“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
(9-1) den devam
Müteşabihatın varlığı da bunun içindir. Neden Allah Kur’an da muhkemat yanında müteşabihat ayetler, yani birbirini te’yid eden ikili bir sistem kurmuştur diye sorarsanız, ilk bakışta anlaşılmayan ama derin bir bakışla anlaşılacak olan nedir diye soracak olursanız, muhatabından aklını çalıştırmasını istediği içindir. Yani bana yaklaşırken kiraya verilmiş bir akılla yaklaşma. Bana yaklaşırken senin içine koyduğum, indirdiğim vahiy olan aklı kullan. Yani ben vahyi içinde ki vahiyle oku.
Onun için ne muhteşemdir değil mi Haris el Muhasibi’nin; akıl Kur’an dır, Kur’an akıldır demesi ne muhteşemdi. Bu sözü söyleyen adamın ayağı öpülür. Bir zamanlar ariflerimiz böyle sözler söylüyor ve bunu da yaşıyorlardı. Ama daha sonrakiler bu sözleri söyleyenleri ilan ettiler maalesef. İşte problem burada. Bilgi vahdete çağırıyorsa bilgi sosyal amacını gerçekleştiriyor, yok tefrikaya çağırıyorsa dedim ya o bilgi sahibinin zihnine durmuş bir taştır. Kendine hayretmemiş ki bizlere hayretsin.
Dördüncüsü bütünleştir, dördüncü “B” miz. Tevhide delalet eder. Nedir? Aslında her bildiğimiz şey parçanın bilgisidir. Dolayısıyla her bildiğimiz şeyi ait olduğu bütün içinde anlamaya çalışacağız. Yani Bilgimiz arttıkça aslında tevhidimiz artacak. Allah’ın varlığına ve birliğine olan imanımız kemale erecek bilgimiz arttıkça. Bu da nasıl olur? Sanatın içinde sanatkârı görerek, eserin içinde müessiri görerek, fiilin içinde faili görerek değil mi. Mahlukun içinde Hâlık ı görerek, O’nun tecelliyatını izleyerek. Bunu da nasıl becerebiliriz? Esma ül Hüsna aracılığı ile. El Esma ül Hüsna işte bize bunu temin eder. Yani sanatına bakarak sanatkârı görmeyi, fiile bakarak faili görmeyi, esere bakarak müesseri görmeyi temin eder.
Esma ül Hüsna bu manada vesiledir, vesile-i hakıkıyyedir, gerçek vesiledir ve biliyorsunuz 3 sahih vesile vardır, bir dördüncüsü yoktur.
1 – Allah’a ulaşmaya vesile Esma ül Hüsna dır.
2 – Duadır,
3 – Amal-i salihadır, salih amellerdir.
Üç hakiki vesile var, bu üçüne sarılan Allah’a ulaşmaya bir vesile bulmuştur. Bu üçünün dışında bir dördüncü icat eden kendini Allah’ın yerine koymuştur.
Bütünleştirmeyen bir bilgi şirke yol açar. Onun için bakınız bilgin olur, bilgiç olur, ukala olur ama alim olmaz. Her bilgin alim olamıyor. Niye? Bütünleştiremediği için, parçanın bütüne atfını göremediği için. Parça ile bütün arasında ki ilişkiyi keşfedemediği için. Parça ile parça arasında ki ilişkiyi keşfediyor ama parça ile bütün arasında ki ilişkiyi göremiyor. O parçayı bütünün içinde görse ne olur? Hakikaten parçayı bütünün içinde gördüğü zaman insan şu kanaate varıyor?
