldükten sonraki hali de aynı tecellileri hatırlatmaktadır.

………Allah’ın kudretinde olan çok şiddetli musibetlerin yanında “Bir sayha” ile veya “Bir nefha” ile inkârcı kavimlerin yok edilmesi, yine “Surun” üflenmesiyle bütün ins ve cinnin ölmesi ve dirilmesi hadisesi İlahi Kudretin cüzünün cüzü ve gölgelerinin bile ne derece helak edici olduğunu göstermektedir.

………Allah düşmanları ve zalimleri ve inkârcıları Kahhar İsm-i Celiline havale ederek, Kahhar isminin tecellilerine maruz kalmaktan ve maruz kalacak hayat yaşamaktan Allah’a (cc) sığınalım. Kahhar İsmini tespih edelim…

………Bizleri Kahhar İsminin tecelli ve tezahürlerinden koru ya Kahhar-ı Zül Celal (cc). Âmin. (MEHMET ALİ BAL)

………Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

 ………Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 

 


ESMA DERSLERİ – 23 – EL KAHHÂR (B)

$
0
0

………Euzübillahimineşşeytanirracim,

………Bismillahirrahmanirrahim

………Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

………De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

………“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

………Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 ………“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

………Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

………*****************************************************************

………EL KAHHÂR

………Bismillahirrahmanirrahim

………El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmaiyn. Emma ba’d

………Bugün Allah izin verirse el Kahhâr ismini anlatacağız. El Kahhâr ismi Kur’an ı kerim de iki farklı format ile Allah hakkında kullanılmış. Biri el Kâhir; Kahreden Allah anlamında kullanılmış. İkincisi ise el Kahhâr olarak kullanılmış; Çokça kahreden, çokça Kahhâr olan Allah anlamında mübalağalı ismi fail olarak kullanılmış. Bu isim toplam iki haliyle beraber Kur’an da 8 defa geçiyor. 2 defa el Kâhir olarak, 6 defa da Allah için el Kahhâr olarak geçiyor.

………Peki, anlamı ne demek bu ismin? Bir şeyi kahretmek demek onu ezip geçmek demek, ona galebe çalmak, ona üstün olmak, onun direncini kırmak demektir. Yani falan filancayı kahretti dediğimizde onu ezdi geçti, geriye hiçbir şey bırakmadı, ona galip geldi, karşısındaki direnemedi anlamlarına geliyor.

………Peki, el Kahhâr olan Allah dediğimizde neyi kastediyoruz? Kullarının hepsini kudreti ve iradesi ile ezip geçen Allah diyoruz. Hiç kimsenin O’nun irade ve istekleri karşısında direnemediği Allah demiş oluyoruz. Her şeye ve herkese galebe çalan, hiçbir şey ona galip gelme ihtimali bulunmayan Allah demiş oluyoruz. Bu el Kahhâr olan Allah’tır.

………Kahhâr isminde en belirgin olarak 2 mana vardır.

………1 – Galip gelmek, üstün gelmek, yenmek,

………2 – Bunun yukarıdan aşağıya doğru olması yani Kahhâr isminde bir üstünlük sıfatı vardır. Allah üstündür, yücedir. Hem zatıyla, hem sıfatlarıyla, hem de kullarının üzerinde galip olan, onları iradesi ile ezen, onlara boyun eğdirip onları zelil hale getiren Allah demektir.

………Dedik ki bu isim Kur’an ı Kerimde 8 defa geçiyor, bu ismin insanların hayatında ki tecellileri; Müslüman bu ismi bildiği zaman nasıl bir faydası olacak?

………Birincisi, Kahhâr ismi kullara Allah’ın birliğini yani tevhidi hatırlatır. Niçin? Çünkü Kur’an da 6 farklı yerde Kahhâr ismi geçtiğinde hep el Vâhid ismi ile beraber geçmiştir. Hiçbir yerde tek başına gelmemiştir.

………HUvel Vâhid’ül Kahhâr. (Ra’d/16)

………O Allah; tek, bir ve Kahhâr olan Allah’tır. Demiştir.

………Niçin peki? Yani Allah 6 yerde Kahhâr ismini kullanıyor, 6 sın da da el Vâhid ismi ile Allah’ın birliğine delalet eden bir isimle birlikte kullanıyor? Allah u Alem bunun hikmeti şu olsa gerek. Çünkü insan kendi aklı, kendi ölçüleriyle büyük bir yöneticiyi düşündüğünde yöneticinin yönetim alanı ne kadar genişlerse onun o kadar fazla yardımcıya, ortağa ihtiyacı vardır. Yani mesela şu binayı idare eden bir adam, yan tarafta ikinci bir bina daha olsa, ikinci binayı idare etmek için ona yardım edecek, işlerini kolaylaştıracak bir yardımcıya ihtiyacı vardır. 3, 4, 5 ci vs. bir yer daha olsa, bunu şehir olarak, ülke olarak düşünün, hakimiyet alanı genişledikçe kişinin işlerini idare etmesi için ona yardım edecek yardımcılara, muavinlere, ortaklara ihtiyacı olacaktır. İnsan zihni böyle çalışır.

………Şimdi Allah bütün mülkün sahibidir ve her şey O’nun dilemesine tabidir dendiği anda insanın aklına gelmesi muhtemel şey, herhalde Allah bu kadar şeyi tek başına hakimiyet kurması mümkün değildir, neye ihtiyacı olması lazım? Zaten şirkin temel mantığı da budur. Yani Allah’ın işlerini idare etmesi için yardımcılara, dostlara, şefaatçilere ihtiyacı vardır. (Haşa)

………Allah bu zihniyeti komple yerle bir etmek için ne demiştir? HUvel Vâhid’ül Kahhâr O hem mutlak otoritenin sahibi olan her şeyi kahrı altında ezen Allah’tır, hem de tektir. Ne bir yardımcıya, ne bir ortağa, ne de O’na şefaat edecek, vasıta olacak hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur.

………Allah en doğrusunu bilmekle beraber İkinci bir sebep ise şu olabilir; Kendi günlük hayattaki konuşmalarımızdan düşünün, neyi ifade etmek için birinin tek olduğunu söyleriz? Birinin yalnız olduğunu, kimsesiz olduğunu, güçsüz olduğunu, sahipsiz olduğunu anlatmak istiyorsak eğer yalnız tek başına deriz. Allah Kur’an da süreki ben Vâhid’im ben tekim dediğinde insanın zihninde şöyle bir mana oluşabilir (Haşa). Allah yalnız, Allah kimsesiz, Allah güçsüz manaları oluşabilir. Bu tip olumsuz manaları ortadan kaldırmak için Allah ne demiştir? HUvel Vâhid’ül Kahhâr Allah tektir ama tekliği asla bir acziyet sebebi değildir, yalnızlık sebebi değildir. Tekliği ile beraber kuvvet ve kudret sahibidir ve her şey O’nun kudretine boyun eğmek, zelil olma durumundadır. Bundan ötürü peygamberler kavimlerine tevhidi anlattıklarında, onun delillerini sunduklarında Allah’ın bu ismini kullanmışlardır.

………Mesela bir örnek verelim buna; Yusuf AS. Allah’ın bize anlattığı kadarıyla kendi kavmine tevhidi anlatırken delil olarak ne sunmuştu onlara? Akli bir delil sunmuştur.

………Ya sahıbeyissicni e erbabün müteferrikune hayrun emillâhul Vâhıd’ül Kahhâr. (Yusuf/39)

………“Ey zindan arkadaşlarım tek bir tane ve Kahhâr olan Allah mı daha hayırlıdır, yoksa birbirinden farklı, her birinin isteği amacı, doğru veya yanlış bulduğu, birbirine muhalefet eden rabler mi daha hayırlıdır.” Demiştir.

………Yusuf AS. Yani onlara bir mucize göstermek yerine onların akıllarına hitab etmiştir. Sıradan bir alanda bile birbirinden farklı düşünceleri olan birden fazla yönetici olduğu zaman orada bir kaos olur, keşmekeş olur. Çünkü her birinin insanlardan isteği farklı olacağı için ve bu farklılık ta insanlar arasında nizaya sebep olacağı için orada bir düzenin, huzurun oluşması mümkün değildir. Yusuf AS. Da onlara bunu hatırlatıyor. Nasıl ki şu zindan hücresinde bile ancak bir baş olduğunda huzur ve dinginlik oluyor, şu koca evrende bir tane Allah’ın dediği olsa mı daha iyi, yoksa birbirinden farklı bu kadar rabbin, ilâh edinilmiş bu kadar fazla varlığın isteklerini yerine getirsek mi daha güzel olur.

………Allah’ta böyle söylüyor, Tevhid’in Kur’an ı kerimde ki akli delillerinden bir tanesi de budur. Allah Teâlâ müşriklere diyor ki mü’minun suresinde;

………MettehazÂllahu min veledin ve ma kâne meahu min ilâhin izen lezehebe küllü ilâhin Bima haleka ve lealâ ba’duhüm alâ ba’d* subhanAllâhi amma yesıfun. (Mü’minun/91)

………Allah ne kendisine bir çocuk edinmiştir, ne de Allah ile beraber Allah’ın yanında başka bir ilâh vardır. izen lezehebe küllü ilâhin Bima haleka ve lealâ ba’duhüm alâ ba’d şayet böyle olsaydı, yani iki tane Allah, iki tane İlâh, iki rab olsaydı her bir ilâh kendi yarattıklarına hükmetmek isteyecek ve her biri kendi yarattıkları ile diğer ilahın yarattıklarına üstün gelmek isteyecekti. Yani şurada iki ordu olduğunu düşünün her komutan kendi ordusuna söz geçirmeye çalışır ve her komutan biraz sözünü geçirdiği zaman diğer orduyu da kendi hâkimiyeti altına almak isteyecek, bu da orada bir kaosun olmasına sebebiyet verecekti. (işte birden fazla İlâh, rab olduğunda da evrende kaos oluşacak) biri yağmur yağsın diyecekti, diğeri kar yağsın diyecek, biri kış olsun diğeri yaz olsun diyecek. Biri şu tarlada elma çıksın diyecek diğeri bu tarlada buğday çıksın diyecek. Sürekli birbirlerine karşı üstünlük taslamaya çalışacaklar.

………Allah diyor ki;

………[Elleziy haleka seb’a Semavatin tıbaka* ma tera fiy halkırRahmâni min tefavut* ferci’ılbasare hel tera min futûr. (Mülk/3)]

 ………Şu kâinata bir bakın hiç böyle bir kaos, hiç böyle bir karışıklık gördünüz mü bugüne kadar? Görmediniz. Niye? Çünkü bir tek olan Allah; Kahhardır ve bir olan Allah’ın iradesine boyun eğdiğinden dolayı bir karışıklık, bir kaos söz konusu değildir.

………Ra’d suresinde bu sefer Allah resulünün dilinden aynı delili müşriklere sunmasını istiyor, diyor ki Allah resulüne;

………Kul men Rabbüs Semavati vel Ard* kulillâh* kul efettehaztüm min dûniHİ evliyâe lâ yemlikûne lienfüsihim nef’an ve lâ darra* kul hel yestevil a’ma vel basıyru, em hel testeviz zulümatü vennûr* em ce’alu Lillâhi şürekâe haleku kehalkıhı feteşabehel halku aleyhim* kulillâhu haliku külli şey’in ve HUvel Vâhid’ül Kahhâr. (Ra’d/16)

………Kul men Rabbüs Semavati vel Ard de ki yerin ve göğün rabbi kimdir? Cevap yok ayette ama biz biliyoruz ki müşrikler bu ayeti duyduğunda cevapları bellidir Allah’tır diyecekler. Allah CC. Cevabı zikretmeden diyor ki; kul efettehaztüm min dûniHİ evliyâe lâ yemlikûne lienfüsihim nef’an ve lâ darra de ki siz Allah dışında bazı dostlar edindiniz ve bu dostlar kendi nefisleri için ne bir fayda ellerinde bulunduruyorlar, ne de bir zarar ellerinde bulunduruyorlar. Öyledir, yeryüzünde Allah’tan başka bir varlığı dost edinmiş bedbaht varsa, dostluğu bu dünyada da ahirette de yüz karası olarak ona geri dönecektir. Çünkü hiçbir varlık Allah dışında elinde ne bir fayda bulundurabilir ne de bir zarar bulundurabilir. Herkes Kahhâr olan Allah’ın iradesine boyun eğmek zorundadır. Madem bütün fayda ve zarar O’nun elindedir, niçin insan Allah’tan başkasını dost edinir, niçin Allah’tan başkasına gönül verir, Niçin Allah’tan başkasının peşinden gider müşriklere bunu hatırlatıyor Allah. Devam ediyor;

………kul hel yestevil a’ma vel basıyr hiç görenle görmeyen bir olur mu diyor. Sizin şu görmeyen putlarınızla, her şeyi gören ve her şeyin üzerinde Basıyr olan Allah hiç bu ikisi bir olur mu? em hel testeviz zulümatü vennûr Hiç karanlıklarla aydınlıklar bir olur mu? em ce’alu Lillâhi şürekâe haleku kehalkıhı feteşabehel halku aleyhim yoksa Allah’a atadıkları ortaklar Allah gibi yaratıyorlar da yaratmalar birbirine benzediği için mi kimin Allah olduğunu karıştırıyorlar diyor Allah CC.

………Yani sen neden lât putuna tapıyorsun? Sen neden bir parlamentoya tapıyorsun, sen neden bir kabre tapıyorsun. O türbede ki, kabirdeki veya sana kanun yapan o yöneticiler Allah’ın yarattığına benzer bir şey yarattı da kafan mı karıştı senin. Yani onlar yarattı da baktın ha. Bu çok güzel, Allah’ın yarattığı da çok güzel, acaba bu ikisinden hangisi bizim Allah’ımız, böyle bir şey mi var diyor Allah.

………kulillâhu haliku külli şey’in ve HUvel Vâhid’ül Kahhâr. Her şeyi yaratan Allah’tır ve Allah tek ve Kahhâr olan Allah’tır.

………Bu tevhidin delilidir. Yani Allah’ın Kahhâr olması, bir irade sahibi olması, ve herkesin O’nun iradesine boyun eğmiş olması Allah’ın tekliğinin ve tevhidinin delilidir. Şayet kâinatta başka irade sahipleri olsaydı ve onların iradeleri de kâinatta geçerli olmuş olsaydı, yani Allah’ın dışında Kahhâr’lar olsaydı mutlaka bu İlâhların savaşına, kavgasına sebebiyet verecekti. Böyle olunca da Kâinatta bu düzenin olması da mümkün olmayacaktı. Demek ki el Kahhâr ismi bize evvelen tevhidi anlatıyor. Allah birdir, Kahhâr dır, otorite sahibidir.

………İkincisi; Allah’ın el Kahhar isminin ikinci tecellisi ölümdür. Allah’ın bütün yarattıklarına şöyle bir bakın, ister zengin olsun, ister fakir olsun. İster güçlü olsun ister zayıf olsun. İster büyük olsun ister küçük olsun ölüm geldiği zaman herkes zelil bir şekilde Allah’a boyun eğip ruhunu Allah’a teslim etmek zorundadır.

………Siz hiç şöyle bir şey duydunuz mu? Birine ölüm gelmiş, oda demiş ki ya Rabbi ben şimdi ölmek istemiyorum, birkaç işim daha kaldı onları da tamamlayayım, yarın ya da öbür gün öleyim..! Böyle bir şeyin olması mümkün müdür? Mümkün değildir. Çünkü Allah el Kahhâr dır ve birine ölümü takdir ettiği zaman onu zelil bir şekilde emre boyun eğmesi gerekmektedir.

………En’am suresinde Allah el Kâhir ismini anlatırken diyor ki;

………Ve HUvel Kahiru fevka ıbadihHİ, ve yursilu aleyküm hafezaten, hatta izâ cae ehadekümül mevtü teveffethu Rusulüna ve hüm lâ yüferritun. (En’am/61)

 ………O Allah kullarının üzerinde el Kâhir olan Allah’tır. ve yursilu aleyküm hafezaten sizin üzerinize koruyucu meleklerini gönderir hatta izâ cae ehadekümül mevtü teveffethu Rusulüna ve hüm lâ yüferritun sizden birine ölüm geldiği zaman bizim meleklerimiz onların canını alır ve onlar asla işlerini yarım bırakmaz, gevşeklik göstermezler.