Ya Rabbi neyi yarattın, neyi nereye koydunsa o orada olması gerekir. Her şeyi merkezine koymuşsun ya Rabbi. Hepiniz merkez efendi oluyorsunuz o zaman. Eşyayı nereye koymalı? Merkezine. Peki o zaman eşyanın merkezi neresi? Allah’ın koyduğu yer. Mâ hulika leh yaratılış amacı. Bir şeyi Allah’ın koyduğu yere koymak insan için hikmettir. Allah için hikmet ise bir şeyi yerli yerinde yaratmaktır. Dolayısıyla Hakîym olan Allah bir şeyi yerli yerinde yaratır El Hakîym olan Allah’ın hikmetinin tecellisine mazhar olan insan da bir şeyi Allah’ın yarattığı yere koyar, tersi zulümdür. Zulüm bir şeyi yerinden etmektir kök manası odur. Onun için ilim bütünleştirir, bütünleştiriyorsa ilimdir.
Bu derslerin amacı 4 “B” dedim ama bu derslerin sadece bilgi yönünden amacı 4 “B” bir de eylem yönünden amacı var. Bunların birincisi aktif iyi kılmak. Bu dersler bunun için yapılıyor. Ne olursunuz bu dersleri gel otur al götür dersi olarak görmeyin, bu dersler bir değişim projesinin parçasıdır, bir dönüşüm projesinin bir parçasıdır. Mevcut halinden memnun olanın bu derslere gelmesine gerek yoktur. Peşinen söyleyeyim lütfen. Onun için sadece salonlarda dinleyen kardeşlerime konuşmuyorum şu anda canlı yayında, ekranları başında tüm kabilden Moskova’ya, Filistin’den Londra’ya varana kadar. Asya’nın kuzey taraflarında ve doğu – Batı Avrupa’nın her yerinde b izi izleme imkânı bulan kardeşlerimize de konuşuyorum.
Bu derslere eğer kendinizden memnunsanız devam etmenize gerek yok. Ama yok ben yeterli değilim, ben mükemmel değilim, tamam yetti, bitti demiyorum. Ben muhtacım benim öğrenmem lazım, benim değişmem lazım benim olgunlaşmam lazım diyorsanız ki ben nefsime öyle diyorum. İçinizde olgunlaşmaya en muhtaç olan bu kardeşiniz. Bunları size anlattığı için çok, çok iyi bildiği anlamına gelmiyor, bunları size anlatma makamında oturması hasbel kader kendini burada buldu. Siz hoca diyorsunuz, aslında o talebe, o bir Kur’an talebesi. İnşaAllah bir ümidim var hikmetin merkezinde değilim, henüz onu tam kavrayabilmiş değilim. Ama sizin aranızda olmakla hikmetin dışında da olmadığımı ümid ediyorum, sanki koridorundayım gibi. İnşaAllah bu mübarek, mücellâ ve seçkin mü’minlerin arasından rabbim beni almaz, ahiretin de koridoruna, cennetin de koridoruna sizinle beraber koyar. Böyle bir ümidim var. Onun için sanmayın ki buraya oturmakla ben size hocalık taslıyorum, ben hikmetin kaynağını bulmuşum, olmuşum, yetmişim, bitmişim.
Hayır noksanımı biliyorum, eksiğimi biliyorum, aczimi biliyorum ve itiraf ediyorum, sizi şahit tutuyorum. Rabbim her şeyi görüyor ve biliyor. Ya Rabbi noksanımızla, eksiğimizle, kluz kulluğumuzla bizi kabul et diyorum ve sadece bildiklerimi paylaşmak için huzurunuza çıkma cüreti gösteriyorum. İnşaAllah bildiklerimi paylaşırsam öyle ümit ediyor, Rabbimden öyle umuyorum ki bilmediklerimi bana öğretir. İnşaAllah yaşadıklarımı yaşatmaya çalışıyorsam Rabbimden ümit ediyorum ki yaşayamadıklarımı şu veya bu gerekçeyle yaşayamadıklarımı, yaşamakta acze düştüklerimi bana yaşatmayı nasip eder. Beni bu konuda muvaffak kılar.
Aziz kardeşlerim aktif iyi olmak bu derslerin fiili amaçlarından biri. Çünkü aktif iyi olmaksızın aktif iyilerin galip olduğu bir dünyayı kurmak mümkin değil. Pasif iyilerin geleceği olmaz. Başımıza ne geliyorsa kötülerden geliyor diyenler doğru söylemiyor onlar. Çünkü hiç kimse annesinden kötü olarak doğmadı. Yer yüzünde kötü bir bebek yoktur. O zaman kötülük sonradandır, kötülük asli değil arızidir, kötülük tabii değil arızidir.
Peki yer yüzünde her doğan İslam fıtratı üzere doğuyorsa, Allah’ın kendisi üzere yarattığı saf fıtrat üzerine doğuyorsa, Rum/30. ayetinde müjdelendiği gibi. Ne oluyor da bu kadar kötülük saçılıyor, yayılıyor, nereden çıktı bu kadar kötü?
İyiler yüzünden diyorum cevabım bu. Peki iyiler yüzünden niye kötü çoğalsın ki? Pasif iyiler yüzünden diyorum. Çünkü her kötü önce pasif iyi olur sonra aktif kötü olur. Eğer iyiler aktif iyi olsaydı kötülüğe dur derlerdi ve kötülükle mücadele ederler kötüler kötü olmazlardı. Kötüler iyi iken ele alırlar ve onların kötü olmaya giden yollarını tıkarlardı. Onlara nereye gidiyorsunuz derler, iyiliği yayarlar, iyiliğin güneşi olurlardı. Onun için pasif iyiler yüzünden oldu ve pasif iyilerin geleceği olmaz. Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok, Endülüs’e gidin yeter.
Geçen hafta fakir Endülüs’teydi yine, sizin yerinize de gördüm sizin yerinize de gezdim sizin yerinize de yandım sizin yerinize de içime kıymıklar battı. Sizi yüreğimde götürdüm adeta. Ama mutlaka Endülüs acısı yüreğinizde görmeniz ve bilmeniz lazım. Yer yüzünde yaşanan Endülüs medeniyeti gibi muhteşem bir tecrübe nasıl sıfırlanır dostlar. Meşhur Arap şairi Ali El Carim öyle diyor,
Yer yüzünde hiçbir ölünün arkasından, Endülüs’ün arkasından döküldüğü kadar gözyaşı dökülmedi. Duyabiliyor musunuz Yer yüzünün en büyük ve ilk üniversitelerini yer yüzüne kazandır mışız. İbn. Rüşt’ü kazandırmışız, İbn. Batuta’yı kazandırmışız, İbn. Haldun’u kazandırmışız, İbn. Hazm’ı kazandırmışız. Kurtubi’yi kazandırmışız ve yüzlerce alimi kazandırmışız. Botaniğin büyük babası, botanik biliminin en büyük kurucusu sayılan İbn. ül Baytar’ı kazandırmışız. 220 tıp aletinin çizimini yapan, bu aletlerden yarısını da ilk defa kendisi icat eden büyük alimler kazandırmışız. Yer yüzün küre olarak ilk defa haritasını yapan, kurşundan bir küre döküp o gün bilinmeyen coğrafyaları buralarda gösteren İdris’i leri kazandırmışız.
Ama ne olmuş bize de ondan sonra bu büyük tecrübe sıfırlandırmış. Şimdi camiler kilise. Gırnata da 27 camiyi ayakta, 27 tane kilise var sadece,çünkü hepsi kilise. Kurtuba Camii kebirinde yer yüzünün incisi, bakmaya kıyamazsınız 32.000 kişi kapalı alanda namaz kılıyordu caminin içi. Fakat şimdi bir kişi 2 rekat namaz kılamıyor, kıldırmıyorlar.