………Sümme ruddu ilAllâhi mevlahümül Hakk* ela leHUl hukmü ve HUve esre’ul hasibiyn. (En’am/62)

………Sonra herkes hak ve gerçek dostları olan Allah’a döndürüleceklerdir dikkat edin hüküm Allah’a aittir ve O hesap görenlerin en seri ve en hızlı bir şekilde hesap görenidir diyor Allah CC. Kahhâr olan Allah, el Kâhir olan Allah bütün kullarını öldürerek kendisine boyun eğdirmiştir.

………Allah insanı; Kahhâr sıfatının bir tecellisi olan ölüm ile terbiye etmeye çalışır. Çünkü insanın bir fıtratı vardır ki hesap vaktinin yaklaştığına inandıkça amellerinde ciddiyete bürünür, daha dikkatli olur. Hesabın uzak olduğunu hissettikçe de insan daha gevşek, daha rahat davranır. Yani bir iş yerinde çalışan insanları düşünün, eğer patronun geleceğini biliyorlarsa ve yakınsa, herkes kendisine çeki düzen vermeye başlar. Niye? Çünkü patron hesap sorma durumundadır. Veya bir öğrenci sene sonuna daha çok varsa, sene sonuna kadar gezer, tozar, yer içer, sene sonu geldiğinde sınav, yani hesap yaklaştığını bildiği anda finallere son hafta kala üniversite öğrencileri arasında meşhurdur, kendilerini kapatırlar vizelere, 20 saat, 18 saat uyumazlar, ders çalışırlar. Niçin? Çünkü Hesap vaktinin yaklaştığını bildikleri için.

………İşte insanoğlu da iki kısımdır bir kısmı hesap vaktini sürekli kendisine hatırlatan, bir gün Allah’ın huzurunda duracağını, hesap vereceğini kendi kendine hatırlatan insanlar. Bunlar bahtiyar insanlardır, kendilerine çeki düzen verirler. Bir de şeytanın kendileriyle oynadığı Allah’ı da, ahireti de, ölümü de, hesabı da unutan ve sanki bunlar hiç olmayacakmış gibi davrananlar vardır. Yani dilde inanıyor ama hakikatte bunlar hiç olmayacakmış gibi hayatlarına devam eden insanlar vardır. Allah Resulü bunun için ölümle alakalı en küçük bir olay yaşansa o fırsatı kaçırmıyor. Hem kendisine hem de orada bulunan ashabına mutlaka ondan bir öğüt almalarını sağlıyor.  Yani mesela düşünün Allah resulü Annesinin kabrine gittiği zaman orada oturduğunda sahabenin dediğine göre hem ağladı hem de etrafında oturan insanları ağlattı. Niçin? Çünkü orada ölümü gördü. Ölüm var, hesap var, hidayetin kendisine gelmemiş olduğu ve bu şekilde canını vermiş olan insanlar var, bir de hidayete ermiş ama bunun kıymetini bilmeyen insanlar var. Allah resulü üzüldü, ağladı, insanları da ağlattı ve putperest bir topluma kabir ziyaretlerini onlara putperestliği hatırlatmasın diye yasaklamasına rağmen ömrünün sonlarına doğru insanlar kabirlere gidip ölümü hatırlasınlar, unutmasınlar diye kabir ziyaretlerini onlara emretti.

………Ben sizi kabir ziyaretlerinden men ediyordum, şimdi kabirleri ziyaret edebilirsiniz, çünkü o size ölümü hatırlatır. Bir rivayette de dedi ki; O size ahireti hatırlatır.

………Allah’ta öyle söylüyor Kur’an ı Kerimde;

………Küllü nefsin zâikatül mevt…. (Ankebut/57)

………Her nefis ölümü tadacaktır diyor Allah, bunun hiçbir istisnası yok. Yani yeryüzünde Allah’a en sevimli olan varlık kimdir? Allah Resulü dür. O da ölmedi mi? Allah Teâlâ resulüne dedi ki;

………İnneke meyyitün ve innehüm meyyitun. (Zümer/30)

………Sen de öleceksin ey Muhammed, onlar da ölecekler dedi.

………Başka bir ayette Allah dedi ki;

………Ve ma ce’alna li beşerin min kablikel huld* efein mitte fehümül halidun. (Enbiya/34)

………Biz senden önce hiçbir insana ebedi yaşama hakkı tanımamışızdır ey Muhammed efein mitte fehümül halidun sen ölüyor olmana rağmen onlar ebedi kalacaklarını mı düşünüyorlar. Yani eğer insan birine daha fazla ömür verecek olsa sevdiklerine verir. Sen ki bana en sevimli olan insansın, sen bile ölüyorsun ey Muhammed, öleceksin ve ruhunu Allah’a teslim edeceksin. Kahhâr olan Allah’ın melekleri geldiğinde ben gelmiyorum diyemeyeceksin. Senin dışında kalanlar acaba yeryüzünde ebedi kalacaklarını, yaşayacaklarını mı düşünüyorlar.  Biraz önce okuduğumuz En’am ayetinde de Allah bize bunu hatırlatıyor;

………Ve HUvel Kahiru fevka ıbadihHİ,  kullarının üzerinde Kâhir olan Allah’tır ve yursilu aleyküm hafezaten, sizin üzerinize koruyucu meleklerini gönderir. Seni sürekli belalardan koruyan iki üç tane melek var, seni muhafaza ediyorlar. Ne zamana kadar? Ölüm meleği yardımcıları ile beraber geldiğinde seni o güne kadar kazadan, beladan, ölmekten koruyan meleklerin işi son buluyor artık, onlar kenara çekliyorlar. hatta izâ cae ehadekümül mevtü teveffethu Rusulüna ve hüm lâ yüferritun sizden birine ölüm geldiğinde bizim meleklerimiz onu öldürür ve asla işlerinde gevşeklik veya kusur söz konusu olamaz.

………Sonra? Sümme ruddu ilAllâhi mevlahümül Hakk sonra hak olan dostlarına, mevlâ olan Allah’a döndürüleceklerdir. ela leHUl hukmü ve HUve esre’ul hasibiyn dikkat edin hüküm ona aittir ve O hesap görenlerin en çabuk olanıdır diyor Allah CC.

………Ölüm ile alakalı hakikat bu, yani Allah herkesi ölümle kahretmiş, ezip geçmiştir. Ama insanoğlu genel itibarıyla ölümü unutuyor, bunun için de gaflete düşüyor, bu nedenle de Allah’a isyan ediyor, Allah’ın nimetlerine şükretmiyor, sanki ahiret yokmuş gibi yaşıyor.

………İ. Ahmed’in rivayet etmiş olduğu uzun bir hadiste Allah Resulü bir kabir ziyaretinde ashabına ölümü anlatıyor onu birlikte okuyacağım o uzun hadisi. Bera İbn. Azib’in anlattığına göre bir kabir ziyareti yaptığında Allah resulü oturdu sonra eline bir çubuk parçası aldı, onunla toprakla oynamaya başladı yani karıştırıyor. Onun etrafında oturan bizler de sanki kafalarımızın üzerinde kuş varmış gibi öyle başımızı eğmiş bekliyorduk. Allah resulü kafasını kaldırıp dedi ki Kabir azabından Allah’a sığının, kabir azabından Allah’a sığının dedi ve sonra şimdi okuyacağım bu hadisin ölüm anı ile ilgili uzun bir hadis ama parça parça okuyacağız inşallah.

………Diyor ki Allah resulü. “Bir kulun dünyadan ilişkisi kesilip ahirete yönelmeye başladığı zaman, semadan yüzleri güneş gibi parlayan, ellerinde cennet kefenleri olan, diğer ellerinde cennetten kova ve içerisinde mis kokusu olan kokularla melekler onun yanına gelmeye başlarlar. Yani semadan adamın diyelim 10-20 dakika kalmış artık sekârat dediğimiz ana girmişken melekler ordusu yüzleri bembeyaz parıldar bir şekilde geliyorlar.

………Biz görüyor muyuz bunu? Biz görmüyoruz. Çünkü Allah ayetinde;

………Felevlâ izâ beleğatil hulkum.  – Ve entüm hıyneizin tenzurûn. (Vakıa/83-84)

………O can boğaza ulaştığı zaman siz öylece bakıyordunuz. Ama biz ona sizden çok daha yakındık, siz bunun farkında değildiniz. Diyor Allah.

………Sonra Allah Resulü diyor ki: O yüzü güzel olan melek, ölmek üzere olanın başucuna oturur der ki; – Bizim toplumun ölüm meleği diye şeytanın isimlerinden bir tanesi olan Azrail dediği ki oysa Azrail, ifrit, cinlerden biridir. Ölüm meleğinin ismi Melekü’l-Mevt tir – “Ey mutmain olan nefis rabbinin mağfiretine, ve rabbinin rızasına doğru yüksel.”

………Allah resulü diyor ki; bir kovadan veya bir imbikten bir damla suyun akıp gitmesi gibi onun canı da o şekilde ruhu canından çıkar gider. Hani biz tereyağından kıl çekmek gibi deriz ya öyle basit bir şekilde çıkar gider diyor. Sonra ölüm meleği onu alır semaya doğru yükselir. Dünya da olabilecek en güzel kokudan kokulandırır. Cennet miskiyle onu yıkadıkları, kefenledikleri için o koku çıkar. Ta ki hangi semanın kapısına gelirse melekler sorarlar; Kimdir bu adam? Dünyada en güzel şekilde isimlendirildiği isim hangisi ise onunla isimlendirilirler. Yani sen hangi ismi seviyorsan melek der ki bu falan oğlu falandır, Allah’ın sevgili kullarından biridir. Her kapıya geldiklerinde o kapı açılır oradaki melekler ona dua ederler onun cenazesini omuzlarlar bir sonraki semaya kadar ona eşlik ederler. Bir sonraki semaya geldikleri zaman orada bırakır, geldikleri semanın kapıları açılır, oradakiler alırlar, 7. Semaya kadar bu şekilde yükselirler. Ta ki Allah azze ve cellenin huzuruna gelinceye kadar.

………Allah Teâlâ’nın huzuruna geldikleri zaman Allah onlara der ki; Benim bu kulumun kitabını illiyyinde yazınız. Yani en yüceler yücesinde, cennetlikleri yazıldığı listeye bu kulumun ismini yazınız der.

………Sonra Allah der ki; Benim bu kulumu tekrardan geri dünyaya gönderiniz, çünkü bu benim vaadimdir. Onun kabrini genişletin, cennet kapılarından bir kapıyı da onun kabrine açın. Cennetteki yerini müşahede etsin sabah akşam ona sürekli ikramda bulunun der. Bu kulu tekrardan getirip kabrine yerleştirirler.

………Bu kimdi? Bu mü’min olan bir kul. Sonra Allah resulü diyor; İki melek gelir, onun başucuna otururlar sorarlar; Senin Rabbin kim? Allah der. Dinin ne? İslam der. Şu size gönderilen elçi hakkında ne düşünüyorsun? O Allah’ın Resulü Muhammed’dir der. Peki, senin ilmin nedir derler, yani sen bunları nereden biliyorsun, delilin nedir? -Bakın çok dikkat edin, doğru cevap verseniz bile sizi bırakmıyorlar. Delilin nedir, neye göre bu cevapları veriyorsun sorusunu soruyorlar.- Ben Allah’ın kitabını okudum, onun içindekilere iman ettim ve onun içindekileri tasdik ettim der Allah’ın kitabından hüccetiyle beraber ben bunların böyle olduğunu biliyorum.

………O sırada diyor semadan bir ses gelir. Benim kulum doğru söyledi, ona cennetten yaygılar yayınız, cennet elbiseleri giydiriniz, ona cennetten bir kapı açınız, ona cennetin esintisi ve hoş kokusu gelsin, kabrini gözünün görebildiği kadar onun için genişletilsin. Bu Allah’ın emri.

………Sonra diyor Allah resulü yüzü, elbiseleri, şekli çok güzel bir adam kabre gelir. Der ki; seni sevindirecek şeyleri sana müjdeliyorum, Allah’tan bir rıza, içinde ebedi nimetlerin bulunduğu cennetlerin müjdesini getirdim, işte bu sana vaad olunan gündür. Yani sen dünyada iken Allah’ın kitabını okuyordun, orada cennetler var, Allah’ın rızası var, mağfireti var. Birileri, sana anlatıyordu belki sen çok uzak görüyordun ama bugün işte sana o vaad olunan gündür diyecektir ona.

………Ölen adam ona diyecek ki Allah sana hayırlı müjdeler versin bu kadar güzel şey söyledin ama sen kimsin. O da diyecek ki ben senin salih amellerinim, senin dünyadayken yaptığın salih amellerin ceset haline gelmiş şekliyim, seni müjdelemeye geldim der.

………Ölen adam bu manzarayı görünce der ki ya rabbi kıyameti bir an önce kopar ben aileme ve sevdiklerime kavuşayım. Yani daha kabirde iken bu kadar nimet, güzellik varsa, acaba ebedi hayat olduğunda nasıl bir şey olacak diye düşünür.

………Sonra Allah resulü diyor ki kâfir veya facir, günahkâr biri canını teslim edeceği zaman yani dünyadan ayrılıp ahirete yöneldiği zaman semadan yüzleri simsiyah, kaba, katı, ellerinde cehennemden kokuların olduğu ve cehennemden elbiselerin olduğu melekler gözün görebildiği kadar uzaklıkta bir mesafeye yerleşip otururlar. Yani adam hangi tarafa baksa o kötü manzaradan gözünü kaçıramaz.

………Ölüm meleği der ki; Allah’ın gazabına ve Allah’ın öfkesine doğru çık ey habis nefis. Yani bu güne kadar sen habisliği gerektiren kötü ameller yaptın, bu günde artık onun karşılığını görme vaktidir. Yukarı çık ama Allah’ın gazabına doğru çık derler.

………Allah resulü diyor; Onun canını bedeninden nasıl çekecekler? Bir öncekinde mü’minin canı nasıl çekiliyordu? Bir sürahiden, bir imbikten  bir damla su damlattığınızda su ne kadar kolay akıp gidiyorsa müminin canı da o şekilde çıkıyordu. Halbuki bunun canı dikenin üzerine atılmış ıslak yün gibi çekilir. Islak yünü düşünün dikenin üzerine attığınız zaman dikenlere öyle bir yapışır, öyle bir iç içe geçerler ki, siz ne kadar çekerseniz çekin ıslak olduğu için bir yerlerden kırıntılar kalır. Onu tekrardan dönüp cımbızla toplamanız gerekir. Yani tabir caizse adamın ruhunu cımbızla adamın canından çekerek, parça parça çıkarırlar.

………Onu alırlar, gökyüzüne doğru yükselirler.  Bu yükselme halinde çıkabilecek en kötü koku neyse ondan o koku yükselir. Birinci dünya semasına geldiklerinde kapıyı açın derler, kapılar açılmaz. Kimdir bu adam? Falanca oğlu falancadır dünyada ki en çirkin ismi ile onu hatırlatırlar.

………Allah resulü o kısımda şu ayeti okuyor;

…………lâ tüfettehu lehüm ebvabüs Semai… (A’raf/40)

………Onlara semanın kapıları asla açılmayacaktır.

………Onlar bu nedenle oradan içeriye geçemeyeceklerdir. Sonra Allah der ki; Gönderin bu kulumu dünyaya, onun kitabını siccine yazın, yani cehennemliklerin isimlerinin yazıldığı listeye dahil edin. Allah muhafaza..! Sonra onu yeryüzüne götürün.

………Yeryüzüne nasıl iner? Allah Resulü şu ayeti okuyor;

………… ve men yüşrik Billâhi fekeennema harre mines Semai fetahtafühüttayru ev tehviy Bihir riyhu fiy mekânin sehıyk. (Hac/31)

………Allah’a şirk koşanların misali yüksekten aşağıya atılmış kuşların parçaladığı adamın misali gibidir. Yani öyle rahat rahat yukarıdan aşağıya inmeyecek, ininceye kadar sanki her taraftan onu parçalıyorlarmış gibi aşağıya inecektir. Diyor Allah resulü.

………Kabre geldiğinde iki melek gelecek soracaklar; Rabbin kim? Bilmiyorum der. Allah resulünü ifadesi ile  aah.. ah. Diyecek bilmiyorum. Peki dinin ne? Ona da diyecek bilmiyorum. Peki size içinden gönderilen bir elçi vardı, onun hakkında ne diyorsun? Onu da bilmiyorum. Veya diyecek ki insanların söyledikleri bir şeyler duydum ama benim fazla bir bilgim yok. Bir münadi de diyecek ki o yalan söylüyor. Ona cehennem ateşimden yaygılar yayın, cehenneme giden bir kapı açın, cehennem sıcağından ve onun derisinden içine sıcak havanın ulaşmasını sağlayın. Kabrini o kadar daraltın ki kaburgaları birbirine geçsin ve ona yüzü, elbiseleri, kokusu çirkin olan bir adam onun kabrine gelir. O da ona der ki hiç hoşuna gitmeyecek şeyleri sana haber vereceğim. Bir öncekinin tam tersi yani. O da ona diyecek ki sen kimsin? Ben senin dünyada yaptığın habis amellerinim diyecek ve Allah’a yemin ederim ki ben seni Allah’a itaatte ağırdan alan, Allah’a isyana hızlıca koşan bir kişi olarak biliyorum. Allah sana kötülüğünün karşılığını versin.

………Sonra ona gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve konuşmayan elinde bir balyoz bulunan bir kişi görünür. Bu balyozu bir dağın üzerine indirecek olsa o dağ toprak olur. Ona bu balyozla öyle bir darbe indirecek ki bu darbe ile kişi toprağın dibine iner. Sonra Allah onu eski haline geri getirir bir daha aynı şekilde olur. Adam öyle bir feryat eder ki insanlar ve cinler dışında her şey onun feryadını duyar.

………{Ek bilgi Hadis’in orijinali; Resûlallah ile birlikte Ensar’dan birisinin cenazesine katılmıştı. Cenaze defnedileceği sırada kabristana vardık. Resûlallah oturdu. Biz de, sanki başımızda bir kuş varmışçasına sessiz ve sakin bir şekilde oturduk. Allah Resulü elindeki bir sopayla yeri çiziyordu. Başını kaldırdı. İki ve üç defa, “Kabir azabından Allah’a sığınırım.” dedikten sonra şöyle buyurdu:

………“Mümin kabre konulduğunda, dostları dönüp gittiği ve onların ayak sesleri henüz işitildiği sırada iki melek gelir. Onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer:

………‘”Rabb’in kimdir?’

………“’Rabb’im Allah’tır.’

………“’Dinin nedir?’

………‘”Dinim İslam’dır.’

………‘”Size doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?’

………‘”O zat, Allah’ın Resul’üdür.’

………‘”Bunu nereden öğrendin?’

‘”Allah’ın kitabını okuyup ona iman ettim ve onun doğruluğunu kabul ettim.’

………“İşte, Allah’ın, ‘Allah iman edenleri, dünya hayatında da ahirette de o sağlam Kelime-i Tevhid ile sabit kılar.’ (İbrâhim Sûresi, 27) âyetinin manası budur.

………“Sonra gökten bir ses gelir: ‘Kulum doğru söyledi. Onu cennete layık bir şekilde yerleştirin. Ona cennet elbiseleri giydirin. Ona cennete bakan bir kapı açın!’

………“Ve ona cennetin rahatlığı ve güzelliği bahşedilir. Kabri, gözünün gördüğü mesafeye kadar genişletilir.”

………“Eğer ölen kâfir veya münafık ise, kabre konulduğu zaman ruhu bedenine ia­de edilir. İki melek gelir, onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer:

………‘”Rabb’in kimdir?’

………”Hı, hı? Bilmiyorum.’

………”Dinin nedir?’

……...‘”Hı? Bilmiyorum.’

………‘”Size, doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?’

‘………”Hı? Bilmiyorum.’

………‘”Sonra gökten bir ses gelir: ‘Bu, yalan söyledi! Ona cehenneme yaraşır bir yer hazırlayın. Ona cehennem elbiseleri giydirin. Ve ona cehenneme bakan bir kapı açın!’

………“Sonra cehennem ateşinin sıcaklığı ve kavurucu rüzgârı gelir. Kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar kabri daraltılır. Daha sonra onun başına kör ve dilsiz bir zebani musallat edilir. Onun demirden bir tokmağı vardır ki, dağa vurulsa, dağı toz toprak hâline çevirir. Bu zebani ona bu tokmakla öyle bir darbe indirir ki, insan ve cinlerin dışında, doğuda, batıda, dünyanın her tarafında bulu­nan bütün varlıklar bu dehşetli dar­beyi işitir. Ve o şahıs toprak hâline döner. Sonra ruhu tekrar iade edilir [bu şekilde işkence devam edip gider].”] (Müslüm/Cennet-71)}

………Bu nedir? Allah resulünün anlattığı bir ölüm sahnesi. Yani iki farklı insanın ölüm sahnesidir. Bir tanesi Allah’a iman etmiş ve salih amellerinin onu müjdeleyecek kadar çoğalmış olan bir insan var onun ölümünü anlattı, bir de ya kâfirdir inkârcıdır, ya da inanmıştır ama inancının gereğini yerine getirmemiştir. Yani kötü amelinin ona söylediği gibi. Ben seni Allah’a isyanda hızlı, itaatte ise gevşek olan kullardan buldum. Diyeceği tipte bir insandır. Allah resulü bunu ölen bir sahabenin başında diğer Müslümanlara söylüyor.

………Ölüm Allah’ın Kahhâr isminin en büyük tecellisidir ve hiç kimsenin ölümden kaçma, erteleme gibi bir lüksü, imkânı söz konusu değildir. Herkesin başına gelecektir. Allah ölümle bütün mahlûkatı ezmiş geçmiş, galebe çalmıştır.

………Kulun ne yapması lazım? Allah’ın bu Kahhâr ismi ile kendisini terbiye etmesi lazım, ara ara bunu kendine hatırlatması lazım. Allah resulünün yaptığı gibi ölüm sahnelerini, ölümden sonrasını düşünmesi lazım. Çünkü Allah Kur’an da öyle söylüyor.

………Ikterabe linNasi hısabuhüm ve hüm fiy ğafletin mu’ridun. (Enbiya/1)

………İnsanların hesabı yaklaştı, fakat onlar gaflet içinde yüz çevirmiş vaziyettedirler.

………Allah bunu kimin için söylüyor? Müşrikleri için söylüyor. Yani yazık o Müslümana ki bu ayetten bir payı olsun. Hesabı ona yaklaşmış olmasına rağmen o gaflet içerisinde ölümden, Allah’ın Kahhâr isminden, ahiret gününden yüz çevirmiş bir vaziyette hayatına devam eden adam. Yazıklar olsun o adama.

………Kişi kendini terbiye etmek istiyorsa Allah resulünün yaptığını yapacak, ölümü, ölümün hakikatini kişi kendisine hatırlatacak.

………Üçüncüsü ise; Allah kullarını belalar ve musibetler ile kahreder. Yani herkes Allah’ın musibetleri karşısında makûrdur. Hiç kimse O’nun bir musibeti geldiğinde onu reddetme hakkına sahip değildir. Siz hiç şöyle bir şey duydunuz mu? Ben şu hastalığı istemiyorum, bu bana çok ağır gelir, bunun yerine şu hastalığı bana verilirse benim için daha uygundur diye söyleyen kimse duydunuz mu? Mümkün değildir. Çünkü Allah birisi için bir bela, bir hastalık, bir musibet dilediğinde herkes ona boyun eğmek zorundadır, kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. En’am suresinde Allah diyor ki;

………Ve in yemseskâllahu Bidurrin fela kâşife lehu illâ HU* ve in yemseske Bihayrin feHUve alâ külli şey’in Kadiyr. (En’am/17)

………Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, bu zararı Allah’tan başka giderecek hiç kimse yoktur. Eğer Allah senin için bir hayır dilemişse Allah her şeyin üzerinde kudret sahibidir. Yani hiç kimse Allah’ın dilemesini geri çeviremez.

………Hemen peşindeki ayette Allah;

………Ve HUvel Kahiru fevka ıbadiHİ, ve HUvel Hakiymül Habiyr. (En’am/18)

………O Allah kullarının üzerinde Kâhir olan Allah’tır, ve O el Hakîm (her şeyi hikmetli yapan) ve el Habîyr (her şeyden haberi olan) dir.

………Yani şunu diyor Allah benim insanlara zarar vermem onların boyun eğip zelil olması da benim insanlara hayır ulaştırmam, hiç kimsenin bu hayra engel olmaması da benim Kahhâr ismimin bir tecellisidir. Ben kahrederim, ben dilerim, ben irade ederim herkes te buna boyun eğmek durumundadır.

………Her insanın hayatında mutlaka Allah’ın Kahhâr ismi bu anlamda bir şekilde tecelli ediyor, yani şu hayatta sıkıntılı anlamda imtihan olmayan hiç kimse göremezsiniz. Kimi evladından imtihandadır, kimi maldan imtihandadır, kimi hanımdan imtihandadır, kimi Allah’ın bazı emirlerini yaşayamama noktasında bir imtihandadır, kimi kardeşleriyle imtihandadır vs. fakat yeryüzünde en rahat hayatı yaşayan insanlar da dâhil olmak üzere Allah’ın bir musibetle kendilerini terbiye edip kahretmediği hiçbir insan bulamazsınız, mümkün değildir. Çünkü Allah zarar diledi mi herkes boyun eğip itaat ettik ya rabbi demek zorundadır. Kimse ben bunu kabul etmiyorum diyemez. Hayır diledi mi herkes boyun eğip o hayrı kabul etmek zorundadır, geri çeviremez.

………Lakin Allah’ın Kahhâr ismi insanların hayatında tecelli edip zarar veya fayda ikisinden biri ile Allah kulunu imtihan ettiğinde insanlar genelde 3 kısma ayrılıyorlar.

………Birinci kısım insan Allah’ın iradesinin karşısında kendi iradesinin hiç bir şeye yaramadığını ve o ne isterse istesin sonunda Allah’ın istediğinin tecelli edeceğini bildiğinden ötürü hem Allah’a teslim olan, hem Allah’ın kaza ve kaderine sabır gösteren, rıza gösteren insandır. Bunlar insanların arasında ki en yüksek mertebeye sahip olan insanlardır. Bu insanlar için Allah Muhammed suresinde iki ayette mü’minlerle ilgili bir ifade kullanıyor. Hani bizim asrımızda diyorlar ya, asrımızın problemi stres hastalığıdır. Allah’ta mü’minlerin bundan uzak oluşunu anlatmak için diyor ki

……… ve asleha balehüm. (Muhammed/2)

………Seyehdiyhim ve yuslihu balehüm. (Muhammed/5)

………Allah o mü’minlere hidayet etmiş ve onların bâllarını ıslah etmiştir. Bâl ne demek? Onların düşüncelerini, fikirlerini, onların kaygılarını, onların endişelerini ıslah etmiştir. Nasıl? Allah’a teslimiyeti onlara kolaylaştırarak. İnsan teslim olduğu için artık derdi yoktur. Yani şunu biliyor insan. Kafamı şu duvara vursam da, çıkıp şurada oynasam da, ağlasam da, gülsem de Allah ne dilemişse o olacak. Yani şafak türküsü de söylesen, ağıtta yaksan, mersiye de söylesen, zafer marşı da söylesen başıma gelen bu sıkıntıda Allah neyi takdir etmişse O olacak. Madem benim iradem Kahhar olan Allah’ın iradesi karşısında kahrolmuştur, ezilmiştir niçin o zaman ben Allah’ın iradesine teslim olmak yerine düşünerek, hesap yaparak, plan yaparak niçin nefsime eziyet edeyim ki. İşte Allah’ın mü’minlere verdiği en büyük nimetlerden bir tanesi Allah’ın onların zihin dünyalarını berrak kılmıştır, öyle bir dertleri yoktur.

………Bir insan kendisine Müslüman diyor Allah’ın da kaderine iman ettiğini söylüyorsa, buna rağmen Allah’ın takdir ettiği şeyler hakkında çok fazla endişeleri, kaygıları varsa, çok kafası karışıyorsa kendi imanının onu hesaba çekmesi lazım. İmanının bir yerinde bir problem var içinde endişeler vardır. Ve ya Allah onun endişelerini ıslah etmiyor, bu konuda hidayet etmiyor demektir.

………Mesela insan bir musibet yaşadıklarında bazı ifadeler kullanırlar. İşte uykum gelmiyor, gece uyuyamıyorum. Niçin? İşleri iyi gitmediğinden dolayı. Hanımıyla kavga ettiğinden dolayı, çocuğuyla bir problemi olduğundan dolayı uykum kaçıyor diyor. Yediğimden içtiğimden hiçbir şey anlamıyorum diyor.

………Bir Müslümanın sadece Allah’ın dini için bir derdi olur o ayrı bir konudur. O peygamberlerin derdidir, şerefli olan bir derttir.

………Ama bunun dışında kalan dünyevi imtihanlarla ilgili insanın böyle bir derdi, takıntısı endişesi varsa, bu onun fikir dünyasını Allah’ın ıslah etmediğini gösterir. Bu da Allah’ın Kahhâr ismine hakkıyla teslim olmamasından ötürüdür.

………İkinci sınıf insan Allah’ın iradesinin mutlaka tahakkuk edeceğini bilir, bundan emindir, sabır da gösterir. Yani Allah’ın hoşnut olmayacağı, razı olmayacağı hiçbir şey yapmaz, fakat sabrıyla beraber teslim olup rıza göstermediğinden dolayı o sürecin kendisini yıpratmasına sebebiyet verir. Yani evet belki harama düşmez, günah işlemez, Allah’a isyan etmez fakat kendisini yıpratır. Yani bir süre sonra başına bir imtihan daha gelecek olsa ona göstereceği sabır bırakmaz, kendisini paralar. Çok fazla düşünür kaygılanır, kafaya takar, endişe eder o süreci belki atlatır ama o süreçten sonra kendisini de bitirmiş olur.

………Bir de bedbaht insanlar vardır, kendilerini Allah zanneden (Haşa) Konuşarak bazı sorunları çözeceklerine inanan, düşündüklerinde düşünerek bazı şeyleri çözeceklerine inanan, sağın solun kapısını çaldıklarında bazı şeyleri çözeceklerine inanan kendi iradeleri ile atacakları bazı adımların sonucu değiştireceğine inanan bazı insanlar vardır. Bunlar hem Allah’ın Kahhâr ismine kafa kaldıranlardır ki, kahrolmaya, perişan olmaya da mahkûmdurlar zaten. Hem sabır göstermediklerinden ötürü hiçbir şekilde bu sıkıntıdan ecir almayanlardır, hem de netice itibarıyla dünyalarını ve ahiretlerini perişan eden insanlardır. Onun için her şey ama her şey Allah’ın iradesinin karşısında Makûr olmak zorundadır, ezilmek zorundadır. Yani düşünün size biri sorsa dese ki sana göre büyüklük nedir, en büyük olan nedir dese, maddi olarak insanın aklına gelebilecek şey kâinattır. Allah diyor ki kâinat için

………Sümmesteva ilesSemai ve hiye duhanün fekale leha ve lil Ardı’tiya tav’an ev kerha* kaleta eteyna tai’ıyn. (Fussilet/11)

 ………Allah sonra semaya yöneldi sema duman halindeydi. Dedi ki semaya ve yere; Bana ister isteyerek, ister istemeyerek itaat edin dedi. Yer ve gök Allah’a dediler ki; biz sana gönülden bir şekilde sana geliyoruz dediler. Yani Allah gel dediğinde yerin ve göğün bile Allah’ın iradesinin karşısından yapacağı hiçbir şey yoktur. Koca dağlara parçalan dediğinde Allah’ın iradesine karşı gösterebileceği hiçbir şey yoktur. İnsanoğlu kimdir ki Allah onun için bir hayır dilediğinde, ya da bir şer dilediğinde insanın isteğine ve çabasına bağlı olarak Allah’ın insanı yaratmadan on binlerce yıl önce vermiş olduğu bir karar, sırf insan istedi diye değişsin bu mümkün değildir. Onun için en güzeli hem teslim olmaktır, hem hayrı Allah’tan istemektir, hem de başına bir şer geldiğinde o şerrin kaybolması ve defolması için insanlara değil o şerri sana getiren kimse, yani âlemlerin rabbi olan Allah’a yönelip senden o sıkıntıyı gidermesi için çokça dua edip yalvarmaktır.

………Allah üçüncü olarak O’nun Kahhar isminin karşısında boyun eğmek zorunda kalınan konu Allah’ın hüccetleridir. Allah ayeti kerimede Allah resulüne4 hitaben buyuruyor ki;

………Kul innema ene münzir* ve ma min ilâhin illAllâhul Vâhid’ül Kahhâr. (Sad/65)

………De ki ben ancak bir uyarıcıyım Tek ve Kahhar olan Allah’tan başka da hiçbir ilâh söz konusu değildir.