Nasıl olmuş bu tecrübe? Dönüp dolaşıp söz oraya geliyor evet, iyiler yüzünden. İyiler pasif olmayı kabul ettikleri anda aktif kötüler çoğalıyor. Onun için lütfen bu tecrübe bir kez yaşanır demeyin, bu tecrübe Allah göstermesin bir daha, bir daha, bir daha yaşanabilir. Eğer biz mevcut halimizde durmakta ısrar edersek, halimizi değiştirmezsek. Ama halimizi değiştirirsek Allah’ta bizim istikbalimizi değiştirir.
innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim. (Ra’d/11) bir toplum kendi bünyesinde, zatında nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumum halini değiştirmez, gidişatını değiştirmez. Mevcut halimiz en iyi haldir diyen varsa o zaman bu duayı etmesin, duaya amin demesin. Ama mevcut halimiz yetmez, iyi halde değiliz, ve iyiye de gitmiyoruz diyorsa o zaman halimizi değiştirelim ki Allah istikbalimizi değiştirsin inşaAllah. Bu manada aktif iyi olmak maksadıdır bu derslerin.
İkincisi hikmete nail olmaktır. Hikmete nail olmak hiç kuşkusuz ki isabetli hüküm vermeyi yeteneğine nail olmaktır öncelikle. İsabetli hüküm verme yeteneğine nail olmak için elbette bilgilenmek gerekli, bilinçlenmek gerekli, birlemek gerekli, bütünlemek gerekli. İsabetli hüküm verme yeteneğine sahip olmak için bunlar yetmez, aynı zamanda amel gerekli, eylem gerekli. Yani bildiklerinizi yaşamak gerekli. Çünkü hikmet yaşanmayacaksa o hikmet nasıl çoğalır.
Rabbimiz; Yü’til Hıkmete men yeşâ’ (Bakara/269) Allah hikmeti dilediğine verir buyuruyor. Aslında Allah hikmeti vermeyi dileyene verir. Allah dileyene hikmet vermeyi diler. Demek ki hikmeti istemek lazım. Çünkü Yeşa’ fiili hem men i görüyor, hem hüve yi, Allah’ı görüyor. Dolayısıyla Allah hikmeti verir ama kime verir? Dileyene verir. İki faile birden bakıyor yeşa’ fiili. Dolayısıyla dileyin ki versin. Ve verirse ne olur? ve men yü’tel Hıkmete fekad utiye hayren kesiyra. (Bakara/269) kime de hikmet vermişse ona çok hayır vermiştir. Bana çok hayır ver diye dua ediyorsanız eğer, bu ayeti de bilmiyorsanız eğer aslında hikmet istediğinizi bilin yani çok hayır istiyorsanız hikmet isteyin. Hikmet istiyorsanız çok hayır istemişsiniz demektir. Onun için Hikmet hayırdır. Yeryüzünün tüm serveti hikmet satın almaz da, bir avuç hikmet yer yüzünün tüm servetini satın alır. Onun için hikmete talip olun. Ama hikmete talip olmak için hizmete ve himmete talip olun.
ve ma yezzekkeru illâ ülül elbab. (Bakara/269) bunu ancak kimler kavrar, bunun değerini ancak düşünen akıl sahipleri, muhakeme sahipleri Ulül elbab bu aslında. Yani düşünen muhakeme sahipleri, muhakemesini kullananlar ancak kavrar hikmetin değerini. O zaman yani bilgi yetmiyor, bilinç lazım, bilinci olanlar kavrar değil mi. Bir şeyin değerini bilmiyorsanız onu elde etseniz dahi elde tutamazsınız. Bir şeyi elde etmek için gayret yeter, elde tutmak için gayret yetmez bilinç, on un değerini bilmek gerek. Değerini bildiğiniz kadar muhafaza edersiniz. Onun için bakınız insanlar Kur’an ı e3lde etmeye harcadıkları emek kadar Kur’anı elde tutmaya emek harcamıyorlar. Hafız oldukları kadar muhafız olmayışlarının sebebi budur. Onun için hafız oluyorlar, iki sene veriyorlar, 1.5 sene veriyorlar, 3 sene veriyorlar ama muhafız olmuyorlar kaybediyorlar onun için neden? Değerini kavramıyorlar. Değerini kavraman ancak künhüne vakıf olmakla, anlamına ermekle olur. Evet, bu derslerin ikinci amacı o.