………Ben sadece bir uyarıcıyım, yani Allah’ın bana vermiş olduğu delilleri sizlere ulaştıran, sizlere anlatan bir uyarıcıdan başka bir şey değilim. Fakat tek ve Kahhâr olan İlâh âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Yani bunu şöyle de anlayabiliriz. Allah kimin hidayet bulmasını dilemişse, ancak Allah’ın hüccetleri karşısında boyun eğip teslim olacak olanlardır. Kimin için de Allah hidayet dilememişse tüm dünyanın hüccetlerini ve delillerini onun karşısına getirseniz o adam sapıklık ve delalet içerisinde yüzüp gidecektir.

………Hem Allah resulüne bir ders veriyor Allah, hem de Allah resulünün üzerinden müşriklere de müminlere de ders veriyor. Yani ben sadece anlatırım, ama sizlerin gönüllerini boyun eğdirecek, bunu size kabul ettirecek olan bir kişi biliyorum o da Tek ve Kahhâr olan Allah’tır, O’nun dışında kimseyi bilmiyorum diyor. Bunu her Müslümanın kendisine hatırlatması lazım, sen çok iyi biliyor olabilirsin, çok iyi anlatıyor olabilirsin, herkesin elindeki şüpheyi en güzel şekilde çürütüyor ve tevhidi en güzel usullerle insanlara ulaştırıyor, anlatıyor olabilirsin. O haldeyken bile sen bir uyarıcıdan başka bir şey değilsin.

………Ben sadece bir uyarıcıyım diyor. Kahhâr olan kimdir peki? Mümin ol dediğinde adamın gönlünün boyun eğip evet teslim oldum ve mümin oldum ya rabbi dedittirecek olan varlık kimdir? Âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Onun için insanın kendisine davetin yükü yeter. Davetin neticelerinin yüküyle bir de kendi başına bela almamalıdır.

………Bazen insanoğlu Allah’ın ona yüklemediği bazı şeyleri farkında olmadan şeytanın da sağdan yaklaşmasıyla kendine dert ediniyor, dert ettiği bu şeyler de aslında insanın belini büküyor. Allah’ın asıl emir ve nehiylerine karşı insanda bir güç, bir sabır bırakmıyor. Mesela davet bunlardan bir tanesidir, zaten davetin yükü yeterince ağırdır, zaten insanlarla uğraşmak yeterince ağırdır, onların ezalarına, kötü sözlerine sabretmek yeterince ağırdır. Bir de sen neden falanca Müslüman oluyor, neden filanca Müslüman olmuyor, neden bu kadar uğraştım anlattım anlamıyor, ya da bu kadar emek verdikten sonra birde İslâm ı bıraktı gitti. Yani işin bu kısımlarını da dert edinirsen eğer, yani sanki senin iraden istemen, dert etmenle insanların iman etme sayısı artacak, İslâm’a rağbet oranları daha fazla artacakmış gibi kendini yanlış bir yere konumlandırmaya kalkarsan Allah muhafaza, dert edinilmesi gereken bir dertle, dert edinilmesi gereken dertlere karşı kendinde sabır bırakmazsın. Onun için Allah resulüne diyor; De ki ben bir uyarıcıyım, tek İlâh’ta Kahhâr olan Allah’tır. O’ndan başka hiç kimse değildir.

………Son olarak ta Kahhâr ismi Allah’ın Celâl isimlerindendir. Ne demek Allah’ın Celal ismi? Yani asla bir Müslümanın ahlak olarak kendisinde bulundurmaması gereken isimlerdendir. Allah’ın isimleri iki kısımdı bir Allah’ın Cemal isimleri vardı, bunlar güzellik ifade eden isimlerdi, bunlara Müslüman hem iman edecek hem de kendisinde ahlak olan bulunduracaktı. Allah Rahman’dır, mü’min de rahmetli olacak. Allah Refîk tir, Müslüman da yumuşak başlı rıfk sahibi olmalıdır gibi.

………Bir de Celâl isimleri var, Allah’ın azametini şanını, büyüklüğünü gösteren isimlerdir. İşte Allah’ın Kahhâr olması gibi, Mütekabbîr olması gibi.

………Bu isimler Allah’ın azamet ve büyüklüğünü ifade ettiği ve insanın da hiçbir zaman olamayacağı için, Allah’a karşı her zaman küçük kalmak zorunda olduğu için, bu isimlerin içeriğiyle ahlaklanmamalıdır. Kahır da bunlardan bir tanesidir. Yani insanları kahredecek şekilde, insanların üzerinde zulüm otoriteleri kuranlar Allah’ın Kahhâr ismine başkaldıran, bizim de bundan payımız vardır diyen insanlar gibidirler. Kim gibi? Firavun gibi. A’raf suresinde Allah diyor ki;

………Ve kalel meleü min kavmi fir’avne etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek* kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun. (A’raf/127)

………Mele’kavminden olanlar (Firavunun yakın çevresindeki seçkinler) Firavuna dediler ki sen Musa’yı ve Musa ile beraber kavmini yeryüzünü ifsat etsinler ve senin ilâhlığını, senin uluhiyetini terk etsinler diye onlara müsaade mi ediyorsun? Firavunu Müslümanlara karşı kışkırtıyorlar.

………Demek ki tepedeki firavunu müminlere karşı kışkırtma yeni bir şey değil, bu tarihten beri var olan bir adet. Hani şimdi bazı sözde insanlara din anlattığını zanneden adamlar oturdukları kürsülerde sürekli tepedeki insanlara müminleri şikâyet ediyorlar ya, aman bunlara fırsat vermeyin, bunların sesini kesin, aman bunlar örgütleniyorlar dikkat edin diye, aynı mantık. Çünkü gerçek din anlatıldığında onların bu güne kadar kurdukları saltanat yerle bir olacak, Güneş doğuncaya kadar ay bir iş görür, ama güneş doğduktan sonra artık ayın bir hükmü yoktur. Gerçek fecr doğuncaya kadar yalancı fecir iş görür, ama gerçek fecr doğduktan sonra yalancı fecrin hükmü yoktur. İnsanlar Kur’an ın ve sünnetin hakikatlerini duyduklarında artık hikâye, menkıbe bunlar insanlara etki etmemeye başlar. Çünkü Kur’an ve sünnet hüccettir, sultandır, insanların kalplerinin üzerine kurulan bir otoritedir. İnsanlar artık bunları duyduğunda boş şeyler, saçma hikâyeler, batıl kıyaslar insanları etkilemez. İnsanlar otoritelerinin sarsıldığını gördükleri zaman da baştakinin de gereken ehemmiyeti göstermediğini düşünüyorsa kışkırtmaya başlar. Sen Musa’yı ve kavmini yeryüzünü ifsat etsinler seni ve senin ilâhlarını terk etsinler diye mi serbest bırakıyorsun.

………Firavun dedi ki; kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun biz onların erkek çocuklarını öldüreceğiz, onların kız çocuklarını da diri bırakacağız. Çünkü biz onların üzerinde Kâhir olanlarız, onları ezip geçen otoriteleriz dedi. Bu firavunun ahlakıdır.

………Peki, Allah ne yaptı? Allah onu ve onun kahır gücünü, ordusunu öyle bir yerin dibine geçirdi ki, öyle bir suyun içinde boğdu ki, öyle bir helak ile helak etti ki Bu sözü söylediklerine veya böyle inandıklarına ebedi pişman olacakları bir ceza ile onları cezalandırdı.  Onun için bu firavunların ahlakıdır. Yani birinin elinin altında yönetiminde birileri varsa onları kahretmesi, onların üzerinde Kahhar olması bu firavunların ahlakıdır. Onun için ilk inen ayetlerde Allah Resulüne ne dedi?

………Feemmel yetiyme fela takher. (Duha/7)

………Sakın yetimi küçük düşürme, sakın yetimin üzerine kahhar olup onu ezip geçme dedi. Niçin bunu söyledi? Çünkü aynı müşrik toplumda olduğu gibi, Mekke de ki, güçlü olan müşrikler de güçsüz olanları eziyorlardı. Mal sahibi olanlar köle olanları eziyorlardı, yetim olan, kimsesiz olan aşireti olmayan insanlar kapı kapı dolanıp insanlar tarafından hakarete uğrayıp kovuluyorlardı. Allah daha ilk indirdiği ayetlerde Resulüne dedi ki Kahır sıfatını kendinde bulundurma. Yetim birini gördüğünde ona kanat ger, kucak aç, sakın onu horlayıp, aşağılayıp kapından kovma dedi. Onun için bir Müslüman Allah’ın Celâl isimleri ile asla ahlaklanmaz, nefsinde böyle bir eğilim olduğunu bilen bir insanın da mutlak bir surette bunu terbiye etmek için bir çaba ortaya koyması gerekir. Çünkü Kahhar olan Allah’tır Kahhar da sadece Allah’ın bir sıfatıdır.

………Allah Teâlâ bizleri Allah’ın güzel isimlerinden ve yüce sıfatlarına hakkıyla iman eden ve Allah’ın Cemal isimleri ile ahlaklanan, Celâl isimleri karşısında da boyun eğip haddini bilen kullarından eylesin. Allah bizleri merhametine nail ettiği, kendi rahmetiyle azabından koruduğu affıyla cezalandırmaktan muaf tuttuğu kullarından eylesin. Allah bize güzel isimleri ile O’na dua etmeyi, kulluk etmeyi, O’ndan isteyip O’na sığınmayı bize müyesser kılsın. Bize isimlerinin fıkhını öğretsin. Bizi bir şeyde fakih kılacaksa, bir şeyin ilmini öğretecekse kendi güzel isimlerinin ve yüce sıfatlarının fıkhını bize öğretsin. Allahümme amin. (E. Hanzala esma ders. derleme)

………**********************************************************************

………ELKAHHÂR

………Allah Teâlâ kendisi dışındaki bütün varlıklar üzerinde kahhar oluşunu, galip oluşunu göstermiş ve göstermektedir. Yokluk üzerinde dilediği şekilde varlığa dönüştürerek, varlık üzerinde kendi kurallarına uygun şekilde yaşatarak, dışında bir yaşamayı seçmeyi elinden alarak, kendi isteği dışında hiçbir varlığın devam ettirme gibi bir imkâna sahip kılmayarak, koyduğu kurallara (zaman, terbiye…) uymak zorunda bırakarak, varlığı kademe ile veya ani olarak fenaya yaklaştırarak, her şeyi zıddıyla bir arada tutarak (geceyi günsüz, nuru zulmet, sıcağı soğuk ile..), varlığı yok etmek ve ölüm ile, insan bedenini birbirine zıt unsurlardan (hararet, burudet, rutubet, yubuset) oluşturarak, latîf ruh ile kesif bedeni bir arada tutarak göstermiştir.

………Bu kahr = üstünlük mekân ve cihet üstünlüğü değil hakimiyet ve kudret üstünlüğüdür. Allah kendisine üstün gelinmesi ihtimali bulunmayan yani mağlup olması, muhtemel olmayan bir müessirdir. Her vechile üstün, daima galip. Kahrı ve kudreti karşısında her şey ve herkes âcizdir.

………Kur’an’da yer alış biçimi açısından bakıldığında hiçbir yerde tek başına müstakil olarak gelmemiş, geldiği her yerde vâhid ismiyle birlikte el Vâhidü’l-Kahhâr şeklinde gelmiştir. Marife olarak gelmiştir. Kahhâr şeklinde geldiği yerler :

………1 – “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmaya hakkımız yoktur. Bu (tevhid) bize ve bütün insanlara Allah’ın bir lütfudur, ama insanların çoğu şükretmezler.

………Ey benim zindan arkadaşlarım (düşünün bir kere) çeşitli tanrılar mı iyi yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allah mı?

………Siz O’nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı bir takım (anlamsız boş) isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar(ın gerçekliği) hakkında hiçbir delil indirmemiş (onlara güç vermemiş) tir. Hüküm yalnız Allah’ındır. O yalnız kendisine tapmanızı emretmiştir işte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf/38-39-40)

………2 – “Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp kısalarak O’na secde etmektedirler)

………De ki: Göklerin ve yerin Rabbı kim? De ki: Allah. O halde O’ndan başka kendilerine dahi bir fayda ve zarar veremeyen veliler mi edindiniz? De ki: Körle gören yahut karanlıklarla nur bir olur mu? Yoksa Allah’a O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da (ikisinin) yaratılma(sı) birbirine benzer mi göründü?  Deki her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O tektir kahreden (her şeye üstün gelen) dir.” (Ra’d/15 -16)

………3 – “Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa tuzakları dağları yerinde kaldıracak (cinsten) olsa bile onların tuzakları Allah’ın yanındaydı. (Allah onların tuzaklarını bozar cezalarını verirdi).

………Sakın Allah’ı elçilerine verdiği sözden cayar sanma. Çünkü Allah daima üstündür( aziz), öc alandır.

………O gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. Bütün insanlar tek ve kahredici Allah’ın huzurunda durur.

………Ve o gün suçluları birbirine yaklaştırarak (veya elleri ayaklarına yaklaştırılarak) zincirlere vurulmuş görürsün.

………Gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplamaktadır.

………Allah her nefsi kazandığıyla cezalandırmak için (böyle yapar). Şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.” (İbrahim/46-47-48-49-50-51)

………4 – “De ki: Ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve (her şeyi) kahreden Allah’tan başka tanrı yoktur.

………O göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi’dir, daima üstündür (Aziz) çok bağışlayandır (Gaffâr).” (Sad/65-66)

………5 “Eğer Allah çocuk edinmek isteseydi yarattıklarından dilediğini seçerdi. O (bundan münezzehtir) yücedir. O tek ve kahredici Allah’tır.

………Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine doluyor, gündüzü de gecenin üzerine doluyor. Güneşi ve ayı buyruğu altına aldı. Her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki o aziz ve çok bağışlayandır.

………Sizi bir ek candan yarattı, sonra ondan eşini meydan getirdi ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. (Deve, öküz, koyun, keçi). Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratmadan yaratmaya (nutfeden alakaya, alakadan et giydirilmiş kemiklere) geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz  Allah budur. Mülk onundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl (Ona kulluktan şirke) çevriliyorsunuz?

………Eğer nankörlük ederseniz şüphesiz Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için on arazı olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir, O size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü o göğüslerin özünü bilir.” (Zümer/4-5-6-7)

………6 – “O dereceleri yükselten, arşın sahibi, emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir ki buluşma gününe karşı (insanlar) uyansın.

………O gün onlar ortaya çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (Ve sorulur onlara) Bugün mülk kimindir? Tek ve kahredici olan Allah’ın.

………Bugün her can kazandığıyla cezalanır. Bugün zulüm yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.

………Onları yaklaşan güne karşı uyar. Zira (o gün) yürekler (korkudan adeta yerinden sökülüp) gırtlaklara dayanmıştır (kederlerini) yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir aracıları yoktur.

………(Allah) gözlerin hain (bakışlar)ını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir.

………Allah adaletle hükmeder. O’ndan başka çağrıldıkları (tanrılar) ise hiçbir şeye hükmedemezler. Çünkü işiten, gören yalnız Allah’tır. (Putlar ne işitir, ne de görürler. İşitmeyen, görmeyen nasıl hüküm verebilir?)” (Mümin / 15-16-17-18-19-20)

………Diğer iki âyette ise KÂHÎR şeklinde geçmektedir.

………7 –“O’dur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir, sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O’nadır, sonra yaptıklarınızı size haber verecektir.

………O kullarının üstünde tek hâkimdir. Size koruyucu (melek)ler gönderir, nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar (bu hususta) hiç geri kalmazlar.

………Sonra o (can)lar gerçek tanrı olan Allah’a döndü(rülüp götü)rülürler. Doğrusu hüküm, yalnız O’nundur. O hesap görenlerin en çabuğudur.

………De ki: Gizli ve açık olarak bizi bundan (bu güç durumdan) kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız” diye O’na yalvarıp yakardığınız zaman karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarıyor? 

………De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarıyor sonra siz yine O’na ortak koşuyorsunuz.

………De ki: O sizin üzerinize üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını, tattırmaya kaâdirdir.” Bak anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz.

………O (Kur’an) gerçek iken kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil değilim.

………Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında bilirsiniz.” (En’am/60-61-62-63-64-65-66-67)

………8 – “Allah sana bir zarar dokundursa onu yine kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundursa şüphesiz  o her şeyi yapabilendir.

………O kullarının üstünde tam hâkimdir (onları, istediği gibi yönetir). O her şeyi  yerli yerince yapan (hakim) (her şeyi) haber alandır. (habîr)” (En’am/17-18) 

………Bütün bu kullanımlar Mekke’de inen sure ve âyetlerde göze çarpmaktadır.

………Bütün bu âyetlerde ortaya çıkan gerçek Allah’ın hâkimiyet ve kudrette kullarına galip olduğu, onları, isteseler de istemeseler de kendi irade ettiği istikamete yönelttiği ve kendi istediği gibi yönettiğidir.

………İnsan telaffuz etse de etmese de aslında Allah’ın koyduğu kanun ve kurallara teslimiyetle hayatını sürdürdüğünü, yücelttiği şeylerin ne şekilde yüceltirse yüceltsin isterse doğa kanunları diyerek uyma zorunda olduğunu belirterek acizliğini ifade etsin Allah’ın kendi hayatı üzerindeki hükümranlığının sınırsızlığını kabullenmiş olur. Dili itiraz etse, başka şekilde ifadelerde bulunsa bile hayatını ister istemez tâbi kıldığı kanunlar asılda bu hükümranlığın beyanından ibarettir.

………Bununla beraber Allah öyle Kahhâr veya Kâhir bir Rab’dır ki koyduğu kanunlar üzerinde de hükümrandır, o kanunların kendisi üzerinde hükümranlığına imkân vermez. Mucizeler bunu gösterir.

………Bu isim Allah’ın, mahlûkatına bazen ağır, meşakkatli, üzücü haller verebileceğini ifade eder. Verince kimse kabul etmemezlik edemez. O’nun tedbir ve takdiri dışına hiç kimse çıkamaz. Hep kendisi galip gelir, hiç kimse kendisine direnemez ve galip gelemez.

………O’nun her şey üzerine kahhar olması:

………1 – Onlarda dilediği şekilde tasarruf edebilmesi,

………2 – İradesini onlar üzerinde geçerli kılabilmesi,

………3 – İstediğini istediği şekilde yapabilmesi anlamına gelir (öldürür, cezalandırır, rızıkları daraltır ve genişletir, hidayet eder, dalalete düşürür, affeder, bağışlar, örter, görmezden gelir, tehir eder.

………Kendisi Hâlik’tır, masivası ise mahlûk. Masivasını yaratmayı murad edince itirazsız olarak, direnmeksizin kahrına boyun eğdiklerini iradesine teslim olup var olmakla göstermişlerdir.

………O’nun iradesine teslim olmayan, kuralarına uymayan bir tek kul veya mahlûk yoktur.

………Allah öyle Kahhâr’dır ki hiçbir şey O’nun kudretine iradesine karşı koyamaz, duramaz. O kimin zilletini murad ederse ne yaparsa yapsın zelil, kimin izzetini murad ederse insanlar ne yaparlarsa yapsınlar Azîz olur. Kime ömür verirse yaşatır, vermezse ne yaparsa yapsın ölür, yaşayamaz. O dilediği yaratır. O dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür.

………Bu isim genel olarak ceza ve azapla ilgi kurularak anlaşılır. Kur’an ise bize bu ismin, hak sahibi olarak adaletle hüküm süren, karşısına hiç kimsenin çıkamayacağı tek hükümran  ve galip anlamına geldiğini anlatmaktadır. Ama bu ismin gereği olarak da karşısına çıkmak cüretini gösterenlere hak ettikleri cezayı da verir Allah.

………Allah’ın kahhar oluşu bir mücadele neticesi ortaya çıkmış değil zat itibarıyla öyle olduğunu gösteren bir durumdur. Halik bir ve Allah olduğundan, mahlûkatın asla Halik konumuna gelemeyeceğinden hareketle halikın mahlûkatı üzerindeki konumuyla ilgili bir durumu ifade eder. İnsanın mum, çamur, resim, çizgi üzerinde daha doğrusu kendi ürettikleri üzerindeki kahrı galebesi gibi.

………El-kahhar odur ki mahlûkları içinde zorbaları, azgınları ukubetle ezer, bütün mahlûkatına da onları öldürmekle galebe eder. (Hattabî)

………Kahır-lütf ve ikisi arasındaki fark: Bil ki bu iki kelime sufilere ait iki tabirdir. Onlar bununla kendi hallerini izah ederler. Sufilerin Kahr sözünde maksatları, Hakk’ın teyit ile şahsî isteklerinin fani kılınması, nefsin arzulardan menedilmesi ve bunlar olurken kendilerine ait bir muradın olmamasıdır. Lutf sözünden maksat, sırrın bekâsı, müşahedenin devamı ve istikamet derecesinde halin karar kılması konusundaki Hakk’ın teyididir.

………Bir hadde kadar ki bu hususta bir taife, Hakk’tan keramet, muradın hasıl olmasıdır, (kul neyi dilerse Hakk’ın onu yapması ve dileği kabul etmesidir) demişlerdir. Bunlar ehli lütuf olanlardır.

………Diğer bir taife de şöyle der: Keramet Hakk Teâlâ’nın kulu onun muradından kendi muradına döndürmesi ve muradsız olarak onu kahretmesidir. Öyle ki susuzluk halinde denize gitse (nefsin muradı yerine gelmesin diye) deniz kurur. (….)

………Sözün kısası bizim kendimiz için yapmış olduğumuz tercih hakkımızda belâdır. Ben Hakk’ın beni âfetten muhafaza edeceği nefsimin şerrinden kurtaracağı bir halde bulunmaktan başka bir şey istemiyorum. Şayet Allah beni lütfuna mazhar kılarsa, kahrını temenni etmem. Onun tercihi karşısında benim bir ihtiyarım ve tercihim yoktur. (Lütfun da hoş kahrında hoş derim). Muvaffakiyet Allah sayesindedir, bize Allah kâfidir. O ne hoş bir yoldaştır. (Hucvirî Keşfül Mahcub, 528)

………Hakk’ın yardımıyla nefsi ezmek, arzularını kırmak ve onu dizginlemek. Bazı velîler kahr, bazıları lütf sıfatına mazhar olurlar. Birincisi vahada sahra hayatı, ikincisi sahrada vaha hayatı yaşar.

………Büyük sufiler Hakk’ın kahr ve lütuf sıfatlarıyla ecellî etmesini aynı derecede gönül rızasıyla karşılarlar.

………Câna cefa ya kıl safâ –

………Kahrın da hoş lütfunda hoş,

………Ya derd gönder ya deva,

………Kahrın da hoş lütfun da hoş.

………Ey lütfu hem kahrı güzel 

………Senden hem ol hoş hem bu hoş.  (Eşrefzâde)

………Halîmî, “Kâhir, kullarının işlerini dilediği şekilde düzenleyen, idare eden, onlara üstün ve egemen olandır. Bu isim zor ve ağır olan, üzen ve sıkıntıya sokan bir anlam içerir. Allah dilediği kimselerin hayatını veya bazı organlarını çekip alır. Hiç kimse buna karşı koyamaz. Dolayısıyla Allah’ın takdirinin dışına çıkmak veya O’nun sevk ve idaresini geri çevirmek mümkün değildir. Kahhâr ise hiçbir şekilde mağlup edilemeyen ve üstün gelinemeyendir.”

………Bu ismi ile Allah;

………1 – Kendisi dışındaki bütün varlıklara boyun eğdirip onlara üstün gelmiştir.

………2 – Varlıkların mukadderatını elinde tutar,

………3 – Varlıklar üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunur,

………4 – Varlıklar üzerinde üstünlüğünü ve dilediğini yapabileceğini değişik şekillerde gösterir.

………5 – Kanunları üzerinde de üstündür, kanunların kendi iradesi üzerinde etkili olmasın ada imkân vermez,

………6 – Allah’a karşı hiç kimse itiraz edemez, direnemez,

………7 – Varlıkları içerisinde dilediklerini (zorbaları, azgınları) cezasıyla ezer, bütün varlıkların ölümünü elinde tutar.

………Rasûlallah’ın (s.a.v) nasibi ;

………1 – Allah’ın yegâne Kâhir ve Kahhâr olduğunu bilir, inanır ve davranışlarına da bunu yansıtırdı, semada bir kara bulut gözüktüğünde herkes yağmur geliyor diye sevinirken O, kahrı da gelebilir diye korkardı,

………2 – Nefsinin isteklerine karşı galebesini göstermiş, neticede nefsi de Müslüman olmuş (veya kendisine telim olmuş)tur,

………3 – Öfkesine karşı galebesini göstermiş ve âdil olmuştur.

………4 – Dünyaya karşı da galebesini göstermiş dünyadan kifaf-ı nefs edecek kadarını istemiştir,

………5 – Şeytana karşı galebesini şeytanın vesveselerine, isteklerine uymayarak göstermiştir,

………6 – Allah’ın mutlak galibiyetine inanmış ve her işinde de ondan başkasına dayanmamıştır,

………7 – Tek başına risaleti üstlenerek galip olan Allah’a, Allah’ın insanlar üzerindeki galibiyetine güvendiğini göstermiştir,

………8 – Allah’ın kahrından, yine O’nun lütfuna sığınırdı,

………9 – Allah’ın dışındaki bütün varlıklara karşı onlardan istiğna ederek galip olduğunu, yalnızca Allah’a muhtaç olduğun göstermiştir.

………Kullara düşen ise:

………1 – Mahlûkat üzerinde Allah’ın galibiyetine, mahlûkatın Allah’ın üstünlüğünü kabul ettiğine inanmak,

………2 –Yalnızca Allah’a dayanmak, güvenmek,

………3 – Düşmanlarına karşı (nefsi, şeytan, dünya…) galip gelmek, isteklerini dinlememek,

………4 – Mahlûkata karşı istiğna göstermek,

………5 – Allah’ın kahrından lütfuna sığınmak,

………6 – Allah’ın kahrıyla muamele edeceği korkusuyla razı olacağı davranışlarda bulunmak,

………7 – İradesini, iradesi üzerinde galip ve üstün olan Allah’ın iradesine teslim etmek.

………8 – Eşya  üzerinde üstünlüğünü, terk ederek, ihtiyaç olmaktan çıkartarak göstermeli.

………9 – Dünya  ve nefsi üzerinde de öyle. (Birlik vakfı)

………“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn

………Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.


TAFSİR LESSONS AL-MAIDA (063-081)(41)

$
0
0

“Euzu Billahiminesheytanirracim”

BismillahirRahmanirRahiym.”

Dear Qur’an friends, in our previous lesson we reached 62nd verse of Maida chapter. Including the 62nd verse we studied some negative approaches of the people of the book to their own books and we were advised not to do the same mistakes as them.

People of the Book or specifically Jews and how they turned their back to celestial message which was entrusted with them in first place, Qur’an explained these by those verses and said, “You see them racing for sin, aggression and wrecking values.” The verse ended with this sentence, “How wretched what they do.”

So today, by the 63rd verse we are given the answer for the question of “Why did they betray the celestial message that were entrusted with, why did they fall into such social dissolution and corruption. The answer is given by the 63rd verse here.

63-) Levla yenhahumur rabbaniyyune vel ahbaru an kavlihimul’ isme ve eklihimus suht* le bi’se ma kanu yasne’un;

 Why do the rabbis and the scholars (those with knowledge and wisdom) not prevent them from saying offensive things about Allah and from consuming what has been forbidden… How wretched is what they do and produce! (A.Hulusi)

Why do not the rabbis and the doctors of Law forbid them from their (habit of) uttering sinful words and eating things forbidden? Evil indeed are their works. (A.Yusuf Ali)

Levla yenhahumur rabbaniyyune vel ahbaru an kavlihimul’ isme ve eklihimus suht Why do not the rabbis and the doctors of law forbid them from their (habit of) uttering sinful words and eating things forbidden? Why does a society becomes a foreigner to itself, become violent to Allah, the answer of these questions is this. Because to scholars and entitled religious figures wouldn’t do their job. If a religion expert whether he’s a rabbi, priest or imam, becomes corrupted, whole community will surely follow them at some point and be like them. This verse indicates that these figures have a vital role in society both positive and negative aspect depends on their actions.

We don’t need to look further back milleniums to find an example. You can look a single society and its leader to find out the resemblence of their actions. That’s why if scholars, leaders, and head figures make a wrong, there will always be thousands to follow that wrong.

If these people, leaders, scholars, examplary people do womething right, people who follow their footsteps will surely open a path to truth and prosperity. This is valid for every single society. That’s why Rasulallah said this, “If these two groups become corrupted, whole community becomes corrpted as well, Umera and Ulema (Leaders and Scholars) If these groups be straight, so does the community. They are the head of the marching band. le bi’se ma kanu yasne’un; Evil indeed are their works.

64-) Ve kaletil yahudu yedullahi magluletun, gullet eydiyhim ve lu’inu Bi ma kalu* bel yedahu mebsutatani yunfiku keyfe yesha’* ve leyeziydenne kesiyren minhum ma unzile ileyke min Rabbike tugyanen ve kufra* ve elkayna beynehumul ‘adavete velbagdae ila yevmil kiyameti, kullema evkadu naren lil harbi atfeehAllahu ve yes’avne fiyl Ardi fesaden, vAllahu la yuhibbul mufsidiyn;

The Jews said, “The hands of Allah are tied”… Their claim became true about themselves; their hands were tied and they became cursed! On the contrary, both of Allah’s hands are open; He continues to provide as He wills! Indeed, what has been revealed to you from your Rabb increases denial and transgression in most of them! We have cast between them animosity and hatred that will last until the Doomsday period! Whenever they kindled a fire of war, Allah extinguished it… (Yet still) they run to causing corruption on earth… Allah does not like those who run towards corrupting faith. (A.Hulusi)

The Jews say: “Allah’s hand is tied up.” Be their hands tied up and be they accursed for the (blasphemy) they utter. Nay, both His hands are widely outstretched: He giveth and spendeth (of His bounty) as He pleaseth. But the revelation that cometh to thee from Allah increaseth in most of them their obstinate rebellion and blasphemy. Amongst them we have placed enmity and hatred till the Day of Judgment. Every time they kindle the fire of war, Allah doth extinguish it; but they (ever) strive to do mischief on earth. And Allah loveth not those who do mischief. (A.Yusuf Ali)

Ve kaletil yahudu yedullahi magluletun, The Jews said, “The hands of Allah are tied”. gullet eydiyhim ve lu’inu Bi ma kalu Be their hands tied up and be they accursed for the blasphemy they utter.

Actually they meant to say, “Allah is stingy.” Tight hands is a reference for that. Especially the Madina Jews who lived the same era with Rasulallah had said these when they slandered Allah with close handness. “If He is generous, you believers wouldn’t have died with poverty.” By these verses had arrived you know, almost all believers were in poor conditions financially.

Mother Aisha once said, “I never eat date fruit without counting until the conquest of Hayber.” She also said, “There were times in Rasulallah’s home the oven wasn’t lit for three months.”

Think about it, Rasulallah, the leader of a community where the commitment to him reached to a point people sacrifice their own parents for, he lived like that so imagine the financial standards of that community.

So by using this excuse, sons of Israel who became Jewminded were slandering Allah. Actually their base logic wasn’t in the right place. Thinking being powerful is the same thing as being right. Their logic was like, “If you were right, you would be powerful. So since you don’t have any power, any wealth, any possessions, you cannot be right at all.” In their logic, power and truth stand together.

This logic is the definition of Jewish logic. A person who sees the world with this logic, who evaluates people, communities, events and history with this logic, accepts a Jewisch mentality in his head. Power doesn’t necessarily be with the ones of Truth. But being powerless doesn’t always mean being wrong. History proves this fact countless times. Power has been mostly handed to tyrants and with that they oppressed the truth bearers. They usually used their powers for bad.

That’s why if the rightful possess the power then the truth becomes powerful as well. That’s right but those who possess the power unrightfully has no right to defend the truth with that power. Also true. So taking power as a defining attribute is a Jewish approach and that’s how Madina Jews were looking to Rasulallah. They were saying, “If you were on truth as you claim, then Allah would support you and you should be more powerful. And if Allah’s support is with you you should be powerful enough to rule the world. You would be the ultimate leaders.”

Can you imagine the wretchedness of this logic? Can you explain prophet Abraham’s situation against Nimrod with this logic? Nimrod was powerful, Abraham was weak, alone. But was it though? If you look from the goggles of Jews, it would seem like this for sure. But if you look where Allah tells you to look, Abraham was definitely in power.

Isn’t that the truth? Abraham was so powerful by faith, he stood against the community he lived in, all the Powers of all the people. He had so much power. For just one second, place nimrod in shoes of Abraham, and place Abraham to Nimrod’s position. You can immediately realize the excessive power gap. You can also see clearly who had more power between them. Nimrods power diminished by time, crumbled but Abraham’s power still with us after at least 5000 years.

That crying he made to heavens still pulls millions of people to Kaaba with tears, this is the real power, this is the power of faith.