Üçüncü amacı sohbet geleneğini sürdürmek. Sohbet geleneği çok mühim çünkü sahabe sohbetle yetişti. Sahabe sohbetle yetiştiği içindir ki eğer biz risaletin ebedi olduğunu düşünüyorsak, inanıyorsak, iman ediyorsak -Ki risalet ebedidir- Resuller ölümlüdür, risalet ölümsüzdür bu böyledir. Onun için resuller ölür, etten kemikten yaratılmışlardır bizim gibilerdir. Doğarlar, yaşarlar, büyürler, ihtiyarlarlar, hastalanırlar ve vefat ederler. Hatta öldürülebilirler. efein mate ev kutilenkalebtüm alâ a’kabiküm. (A.İmran/144) o (Muhammed) ölür ya da öldürülürse sizler ökçeleriniz üzere gerisin geri dönecek misiniz. Diye soruyor rabbimiz. Demek ki ölme ve öldürülme ihtimali her zaman var. Nitekim Hz. Yahya ölmedi mi, öldürülmedi mi. Hz. Zekeriyya koç gibi biçilmedi mi ikiye. Hz. Yahya’nın başı kesilmedi mi. Dolayısıyla olabilir, Hz. Eyyub yatak döşek yatmadı mı, hastalanmadı mı. Peygamberlerin başına her türlüsü gelmiş.
Fakat ölmeyen nedir? Risalettir. Risalet ölmezse ne yapar? Nasıl diri olur toplumun içinde? Kimin eliyle olacak? Resul öldü, risalet yaşıyor. Nasıl yaşayacak? Evet, alimler üzerinde yaşayacak. Risalet alimler üzerinden yaşayacak. Nasıl yaşayacak? Tabii ki ilim tahsil ederek. Alim olmakta doğuştan olmuyor malumunuz. Emek vermesi lazım, ter dökmesi lazım, yürek teri, zihin teri, alın teri. Öyle kolay olmuyor iş.
Peki onlar ter döküyorlar yürek teri, zihin teri, alın teri. Fakat biz onların kıymetini bilmiyorsak Orada bir alim krizi çıkarır ortaya. Çünkü kıymetini bilmediğimiz şey üretilmez. Marifetler iltifata tabidir, müşterisiz metaa zayidir. O nedenle bu noktada sohbet geleneğimiz sürmeli. Sahabe sohbetle yetişti dostlar unutmayın. Bazen bir saatlik sohbetin verdiğini 10 ciltlik kitap veremeyebilir. Çünkü eserlerle siz kağıtlar üzerinden ilişki kurarsınız. En azından veya bilgisayar ekranı üzerinden ilişki kurarsınız vs. Ama onlar nesnedirler bakınız.
Fakat sohbette siz yürekten yüreğe ilişki kurarsınız. Ru-be Ru dur, gönülden gönüle, özden öze, yüzden yüze, dizden dize, sözden söze bir şey akar. Onun için bizim geleneğimizde hangi okulu bitirdin, nereden diploma aldın diye sorulmaz. Hangi alimin rahlei tedrisinden geçtin, kimin dizinin dibinde okudun diye sorarlar. Bu böyledir çünkü ilim ahlakıyla birlikte alınırsa ilim olur yoksa data olur. İlmi ahlakıyla birlikte almakta ancak ilmi yaşayan birinden canlı olarak almakla mümkin olur. “Ahz” geleneği budur. Onun için önce ahz edilir, sonra keşfedilir, sonra inkişaf ettirilir.