Also if you look at power perspective, you should pity Moses and give credit to pharaoh, right? If you say, who has the power has the right, you should find Moses wrong, Abraham wrong, Muhammad wrong, you should find almost every right person wrong. But are they really? If you look from that perspective,sure. But if you redifine power from the origin of Hakk path, then your entire point of view changes. Those cries of Moses, his prayings shook the heavens and their echos have been and will be heard and followed by Muhammad, Jesus, Zachariah, Jehova and all their followers until the judgement day.

That’s why this power and right are the same logic is a Jewish logic. Not a muslim way and Qur’an shows us this Jewish logic with these verses and saying;

gullet eydiyhim ve lu’inu Bi ma kalu their hands were tied and they became cursed. Meaning is this, not all Jew society was cursed, not all sons of Israel and all people in their community were cursed. No, people who say these words, do these deeds are the ones that cursed.

First of all, the personal nature of a crime is crucial, you cannot generalise it. In this sense no community has been cursed entirely. This is the promise of Rasulallah. “Allah never cursed an entire society or membership of a community.” This is to prevent any wrongful understandings.

 These people who commit this crime are the ones who met the curse. But in general the logic itself is the center of this curse. So naturally everyone who carries this logic, enters the vicinity of this curse, this celestial throwing out. Qur’an says this too; La yegurrenneke tekallubulleziyne keferu fiyl bilad; (Alu Imran/196)

By addressing the prophet, all true believers recieve this message, “Those who resist on denial, who stuck on denial, who reject the truth; it shouldn’t surprise you to see them walk the earth having the entire luxury of earth. It shouldn’t make you envious.” As in there’s nothing to envy over this.

 This is rather important because it’s a perspective that isn’t influenced by earth. Metaun galilun,why not? Because it’s a temporary pleasure. Very temporary in fact. summe me’vahum cehennem their houses shall be in hell. This will be their final destination. ve bi’sel mihad; (Alu Imran/197) And what a wretched destination it is.

 There are people who are waiting an ending like this, can you imagine? It’s like a death sentenced criminal playing in amusement park right before his execution. And you know his ending, you see it. You really think you can envy his joy on a ride, or on a table well prepared, you really wish to be him if you know he will meet his doom shorty after that? This is a more impactful example than this. Allah’s example is far more dreadful than this.

bel yedahu mebsutatan On the contrary, Allah’s hands are opened. Allah is infinitely generous. Allah is Ganiyyun mustean’ Doesn’t need anything and relieves everyones in need. Allah possesses all wealth. yunfiku keyfe yesha Allah gives these blessings to whoever He wishes. Allah tests some people by giving and some people by taking. Some people are punished by having wealth and some are rewarded by not having it. It’s not something that a person who possesses an earthy logic. You can grasp the wisdom of it, if only you manage to look the picture from where Allah tells you to look from.

You shouldn’t ask, how can one be rewarded by losing and punished by gaining? Wealth can easily be turned to disaster. A golden gun you give as a present can be of great value. But if that gun is used as a weapon against its owner, can you really count it as a present of the weapon of his calamity?

Wealth is a two edged knife. Like a sharp sword. You can cut things with both sides. That’s why a wealth can turn into something disasterous if not properly used. If Allah takes away things from someone doesn’t necessarily means a negative response. It can very well be positive. One can easily be blessed by taking things from them. If a person is destined to use a wealth he gain for his doom, it’s only natural to take away from him the wealth to prevent such a calamity over him. Both like we said before, some are tested by earning and some by losing. Joy to people who win the test either by having or losing.

Which reminds me this incident in Hayber March. A man named Abu Abs had come to Rasulallah before the march. He had a very old dress on him. Rasulallah looked at him and asked, “Don’t you have anything else to wear?” The dress was tattered, his skin was exposed. “No, Rasulallah.” He replied. “And I couldn’t left any food to my children either.”

Rasulallah had only one dress in his possessions back then, a new, fresh one. He gave it to Abu Abs. “Take this.” He said and Abu Abs took it. After a while when the army was ready to march Rasulallah saw him again but the dress he had given him wasn’t there. Another clothing, something older and used he was wearing. So Rasulallah asked;

“Don’t you wear that dress?”

“O Rasulallah how could I wear it. I sold it to 8 gold. I bought this dress for 4 golds. 2 golds I left to my childrens food and 2 I used for my battle rations.

There was a saying of Rasulallah.

“The future of you will be more wealthier that today. One day all earths treasures will be opened to you. But that day won’t be good for you. “Alas, it won’t be a good day to you at all.”

Abu Abs lived long enough to see those days and confirmed Rasulallah, saying “Yes, indeed it wasn’t really be good for us.”

There’s a hadith accepted by the entire hadith records, all knowledge of hadith accepts this particular sentence. It’s like this.

“I don’t fear that my community will someday pray to idols again. My fear is my communities becoming earthbound people, becoming shackled to possessions, money and wealth. Glorifying the earth and making it the priority.”

Rasulallah had warned us about this danger from the beginning. So if you ask what is the greatest danger fort his community? It’s becoming Jewminded, particularly earthminded. Because sons of Israel who were muslims once became Jewminded just like that.

ve leyeziydenne kesiyren minhum ma unzile ileyke min Rabbike tugyanen ve kufra Passage now talks about a specific group or mentality in this case. Who are they? Usually people of the book but if we look more focused the targeted group is sons of Israel who became Jewminded. But for generalization purposes the passage addresses to all of us. It’s not just about them, it’s about us too. What given to them by their Rabb will raise their arrogance and denial. As in you may have little right now but in time the blessings and wealth which will be given to you will also raise their potantial of arrogance.

This arrogance is obvious even now. It’s like Allah is testing you with not giving and for that they say, “Allah has tight hand, Allah is stingy. So will they really be happy when Allah begin to give you? Will they accept you then? Those people now looking at you and find you weak, will they really find you rightful when you reach the power? No, this is typical Jewish logic. It’s never consistent. That means when you get to power in future, nothing will change. Tomorrow you will be strong but they will look at you the same way. They never accept your truth just because you are strong.

So we can deduce this lesson from this passage. The behaviours of a warped logic is not about you being powerful or not. It’s about their stand for the truth. It’s about their crooked mentality. Because with that perspective nothing seems right for that person. That’s why we shouldn’t organize our logic with this twisted and warped Jewish logic. As in we shouldn’t act with instinctive reactions. You submit to Allah and walk on the path that Allah drew for you.

Even if you adjust your perspective to them, they will always give you an excuse not to believe in you. This is the truth that wants to be told here. Moving on.

ve elkayna beynehumul ‘adavete velbagdae ila yevmil kiyame We have cast between them animosity and hatred that will last until the Doomsday period.

Dear Qur’an friends, this mentioned warped logic naturally brings a warped sensibility to the person possessed it and they take hatred as their religion. That’s why this is the most typical behaviour of sons of Israel who became Jewminded. They have been cast animosity and hatred among them. They are cursed with an unending hatred and vindiction.

All the reactions that Allah gives to Himself are the consequences of peoples actions. People want something and Allah reacts accordingly. Allah never gives a reaction unbound from the mans action. So taking over the reaction for His own name is the reason of union mentality. Because the faith of “Nothing can happen without Allah” has this requirement. So, to understand the depths of this verse, it’s enought to now the history of Jewish communities. Casting hatred seeds among them.

They had lived their golden era until Solomon’s reign. By the time of kingdoms, sons of Israel civilization was on rising and when the Solomon’s time arrived they lived they reached the peak of their existences. But after Solomon, the land of Israelia divided into two pieces. Jew and Israeli. And just like this verse indicates, the history begin to repeat itself so constantly and specific.

Jew nation made an alliance with Babylon, the heathen Babylon and marched against Israeli, as in they made a pact with enemies to destroy their own brothers and religion friends. They destroyed the country which Solomon and David had built. They ture down the temple of Solomon, their own prophet with their own hands. Not only they made alliance with their enemies, they almost reached to a point of licking their boots. They were in such a degradation.

So will they succeed then?This happened sixth century BC. But after just 200 years, the land of Jew was obliterated by Assyrians, they were forced to a mass immigration. They were taken to the lands of Iraq as today. By centuries they lived there. Only after Persians conquered the lands of Assyria they managed to return their home lands, that was centuries after.

What happened after that? The land became so corrupted by their actions their religion became hatred and vindiction again until the reign of Titus of Rome. The annihilation was so intense, they couldn’t recover it from almost 2000 years. They ran away from their lands again and their infamous diaspora began. The longing of 2000 years of home developed after this process. A queen made their famous temple a garbage disposal area, the queen of Byzantine. It was the muslims again who remove that dumpsite and rebuild the temple of Solomon and made it one of the temple of Allah again, this could only be possible during the time of Caliph Omar after the conquest of Jerusalem.

That’s why their situations in Madina are explained here, firstly to Rasulallah and Muslims, what is the origin of this hostility of Madina Jews, this is the nature of things. The truth is explain here to inform us that this is their history. Their evil doings are nothing new, this has been going from the beginning of their history.

kullema evkadu naren lil harbi atfeehAllah Every time they kindle the fire of war, Allah does extinguish it; yes’avne fiyl Ardi fesaden. but they always strive to do mischief on earth.

It’s horrible. They really work so hard to create corrption and mischief on earth. Yes, they do. Very interesting but why? It comes from the idea not believing what’s bad for them is also bad for entire humanity. More than that, it’s the instinct of having power over all creation. As in our purpose of living is to rule over all humans, this is the reason of our existences.

This is indexing your life purpose, your reason of existence into an arrogant hubris, a super ego. That’s why in jewish tradition the word goiym has two meanings. One is stranger, outsider and the other is person whom making all kinds of evil onto him is justifiable. Like this. They say, you shouldn’t take usury from your brother. This is from Tora. But from a stranger? No, you can do everything to a stranger.

The corruption of truth reaches to this point. This corruption comes from the false assumption of considering themselves as chosen people of Allah. We people are the friends that Allah chose. Others are our servants. It’s like this. They ties this ideology to a verse in Tora. They will be your servants, those communities will kiss your feet. They will tie your shoes for you. This is the logic. So when you have this kind of sick ideology, it’s only natural to see every kinds of evil  done to outsiders. You see it justified. But remember how Rasulallah treated the Jews who had this mentality. Remember.

They betrayed their treaty, Ben-i Nadir Jews, and for their actions they were banished, but some of them had debts to collect from Madina Muslims. Because they had given money to Madina Muslims before, even from the times of ignorance there were debts with usury.

Rasulallah said, if you want to take your debts before your time now, you should make discount and shall take some right now. From this day, you may come to Madina and stay here from a limited time, if a single coin left for you to collect, I’m a witness for you. When Rasulallah died his armor was with Abu Shahm as pawned, he had traded it for wheata while back. Although when Rasulallah had died Islam lands reached to a point as large as Western Europe. That was Rasulallah’s behaviour.

For his behaviour during the conquest of Hayber, the leaders of Hayber Jews couldn’t hold themselves from saying this for Rasulallah’s justice. – Bi haza kamissemevati vel ard. As in heavens and earth stand on this justice. They had to say this for their enemy Rasulallah.

vAllahu la yuhibbul mufsidiyn; Allah doesn’t like who cause corruption and mischief.

Remember dear friends, here are things we cannot consider coincidences. Marx was a child of Jewish mother. There are others who follow this path. Of course being born from Jewish parents doesn’t mean you are born evil from the start. Like I said with Rasulallah’s words, no community has been cursed for all its generations. Cursed community doesn’t exists, cursed mentality does. The logic is cursed and if you accept that logic, you become cursed too. Incidently Jews are the ones who represent the ideology of becoming Jewminded to its peak. And interestingly people like Marx and other Jews were the ones who create these broken and mischievous ideologies one earth.

65-) Ve lev enne ehlel Kitabi amenu vettekav lekefferna anhum seyyiatihim ve leedhalnahum cennatin naiym;

Had those, to whom the knowledge of the reality came, believed (evaluated this knowledge) and protected themselves (from shirq; duality) We would surely have erased their bad deeds and placed them in Paradises of Naim (a state in which the forces pertaining to Allah become manifest). (A.Hulusi)

If only the People of the Book had believed and been righteous, We should indeed have blotted out their iniquities and admitted them to Gardens of Bliss. (A.Yusuf Ali)

Ve lev enne ehlel Kitabi amenu vettekav If only the People of the Book had believed. The belief here, what should they believe? If they believed their books, does this include Qur’an too? Actually if they sincerely believed their own books, that sincerity should lead them to believe in Qur’an too. We witness that those who believe in their own values finally reaches to a point where they show faith to Qur’an and Rasul too, like Abdullah Bin Selam. That’s why if only the People of the Book had believed and been righteous,

lekefferna anhum seyyiatihim ve leedhalnahum cennatin naiym We would surely have erased their bad deeds and placed them in Paradises of Naim (Bliss) Our Rabb, our Rabb of All Worlds, Allah says this, all blessings are divided equal to humanity. As in whatever crime you committed, the door of repetance is always open whether you are a muslim,  jew, christian or anything else. This is clear. The things you had done won’t be used as a rope around your neck forever, you can be forgiven.

That’s why this is like a call for forgiveness. A general amnesty. If remorse is the source of repetance this is the opportunity of taking the advantage in general amnesty.

66-) Ve lev ennehum ekamut Tevrate vel Inciyle ve ma unzile ileyhim min Rabbihim leekelu min fevkihim ve min tahti erculihim* minhum ummetun muktesideh* ve kesiyrun minhum sae ma ya’melun;

 Had they evaluated and applied the requirements of the Torah, the Gospel, and what has been revealed to them from their Rabb, they would surely have enjoyed the blessings from above and below (spiritual and material provisions)! Among them are some who are on the just course (give everything its due right) but the majority of them are engaged in wretched deeds! (A.Hulusi)

If only they had stood fast by the Torah, the Gospel, and all the revelation that was sent to them from their Lord, they would have (enjoyed) eating both from above them and from below their feet. There is from among them a party on the right course: but many of them follow a course that is evil. (A.Yusuf Ali)

Ve lev ennehum ekamut Tevrate vel Inciyle ve ma unzile ileyhim min Rabbihim If only they had stood fast by the Torah, the Gospel, and all the revelation that was sent to them from their Lord, leekelu min fevkihim ve min tahti erculihim they would have enjoyed eating both from above them and from below their feet.

Another interesting question comes to minds now. If only they had stood fast by the Torah, the Gospel, and all the revelation that was sent to them from their Lord… We can take this sentence as putting the celestial texts into their lives, acting on their directions. We can also ask this question. What Qur’an is mentioned here on Tora and Bible and such; are we talking about the original Tora and Bible or the books on their hands now, the corrupted texts of Tora and Bible. This is an important question too.

First of all, yes. It is said, “If they followd Tora and Bible.” But the verb is a past tense as in not for the day these verses arrived but to a time before that. This is a warning, a reminder of a sort. If they had followed then, this wouldn’t happened.

The 44, 45 and following verses of this chapter reminds us this fact. If they had followed it, from 44th verses passage, “If the prophet of the community who became Jewminded could manage to rule them with Tora, their path would be the true path.” But a day came and they couldn’t persuade them anymore.

So, from this understanding, the books mentioned here are the uncorrupted texts. Of course the message points us the original message which means this. ve ma unzile ileyhim min Rabbihim. This part is a reference the forgotten, ruled out and destroyed truths in their books. From the message they had recieved. You say Tora, you say Bible and then you say the message they recieved. Wasn’t that Tora and Bible? It was Tora. So what is this ve ma unzile ileyhim min Rabbihim then? The real text their Rabb sent to them. These are the verdicts they cut out from the original book. So it is said here as this. If they follow the entire rules that Allah gave them, if they followed the original text…

Here’s an important point we should notice, dear friends. If they practiced it, it would’t be corrupted. The safest way to protect a text or a teaching is to turn it into action within life. So the lesson is for all muslims through the prophets self is this. If you take a verdict as a text and not carry it to your lives, you let that teaching to face the danger of corruption. It becomes defenseless to attacks. That’s why if you want to protect a teaching, you should definitely make it a part of your live. You should turn it to a regular practice of your lives.

So the answer of this question is the original Tora and Bible but the real message is their lifestyles and lack of the teachings of these books. Otherwise the Tora and Bible of today is similar to the books of Happiness Era. Even a few verses were corrupted on the way, the texts have been pretty much the same today.

If these people were sincere in their faiths and the practice of them in their lives, they would reach to a point in their books where their ancestors cut them away and from that point they would search the truth. If they were sincere, then again this sincerity would bring them to Qur’ans door always. So taking this verse from these different perspectives have no harm in them. The advice is for the believers of that book, Tora should  be practiced either in its original form or todays version.

This is also a wake up call. If you are serious about your faiths, then practice it with this book on your hands. Make it a part of your life. Can we include Muslims for this call today? Truly, muslims are a part of the people of the book and surely this call includes them, includes us too.

leekelu min fevkihim ve min tahti erculihim they would have (enjoyed) eating both from above them and from below their feet. We can take this from another perspective and say semething like this too. They would have taken material and celestial in their lives with equal measures. As in they would have balanced their eartly lives with heavenly one. They wouldn’t have stayed with mere earthly pleasures, they have the chance to have the celestial, the heavenly and with that point of view the infinitely. They would have a chance to have both earthly blessings and infinitely heavenly blessings as well. This would surely elevated their life standards both in this world and the next one.

But what happened, what happens now. They chose earth, they only cared about their earthly standards, their moral stances, celestial measures, higher insights, religious actions, their faiths and all things with high and mighty standards they went below ground. They reached a sub-zero level.

minhum ummetun muktesideh There is from among them a party on the right course. Qur’an doesn’t include everyone and wipes all in one. There are some goods among them and they are picked here. There are some among Christians and Jews that are sincere in their faiths and Qur’an seperates them from the other bunch.

ve kesiyrun minhum sae ma ya’melun; But most of them follows an evil path. These second group, the majority Qur’an tells them they follow another path, much evil and wicked. But minority are excluded here again. Since the majority sets the ethical level of a society though, it’s safe to assume that, societies are ruled under the majorities values.

67-) Ya eyyuherRasulu bellig ma unzile ileyke min Rabbik* ve in lem tef’al fema bellagte risaleteHU, vAllahu ya’simuke minenNas* innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn;

O (honorable) Rasul… Announce that which has been revealed to you from your Rabb! If you do not, then you would not have conveyed the reality of HU! Allah protects you from the people… Indeed, Allah does not give guidance to people who deny the reality! (A.Hulusi)

O Messenger! proclaim the (message) which hath been sent to thee from thy Lord. If thou didst not, thou wouldst not have fulfilled and proclaimed His mission. And Allah will defend thee from men (who mean mischief). For Allah guideth not those who reject Faith. (A.Yusuf Ali)

Ya eyyuherRasulu O Messenger! bellig ma unzile ileyke min Rabbik Announce that which has been revealed to you from your Rabb!

If we thought this with the verse above, we may understand its celestial meaning which seems like a sharp warning. O Messenger, announce that which has been revealed to you from your Rabb!

ve in lem tef’al fema bellagte risaleteHU If you do not… If you don’t do it completely… We shouldn’t skip the completely part here. From the daqys of Celaleyn and to Taberi and to all the translators of today, they have all accepted that Allah’s warning is about completion. As in Rasulallah should fulfill his duties to the teeth, without anything missing, so I should add this to the original meaning.

ve in lem tef’al fema bellagte risaleteHU If you don’t do it completely, then you wouldn’t not have fulfilled and proclaimed His mission. vAllahu ya’simuke minenNas Allah protects you from the people. innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn; Indeed, Allah does not give guidance to people who deny the reality! Kafiriyn word should be taken as ungrateful, as in people who reject the blessings that is given to him.

So a question might comes to minds here? Did Rasulallah have any intention of concealing some messages which Allah sent through him, was this the warning for that concealing thoughts? Mother Aishe said those days that thinking like that is not only a slander to Rasulallah but also a slander against Allah as well.

-Whoever assumes that Rasulallah might conceal a single thing which Allah sent to him… Whoever assumes, this is the exact expression. Whoever assumes that, he throws the biggest slander against Allah. Not just to Rasulallah, this is the worst slander against Allah.

So how should we understand this expression then. We cannot say it’s like this, in fact we shouldn’t at all. This is how we should understand it, dear friends. These kinds of sentences should be looked at with their backgrounds, in this case with the verses around it. A selective logic as an approach method carries the great danger of rejecting the entire unifying project from foundation. It’s about reminding Rasulallah and through him reminding all muslims that this entrusted knowledge should be a part of their lives all the way to its final letter. It’s also curious to see this verse right after another warning. It’s like saying, “O Muslims, o believers. You see that those sons of Israel who became jewminded ended up when they refuse to integrate the truth to their lives. If you don’t do it, you lose everything too.” I can give a perfect example here.

When sons of Israel who became Jewminded saw in their books and in Christians book, the news about Rasulallah’s arrival, they tried to conceal it, discard it. But after that Tora and Bible lost their functions too. They became almost useless, like they never arrived. Because they turned their backs to Qur’an, they turned their backs to Allah.

They ignore the verdicts and rules and news of Rasulallah’s arrival. Ignoring this single fact is ignoring all the messages of Allah and Allah Himself.

That’s why following the message as a whole. Here we can deduce the same conclusion for us with the exact opposite place. They turned their backs to their own books just because they had the news of Rasulallah’s arrival, for that they alienated themselves from Allah and Truth. So you people who have the last message is entrusted with, you Rasulallah, you should make this message as a part of your lives to its final letter. Make all the words of the message as actions of your lives. Live it, otherwise you won’t be complete. The building of revelations is like a perfect entity made of perfectly places bricks of verses. If you try to pull a single verse from this building, you face the danger of collapsing. This is how we believers should percieve this message. vAllahu ya’simuke minenNas Allah will protect you from peoples attacks.

According to the records we see from Taberi, Razi, Zemahsheri, Ibn Kesir and others, Rasulallah had bodyguards until this verses arrival. He had people protecting him. But after the arrival of this verse, he sent them and said, “Allah will protect me now on.” Of course this verse isn’t directly related to this incident since Qur’an has mutiple warnings and informations regarding the fact that Rasulallah was under the protection of Allah. innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn; Indeed, Allah does not give guidance to people who deny the reality!

68-) Kul ya ehlel Kitabi lestum ala shey’in hatta tukiymut Tevrate vel Inciyle ve ma unzile ileykum min Rabbikum* ve le yeziydenne kesiyren minhum ma unzile ileyke min Rabbike tugyanen ve kufra* fela te’se alel kavmil kafiriyn;

 Say, “O those to whom the knowledge of the reality was given! You are not standing on any ground until you uphold (apply directly to your life) the Torah, the Gospel, and what has been revealed to you from your Rabb!” Indeed, that which has been revealed to you from your Rabb increases most of them in denial and transgression… So do not grieve over the people of denial! (A.Hulusi)

Say: “O People of the Book! ye have no ground to stand upon unless ye stand fast by the Torah, the Gospel, and all the revelation that has come to you from your Lord.” It is the revelation that cometh to thee from thy Lord, that increaseth in most of them their obstinate rebellion and blasphemy. But sorrow thou not over (these) people without Faith. (A.Yusuf Ali)

Kul ya ehlel Kitabi Say: “O People of the Book! lestum ala shey’in hatta tukiymut Tevrate vel Inciyle ve ma unzile ileykum min Rabbikum As we can all see dear friends; right after the verse started with O Messenger, Qur’an turns back the main subject of the passage. So, it’s obvious that the previous verse warning Rasulallah has a reason like “Don’t become like them, don’t fall into the same mistakes as them.” Our previous translation and explanation sets a nice background for this verse too.

Kul ya ehlel Kitabi Say: “O People of the Book! lestum ala shey’in hatta tukiymut Tevrate vel Inciyle ve ma unzile ileykum min Rabbikum “You have no ground to stand upon unless ye stand fast by the Tora, the Bible, and all the revelation that has come to you from your Lord.” You have nothing unless you practice your beliefs. Why? Because you have a book, a line between you and celestial realm, but you refuse to follow it. So basically you are nothing. Holding the document of truth in your hands doesn’t carry much meaning. Because you do nothing with those truths.

Carrying the medicine which will cure you from your illnesses doesn’t mean you are sick-free until you take the medicine in your systems.

Carrying a perfect battle plan which will help you in your battles doesn’t mean you are victorious unless you execute that plan.

Carrying the greatest construct of the world in your hands doesn’t mean you have the most beautiful palace to live in until you turn it into the part of this world. This is the message here. If you haven’t put that things in life, it’s only a recipe you are carrying.

It’s like that old joke. Old man had a perfect cake recipe, he went and took all the ingredients and but them all in a bag. From cheese to eggs, from butter to milk, all of them. Right about to make a cake a big bird emerged and swiped the entire bag. OId man was waving the paper behind the bird, “I have the recipe.” We have the recipe of truth named Qur’an. But holding the recipe alone isn’t enough. That recipe should be used. Otherwise holding the recipe or not won’t make a difference. We will fall into a state of misery without it, even we had the chance. This will create a bigger let down.

ve le yeziydenne kesiyren minhum ma unzile ileyke min Rabbike tugyanen ve kufra Indeed, that which has been revealed to you from your Rabb increases most of them in denial and transgression.

We translated a similar verse above, you remember. They were presenting some objections to you. They were measuring you by the power and wealth you have on earth and they claimed that Allah takes away the blessing from you, you are not in the right path. Whether by intentional or without believing. They were saying, “If Allah was really supporting you, Allah would have given you blessings. We are rich.” Yes they were saying this. “We have the wealth, O Muhammad. We have the power. So why should we put faith in you?”

So there’s another verse arrived here that eradicates this logic. It says; Indeed, that which has been revealed to you from your Rabb increases most of them in denial and transgression. We can take this as the blessing. As in when Allah decides to enlarge the blessings that are given to you, they won’t find you right anyway. fela te’se alel kavmil kafiriyn; Don’t feel sorry for a blasphemous community anymore.

This is important, it gives us Rasulallah’s soul map to us. Rasulallah was staying on this so much, about their salvation. But here our Rabb eases his mind, saying, “You don’t have to feel sorry for them anymore.”

69-) Innelleziyne amenu velleziyne hadu vassabiune vennesara men amene Billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fela havfun aleyhim ve la hum yahzenun;

Indeed, whoever among the Jews, the Sabeans and the Christians believes in Allah (their very own Rabb and the Rabb of the worlds) and in the eternal life to come and practices the requirements of this faith, there shall be no fear for them, nor shall they be grieved! (A.Hulusi)

Those who believe (in the Quran), those who follow the Jewish (scriptures), and the Sabians and the Christians,- any who believe in Allah and the Last Day, and work righteousness,- on them shall be no fear, nor shall they grieve. (A.Yusuf Ali)

Innelleziyne amenu velleziyne hadu vassabiune vennesara Those who believe (in the Quran), in capital letters, MUSLIMS. When I say muslims regularly, I mean all people who believe in one creator, unity on earth. But since my speech cannot show you whether its regular or special, I should add this and say, I’m talking about MUSLIMS now. Because when I want to use capital letters, I specifically mean the community of Rasulallah.

Yes, so here. O MUSLIMS Innelleziyne amenu Those who believe (in the Quran) velleziyne hadu those who follow the Jewish (scriptures) vassabiune and the Sabians vennesara and the Christians men amene Billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fela havfun aleyhim ve la hum yahzenun any who believe in Allah and the Last Day, and work righteousness,- on them shall be no fear, nor shall they grieve. Allah guarantees it.

I remind you 62nd verse of Al-Baqarah. A similar form was there. Innelleziyne amenu velleziyne Hadu venNesara vesSabiiyne men amene Billahi velyevmil’ahiri ve amile salihan, felehum ecruhum inde Rabbihim ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun; (Al-Baqarah/62)

Minor adjustments may be there but a similar form nonetheless. Baqarah/62. They shall be rewarded. Their boons are their own. They shall not carry sadness for their past nor anxiety for their future.

In here dear friends, I should have your attention to something. Qur’an is the peak of all revelations. Qur’an is the final and perfect book of spiritual maturity Project. It’s the crown of all books. But even with these attributes, Qur’an never leaves out any previous belief followers from Allah’s blessings. It’s the only message that informs us their paths (some of theirs paths) are also good and right and they shall be rewarded for their actions.

In this sense, Qur’an is the flag which also represents the truths of all previous celestial messages and embraces them. It’s the last peak of celestial message. What it is meant here is this. Without falling to the assumption of a faith arrogance, a faith nationality, people should applaud all things right and true, whereever they see and whoever they see it from, truth and beauty is a quality to embrace and accepted and this verse is the reminder of this fact.

It is also a warning to muslims, reminding the muslim sons of Israel who fell into the depths of faith arrogance and became Jewminded people. Don’t deny that there’s no truth except yours. See the good beside yours. Accept them, don’t give all things good to your community alone or all blessings to yourselves alone.

70-) Lekad ehazna miysaka beni israiyle ve erselna ileyhim rusula* kullema caehum Rasulun Bi ma la tehva enfusuhum feriykan kezzebu ve feriykan yaktulun;

We had taken a covenant from the Children of Israel and disclosed for them Rasuls! But whenever a Rasul came to them with what their egos did not like, they denied some and killed some! (A.Hulusi)

We took the covenant of the Children of Israel and sent them messengers, every time, there came to them an a messenger with what they themselves desired not – some (of these) they called impostors, and some they (go so far as to) slay. (A.Yusuf Ali)

Lekad ehazna miysaka beni israiyle ve erselna ileyhim rusula We took the covenant of the Children of Israel and sent them messengers, every time kullema caehum Rasulun Bi ma la tehva enfusuhum But whenever a Rasul came to them with what their egos did not like feriykan kezzebu ve feriykan yaktulun they denied some and killed some! Qur’an tries to confort Rasulallah here by showing about sons of Israel and their behaviours, how they had treated other prophets. It says, “They are not doing it just to you. They were always like that.” Many assassination attempts were made against Rasulallah. Qur’an informs Rasulallah that they also had done this to other prophets as well. That’s why the real problem is not about being from their bloodline or not. There were many prophets before Rasulallah from their own blood even but they tried to kill them also.

71-) Ve hasibu ella tekune fitnetun fe’amu ve sammu summe tabellahu aleyhim summe ‘amu ve sammu kesiyrun minhum* vAllahu Basiyrun Bima ya’melun;

They thought there would be no harm in this; hence, they became blind (to the reality) and deaf (to the call of the Truth)! Then Allah accepted their repentance… But most of them became blind (unable to evaluate the reality) and deaf (unable to perceive) again! Allah (as the creator of their deeds) is Basir over what they do. (A.Hulusi)

They thought there would be no trial (or punishment); so they became blind and deaf; yet Allah (in mercy) turned to them; yet again many of them became blind and deaf. But Allah sees well all that they do. (A.Yusuf Ali)

Ve hasibu ella tekune fitnetun fe’amu ve sammu What did sons of Israel do more than that? Sons of Israel who became Jewminded. They thought there would be no harm in this; hence, they became blind and deaf. On the base of this behaviour lies arrogance. What kind of arrogance? We are the chosen community of Allah, we are immune. Using their bloodline as a means to get favors from Allah. summe tabellahu aleyhim Then Allah accepted their repentance. They were given many chances to turn throughout history. Here Rasulallah was reminded that there were many opportunities they could use to adjust their behaviours, to leave their state of denial.

summe ‘amu ve sammu kesiyrun minhum yet again many of them became blind and deaf. As in they were treating you and the celestial message like this because this attitude become their nature. Their hearts become blind, their minds become deaf. They are no longer capable of realizing the truth.

Most important ingredient of this attitude is the arrogance of faith. We can also say, assuming of owning the patent of truth. This assumption of having the sole truth is the definition of faith arrogance. summe tabellahu aleyhim Then Allah accepted their repentance summe ‘amu ve sammu kesiyrun minhum yet again many of them became blind and deaf. vAllahu Basiyrun Bima ya’melun; But Allah sees well all that they do. They may be blind but Allah sees well.

72-) Lekad keferelleziyne kalu innAllahe HUvel Mesiyhubnu Meryem* ve kalel Mesiyhu ya beni israila’budullahe Rabbiy ve Rabbekum* innehu men yushrik Billahi fekad harramallahu aleyhil cennete ve me’vahun nar* ve ma lizzalimiyne min ensar;

Certainly, those who said, “Allah is the Messiah, the son of Mary” have denied the reality… (Whereas) the Messiah had said, “O Children of Israel… Serve Allah, my Rabb and your Rabb… For whoever associates partners to Allah (shirq; duality) indeed Allah has made Paradise forbidden to him! His destination will be fire! There are no helpers for the wrongdoers!” (A.Hulusi)

Certainly they disbelieve who say: “Allah is Christ the son of Mary.” But said Christ: “O Children of Israel! worship Allah, my Lord and your Lord.” Whoever joins other gods with Allah,- Allah will forbid him the Garden, and the Fire will be his abode. There will for the wrong-doers be no one to help. (A.Yusuf Ali)

Lekad keferelleziyne kalu innAllahe HUvel Mesiyhubnu Meryem Qur’an brings the passage to another section of the people of the book, Christians. It says; Certainly, those who said, “Allah is the Messiah, the son of Mary” have denied the reality.

ve kalel Mesiyhu ya beni israila’budullahe Messiah had said, “O Children of Israel. Rabbiy ve Rabbekum Serve Allah, my Rabb and your Rabb. Even after he said that, they declared Messiah, the Rabb Himself. There’s a pointer here to Trinity belief.