Dolayısıyla burada bir sohbet geleneği yaşıyor bizim kadiym geleneğimiz ve çağın sahabeleri olmak imkansız mı? Madem risalet ebedidir, ebedi risalet vardır, sahabeyi çağdaş etmenin yolu çağın sahabileri olmaktan geçmiyor mu? Başka türlü nasıl aktarırız saadeti bu çağa. Yoksa o zaman geçmişe övgü dizmekten başka yapacağımız hiçbir şey yok ve bu da hiç kimseye hiçbir şey kazandırmaz oturup ağıt yapmak kazandırır. Ağıt yakacaksınız, ağlayacaksınız. Ah nerde o günler diye.
Dolayısıyla kafadan kaybetmişler sınıfına sokacaksınız kendinizi çünkü o çağda doğmadınız. Bu da sizin suçunuz değil. Şimdi ne yapalım, bu çağda doğmak benim suçum değil, ben karar vermedim buna. Ben de isterdim ki elim resulün eline değsin, gözüm resulün gözüne değsin, kulağım resulün sözüne değsin, gönlüm resulün gönlüne değsin. Ben de istemez miydim onun huzurunda oturmayı.
Efendimiz de öyle buyurmuyor mu; Benden ilmi alanlar benden duymayanlara aldıkları ilmi nakletsinler. Ola ki ilmi naklettikleri kimseler kendilerinden daha derin anlayış sahibi olabilir. Değil mi?
Bu nedir? Yani beni görmeyen birileri benim huzurumda ki birilerinden daha derin anlayış sahibi olabilir. Bu bazen 50 sene sonra, bu bazen 10 sene sonra, bu bazen 500 sene sonra, bazen 1.000 sene sonra, bu bazen 2.500 sene sonra gelebilir. Efendimizin adeta mucize gibi bir ifadesi bu. Dolayısıyla bu da bunun ifadesidir. O nedenle aziz dostlar sohbet bir İslam geleneğidir. Sahabe sohbetle yetişti, sohbette insibağ vardır karşılıklı boyar. Sohbette indizab vardır cezp eder çeker, kendisine çeker ve sohbette inkias vardır.
Bakınız canlı yayınlar başladı. Bu derslerimiz şu anda canlı yayında veriliyor. Ama insanlar evlerinde ekranlarının karşısında oturup ta canlı yayında izlemek yerine buraya gelecekler, biliyorum gelecek hafta daha da yoğun olacak. Derse başlamadan yarım saat evvel tüm salonlar dolmuştu. Yani şimdi otursa da ekranın başında izlese olmaz mı? Hayır incizap vardır, cezp eder, çeker ve sohbette inkias vardır, yansır, yansıma vardır. Orada seyredenler yansımasını seyredecekler, buraya gelenler ise cezbesine, cazibesine kapılacaklar ve gelecekler. İnsibağ vardır boyayacaklar ve boyanacaklar. Kimin boyasıyla, Allah’ın boyasıyla sıbğatallah, Allah’ın boyası. ve men ahsenu minallâhi sıbga.. (Bakara/138) O’ndan daha güzel boyası olan kim vardır. Onun için Allah’ın boyası asli boyadır çıkmaz boyadır.
Geçmişin özetin i kısaca yapmak istiyorum. 8 ders yapmıştık geçen yıl. Eğer bu yıl da 8 ders yapacaksak diyorsanız işimiz var. Yani Esma ül Hüsna yı bitirmek ahirete kaldı. Değil. İnşaAllah büyüğü gitti diyebilirim, hayır demiyeyim doğru olmaz, İnşaAllah bu mukaddimenin arkasından gürül gürül önümüzdeki derste “Rab” ile başlıyoruz.
Rab ile başlıyoruz 8 derste son 2 dersi hariç hep giriş yaptık yani o girişler lazımdı. O girişlerin hepsi de şahsi internet sitemizde bulunuyor. O girişleri izlemek ve bize yetişmek isteyen kardeşlerimiz için fırsat kaçmış değil.