So dear friends, if you ask when did he say that, you may find the answer in the Bible at hand. I can give the exact page in Matta Bible. Matta 4th bab, 10th verse, Luka 4th bab, 8th verse, Yohanna 20th bab, 17th verse. The call of Jesus, Qur’an mentions is rather clear. We can see there the call is all about not declaring him as god and they should only serve Allah.

innehu men yushrik Billahi fekad harramallahu aleyhil cennete For whoever associaates partners to Allah indeed Allah has made Paradise forbidden to him! These words are from Qur’an. Whoever associates partners or sons to Allah, heavens are forbidden to him.

Actually there’s an interesting form of addressing here in this verse. They didn’t call them blasphemers. Qur’an doesn’t call them heathens as it calls Meccan heathens.  It doesn’t say they shirq. The expression of vellezine eshraku isn’t used to describe Christians or Jews. It’s interesting. You cannot see an addressing form of Mushrikiyn, for them. But another form is used, something softer.

innehu men yushrik Billahi fekad harramallahu aleyhil cennete For whoever associaates partners to Allah indeed Allah has made Paradise forbidden to him! This expression has a softer, easy to turn back attitude in it.

ve me’vahun nar Their destination is Fire ve ma lizzalimiyne min ensar; There are no helpers for the wrongdoers!

The reason of this particular form, I will talk about it further in next verses.

73-) Lekad keferelleziyne kalu innAllahe salisu selaseh* ve ma min ilahin illa ilahun vahid* ve in lem yentehu amma yekulune leyemessennelleziyne keferu minhum azabun eliym;

Indeed, those who said, “Allah is the third of the three” have become deniers of the reality! The concept of godhood is invalid; the possessor of Uluhiyyah is ONE! If they don’t stop what they are saying, the deniers among them will surely live a painful suffering! (A.Hulusi)

They disbelieved who say: Allah is one of three (in a Trinity): for there is no god except One God. If they desist not from their word (of blasphemy), verily a grievous chastisement will befall the disbelievers among them. (A.Yusuf Ali)

Lekad keferelleziyne kalu innAllahe salisu selaseh Indeed, those who said, “Allah is the third of the three” have become deniers of the reality! A direct reference to Christianic trinity belief.

ve ma min ilahin illa ilahun vahid for there is no god except One God.

As we can see the mentality of trinity is completely rejected. We had studied this subjectin our lesson including Nina/171th verse. So I’m not going to elaborate here again.

Trinity is the most complicated, most chaotic problem among all religion scholars. There’s no problem so severely complex than the belief of trinity. And because they too have no explaination on that matter they decide to categorize it as dogma and move on.

Christians formula on this subject is, “Believe first, then you try to explain or understand it if you can. They asked for faith first. But about trinity there’s no mind can be settled or heart can be set for a believer. I mentioned the ideology of trinity was injected to Christianism by Paulus and it is indeed a pagan tradition. Both Hindu, Egyptian or Anatolian Paganism, we can see the traces of trinity related stories.

For example old Indian story Trimurti is a complete trinity with three god figures Brahma, Vishnu and Shiva. These three represent also the same things of a trinity construction. A father, a son and a holy spirit. These three represents these three figures by the letter.

Another similar ideology is ancient Egypt’s Hermes Trismegistus. As in three megistus. A three staged god. It’s dividing the god to three pieces.

Of course Christianis Trinity doesn’t say outright that Jesus is Allah. There’s no information or explanation about that. They too don’t accept that. But in some sects of Christianism, it is said that Allah came down to earth in the form of Jesus. There are some saying that Allah showed his face in Jesus’ form. Some other uses the pattern of selase uklum, as in three element. Allah is the union of these three elements. Surely dividing Allah into three elements is strange and outright arrogant. There are some explanations about this matter but none of them are convincing naturally.

But we should know this. They never say Jesus is Allah. They say themselves that he had eaten, lived and died. But when you ask this question to them, you cannot get an answer. “How can Allah die then? How can you crucify Allah?” They accept the fact that he can eat, drink, walk among people. They say there’s something as last supper. So this man eats, drinks because he is indeed a man. So where’s the godhood in that then?

They accept the twisted nature of this subject too. They try to come up with explanations but every explanation makes the subject more complicated. That’s why the subject of trinity is one of the most twisted and inexplicable problems of entire religion studies.

So I also gave an answer to the question of I asked earlier. Qur’an doesn’t categories them as heathens outright. Because that’s not what their claims are with. They do te’vil. They make comments, they interpret.

ve in lem yentehu amma yekulune leyemessennelleziyne keferu minhum azabun eliym; If they don’t stop what they are saying, the deniers among them will surely live a painful suffering!

74-) Efela yetubune ilAllahi ve yestagfiruneHU, vAllahu Gafurun Rahiym;

Are they still not going to repent to Allah and ask for forgiveness? Allah is the Ghafur, the Rahim. (A.Hulusi)

Why turn they not to Allah, and seek His forgiveness? For Allah is Oft- forgiving, Most Merciful. (A.Yusuf Ali)

Efela yetubune ilAllahi ve yestagfiruneHU Are they still not going to repent to Allah and ask for forgiveness? There’s a door here for Christians. The door of repetance is not only open for Jews but for Christians too. It’s clear here.

vAllahu Gafurun Rahiym For Allah is Oftenly Forgiving, Most Merciful.

75-) Mel Mesiyhubnu Meryeme illa Rasul* kad halet min kablihir Rusul* ve ummuhu siddiykah* kana ye’kulanit ta’am* unzur keyfe nubeyyinu lehumul ayati summenzur enna yu’fekun;

 Messiah, the son of Mary, is only a Rasul… Rasuls have come and gone before him! His mother was a woman of truth (she had witnessed the essential reality and testified to its existence without reservation)! They both used to eat food (they were human)! Look at how We have informed them of the signs! Then look again, how they divert from the truth! (A.Hulusi)

Christ the son of Mary was no more than a messenger; many were the messengers that passed away before him. His mother was a woman of truth. They had both to eat their (daily) food. See how Allah doth make His signs clear to them; yet see in what ways they are deluded away from the truth! (A.Yusuf Ali)

Mel Mesiyhubnu Meryeme illa Rasul* Messiah, the son of Mary, is only a Rasul. kad halet min kablihir Rusul Rasuls have come and gone before him! Remember Ali-Imran 144.

Ve ma Muhammedun illa Rasul Muhammed is only a Rasul of Allah. kad halet min kablihirRusul Rasuls have come and gone before him. Almost identical forms. They are both identified as close forms. That’s why what meant to be said here is, don’t slander your prophets, your scholars, your saints by overglorifying them. Don’t throw them out of life by giving them deity roles.

There are two ways to throw people out of life.

1-Hate, by lowering their positions.

2-Love, you take them out of exampler zone. You cannot take examples from what you deitify. People cannot immitate gods. Godly figures are out of touch of immitation, they are the things out of life. People can only take other people as examples. That’s why they try to take their leaders, their loved ones, prophets. People who refuse to take them as examples are usually overglorify them, making them angelic figures, something extraordinary and supernatural. This is the worst thing kind of treatment for a prophet. That’s why this kind of behaviours are restricted by Rasulallah with these words.

 –   La tutruni kema etriyyet me Meryem..! Don’t make me flying, (don’t overglorify me) like they did to son of Mary.

 –   Fe innema ena abdun..! I’m just a man. Fe kulu, For me, say this. Abdullahi ve rasuluhu..! He is a worshipper and prophet of Allah.

 In this sense there’s no beautiful warning than this, a great formula. Qur’an continues.

ve ummuhu siddiykah And here the slander of Jews is rejected. Jews had slandered his mother.They named Jesus as the child of an unknown father. That’s why in a single verse we see degrading and overglorifying. And as we can also see both of them are rejected. Tha balance is the center of attention here.

kana ye’kulanit ta’am Another great proof. They had both to eat their daily food. Regular food. How can a figure be a god if his sustenance is nothing but regular food?

unzur keyfe nubeyyinu lehumul ayati Look at how We have informed them of the signs! summenzur enna yu’fekun Then look again, how they divert from the truth!

76-) Kul eta’budune min dunillahi ma la yemliku lekum darren ve la nef’a* vAllahu HUves Semiy’ul ‘Aliym;

  Say, “Do you serve those besides Allah, who neither give you harm, nor any benefit? Allah is HU, the Sami, and the Aleem. (A.Hulusi)

Say: “Will ye worship, besides Allah, something which hath no power either to harm or benefit you? But Allah,- He it is that heareth and knoweth all things.” (A.Yusuf Ali)

Kul eta’budune min dunillahi ma la yemliku lekum darren ve la nef’a Say, “Do you serve those besides Allah, who neither give you harm, nor any benefit?

If we pay closer attention, Jesus and his mother Mary were mentioned in the verse above. And now we see an expression saying; Do you serve those besides Allah, who neither give you harm, nor any benefit? Think about it. What a great answer to people who wait a har mor benefit from their pasts, from their saints. So this expression used to describe Mary and Jesus, it’s also valid for regular people to naturally. That’s why people who are in wait for an effect from their ancestors, from the headfigures they overglorified should really pay closer attention to this verse.

vAllahu HUves Semiy’ul ‘Aliym; Allah is that hears and knows all things.

77-) Kul ya ehlel Kitabi la taglu fiy diynikum gayrel Hakki ve la tettebi’u ehvae kavmin kad dallu min kablu ve edallu kesiyren ve dallu an sevais sebiyl;

Say, “O People of the Book… Do not exceed the limits and unjustly transgress the boundaries of your religion… Do not follow the empty delusions of a people who have diverted many from the right course in the past, and who have gone astray from the centerline!” (A.Hulusi)

Say: “O people of the Book! exceed not in your religion the bounds (of what is proper), trespassing beyond the truth, nor follow the vain desires of people who went wrong in times gone by,- who misled many, and strayed (themselves) from the even way. (A.Yusuf Ali)

Kul ya ehlel Kitabi Say: “O people of the Book! la taglu fiy diynikum gayrel Hakki Do not exceed the limits and unjustly transgress the boundaries of your religion. If you do, you won’t believe more. Quite the opposite, you start to corrupt your beliefs. Don’t say, “Wouldn’t it be better to believe more?” More belief isn’t like more food. You cannot say, “We should believe more, so what should we do? We should deitify our prophet. We should elevate our saints to celestial positions.”

Is it though? No, that’s only corrupt your faiths. Faith is a delicate constitution. If you break the lines, it all goes away. That’s why you should watch your boundries constantly.

ve la tettebi’u ehvae kavmin kad dallu min kablu ve edallu kesiyren ve dallu an sevais sebiyl Do not follow the empty delusions of a people who have diverted many from the right course in the past, and who have gone astray from the centerline!” This is a warning to this community from our Rabb. Don’t fall from the path like those before you. Don’t follow their footsteps. What did prophet say regarding this falling away?

– I swear you will fall into the same paths like those before you and you will follow them step by step.

– Le tedbeanne sunenellezine min kablikum shibran bi shbrin, ziraen bi ziraen If they crawl into a serpents den Velev dehalu hucr’a rabbin you will follow them and crawl into the same serpents den.

This is a dire news for us. An information that we won’t get smarter despite Allah’s warning.

78-) Lu’inelleziyne keferu min beni israiyle ala lisani Davude ve ‘Iysebni Meryem* zalike Bima ‘asav ve kanu ya’tedun;

Those who deny the Truth from the Children of Israel have been cursed (fell far from Allah) by the tongue of David and Jesus, the son of Mary… This was because they rebelled and transgressed the boundary. (A.Hulusi)

Curses were pronounced on those among the Children of Israel who rejected Faith, by the tongue of David and of Jesus the son of Mary: because they disobeyed and persisted in excesses. (A.Yusuf Ali)

Lu’inelleziyne keferu min beni israiyle ala lisani Davude ve ‘Iysebni Meryem Those who deny the Truth from the Children of Israel have been cursed fell far from Allah by the tongue of David and Jesus, the son of Mary. You can find David’s curse in masmur, 28th bab 21, 22, 31 and 33rd sentences. Those passages informs us clearly about David’s curse. Also it can be seen in Bible. Matta 12nd chapter 34th sentence and 23rg chapter 33 and 35th verses show us the curse of Jesus too. As in you can see the reaction of Jesus regarding those who tries to make him a celestial entity. Despite all these, yes despite these open warnings they go astray from the truth. So even your books may containt the truth about this, doesn’t mean you are immune to corruption. You may easily fall into the same mistake if you don’t make that book a part of your life.

zalike Bima ‘asav ve kânu ya’tedun; This was because they rebelled and transgressed the boundary.

79-) Kanu la yetenahevne an munkerin fealuh* le bi’se ma kanu yef’alun;

They did not prevent one another from the bad deeds that they did. How wretched were their deeds! (A.Hulusi)

Nor did they forbid one another the iniquities which they committed: evil indeed were the deeds which they did. (A.Yusuf Ali)

Kanu la yetenahevne an munkerin fealuh They. Yes, what were they trying to do? They did not prevent one another from the bad deeds that they did.

Remember dear friends. In the verse at the beginning of this lesson, we deduce that sons of Israel became corrpted because the religious scholars and leaders didn’t try to warn them on their mistakes. And here we see the reason why Christians fell, it’s the exact same thing. Their scholars didn’t warn them and tried to prevent them from evil deeds. This is all about Emr-i Bil Maruf, Nehy-i Anil Munker. Order the good and reject the bad. So it’s never enough to protect a text from literal corruption, to walk the straight path the members of the beliefs should also protect their brothers and sisters from doing evil deeds by warning them, persuading them educating them. That’s the only way for a communities survival.

 le bi’se ma kanu yef’alun; How wretched were their deeds!

80-) Tera kesiyren minhum yetevellevnelleziyne keferu* le bi’se ma kaddemet lehum enfusuhum en sehitAllahu aleyhim ve fiyl azabi hum halidun;

You will see the majority of them befriending those who deny the knowledge of the reality… How wretched is the eventuality prepared by their ego! The wrath of Allah is on them! They will be subject to suffering eternally. (A.Hulusi)

Thou seest many of them turning in friendship to the Unbelievers. Evil indeed are (the works) which their souls have sent forward before them (with the result), that Allah’s wrath is on them, and in torment will they abide. (A.Yusuf Ali)

Tera kesiyren minhum yetevellevnelleziyne keferu You will see the majority of them befriending those who deny the knowledge of the reality.

So, what is the main reason behind this. Why haven’t they try to warn others and prevent them of evil deeds? Why haven’t they protect each others? Because good and evil are so intertwined. They walk side by side. When good is deep into bads territory, no warnings can be enough to persuade the bad. At the end the good becomes adjusted to bad deeds. This is what we read here.

le bi’se ma kaddemet lehum enfusuhum How wretched is the eventuality prepared by their ego.

It’s very important dear friends, to which side a man wants to here from within. If you listen to negative, you can only hear the whispers of bad. If you want to hear positive, you can listen to you own soul.

en sehitAllahu aleyhim The wrath of Allah is on them. ve fiyl azabi hum halidun They will be subject to suffering eternally.

81-) Ve lev kanu yu’minune Billahi ven Nebiyyi ve ma unzile ileyhi mettehazuhum evliyae ve lakinne kesiyren minhum fasikun;

Had they believed in Allah, the creator of their being with His Names, the Nabi (Muhammad saw) and what has been revealed to him, they would not have befriended them (the deniers)… But most of them are corrupted in faith. (A.Hulusi)

If only they had believed in Allah, in the Prophet, and in what hath been revealed to him, never would they have taken them for friends and protectors, but most of them are rebellious wrong-doers. (A.Yusuf Ali)

Ve lev kanu yu’minune Billahi ven Nebiyyi ve ma unzile If only they had believed in Allah, in the Prophet, and in what hath been revealed to him ileyhi mettehazuhum evliyae they would not have befriended other deniers ve lakinne kesiyren minhum fasikun but most of them are rebellious wrong-doers.

May Allah protect us from such corruption. Hopefully Allah gives us an exampler mind that help this community make the entrusted revelations a part of our lives, make the prophets exampler life a part of our lives without turning him a godly entity.

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10) “Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”.

“Esselamu aleykum.”

 


Viewing all 327 articles
Browse latest View live