Bu 9. dersimiz Allah demek anlam demektir dedik değil mi, böyle çıktık yola. Çünkü varlığın yaratılış amacı anlam idi, varlık içinde hiçbir şey yoktu ki anlamsız ve amaçsız olsun. Yer çekimi kanunu yokken amaçlılık ve anlamlılık kanunu vardır onun için v arlığın kanunu değişebilir, her kanunu değişebilir. Çünkü rabbim iz bir alt kanunu bir üst kanunuyla aşar. Çünkü Rabbimiz yarattıklarının mahkumu değil hakimidir.
Ama bir kanun var ki o değişmez. Anlamlılık ve amaçlılık. Neden? mâ halakte hazâ batılâ. (A.İmran/191 Ya rabbi sen bütün bunları boşuna yani anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Batıl kelimesi Kur’an da anlamsızlık ve amaçsızlığa tekabül eder. Onun için yaratılıştan söz eden ayetlerde ki Bil Hakk; Hakk ile yarattı. Hakk kelimesi de anlamlılık ve amaçlılığa tekabül eder. Demek ki bir şeyin Hakk olması anlamlı ve amaçlı olmasıdır. Hakikat dediğimiz de anlamlı ve amaçlı olan her şey girer. Dolayısıyla anlamsız ve amaçsız iş yapan insan aslında yaratılı8ş amacına aykırı iş yapıyor, dolayısıyla hakikate zulmediyor demektir değil mi. Onun için ma lâ yani den kaçınmanın emrinin neden olduğunu şimdi anlıyor muyuz? Ma lâ yani; yani anlamsız işleri terk etmek, boş şeyleri terk etmek..
Efendimiz mü’minin imanının kemalinden saymış Dolayısıyla bakınız ta iş oraya kadar varıyor. O nedenle Allah demek anlam demektir diyerek yola çıktık ve anlamımızı bulduk Elhamdülillah. Çünkü Allah’ımızı bulduk.
Fakat Allah’ımızı bulmuş olmamız kaybetmemizden kaynaklanmıyordu, çünkü zaten O bize şah damarımızdan yakındı. Fakat bir problem vardı Onun bize yakınlığı problem değil, bizim O’na yakınlığımız problemli. Allah sana yakın da sen Allah’a yakın mısın? Çünkü bu bir ilişki, ilişki eşleşli bir fiil, işleşli fiiller karşılıklı olur. Dolayısıyla Allah sana senden yakın da sen Allah’a yakın mısın? Sen Allah’a yakın değilsen sen kendine de yakın değilsin. Kendini unutanlar, kendin i kaybedenler, kendinin uzağına düşenler nereden çıkıyor? İşte buradan. Dolayısıyla kendini unutan neden Rabbini unutmasın ki, kendini kaybeden neden Rabbini kaybetmesin ki. Rabbini kaybettiği için kaybetmiyor, kendini kaybettiği için Rabbini kaybediyor.
Bu manada Allah demek anlam demektir deyince işte o nokta da Rabbimize daha yakın olmanın anlamını aradık ve bunun anlamını ararken Esma ül Hüsna yı uzattı Rabbimiz. İnsanın eline tut deni bundan tut. Varlığa tecelli eden, varlığa uluhiyetin, zatının tecelliyatı sıfat üzerindendir, esma üzerindendir. Al bu sana nasıl tecelli edecek. O zaman işte Hâlık olmanın, Basiyr olmanın, Semiğ olmanın, Alîym olmanın, Hakîym olmanın tecelliyatını keşfetmeye kalktık. Keşfettiğimizde anladık ki Rabbimizin her bir esmasının bizde bir yansıması var ve gerçekten yansıması var mı yoksa o yan sımaları köreltiyor muyuz. Yani Allah her esmadan bize bir kanal döşemiş fakat biz o döşediği duylara lamba takıyor muyuz. (Devam edecek)
